agnostisizm temsilcileri / Agnostisizm | Tarihi Olaylar

Agnostisizm Temsilcileri

agnostisizm temsilcileri

Agnostik Ne Demek, Kime Denir? Agnostisizm Nedir, Neye İnanır?

Agnostik Ne Demek?

Agnostik ne demek sorusunun yanıtı şu şekilde verilebilir: Agnostik Türkçede bilinmezcilik demektir.

Agnostik Kime Denir?

Agnostik kime denir şeklindeki soruya verilebilecek en doğru yanıt ise şu şekilde olabilmektedir: Kendisini hiç bir dinin mensubu olarak hissetmeyen ve her şeyin bilinmez olduğuna inanan bireylere agnostik denir. 

Agnostisizm Nedir? 

Agnostisizm: Tanrı’nın var olduğunun bilinmesinin yahut kanıtlanmasının olanaksız bir şey olduğu görüşüdür. “Agnostik” sözcüğü, özde “bilgisi olmayan” anlamını taşıyan bir sözcük olma niteliği barındırmaktadır. 

Agnostisizm Neye İnanır?

Agnostisizm, Tanrı’nın var olduğunun yahut da yok olduğunun kanıtlanamayacağına, Tanrı’nın var olup olmadığını bilmenin olanaksız bir durum olduğuna inanır. Agnostisizm bu yönden önemli bir doğruluk payı taşımaktadır. Tanrı’nın var olduğu ya da yok olduğu deneysel olarak kanıtlanabilir bir durum olma özelliği taşımamaktadır.

Agnostisizm Akımının Kurucusu Kimdir?

Agnostik kavramını ilk defa kullanan kişi olarak tarihe geçen isim bir İngiliz olan Thomas Henry Huxley olmuştur. 

Agnostisizmin Tanımı

Agnostisizm, ateizm ile aynı düşünce biçimi değildir. Ateizm, tanrının var olmadığını ya da var olamayacağını savunan bir düşünce akımıdır. Ancak agnostisizm, tanrının var olup olmadığı konusunun bir bilinmezlik olduğunu ya da asla bilinemeyeceğini savunan bir düşüncedir. 

Agnostisizm: Tanrı hakkında hiç bir şey bilemeyiz! Bilal Bekalp ∗ Özet İnsanın anlam arayışı içerisinde en önemli yeri alan Tanrı’nın var olup olmadığı problemi, kişinin dünyaya bakışını da doğrudan etkilemektedir. Bu etkileme durumu ise yine insan evrende kendine bir yer edinme ya da hayata karşı belli bir tavır takınma gereksinimi doğurmaktadır. Bu anlamda agnostik tavır ise diğer iki tavır olan teizm ve ateizmden farklı olarak kesinliğin mümkün olmadığını ve alınacak tavrın da bu paralel de olması gerektiğini söyleyerek Tanrı’nın bilinemeyeceğini ifade eder. Giriş Bir kişiye gitmek istediğimiz adresi sorduğumuzu varsayalım. Adres sorduğumuz kişi bize gitmek istediğimiz yeri tarif ettiğinde söylediği şeylerin doğru olduğunu düşünürüz öyle ki o kişinin tarifine göre yola koyuluruz. Ya da iş yerine her gün arabayla gidip gelen bir arkadaşımızı düşünelim. Her gün yaptığımız bu gözlem, bize o arabanın iş arkadaşımızın olduğu fikrini verir ve aksi bir durum olmadıkça buna inanırız. Peki, bu örnekler bize neyi gösterir? Gündelik ve normal gibi görünen kimi durumlar felsefi bir sorgulamaya tabi tutulduğunda birer problem niteliği taşır. Felsefenin en önemli alanlarından biri olan epistemoloji (bilgi felsefesi) bilginin ne olduğu, kesin bilgiye ulaşılıp ulaşılamayacağı ya da neyi nasıl bilebileceğimizi sorgulayan bir alandır. Bir şeyi gerçekten bilebilir miyiz? Felsefenin bu temel sorusu günümüze kadar temel bir problem olarak gelmiştir. Bu konuda ilk olarak fikir ileri sürenler Sofistler, Septikler, Sokrates, Platon ve Aristoteles’tir. Fakat konumuz gereği biz sadece Sofistlerden ve Septiklerden kısaca bahsedecek ve agnostisizmle bağlantı kurmaya çalışacağız. Sofistler genel-geçer, evrensel ve mutlak bir doğru olamayacağını dolayısıyla kişiye, duruma ve zamana göre değişebileceğini öne sürerler. Bunun en bilinen örneği Pratagoras’ın ∗ Bursa Nova Fen ve Anadolu lisesi Felsefe Grubu Öğretmeni, C.U Din Felsefesi Yüksek Lisans Öğrencisi ‘‘İnsan her şeyin ölçüsüdür.’ Sözünde görülür. Bir şey birine göre iyi bir diğerine göre kötü olabilir. Dolayısıyla mutlak anlamda bir bilme söz konusu değildir. Septikler ise her şeyden kuşku duymak gerektiğini ifade ederler. Öyle ki onlara göre kuşku duyduğumuzdan bile kuşku duymalıyız. Ne akıl ne de duyular doğru olanı bize söyleyebilir. Çünkü o şey ile ilgili hem doğru hem de yanlış yargılar her zaman olacaktır. Bir şey hakkında konuşulacaksa bu kesin bir konuşma olamayacaktır. Örneğin ‘evren sonsuzdur’ gibi bir önerme kimilerine göre doğru kimilerine göre yanlış olduğundan bu önerme kuşku altındadır. Dolayısıyla bu önermeye doğru ya da yanlış diyemeyiz. Septiklere göre ‘yargıyı askıya almak gerekir.’ Bir önerme hakkında doğrudur ya da yanlıştır demekten sakınmak gerekir. Agnostisizm Nedir Ne Değildir? Şimdi bu temel düşüncelerden sonra agnostik tavra geçebiliriz. Bilindiği gibi son zamanlarda, sosyal medyanın da yaygınlaşmasıyla bilim-din ya da ateizm-teizm tartışmaları artmaktadır. İki uç örnek olan ateizm ve teizm, Tanrı hakkında net fikirleri olduğu iddiasıyla hareket ederler. Teist yaratıcı, merhametli, her şeye gücü yeten, ezeli-ebedi, eşi benzeri olmayan ve evrende daima bir Tanrının var olduğunu iddia ederken; ateist ise Tanrı gibi bir varlığın olmadığını ifade eder. Burada bir parantez açmak gerekir. Kimi kaynaklar teizm ve ateizmi tanımlarken, teisler için ‘Tanrı’nın varlığını kabul edenler; ateistler için ise ‘Tanrı’nın varlığını reddedenler’ şeklinde ifadeler kullanır. Burada şöyle bir hata yapılmaktadır: Ateist ‘Tanrı’nın varlığını reddeden’ diye tanımlanırsa sanki gerçekte kabul edilen bir şeyi ateizm tüm kanıtlara rağmen kabul etmiyor gibi görünmektedir. Oysa ateizm kanıtları göz önünde olan ve var olan bir şeyi reddediyor değil. Ateizme göre zaten gerçekte böyle bir varlık yoktur. ‘‘Mutlak ateizmi savunan Bradlaugh'a göre ateist kendisini Tanrı'nın varlığını inkâr eden kişi olarak görmemelidir. Çünkü ateist zaten Tanrı fikrine sahip değildir. Dolayısıyla o kişi, hakkında fikri bulunmayan bir şeyi de inkâr edecek durumda olamaz.’’ (1) Dolayısıyla ateizm için ‘Tanrı’nın varlığını reddeden görüş’ şeklinde bir tanımlama yerine, ‘‘Ateizmin, kabaca, Tanrı‟yı işaret eden kanıtların yokluğundan dolayı, Tanrı’nın var olmadığının öngörülmesi gerektiği iddiasıdır.’’ (2) şeklinde tanımlamak daha doğru görünmektedir. Şimdi parantezi kapatıp konuya geri dönelim. Teizm bir Tanrı’nın var olduğunu ateizm ise var olmadığını ileri sürerek, her iki anlayış da kendilerine göre kesin yargılarla hareket etmektedir. Oysa her iki anlayışında kanıtları olmakla birlikte agnostisizm üçüncü bir yol olarak ‘Tanrı ile ilgili bir hükme varamazsınız’ diyerek başka bir seçenek sunar. ‘Sabaha kadar birbirinizi de yeseniz, yine Tanrı var mı yok mu bilemezsiniz’ diyen agnostik tavır, son dönemlerde neredeyse ateizmi aşan bir yaygınlığa ulaşmıştır. (3) Agnostisizm terimi, köken olarak Yunanca’dan gelmekte ve bilinmeyen’, ‘bilememek’ gibi anlamlar taşımaktadır. Agnostik ‘Tanrı var mı yok mu bilemeyiz’ derken, Tanrı varlığına inanmayan tarafta yani ateist kanatta duruyor gibidir. Bu da aslında agnostisizmin farklı tanımlanabileceğini gösterir. Ünlü felsefeci Alvin Plantinga, agnostisizmi şöyle ifade eder: ‘‘Popüler (birincil) anlamda Tanrı’ya inanmayan kişiye ateist denirken, Tanrı’ya ne inanan ne inanmayan kişiye agnostik denir. Ancak daha teknik anlamda agnostisizm, Tanrı’nın var olduğunu ya da yok olduğunu gerekçelendirmede insan aklının yeterli rasyonel zeminlere sahip olma kapasitesinin bulunmadığını ileri süren görüştür.’’(4) Agnostik terimini ilk olarak ortaya atan kişi İngiliz biyolog ve düşünür Thomas Huxley’dir (1825-1895). Terim olarak yeni olsa da felsefi bir tavır olarak ilk çağ Yunan düşüncesinde septikleri bu çatı altına almak yanlış olmayacaktır. Huxley, agnostik kavramını ortaya atma nedenini şöyle açıklar: ‘‘Entelektüel bir olgunluğa ulaşıp, kendi kendime bir ateist mi, teist mi, yoksa bir panteist mi; bir materyalist mi yoksa bir idealist mi; bir Hıristiyan mı yoksa bağımsız bir düşünür mü olduğumu sorduğumda gördüm ki, daha çok öğrendik-çe ve daha çok düşündükçe bu soruya cevap vermeye daha az hazır oluyorum. Sonunda şu sonuca vardım: Bu gruplardan sonuncusu [bağımsız bir düşünür] dışında hiçbirinin ne ürünü ne de mensubuyum. Bu gruplara mensup insanların çoğunun üzerinde uzlaştığı tek bir şey vardı ve ben o şeyde onlardan ayrılı-yordum. Hepsi de kesin bir “gnosis”i elde ettiklerinden ve varoluş sorununu çözdüklerinden çok emindiler. Bense böyle bir bilgiye sahip olmadığımdan ve varoluş sorununu çözemediğimden neredeyse eminim. Ayrıca bu sorunun çözülemez olduğuna güçlü bir inancım var.’’ (5) Huxley’in açıklamaları Tanrı konusunda kafası karışık birini gösteriyor gibidir. Günümüzde de aslında agnostik tavır bir anlamda böyle bir durumdur. Fakat şunu belirtmek gerekir ki agnostik tavır orta yolcu ya da kaçak dövüşen bir tavır değil, aksine epistemolojik anlamda oldukça makul bir tavırdır. Çünkü Tanrı’yı gerçekte bilmenin kabul gören bir yolu yok gibidir. Varlığını ve yokluğunu gösteren deliller neredeyse eşittir. Dolayısıyla bir agnostik şöyle düşünür: ‘Ben nefes aldığımı, düşündüğümü, yaşadığımı ya da bu kâğıdın beyaz olduğunu biliyorum. Ama Tanrı böyle bir bilme biçimiyle bilinemez. Benim de başka bir bilme biçimim olmadığına göre Tanrı’yı bilemem.’ Agnostisizmin kendi içinde varlık, ahlak ve bilgi felsefeleri vardır. Fakat bu yazıda buna değinmek konunun kapsamı dışındadır. Agnostik tavrın eleştirilen birçok yanı olmakla birlikte, bu tavır teist-ateist çizgiye göre daha temkinlidir denilebilir. Nitekim ünlü din felsefecisi John Hick, akli olarak bakıldığında teizm ve ateizm arasında karar vermenin kolay olmadığını, çünkü hem lehte hem aleyhte makul sayılabilecek gerekçeler olduğunu ama kendisinin teist olduğunu söyler. (6) Agnostisizme göre teistler ve ateistler sadece çıkarımlardan yola çıkarak Tanrı hakkında hükümde bulunurlar. Örneğin teiste göre var olan her şeyin bir sebebi varken, bu sebepler zinciri sonsuza kadar gidemeyeceğine göre, ilk sebep Tanrı’dır. Ateistlere göre ise bu önermelere göre Tanrı’nın bir sebebi olmalıyken, şu halde Tanrı var olamaz. İşte bu noktada agnostik ikiniz de haklı olabilirsiniz der. Ama hiç birimiz gerçek anlamda Tanrı’nın var olduğunu bilemeyiz. Bu nedenle agnostik teist ve ateistleri rasyonel olmamakla suçlamaktadır. Agnostik tavır varoluşun çözümlenmediğini de ifade eder. Bir teistin varoluşa verdiği anlam elbette tanrı anlayışıyla paralel iken agnostik bu tavrın da doğru olmadığını ifade eder. Örneğin ünlü düşünür Bernard Russell “agnostik, Tanrı ve öte dünya hayatı gibi konuların bilinmesinin imkânsız olduğunu -veya imkânsız değilse dahi en azından günümüzde imkânsız olduğunu- düşünür’’ diyerek hayatın anlamı konusunda da agnostik tavrın ne olduğunu ifade eder. Teistin veya ateistin iddialarına karşı ‘bana göre böyle’ demeyen agnostik, sadece ‘ben bilmiyorum’ demez, ‘sen de bilmiyorsun’ da der. Doğanın, insanın ve evrenin bu kadar karmaşık ve baş döndürücü zarafetinin karşısındaki makul tavır bir şeyleri bilmek değil bilmemek olarak düşünülür. Evrende var olan matematiksel sistem bile baş döndürücü iken bir yaratıcının var olduğunu ya da var olmadığını bildiğini iddia etmek, agnostiğe göre kabul edilebilir bir duruş değildir. Agnostiğin pratik anlamda ateist bir çizgide olduğunu söylemiştik. Şekil olarak ateist bir duruş sergileyen agnostisizm felsefi anlamda ateizmden oldukça farklı yönlere sahiptir. Pratikteki benzerlikleri, iki tavrında eylemlerinde doğaüstü bir güce göre hareket etmemelerinden gelir. Agnostikler, bir tanrının var olduğunu bilemeyiz derken, o zaman her şeyi yapabiliriz, bize yasak ve günah yoktur demezler. Aynı şey ateist tavır için de geçerlidir. Teist ise ahlaki yaşantısını büyük çoğunlukla dini vecibelere bağlı olarak yaşar. Ama agnostik, ahlaki konularda sınır tanımayan bir yapıya sahip değildir. Örneğin, bir dine sahip olsun ya da olmasın birçok kişi, yasalar var diye insan öldürmekten, hırsızlık yapmaktan ya da trafik ışıklarını ihmal etmekten kaçınmaktadır. Çoğumuz bunları yapınca cezalandırılacağımızı biliriz ve toplumsal düzene uymanın gerekli olduğunu düşünürüz İşte agnostik ve ateist tavrın pratikteki benzerlikleri buralardadır. En önemli fark ise felsefi bakıştadır ki ateist, bir tanrının var olmadığını bildiğini söyleyerek kesin bir hüküm ileri sürerken agnostik bu yargıdan kaçınır ve açık bir şekilde ‘bilemeyiz’ der. Şimdi yazımızın başında verdiğimiz örneklerle konuya farklı bir bakış daha getirelim. Günlük hayatımızda biz her şeyi tam olarak bilerek mi hareket etmekteyiz? Elbette hayır. Bizler gündelik bilgilerimizle toplumsallaşan ve aldığımız eğitimlerle ise felsefeye, dine, bilime ya da sanata ilgi duyan varlıklarız. Günlük yaşamımızda her şeyi aklın süzgecinden geçirerek hareket etmeyiz. Aklın yanında sezgiyi ve tecrübi bilgiyi de kullanırız. Yukarıdaki örnekler bizim günlük yaşamda karşılaştığımız durumlar iken bunları felsefi bir forma sokmak bu durumları oldukça farklı bir hale getirmektedir. Felsefi tartışmalardaki en önemli adımlardan biri olan öncülün sağlamlığı adımı, günlük yaşamda illaki olması gereken bir adım değildir. Örneğin, ‘Tanrı vardır’ gibi bir önermeyi ele alalım. Bu önerme bir sonuç önermesidir ve şu adımlarla bu sonuca varabiliriz. 1-Var olmaya başlayan her şeyin bir sebebi vardır. 2- Evren var olmaya başlamıştır. 3- Evrenin bir sebebi vardır. Bu sonuç önerme ‘Evrenin sebebi Tanrı’dır’, önermesini içerir. Bir önermeler dizisinde eğer sonucunuzun doğru olasını istiyorsanız-ki kim istemez- önermelerinizin de doğru olası gerekir. Birinci önerme açık gibi görünmesine rağmen aynı şey ikinci önerme için geçerli değildir. Nitekim belli bir zamanda evrenin var olmaya başladığına dair elimizde sağlam deliller bulunmamaktadır. Şimdi aynı yaklaşım biçimini günlük yaşantımıza uygulamaya kalktığımızda aynı adımları uygulamamız pek mümkün görünmemektedir. Verdiğimiz örneklerde geçen emin olabilir miyiz sorusu günlük yaşamda ilişkilerimizde sorunlara yol açabilir. Adres sorduğumuz kişinin adresi doğru söyleyip söylemediğini bildiğimizden emin olmasak bile kişiye ‘emin misin’ ya da ‘bak doğruyu söyle’ gibi cümleler kuramayız. Dolayısıyla bizler o kişiye güvenmeyi seçiyoruz. Bunun gibi günlük yaşantılarımızda birçok varsayıl ile hareket ederiz. İster ateist ister agnostik isterse de teist olalım, günlük yaşantımızı bilimsel ya da felsefi kanıtlar üzerine değil tecrübi bilgilerimiz ya da sezgilerimiz üzerine inşa etmekteyiz. Felsefi problemlerin günlük problemlerden yola çıkılarak oluşturulması ilk olarak Antik Yunan’da ortaya çıktı diyebiliriz. Buradaki ilk tavır ise agnostik tavır olmuştur. Nitekim yukarıda bahsettiğimiz sofist düşünce tarzı bunu göstermektedir. Dolayısıyla agnostik kavramının İlk biçimini sofistlere kadar geri götürebiliriz. Antikçağın ünlü sofisti Protogoras’ın “İnsan, bilebileceği tek şey olan kendisiyle yetinmelidir, duyularla algılanmamaları, insan hayatının kısa oluşu gibi sebeplerden dolayı Tanrılar hakkında bilgi edinemeyiz” sözleri ilkçağda agnostisizmin ilk örneğini yansıtmaktadır. Duyumcu olan antikçağ Yunan sofistlerine göre bilgi, duyuların sonucudur, duyularımızla elde ettiğimizin dışında başkaca hiç bir bilgiye erişemeyiz. Her kişinin duyusu kendine göre olduğundan her kişinin bilgisi de zorunlu olarak kendine göre olacaktır; herkes için geçerli bir bilgi olamaz. İnsan, kendisi için bilinebilecek tek şeyle, kendisiyle yetinmelidir. Bundan hareketle modern agnostisizmin kaynaklarının şüpheci pre-sokratik filozoflar veya Helenistik Akademinin filozofları tarafından ortaya konulduğunu söyleyebiliriz. Fakat çağdaş din felsefesinde agnostisizm Tanrı ve onunla alakalı gözlemlenemeyen her şeyi kapsayacak şekilde genişletilmiştir. Agnostik tavrın ilk örneklerinin Antik Yunan’da ortaya çıkmış olması bu tavrın artık geçerliliğini yitirdiği anlamına gelmemektedir. Aksine 20. Yüzyılın sonlarına doğru agnostik tavır özellikle post-modernist düşüncelerle birlikte yükselen bir tavır haline gelmiştir.(7) Bilimsel gelişmelerin ivme kazanmasıyla ortaya çıkan ‘Tek yol: Bilim’ anlayışı olan pozitivist anlayış, dinlerin ve metafiziksel önermelerin artık gereksiz ve anlamsız olduğunu ileri sürerek, bilginin ancak ve sadece bilim tarafından güvenilir, kesin ve emin sonuçlarla ortaya konabileceğine kanaat getirerek 20. Yüzyılın baskın bir felsefi hareketi haline geldi. Onlara göre her şey deneysel bilimin tezgâhından geçmeliydi. Geçebilenler zaten bilimsel iken geçemeyenler anlamsız ve boş sözlerden ibaretti. Bu anlayışa göre bilim tanrıyı ölüme mahkum etmiş ve dinlerde artık insanlığın ayağında birer pranga olmaktan çıkarılmıştır. Dolayısıyla bilim sadece verilmiş olan ile yani gözlemlenebilir olan ile ilgilenecek ve ancak bu durumda olmayanlar değersiz olacaktır. Tabi ki bu durum dine ve felsefi geleneğe bir darbe vurmaktı. Kabul edilemez ve yanlış olduğu sonradan ortaya çıkan bu durum hala kimi düşünürler tarafından aynı katılıkta doğru düşünülmektedir. Fakat bu noktada bilimsel araştırmalardaki yöntem ve çıkarsamaları dini araştırmalara uygulamak çok da uyumlu ve mümkün olmayacaktır. Farklı bir yolu öneren Rodney Stark ise “dinin sadece insanla ilişkili boyutunu biliyor olmamız, dinin salt bir yanılsama olduğu ve Tanrıların ‘umulanın tatmini’nden doğan hayal ürünleri olduğu varsayımının geçerliliğini ortaya koymaya yetmez. Bilim için Tanrıların varlığına ya da yokluğuna ilişkin sorulara yanıt bulmak tümüyle imkânsızdır. Bu nedenle ateist ve teist varsayımlar eşit derecede bilim dışıdır ve her iki varsayım üzerine kurulan çalışmalar eşit derecede eksiktir. Uygun bilimsel yaklaşım agnostik görüştür. Din olgusunun sadece insani yönünü gözlemleyebildiğimiz için araştırmalarımızı dinin gerçek ya da hayali yapısına ilişkin varsayımları bir kenara bırakarak, sosyal bilimlerin bilinen yöntemleriyle yürütebiliriz. Bu yöntemle yürütülen çalışmalar bizi bilime götürecektir: çünkü ateist ya da teist varsayımlar inanç odaklıdır ve çoğu zaman kanıt sunmazlar’’(8) Bilimsel gelişmelerin ateisler ve teistler tarafından çoğu zaman kendi argümanları haline getirilmesi durumu agnostik için agnostik kalmaya bir neden daha vermektedir. Zira ateist ve teistler neredeyse her bilimsel gelişmeyi ‘Bilim Tanrının varlığını kanıtladı’ ya da ‘Bilime göre Tanrı yok’ gibi sloganlarla neşe içinde karşılamaktadır. Her ne kadar bilinemezciliğin kökeni ve tarihsel başlangıcı Antik Yunan’a kadar götürülse de, bu görüşün en ünlü temsilcileri olarak David Hume (1711-1776) ve Immanuel Kant (1724- 1804) gösterilir. Hume, deneyci bir filozof olarak karşımıza çıkmaktadır. Hume’un deneyciliği şüphecilik de içeren bir tutumdur. Hume’a göre bizim elde ettiğimiz tüm bilgiler ancak duyumların izlenimlerinden bizlere kalanlardır. Bu durumda Tanrı gibi bir kavram bilinemez olarak kalır. Zira Tanrı, duyumsanabilen bir varlık değildir. Hume’un bu yaklaşımı materyalist felsefecilerle tamamen aynıdır. Aradaki fark, Hume’un bu izahla amacının Tanrı’nın varlığını şüpheye boğmak olmasına karşın, materyalist felsefecilerin, Tanrı’nın yokluğunu ve evrenin ezeliliğini savunmalarıdır. Hume, materyalist felsefecilerin hiçbir zaman reddetmediği evrendeki neden-sonuç zincirleriyle oluşumların varlığını, hatta materyalizmin ezeli biricik temel unsur olarak gördüğü madde ve evrenin varlığını da şüpheyle karşılar. Hume’a göre maddi dünya asli ve ezeli unsur olarak kabul edilebilir ve böylece de yaratıcı Tanrı dışlanabilir, bu ihtimal de Tanrı’nın varlığı kadar olağan ise, o zaman Tanrı’nın varlığı şüpheli bir hal almaktadır. Hume, “Din Üstüne” kitabında maddi dünyanın yeterli açıklamayı verebileceğini şu şekilde dile getirir: “Onun için, bu önümüzdeki maddi dünyadan öteye hiç bakmamak daha iyi olurdu. Onun kendi düzeninin ilkesini içinde taşıdığını var saymakla, gerçekte onun tanrı olduğunu söylemiş oluruz, bu tanrısal varlığa ne kadar çabuk ulaşırsak o kadar iyi.” Hume, evrenin, bilinçli ve yaratıcı bir Tanrı’nın eseri olmak yerine tesadüfi süreçlerin bir ürünü de olabileceğini söyler. O’na göre evrende gayesel bir yapı olduğunu, bilinçli bir tasarım olduğunu iddia edemeyiz; evrenin tüm düzeni kendi iç bünyesinde bulunuyor olabilir. Hume, evrendeki oluşumların bilinçli bir şekilde yaratıldığını söyleyecek bir delilimiz olmadığı kanaatindedir. Kant’ın bilinemezci düşüncelerinin oluşmasında Hume’un mirası etkili olmuştur. O, en sistemli şekilde, bilinemezci görüşü ileri süren kişi olarak gösterilmektedir. Kant, diğer birçok bilinemezci düşünürden farklı olarak, metafizik ve evren-bilimi konusunda takındığı şüpheci tavrı ahlak alanında sürdürmemiştir. Kant, ahlak alanında mutlak doğruları reddeden izafi görüşlere karşı çıkmış ve “ödev duygusu”nu temele alan, Tanrı’nın ve ahiretin varlığını, ahlakın gerçekleşmesi için vazgeçilmez inançlar olarak gören bir ahlak sistemini savunmuştur. O, ahlaka dayanarak Tanrı’nın varlığını kanıtlamaya kalkan, bilinen ilk felsefecidir. Pratik alanda Tanrı ve ahiret inancını savunan Kant, teori alanına geçince bilinemezciliğin en ünlü ismi olmaktadır. Teori ve pratiğin arasında daha önce hiçbir felsefeci böylesi bir ilişki kurmamış, teoriyi pratiğin emrine böylesine vermemiştir. O, fideist (temel dini inançların akıl yoluyla kanıtlanamayacağı, yalnızca iman yoluyla kanıtlanabileceği görüşü) yaklaşıma en uygun felsefeyi üretmiştir. Bunun için Kant, hem dinlerin, hem de ateizmin tüm akılcı kanıtlarına savaş açmıştır. Kant numen ve fenomen ayrımı yaparak, insan algısının sadece fenomen alana ait olanları bilebileceğini ifade eder. Numen alan ise metafizksel alandır ve Tanrı bu alanın içerisine dahil olduğu için bilinemez olarak kalır. Fakat Kant’ın ‘inanca yer açmak için’ bu tezini ahlak anlayışıyla ortadan kaldırmaya çalışması onu agnostik bir tavrın içerisinden kurtarmıştır denilebilir. Ateizm ve teizm gibi olmayan agnostisizm bir inançtan ziyade bir tavırdır. Ateizm her ne kadar taraftarları tarafından bilimsel olarak adlandırılsa da o da teizm gibi bir inançtır. Teist Tanrı’nın var olduğunu bilemez ama var olduğuna inanır. Bilmekten kasıt bir kanıt gereksinimidir ki zaten Tanrı gibi bir varlık diğer varlıklar gibi bir bilinirliğe sahip olamaz. Eğer Tanrı varsa bu insan zihninin algılayabileceği bir algısal yapıya sahip olmayacaktır. Dolayısıyla agnostiğin söylediği ‘bilemeyiz’ genel çerçevede doğru iken, gerçekte ‘illaki kanıt gerekir’ demek imkansızı istemek anlamına gelmektedir. Ateistin bu konudaki tavrı da teist gibidir. O da kesinlikle ‘Tanrı’ yoktur diyerek bir bilgiyi değil bir inancı dile getirmektedir. Nitekim ateistin elinde de gerçek bir kanıt olması mümkün değildir. Agnostik tavrı kendi içinde kimi sorunlara sahiptir. İlki 1- Tanrı’nın varlığını ve yokluğunu gösteren bazı kanıtlar vardır önermesini ele alalım. Bu önermenin birinci kısmına göre Tanrı vardır. Çünkü tanrını varlığını gösteren kanıtların olduğunu söylemek tanrının var olduğunu söylemekle neredeyse aynıdır. O zaman agnostik tavır kendi içinde aslında teist bir duruş içermektedir. Ama önermenin ikinci kısmı ise tanrının olamadığının kanıtları olduğunu ifade etmektedir. Bu durumda ateist bir çizgiye kaymış olursunuz. Yani agnostik tavır Tanrı hem vardır hem yoktur mu demektedir. Şeklen böyle olsa da aslen böyle olduğu söylenemez. Çünkü o ikisini de söyleyemeyiz der. Görüldüğü gibi şeklen aslında agnostik tavır bir çelişki içerir gibi durmaktadır. En ünlü Agnostiklerden olan Bernard Russell kendisiyle yapılan röportajda agnostik tavrı basit bir şekilde anlatmaya çalışmıştır. 3 Kasım 1953’te Amerikan LOOK dergisinde yayınlanan röportajda Russell, agnostik tavrın ateizmden farklı olduğunu belirtir. Ona göre ateist ile agnostik değil teist benzer görüşler ileri sürmektedir. Bir Hıristiyan Tanrının var olduğunu bilebileceğimizi düşünürken, bir ateist ise Tanrının var olmadığını bilebileceğimizi düşünür. Agnostik ise böyle bir yargıya varmanın doğru olmadığını ileri sürer. Russell, Tanrının varlığının imkansız değilse bile neredeyse olanaksız olduğunu, bu nedenle dini uygulamaların bir agnostik tarafından gerekli görülmediğini söyleyerek, agnostik tavrı ateizme yaklaştırır. Agnostiğin yaklaşımı, dikkatli bir filozofun antik yunan tanrılarına yaklaşımı gibi olabilir. Eğer benden, Zeus, Poseidon, Hera ve tüm diğer Olimpos ahalisinin var olmadığını kanıtlamam istenseydi, kesin kanıtlar ararken sonuçsuz kalırdım. Ama bir agnostik Hıristiyan tanrısının da, Olympos tanrıları kadar olasılıksız olduğu düşünülebilir ve bu konuya yaklaşımı açısından -pratikte- ateistlerle birdir. Hem ateistlere hem de agnostiklere sorulan soruların en yaygını olan ‘ahlaki davranışlarınızı neye göre şekillendiriyorsunuz’ sorusuna Russell, dindarlardan farklı olarak metafizik bir otorite tanımadığını davranışlarının aklın süzgecinden geçirdiğini ifade ederek, toplumsal yaşantının davranışlarımızı şekillendirdiğini vurgular. Agnostiğin ya da ateistin canı ne isterse yapıp yapmadığı sorusuna ise Russell, ‘bir açıdan bakılınca, hayır; başka bir açıdan bakılınca, zaten herkes canı ne isterse yapabilmektedir. Örneğin birinden öldürecek kadar nefret ediyorsunuz. Neden öldürmezsiniz? Dinen günah olduğu için mi? Ancak ortada bir istatistiki gerçek vardır ki, agnostikler diğer insanlara oranla cinayete daha fazla eğilimli değildiler! Hatta daha bile azdır. Agnostikler de, diğer insanları cinayetten alıkoyan ortak korkulara sahipler. Bunların başında da yasal cezalandırma korkusu var. Yasaları bir kenara koyarsak, suçun ortaya çıkması durumunda, diğer insanların nefret ettiği dışlanan bir birey olarak yalnızlaşma var. Ayrıca vicdan ve sağduyu denilen bir olgu var. Öldürdüğünüz kişinin son saniyelerinin ve cesedinin, zihninizden silinmeyecek kötü hatıraları var. Bu gerekçeleri sayarken elbette yasaların olduğu bir toplu yaşamdan bahsediyoruz. Seküler açıdan da, her istenenin yapılmadığı, kurallı bir toplum yaratmak ve korumak gereklidir.’ İlkçağdan başlayarak günümüze kadar değişik formlara bürünen agnostisizm, görüldüğü gibi ihtiyatlı olmaya çalışan bir yaklaşımdır. Agnostisizm bir din değildir. O felsefi bir tutumdur. Bunun yanında bir Hıristiyan ya da bir Müslüman da agnostik olabilir. Zira agnostik tutum, epistemolojik anlamda Tanrının var olup olmadığını bilemeyiz derken Tanrı’ya inanmıyorum demez. Çünkü inanç ve bilgi farklı durumları ifade eder. Bilgi yani malumat kimi yöntemlerle(tümevarım-tümdengelim-sezgi-duyum gibi) yollarla elde edilirken, inanç ise ya geleneksel bir çizgiden ya da bireysel anlamda sezgisel bir durumdan ortaya çıkabilir. Daha önce bahsettiğimiz gibi, bizler her zaman bilgi elde ederek hareket etmek yerine günlü hayatımızı birçok inanç ve varsayım üzerine kurmaktayız. Bu anlamda agnostik tavrın istediği ‘bilme’ durumu gerçek anlamda bir görerek ya da deneyleyerek bilme çabası ise bu pek mümkün görünmemektedir. Tanrı gibi bir varlığı (şimdilik varsayıyoruz), insan algısıyla deneyimlemek ve bilmek için sadece böyle bir yolun var olması gerektiğini ileri sürmek, Tanrının nasıl bir varlık olduğunu tanımlamayı gerektirir. Eğer Tanrı iddia edildiği gibi kanıtlanabilecek bir niteliğe sahipse o zaman böyle bir Tanrı geleneksel dini çizgiler tarafından kabul edilebilir olmaz. Sonuç İnsanın bilme isteğinin sürekli olası ateist-teist ve agnostik tavırların neredeyse her zaman var olacağını göstermektedir. Ateist ve teist için aslında evren gayet açık bir şekilde ifade edilebilmektedir. Ateist yaklaşımların bazıları kendilerini bilimsel gelişmelere, kimisi ise kötülük problemi gibi problemlere dayandırarak var olmaya devam ederlerken; teist yaklaşım ise sağduyuya hitaben hiçbir şey sebepsiz olmaz, varlığın bir anlamı olmalı gibi kozmolojik ve teleolojik delillerle var olmaya devam eder. Fakat burum agnostik için bu kadar açık değildir. Ateist ve teist kendilerini inanç ve bilgi ile kuşatırlarken agnostik ise sadece bilgi kaynaklı hareket etmeye çalışır. Bu doğru bir tavır mı değil mi karar vermek kolay görünmemekle birlikte, her şeyi bilmek ya da Tanrı gibi bir varlık hakkında bilgi sahibi olmak pek mümkün görünmemektedir. Dolayısıyla agnostik tavır dikkatli ama eksik bir duruş sergiliyor gibidir. Agnostik tavrın bir diğer eksik yönü, septikler gibi düşünerek yani hiçbir şeyi bilemeyeceğimizi düşünerek hareket ederken, insanın bilme isteğinin de legalliğini bir kenara itmesidir. Eğer bilgiye ulaşmak mümkün değilse o zaman neden bilim yapmaktayız? Bilimin bize sunduğu şeylerden şüphe etmek elbette olağan bir durumdur fakat buradaki eleştiri ‘zaten bilemeyiz’ formuna sokulmamalıdır. Agnostik tavır kendi içinde kimi eksikliklere sahip olasına rağmen takipçi sayısı küçümsenmeyecek bir seviyeye ulaşmıştır. (1)Aydın Topaloğlu, Teizm ya da Ateizm, Furkan Kitaplığı, İst. 2001. s.16. (2) William Lane Craig, Atezm’in Teistik (Tek-Tanrıcı) Yaklaşımla Eleştirisi, Kelam Araştırmaları 11:1 (2013), SS.556-574. (3) Ferit Uslu, Agnostisizm, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2012/1 (4) Alvin Plantinga’dan aktaran, Ferit Uslu, a.g.e. s.7. (5) Ferit Uslu, a.g.e s.8. (6) Cafer S. Yaran, Din Felsefesine Giriş, Dem Yay. İst. s.121. (7) Rodney Stark, Tek Gerçek Tanrı; Tektanrıcılığın Tarihsel Sonuçları, çev. Çiğdem Özüer, İstanbul 2005. (8)A.g.e. s.8-9.

Agnostik, Agnostisizm nedir, ne demektir? Agnostik ve Agnostisizm hakkında bilgiler

Dinlere göre farklı inanış türleri vardır deizim ve ateizm gibi. Fakat bahsi geçen agnostik ve agnostisizm bu durumlardan farklıdır. Agnostikler Tanırının var olup olmadığı hakkında kesin olarak asla bilinemeyeceğini savunurken agnostikler ise belirsizlik olarak tanımlanmaktadır. Agnostik ne demek? Agnostisizm ne demek? İşte detaylar...

AGNOSTİSİZM NE DEMEK?

Belirsizlik ilkesi olarak bilinen kuram olan agnostisizm, üzerinde yer an bilgilere göre bu ilkeye sahip kişilerin gerçek bilgiye ulaşması mümkün olmamıştır. Duyu organları tarafından algılananların illüzyon yani gerçek sanılması ya da tam tersi göz yanılması olarak kabul görülebilmektedir. Bu ilkeyle beraber Tanrı var mı, Evrenden önce ne vardı? sorularına cevap verilmemektedir.

AGNOSTİK NE DEMEK?

Bilinemezcilik olarak adlandırılan bu akımı savunan kişilere ise agnostik denmektedir. Agnostik kavramını ilk kullanan kişi ise İngiliz biyolog Thomas Henry Huxley olmuştur. Aynı akımı savunan Darwin'in Evrim kuramını savunan ise Henry Huxley kaleme aldığı birçok yapımda evrimin olduğunu aynı zamanda bu duruma karşılık olarak Tanrının varlığının da bilinilmediği savunulmaktadır.

Agnostik ne demek

AGNOSTİSİZM AKIMININ KURUCULARI VE TEMSİLCİLERİ

-Thomas Henry Huxley: Evrim ve Etik, Yöntemler ve Sonuçlar, Agnostisizm ve Hristiyanlık

-Bertrand Russell: İktidar, Neden Hristiyan Değilim, Aylaklığa Övgü, Felsefe Yapma Sanatı, İnsanlığın Geleceği,

-Ludwig Wittgenstein: Kültür ve Değer, Kesinlik Üstüne, Felsefi Soruşturmalar

-Immanuel Kant: Evrensel Doğa Tarihi ve Gökler Kuramı

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası