c harfi ile deyimler / C Harfi ile Başlayan Deyimler ve Anlamları - Cicicee

C Harfi Ile Deyimler

c harfi ile deyimler

 C harfi İle Başlayan Deyimler ve Anlamları

Can feda: Uğruna ölümü bile göze almak.

Cana yakın: Sıcakkanlı ve sevimli.

Cana minnet bilmek:   Arayıp da bulamadığı şeylerden saymak.

Cadı kazanı: Geçimsizliklerin olduğu yer.

Can beslemek:  Endişesizce  yaşamak.

Can çekişmek: Ölmek üzere olmak

Can atmak: Bir şeye ulaşmayı çok istemek

Cami yıkılmış ama mihrap yerinde:  Yaşlanmış ama güzelliğinden bir şey kaybetmemiş olmak.

Can cana, baş başa: Birbirini çok seven kişilerin yabancıların olmadığı bir ortamda bir arada olması.

Can evinden vurmak: Bir kimseyi  en hassas olduğu, en fazla önem verdiği bir  konuda zarara uğratmak.

Can alıp vermek: Ölüm acısı içinde olmak.

Caka satmak:  Gösteriş yapmak.

Can damarına basmak: Bir işin en önemli noktası üzerinde durmak.

 Can dayanmamak: Bir acıyı yenme gücünü kendinde bulamamak.

 Can düşmanı: Cana kast etmek isteyen düşman.

Canını bağışlamak:  Öldürebileceği birini öldürmekten vazgeçmek.

 Canı sağ olsun:  Onun da canı sağ olsun gerisi önemli değil anlamında bir deyimdir.

Canı yok mu? O bu derde, bu sıkıntıya nasıl dayanıyorsa sen de dayan.

Canını almak: Öldürmek.

Canını dişine takmak: Başarıya ulaşmak için büyük sıkıntılara göğüs germek.

Can havliyle: Canını kurtarma korkusuyla.

Canı cehenneme: Nasıl bir durumda olursa olsun umurumda bile olmaz.

Candan geçmek: Ölmek.

Canı pek: Acılara karşı dayanıklı.

Can yakmak: Acı vermek.

Can kalmamak: Gücü tükenmek.

Canı isterse: İstemezse istemesin, kime ne?

Can sıkıntısı: Bunalım.

Can kulağı ile dinlemek:  Büyük bir dikkatle dinlemek.

Canciğer kuzu sarması: Birbirlerinden hiç ayrılmayan dostlar.

Canı derdine düşmek: Canını kurtarma yolu aramak.

Canı gitmek: Üzerine titrediği şeye zarar gelir korkusu yaşamak.

Canına okumak: Büyük zarar vermek.

Canına yandığımın: Kurban olduğum bir de şu anlama gelir: Allah&#;ın belası anlamına gelir:)

Canı burnuna gelmek: Artık dayanabilecek gücünün kalmaması.

&#;Canım&#; dese,  &#;canın çıksın&#; diyor sanmak: En gönül alıcı sözleri bile kötüye yorumlamak.

Canını çıkarmak: Birini öldürünceye kadar dövmek.

Canı çekmek: İstek duymak.

Canı tatlı: Acıya dayanaksız.

Canım yoksulluk, gözüm yoksulluk; yat ilk akşam, kalk kuşluk: Tüm gün yatan, tembel kimselerin yoksulluk çekmesi de son derece normaldir.

Canı yerine gelmek: Dert ve üzüntüden kurtulup rahatlamak.

Can sağlığı: Esenlik

Can pazarı: Herkesin ölüm tehlikesinde bulunduğu ve kurtulmaya çalıştığı durum.

Canına değmek: Yapılan işten çok hoşlanmak.

Can pahasına: Ölümü göze alarak.

Canımın içi: Canım kadar sevdiğim.

Cennetin kapısını açmak: Büyük bir iyilikte bulunmak.

Cim karnında bir nokta: Hiçbir şey bilmeyen.

Ceza kesmek:  Para cezası yazmak.

Ciğerini parçalamak: Büyük bir acı içinde bırakmak.

Ciğer canlı: Evlatlarına düşkün.

Ciğerini okumak:  Ne düşündüğünü iyi bir şekilde bilmek.

Ciğer görmüş bayılmış, eti görse ne yapar?: Çirkin birini sevmiş ya güzel birini sevse ne yapardı?

Ceviz kabuğundan çıkmış, kabuğunu beğenmemiş:  Kendisini büyüten, bu günlere getiren insanları beğenmeyenler için söylenmiş deyimdir.

Ciğerine işlemek: Çok etkilenmek.

Cebinde akrep olmak: Cimri olmak.

Cart curt etmek: Gelişigüzel konuşmak

Cehennem  olmak: Defolup gitmek.

Cehennem azabı: Çok büyük üzüntü.

Cebe indirmek: Çalmak, hırsızlık yapmak.

Canının içine sokacağı gelmek: Aşırı derecede sevmek.

Canını sıkmak: Üzmek.

Cebinden çıkarmak: Birinden çok üstün olmak

Canlı cenaze: Çok zayıf ve gücü olmayan kimseler.

Cemaziyelevvelini bilmek: Birinin geçmişteki kötü durumunu bilmek.

Cici bici: Küçük ve süslü eşya.

Ciğerimin köşesi: Sevgilim.

Ciğeri sızlamak: Derin bir acıma duygusu ile üzülmek.

Ciğeri beş para etmemek:  İşe yaramaz kişi olmak.

Cebi delik: Cebinde hiç parası olmayan.

Canını vermek: Bir şey uğrunda hayatını kaybetmeye hazır olmak.

Canını sıkmak:  Keyfini kaçırmak, üzmek.

Cıcığını çıkarmak:  Özünden saptırmamak bir işi sulandırmak.

Cin fikirli: Çok kurnaz.

Curcunaya çevirmek:  Ortalığı gürültü içinde bırakmak.

Cümbür cemaat: Hep birlikte

Cini tepesine çıkmak: Çok öfkelenmek.

Cinler cirit oynamak: Ürkütecek kadar sessiz ve ıssız olmak.

Cin başka, peri başka: Bir ortam veya durum her zaman aynı olamaz.

Cirit atmak: Meydanı boş bulup istediği gibi  davranmak

Bunu E-postayla GönderBlogThis!Twitter'da PaylaşFacebook'ta Paylaş

Cadı kazanı: Alabildiğince dedikodunun hâkim olduğu yer.

Caka satmak: Gösteriş yapmak.

Cambul cumbul: Suyu bol olan yemek için kullanılır.

Can alıcı nokta: Bir şeyin en önemli yeri.

Can atmak: Herhangi bir şeye kavuşmayı çok istemek.

Can borcunu ödemek: 
Ölmek

Can çekişmek: Ölmek üzere olan kimse.

Can damarı: 
Bir şeyin en önemli noktası. Onun yaşamasını sağlayan ana unsur.

Can damarına basmak: Bir işin en önemli noktasına değinmek.

Can derdine düşmek: Canını kurtarmaya çalışmak.

Can evinden vurulmak: En hassas olduğu noktadan birine zarar vermek dolayısıyla onun çok acı çekmesine neden olmak.

Can havli ile: 
Ölüm korkusu nedeniyle güçlü bir tepki oluşturmak.

Can kaygısına düşmek: 
Bütün her şeyi bir tarafa bırakıp bir tehlikeden varlığını koruma çabasında olmak.

Can kulağı ile dinlemek: Anlatılanları çok dikkatli bir şekilde dinlemek.

Can kuşu: Ruh.

Can pazarı: Herkesin kendi canını kurtarmaya çalıştığı zor anlar.

Can sağlığı: Esenlik, kişinin sağlıklı olması.

Can yakmak: Eziyet etmek, bir kişiyi büyük bir zarara uğratmak.

Can yoldaşı: Kişinin hayatını birlikte geçirdiği kişi.

Cana can katmak: Kişide yaşama sevincini artırmak.

Cana minnet: Çok ihtiyacı olduğu halde arayıp da bir türlü bulamadığı şeylerden saymak.

Cana yakın: İçten, sıcakkanlı.

Canciğer kuzu sarması:
 Birbirlerini çok seven birlikte olan içli dışlı dost.

Canı burnuna gelmek:
 Bir şey yaparken çok fazla zorluk çekmek, o iş nedeniyle bunalmak.

Canı çıkmak: Çok zorlanmak, yıpranmak

Canı pek: Acılara karşı oldukça dayanıklı olmak.

Canı tatlı:
 Zorluklara, acılara, sıkıntıya katlanmayan.

Canı tez: Beklemeye karşı tahammülsüz, sabırsız kimse.

Canına değmek: Zevk almak.

Canına işlemek: 
Çok fazla olumsuz etki oluşturmak.

Canına kıymak: 1. Birini öldürmek 2. Kendini öldürmek.

Canına okumak: İyi bir şeyi kötü bir duruma sokmak.

Canına susamak: Kişinin ölümüne sebep olacak davranışlar sergilemek.

Canına tak demek (etmek): Bir sıkıntının katlanılamayacak bir hal alması.

Canına yetmek: Usandırmak, bıktırmak.

Canından bezmek: Olumsuzluklardan yaşadığı hayatı istemez olmak.

Canından etmek: Ölümüne yol açmak.

Canından olmak:
 Ölmek.

Canını bağışlamak: Öldürmeye niyetlendiği birini öldürmekten vazgeçmek.

Canını dişine takmak: 
Bir işe her şeyi göze alarak bütün gücüyle girişmek.

Canını sıkmak:
 Keyfini kaçıran bir durumla karşılaşmak.

Canını sokakta bulmak: 
Kendini yıpratmamak, tedbir almak için kullanılır.

Canını vermek: 
Bir şey uğrunda ölmeye hazır olmak.

Canının derdine düşmek:
 Tehlikeli bir durumda önce kendini kurtarmaya çalışmak.

Canla başla: Her zorluğa göğüs gererek.

Canlı cenaze: Çok zayıf, iskelet halinde olan kimse.

Cart curt etmek: 
Korkutmak veya övünmek amacıyla abartılı konuşmak.

Cart kaba kâğıt:
 Bol keseden atan, yapamayacaklarını yapacakmış gibi gösteren.

Cartayı çekmek: Ölmek.

Cebi delik: 
Parasız, para tutamayan parasını hemen harcayan.

Cebinde akrep olmak: 
Cimri olmak.

Cebine indirmek: Hakketmediği bir şeyi kendine almak.

Cebini doldurmak: Çok para edinmek.

Cehenneme atsalar odun yaş diye bağırır: 
Her şeye itiraz eden hiçbir şeyi beğenmeyen.

Cehenneme gitse bir köseği getirmek: Zararlı çıkması gereken bir işte bile karlı çıkabilen.

Cemaziyelevvelîni bilmek: Birilerinin herkesin bilmediği, geçmişteki kötü bir durumunu bilmek.

Cendereye sokmak:
 Birini çok sıkıştırıp manevi etkisi altına almak.

Cennetin kapısını açmak: Büyük bir iyilik yapma neticesinde çok büyük sevap kazanmak.

Cep harçlığı: 
Çok az para. Günlük harcamaları karşılayacak para.

Cephe almak: 
Birine karşı düşmanca bir tavır takınmak.

Cevabı dikmek: 
Beklenmedik bir anda ters bir cevap vermek.

Cevabı yapıştırmak: 
Karşısındaki kişinin beklemediği ters bir cevap vermek.

Cevahir yumurtlamak: Saçma sapan konuşmak.

Ceviz kabuğundan çıkmış kabuğunu beğenmemiş: Geldiği yeri, soyunu, sopunu inkâr edenler için kullanılır.

Cevizi çift görmezse ağaca taş atamamak: Bir şeye inanmadan ikna olmadan bir işe başlamamak.

Ceza kesmek: Birine para cezası vermek.

Cıcığını çıkarmak: Bir konuyu çok detaylı bir şekilde soruşturmak, açığa çıkarmak.

Cılkı çıkmak: Aslında işe yarar sanılan bir şeyin bozuk kusurlu olması, böyle çıkması.

Cici bici: 
Oldukça renkli, güzel, süslü eşya.

Cicim ayı: Yeni evlilerin ilk haftaları için kullanılır. Balayı.

Ciğeri beş para etmez:
 Çok değersiz, aşağılık, korkak kimse.

Ciğeri dağlanmak: 
Çok büyük bir acı yaşamak.

Ciğeri kebap olmak: 
Çok üzüntülü, kederli bir olay yaşamak.

Ciğeri parçalanmak:
 Yaşadığı bir olumsuzluktan çok fazla üzülmüş olmak.

Ciğerine işlemek: 
Bir şeyden çok fazla etkilenmek.

Ciğerini okumak: Başka kişilerin aklından geçenleri, gizli niyetlerini anlamak.

Ciğerini sökmek: Birine çok büyük zarar vermek.

Ciğerini yakmak: Çok büyük bir acı yaşatmak.

Cim karnında bir nokta: Hiçbir şey bilmeyen.

Cin çarpmışa dönmek: Bir anda neye uğradığını anlayamayacağı kötü duruma düşmek.

Cin fikirli: 
Çok kurnaz, zeki, daima menfaatini kollayan.

Cin ifrit olmak: Aşırı öfkelenmek.

Cinler cirit oynamak:
 Bir yerin ıssızlığını, ürküntü verdiğini anlatmak için kullanılır.

Cinleri başına toplamak: Çok fazla kızmak, öfkelenmek, çok sinirlenmek.

Cirit atmak: Meydanı boş bulup her istediğini yapmak.

Cuk oturmak: Uygun düşmek.

Curcunaya çevirmek: Bir yeri gürültü, patırtı ile doldurmak. Kimin ne dediğini bilmemek.

Cümbür cemaat: Hep birlikte, topluca.

Cüret etmek:
 Cesaretli bir şekilde davranmak.

Cürmü meşhut hâlinde yakalamak: Bir kimseyi suç işlerken şahitlerle aynı anda yakalamak.

Çağ açmak:
 Yeni bir gidişe yol açmak.

Çağanoz gibi: 
Eğri büğrü vücuda sahip olup yan yan yürüyen.

Çakı gibi: 
Atik, çevik kimse.

Çalım satmak: Suni davranışlarla büyüklük taslamaya çalışmak.

Çalıp çırpmak: Eline geçen her şeyi çalmak. Uygunsuz yollardan para kazanmak.

Çalıyı tepeden sürümek: 
Bir işin olabilmesi için imkânsız koşullar öne sürmek.  

Çalyaka etmek: 
Yakasına bir şekilde yapışarak götürmek.

Çam devirmek: Karşısındakini gücendirecek söz söylemek.

Çam yarması: 
Gövdesi iri insan.

Çamura basıp çalıya asmak: 
Bir işi özensizce, üstünkörü yapmak.

Çan çan etmek: Bağırarak gevezelik etmeye çalışmak.

Çanak tutmak: Davranışlarıyla ya da sözleriyle kendisine kötü muamele edilmesine neden olmak.

Çangıl çungul: 
Kulağa hoş gelmeyen kulağı tırmalayan sesler çıkaran kimse.

Çanına ot tıkamak: 
Bir daha sesini çıkaramayacak bir duruma sokmak.

Çantada keklik: Elde edileceği neredeyse garanti olan şey.

Çapar çiçek çıkardı: 
Bozuk kötü olan bir şeye bir olumsuzluğun daha eklenmesi.

Çapıtı gümüşlü: 
Eşyalarını gereğinden fazla değerli sayan onları kimseye vermeyen kimse.

Çaptan düşmek: 
Önceleri oldukça iyi olan durumunun gittikçe kötüleşmesi

Çarçur etmek: Elindeki parayı gereksiz yerlere harcayıp bitirmek.

Çaresine bakmak: Bir sorunun çözüm yolunu bulmak.

Çark etmek: Verdiği sözden vazgeçmek.

Çarpık çurpuk: 
Çok fazla çarpık olan.

Çarşaf gibi: 
Bir şeyin durgun ve dümdüz olması.

Çarşafa dolanmak: İçinden çıkılmaz duruma gelmek.

Çarşamba pazarı:
 Her şeyi açıkta olan oldukça karışık yer.

Çat kapı: 
Beklenmedik bir anda, aniden.

Çat pat: 
Yarım yamalak.

Çatal kazık: Tutumlarından işin yürümesini engelleyen yetkili, makam sahibi kimseler.

Çatal yürekli: Hiçbir şeyden korkusu olmayan, gözü pek.

Çattık teyellemesi: Zor bir duruma düştük, bunun devamı da var.

Çekeceği olmak: 
Karşılaşacağı kötü bir durumu sezmek.

Çekidüzen vermek. 
Bozukluğu, düzensizliği, karışıklığı ortadan kaldırmak.


Çekip çevirmek: 
Bir yeri en güzel şekilde idare etmek.

Çekirdekten yetişme: 
Bir işi küçük yaşta öğrenme, onda ustalaşma.

Çekişe çekişe pazarlık etmek:
 Bir şeyi daha uygun almak için uzun süre yapılan pazarlık.

Çekiye gelmemek: Kullanılan ölçülere sığmamak.

Çelme takmak: 
Birinin yürüyen işini bozmaya çalışmak.

Çene çalmak: Gevezelik etmek, boş boş konuşmak.

Çene yarıştırmak:
 Gevezelik etmek.

Çene yormak: Boşuna konuşmak.

Çenesi durmamak: 
Çok fazla konuşmak.

Çenesi düşük: Dayanılmayacak kadar aşırı derecede konuşan kişi.

Çenesi kuvvetli: Etkili konuşan kimse.

Çenesini tutmak: Susmak, söylememek.

Çengel atmak: Bir konuda yandaş sağlamak amacıyla iletişim kurmak.

Çerden çöpten: Çürük, dayanaksız.

Çetele tutmak: Birilerinin hatalarını, yanlışlarını bir yere not etmek. Zamanı geldiğinde bunu onun aleyhine kullanmak.

Çetin ceviz: Yenilmesi, başarılması oldukça güç olan bir iş.

Çevir kazı yanmasın: Kişinin karşısındaki kişiyi kıracak bir söz söylediğini fark edip de çevirmeye kalkışanlara latife yolu ile söylenir.

Çıban başı: Bütün kötü sonuçların, uygunsuzlukların en önemli sebebi.

Çıfıt çarşısı: 
Türlü türlü kötülüklerin, hilenin karmakarışık bir durumda bulunduğu yer.

Çığır açmak: 
Bir alanda yeni bir yol açmak.

Çığırından çıkmak: Düzeltilmesi zor bir vaziyet almak.

Çıkmaz ayın son çarşambası: 
Hiç gelmeyecek bir zaman dilimi için kullanılır.

Çıkmaza girmek: İşin içinden çıkılamayacak bir duruma gelmek.

Çın sabah: 
Sabahın en erken zamanı.

Çıngar çıkarmak: Kavgaya yol açmak.

Çırak çıkmak: İş ortağını kazanç göstermeden zarara sokmak.

Çıt çıkarmamak: Hiç konuşmamak, gürültü yapmamak.

Çiçeği burnunda: 
Yeni, yeni başlamış.

Çifte kavrulmuş: 
1. Çok pişkin kimse.  2. Çok çile çekmiş.

Çifte kumrular:
 Birbirini çok fazla seven ve birbirinden ayrılmayan kişiler.

Çiğ iplikle bağlanmak: 
Etkisi az sürecek, geçici çözüm yolu üretmek.

Çiğ renk: 
Sevimsiz renk.

Çiğ süt emmiş olmak: 
Soysuz olmak.

Çiğ yemedim ki karnım ağrısın: Suç işlemedim ki, rüşvet yemedim ki korkayım anlamında.

Çiğlik etmek: İnsana, yaşına yakışmayan olgunluğa uygun düşmeyen yersiz davranışlarda bulunmak.

Çil yavrusu gibi dağılmak:
 Kötu bir durum karşısında darmadağın olmak.

Çile çekmek: 
Eziyet ve sıkıntı içinde yaşamak.

Çileden çıkmak: Dayanma gücünü kaybedip saldırgan bir hal almak.

Çilingir sofrası:
 Hafif mezelerle donatılmış içki sofrası.

Çingene çorbası: 
Herkesin farklı bir şekilde karıştırdığı durum.

Çivi kesmek:
 Donacak şekilde çok fazla üşümek.

Çoban kulübesinde padişah rüyası görmek: Çok dar olanaklarda büyük bir şey için hayal kurmak.

Çocuk oyuncağı: Önemsiz, basit işler için kullanılır.

Çok görmek: Birini bir şeye değer bulmamak.

Çok harman yeri dişlemiş:
 Hem çok kurnaz hem de çok deneyimli.

Çoluk çocuğa karışmak: 
Evlenip çocuk sahibi olmak, onlarla uğraşmak.

Çorap söküğü gibi: Bir kez başlayınca arkası kendiliğinden gelmek.

Çorbada tuzu bulunmak: Yapılan işte az da olsa bir katkısı olmak.

Çuhasını giymedikse kenarını kuşandık: Bu konuda benim de kendi çapımda bir bilgim var, anlamında.

Çuldan çuvaldan olmak: Elindeki her şeyi kaybetmek.

Çürüğe çıkmak: 
İşe sağlam olmadığı anlaşılarak o işten muaf olmak.

Çürük çarık: 
Sağlam tarafı olmadığı için işe yaramayan.

Çürük tahtaya basmak: İncelemeden, işin aslını öğrenmeden tehlikeli bir işe girişmek.

Ayrıca bakınız

ANLAMINI ÖĞRENMEK İSTEDİĞİNİZ DEYİMİNİN İLK HARFİNİ AŞAĞIDAKİ LİSTEDEN SEÇİNİZ!
A · B ·C· Ç · D · E · F · G · H · I · İ · J · K · L · M · N · O · Ö · P · R · S · Ş · T · U · Ü · V · Y · Z

C Harfi ile Başlayan Deyimler

Cadı kazanı (gibi): Fesadın ve dedikodunun çok olduğu, herkesin birbirine düştüğü, türlü düşmanlıkların kaynaştığı, hile ve düzenlerin kurulduğu yer. &#;Mahalle bir anda cadı kazanı gibi kaynamaya başladı.&#;

Caka satmak: Çalım satmak, gösteriş yapmak. &#;Caka satmayı bırak da işine bak.&#;

Cambul cumbul: Pek sulu, suyu bol (yemek için). &#;Yemek cambul cumbuldu ama lezzetli olmuştu.&#;

Can alıcı yer (nokta): Bir şeyin en önemli, en çarpıcı yeri. &#;İnsan sağlığı, eğitim ve kültür konularının en can alıcı noktası, ekonomidir.&#;

Can atmak: Çok istemek, çok arzulamak. &#;Babası ile parka gitmek için can atıyor.&#;

Can borcunu ödemek: Ölmek. &#;Beni korkutamazsın, bir can borcum var, onu da öder kurtulurum.&#;

Cana yakın: Sevimli, sokulgan, insana pek sıcak davranan. &#;Ne cana yakın bir insanmış meğer.&#;

Can baş üstüne: İstenilen, arzu edilen şeyin büyük bir memnunlukla yapılacağını anlatır. &#;Can baş üstüne efendim, kasabaya varınca onu hemen göreceğim.&#;

Can çekişmek: Ölmek üzere bulunmak. &#;Yanına vardığımızda hayvan can çekişiyordu.&#;

Can damarı: Bir şeyin en önemli noktası, en mühim unsuru; bir şeyin yaşaması için en önemli araç. &#;Babam evin can damarıdır.&#;

Can damarına basmak: Bir işin en önemli noktası üzerinde durmak, ya da bir şeyin en duyarlı noktasını açığa çıkarmak. &#;Adamın en sonunda can damarına bastılar, zararı da kendileri gördüler.&#;

Can dayanmamak: Bir acı, üzüntü, sıkıntı ve istek karşısında direnme gücü kalmamak; dayanıklılığı yitirmek. &#;Yıllarca uğraşıp didinip yaptığı ev bir anda kül oldu, buna can mı dayanırdı?&#;

Can düşmanı: Öldürmeyi bile düşünen, aşırı kin ve düşmanlık besleyen, dost olmayan. &#;Can düşmanları etrafında cirit atıyorlardı.&#;

Can evi:1. Yürek. 2. En duyarlı bölge. &#;Onları can evlerinden vurmaya yemin etti.&#;

Can evinden vurmak: En etkileyici, en can alıcı yönden saldırmak; bir daha yaşama imkânı kalmayacak şekilde vurmak. &#;Onları can evinden vurmalıyız ki bir daha bellerini doğrultamasınlar.&#;

Can havli ile: Ölüm korkusundan kaynaklanan güçlü bir tepkiyle (bir eylem yapmak). &#;Silâh sesini duyunca can havli ile yerinden fırladı.&#;

Can kalmamak: Gücü, kuvveti kesilmek; bitkin bir duruma düşmek. &#;Daha fazla yürüyemeyeceğim, can kalmadı bende, siz gidedurun.&#;

Can kaygısına düşmek: Her şeyi bırakıp, içine düştüğü tehlikeden varlığını kurtarma ve koruma çabasında olmak. &#;Ortalık birbirine girip silâhlar patlamaya başlayınca can kaygısına düştü zavallı kadın.&#;

Can kulağıyla dinlemek: Kendini vererek, büyük bir dikkatle dinlemek. &#;Babasının söylediklerini can kulağıyla dinlemeye başladı.&#;

Can pazarı: Herkesin kendi canının kaygusuna düştüğü ve kendi canını kurtarmaya çalıştığı tehlikeli bir durum, yer. &#;Ortalık toz dumandı; haykırışlar, inlemeler ortalığı çınlatıyordu; insanlar can pazarının tam ortasındaydılar.&#;

Can sağlığı: Esenlik, kişinin sağlıklı olması. &#;Ne demeli canım kardeşim, inan bundan ötesi can sağlığı.&#;

Can sıkıntısı: Yapılacak iş ve bir şeyle oyalanma imkânı bulamamaktan duyulan tedirginlik, içine düşülen bunalım. &#;Bütün gün evde oturuyor, can sıkıntısından ne yapacağımı bilemiyordum.&#;

Can vermek: 1. Ölmek. 2. Ruha güç vermek, yaşar duruma getirmek. 3. Bir şeyi çok ister olmak. &#;Adam bir kurşunda can verdi.&#;

Can yakmak: 1. Üzmek, acı vermek. 2. Zulmetmek, eziyet etmek. 3. Bir kimseyi büyük zarar ve ziyana sokmak. &#;Şu hareketlerinle canımı yakıyorsun.&#;

Can yoldaşı: Yalnızlıktan kurtulmak için birlikte yaşanılan kimse. &#;Her insanın bir can yoldaşına ihtiyacı vardır.&#;

Cana can katmak: İnsanda yaşama sevincini artırmak; insana neşe, heves ve iç gücü vermek. &#;Ah o cana can katan yaylaya bir daha çıkabilsem.&#;

Cana minnet (bilmek): İhtiyacı olduğu hâlde arayıp da bulamadığı şeylerden saymak. &#;Yalnızca su mu? Canıma minnet, çabuk ver.&#;

Canı burnuna gelmek: Bir şey yaparken çok zorluk çekmek, bunalmak. &#;Kömürü taşıdım ama canım da burnuma geldi.&#;

Canı (gönlü) çekmek: Bir şeyi istemek, istek duymak, çok arzulamak. &#;Şimdi o yeşil eriklerden olsa da yesek, öyle de canım çekti ki.&#;

Canı çıkmak: 1. Ölmek. 2. Çok yorulmak. 3. Çok yıpranmak. &#;Onu razı edinceye kadar canım çıktı.&#;

Canı gitmek: Önem ve değer verdiği, beğendiği bir şeye zarar gelecek diye çok korkmak, kaygılanmak. &#;Araba çizilecek diye canı gidiyor.&#;

Canına değmek: 1. Çok hoşlanmak, yararına yapılan işten ötürü çok sevinmek. 2. Ruhu şad olmak. &#;Büyükannenin canına değsin, ikramın bizi oldukça sevindirdi&#;

Canına kıymak: 1. İntihar etmek, kendini öldürmek. 2. Acımadan öldürmek. 3. Kendini yoracak, yıpratacak kadar iş görmek. &#;Komşunun kızı canına kıymış.&#;

Canına okumak: 1. Bir kimseye büyük bir zarar vermek, kötülük etmek. 2. İyi bir şeyi kötü hâle getirmek, heder etmek, harcamak. &#;Yeni aldığım oyuncağın canına okudu bir günde.&#;

Canına tak demek: Sabrı kalmamak, bir sıkıntıya dayanamaz duruma gelmek. &#;Canıma tak dedi artık, ya yaptıklarına son verirsin ya da burayı terk edersin!&#;

Canına yandığım (yandığımın): Kimi zaman sevgi ve hayranlık, kimi zaman da kızgınlık ve öfke gibi duyguları anlatmak için kullanılır. &#;Canına yandığımın adamı, bizi saatlerce bekletti bu soğukta.&#;

Canına yetmek: Bezmek, bıkmak, bir zorluğa dayanamayacak duruma gelmek. &#;Canıma yetti artık bu işi yapmayacağım.&#;

Canından bezmek: Çektiği sıkıntılar yüzünden içinde olduğu hayatı artık istemeyecek bir duruma gelmek. &#;Ne yapayım böyle hayatı, beni canımdan bezdirdi!&#;

Canını almak: Öldürmek.  &#;Allah canını alsın da kurtulalım senden!&#;

Canını bağışlamak: Öldürebileceği bir kişiyi öldürmekten vazgeçmek. &#;Ona kıyamadı ve canını bağışladı.&#;

Canını dişine takmak: Büyük sıkıntıları, tehlikeleri göze alarak bir işi başarmaya çalışmak. &#;Canını dişine takıp koca kayayı parçalamaya devam etti.&#;

Canını sokakta bulmak: Sağlığını koruması, kendini yıpratmaması ve tedbir alması gerektiğini anlatmak için kullanılır. &#;Biraz soluk almama izin ver. Ben canımı sokakta bulmadım.&#;

Canının içine sokacağı gelmek: Birine karşı büyük ölçüde sevgi duymak, birinden çok hoşlanmak. &#;Öyle ki o yavrucağı canımın içine sokacağım geliyor!&#;

Canını vermek: 1. Hiçbir şey esirgememek. 2. Bir şey uğrunda en değerli varlığını feda etmeye, hatta ölmeye hazır olmak. 3. Bir şeye aşırı ölçüde düşkün olmak. &#;Vatan uğruna kim can vermez ki?&#;

Canını yakmak: 1. Fizikî acı vermek. 2. Bir kimseyi zarara ya da sıkıntıya sokmak; üzmek, kaygılandırmak. &#;Lütfen canını yakma çocuğun.&#;

Canı tatlı: Acıya, üzüntüye ve sıkıntıya katlanmayan. &#;Öyle de canı tatlı ki ne zaman bir şey taşınacak olsa bir bahane bulup ortadan kayboluyor.&#;

Canı tez: Sabırsız, beklemeye tahammülü olmayan, ivecen. &#;Bekle de gör, ne canı tez adamsın sen öyle!&#;

Canı yanmak: 1. Fizikî bir acı duymak. 2. Bir işte zarar görmek, manevî bir üzüntü duymak. &#;Canını yakmadan ver o elindekini bana!&#;

Canla başla: Seve seve, her türlü zorluğa göğüs gererek, var gücüyle, hiçbir fedakârlıktan kaçınmayarak. &#;Hepsi canla başla çalıştı.&#;

Canlı cenaze: Çok zayıf, güçsüz, zayıflıktan kemikleri çıkmış kimse. &#;Adam canlı cenaze gibiydi.&#;

Canlı yayın: Kişilerin ses ve davranışlarını o anda ve doğrudan doğruya veren radyo ve televizyon yayını. &#;Parti temsilcileri bu akşam televizyonda canlı yayında tartışacaklar.&#;

Cart curt etmek: Göz dağı vermek ya da övünmek amacıyla abartılı konuşmak. &#;Karşımda cart curt edip durma.&#;

Cart kaba kâğıt: Yüksekten atan, yapamayacağı şeyleri yapar gibi konuşan, çalım satan kimselere karşı söylenen küçümseme ünlemi.

Cebi delik: Parasız, cebinde para tutmasını bilmeyen. &#;Daha ne kadar cebi delik dolaşacaksın.&#;

Cebini doldurmak: Karşılaştığı fırsatları değerlendirerek bol para kazanmak. &#;Cebini doldurmaktan başka bir düşüncesi yok adamın.&#;

Cehennem azabı: 1. Çok büyük sıkıntı, eziyet. 2. İman etmeyenlerin, kâfirlerin, günahkârların cehennemde çekecekleri ceza. &#;Allah bizi cehennem azabından korusun.&#;

Cehennem olmak: Defolup gitmek. &#;Çabuk cehennem ol yanımdan.&#;

Cemaziyülevvelini bilmek: Bir kimsenin herkesçe bilinmeyen, geçmişteki kötü bir yönünü veya kötü durumunu bilmek. &#;Sakın güvenme ona, ben onun cemaziyülevvelini bilirim.&#;

Cendereye sokmak: Çok sıkıştırmak, manevî baskı altına almak. &#;Adamı cendereye sokmayı iyi beceriyorsun.&#;

Cevabı yapıştırmak: Karşısındakinin, beklemediği, ters, güç duruma düşürücü bir cevap vermek. &#;Öyle bir cevap yapıştırdı ki karşısındaki donakaldı.&#;

Ciğeri beş para etmemek: Değersiz, kendisine güvenilmez, korkak, aşağılık (bir kimse olmak). &#;Bırak, ondan söz etme bana, ciğeri beş para etmez adamlarla işim yok.&#;

Ciğerimin köşesi:1. Çok sevdiğim. 2. Sevgili evlâdım. &#;O, hâlâ benim ciğerimin köşesidir.&#;

Ciğerini okumak: Karşısındakinin gizli düşüncelerini bilmek, aklından geçenleri anlamak. &#;Bizi mi düşünüyormuş? Ben onun ciğerini okurum; o kendinden başkasını düşünmez.&#;

Ciğerini sökmek: Bir kimseyi büyük ölçüde zarar ve ziyana uğratmak.&#;Söyle ona, beni oraya getirtmesin, gelirsem ciğerini sökerim onun.&#;

Cin çarpmışa dönmek: Neye uğradığını anlayamayacak kadar kötü duruma düşmek. &#;Bir tokatta cin çarpmışa döndürdü adamı.&#;

Cin fikirli: Zeki, çok kurnaz, her zaman kendi çıkarını kollayan, çok anlayışlı. &#;Endişelenmeyin; o cin fikirli, o işin de üstesinden gelecektir.&#;

Cinler cirit (top) oynamak: Bir yerin ıssız, ürküntü verir olduğunu anlatmak için kullanılır.

Cinleri başına toplamak: Öfkelenmek, kızmak, çok sinirlenmek. &#;Zorla cinleri başıma topladınız.&#;

Curcunaya çevirmek (döndürmek): Bir yeri kargaşa, şamata, gürültü patırtı ile doldurup kimsenin ne dediğini anlamayacak hâle getirmek. &#;Çocuklar bir dakikada ortalığı curcunaya çevirdiler.&#;

Cümbür cemaat: Topluca, hep birden.&#;Halamlara cümbür cemaat gitmeye karar verdik.&#;

Cümle kapısı: Konak, saray gibi büyük binaların ana giriş kapısı.&#;Devletin ileri gelenleri konağın cümle kapısı önünde toplandılar.&#;

Cüret etmek: Ataklık etmek, yüreklilikle davranmak.&#;O, hemen herkesin yanında söz söylemeye cüret eden bir yapıya sahipti.&#;

Cürmü meşhut hâlinde yakalamak: Bir kimseyi suçu işlerken şahitlerle birlikte yakalamak.

Çeki düzen vermek deyiminin anlamı
* Düzgün duruma getirmek, düzeltmek.
* Karışıklığı, dağınıklığı, başıbozukluğu gidermek.
* Dağınıklıktan kurtarmak. Toparlamak. Yolunda gitmesini sağlamak.
* Kişini bir kişiye, olaya veya işe müdahale ederek onun olumsuz taraflarını olumluya çevirmeye çalışması ve düzenleme yaparak iyi duruma getirmesi.
Örnek: Yaşamda çirkin-güzel ikilemi, insanı kendisine sürekli çekidüzen vermeye zorlayan bir yargılama ölçütü.
Örnek 2: Kendine bir çeki düzen vermelisin artık.
Örnek 3: Onun her yazdığı iyi olmayabilir, kendini bırakıp çekidüzen gözetmeden karmakarışık yazdığı da oluyor. (N. Ataç)

Çekirdekten yetişme deyiminin anlamı
* Bir işte çok küçük yaşlardan beri uğraşarak, o işte usta olma.
* Bir işi küçük yaştan, çıraklıktan başlayarak öğrenme ve o işte ustalaşma.
* İşe küçük yaşta başlayarak tecrübe edinmek, pratiklik kazanacak duruma gelmek.
* Bir kişinin bir konuda çok küçük yaşta ve konunun en başından başlayarak o işle ilgili her şeyi öğrenene kadar eğitilmesi.
Örnek: Ali, çekirdekten yetişmiş bir marangozdu.
Örnek 2: Eşim kuyumculuk mesleğinde çekirdekten yetişme.

Çekirdekten yetişme deyiminin hikayesi
Altı yedi yaşlarında küçük bir çocuk kaldırımın kenarına çökmüş, kâh mendil satar, kâh gözüne kestirdiklerine dilenirmiş. Onun bu hâlini gören yaşlıca bir adam:
“Evlâdım, senin kimin kimsen, bakacak giydirecek olanın yok mu da, bu yaşta buralarda ezilirsin?” demiş.
Çocuk:
“Var amca var” demiş. “Ama ben, çekirdekten yeti­şeyim diye buraya gönderdiler”.

Çenesi düşmek deyiminin anlamı
* Gevezelik etmek, yerli yersiz konuşmak.
* Geveze, çok konuşan, gereksiz şeyler söyleyen.
* Bir kişinin bir konuda çokça konuşması bir türlü susmak bilmemesi.
* Yerli yersiz konuşup gevezelik etmek, çok konuşmak.
Örnek: Senin kadar çenesi düşük bir adam daha görmedim.
Örnek 2: Oğlum Ferhat senin kadar çenesi düşük bir adamı gördüm desem yalan söylemiş olurum.

Çevir kazı yanmasın deyiminin anlamı
* Söylediği şeyi sonradan değiştirmeye kalkışanlara söylenen bir söz.
* Sözünü çeviren kimseler için söylenir.
* Karşısında olan kişiyi kıracak bir söz söylediğini yada bir hareket yaptığını fark edip bu durumu kurtarmaya söylediği sözü çevirmeye kalkan kişilere şaka yollu söylenen bir deyimdir.
Örnek: Önce adama beceriksiz demeye getir sonrada pot kırdığını anlayınca Çevir Kazı Yanmasın. Yemezler dostum.
Örnek 2: Söylediği tutmayınca her zaman ki gibi, çevir kazı yanmasın ayaklarıyla çaktırmadan kıvırtır ve çark eder.

Çıkmaz ayın son çarşambası deyiminin anlamı
* Bir işin hiçbir zaman yapılmayacağını anlatan bir söz.
* Belirsiz ve uzak zaman.
* Bir işin yapılmasının mümkün olmadığını dile getirmek için o günün yapılacağı güne çıkmaz ayın son çarşambası denilerek o işin hiçbir zaman yapılmayacağı anlatılır.
* Hiçbir zaman gelmeyecek zaman. Bu iş hiçbir zaman gerçekleşmez (şaka olarak).
Örnek: O senin dediğin ancak çıkmaz ayın son çarşambasında gerçekleşir.
Örnek 2: Sana olan borcumu çıkmaz ayın son çarşambası öderim artık.

Çıkmazda olmak deyiminin anlamı
* Çözülemez bir sorunla karşılaşmak, ilerleyemez hâle gelmek.
* Sonu kapalı, çıkış yeri olmayan, hiçbir yere ulaşamayan yol, sokak.
* Çözüme ulaşmayan, çözüm yolu olmayan.
* Bir sorunda çözüme varmanın olanaksızlığı durumu; çıkış yolunun olmayışı.
Örnek: Turgut Uyarın Şiir çıkmazda çünkü insan çıkmazda »sözüne katılmadığımı belirtmek isterim.
Örnek 2: Bu apartmanın olduğu çıkmazda bir garaj, bir eski ahır, üç esrarlı ve daima kapalı depodan başka bir şey yoktur. (H. E. Adıvar)

Çiçeği burnunda deyiminin anlamı
* Çok taze, genç, yeni koparılmış.
* Yeni ortaya çıkmış.
Örnek: Çiçeği burnunda bir haber getirmek için yarışa girdi muhabirler.
Örnek 2: Çiçeği burnunda birgelindi henüz babası öldüğünde”.
Örnek 3: Yeni bir çocuğu olmuş çiçeği burnunda bir gelindi yazık oldu Ayşeye..
Örnek 4: Ahmet&#;in ilk çocuğu doğmuş, çiçeği burnunda baba oldu o şimdi.

Çifte kumrular deyiminin anlamı
* Birbirini çok seven ve birbirinden ayrılmayan kimseler.
Örnek: ”İşte çifte kumrular geliyorlar.”
Örnek 2: Çifte kumrularımız için ne yapabilirim?

Çaba harcamak deyiminin anlamı
* Uğraşmak, mücadele vermek.
* Bir işi başarmak için uğraşmak, kuvvet harcamak.
Örnek: &#; On yıl ara verdiğimizde bile kolayca çaba harcamaksızın bunları tekrar kazanabiliriz.
Örnek 2: Çaba göstermeden amacına ulaşamazsın.

Çam devirmek deyiminin anlamı
* Pot kırmak, söylenmemesi ya da yapılmaması gereken bir şeyi yapmak, davranışta bulunmak.
* Farkında olmadan karşısındakini kıracak ya da kötü bir sonuca yol açacak söz söylemek, davranışta bulunmak.
* Karşısındakine dokunacak veya kötü bir sonuç doğuracak söz söylemek.
* Toplum içinde söylenmemesi gereken bir sözü söylemek ve bunu söyleyerek karşıdaki insanların gizli kalması gereken şeyleri afişe etmek.
Çam devirmek ile ilgili cümle
&#; Onun da çam devirmede üstüne yok hani.
&#; Bu Ali amcanın da  devirmede rabiki yok hani.
&#; Annesinin yanında çam devirip, erkek arkadaşından bahsetti.
Çam devirmek deyiminin hikayesi kısa
Eski zamanda zengin bir adamın çok güzel bir köşkü ve bahçesi varmış. Bahçede özellikle çam ağaçlan dikkat çekiyormuş. Zamanla aile büyüyünce evi büyütmek gerekmiş ve köşkün sahibi bunun için çam tomrukları alarak bahçenin bir köşesine istif ettirmiş.
Kış mevsimi gelip, köşk sahibi kışlık evine geçeceği zaman uşağına, “Bahçedeki çamları kereste olarak biçtir, seneye de yeni binanın inşaatına başlarız&#; demiş. Bu sözü yanlış anlayan uşak ise. tomruklar yerine bahçedeki çamları kestirerek, bunlardan kereste yaptırmış.

Çamura taş atmak deyiminin anlamı
* Kötü huyu olan kişileri rahatsız edecek bir davranışta bulunmak.
* Sonunda kişiye bir sıkıntı verme ihtimali olan işe girişmek.
* Kötü huylu, şirret birine sataşmak, söz söylemek ona bulaşmak için üzerine sıçratmak&#;
* Terbiyesiz kişilerle ugraşılmaması, zira yakanın kurtarılamayacağını anlatan söz.

Çamura yatmak deyiminin anlamı nedir
* Yapmaya söz verdiği bir işi çeşitli bahaneler ileri sürerek yapmamak, sözünü yerine getirmemek.
* Kendisinden beklenen bir işi yapmamak, verdiği sözü tutmamak için bir takım bahaneler uydurmak.
* Daha önceden yapmaya söz verdiği işler için çeşitli bahaneler ileri sürerek vazgeçmeye çabalamak
* Borcunun ödememek, sözünü yerine getirmemek.
* Bir insanın bir konuda bildiklerini saklamak için uğraşması, bir gerçeğin ortaya çıkmaması için farklı bilgilerle insanların gözünü boyaması.
Örnek: Randevu yerinde 2 saat bekledim gelmedi, çamura yattı yine.

Çarıklı erkanı harp deyiminin anlamı
* Yüksek bir makamda bulunmayan ama her şeyi bilip, herkese öğüt veren kurnaz ve uyanık kişiler için şaka yolu ile söylenen bir söz.
* Kurnaz veya uyanık köylü
* Fazla eğitim görmemiş, tahsilsiz ancak her işe kafası çalışan; kurnaz, gözü açık, uyanık köylü ve taşralılar için şaka yollu ile kullanılan bir tabirdir.
Örnek: Çarıklı erkânıharbe bak, bizi kandıracak.
Örnek 2: Yahu bu köyde kimseler yok mu? &#; Vardır, vardır amma ne olur ne olmaz diye hepsi bir köşeye sinmiştir. Onlara çarıklı erkânıharp derler. (Y. K. Karaosmanoğlu)

Çaydan geçip derede boğulmak deyiminin anlamı
* Büyük belalardan kurtulup, küçük bir aksilikte pes etmek, kurtulamamak.
* Büyük zorlukları aşmışken küçük, önemsiz bir nedenle başarısızlığa uğramak.
* Bir işin zor kısmını tamamlayıp kolay kısmına takılmak. Büyük güçlükleri yenip önemsiz sebeplerle başarısızlığa uğramak.
* Edilen masrafın büyük kısmını üzerine aldığı halde önemsiz bir küçük harcama için kararsız ve hasis davranmak.
* Zor olan işleri halletmek ve kolay işlerin içinden çıkamaz hale gelmek seafoodplus.infoar zor olan işlere zorluğunu bilerek yaklaşır ve ona göre önlemler alıseafoodplus.info olanları ise küçük görür ve yaparım düşüncesi ile zorlaştırır.
Örnek: Bu son sınav sabrımı taşırdı ancak, çaydan geçip derede boğulmamalıyım.
Örnek 2: Çaydan geçip derede boğulması olacak iş değildi.

Çil yavrusu gibi dağılmak deyiminin anlamı
* Bir topluluğun her biri bir yana dağılmak.
* Toplu hâlde bulunan insanların her biri, herhangi bir sebeple bir yana dağılmak.
* Hayatta karşılaşılan kötü durumların aniden başa gelmesi durumunda insanların toplu olarak bulunduğu mekandan hızlıca ayrılmaya başlamaları.
* Perişan bir hâlde darmadağınık hâle gelmek. Perişan bir hâlde etrafa doğru kaçışmak.
* Panik durumlarında topluluk halindeki kalabalığın dağılıp kaçışması.
Örnek: Silâh sesini duyunca çil yavrusu gibi dağılmaya başladılar.
Örnek 2: Kazadan sonra olay yerine gelen meraklılar, yaralının olay yerinden hastaneye götürülmesiyle; çil yavrusu gibi dağıldılar.
Örnek 3: Havai fişek sesini silah zannedip çil yavrusu gibi dağılmaya başladılar.
Örnek 4: Mahallenin serserileri ağabeyimi görünce çil yavrusu gibi dağıldılar.
Çil Yavrusu Gibi Dağılmak Deyiminin Öyküsü
Keklik kuşunun bir adı da çildir. Tüylerindeki benekler yüzünden bu isim verilmiştir. Dişi keklik yavru çıkarınca onlarla hiç ilgilenmez kendi başlarına bırakır. Yumurtadan çıkan yavrular seke seke çevreye dağıldıklarından sözün buradan kaynaklandığı söylenebilir.

Çizmeden yukarı çıkmak deyiminin anlamı
* Haddini aşarak ya da yetkisinin üstünde iş yapmaya kalkarak bazı insanları rahatsız etmek, kızdırmak.
* Bilmediği işe, yetkisi dışındaki konuya karışmak.
* Bir kişinin aklının kesmeyeceği, bilmediği, yetkisi ve becerisinin dışında bir işi yapmaya çalışmaya kalkışması, Haddini bilmemek, duracağı yeri bilmemek manalarında kullanılır.
* Kişinin haddi olmayan işlerle uğraşması, söylememesi gereken seviyede sözler sarf etmesi.
Örnek: Ferhat artık konuşma istersen. Çizmeden yukarı çıkmaya başladın bilesin sonuçlarına katlanırsın.
Örnek 2: Kes artık, çizmeden yukarı çıkmaya başladın.
Örnek 3: Ayşe bu sever çizmeden yukarı çıktı.

Çizmeden yukarı çıkmak deyiminin hikayesi
Bir gün ünlü bir ressam, yaptığı resimlerin mükemmel olması için onları eleştirecek kişiler çağırmış. Bunlardan birisi de resimdeki çizmeleri eleştirecek olan bir çizme ustasıymış. Usta ilk başta resimlerdeki çizmelere bakarak bazı eleştiriler yapm maya başlamış. Bir süre sonra ise havaya girerek resimlerin diğer yönlerini de eleştirmeye başlayınca, ressam, “Usta, çizmeden yukarı çıkma!” diyerek onu uyarmış.

Çoban aldı bağa gitti kurt aldı dağa gitti deyiminin anlamı
* Kazancından başkaları faydalandı, kendisine bir şey kalmadı.
* Malını, varlığını başkaları kullandı, kendisine bir şey kalmadı anlamında kullanılan bir deyimdir.

Çorap söküğü gibi gelmek deyiminin anlamı
* Başlanan bir işin veya birbirine bağlı birçok işin arka arkaya ve kolayca sürüp gitmesi.
* Başlayan bir işin birbirine bağlı diğer bölümlerinin kolaylıkla halledilmesi.
* Başlangıcından itibaren devamı çok kolay gelen, engelle karşılaşılmadan yürütülen iş.
Örnek: Hele bir başla sen, bak nasıl çorap söküğü gibi gidecek iş.

Çorbada tuzu bulunmak deyiminin anlamı
* Bir iş veya görevde az da olsa emeği bulunmak.
* Emeği geçmiş olmak.
* Yapılan bir iş ya da hizmette az da olsa çabası, emeği bulunmak.
* Bir işin gerçekleşmesinde az da olsa bir katkısı olmak.
* Bir kişinin süren bir işe yardım etmek istediği zaman söylediği bir deyimdir.

Çorbada tuzu bulunmak ile ilgili cümleler
&#; Haydi durmayın, çorbada sizin de tuzunuz bulunsun!
&#; Senin de çorbada tuzun bulunsun, dedi nineciğim.
&#; Benim de çorbada tuzum bulunsun istedim.


DEYİM NEDİR?

Deyim, dil biliminde, kavramları, durumları hoşa giden bir anlatımla ya da özel bir yapı ya da söz dizimi içinde belirten ve çoğunlukla gerçek anlamlarından ayrı anlamlara gelen sözcüklerden oluşan kalıplaşmış sözcük topluluğu ya da cümledir. İki veya daha çok sözcükten kurulu bir çeşit dil ifadesi olan deyimler, duygu ve düşünceleri dikkati çekecek biçimde anlatan ad, önad, belirteç, yalın ve birleşik eylem görünüşlü dilsel yapılardır. Ya tam bir tümcedirler ya da bir söz öbeğidirler.

Diğer bir deyişle Deyim; Genellikle gerçek anlamından uzaklaşmış birden çok sözcükten oluşan, bir kavramı ya da durumu karşılayan kalıplaşmış sözcük gruplarına “deyim” denir.

DEYİMLERİN ÖZELLİKLERİ

1. Deyimler kalıplaşmış sözlerdir, kelimelerin yerleri değiştirilemez ve aynı anlama bile gelse yerine başka bir sözcük getirilemez. Farklı bir sözcük getirilir veya sözcüklerin yeri değiştirilirse, ifade etmeye çalışılan düşünce anlamlı ve cümle akşına uygun olsa bile kullanılan söz grubu deyim sayılmaz.

“Başını taştan taşa vurmak” deyimi “kafasını taştan taşa vurmak” biçiminde söylenemez.

“Tut kelin perçeminden” deyimi” kelin perçeminden tut” biçiminde kullanılamaz.

2. Deyimler en az iki sözcükten oluşan söz gruplarıdır. Bir sözcük tek başına deyim oluşturamaz.

&#; Ağzını aramak
&#; Bozuntuya vermemek
&#; Fikir yürütmek
&#; Ekmeğini taştan çıkarmak
&#; Elinden geleni ardına koymamak

3. Deyimler farklı farklı söz grupları biçiminde meydana gelmişlerdir. Deyimleri oluşum şekillerine göre aşağıdaki gibi sınıflandırılabiliriz.

İsim Tamlaması Biçiminde Olanlar
Ateş pahası, ekmek kapısı, balık istifi, eşek şakası, anasının gözü vb.

Sıfat Tamlaması Biçiminde Olanlar
Kara cahil, deli fişek, yarım ağız, püsküllü bela vb.

Kurallı Bileşik Sıfat Biçiminde Olanlar
Çenesi düşük, içten pazarlıklı, eli açık, maymun iştahlı, gözü kara vb.

Mastar Grubu Biçiminde Olanlar
Acemilik çekmek, ciğeri beş para etmemek,  suratı bir karış asılmak, iki ayağını bir pabuca sokmak, etekleri zil çalmak, göz dikmek, aldırış etmemek vb.

Cümle Biçiminde Olanlar
Adet yerini bulsun. Dostlar alışverişte görsün. Delik büyük yama küçük. Fol yok yumurta yok. Ayıkla pirincin taşını vb.

(Eksiltili cümle, ikileme vb biçiminde olan deyimler de vardır.)

4. Ne kadar fazla sözcükten oluşursa oluşsun deyimler tek bir kavramı ya da durumu karşılar. Deyimleri atasözlerinden ayıran en önemli özellik de budur. Atasözlerinin arka planında öğüt verme, ders çıkarma gibi unsurlar varken deyimler yalnızca bir durumu bir kavramı belirten anlatım kalıplarıdır.

Çoban kulübesinde padişah rüyası görmek: Hayalcilik
Üstüne tuz biber ekmek: Kusuru artıracak harekette bulunmak
Suya götürüp susuz getirmek: Herhangi bir işte diğerini alt etmek
Atı alan Üsküdar&#;ı geçti: Fırsatı kaçırmak
Havanda su dövmek: Boşuna uğraşmak
Deveye sormuşlar: Neden boynun eğri? “Nerem doğru ki” demiş: İşin her tarafının bozuk olması durumu

5. Deyimlerin büyük çoğunluğu mecaz anlamlıdır, yani deyim içindeki sözcüklerin karşıladıkları anlamlar ile deyimin karşıladığı anlam farklıdır.

Küplere binmek: Sinirlenmek (Küpün üzerine oturmak anlamında değildir.)
Derdini dökmek: Çekilen sıkıntıların bir bir anlatılması.
Ayağının tozuyla: Gelir gelmez
Burun kıvırmak: Beğenmemek
Sinekten yağ çıkarmak: Olamayacak yerden çıkar sağlamaya çalışmak
Ağzı açık ayran delisi: Aptal aptal bakan avanak

6. Sayıları az da olsa gerçek anlamlı deyimler de vardır. Deyim içindeki sözcüklerin karşıladıkları anlamlar ile deyimin karşıladığı anlam aynıdır.
Çoğu gitti azı kaldı: Yapılmakta olan işin en önemli, en zor bölümü bitti.
İyi gün dostu olmak: Sadece iyi günlerde görünmek.
Kimi kimsesi olmamak: Yakını, eşi, dostu bulunmamak.
Yükte hafif pahada ağır: Taşınması kolay olan aynı zamanda kıymetli olan şey

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir