Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları
Thomas Mann
Can Yayınları ()
Derecelendirme: ★★★★★
Etiketler: Roman
Etkileyici dış görünüşü, tatlı dili ve karizmatik kişiliğiyle Felix Krull,
doğanın cömert davrandığı şanslı azınlıktandır, ne ki bir eksiği vardır:
Toplumsal statüsü, yükselme kapılarını açmaya elverişli değildir. Fakat
hayal gücünün de yardımıyla yazgı düzeltilebilir; doğanın eksiği, ikincil
doğamız olarak şekillenen kültürün ve toplum hayatının içinde
rahatlıkla tamamlanabilir. Böylece Krull, haksız olduğunu düşündüğü
bir tesadüfle doğuştan kendisinden esirgenen ufak ayrıntıyı,
dolandırıcılık kariyerinin basamaklarını hızla tırmanarak telafi etmeye
girişir.
Thomas Mann, ölmeden kısa süre önce yayımladığı Dolandırıcı Felix
Krull’un İtirafları’nda, bir sahtekârın toplum içindeki yükselişine tanık
ediyor okuru. Mann’ın bir dönemin ünlü otel hırsızı Romanyalı Georges
Manolescu’nun anılarından esinlenerek kaleme aldığı bu son romanı,
ancak sanatçıya bahşedilmiş olabilecek türden bir hayal gücünü, ironik
bir üslupla suçun konusu haline getiriyor. Mann’ın eserlerinde
sanatçının oyun alanı olarak şekillenen gerçeklik ile görünüş arasındaki
ince sınır çizgisi, Dolandırıcı Felix Krull’un İtirafları’nda hile, düzen ve
entrika aracılığıyla ihlal ediliyor ve kolayca suça dönüşebilecek bir
yaşantıya dönüşüyor.
2
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
Dolandırıcı Felix Krull’un İtirafları, ilk kez Türkçede.
3
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
4
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
5
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
Bekenntnisse des Hochstaplers Felix Krull. Der Memoiren erster Teil, Thomas Mann
© , Thomas Mann
© , Can Sanat Yayınları Ltd. Şti.
Bu eserin Türkçe yayın hakları S. Fischer Verlag Gmbh, Frankfurt am Main ve Onk Ajans Ltd.
Şti. aracılığıyla alınmıştır.
Adı geçen eser Uluslararası Telif Hakları kanunları gereğince korunmaktadır.
Tüm hakları saklıdır. Tanıtım için yapılacak kısa alıntılar dışında yayıncının yazılı izni olmaksızın
hiçbir yolla çoğaltılamaz.
1. basım: Temmuz , İstanbul
E-kitap 1. sürüm Kasım , İstanbul
Temmuz tarihli 1. Basım esas alınarak hazırlanmıştır.
Yayına hazırlayan: Şebnem Sunar
Utku Lomlu / Lom Tasarım (funduszeue.info)
ISBN
CAN SANAT YAYINLARI
YAPIM, DAĞITIM, TİCARET VE SANAYİ LTD. ŞTİ.
Hayriye Caddesi No: 2, Galatasaray, İstanbul
Telefon: () 56 75 / 59 88 / 59 89 Faks: () 72 33
funduszeue.info
[email protected] 6
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
THOMAS MANN
DOLANDIRICI
FELIX KRULL’UN
İTİRAFLARI
ANILAR, BİRİNCİ KISIM
ROMAN
NOBEL EDEBİYAT ÖDÜLÜ
Almanca aslından çevirenler
Kasım Eğit - Yadigar Eğit
7
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
Thomas Mann’ın Can Yayınları’ndaki diğer kitapları:
Buddenbrooklar,
Tonio Kröger,
Büyülü Dağ,
Seçilen,
Venedik’te Ölüm,
Lotte Weimar’da,
Değişen Kafalar,
Zor Saat,
Aldanan Kadın,
Majesteleri Kral,
Mario ile Sihirbaz,
Doktor Faustus,
8
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
THOMAS MANN, ’te Almanya’da doğdu. ’de yayımladığı ve Der kleine Herr
Friedemann (Küçük Friedemann) adı altında topladığı ilk öykülerinde, daha çok
Schopenhauer, Nietzsche ve Wagner’in etkisi altında kalarak sanatçının yaratma
sorununa odaklanmıştı. Bu ilk öykülerinin ardından Mann’ı asıl üne kavuşturan
Buddenbrooklar adlı toplumsal roman yayımlandı. ’te Tonio Kröger, ’de
Venedik’te Ölüm yayımlandı. Daha sonra Büyülü Dağ’ı yazan Mann, Hitler iktidara
gelince Almanya’dan ayrıldı. ’da ABD vatandaşlığına geçti ve Almanya’nın karanlık
tablosunu çizdiği Yusuf ve Kardeşleri dörtlemesini yayımladı (). Dörtlemenin
ardından yazmaya koyulduğu Doktor Faustus’ta ise besteci Andreas Leverkühn’ün
yaşamöyküsünün ışığında, Alman kültürünün barbarlığa yenik düşmesini anlattı. Mann,
“Anılar, Birinci Kısım” alt başlığını taşıyan Dolandırıcı Felix Krull’un İtirafları’nın devamını
yazmayı tasarladıysa da, romanını tamamlayamadı. ’da Nobel Edebiyat Ödülü’nü
alan Mann, ’te Zürich’te öldü.
KASIM EĞİT, ’de Adana’da doğdu. Doktorasını ’de Almanya’da Ruhr
Üniversitesi’nde yaptı. Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Alman Dili ve Edebiyatı
Bölümü öğretim üyesi ve bölüm başkanı. Friedrich Dürrenmatt’ın Duruşma Gecesi,
Stefan Zweig’in İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar ve Değişim Rüzgârı, Heinrich Böll’ün
Frankfurt Dersleri ve Melek Sustu, Thomas Mann’ın Buddenbrooklar (Yadigar Eğit’le
birlikte) ve Theodor Fontane’nin Effi Briest adlı yapıtlarını dilimize kazandırdı.
YADİGAR EĞİT, ’de İstanbul’da doğdu. Yüksek öğrenimini Ruhr Üniversitesi ve
Ege Üniversitesi’nde tamamladı. Dilbilim ve Çeviribilim uzmanı. Ege Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü öğretim üyesi. Hugo Loetscher’in
İsviçre’nin Keşfi, Heinrich Böll’ün Solgun Köpek ve Melek Sustu, Thomas Mann’ın
Değişen Kafalar ve Buddenbrooklar (Kasım Eğit’le birlikte) adlı yapıtlarını dilimize
kazandırdı.
9
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
BİRİNCİ KİTAP
10
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
Birinci bölüm
Her şeyden uzaklaşmış ve rahatlamış olarak, her ne kadar yorgun,
çok yorgun olsam da, sık sık ara verip kısa kısa bölümler yazabilecek
kadar sağlıklı biri olarak kalemi elime alıp itiraflarımı kendime özgü
düzgün ve güzel yazımla önümde sabırla bekleyen kâğıda dökmek
istediğimde, acaba eğitim durumum bu tür düşünsel bir girişim için
yeterli olabilir mi, diye içimi hafif bir kuşku kaplıyor. Ancak aktarmak
istediğim şeylerin kişisel deneyimler, yanılgılar ve tutkulardan oluşması
ve benim bu konuya bütünüyle hâkim olmam dolayısıyla, içimdeki bu
kuşku olsa olsa bana bahşedilen ifade etme biçiminin güzelliği ve ahlaki
normlara uygunluğu ile ilgili olabilir; bu tür konularda düzenli olarak
yapılan ve başarıyla sonuçlandırılmış araştırmalar var, herhalde bu
araştırmalar doğal yetenekten ve iyi bir aile terbiyesi almaktan daha az
etkilidirler. Bu konuda benim bir eksikliğim yok; çünkü her ne kadar
sorumsuz bir aileden geliyorsam da, ailem yüksek burjuvaya mensuptu;
ben ve kız kardeşim Olympia, Vevey’li bir mürebbiye tarafından
aylarca süren bir eğitime tabi tutulmuştuk, bu mürebbiye babamla
annem arasında oluşan rekabet dolayısıyla işi bırakmak zorunda
kalmıştı. Yakın ilişki içinde olduğum vaftiz babam Schimmelpreester,
sayılan ve sevilen bir sanatçıydı ve küçük kentimizde herkes ondan,
“Sayın Profesör,” diye söz ederdi; ancak herkesin imrendiği bu saygın
unvan, ona bir görev dolayısıyla verilmemişti ve onun için uygun da
değildi. Babam her ne kadar şişman ve yağlı bir vücuda sahip olsa da
son derece yüksek bir zarafeti vardı, kullanacağı sözcükleri özenle seçer
ve anlaşılır bir ifade biçimi kullanmaya her zaman çok dikkat ederdi.
Büyükannesi tarafından Fransız kanı taşıyordu, hatta eğitim ve öğretim
dönemini de Fransa’da geçirmişti, söylediğine göre Paris’i avucunun içi
11
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
gibi biliyordu. Etkileyici ifade biçimiyle konuşmasını “c’est ça”, “épatant”
yada “parfaitement”1 gibi Fransızca sözcüklerle süslemeyi severdi; sık sık
“bunu çok beğeniyorum” cümlesini tekrarlardı ve yaşamının sonuna
kadar kadınların gözdesi olarak kaldı. Bunlar benim konu dışı ve önbilgi
olarak söylediklerim. Ancak iyi bir anlatım biçimi için var olan doğal
yeteneğime gelince; yalan dolanlarla dolu yaşamımın gösterdiği gibi,
öteden beri bu yeteneğime hep güvenmişimdir ve anılarımı yazma
girişimimde de buna güvenebileceğime kesinlikle inanıyorum. Ayrıca
yazdıklarımda özgürce hareket etmeye, kibirlilikle ya da pervasızlıkla
suçlanmaktan korkmamaya kararlıyım. Zaten bu itiraflar doğruluk
dışında başka bir bakış açısıyla yazılmış olsaydı, hangi ahlaki değer ve
anlayış bunlara uygun düşerdi ki!
Beni Rhein bölgesi yarattı, burası hem iklim hem de toprağın
verimliliği bakımından son derece şanslı bir bölgeydi, burada mutlu
insanların yaşadığı çok sayıda şehir ve yerleşim birimi bulunuyordu; düz
ve engebesiz sarp kayalıkların olmadığı bu bölge herhalde yeryüzünün
en güzel coğrafyasıydı. Adlarını duyduklarında bile içkicilerin iştahını
kabartan o ünlü yerleşim birimleri, Rhein bölgesi sıradağlarından esen
sert rüzgârlardan korunup öğle üstü güneşinin pırıl pırıl parlayan ışıkları
altında, mutlu bir şekilde gelişip genişleyerek bölgeye yayılıyordu.
Rauenthal, Johannisberg, Rüdesheim, Alman İmparatorluğu’nun şanlı
kuruluşundan sadece birkaç yıl sonra dünyaya geldiğim o saygın küçük
kent işte bu bölgede bulunuyor. Burası Rhein Nehri’nin Mainz
kentinden geçerken çizdiği dirseğin biraz batısında kalıyordu ve
köpüklü şarap üretimiyle ünlüydü, nehir boyunca her iki yönde
ilerleyen buharlı gemilerin yanaştığı ana iskele de buradaydı ve kentin
dört bine yakın nüfusu vardı. O eğlenceli, canlı Mainz kenti buraya çok
yakındı, aynı şekilde Wiesbaden, Homburg, Langenschwalbach ve
Schlangenbad gibi birinci sınıf Taunus kaplıcaları da çok yakında
bulunuyordu; örneğin Schlangenbad Kaplıcası’na tek yönlü dar bir
yoldan yarım saatlik bir yolculuktan sonra ulaşılabiliyordu. Yılın güzel
mevsiminde annem, babam, kız kardeşim Olympia ve ben bazen
12
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
gemiyle, bazen arabayla, bazen de trenle kentimizin dört bir yanına sık
sık gezintiler yapardık. Çünkü doğanın ve insan zekâsının yarattığı
görülmeye değer şeyler ve güzellikler insanı cezp ediyordu. Babamın
pötikareli yazlık kıyafetiyle bizimle birlikte bira bahçesinde oturduğunu
(masadan biraz geride otururdu çünkü onun şişko göbeği masaya
yaklaşmasını engelliyordu) ve büyük bir keyifle yengeç yemeğini
yediğini ve yanında altın sarısı şarabını yudumladığını görür gibiyim.
Vaftiz babam Schimmelpreester de sık sık bizimle birlikte oluyor,
yuvarlak camlı ressam gözlüğüyle doğayı ve insanları titizlikle inceliyor
ve çevresinde gördüğü büyük ve küçük her şeyi sanatçı ruhuna
nakşediyordu.
Benim zavallı babam piyasadan kalkmış olan “Lorley extra cuvée”
adlı şampanya markasını üreten Engelbert Krull firmasının sahibiydi.
Rhein Nehri’nin aşağı kıyısında, iskeleden pek uzakta olmayan bir
yerde, firmanın mahzenleri vardı ve ben küçükken, o kubbeli serin
mekânlarda az dolaşmamıştım; derin düşüncelere dalıp yüksek yüksek
rafların arasından, oraya buraya giden dar ve taşlı yollarda yürürdüm ve
yarı eğik biçimde üst üste istiflenmiş ve dinlenmeye bırakılmış şişe
yığınlarını incelerdim. Kendi kendime şöyle düşünürdüm: İşte orada
yatıyorsunuz (o zamanlar doğal olarak düşüncelerimi özenle seçilmiş
sözlerle ifade edemiyordum), işte orada, yerin altında, loş ışıkta öylece
yatıyorsunuz, insanın dilini tırmalayan ve kimilerinin kalp atışlarını
hızlandıran, kimilerininse gözlerini parlattığı söylenen içinizdeki o altın
sarısı su, sessizce ve kendiliğinden nasıl da berraklaşıp olgunlaşıyor!
Şimdilik çıplak ve gösterişsizsiniz; ancak günün birinde en güzel şekilde
makyajlanmış olarak şenliklerde, düğünlerde, özel mekânlarda ve özel
toplantılarda ağzınızdaki mantarlar coşkuyla patlatılıp tavana fırlatılarak
insanları sarhoşluğa, kayıtsızlığa ve haz duymaya yöneltmek üzere gün
yüzüne çıkacaksınız. Bu küçük çocuk işte buna benzer şeyler söylemişti;
Engelbert Krull firmasının, şişelerinin dış kısmına, yani uzmanların
kuaför dedikleri o son makyaja ne kadar çok önem verdiği çok
doğruydu. Sıkıştırılmış mantarlar, altın suyuna batırılmış tel iplerle
13
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
şişelere sıkıca bağlanmış ve kan kırmızısı renkli bir cilayla
mühürlenmişlerdi; evet, papanın fermanlarında ve eski devlet
belgelerinde görüldüğü gibi yuvarlak ve gösterişli mühür bir altın ipin
ucundan dikkat çekici bir biçimde aşağı doğru sarkıyordu; şişelerin
boyunlarına gümüş yaldızlı parlak kâğıtlar sarılmıştı ve karınlarında da
vaftiz babam Schimmelpreester’in firma için tasarladığı, çevresi altın
yaldızlarla bezenmiş bir etiket bulunuyordu, etiketin üzerinde yine altın
yaldızlı baskıyla resmedilmiş çok sayıda arma, yıldız; babamın ve
markanın adı olan “Lorley extra cuvée” dışında, üstünde giysi olarak
yalnızca kolyeler ve tokalar bulunan, bir kayalığın ucunda bacak bacak
üstüne atmış oturan, havaya kaldırdığı kollarıyla dalgalanan saçlarını
tarayan bir kadın resmi de vardı. Aslında şişelerin içindeki şarabın cinsi,
bu göz kamaştırıcı sunuş biçimine pek de uygun düşmüyordu. Vaftiz
babam Schimmelpreester’in bir gün babama şöyle dediğini duymuştum:
“Krull, sana saygım sonsuz ancak ürettiğiniz şampanyanın içilmesini
polisin yasaklaması gerekir, sekiz gün önce birilerinin aklına uyup yarım
şişe içtim ve yaşadığım şokun etkisinden hâlâ kurtulamadım. Bunu
mayalarken içine ne tür bir içki koyuyorsunuz böyle? Petrol mü yoksa
doz ayarlaması sırasında karıştırdığınız berbat bir içki mi? Kısacası,
zehir karışımı bir ürün bu. Yasaları düşünseniz iyi olur!” Bunun üzerine
zavallı babam çok mahcup oldu; çünkü o yumuşak kalpli bir adamdı ve
böyle sert sözlere karşı kendisini savunamazdı. Âdet edindiği üzere
parmak uçlarıyla yavaşça karnını okşayarak, “Siz dalganızı geçin
bakalım, Schimmelpreester,” dedi, “ama ben ucuz üretim yapmak
zorundayım çünkü yerli üretime karşı var olan önyargı bunu
gerektiriyor – sözün kısası, ben halka inandığı şeyi sunuyorum. Bunun
dışında bir de üstüme üstüme gelen rakipler var, sevgili dostum,
dayanılır gibi değil.” İşte babamın dedikleri bunlar.
Villamız sırtını yemyeşil yamaçlara yaslamış, Rhein bölgesinin
muhteşem manzarasına hâkim, en güzel malikânelerden biriydi. Teraslı
bahçemiz cüce insan figürleri, rengârenk mantarlar ve taştan oyularak
yapılmış çeşit çeşit hayvan taklitleriyle doluydu; bir ayaklık üzerinde,
14
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
bakınca insanın yüzünü komik bir biçime sokan ve ayna gibi parlayan
bir cam küre duruyordu, ayrıca bir rüzgâr arpı, küçük küçük oyuklar ve
bir de fıskiye vardı, fıskiyenin havaya fırlattığı su, döne döne sanatsal bir
biçim alıyor, içine döküldüğü havuzda gümüş balıklar yüzüyordu.
Oturduğumuz evden söz etmek gerekirse, evimizin içi babamın zevkine
göre hem sessiz hem rahat hem de iç açıcıydı. Rahat ve huzur verici
cumbalar insanı oturmaya davet ediyordu, bunlardan birinin içinde
gerçek bir çıkrık duruyordu. Zarif biblolar, midye kabukları, küçük
küçük aynalı kutular ve parfüm şişeleri gibi sayısız eşyalar, etajerlerin ve
kadife örtülü masaların üstünde sıralanmıştı; ipekli ya da el dokuması
renkli kılıf geçirilmiş çok sayıda kuş tüyü yastık, kanepelerin ve
yatakların üstüne konulmuştu çünkü babam yumuşak yerde yatıp
dinlenmeyi çok severdi. Ucu sivri uzun mızraklar perde rayı işlevi
görüyordu; kapıların önlerinde sağlam bir duvar oluşturan ve insanın
elini oynatmasına bile gerek kalmadan öbür tarafa geçebildiği, hafif bir
hışırtıyla aralanıp kapanan, renkli boncukların süslediği kamıştan
perdeler asılıydı. Kapı sundurmasının üstüne akıllı bir mekanizma
yerleştirilmişti; kapı hava basıncıyla açılınca bu mekanizma sayesinde
yavaşça kapanıyor ve kapanırken de hafifçe Johann Strauss’un “Freut
euch des Lebens” adlı valsinin açılış melodisini çalıyordu.
1 . (Fr.) Sırasıyla; işte bu, şaşırtıcı, kusursuzca. (Y.N.)
15
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
İkinci bölüm
İşte burası, mayıs ayının ılık ve yağmurlu bir günü –hem de bir
pazar günü– benim dünyaya geldiğim evdir; ancak şu andan itibaren
artık geriye dönüp anlatmayı bırakarak olayların akışına sırasıyla ve
titizlikle uyacağım. Eğer doğru bilgilendirildiysem, doğumum çok zor
olmuş ve o zamanki aile doktorumuz Mecum, doğuma suni olarak
müdahale etmek zorunda kalmış; bu aslında benden –dünyaya erken
gözlerini açan bu yabancı yaratığa “ben” diyebiliyorsam eğer– benim
kendimden kaynaklanmış, doğum sırasında tembellik edip anneme hiç
yardımcı olmamışım, sonraları çok seveceğim bu dünyaya gelmek için
en küçük bir çaba bile göstermemişim. Buna rağmen mükemmel bir
sütannenin memesinden emdiğim sütle umut verici bir şekilde gelişip
büyüyen sağlıklı, eli ayağı düzgün bir çocuk oldum. Ama etraflıca
düşündükten sonra, doğumum sırasındaki uyuşuk ve isteksiz
davranışımı, yani ana rahmindeki karanlığı gün ışığıyla değiştirme
isteksizliğimi, küçüklüğümden beri bana özgü olan bu uyku merakımla
ve sürekli uyuma isteğimle ilişkilendirmeden edemiyorum. Bana sakin
bir çocuk olduğum söylendi hep; öyle ciyak ciyak ağlayan ve etrafa
rahatsızlık veren bir çocuk değilmişim, aksine uykuyu ve uyuklamayı
bakıcıların hoşuna gidecek kadar çok seviyormuşum; daha sonraları her
ne kadar dünyaya ve insanlara özlem duysam ve değişik isimlerle
aralarına karışıp onları kazanmak için çok şey yapmış olsam da, geceleri
uyurken evde olmaktan çok hoşlanıyordum, bedensel olarak yorgun
olmadan da severek ve isteyerek uyuyor, düşler âlemine dalmadan bile
bütünüyle kendimi unutuyordum; on, on iki ve hatta on dört saatlik
derin bir uykudan sonra gün boyu başardıklarımın verdiği keyiften daha
büyük bir keyifle ve çok canlı olarak uyanıyordum. Alışılmışın dışındaki
16
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
bu uyuma isteğiyle, ruhumu saran ve ileride gerekli yerlerde söz konusu
olacak olan görkemli bir yaşam ve aşk isteği arasında bir çelişki
olduğunu düşünebilir insan. Zaten ben bu konu hakkında pek çok kez
düşündüğümden bir ara söz etmiştim ve pek çok kez de bunda bir
çelişki olmadığına, aksine daha çok gizli bir birlikteliğin ve örtüşmenin
söz konusu olduğuna inanmıştım. Şimdi, yani henüz kırk yaşında
olmama rağmen kendimi yaşlanmış ve yorgun hissediyorum; içimde
beni insanlara çeken hiçbir kıpırtının, hiçbir isteğin kalmadığını görüp
bir çeşit münzevi yaşantısı sürerken, uyku tutkum iyice azaldı, bir
biçimde uykuya yabancılaştım, uykum kısaldı, sığlığını kaybetti ve
çabuk kaçar oldu; oysa uyumak için yeterince fırsatım olduğu hapishane
yaşamımda bile lüks otellerin yumuşak yataklarından daha iyi
uyuyordum ve uykum hiç kaçmıyordu. – Ancak aceleci davranışımın
neden olduğu eski hatama yine düşüyordum.
Bizimkilerin ağzından sık sık doğuştan şanslı bir çocuk olduğumu
duyuyordum, her ne kadar batıl inançlardan uzak yetiştirildiysem de,
adımın Felix2 olması (bana vaftiz babam Schimmelpreester’in adı
verilmişti), bedensel zarafetim ve insanları mutlu etme yeteneğim
dolayısıyla dünyaya şanslı bir çocuk olarak geldiğim gerçeğine her
zaman gizemli bir anlam yüklemişimdir. Şanslı biri olduğum ve
gökyüzünün imtiyazlı bir çocuğu olarak dünyaya geldiğim inancı,
içimde hep canlı kalmıştır; şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, bu inanç
beni hiçbir zaman yalancı çıkarmadı. Bu gerçek benim yaşam biçimimin
özgünlüğünü ortaya koyuyor ve hayatta maruz kaldığım her türlü acı ve
işkence, yazgımın olmasını istemediği tuhaf bir şey gibi görünüyordu
bana; ama aynı zamanda da benim gerçek yazgım, çektiğim acı ve
işkencenin içinden sürekli ışık saçarak ortaya çıkıyordu. – Genel olaylara
yaptığım bu kısa yolculuktan sonra ana hatlarıyla gençliğimin resmini
çizmeye devam edeceğim.
Hayal gücü zengin bir çocuk olarak aklıma gelen dâhiyane
fikirlerimle ev halkını neşelendirecek bol malzeme sunuyordum.
Sanıyorum doğru hatırlıyorum, henüz çocuk elbisesi giyerken,
17
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
imparatorculuk oynamayı çok sevdiğim, ben imparatorum deyip bu
sanrıyı ısrarla savunduğum bana pek çok kez anlatılmıştı. Küçük bir
çocuk arabasında otururken, bakıcı kızın beni bahçemizin yollarında ya
da evin içerisinde, koridorda sağa sola gezdirirken, herhangi bir nedenle
ağzımı mümkün olduğu kadar aşağıya uzatıyordum, öyle ki üstdudağım
aşırı derecede uzamaya başlamıştı; gözlerimi yavaş yavaş
kırpıştırıyordum, bunu sadece yüzümün biçim değiştirmesinden dolayı
yapmıyordum, aynı zamanda içimdeki duygu ve heyecandan dolayı
gözlerim kızarıp yaşla dolduğu için de yapıyordum. Saygın ve yüce
kişiliğimden etkilenmiş olarak sessizce arabamda oturuyordum ama
bakıcımın beni dolaştırırken, tuhaf fikirlerimin dikkate alınmaması
durumunda ne kadar çok üzüleceğimi, rastladığı herkese söylemesini
istiyordum. Bakıcım biraz acemice düzleştirdiği elini şakağına dayayıp
karşılaştıklarına selam verirken, “Arabayla imparatoru gezdiriyorum,”
diyor ve herkes benim önümde saygıyla eğiliyordu. Özellikle de vaftiz
babam Schimmelpreester böyle şakalara çok açıktı, bakıcım beni
gezdirirken bize rastladığında, istediğim her şeyi yapıyor, hayal
dünyamda düşlediklerimi her zaman destekliyordu. Doğal olmayan bir
şekilde yerlere kadar eğilerek, “Bakın, bakın, yaşlı kahraman arabada
gidiyor!” diyordu. Geçtiğim yolun kenarına halktan biri olarak dikilip
yaşadığım ruhsal sarsıntı ve heyecandan gözlerimden akan yaşlar uzamış
üstdudağımdan aşağıya doğru akarken, “Yaşasın! Yaşasın!” diye alkış
tutup şapkasını, asasını ve hatta gözlüğünü havaya fırlatarak çılgınca
gülüp kendinden geçiyordu.
Büyüyüp koca bir oğlan çocuğu olduktan sonra bu oyunu
büyüklerden yardım istemeden de oynamaya devam ettim. Yardımın
eksikliğini hissetmiyordum, aksine bağımsız olmam ve hayal gücümün
kendime yetiyor olması daha çok hoşuma gidiyordu. Örneğin bir sabah,
Karl adında on sekiz yaşında bir prens olma kararlılığıyla uyandım ve bu
rüyayı bütün gün boyunca, hatta günlerce bir türlü aklımdan
çıkaramadım; çünkü böylesi bir oyunun en güzel yanı, bu rüyanın
hiçbir zaman bölünmemesiydi, hatta son derece sıkıcı gelen ders saatleri
18
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
sırasında bile. Son derece sevecen bir prensin kişiliğine bürünerek
etrafta dolaşıyor, bir vali ya da hayalimde kendime tahsis ettiğim emir
subayıyla neşeli ve heyecanlı ikili görüşmeler yapıyordum; zarif ve yüce
varlığımın gizeminin beni ne kadar gururlandırdığını ve mutlu ettiğini
hiç kimse tasvir edemez. Hayal gücü ne muhteşem bir yetenek! İnsana
ne kadar da büyük bir haz veriyor! Benim hiç çaba göstermeden ve
gözle görülür bir katkıda bulunmadan basit bir isteme kararlılığıyla
yaşadığım bu sessiz sevinci ve heyecanı yaşayamayan ya da yaşama
yeteneğine sahip olmayan öteki oğlan çocukları gözüme ne kadar aptal
ve mağdur görünüyorlardı! Kuşkusuz uzun saçlı ve kırmızı elli sıradan
oğlan çocuklarının kendilerine prens olduklarını telkin etmeleri hoş
olmazdı ve onlara hiç de yakışmazdı. Ama benim erkekler arasında
nadiren görülen ipek gibi yumuşak sarı saçlarım vardı ve saçlarım, gri
mavi gözlerimle tenimin bronzluğuna büyüleyici bir biçimde tezat
oluşturuyordu: Tip olarak sarışın mıydım yoksa esmer miydim, pek belli
olmuyordu ve insanlar bana ikisini de yakıştırabilirlerdi. Eskiden özen
gösterdiğim ellerim, aşırı dar olmamakla birlikte karakteristik özellikleri
bakımından çok hoştular; asla terlemiyorlardı, aksine makul bir
sıcaklıkta ve kuruydular, güzel ve biçimli tırnaklarla bezenmiş olmaktan
da çok hoşnuttular. Sesimin henüz değişmeden önce kulağa hoş gelen
okşayıcı bir güzelliği vardı, öyle ki yalnız olduğum zamanlarda sıkça el
kol hareketleri yapıp anlamsız saçmalıklarda bulunarak insanları,
görmediğim valiyle konuşup sohbet ettiğime inandırmaya çalışıyordum.
Bu tür üstünlükler insanların üzerinde bıraktıkları etkilerden rahatlıkla
anlaşılabilir ve hatta üstün bir yetenek söz konusu olsa bile, bunların
sözcüklere dökülmesi çok zordur. Anlaşılacağı üzere, akranlarıma göre
daha asil bir hamurdan oluştuğumu ya da söylendiği gibi, daha kaliteli
bir odundan yontulmuş olduğumu fark etmemem mümkün değildi ve
bunu düşünürken hiçbir şekilde kendini beğenmişlikle suçlanmayı kabul
etmiyorum. Şunun ya da bunun beni, kendimi beğenmişlikle suçlaması
hiç umurumda değil çünkü kendimi sıradan biri gibi tanıtmayı
isteseydim çok aptal ya da sahtekâr biri durumuna düşmüş olurdum;
19
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
doğruyu söylemek uğruna en kaliteli odundan yontulmuş olduğumu
yineliyorum.
Tek başıma büyürken (çünkü kız kardeşim Olympia benden yaşça
oldukça büyüktü), kafamı sürekli meşgul eden tuhaf uğraşlara büyük
bir eğilimim vardı. Bunlara hemen iki örnek vereyim. Birincisi, insana
özgü irade gücünü, yani gizemli ve çoğu kez doğaüstü etkilere sahip bu
gücü kendimde denemek ve incelemek gibi tuhaf bir tutum içine
girmiştim. Bilindiği gibi, gözbebeklerimizin hareket ederken büyüyüp
küçülmesi, üzerlerine düşen ışığın yoğunluğuna bağlıdır. Bu inatçı
kasların istem dışı hareket etmelerini ve benim isteme gücümün etkisi
altına girmelerini sağlamayı kafama koymuştum. Bir aynanın önünde
durup her türlü düşünceyi aklımdan çıkararak bütün gücümü
gözbebeklerime vereceğim emre yoğunlaştırıyordum, yani onların
benim emrim ve isteğim doğrultusunda büyümelerini ya da
küçülmelerini istiyordum; bıkıp usanmadan yaptığım bu alıştırmalarım,
sizi temin ederim ki, gerçekten de çok ama çok başarılı olmuştu. İlk
başlarda beni çok terleten ve tenimin rengini değiştiren içsel çaba ve
sıkıntılar arasında gözbebeklerim düzensiz bir şekilde hareket etmeye
başlamıştı; ama daha sonra onları gücümün etkisi altına alabilmiş,
küçük noktalara ya da siyah siyah parlayan büyük dairelere
dönüştürmeyi başarmıştım; bu başarının bana verdiği tatmin olma
duygusu korkutucuydu ve bu duyguya insan doğasının gizemi karşısında
hissedilen derin bir ürperti de eşlik ediyordu.
O zamanlar ruhumu sıkça neşelendiren, çekiciliğini ve anlamını
bugün bile kaybetmemiş olan bir başka düşünce de şuydu: “Dünyayı
küçük olarak mı yoksa büyük olarak mı görmek daha yararlıdır?” diye
kendi kendime soruyordum. Bu, şu anlama geliyordu: Sıradan
insanlardan çok büyük farklılık gösteren büyük adamlar, komutanlar,
güçlü devlet adamları, iyi ya da kötü karakterli fatihler ve hükümdarlar
herhalde öyle yaratılmış olmalılar ki, dünya onlara küçük bir satranç
tahtası gibi görünüyordur, diye düşünüyordum; aksi halde onlar
böylesine soğuk, böylesine katı ve bireyin refahını hiçe sayan pervasızca
20
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
bir tutum içinde olmazlardı, hele bir de onların planlarının dışına
çıkılmaya kalkışılsın, o zaman vay başımıza geleceklere! Ama diğer
taraftan da böylesine kısıtlayıcı bir anlayış kuşkusuz insanın hayatta
hiçbir şey yapamamasına neden olabilir; çünkü kim dünyayı ve insanları
az dikkate alır ya da hiç almazsa ve erken yaşlarda bunun önemsizliğini
içselleştirirse, bütünüyle kayıtsızlığa ve tembelliğe yönelecek ve insan
ruhu üzerindeki her türlü etkiyi küçümseyecek ve bu etkinin ortadan
kalkmasını tercih edecektir. Duygu yoksunluğu sayesinde paylaşma ve
çabalama konusundaki eksikliğini her yerde belli ederek bu iddialı
dünyayı küçümseyip hor görmesi dışında, kendisini başarıya götürecek
yolları kapatacaktır. “Dünyada ve insan denilen varlıkta büyük,
muhteşem ve önemli bir şeyler görmek daha mı akıllıcadır?” diye
sordum kendi kendime, “Bu durumda bütün bunlar, biraz saygı ve
itibar görmek için her türlü coşkuya ve insana hizmet eden her türlü
çabaya değerdi.” Bu görüşle çelişen şey ise bu kadar yüceltici ve saygılı
bir görüşle insanın kendi değerinin farkına varamayacağı ve kendisini
mahcup hissedeceğidir; o zaman da dünya, kendisine daha erkeksi
sevgililer bulmak için, bu saygılı aptal oğlan çocuğunu hiçbir zaman
dikkate almaz ve ona sadece bir gülümseme bahşetmekle yetinir. Ancak
diğer taraftan böyle bir güven duygusu ve safdillik büyük yararlar da
sağlar. Çünkü kim her şeyi ve insanları ciddiye alır ve önemserse,
onların gururlarını okşamak ve böylece kendisine bazı yararlar
sağlamakla kalmaz, aynı zamanda da bu kişinin düşünceleri ve
davranışları büyük bir ciddiyet, tutku ve sorumluluk bilinci kazanır ve
bu da onu sevimli ve önemli bir kişi yapar, en büyük başarılara ve
sonuçlara götürür. – Ben böyle düşünüyordum ve bunun olumlu ve
olumsuz yanlarını titizlikle inceleyip tartıyordum. Ama hiç farkında
olmadan, doğama uygun olduğu için her zaman ikinci olasılıktan yana
oldum ve bana mutlulukların en güzelini bahşeden, beni her türlü uğraş
ve tanıtım için değerli ve saygın kılan bu dünyaya, bu büyük ve baştan
çıkarıcı evrene hep saygı duydum.
21
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
2 . Felix, Latincede mutlu, şanslı, başarılı, kutsanmış anlamına gelmektedir. (Ç.N.)
22
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
Üçüncü bölüm
Eğer ben bu tür hayalî deneylere ve kurgulara kendini kaptıran biri
olarak, vakitlerini daha geleneksel biçimde geçiren yaşıtlarımdan ve
okul arkadaşlarımdan içsel bakımdan ayrılıyorsam, buna bir de
kentimizdeki oğlan çocuklarının, şarap fabrikası sahipleri ve memur
ailesi çocuklarının anne ve babaları tarafından benimle arkadaşlık
etmemeleri ve benden uzak durmaları konusunda uyarıldıklarını
duyduğumu da eklemeliyim; bir gün deneme amacıyla evimize davet
ettiğim bu çocuklardan biri yüzüme karşı, bizim evde onurlu bir yaşam
tarzı olmadığı için benimle arkadaşlık etmesinin ve evimize gelmesinin
kendisine yasaklandığını söyledi. Bu beni derinden yaraladı; aslında
onunla birlikte olmayı, onunla arkadaşlık etmeyi önceleri pek
önemsemiyordum; ama şimdi çok istiyordum. Ancak küçük kent
sakinlerimizin bizim aile yaşantımız hakkında söylediklerinde bir
dereceye kadar haklılık payı olduğu da yadsınamaz bir gerçekti.
Daha önce Vevey’li bir mürebbiyenin evimize yerleşmesiyle aile
yaşamımıza taşınan huzursuzlukları ima etmiştim. Zavallı babam
gerçekten de bu kıza sırılsıklam âşık oldu; ona sahip olmayı kafasına
koymuştu ve sonunda amacına da ulaştı, bunun üzerine annem ve
babam arasında derin fikir ayrılıkları oluştu; bu yüzden babam bir bekâr
yaşamı sürmek ve gençleşip dinçleşmek için, zaman zaman yaptığı gibi,
birkaç haftalığına Mainz’a gitmişti. Aslında gösterişsiz bir kadın olan ve
öyle özel yetenekleri de olmayan annem, anlayışsız davranmakla zavallı
babama haksızlık ediyordu, hem kendisi hem de kız kardeşim Olympia
(alkışlanmadan operet sahnesine çıkmayan şişman ve tam anlamıyla
şehvet düşkünü bir yaratık) insani zaaflarında onu anlamıyor,
affetmiyorlardı; ama babamın sürdürdüğü sorumsuz yaşam biçiminde
23
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
ve onların sevimsiz ve tuhaf eğlence tutkularında hiç olmayan bir
zarafet vardı. Anne ve kız eşine az rastlanan bir samimiyet
sergiliyorlardı, örneğin annemin bir mezurayla kızının kıçının çapını
ölçtüğünü gözlemlediğimi hatırlıyorum, bu olay benim saatlerce
düşünmeme neden olmuştu. Bir başka seferde, benim böyle şeyler için
yavaş yavaş önseziye sahip olup olayları kavramaya başladığım ancak
sözcüklere dökemediğim bir dönemde, anne ve kızın evimizde çalışan,
üzerine beyaz bir önlük giymiş kara gözlü bir boyacı kalfasına alaycı
alaycı takılıp onu kızdırdıklarına tanık olmuştum; öyle ki bu genç adam
bir tür öfke krizine tutulmuş ve yeşil boyayla çizdikleri bıyığıyla, cıyak
cıyak bağırarak kaçan kadınları tavan arasına kadar kovalamıştı.
Annem ve babam kavga edip birbirlerini kızdırdıklarında,
Mainz’dan ve Wiesbaden’den sık sık konuklarımız gelirdi; işte o zaman
evimizde bolca yiyip içilir ve çok neşeli bir ortam oluşurdu. Gelen bu
renkli kişiliklerin arasında birkaç genç fabrikatör, her iki cinsten sahne
sanatçıları, sonraları kız kardeşimi isteyecek kadar ileri giden hastalıklı
bir piyade teğmeni, boncuklarla süslenmiş elbisesinden tahrik edici
biçimde göğüsleri dışarıya taşan eşiyle birlikte bir Yahudi bankacı, her
defasında yeni bir hayat arkadaşını tanıştıran, saç lüleleri alnına
dökülmüş ve ipek yelek giymiş bir gazeteci ve daha pek çokları vardı.
Genellikle saat yedide akşam yemeği için toplanılır ve eğlenilirdi;
piyano müziği, dans eden çiftlerin ayak sesleri, kıkır kıkır gülüşmeler,
kahkahalar ve cıyak cıyak bağrışmalar gece boyunca hiç bitmeyecekmiş
gibi devam ederdi. Özellikle karnaval ve bağbozumu sırasında eğlence
dalgası doruğa çıkardı. Bu sırada babam tüm yeteneğini ve uzmanlık
bilgisini sergileyerek evimizin bahçesinde muhteşem bir görüntü sunan
havai fişeklerini ateşlerdi. Seramikten yapılmış cüceler büyülü ışığın
altında parlar ve değişik ruh haliyle takılan maskelerin altında gizlenen
topluluğun eğlencesi çığırından çıkardı. O zamanlar ben, kentimizdeki
ortaokula gitmeye mecbur bırakılmıştım, sabahleyin saat yedide ya da
yedi buçukta kalkıp elimi yüzümü yıkadıktan sonra, kahvaltımı yapmak
için yemek salonuna girdiğimde topluluktakiler solgun ve buruşuk
24
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
yüzlerle ve gün ışığına bakmakta zorlanan gözleriyle hâlâ kahve ve likör
içiyor ve beni coşkuyla selamlayıp ortalarına alıyorlardı.
Yeniyetme bir oğlan çocuğu olarak, yemek masasına oturmama ve
ardından devam eden eğlencelere kız kardeşim Olympia gibi benim de
katılmama izin veriliyordu. Bizim evimizde her gün zengin bir sofra
kurulurdu ve babam her öğle yemeğinde sodayla karıştırılmış şampanya
içerdi. Ama bir davet söz konusu olduğunda, Wiesbaden’li bir
aşçıbaşının bizim aşçımızın da yardımıyla büyük bir titizlikle hazırladığı
uzun yemek listeleri olurdu ve bunların arasına dondurulmuş ve
baharatlı iştah açıcı yiyecekler serpiştirilirdi. “Lorley extra cuvée”
markalı şarabımız su gibi akardı; ancak çok sayıda iyi kalite başka
şaraplar da sunulurdu, örneğin tadı benim çok hoşuma giden
“Berncastler Doktor” gibi. Daha sonraki yaşamımda başka iyi kalite
markalarla da tanıştım ve “Grand vin Château Margaux” ve “Grand crû
Château Mouton Rothschild” gibi birbirinden değerli markaları hiç
çekinmeden ısmarlar oldum.
Babamın kırlaşmış sivri sakalı ve beyaz ipek yelekle gizlemeye
çalıştığı göbeğiyle yemek masasında oturuşunu gözlerimin önünde
canlandırmak çok hoşuma gidiyor. Onun güçlü bir sesi yoktu ve
utangaç bir ifadeyle gözlerini sık sık yere dikerdi; ama aldığı hazzı,
parlayan ve kızaran yüzünden okumak mümkündü. “C’est ça”,
“épatant”, “parfaitement” derdi ve yukarıya doğru kaldırdığı
parmaklarıyla bardakları, peçeteyi ve çatal bıçak takımlarını kullanırdı.
Annem ve kız kardeşim ruhsuz bir doyumsuzluğun esiri olmuşlardı ve
ellerindeki açık yelpazenin arkasından yanlarında oturanlarla kıkır kıkır
gülüşürlerdi.
Yemekten sonra içilen sigaranın dumanı gazlı avizenin çevresinde
yüzerken, dans ve rehin verme oyunları başlardı. Gece ilerleyince beni
yatağa gönderirlerdi; ama müzik ve şamatadan uyuyamayınca genellikle
yataktan kalkar, kırmızı yünlü battaniyeme hoş bir şekilde sarılıp
kadınların neşe çığlıkları arasında topluluğun arasına geri dönerdim.
Meyveli içkiler, limonatalar, ringa balığı salatası ve şaraplı meyve
25
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
jöleleri gibi soğuk içecekler ve hafif yiyecekler sabah kahvesine kadar
yenilip içilirdi. Çılgınca ve hiç durmadan dans edilirdi. Rehin verme
oyunları, öpüşmek ve öteki bedensel yakınlaşmalar için bir bahaneydi.
Dekolteli elbiseler giymiş kadınlar göğüslerini göstermek için kıkır kıkır
gülerek sandalyelerin arkalıklarından öne doğru eğilirler ve böylece
erkekler dünyasını fethetmeye çalışırlardı. Bütün bu çılgınlıkların doruk
noktasını gaz lambasını aniden kapatma muzipliği oluştururdu; ki bu
her seferinde tarif edilmez bir hareketliliğe, içeridekilerin alt alta üst
üste olmalarına neden olurdu.
Aile yaşantımızı kuşkulu bulan kent sakinleri bu neşeli sohbetlerin
çok güzel olduğunu söylüyorlardı; kulağıma geldiğine göre, zavallı
babamın işlerinin son derece kötü gittiği ve pahalı havai fişek
gösterilerinin ve yemek şölenlerinin ona son darbeyi indirdiği söylenerek
(tabii haklı olarak) konunun özellikle ekonomik yönü vurgulanıyordu.
Benim duygusal yanımın daha şimdiden fark ettiği bu kötü yargı, daha
önce de söylediğim gibi, bana sık sık acı veren bir yalnızlık duygusu
oluşturdu ve bu yalnızlık duygusu, karakterimin kendine özgü yapısıyla
birleşti. Buna karşın başımdan geçen, beni çok mutlu eden ve burada
anlatmaktan keyif duyacağım bir olay var.
Sekiz yaşındaydım, ben ve bizimkiler kentimize yakın,
kaplıcalarıyla ünlü Langenschwalbach’ta birkaç hafta yaz tatili
yapmıştık. Babam orada, zaman zaman dayanılmaz acılar veren eklem
romatizmasına karşı çamur banyosu alıyordu. Annem ve kız kardeşim
otelin çevresinde gezinti yaparlarken, abartılı bir biçimde taktıkları
şapkalarıyla kendilerinden söz ettiriyorlardı. Başka yerlerde olduğu gibi
orada da karşılaştığımız insanlarla pek de onurlu bir ilişki kuramadık.
Çevrede oturan yerli halk her zaman olduğu gibi bizden sakınıyordu;
kibar yabancılar kendilerini bizden esirgiyor ve sanki kibar ve asil
olmanın gereği buymuş gibi bizi dışlıyorlardı. Kendileriyle arkadaşlık
etmemiz ve birlikte olmamız konusunda en küçük bir incelik
göstermiyorlardı. Buna rağmen Langenschwalbach’ta kalmaktan dolayı
mutluydum; çünkü böyle bir kaplıca kentinde tatil yapmayı çok sevdim
26
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
ve daha sonraki yaşamımda etkinlik alanımı böyle yerleşim bölgelerine
kaydırdım. Huzur, her türlü kaygıdan uzak bir yaşam, spor alanlarında
ve kaplıcaların bahçelerinde karşılaştığım sağlıklı ve bakımlı insanların
görüntüsü benim beklentilerimi en güzel şekilde karşılıyordu. Ama beni
en çok etkileyen şey, iyi eğitim almış bir orkestra tarafından kaplıcanın
konuklarına her gün verilen konserlerdi. Müzik beni çok
heyecanlandırır, nasıl icra edildiğini öğrenmeye fırsatım olmadıysa da
bu büyüleyici sanata karşı fanatik bir hayranlık duyarım. Zaten
çocukken de potpurilerini ve opera parçalarını şık üniformalarıyla,
çingeneye benzeyen orkestra şefinin yönetiminde, coşkuyla çalan
topluluğun bulunduğu sevimli pavyondan hiç ayrılmazdım; o sanat
mabedinin basamaklarının önünde saatlerce çömelir, yüreğimin hoş ve
etkileyici bir düzen içinde sıralanan tınılar dünyasıyla büyülenmesine
izin verirdim ve müzisyenlerin değişik değişik enstrümanlar çalarken ne
tür hareketlerde bulunduklarını heyecanla ve parlayan gözlerimle
izlerdim. Özellikle keman çalmaları beni çok etkiliyordu, ben de elime
biri uzun diğeri kısa iki sopa alarak evde ve otelde bir kemancının
hareketlerini en ince ayrıntısına kadar taklit ederek kendimi ve
bizimkileri eğlendiriyordum. Duygulu bir ses oluşturmak için sol elin
titreyerek hareket etmesi, yumuşak bir şekilde yukarıya ve aşağıya
doğru kayarak tellere dokunması, büyük yetenek gerektiren pasajlar ve
kadanslarda parmakların akıcılığı, keman yayını tellere sürterken sağ
bileğin zarif ve yumuşak bir şekilde düzleştirilmesi, kemanın yanağa
yaslanmasıyla yüzün bir şeylere dalmış, bir şeylere kulak veriyormuş
gibi bir ifadeye bürünmesi – işte bütün bunların hepsini mükemmel bir
şekilde aktarabiliyordum ve bunun için en coşkulu alkışı da babamdan
alıyordum. Babam kaplıca banyolarının rahatlatıcı etkisiyle o uzun saçlı
ve neredeyse hiç sesi çıkmayan orkestra şefini bir kenara çekerek onunla
şu komik oyunu sahnelemek üzere anlaştı: Küçük ve ucuzundan bir
keman alınacaktı ve kemanın yayı vazelinle titizlikle yağlanacaktı.
Genellikle benim dış görünüşümle pek ilgilenilmezken, şimdi bana
pazardan kordonlu ve altın düğmeli bir bahriyeli kıyafeti, buna ilave
27
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
olarak ipek çoraplar ve pırıl pırıl parlayan rugan ayakkabılar alındı. Ve
güneşli bir öğle sonu kaplıca otelinin gezinti yolunda, çok özel giyinmiş
ve kuşanmış olarak, kısa boylu orkestra şefinin yanı başında, müzik
mabedinin ön sahnesinde duruyor ve bir Macar dans parçasının icrasına
eşlik ediyor, kemanımla ve vazelin sürülmüş yayımla daha önce iki
sopamla yaptığım hareketleri yapıyordum. Şunu rahatlıkla
söyleyebilirim ki, başarım mükemmeldi.
Seçkin ve meraklı seyirciler her yönden buraya akın ederek
pavyonun önüne yığılıyorlardı. Benim kendimi bütünüyle parçaya
verişim, sürekli hareket etmemden dolayı yüz ifademin solgun hali,
gözümün üstüne düşen saç buklesi, üst kısmı kabarık elbisemin aşağıya
doğru daralan mavi kollarının sıkıca kavradığı bileklerim ve çocuksu
ellerim, kısacası benim özgeci ve harika görüntüm oradakileri
büyülemişti. Güçlü ve hareketli ellerimle tuttuğum yayı kemanın
tellerinden çekip parçayı bitirdikten sonra, ince ve kalın bravo seslerinin
karıştığı bir alkış tufanı, bütün kaplıca tesisinde yankılanmıştı. Kısa
boylu orkestra şefi kemanımı ve yayımı güvence altına aldıktan sonra,
insanlar beni kucaklarına alarak sahneden aşağıya indirdiler. Bana
övgüler yağıyor, gururumu okşayan şeyler söyleniyor, sevilip
okşanıyordum. Soylu hanımefendiler ve beyefendiler çevremi sarıp
saçlarımı ve yanaklarımı okşuyorlar, bana şeytan çocuk ve melek çocuk
adlarını yakıştırıyorlardı. Menekşe renkli ipekli giysisi ve kulaklarının
üstünden aşağıya doğru dökülen gür ve beyaz bukleleri olan yaşlı bir
Rus prensesi başımı, parmakları yüzüklerle bezenmiş ellerinin arasına
alıyor ve beni terli alnımdan öpüyordu. Daha sonra lir şeklindeki pırıl
pırıl parlayan kocaman bir elmas broşu hararetli bir şekilde boynundan
çıkarıyor ve sürekli Fransızca konuşarak benim gömleğime takıyordu.
Bu arada bizimkiler de geldiler, babam kendini tanıttı ve parçayı
çalarken yaptığım hatalarımın yaşımın küçüklüğüne verilerek mazur
görülmesini rica etti. Beni pastaneye götürdüler. Üç ayrı masadan bana
çikolata ve kremalı pastalar ikram edildi. Genellikle özlemle baktığım
ama beni şimdiye kadar yalnızca soğuk bir bakışla geçiştiren soylu,
28
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
güzel ve zengin çocuklar, yani şu küçük Siebenklingen kontları, benden
nazik bir şekilde kendileriyle bir tur kroket oynamamı rica ettiler;
annelerimiz ve babalarımız birlikte kahve içerlerken, ben de göğsümde
pırlanta iğnemle sevinçten havalara uçarcasına onların davetini kabul
ettim. Yaşamımın en güzel günlerinden biriydi, belki de en güzel
günüydü. Yeniden keman çalmam için yine istekte bulunuldu, kaplıca
yönetimi de bunun için babama rica etti. Ancak babam benim sahneye
çıkıp keman çalmama bir istisna yaparak izin verdiğini ve böyle bir
şeyin tekrarlanmasının benim toplumdaki konumumla pek
bağdaşmayacağını söyledi. Üstelik Langenschwalbach Kaplıcası’ndaki
tatilimizin de sonuna yaklaşıyorduk
29
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
Dördüncü bölüm
Şimdi de kendine özgü bir adam olan vaftiz babam
Schimmelpreester’den söz etmek istiyorum. Dış görünüşünü
betimlemek gerekirse; kısa boylu tıknaz biriydi, erken ağarmış seyrek
saçlarını komik bir şekilde kulağının üstünden ayırıp kafasının üstünden
diğer tarafına doğru tarıyordu. Tıraşlı yüzü, karga burnu, birbiri üstüne
bastırılmış dudakları ve selüloit çerçeveye yerleştirilmiş yuvarlak ve
kocaman gözlük camlarıyla ve özellikle de gözlerinin üstünün çıplak,
yani kaşsız oluşuyla dikkat çekiyordu; bütün bunlar sert ve acı veren bir
düşünce tarzına işaret ediyordu ve o, adına tuhaf bir şekilde
hipokondriyak bir anlam yüklemeyi alışkanlık haline getirmişti. “Doğa,
çürük ve küften başka bir şey değildir; ben onların rahibi olarak
görevlendirildim, onun için de adım Schimmelpreester yani küf
rahibidir. Ama önadım neden Felix, bunu ancak Tanrı bilir,” derdi.
Köln’lüydü; vaktiyle yüksek sınıfa mensup ailelerle sıkı ilişki içinde
olmuş ve karnavalda şenlik düzenleyici olarak önemli bir rol oynamıştı.
Ama hiçbir zaman açıklanmayan bir neden ya da olay yüzünden orayı
terk etmek zorunda kaldı ve bizim kentimize gelip yerleşti; benim
doğumumdan birkaç yıl önce de bizimkilerin aile dostu oldu. Akşam
toplantılarımızın düzenli ve vazgeçilmez bir katılımcısı olarak bütün
konuklarımızın saygısını ve sevgisini kazandı. Dudaklarını ısırarak
dikkatlice ama kayıtsız bir şekilde, sanki bir şey inceliyormuş gibi,
baykuşu andıran gözlüğüyle bakışlarını kadınlara yoğunlaştırdığında,
kadınlar ellerini öne doğru uzatıp bağrışarak kendilerini ondan
korumaya çalışıyorlardı. “Hey, ressama bakın, nasıl da kesiyor bizi!
Kalbimizin derinliklerine varıncaya kadar her şeyimizi görüyor.
Profesör, bize acıyın ve bakışlarınızı üstümüzden çekin!” diyorlardı.
30
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
Ama insanlar ona ne kadar hayranlık duysalar da aslında o, kendi
mesleğine pek de fazla saygı duymuyordu ve sanatçı doğası hakkında
çoğu kez kuşkulu açıklamalarda bulunuyordu: “Phidias,” diyordu,“ki
Pheidias diye adlandırıldığı da olur, vasatın üstünde yeteneğe sahip bir
adamdı; onun hırsızlıktan tutuklanıp Atina hapishanesine atıldığı
gerçeği bunu doğruluyor, zira o Athena heykeli için kendisine emanet
edilen altını ve fildişini çalmakla suçlanmıştı. Onu keşfetmiş olan
Perikles, onun hapishaneden kaçmasına yardım etti (böylece işin erbabı
olan bu adam, yalnızca sanatın ne olduğunu değil, daha da önemlisi
sanatçılığın ne olduğunu da kavradığını göstermiş oluyordu) ve Phidias
ya da Pheidias doğruca Olympia’ya gitti, orada kendisine altından ve
fildişinden büyük Zeus heykeli yapma görevi verilmişti. Ama o ne
yaptı? Yine çaldı ve bir süre sonra da Olympia hapishanesinde öldü.
Dikkat çekici bir özellik. Ama insanlar hep böyledir. Aslında özel bir
şey gibi görülen bir yeteneğe sahip olmak isterler. Ancak bu yetenekle
ilintili olan –belki de zorunlu olarak ilintili olan– tuhaflıkları kesinlikle
istemez ve bu tuhaflıklara karşı anlayış gösterilmesini hiçbir şekilde
kabul etmezler.” Vaftiz babamla ilgili olarak söyleyeceklerim şimdilik
bu kadar. Bu sözlerini sıkça ve hiç değiştirmeden tekrarladığı için onları
kelimesi kelimesine zihnime kaydettim.
Bana anlatıldığına göre, vaftiz babamla karşılıklı sevgi ve saygı
içerisinde yaşıyorduk, hatta şunu söyleyebilirim ki, bana özel bir
düşkünlüğü vardı. Büyürken, yaptığı tablolar için ona modellik
yapıyordum. Beni çok daha mutlu eden şey ise, modellik yaparken bana
değişik üniformalar ve kıyafetler giydirmesiydi; zira onun çok zengin bir
giysi koleksiyonu vardı. Rhein Nehri’nin kıyısında, ıssız bir evde yaşlı
yardımcısıyla birlikte oturuyordu; çatı katındaki büyük pencereli
atölyesi bir tür hırdavat odasını andırıyordu. Atölyesinde fırçaları
tuvalin üzerinde gezdirir ve bazı yerleri kazıyıp eserini oluştururken,
ben de onun derme çatma platformu üzerinde, kendisinin dediği gibi,
saatlerce “oturuyor”, ona modellik ediyordum. Mainz’lı bir şarap
tüccarının yemek salonu için sipariş verdiği Yunan mitolojisi motifli
31
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
büyük bir tabloyu yaparken, ona uzunca bir süre çıplak modellik
yaptığımı da söylemeliyim. Bunu yaparken üstadın çok övgüsünü
almıştım; çünkü ben çok hoş biriydim ve tanrılar kadar mükemmel bir
vücudum vardı. Zayıf, yumuşak ama yine de güçlü kasları olan ve pırıl
pırıl parlayan bir cilde ve kusursuz bir vücut yapısına sahiptim. Bu
modellik seansları bende tuhaf anılar bıraktı. Ama daha da eğlendirici
olan şey, benim kılıktan kılığa girebiliyor olmamdı; üstelik bu yalnızca
vaftiz babamın atölyesinde olmuyordu: vaftiz babam bize akşam
yemeğine gelirken, önden bir torba dolusu renkli kıyafet, peruk ve silah
yolluyordu ve yemekten sonra da herhalde eğlence olsun diye en çok
beğendiği kıyafetle resmimi yapmak için bunları bana tek tek
giydirtiyordu. Benim için, her türlü kılığa bürünmeye yatkın bir kafası
var, diyor ve bununla bana her şeyin çok yakıştığını, giydiğim her
kıyafetin üzerimde çok iyi durduğunu ve bana doğal bir görüntü
verdiğini söylemek istiyordu. Zira hangi kıyafeti giymiş olursam olayım
– ister kafasına çiçekten taç takmış kısa etekli Romalı bir flütçü olayım,
ister kafası tüylü şapkalı ve dantel yakalı saten gömlek giymiş İngiliz
asilzadesi bir delikanlı olayım, ister parlak bolerolu ve geniş kenarlı keçe
şapkalı İspanyol boğa güreşçisi olayım, ister başında kepi, boynunda
yaka bandı, paltosu ve tokalı ayakkabılarıyla pudralı saç döneminden
kalma genç bir peder olayım, ister kuşağını takmış, kılıcını kuşanmış
beyaz üniformalı Avusturyalı bir subay olayım, ister diz altı çorap ve
altı çivili ayakkabılar giymiş, yeşil şapkasına bir tutam dağ keçisi tüyü
takmış Alman dağ köylüsü olayım; giydiğim her kıyafet sanki benim
için öngörülmüştü ve ben bunun için yaratılmıştım; kendimi
seyrettiğim ayna da bunu bana teyit ediyordu. Evimizdeki konukların
değerlendirmesine göre de temsil ettiğim insan türünün mükemmel bir
örneğini sunuyordum. Evet, vaftiz babam benim yüzümün, giydiğim
kıyafetlerle ve taktığım peruklarla sadece toplumsal sınıflara ve
çevrelere değil, aynı zamanda kuşaklara genel bir fizyonomik özellik
vermiş olan gelmiş geçmiş bütün çağlara uyum sağladığını söylüyordu.
Ama aile dostumuzun anlattıklarına inanacak olursak, Ortaçağ’ın
32
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
bitimine doğru yaşamış bir Floransalı gibi, bir sonraki yüzyılın yarattığı
ve asil beyefendilere armağan ettiği gösterişli bukle yığını görüntümle, o
dönemin ürünü bir tablodan dışarıya fırlamış gibi görünüyordum.
Ah, bütün bunlar ne kadar da güzel anlardı! Ama ben bu güzel
anlardan sonra yine kendi benliğime bürünüp o sıradan günlük
giysilerimi giyince, içimde karşı konulmaz bir hüzün ve bir özlem
dalgası yükseliyor, sonsuz ve tarif edilemez bir can sıkıntısı bütün
ruhumu sarıyor ve bu ruh haliyle gecenin geri kalan kısmını büyük bir
moral bozukluğuyla hiç kimseyle konuşmadan geçiriyordum.
Schimmelpreester’le ilgili olarak şimdilik ancak bu kadarını
söylüyorum. Daha sonra, yorucu kariyerimin sonuna doğru, bu
mükemmel adam tekrar karşıma çıkacak ve kurtarıcı bir şekilde benim
yazgıma müdahale edecekti.
33
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
Beşinci bölüm
Eğer ruhumun derinliklerinde beni etkileyen başka gençlik anıları
arıyorsam, bizimkilerin, kendileriyle birlikte Wiesbaden’e tiyatroya
gitmeme ilk defa izin verdikleri günü anmam gerekir. Aslında burada
bir parantez açıp gençliğimi tasvir ederken, seneleri tarihsel sırasına
göre değil, istediğim gibi hareket ettiğim bu yaşam periyodunu bir
bütün olarak ele almam daha doğru olur. Vaftiz babam
Schimmelpreester’e bir Yunan tanrısı olarak modellik yaptığım sırada,
on altısında ya da on sekizindeydim; okulda çok geriden gelmeme
rağmen neredeyse bir delikanlı olmuştum. Ama benim ilk defa tiyatroya
gidişim daha önceki bir yıla, on dördüncü yaşıma rastlıyor, yani benim
bedensel ve ruhsal olarak (biraz sonra ayrıntılı olarak anlatacağım gibi)
oldukça geliştiğim ve belli şeylere ilgi duymaya başladığım hareketli bir
dönemime denk geliyor. Gerçekten de o akşamki gözlemlerim ruhumda
derin bir yer etti ve bana üzerinde düşünebileceğim sonsuz malzeme
sundu.
Daha önce Viyana kafelerinden birine gitmiştik; biz orada tatlı
punç içerken, babam da kamışla yeşil peri içmişti; bütün bunlar beni
heyecanlandırmak ve ruhumu coşturmak için çok güzel anlardı. Ancak
bir fayton bizi merakımın hedefine götürüp de pırıl pırıl parlayan localı
salon bizi içine aldığında benliğimi tümüyle saran o ateşi kim tasvir
edebilir ki! Balkonlarda göğüslerini yelpazeleyen kadınlar, onların
üzerine eğilerek sohbet eden beyler, salondaki, bizim de karıştığımız
uğuldayan kalabalık, saçlardan ve elbiselerden yükselen ve şamdan
gazlarının kokusuyla karışan parfüm kokuları, aletlerini akort eden
orkestranın çıkardığı karışık sesler, salonun tavanında ve perdenin
üstünde çıplak melek resimleri – evet, bir şelale gibi yukarıdan aşağıya
34
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
doğru süzülen pembemsi çıplak melek resimleri benim genç duyularımı
uyandırmak ve bu olağanüstü şeyleri algılamak için ne kadar da
uygundular! Yüksek ve ihtişamlı bir salonda insanların bu şekilde bir
araya gelişini o zamana kadar yalnızca kilisede görmüştüm; tiyatro,
bölümlere ayrılmış ve insanda yüce duygular uyandıran bu mekân, bana
onurlu bir iş için görevlendirilmiş seçkin insanların renkli giysileriyle,
çalınan müziğin ritmine uyarak adımlarını bir ileri bir geri hareket
ettirerek dans ettikleri, birbirleriyle konuştukları, şarkılar söyledikleri ve
davranışlarını sergiledikleri özel ve saygın bir yer olarak görünüyordu.
Söylediğim gibi, tiyatro bana gerçekten de eğlencenin kutsal mekânı,
ruhlarını coşturmak isteyen insanların, aydınlık ve mükemmellik
karşısında karanlıkta bir araya geldikleri, ağızları açık bir şekilde
gönüllerini fetheden şeyleri seyrettikleri bir yer olarak görünüyordu.
Mütevazı türden bir oyun sergileniyordu, ne yazık ki adını
unuttum ama söylenildiği gibi basit türden bir eser, bir operet
sergileniyordu. Olay Paris’te geçiyordu (bu, zavallı babamın neşesini
çok arttırmıştı); eserin merkezinde genç bir avare ya da bir elçilik
ataşesi, tiyatronun yıldızı sayılan ünlü opera şarkıcısı Müler-Rosé’nin
canlandırdığı bir çapkın ve kadın avcısı vardı.Onun adını, kendisiyle
tanışmak şerefine erişmiş olan babam sayesinde öğrendim, görüntüsü
hafızamda yaşamaya devam edecek. Artık yaşlandığını ve benim gibi
yıprandığını tahmin ediyorum; ama vaktiyle seyircileri ve beni
büyülemesi ve gözlerimizi kamaştırması karşısında ne kadar çok
etkilendiğimi hiç unutmayacağım. Gözlerimizi kamaştırmak, diyorum;
bu sözcüğün ne kadar çok anlam içerdiğini aşağıda açıklayacağım.
Şimdilik Müler-Rosé’ nin sahnedeki görüntüsünü canlı anılarımdan
hareketle tasvir etmeye çalışacağım.
Sahneye ilk çıktığında siyahlar içindeydi, buna rağmen mağrur
duruşuyla çevresine parıltı saçıyordu. Oyunun içeriğine göre,
zenginlerin eğlence dünyasında gerçekleşen bir buluşmadan dönüyordu
ve biraz sarhoştu; ancak sarhoşluğunu ölçülü sınırlar içinde tutmayı,
kendisini güzel ve asil bir şekilde göstermeyi iyi beceriyordu. Yakaları
35
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
saten kaplı siyah bir pelerin giymişti, siyah frak pantolonunun altındaki
rugan ayakkabıları dikkat çekiyordu; ayrıca beyaz parlak deri eldivenleri
vardı, zamanın askerî modasına uygun kafasına silindir şapka takmıştı,
ensesine kadar uzanan saç ayrım çizgisi şapkanın altından pırıl pırıl
parlıyordu. Görüntüsü kusursuzdu, giydiği her şey sanki ütülenmiş gibi
üstüne öylesine oturmuştu ki, bunların gerçek yaşamda bozulmadan on
beş dakika bile kalabilmesi mümkün değildi. Özellikle de alnını örten,
çapkınlara özgü biçimde yan duran silindir şapkasıyla, gerçekten de,
temsil ettiği türün düşlenen örnek görüntüsünü sunuyordu; üzerinde ne
bir toz zerreciği ne de bir kırışıklık vardı, parlak ışıkların altında
kusursuz bir tablo gibi duruyordu; bu yüce varlığın yüzü de
görüntüsüne uygundu ve balmumundan yapılmış gibiydi; uçuk pembe
renkli bu yüzü etrafı siyahlarla çevrelenmiş badem gözler, kısa ve düz
bir burun ve son derece belirgin çizilmiş mercan kırmızısı bir ağız
süslüyordu, ağzının yay şeklindeki kalkık üstdudağının üstünde sanki bir
pergelle ölçülmüş ve fırçayla çizilmiş gibi düzgün duran kabarık bir
bıyık göze çarpıyordu. Bir sarhoştan beklenmeyecek şekilde hafifçe
yalpalayarak şapkasını ve bastonunu bir hizmetliye verdi, paltosunu
çıkardı ve parlayan elmas düğmeleri, bol pilili gömleği ve frakıyla orada
öylece durdu. Berrak bir sesle konuşarak ve gülerek eldivenlerini
çıkardı; ellerinin üstü un beyazı rengindeydi ve pırlantalarla süslüydü,
içi ise yüzü gibi pembemsiydi. Sahnenin yan tarafında durup bir ataşe
ve kadın avcısı olarak hayatın eğlenceli yanlarını ve olağanüstü
hafifliğini anlatan bir şarkının ilk dizesini alçak sesle söyledi, daha sonra
kollarını mutlu bir şekilde yana doğru açarak parmaklarını şakırdatıp
dans ederek sahnenin öbür tarafına yürüdü ve orada ikinci dizeyi de
söyledikten sonra, alkışlarla geri çağrılmasını beklemek ve suflör
hücresinin önünde üçüncü dizeyi söylemek için geriye çekildi. Sonra
zarafetle ve sakin sakin olayların içine girmeye başladı. Oynanan oyun
gereğince çok zengin biriydi, bu da ona büyüleyici bir görüntü
veriyordu. Oyunun akışına göre değişik değişik kıyafetler giyiyordu:
kırmızı kemerli kar beyazı spor bir elbise, üstünde oldukça zengin
36
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
duran fantezi üniforma, karmaşık bir olayı canlandırırken insanları
gülmekten kırıp geçirdiği gökyüzü mavisi ipekten külotlar. Yürekli,
coşkulu, insanı büyüleyen serüven düşkünü bir yaşamı sergiliyordu: Kâh
bir düşesin eteğine yapışıyor, kâh iki kendini beğenmiş yosmayla
şampanyalı akşam yemeği yiyor, kâh tabancasını çekip aptal bir rakiple
düello yapmaya hazırlanıyordu. Bu tatlı yorgunluklardan hiçbiri onun
kusursuz görüntüsüne herhangi bir zarar veremiyor, pantolonunun
ütüsünü bozamıyor, parıltısını söndüremiyor, pembemsi yüzünü
kızartıp sevimsiz hale getiremiyordu. Müzikal bir eserin gerekli kıldığı
kurallar ve dramanın ciddiyeti nedeniyle hareketleri kısıtlanmış olsa da,
üstündeki bu baskıya rağmen davranışlarıyla özgür, cesur ve rahat bir
görüntü sunuyor, hiçbir şekilde umursamazlık ve sıradanlık izlenimi
vermiyordu. Bütün vücudu, tırnaklarının uçlarına varıncaya kadar
“yetenek” denilen şeyle büyülenmiş gibiydi; bu büyü, görüldüğü
kadarıyla, bize olduğu kadar ona da büyük bir haz veriyordu.
Bastonunun gümüş başlığını elinde tutuşunu ya da ellerini pantolonun
ceplerine sokuşunu görmek insanın ruhunu neşelendiriyordu; oturduğu
koltuktan kalkışını, seyircinin önünde eğilirken bir ileriye gelip bir
geriye gidişini kendisinden o kadar emin bir şekilde yapıyordu ki, bu
insana heyecan ve yaşam sevinci veriyordu. Evet, olay buydu: Müler-
Rosé, çevresine heyecan ve yaşam sevinci yayıyordu; her ne kadar bu
sözcük, tatlı acı karışımı bir kıskançlık, özlem, umut ve sevme arzusu
duygusunu daha farklı bir şekilde ifade etse de, sahnedeki bu güzellik ve
kusursuz mutluluk görüntüsü gerçekten de insanın ruhunu ateşlemeye,
onu coşturmaya yetiyordu.
Salonda birlikte oturduğumuz seyirciler genellikle orta sınıf
mensubu kadınlar ve erkeklerden oluşuyordu, bunların arasında
sekreterler, yıllık çalışan genç insanlar ve küçük kız çocukları da vardı.
Ben sahnede sunulandan inanılmayacak derecede keyif alıyordum,
oyuncunun bana yaşattığı bu zevkin ve heyecanın tüm seyirciler
üzerinde bıraktığı etkiyi ve yüzlerindeki ifadeyi kendi gözlerimle
görebilmek için merakla çevreme bakınıyordum. Onların yüzlerinde
37
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
ahmakça bir sevimlilik, dudaklarında ise kendilerini kaybetmişçesine
gülen aptalca bir ifade vardı; küçük kızların daha sevimli ve daha
heyecanlı gülmelerine karşın, hanımlar uyku rehaveti içinde esneyerek
uyuşuk ve miskin bir ruh haliyle gülüyorlardı. Erkeklere gelince;
öylesine etkilenmiş ve öylesine büyük bir keyifle seyrediyorlardı ki,
sanki rüyalarında kendi gençliklerini görüyor ve parlak kariyerli ve
başarılı oğullarını seyreden babalar gibi gözleri parlayarak izliyorlardı.
Sekreterler ve yıllık çalışan genç insanlara gelince; yukarıya doğru
kaldırdıkları yüzlerindeki her şey, gözleri, burun delikleri ve ağızları
iyice açılmış bir halde gülümseyerek izliyorlardı oyuncuyu. Eğer
külotlarımızla sahnede biz duruyor olsaydık nasıl olurdu acaba, diye
düşünüyorlardı herhalde. Kendini beğenmiş iddialı yosmalara kendi
sınıfından birilerine yaklaşır gibi ne kadar içten ve ne kadar da şehvetle
yaklaşıyordu! Müler-Rosé sahneden indiğinde, omuzlar aşağıya düşüyor
ve sanki kalabalığın içinden çok büyük bir güç uzaklaşıyordu. Yukarıya
kaldırdığı kollarıyla, ince bir sesi uzatarak zafer kazanmış bir edayla ve
koşar adımlarla, sahnenin arka tarafından öne doğru gelirken, giydikleri
saten elbiselerinin dikişlerini patlatacak kadar şişmiş kadın göğüsleri
çıkıyordu karşısına. Evet, izledikleri oyunun büyüsüne kapılan
seyirciler, kendilerini bilinçsizce ve mutlu bir şekilde, parlayan bir
ateşin içine atan gece böcekleri sürüsünü anımsatıyordu.
Babam krallar gibi eğleniyordu. Salona girerken, Fransız geleneğine
uygun olarak şapkasını ve bastonunu da yanına almıştı. Perde kapanır
kapanmaz şapkasını giydi ve bastonunu yere vurarak kopan çılgınca
alkışa eşlik etti. “C’est épatant!” dedi defalarca, yavaşça ve hayranlıkla.
Ancak oyun sona erdikten sonra, oyundan çok etkilenen ve duyguları
kabaran sekreterlerin, gecenin kahramanını taklit etmek için nasıl
yürüdüklerini, birbirleriyle nasıl konuştuklarını, kızarmış ellerini nasıl
incelediklerini ve bastonlarını nasıl tuttuklarını gördükten sonra, babam
bana şöyle dedi: “Benimle gel, onun yanına gidip elini sıkalım. Müler-
Rosé ve ben ne de olsa dost sayılırız! Beni görmekten çok mutlu
olacaktır. Babam bizim ailenin hanımlarına ön salonda beklemeleri
38
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
talimatını verdikten sonra, biz Müler-Rosé’yi kutlamak için onun
bulunduğu yere doğru yöneldik.
Yürüdüğümüz yol bizi sahnenin hemen yanında bulunan ve bu
arada karanlığa gömülmüş olan müdür locasına götürdü, oradan da dar
bir demir kapıdan geçerek kulislerin arkasına ulaştık. Sahnenin yarı
karanlığı, ortalığı toplayan işçilerin siluetleriyle tam bir hayalet
görüntüsü uyandırıyordu. Oyunda bir asansör görevlisini canlandıran
kırmızı üniformalı narin yapılı bir kız, omuzlarını duvara dayamış, derin
derin düşünürken, babam şaka olsun diye onun en kabarık yerinden
şöyle bir makas aldı ve ona aradığımız vestiyerin yerini sordu, bunun
üzerine o da bize canı istemeye istemeye gitmemiz gereken yönü işaret
etti. Gaz lambalarının aydınlattığı badanalı bir koridoru boydan boya
geçtik. Koridora açılan kapılardan küfür, kahkaha ve sohbet sesleri
duyuluyordu; neşeli neşeli gülümseyen babam, parmağıyla işaret ederek
bu yaşam biçimine dikkatimi çekti. Ama biz, koridorun alt tarafındaki
dar bölümde bulunan kapıya doğru yürümeye devam ettik ve oraya
varınca, babam ayak bileklerine kadar eğilip içeriye kulak kabarttıktan
sonra kapıyı vurdu. İçeriden yanıt verildi: “Kim o?” ya da, “Ne var, kör
olası!” Bu kaba seslenişin nedenini kesin olarak hatırlamıyorum. “İçeri
girebilir miyiz?” diye sordu babam; ama içeriden gelen yanıt, bu
kâğıtlara dökülebilecek türden değildi. Babam sessizce ve mahcup bir
biçimde gülümseyerek devam etti: “Müler, benim – Krull, Engelbert
Krull. Elinizi sıkıp sizi kutlamak istiyorduk, izin var mı?” Bunun üzerine
içerideki güldü ve şöyle dedi: “Ah, sensin demek, kart horoz! Eğlenceyi
de hiç kaçırmazsın!” Biz kapının eşiğinde beklerken, “Eğer çıplak
vücudum sizi rahatsız etmeyecekse, buyurun,” dedi. İçeri girdik ancak
karşılaştığımız manzara, bir oğlan çocuğunun hayatı boyunca hiç
unutamayacağı iğrenç bir manzaraydı.
Müler-Rosé kirli bir masada, her tarafı lekeli ve tozlu bir aynanın
karşısında oturuyordu, üstünde triko kumaştan gri bir külot dışında
hiçbir şey yoktu. Kollarına kolluk takmış bir adam, elindeki havluyla
kan ter içinde kalmış şarkıcının sırtını kuruluyordu, bu sırada o da kalın
39
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
bir tabaka halinde yüzüne ve boynuna sürdüğü merhemi, renkli yağdan
kaskatı olmuş bir başka havluyla temizlemeye çalışıyordu. Yüzünün
yarısı hâlâ o mükemmel pembe tabakayla kaplıydı; biraz önce balmumu
gibi parlayan çehresi, şimdi boyalardan arınmış, peynir gibi solgun
yüzünün öteki yarısının yanında, kırmızı sarı renkli haliyle komik bir
görüntü sunuyordu. Oyunda ataşe olarak taktığı saç ayrım çizgili,
kestane rengi peruğunu çıkardığı için kızıl saçlı olduğunu fark ettim.
Gözlerinden birinin kenarları hâlâ siyah boyalıydı, metal gibi parlayan
siyah tozlar kirpiklerinin arasına yapışmıştı, bu arada öteki gözünün
çevresi boyalardan temizlenmiş ve biraz sulanmıştı, ovulmaktan tahriş
olduğu için ziyaretçilerine gözlerini kırpıştırarak bakıyordu. Eğer Müler-
Rosé’nin göğsü, omuzları, sırtı ve kolları sivilcelerle kaplı olmasaydı,
herhalde bütün bunlara katlanılırdı. Uçları iltihaplı, insanda tiksinti
uyandıran kırmızı kırmızı sivilceleri vardı ve kısmen de kanıyorlardı.
Bunları düşündüğümde, bugün bile ürpermekten kendimi alamıyorum.
Belirtmek isterim ki, hırsımız ne kadar çok artarsa iğrenme yeteneğimiz
de o kadar çok büyüyor. Bu, şu anlama geliyor: Aslında dünyaya ve
dünyanın sunduklarına ne kadar içten bağlanıyorsak, iğrenme
yeteneğimiz o kadar büyüyor. Soğuk ve sevgisiz doğaya sahip bir insan,
hiçbir zaman benim ilk tiyatro ziyaretimdeki gibi iğrenip böylesine
sarsılamaz. Demir döküm bir sobayla aşırı derecede ısıtılmış odayı,
çanaklar, tavalar ve masayı kaplayan renkli yağ çubuklarının buharları
ve ter kokusuyla iyice ağırlaşmış bir hava doldurmuştu; öyle ki ilk
başlarda midem bulanmadan burada bir dakika bile kalamayacağımı
düşündüm.
Ama yine de ayakta durmuş, etrafıma bakınıyordum. Müler-
Rosé’nin giyinme odasına yaptığımız ziyaretle ilgili olarak ekleyecek
daha fazla bir şey yok. Evet, anılarımı öncelikle kendimi eğlendirmek
için değil de, daha çok seyirciyi eğlendirmek için yazmış olsaydım, bu
ilk tiyatro ziyaretimi böylesine ayrıntılı anlattığım için kendimi
eleştirmeliydim. Gerilimleri ve ölçütleri dikkate almıyorum; bu
değerleri hayal dünyalarında yarattıkları konulardan görülmeye değer
40
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
düzgün sanat eserleri üretmeye çalışan yazarlara bırakıyorum; bense
burada yalnızca kendi tuhaf yaşamımı anlatıyorum ve elimdeki bu
malzemeyi canımın istediği gibi kullanıyorum. Kendim ve dünya
hakkında edindiğim aydınlatıcı bilgiler için borçlu olduğum
deneyimlerimi ve karşılaştığım olayları anlatırken, uzun uzun
açıklamalarda bulunuyorum ve her ayrıntıyı özellikle öne çıkarıyorum,
benim için fazla anlam ifade etmeyen şeyleri ise üstünkörü anlatıyorum.
Müler-Rosé ve zavallı babamın o zaman yaptıkları sohbet
hafızamdan neredeyse tamamen silinmişti, bu belki de o sırada ona
kulak kesilecek vaktim olmadığı içindi. Zira duyularla beynimize iletilen
hareket, sözcüğün beyinde ürettiği hareketten kuşkusuz çok daha
güçlüdür. Seyircilerin çılgınca alkışları şarkıcının başarısını teyit etmiş
olsa da, onun sürekli beğenilip beğenilmediğini, beğenildiyse ne ölçüde
beğenildiğini sorduğunu hatırlıyorum; onun huzursuzluğunu nasıl
anlamazdım ki! Ayrıca aklımda kaldığına göre, konuşma aralarına bazı
müstehcen espriler de serpiştiriyordu; örneğin babam ona herhangi bir
konuda sataşınca: “Çenenizi kapayın!” diyor ve hemen arkasından, “Ya
da patilerinizi daha lezzetli bir şey için saklayın!” diye ekliyordu. Ama
ben onun zihninin ürettiği bu veya diğer sözleri, dediğim gibi, yarım
kulakla dinliyordum; çünkü o sırada tamamen duyularımın karşılaştığı
şeyleri içselleştirmeye çalışıyordum.
Bu yarı karanlık kalabalığın –o zamanlar düşüncelerim aşağı yukarı
böyleydi– biraz önce imrenerek seyrettiği ve yerinde olmak istedikleri
gönül hırsızı, işte yüzü gözü boya bulaşığı, cüzamlı gibi görünen bu
adamdı! Görüntüsüyle insanda tiksinti uyandıran bu zavallı ve günahkâr
adam, mutlu kelebeğin ta kendisiydi; biraz önce ona bakan binlerce göz
güzelliğin, hafiflemenin ve mükemmelliğin gerçekleştiğini sanarak nasıl
da aldanmışlardı! Akşam olup vakitleri gelince, masallardaki gibi ışıl ışıl
parlayan o tiksindirici yumuşakçalardan biri değil miydi o? Ama belli
bir yaşam deneyimine sahip bu yetişkin insanlar, kendilerini onun
büyüsüne nasıl kaptırırlar? Aldatıldıklarını bilmeleri gerekmez mi?
Yoksa bu insanlar sanki aralarında söz birliği etmişler gibi bu aldatmayı
41
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
bir kandırmaca olarak görmüyorlar mıydı? Sonuncusu bana daha olası
gibi geliyor; zira etraflıca düşünülürse, ateşböceği kendisini gerçek
biçimiyle ne zaman gösterir? Yaz gecelerinde şiirsel bir kıvılcım olarak
uçuşurken mi yoksa avucumuzun içinde kıvrılan basit ve iğrenç bir
yaratık olunca mı? Hangisi olduğuna karar vermekten sakının! En iyisi,
biraz önce gördüğünüzü sandığınız resmi yeniden gözünüzün önüne
getirin: Kendilerini sessizce ve çılgınca ateşin içine atan o zavallı güve ve
sivrisinek sürüsüne bakın! Onların kandırılmaya isteyerek izin vermeleri
ne büyük birliktelik! Görüldüğü gibi burada Müler-Rosé’nin yetenekleri
için Tanrı’nın onun doğasına taşıdığı bir gereklilik söz konusudur. Onun
yaşamını sürdürülebilmesi için kuşkusuz vazgeçilmez bir kuruluş var
karşımızda ve bu adam bu kuruluşa hizmet etmek için
görevlendirilmiştir ve ona bu kuruluş tarafından maaş ödenmektedir.
Bugün gördüğümüz gibi, her gün ortaya koyduğu başarı için ona ne
kadar hayranlık duyulsa azdır! Müler-Rosé’nin, yüzündeki iğrenç
sivilcelerin bilincinde olmasına rağmen, onları gizleyerek seyircinin
karşısına çıkıp insanların başını döndürecek kadar kendinden emin bir
şekilde hareket ettiğini duyumsayın ve iğrenme duygunuza hâkim olun!
Doğal olarak ışık, renkli kremler, müzik ve sahne ile seyirci arasındaki
mesafe de bu görkemli kalabalığın gönüllerinde canlandırdığı
mükemmelliği onun kişiliğinde görmelerine ve sonsuzca duygulanıp
neşelenmelerine yardımcı oluyor!
Biraz daha fazla şey duyumsayın! Bu şımarık ve düzeysiz adamın
her akşam kendi kişiliğini doğaüstü bir varlık olarak sunmasını sağlayan
şey neydi, bunu kendinize bir sorun bakalım! Biraz önce parmak
uçlarına varıncaya kadar bütün vücudunu etkisi altına alan bu sanatsal
büyünün gizli kaynağı neydi, bir sorun bakalım kendinize! Buna yanıt
verebilmek için (aslında siz bunların ne olduğunu çok iyi biliyorsunuz!)
ateşböceğine ışık saçmayı öğreten şeyin, sözcüklerle ifade edilemeyecek
kadar tatlı ve adı konulmayan bir güç olduğunu anımsamanız yeterli.
Ama şuna dikkat edin, insan beğenilmeye doyamaz! Müler-Rosé’nin
sanatsal yeteneğini geliştirmesini ve pekiştirmesini sağlayan şey, onun
42
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
eğlenceye susamış bu seyirci kitlesine yürekten duyduğu bağlılık ve
onlarla birlikte olma dürtüsüdür; eğer o, seyirciye yaşam sevinci
sunuyorsa, onlar da onu alkışa boğuyorlarsa, onların birbirlerini karşılıklı
olarak tatmin etmesi, sanatçı ve seyirci tutkusunun bir araya gelmesi
demek değil midir?
43
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
Altıncı bölüm
Yukarıdaki satırlar ana hatlarıyla benim Müler-Rosé’nin giyinme
odasında aklımdan geçirdiğim ateşli düşüncelerimi yansıtıyor, bundan
sonraki günlerde ve hatta haftalarda da düşüncelerim hep onun giyinme
odasına odaklanıyordu; hep onu düşünüyor ve ondan bir türlü
uzaklaşamıyordum. Bu içsel araştırmaların meyvesi her zaman derinden
bir etkilenme, özlem, umut, duygu sarhoşluğu ve sevinç oldu; o
zamanlar benliğimi bütünüyle saran bu duygular o kadar büyüktü ki,
bugün bile aşırı yorgunluğuma rağmen onları anımsamam, kalbimin küt
küt atmasına yetiyor. Evet, o zamanlar içimdeki bu duygu o kadar
güçlüydü ki, bazen göğsümü patlatacak gibi oluyor, hatta belli ölçüde
beni hasta ediyor ve okulu kırmam için fırsat da yaratıyordu.
Düşmanlık beslediğim bu eğitim kurumuna karşı giderek artan
nefretimin nedenini burada açıklamayı gerekli görmüfunduszeue.infoşamımı
sürdürebilmemin tek koşulu, ruhumun ve hayal gücümün bağımsız
oluşudur; öyle ki hapishanede geçirdiğim uzun yılları anımsamam,
kentimizin aşağı tarafında bulunan kireç beyazı kutu gibi evimizde
hâkim olan sözümona saygın disiplin anlayışı, çocuksu ruhumu baskı
altında tutan esaret ve korku sarmalını düşünmekten daha az
duygulandırmıyor beni. Nedenlerini daha önce yazdığım sayfalardan
birinde açıkladığım gibi, bir de üstüne üstlük yalnızlığımı hesaba
katacak olursam, okulu yalnızca pazar ve tatil günlerinde değil, öteki
günlerde de kırmak istememe şaşırmamak gerekir.
Bu arada uzun uğraşlardan sonra babamın imzasını taklit etmemin
bana çok ama çok yararı oldu. Bir baba, kendini eğiten ve yetişkinler
dünyasına girmeye çalışan bir oğlan çocuğunun doğal olarak örnek
alacağı en yakın kişidir. Kendi beceriksizliği ve yeteneksizliği yüzünden
44
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
babasına hayranlık duymak zorunda kalan yeniyetme bir oğlan çocuğu,
babasıyla olan gizemli yakınlığı ve benzerliği sayesinde onun
davranışlarını gururla kendisine örnek alır. Ya da, daha doğru ifade
etmek gerekirse, kalıtımsal olarak içimizde şekillenen, bizi yarı bilinçli
bir şekilde öğrenmeye ve uygulamaya götüren şey, işte ona
duyduğumuz bu hayranlıktır.O zamanlar kargacık burgacık yazılarımı
arduvaz bir plaka üzerine kazırken, çelik uçlu kalemi babam gibi hızlı
ve yoğun bir şekilde kullanabilmeyi düşlüyordum hep; daha sonraları,
babamın zarif bir şekilde tuttuğu gibi kalemin sapını parmaklarımla sıkı
sıkı kavrayıp onun yazısını taklit edebilmek için ne kadar da çok kâğıt
harcamıştım! Bu iş hiç de zor değildi; çünkü zavallı babamın elyazısı
aslında bir çocuk yazısı gibiydi, yazmaya yeni başlayan çocuklar gibi
yazıyordu ve yazdıklarını da tamamlamıyordu, harfler çok küçüktü ve
benim başka hiçbir yerde görmediğim biçimde uzun ve ince çizgilerle
enine doğru genişliyordu; herkesi şaşırtacak biçimde ve çabucak taklit
etmeyi başardığım bir yazı biçimi. Metindeki sivri gotik harflerin aksine,
Latince yazı özelliği gösteren “E. Krull” imzasına gelince; bir bulut
kümesini anımsatan süslü püslü kıvrımlardan oluşuyordu ve ilk bakışta
taklit edilmesi zor gibi görünüyordu; ama benim zavallı babam imzasını
o kadar aptalca atıyordu ki, ben onu her zaman neredeyse mükemmele
yakın bir başarıyla taklit edebiliyordum. Zira E harfinin alt yarısının
sağa doğru yaptığı geniş çıkıntının içine soyadın kısa hecesi temiz bir
şekilde yerleştirilmişti. Ancak E harfinin yukarıdan aşağıya doğru inen
alt yarısının çıkıntı şeklindeki geniş kıvrımını iki defa kesen başka bir
geniş kıvrım daha vardı ki, bu da U harfinin sağ alt yanından dışarıya
doğru taşan kancadan başlayarak bütün hepsini ön taraftan çevreleyip
ilki gibi yine aynı şekilde süslü bir S biçiminde aşağıya doğru iniyordu.
Babamın yazısı enine doğru yayılmayıp boyuna doğru yükseliyordu,
fazla süslüydü ve öylesine çocuksu bir tarzdaydı ki, taklit edilmesi çok
kolaydı. Babam bile benim onun yerine yazdığım ve imzaladığım
dilekçeleri kendi elinden çıkmış sanıyordu. “Oğlum Felix’in, ayın
yedisinde korkunç bir mide ağrısı nedeniyle okula gelemediğini derin
45
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
üzüntüyle bildiririm – E. Krull,” diye yazıyordum. Bir başka dilekçemde
de şöyle yazıyordum: “Dişetindeki iltihaplı bir şişkinlikten dolayı ve de
sağ kolu burkulduğu için Felix, tarihleri arasında evden dışarı
çıkamamış ve derslerine katılamamıştır. Derin bir üzüntüyle arz ederim
– E. Krull.” Bu yapıldı mı, bir ya da birkaç gün boyunca ders saatleri
sırasında güzel kentimizin çevresinde özgürce dolaşmaktan, yemyeşil
çayırların ve çimenlerin üstüne uzanıp hışırdayan yaprakların gölgesinde
düşüncelere dalıp genç kalbimin sesini dinlemekten, Rhein Nehri’ne
doğru uzanan, eskiden başpiskoposun oturduğu şatonun muhteşem
duvarları arasında düşlere dalmaktan ya da sert geçen kış mevsiminde,
vaftiz babam Schimmelpreester’in atölyesine sığınmaktan beni hiçbir
şey alıkoyamıyordu; gerçi vaftiz babam pratik zekâmdan dolayı bana sık
sık küfürlü adlar takıyordu ancak bunu okul yönetimine sunduğum
gerekçeleri takdir ettiğini gösteren bir vurguyla yapıyordu.
Ancak ara sıra, okul olduğu günlerde hastayım diye evde kalıp
yatakta yattığım da pek nadir değildi; daha önce de anlatmaya çalıştığım
gibi, okulu kırmak için çok haklı gerekçelerim vardı. Kendi kuramıma
göre, temeli yüce bir gerçeğe dayanmayan her türlü aldatma, basit ve
aptalca bir yalandan başka bir şey değildir ve onunla karşılaşan ilk kişi
tarafından hemen fark edilir. Ancak aldatmanın başarılı olma ve insanlar
arasında kalıcı bir etki bırakma şansı her zaman vardır ve bu kesinlikle
aldatma değildir, aksine gerçekler dünyasına giren doğrunun, çevre
tarafından tanınıp sayılması için ihtiyaç duyduğu bazı nesnesel
özelliklerin biçimlenmesidir. Kolayca atlatılabilen çocuk hastalıkları
dışında ciddi bir sağlık sorunu yaşamayan bir oğlan çocuğu olarak sabah
kalkıp beni korkutan sıkıcı günü evde hasta olarak geçirmeye karar
verdiğimde, kuşkusuz öyle sıradan bir hasta numarası da yapmıyordum.
Zihnimde canlandırdığım despot yöneticileri etkisiz kılacak bir güce
sahip olduğuma göre, bu zahmete neden katlanacaktım ki? Hayır, belli
düşüncelerin ürünü olarak o zamanlar doğamı altüst eden, neredeyse
acılar içinde kıvrandıran bir şişkinlik ve gerilme hali ve günlük angarya
işlerin getirdiği sürtüşmelerden duyduğum nefret, öyle bir ortam
46
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
oluşturuyordu ki yaptığım numaralar son derece inandırıcı bir nitelik
kazanıyordu; bu da ister istemez aile doktorumuzu ve ev halkını
kaygılandırıyor ve bana ihtimam göstermelerini gerekli kılıyordu.
O günün yalnızca kendime ve özgürlüğüme ait olmasına karar
vermem, dakikaların ilerlemesiyle değiştirilemez bir zorunluluk haline
geldiğinden, içinde bulunduğum durumu beni seyredenlerden çok,
öncelikle kendim için sunmaya başladım. Yataktan kalkma saati bilerek
kaçırılmış oluyordu, yemek odasında hizmetçi kızın hazırladığı kahvaltı
soğuyordu, küçük kentimizin ruhsuz gençliği sallana sallana okula
gidiyordu, günlük yaşam başlamıştı ve benim tek başıma ve kendi
kararımla günün baskıcı düzeninden kurtulmam kesinleşmiş oluyordu.
Durumumun cüretkârlığı, kalbimi ve midemi korkuyla karışık bir
heyecanla dolduruyordu. Tırnaklarımın morarmaya başladığını
görüyordum. Belki de bugünün sabahında hava soğuktu ve yorganı
üstümden atarak vücudumu birkaç dakikalığına odanın ısısına bırakmak
ve dişlerimi zangır zangır titreten etkili bir sıtma nöbeti yaratmak için,
kendimi biraz bırakıp geriliyordum, bu da evde kalmam için yeterli
oluyordu. Bu söylediklerim, benim marazlı ve bakımına özen
gösterilmesi gereken bir yapıya sahip olduğumu doğruluyordu; öyle ki
yaşamımın ortaya koyduğu gibi, başkalarını etkileme yeteneğim kendi
kendimi aşmamın önemli bir ürünüydü, hatta ahlaki bir başarı olarak
her türlü saygıya layıktı. Eğer farklı bir doğaya sahip olsaydım, o zaman
inandırıcı bir hasta görüntüsü vermem ve buna etrafımdakileri inandırıp
bana karşı insanca davranmalarını sağlamak için vücudumu gevşetmem
ve ruhumu sakinleştirmem mümkün olmazdı. İri ve kaba yapılı biri
böylesine inandırıcı hastalık numarası yapmayı pek beceremezdi
sanırım. Ancak şu deyimi burada yine kullanmak istiyorum, narin yapılı
biri gerçek anlamda hasta olmadan da acılara aşina olmayı ve çektiği
acıların emarelerini içinde özümsemeyi bilir. Gözlerimi kapıyordum ve
soran ve yakınan bir ifadeyle yeniden açıyordum. Aynaya bakmadan da,
saçlarımın uyumaktan karmakarışık olduğunu, tel tel alnımın üstüne
düştüğünü ve o ânın getirdiği gerilim ve heyecanın yüzümü solgun
47
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
gösterdiğini biliyordum. Yüzümün çökmüş görünmesi için de kendi
kendime bulduğum ve denediğim bir yöntemi uyguluyordum: buna
göre yanaklarımın içindeki etleri hafifçe ve neredeyse belli etmeden
dişlerimle kıstırıyordum; öyle ki yanaklarımda bir boşluk, çenemde bir
uzama oluşuyor, bir gecede erimiş ve süzülmüş bir görüntü
kazanıyordum. Burun kanatlarımdaki titremenin ve göz kenarlarındaki
kasların sıkça ve acı vererek kasılmasının da bunda payı vardı kuşkusuz.
Tırnakları morarmış parmaklarımı göğsümün üstünde kenetliyordum ve
böylece yıkanma leğenimin yanında, bir sandalyenin üstünde oturarak
ve arada sırada dişlerimi birbirine vurarak durumumu fark edecekleri
ânı bekliyordum.
Bu biraz geç gerçekleşiyordu; çünkü annemle babam sabah
uykusunu seviyorlardı ve benim evden çıkmadığım anlaşılıncaya kadar
iki ya da üç ders saati geçmiş olurdu. Sonra annem merdivenden yukarı
çıkıp odama girer ve hasta olup olmadığımı sorardı. Sanki onu
tanımakta zorlanıyormuşum gibi gözlerimi iyice açarak tuhaf tuhaf
yüzüne bakar ya da ne demek istediğini anlamıyormuşum gibi
davranırdım. Sorusunu, evet onun sorusunu sanırım hastayım, diye
yanıtlıyordum. Annem, neyim olduğunu sorunca, “Başım tüm
uzuvlarım ağrıyor Neden böyle üşüyorum ben?” diye ölgün bir sesle,
uyuşmuş dudaklarla ve acılar içinde kıvranıyormuşum gibi, kendimi bir
taraftan diğer tarafa atarak yanıt veriyordum ona. Annem yüzüme
bakıp halime acıyordu. Aslında çektiğim acıları pek de ciddiye aldığını
sanmıyorum; ancak anne duyarlılığı aklının önüne geçtiği için
oynadığım oyunun dışında kalmaya gönlü razı olmuyordu, aksine
tiyatroda olduğu gibi benim oynadığım oyuna yardımcı oyuncu olarak
katılıyordu. İşaretparmağını yanağına dayayıp kaygıyla başını sallayarak,
“Ah, zavallı çocuk,” diyordu. “Hiç mi bir şey yemek istemiyorsun?”
Titreyerek çenemi göğsümün üstüne bastırıp hiçbir şey istemediğimi
söylüyordum. Davranışlarımın tutarlılığı ve belli bir sırayı takip etmesi
yavaş yavaş annemin aklını başına getirmişe benziyordu; derin bir
kuşkuya düşüyor ve deyim yerindeyse, yanılsamanın verdiği hazdan
48
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
kendisini çekip çıkarıyordu; çünkü böyle bir şey yüzünden bir insanın
yiyip içmekten kesilmesi, onun anlama yetisinin sınırlarını aşıyordu.
Gerçeği sınamak için birinin yüzüne nasıl bakılırsa, annem de benim
yüzüme beni sınar gibi bakıyordu. Ancak annem tarafsız gözlemle bu
noktaya ulaştığında, onu içsel bir karara zorlamak için sanatımın en
zahmetli ve en etkileyici yanını konuşturuyordum. Aniden yatağımda
doğruluyordum, titreyen ve hızlı hareketlerle yıkanma leğenini yanıma
çekiyor ve bütün vücudum korkunç biçimde titreyip kasılırken,
kıvranarak kendimi leğenin üstüne atıyordum, öyle ki görünüşüme
bakıp da çektiğim büyük ıstıraptan etkilenmemesi için insanın taş kalpli
olması gerekirdi. Ekşimiş ve perişan haldeki yüzümü leğenin üstünden
arada bir kaldırıp derin derin soluyarak, “İçimde hiçbir şey kalmadı ki”
diyordum. “Gece hepsini çıkardım” Daha sonra nefes alıp vermemi
engelleyen asıl krize, uzun süren o korkunç boğulma krampı krizine
tutulmaya karar veriyordum. Annem başımı tutup beni kendime
getirmek için kaygılı bir ses tonuyla tekrar tekrar adımı söylüyordu.
Kollarım ve bacaklarımdaki kasılmalar çözülmeye başlayınca, çok
etkilenmiş bir şekilde, “Dr. Düsing’e haber gönderiyorum!” diyerek
dışarı koşuyordu. Tabii ben de bitkin bir halde ama tarif edilemez bir
sevinç ve tatmin duygusuyla yastıklara gömülüyordum.
Böyle bir sahneyi gözümün önünde ne kadar sık canlandırmış ve
gerçeğe dönüştürme yürekliliğini göstermeden önce zihnimde ne kadar
çok provasını yapmıştım! İnsanlar beni anlar mı bilmiyorum ama bu
sahneyi uygulamaya koyduktan ve büyük bir başarı kazandıktan sonra,
mutluluktan uçuyor ve düş gördüğümü sanıyordum. Herkes bunu
yapamaz; düşler ama yapamaz. Ya başıma korkunç bir şey gelirse, diye
düşünür insan. Eğer bayılıp yere yığılırsan, ağzından kan gelir ve
vücuduna giren kramplar seni kıvrandırırsa, o zaman insanların katı
yürekliliği ve umursamazlığı birdenbire yoğun bir ilgiye, kaygıya ve geç
kalmış bir pişmanlığa dönüşebilir! Ancak insan vücudu sağlamdır ve
doğası gereği dayanıklıdır. Eğer insan ruhu şefkate ve özenli bir bakıma
özlem duyarsa, buna dayanır ve çektiği acıları gözler önüne serme ve
49
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
vicdanlara baskı yapma fırsatı veren dramatik görüntüler sergilemez.
İşte ben şimdi bu görüntüleri sergiliyordum, kendi katkım olmadan da
gösterecekleri etkiyi sağlamıştım. Ben doğayı düzeltmiştim, bir düşü
gerçekleştirmiştim. Kim cesaretini toplayıp hiçlikten, nesnelerin salt
içsel bilgisinden ve canlılığından, kısacası, hayal gücünden etkili bir
gerçeklik yaratabiliyorsa, o zaman oynadığım bu oyundan yorgun düşüp
büyüleyici ve düşsel bir mutlulukla dinlendiğimi de anlar.
Bir saat sonra sağlık müşaviri Düsing geliyordu. Düsing, benim
doğumumu yaptırmış olan yaşlı doktor Mecum öldüğünden beri aile
doktorumuzdu; uzun boyluydu, öne doğru eğik sevimsiz bir duruşu ve
yukarıya doğru kalkık, eşek kırı rengi saçları vardı. Başparmağı ve
işaretparmağıyla sürekli uzun burnunu sıvazlıyor, iri ve kemikli ellerini
ovuşturuyordu. Bu adam benim için tehlikeli olabilirdi – hekimlik
yetenekleri dolayısıyla değil; sanırım bu konuda pek de yetenekli değildi
(aslında büyük bir bilim aşkıyla kendini mesleğine adamış bir hekimi
aldatmak çok kolaydır) ama başkalarının güdümünde hareket edenlerde
olduğu gibi bütün yeteneği yaşam deneyiminde gizliydi. Kalın kafalı ve
hırslı biri olarak Asklepios’un bu onursuz havarisi kişisel ilişkileri, şarap
evi dostlukları ve koruyucu tutumu sayesinde sağlık işleri müşaviri
unvanını ele geçirmişti ve görevli olarak sık sık gittiği Wiesbaden’deki
resmî dairelerde başka ödüller ve çıkarlar elde etmeye çalışıyordu.
Dikkat çekici olan bir başka şey de, kendi gözlerimle de gördüğüm gibi,
hasta kabul odasında düzen ve sıra takibine önem vermeyip, varlıklı ve
hatırı sayılır hastaları, uzunca bir süredir bekleyen sıradan hastaların
önüne almasıydı; yine aynı şekilde iyi bir iş sahibi olan ve toplum içinde
etkin bir konumda bulunan hastaların şikâyetlerine aşırı bir ciddiyet ve
duyarlılık gösterirken, gelir düzeyi düşük ve yoksul hastalara sert ve
şüpheci bir tavırla yaklaşıyor, hatta onların şikâyetlerini yersiz bularak
reddediyordu. Eğer hükümet makamlarının gözüne gireceğine ya da
kendisini iktidar partisinin hararetli bir taraftarı olarak göstereceğine
inanmış olsaydı, sanırım herkese yalancı tanıklık etmeye, her türlü
ahlaksızlığa ve aldatmaya hazır olurdu; çünkü onun bu özelliği yüce
50
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
yeteneklerden yoksun biri olmasına rağmen ulaşmaya çalıştığı o aşağılık
gerçeklik anlayışına çok uyuyordu. Ama benim zavallı babam, kuşku
uyandıran işine rağmen sanayici ve vergi mükellefi olarak kentin saygın
insanlarından sayıldığından, sağlık işleri müşavirinin aile doktorumuz
olarak bize karşı belli bir sorumluluğu bulunuyordu; bu sefil adam
rüşvet almayı öğrenmek için her fırsatı değerlendirdiğinden, benim
sergilediğim oyuna katılması gerektiğine inanıyordu.
Ne zaman, “Ay, ay, ne yapalım şimdi?” ya da, “Ne biçim iş bu?”
gibi alışılmış doktor amca söylemleriyle yatağıma yaklaşıp yanıma
otursa ve beni biraz süzüp sağlığımla ilgili sorular sorsa, yüzüme bakıp
susmasıyla, gülümsemesiyle ve göz kırpmasıyla beni kendisine karşılık
vermeye teşvik ediyordu ve ben, onun hep söylediği gibi, “okul hastası”
olduğumu rahatlıkla itiraf edebilirdim. Ancak bu konuda ona hiçbir
şekilde yardımcı olmuyordum. Beni bundan alıkoyan şey, dikkatli
olmaktan çok (aslında ona güvenebilirdim) gururum ve onu
aşağısamamdı. Onun benimle bir anlaşmaya varmak için gösterdiği
çabalar karşısında gözlerim daha bulanık ve daha şaşkın bir ifadeyle
bakıyordu, yanaklarım daha çok içine çöküyor, dudaklarım daha çok
aşağıya sarkıyor, nefes alıp vermelerim daha zorlaşıyor ve kısalıyordu;
inanması için kusma krizi numarası yaparak Dr. Düsing’in çabalarına
hiç yardımcı olmuyor, yüzüne boş boş bakarak tanı koymasına fırsat
vermiyordum, öyle ki sonunda yenilgiyi kabul edip yaşam deneyimini
bir kenara bırakarak benim bu durumuma bilimin yardımıyla yaklaşmak
zorunda kalıyordu.
Bu onu çok kızdırıyor olmalıydı; birincisi aptallığı yüzünden
kızıyordu kendisine, ikincisi ise benim sunduğum hastalık tablosu
gerçekten çok genel ve tanı konulamaz türdendi. Sırtımı ve göğsümü
dinliyor, parmaklarıyla her tarafıma defalarca vurup yokluyor, bir çorba
kaşığının sapını boğazıma sokup dilimin üstüne bastırıyor,
termometreyle canımı acıtarak ateşimi ölçüyor ve daha sonra iyi ya da
kötü bir şeyler söylemek zorunda kalıyordu. “Migren,” dedi. “Ama
kaygılanmaya gerek funduszeue.infoç dostumuzun buna meyilli olduğunu
51
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
biliyoruz. Maalesef midesi pek de az hasar görmemiş. Öncelikle yatak
istirahati öneriyorum; ziyaretine gelen olmasın, fazla konuşmasın ve en
iyisi odasını da karartın. Daha önce verdiğim limon asitli kafein etkisini
iyi gösterdi. Şimdi size şunu yazıyorum” Küçük kentimizde ne zaman
birkaç grip vakasına rastlansa, bizimki hemen teşhisini koyuyordu:
“Grip, çok sevgili Frau Krull, gastritle birlikte seyreden bir grip salgını.
Demek sonunda bizim küçük dostumuzu da yakaladı! Solunum yolları
enfeksiyonu henüz tehlikeli boyutta değil ama iltihaplanma var.
Sanırım öksürüyorsunuz da, öyle değil mi dostum? Günün ilerleyen
saatlerinde daha da yükseleceğini düşündüğüm bir ateş durumu da söz
konusu. Ayrıca nabız dikkat çekici bir biçimde hızlı ve düzensiz atıyor.”
Yaratıcılıktan yoksun bir hekim olarak bana eczanede satılan acı tatlı bir
kuvvet şarabı yazdı, bu durum benim çok hoşuma gitmişti, içtiğim
şarap kazandığım bunca uğraştan sonra beni sakin, sıcak ve huzurlu bir
havaya sokmuştu.
Hekimlik mesleğini icra edenlerin sayılarının çokluğuna
bakıldığında, bunların çoğunun boş kafalı ve sıradan insanlar oldukları,
olmayan bir şeyi görmeye ve var olanı inkâr etmeye hazır oldukları
söylenebilir; bu özellikleriyle bir istisna yapıp diğer meslek gruplarından
ayrılmazlar. Hekimlik eğitimi görmemiş ama insan vücudunu iyi bilen
ve ona âşık olan herkes, bedeninin hassas sırlarının üstesinden gelmeyi
bilir ve onu parmağında istediği gibi oynatır. Konulan solunum yolları
enfeksiyonu teşhisini ben öngörmemiştim ve bu, hiçbir şekilde
sergilediğim oyunun bir parçası da değildi. Ancak sağlık işleri
müşavirinin koyduğu “okul hastası” teşhisini çürüttüğüm için, gribe
yakalandığımı söylemekten başka çaresi kalmıyordu; teşhisini haklı
kılmak için boğazımın gıcıklanmasını ve öksürme ihtiyacı duymamı
istedi, üstelik hiç de doğru olmadığı halde bademciklerimin şiştiğini
iddia ediyordu. Ateşimin yükselmesiyle ilgili teşhisinde kuşkusuz
haklıydı ancak klinik bulgusuna bakıldığında, okulda öğrendikleri onu
yalancı durumuna sokuyordu. Tıp bilimi, ateşin bir virüsün kanı
zehirlemesiyle ortaya çıktığını, başka bedensel nedenlerden dolayı
52
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
yükselemeyeceğini öngörür. Bu çok gülünç. Okurun bu konuda ikna
olması gerekir; sağlık müşaviri Düsing beni muayene ettiğinde, gerçek
anlamda hasta değildim, bu konuda okura şeref sözü verebilirim. O
ânın verdiği heyecan ve benim maceracı irademin başarısı bunun için
yeterliydi; bu, hasta rolüne kendimi iyiden iyiye kaptırmış olmam ve
gülünç duruma düşmemek için kendi doğamın üzerinde son derece
ustaca oynadığım bir oyunla ortaya çıkan bir tür sarhoşluktu, benim için
gerçek olmayan bir şeyi başkaları için gerçeğe dönüştürme çabası, hem
gerilim hem de gevşeme gerektiren bir tür kendinden geçiş haliydi: Bu
tür etkiler bedenimin ve tüm organlarımın tansiyonunu ve ateşini
yükseltiyordu, öyle ki sağlık işleri müşaviri Düsing bunu termometre
üzerinde açıkça görebiliyordu. Nabız atışlarımın yükselmesi de
kuşkusuz aynı nedenlerle açıklanabilir; evet, Dr. Düsing’in başı
göğsümün üstündeyken ve ben onun eşek kırı kuru saçlarının hayvansı
kokusunu solurken bile, kalp atışlarımı tekleyen ve birden hızlanan bir
ritme sokmak tamamen benim elimdeydi. Mideme gelince; Dr. Düsing
hangi teşhisi koyarsa koysun, her seferinde midemin hasar gördüğünü
söylüyordu; eğer öyleyse, midemin eskiden beri hassas bir yapıda
olduğunu, çabuk tahriş olduğunu, değişen ruh halimle nabzım gibi hızlı
hızlı atmaya ve kalbim gibi küt küt vurmaya başladığını ve hatta çok
özel durumlarda kalp atışlarından değil, aksine mide atışlarından söz
etmek gerektiğini belirtmek gerekir, diyordu. Dr. Düsing bu fenomeni
gözlemliyor ve bu durum onu düşüncesinde hiç yanıltmıyordu.
Dr. Düsing bana o ekşimsi tabletleri ya da acı tatlı kuvvet şarabını
yazdıktan sonra bir süre daha yatağımın başında oturup annemle
gevezelik ederken, ben de sarkmış dudaklarımın arasından zorlanarak
soluk alıp veriyor, feri gitmiş yorgun gözlerimle tavana bakıyordum.
Daha sonra doğal olarak babam da onlara katılıyor, benimle göz göze
gelmekten kaçınan mahcup bir ifadeyle üzerime eğilip beni süzüyor ve
bir yandan da sağlık müşavirine romatizmasıyla ilgili sorular soruyordu.
Daha sonra tek başıma kalıyordum ve günlerimi daha az yiyerek, dünya
ve gelecekle ilgili tatlı düşler görerek huzur içinde ve istediğim gibi
53
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
geçiriyordum ve bu da bana çok iyi geliyordu. Fakat yediğim koyu
kıvamlı çorba ve peksimetler benim delikanlı iştahıma yeterli
gelmemeye başlayınca, yavaşça yatağımdan kalkıp sessizce yazı
masamın kapağını açıyordum ve orada hatırı sayılır miktarda bulunan
çikolatalardan bolca yiyordum ve bunun bana hiçbir zarı
dokunmuyordu.
54
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
Yedinci bölüm
Çikolataları nereden mi alıyordum? Onları çok özel ve kusursuz bir
biçimde elde ediyordum. Küçük kentimizin aşağı kısmında, çok işlek bir
alışveriş caddesinin köşesinde, yiyecek içecek satan iyi donatılmış,
sevimli bir dükkân vardı. Yanılmıyorsam, Wiesbaden’li bir firmanın
şubesiydi ve yüksek tabakaya mensup insanlara alışveriş yapma olanağı
sunuyordu. Okul yolum beni her gün bu iştah kabartan dükkâna
götürüyordu ve ben pek çok kez, elimde bir nikel parçasıyla, paramın
yettiği kadarıyla kendime ucuzundan çikolata, meyve ve malt bonbonu
satın almak için bu dükkânın kapısından içeri giriyordum. Ama bir gün
dükkânın boş olduğunu gördüm; sadece müşterilerden dolayı boş
değildi, satış hizmeti veren personel de yoktu. Giriş kapısının üstündeki
çıngırak, kapı açılıp kapanırken kısa bir metal çubuğun üzerindeki dişe
takılıp sallanmaya başlayınca kendiliğinden şıngırdamaya başladı; ama
çıngırağın sesi, camlı bölmesi yeşil ve kıvrımlı bir kumaşla kapatılmış
olan kapının arkasında, biraz gerilerde bulunan odadan ya
duyulmuyordu ya da o anda içeride kimse yoktu: Yalnızdım ve tek
başıma orada öylece duruyordum. Beni saran yalnızlıktan ve sessizlikten
başı dönmüş, şaşırmış ve hayallere dalmış bir biçimde çevreme
bakınıyordum. Bu zenginler dükkânını şimdiye kadar hiç böylesine
özgür ve rahat rahat seyredememiştim. İçi çok geniş değildi, aksine dar
bile sayılabilirdi ama birbirinden lezzetli yiyeceklerle tepelere kadar tıka
basa doluydu. Sucuklar ve salamlar yan yana dizilmişlerdi, özellikle
sucuklar renk renk, biçim biçimdi; kimisi beyaz, kahverengimsi sarı,
kırmızı ve siyah renkliydi, kimisi de tıpkı bir küre gibi yuvarlak, uzun
uzun, boğum boğum ve kalın bir ip gibiydi ve bunlar dükkânın kubbeli
tavanını karartıyorlardı. Teneke kutular ve konserveler, kakao ve çay,
55
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
marmelat, bal ve reçel dolu renkli cam kavanozlar, ince uzun ve koca
karınlı likör ve punç konsantresi şişeleri duvarları zeminden tavana
kadar dolduruyordu. Tezgâhın cam vitrinlerinin içinde tütsülenmiş
uskumrular, taş emenler, dil balıkları ve yılan balıkları tabak ve
kâselerin içine konulmuş, yenilmek üzere sunulmuşlardı. İtalyan salatası
dolu tabaklar da aynı şekilde insanların beğenisine sunulmuştu. Buz
parçasının üstüne konulmuş bir ıstakoz, kıskaçlarını açmış, öylece
duruyordu; açık sandıkların içinde üst üste yığılmış gibi duran altın
sarısı çaça balıkları yağlı yağlı parlıyordu. Filistin topraklarının nefis
meyvelerini anımsatan tarla çilekleri ve üzümlerin yanına, sardalye
balığı konserveleri ve içinde havyar ve kaz ciğeri ezmesi bulunan beyaz
kaplar üst üste istif edilmişti. Besiye çekilmiş kümes hayvanlarının
tüyleri yolunmuş boyunları üst bölmedeki tabakların kenarından aşağıya
doğru sarkıyordu. Yanı başlarında duran uzun, ince ve yağlı bıçakların
anlattığı gibi, dilimlenmeye hazır et ürünleri, pirzolalar, salamlar, dil,
tütsülenmiş som balığı ve kaz göğüsleri de aynı şekilde üst bölmeye istif
edilmişlerdi. Akla gelebilecek her türlü peynir çeşidinin konulduğu
tabakların üstü, büyük ve kubbeli cam kapaklarla örtülmüştü: Kiremit
kırmızısı, süt beyazı, damarlı ve sarı sarı kıvrımlarıyla gümüş gibi
parlayan örtülerden dışarıya taşan peynirler. Enginarlar, yeşil yeşil
kuşkonmaz demetleri, öbek öbek yer mantarları, yaldızlı kâğıtlara sarılı
nefis ciğer sucukları ve sosisler aralara bolca serpiştirilmişti; yan
masaların üstünde en iyi kalite bisküvilerle dolu ağzı açık teneke kutular
duruyordu, koyu koyu parlayan ballı çörekler çaprazlama bir biçimde
üst üste istif edilmişler, içinde bonbonlar ve şeker kaplı meyvelerin
bulunduğu cam kavanozlarla birlikte iştah kabartıcı bir şekilde yukarıya
doğru yükseliyorlardı.
Büyülenmiş gibi orada öylece duruyordum ve kulak kabartmış bir
halde, kararsızlıkla inip kalkan göğsümle, çikolataların ve tütsülü
balıkların yer mantarlarının küflü kokusuyla nefis bir şekilde karıştığı bu
dükkânın sevimli atmosferini hafızama kaydediyordum. Masal
dünyasında gibiydim, insanların yiyip içip zevk ve safa içinde yaşadıkları
56
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
o masal ülkesini, pazar günü doğmuş şanslı çocukların ceplerini ve
çizmelerini hiç çekinmeden mücevherle doldurdukları yeraltındaki
hazine odalarını düşlüyordum. Evet, bu bir masal ya da bir düştü!
Günlük yaşamın hantal düzeninin ve kuralcılığının ortadan
kaldırıldığını, insan hırsının karşısına çıkan engellerin ve bürokrasinin
yok edildiğini büyük bir mutlukla görüyordum. İçi tıka basa yiyecek
dolu bu dükkânın bütünüyle benim ıssız yaşamıma ait olduğunu görme
zevki beni öyle sarıyordu ki, bu zevki bir kaşıntı ve sancı gibi
vücudumun bütün organlarında hissediyordum. Böylesine taze ve özel
yiyecekler karşısında duyduğum aşırı mutluluktan dolayı çığlık
atmamak için kendimi zor tutuyordum. İçeriye, boşluğa doğru bakarak,
“Günaydın!” dedim; ama sesimin doğallıktan uzak boğuk yankısının
sessizlikte nasıl kaybolduğunu hâlâ duyar gibiyim. Tabii kimse yanıt
vermemişti. İşte tam bu sırada ağzımın suyu akmaya başladı. Hızlı ve
sessiz adımlarla, bonbonlar ve çikolatalarla dolu yan masalardan birinin
önüne geldim, çikolata ve bonbon dolu kristal tabaklardan birine elimi
büyük bir keyifle daldırdım ve aldıklarımı pardösümün ceplerine
doldurdum, sonra kapıya ulaştım; birkaç saniye sonra caddenin köşesini
dönmüştüm.
Kuşkusuz yaptığım şeyin adi bir hırsızlık olduğu söylenecektir
bana. Bu durum karşısında sesimi çıkarmam ve geri çekilirim; eğer biri
bu sevimsiz sözcüğü kullanmaktan mutlu olacaksa, tabii kimseyi
engelleyemem ve engellemeyeceğim de. Ama bu sözcük bir yandan
ucuz, eskimiş ve yaşamın kıyısından teğet geçen bir sözcük, diğer
yandan da canlı, hep genç kalan, yenilikle dolu, tek ve başka bir şeyle
kıyaslanamayacak kadar mükemmel bir eylem sözcüğü. Alışkanlık ve
tembellik, bu iki sözcüğün içeriğinin aynı şey olduğunu düşünmemiz
konusunda bizi ikna ediyor; ama bu sözcük diğer yandan bazı eylemleri
adlandıracaksa eğer, hedefini hiçbir zaman vuramayan bir sinek
kovalama raketine benziyor demektir; bunun dışında herhangi bir
eylem söz konusu olduğunda, ne bu olayın ne olduğuna ne de nasıl
olduğuna (her ne kadar ikincisi daha önemli olsa da) bakılır; aksine
57
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
yalnızca ve yalnızca kimin yaptığıyla ilgilenilir. Benim burada yaptığım
şey, mükemmeliyetçiliğe varan bir ölçüde, benim tek başıma
gerçekleştirdiğim bir eylemdi, Krethi ve Plethi’nin eylemi değildi. Orta
sınıf mensubu insanların on binlercesine taktıkları gibi bana da böyle bir
ad takmalarına boyun eğmek zorunda kalmış olsam da, böylesine güçlü
ve özellikle de ayrıcalıklı bir insan olmanın verdiği o gizemli ama
sarılmaz duyguyla, doğal olmayan bu kıyaslamaya karşı içten içe her
zaman isyan ediyorum. Okur konunun dışına çıkıp derin düşüncelere
daldığım için beni bağışlasın, yeterli bir eğitim almadığım ve bu tür
düşüncelerde bulunabilecek kadar yetkin görülmediğim için bu sözler
ağzıma yakışmıyor olabilir. Ancak okuru mümkün olduğunca
yaşamımın belirgin özellikleriyle barıştırmayı ya da, eğer bu mümkün
olmazsa, fazla geç kalmadan onun bu sayfaları okumasını engellemeyi
bir görev olarak görüyorum.
Eve geldikten sonra, yanımda getirdiklerimi masanın üzerine
yaymak ve seyretmek için pardösümü bile çıkarmadan doğruca odama
girdim. Getirdiklerimin bozulmadan böyle sağlam kalabileceğine pek
inanamıyordum; çünkü böylesi lezzetli şeyleri düşlerimizde sık sık
görürüz ancak uyandığımızda ellerimiz hep boştur. Sabah kalktığında
çok güzel bir düşün kendisine sunduğu şeylerin yatak örtüsünün
üstünde, gerçek ve elle tutulur bir biçimde bulunduğunu düşünen ve
bunların düşten geriye kalan şeyler olduğunu tasavvur edebilen herkes,
benim duyduğum bu içten sevinci biraz olsun paylaşabilir. Şekerler
birinci kalite ürünlerdi; renkli yaldızlı kâğıtlara sarılmışlar, tatlı likör ve
gerçek parfüm kokulu kremayla doldurulmuşlardı; ama benim başımı
döndüren şey onların sadece mükemmel oluşları değildi; düşümde
gerçeğe dönüştürdüğüm hayal ürünleri olarak görünüyor olmalarıydı.
Bu öylesine içten bir sevgiydi ki, bunu ara sıra yeniden yaşamak için
kendimi zorlamam gerekmiyordu. Gerçeği kim nasıl isterse öyle
yorumlasın, ben kendim bu konu hakkında düşünüp kafa yormayı bir
görev olarak görmüyordum. İşin aslı şuydu ki; yiyecek içecek satılan bu
dükkân kimi zaman öğle vakti boş olurdu ve dükkâna kimse bakmazdı –
58
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
sık sık ve belli aralıklarla değilse de, kimi zaman uzun, kimi zaman kısa
aralıklarla böyle oluyordu ve ben, okul çantam sırtımda, dükkânın camlı
kapısının önünden geçerken içeride kimse olmadığını saptıyordum.
Böyle günlerde kapıyı son derece dikkatli bir biçimde açıp arkamdan
kapatarak içeri giriyordum, öyle ki kapıdaki çıngırak bir kere bile
şıngırdamıyordu; aksine çıngırak harekete geçmeden dili sessizce
duvarına sürtüyordu; ne olur olmaz diye, “İyi günler,” diyerek içeri
giriyordum, ardından masanın üstündeki bonbonlarla çikolataları
çabucak ceplerime dolduruyordum; açgözlülük yapıp öyle çok da
almıyordum, aksine makul bir seçim yapıyor, eksikliği hiçbir zaman fark
edilemeyecek şekilde bir avuç dolusu şekerleme, bir parça ballı çörek ve
biraz da çikolata alıyordum; insanın hayatını tatlandıran çikolata ve
şekerlemelere düşler dünyasındaymışım gibi özgürce daldırdığım
ellerime eşlik eden ve hiçbir şeyle kıyaslanamayacak kadar esnemiş olan
benliğimde, düşüncelerimin ve içsel araştırmalarımın ürünü olarak adını
koyamadığım o duyguyu yeniden görüyor gibi oluyordum.
59
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
Sekizinci bölüm
Sen, ey tanımadığım okur! Kalemimi bir kenara bırakmadan ve
düşlere dalıp kendimi toplamadan önce, itiraflarımın şimdiye kadarki
akışı içinde sıkça dile getirdiğim gibi vicdani temizliğin beni araştırmaya
zorladığı bir alana giriyorum. Yanılıp da benden rahat bir dil ve
müstehcen şakalar bekleyenlerin hayal kırıklığına uğrayacaklarını
önceden bilmelerini isterim. Bundan sonraki satırlarda, bu notların giriş
bölümünde okura garanti ettiğim açık sözlülüğümü ahlak ve nezaket
kurallarının dikte ettirdiği o itidal duygusu ve ciddiyetle birleştirmek
istiyorum. Zira düzeysiz ve müstehcen esprilerin insanları
neşelendirmesini ve onları mutlu etmesini hiçbir zaman anlayamadım,
aksine insanın ağzını bozmasını her zaman en çirkin ve en itici davranış
olarak gördüm; çünkü bu tür konuşma biçimi en düzeysiz konuşma
biçimidir ve şehvet, onun özrü olarak ileri sürülemez. İnsanların böyle
banal espriler ve müstehcen şakalar yaptıklarını duyunca, dünyanın en
basit ve en komik olayının konuşulduğunu sanır insan, oysa burada tam
tersi söz konusu; cinsel istek ve şehvet hakkında böyle terbiyesizce ve
ahlaksızca konuşmak, yaşamın ve doğanın bu en güzel ve en gizemli
olayını ayaktakımının düzeysiz kahkahalarına bırakmak olur. Ama şimdi
itiraflarıma döneyim!
Ben burada her şeyden önce, bu olayın yaşamımda erken yaşlarda
rol oynamaya başladığını, düşüncelerimi meşgul ettiğini, düşlerimin ve
çocuksu sohbetlerimin içeriğini belirlediğini anlatmak zorundayım: Bu
olaya herhangi bir ad koymadan ya da bunun genel ve derin boyutlu
anlamını henüz kavrayamadan önce, içimde kıpırdamaya başlayan bazı
şeyleri gözlerimin önünde canlandırıyor, bedenimi saran o müthiş
duyguyu tamamen kendime özgü bir şey olarak görüyordum ve bu
60
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
özelliğimin benden başka hiç kimsede olmayan bir özellik olduğunu
düşünerek hissettiklerimin tuhaflığı nedeniyle bu özelliğimden kimseye
söz etmemenin doğru olacağını düşünüyordum. Aslında içine düştüğüm
bu durumun adını koyamadığımdan, benliğimi saran bu içsel duyguları
ve bana bahşedilen bu özellikleri “en güzel şey” ya da “büyük coşku”
olarak adlandırıyordum ve bunu çok değerli bir sır olarak içimde
saklıyordum. Ancak bu duyguyu herkesten kıskanıp içimde saklamak,
yalnızlığım ve daha sonra tekrar değineceğim bir başka olay nedeniyle,
duyularımın coşkusuyla pek de bağdaşmayan bu düşünsel
masumiyetimi uzun süre korudum. Zira hatırladığım kadarıyla benim
“büyük coşku” diye adlandırdığım şey, iç dünyamda belirleyici bir yere
sahipti, hatta etkisi düşünsel sınırlarımın dışına taşmaya başlamıştı.
Bilindiği gibi, küçük çocuklar böyle konular hakkında bilgisizdirler ve
bu anlamda masumdurlar da. Ancak onları temiz ve melekler gibi
kutsal kabul edip masum olduklarını düşünmek kuşkusuz ciddi bir
sınama karşısında yıkılmaya mahkûm batıl bir inançtır. Sütannemin
memesini emerken (daha sonra ayrıntısıyla anlatacağım gibi),
duygularımı çok belli ettiğimi en azından birinci kaynaktan biliyorum –
anlatılanlar bana her zaman inandırıcı geliyor ve üstelik ısrarcı doğamla
da son derece örtüşüyor.
Benim şehvete olan tutkum ve yeteneğim mucizenin sınırlarını
zorluyordu; bugün de inandığım gibi, genel olarak kabul gören ölçüyü
aşıyordu. Bunu tahmin edebilecek geçerli nedenlerim vardı; ancak bu
tahminimi inandırıcı kılma görevi, meme emerken gösterdiğim uyanık
davranışları kendisine borçlu olduğum ve gençlik yıllarım boyunca gizli
ilişki içinde bulunduğum kadına düşmüştü. Genovefa adındaki bu kadın
çok genç yaşta evimizde hizmetçi olarak çalışmaya başlamıştı; ben on
altı yaşıma geldiğimde, o da otuzlarının başındaydı. Bir çavuşun kızıydı
ve Frankfurt-Niederlahnstein hattı üzerindeki küçük bir istasyonun
şefiyle sözlüydü, toplumsal saygınlığı olanlara özel bir ilgisi vardı, her ne
kadar sıradan bir iş yapıyor olsa da, görünüş ve davranış biçimi
bakımından kendisini hizmetçi kız ve nedime arasında orta bir yere
61
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
koyuyordu. Mutluluğu için gerekli olan mal mülke sahip olamadığı için
evlenip yuva kurması o zaman bile uzak bir hayaldi. Ne zaman sona
ereceğini bilmediği bekleme süresi, yeşil gözleri fıldır fıldır bakan ve
cilveli hareketleriyle insanın aklını başından alan bu iriyarı sarışın kadını
fazlasıyla usandırmış olmalıydı. Ama hayatının en güzel yıllarını aşktan
yoksun geçirmemek uğruna her karşısına çıkana da kendisini teslim
edemezdi. Askerler, işçiler ve zanaatkârlardan geçkin kız
yakıştırmalarını duymak onu hiç rahatsız etmiyordu; kendisini halktan
biri olarak görmediği için onların konuşmalarından ve kokularından
nefret ediyordu. Ancak çalıştığı evin oğlu söz konusu olunca durum
farklıydı; oğlanın hoş bir şekilde büyüyüp serpilmesi onun kadınsal
duygularını belli ölçüde harekete geçirmiş olmalıydı; evin delikanlısını
mutlu etmeyi hizmetçilik görevinin parçası olarak görüyordu, üstelik bu
durum onun yüksek tabakayla bütünleşmesi anlamına da geliyordu.
İsteklerimin ciddi bir direnişle karşılaşmamasının nedeni buydu işte.
Kültürlü okurları etkileyemeyecek kadar sıradan olan bu olayı
burada bütün ayrıntısıyla anlatmak istemiyorum. Kısacası, bir akşam
vaftiz babam Schimmelpreester evimizde akşam yemeğine kalmıştı,
yemeğin arkasından bana değişik kıyafetler giydirip farklı tiplemeleri
canlandırmamı istedikten sonra, tabii Genovefa’nın da katkısıyla, tavan
arasındaki odamın kapısının önündeki karanlık koridorda bir buluşma
gerçekleşti, bu buluşma yavaş yavaş odanın içine taşındı ve içeride
birbirimizin olduk. O akşamı çok iyi hatırlıyorum, giydiğim bu değişik
kıyafetlere başımın uygun olduğu yeniden kanıtlanmıştı ve benim
değişik tiplemelere bürünmem sona erdikten sonra, her zaman olduğu
gibi, büyük bir bitkinlik hali tüm ruhumu sarmıştı; çok üzülüyordum,
gururum kırılmış ve can sıkıntım daha da artmıştı. Renkli renkli
kıyafetleri üstümden çıkardıktan sonra günlük giysileri yeniden
giymekten tiksinti duyuyordum; üzerimdekileri yırtıp atmak istiyordum
ama bunu, başka zamanlar yaptığım gibi, duyduğum huzursuzluktan
kaçıp çareyi uykuda bulmak için yapmıyordum. Huzuru ve mutluluğu
sadece Genovefa’nın koynunda bulabileceğimi sanıyordum; evet,
62
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
doğruyu söylemek gerekirse, Genovefa’yla olan sınırsız samimiyetim, o
renkli akşamın bir tür devamı ve tamamlanmasıydı sanki ve bu bana
vaftiz babam Schimmelpreester’in kıyafet koleksiyonunda bir gezinti
yapmışım gibi geliyordu! Bu ruh halim hiç değişmiyordu, Genovefa’nın
beyaz ve dolgun göğüslerinde tattığım o tarifi imkânsız hazzı tasvir
etmem mümkün değil. Bağırıyordum ve kanatlanıp göklere uçtuğumu
sanıyordum. Yaşadığım bu ateşli duygu yalnızca beni tatmin etmekle
sınırlı kalmıyordu, Genovefa’nın doyuma ulaştığını altımda inleyerek
belli etmesiyle daha da alevleniyordu. Bunu başkalarıyla
karşılaştıramazdım elbette. Benim o zamanlar edindiğim ve ne
kanıtlanabilir ne de çürütülebilir kişisel kanaatim, bendeki bu şehvet
duygusunun başka oğlanlara göre iki misli daha güçlü ve daha mutlu
edici olduğu yönündedir.
Bana bahşedilen bu doğal yetenekten dolayı insanlar benim şehvet
düşkünü bir kadın avcısı olduğumu söylerlerse, haksızlık etmiş olurlar.
Çok basit bir nedenden bu yeteneğimi kullanmaktan mahrum
bırakılıyordum; çünkü benim bu zor ve tehlikeli yaşamım başarı
gücümü öyle zorluyordu ki kendimi, dedikleri gibi şehvet düşkünü biri
olarak göstermek isteseydim yaşamımın getirdiği zorluklar nedeniyle
kısıtlanan enerjim, bu iş için yeterli olmazdı zaten. Zira pek çok insan
bu işi sıradan bir olaymış gibi çabucak halledip hiçbir şey olmamış gibi
hayatına devam ederken, ben bu konuda çok büyük özverilerde
bulunuyordum; bütün enerjimi harcıyor ve sonunda öyle bitkin
düşüyordum ki, kalkıp günlük işime dönecek gücü kendimde
bulamıyordum. Şehvet tutkum beni sık sık uyandırıyor ve baştan
çıkıyordu çünkü kadınlara karşı zayıftım ve kadınların benimle
sevişmeyi çok istediklerini biliyordum. Sonuç olarak, benim bu şehvet
tutkum, genel olarak söylemek gerekirse, ciddi ve erkeksi bir şehvet
duygusuydu. Doyuma ulaşıp vücudum gevşedikten sonra, yeniden
harekete geçip şehveti yaşamaya devam etmek istiyordum. Hayvanların
birleşmesi de benim “büyük coşku” diye adlandırdığım şeyi vahşi bir
şekilde yaşamak ve tatmak değil midir? Bu “büyük coşku” bizi her
63
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
bakımdan doyuma ulaştırır ve sinirlerimizi yatıştırır, bir taraftan
şehvetin güzelliğini ve büyüsünü yaşatırken, diğer taraftan da
birbirimize karşı gösterdiğimiz kibarlığı ve sevecenliği ortadan
kaldırarak bizi dünyanın en kötü sevgilileri haline sokar; çünkü kibar
olan yalnızca arzu duyandır, doyuma ulaşan değil. Ben cinsel isteğin salt
tatmin edilmesi anlamına gelen o vahşi eylemden çok daha zarif, çok
daha güzel ve çok daha uçucu eylemleri tanıyorum; sonuçta seks
eylemi, arzu ve isteğin aldatıcı bir şekilde yerine getirilmesinden başka
bir şey değildir, mutlu olmayı beceremeyen birinin çabasının, işte bu
hedefe yönelik olduğunu sanıyorum. Oysa benim mutluluğu yaşama
hedefim büyüktü, eylemin bütününü kapsıyordu ve geniş çaplıydı. Ben
bütün çabam ve yeteneğimle, başkalarından farklı olarak, gerçek bir
mutluluğa ve her bakımdan mükemmel bir doyuma ulaşıyordum;
benim çabam daha çok amatörceydi ya da önceden belirlenmiş bir
hedefe yönelik değildi; işte bu da aşırı tutkulu biri olmama rağmen seks
hakkında neden bu kadar bilgisiz ve deneyimsiz olduğumun, yaşamım
boyunca neden hep çocuk ruhlu ve hayalperest biri olarak kaldığımın
başlıca nedenlerinden biridir.
64
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
Dokuzuncu bölüm
Edep ve ahlak kurallarına uyma ilkesini bir an bile bozmadığıma
inanarak, ele aldığım bu konuyu burada bırakıyorum ve büyük
adımlarla ve hızla ilerleyerek baba ocağındaki ikametimin trajik sonunu
hazırlayan dış dünyamın dönüm noktasına doğru yaklaşıyorum. Önce
kız kardeşim Olympia ile Mainz’daki Nassau İkinci Piyade Taburu’ndan
Teğmen Übel’in görkemli nişan töreninden söz etmek istiyorum.
Ekonomik durumumuz bozulduğundan evimizi boşaltmak zorunda
kalınca, gelin adayı opera sahnesine geri döndüğü için nişan bozuldu;
ancak bu olay ciddi yaşamsal sorunlara neden olmadı. Yaşam deneyimi
olmayan, hastalıklı ve genç bir teğmen olan Übel evimizdeki yemek
şölenlerinin müdavimlerindendi. Dans etmekten, haciz koyma
oyunlarından, içtiği Berncastler Doktor marka şaraplardan ve bizim evin
hanımlarının hınzır hınzır gülüşüp cömertçe sergiledikleri göğüslerini
seyretmekten başı dönen genç teğmen, Olympia’ya sırılsıklam âşık
olmuştu; erkeklerin pek çoğunun yaptığı gibi onun iri göğüslerine
sulanıp onlara sahip olmayı düşleyen bu şehvet düşkünü genç adam,
ekonomik durumumuzun düşündüğünden daha iyi olduğunu tahmin
etmiş olacak ki, bir akşam dizlerinin üzerine çöküp sabırsızlıktan
neredeyse ağlayarak Olympia’ ya resmen evlenme teklifinde bulundu.
Duygularına karşılık vermeyen Olympia’nın, onun yaptığı bu aptalca
teklifi nasıl olup da geri çevirmediğine bugün bile hâlâ şaşırıyorum;
çünkü annem sayesinde içinde bulunduğumuz durumu benden daha iyi
biliyordu. Herhalde kırık dökük de olsa bir an önce başını sokacağı bir
evi olsun istiyordu ya da iki renkli askerî üniformalı bu genç teğmenle
nişanlanmasının –gelecek vaat etsin ya da etmesin– ailemizin sosyal
konumunun yükselmesine ve saygınlığının korunmasına yardımcı
65
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
olacağını düşünmüş olmalıydı. Zavallı babam, teğmenin bu teklifine
rızası olup olmadığı sorulduğunda, onayını sessiz bir mahcubiyet içinde
verdi. Ailece yaşadığımız bu olay evdeki konuklara duyurulunca, büyük
bir şamatayla karşılandı ve su gibi içilen “Lorley extra cuvée” marka
şarabımızla “kutlandı”. O günden itibaren Teğmen Übel hemen her gün
Mainz’dan bize geliyor ve nişanlısıyla yaşadığı aşırı şehvetle sağlığına hiç
de az zarar vermiyordu. Genç nişanlıların bir saatliğine yalnız bırakıldığı
odaya girdiğimde, teğmeni perişan bir halde buluyordum, yüzü solgun
ve ölgün bir görüntüye sahip oluyordu; olayların hızla değişmesi, tabii
onun için gerçek bir mutluluk anlamına geliyordu.
Ama tekrar kendimden söz etmem gerekirse, geçirdiğimiz bu
haftalar boyunca beni bağlayan ve benliğimi sürekli meşgul eden şey,
kız kardeşimin teğmenle evlendikten sonra alacağı yeni isim olmuştu;
hatırladığım kadarıyla, ben bu isim değişikliğini aşağılayacak kadar
kıskanmıştım. Uzun zamandır Olympia Krull adını taşıyan kardeşim
bundan böyle Olympia Übel olarak imza atacaktı; bu imza, yeniliğin ve
değişikliğin her türlü güzelliğini gösteriyordu. Yazılan mektupların ve
resmî kâğıtların altına bir yaşam boyu hep aynı imzayı atmak zorunda
kalmak yorucu ve can sıkıcı bir durum değil midir? Can sıkıntısından ve
tiksinti duymaktan insanın sonunda eli tutmaz olur herhalde! İnsanın
kendisini yeni bir isimle takdim etmesi ve yeni bir isimle çağrıldığını
duyması ne kadar güzel, ne kadar heyecan verici ve ne kadar rahatlatıcı
bir şey! Yaşamın ortasında hiç olmazsa bir defa isim değiştirme olayı, bu
güzel olayın yasa ve yönetmeliklerle yasaklandığı erkekler karşısında,
kadınların sahip olduğu büyük bir üstünlük gibi geliyordu bana. Burjuva
düzeninin himayesinde büyük çoğunluğun yaşadığı sıradan ve güvenli
bir yaşam sürmek için dünyaya gelmiş olan bana gelince; bazı yasakları
sıkça deliyordum, bu benim hem güvenliğime hem de yaşamımı
sürdürme ihtiyacıma ters düşüyordu. Ben burada resmî adımı, eskimiş
ve terden sırılsıklam olmuş bir giysi parçası gibi üstümden atıp kendime
–hatta belli bir yetkiyle– kibar olması ve kulağa hoş gelmesi açısından
Teğmen Übel’in adından daha üstün bir ad yaratmak için notlarımın
66
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
arasındaki o tuhaf ama güzel bölüme dikkat çekmek istiyorum.
Ancak kız kardeşimin nişanlılığı boyunca kötü talih kendini
göstermeye başladı; mecazlı bir anlatımla ifade etmem gerekirse, iflas
evimizin kapısını çaldı ve bize en acımasız oyununu oynadı. Zavallı
babamın ekonomik durumuyla ilgili olarak çevrede dolaşan kötü niyetli
söylentiler, bize karşı giderek artan güvensizlik duygusuyla insanların
bizden uzak durmaya çalışmaları, evimizde olup bitenler hakkında
yapılan çirkin kehanetler: Bütün bu söylentiler ve kehanetler,
yaşadığımız olaylarla o şom ağızlıları haklı çıkardı. Şampanya
tüketicilerinin bizim markamızdan uzaklaştıkları gerçeği ortaya
çıkmıştı. Ne yeniden yapılan fiyat indirimi (tabii bu indirim
şampanyanın kalitesini hiçbir şekilde yükseltmeyecekti) ne de vaftiz
babam Schimmelpreester’in, bu işi daha iyi bilenlerin karşı çıkışlarına
rağmen, salt firmamıza yardım etmek amacıyla dizayn ettiği son derece
kışkırtıcı reklamlarla içki severleri markamız için yeniden kazanmak
mümkün olmadı ve siparişler sonunda tamamen sıfırlandı. Ve on
sekizinci yaşımı doldurduğum o yılın bir ilkbahar gününde babamın işi
bitmişti.
Doğal olarak bu genç yaşımda ticaret konusunda hiç bilgim yoktu;
sonraki yıllarda da hayal dünyamı, duygularımı ve dürtülerimi disiplin
altına almaya yönelik bir yaşam sürdüğüm için bu tür ticari bilgileri
öğrenecek vaktim olmadı. Bu yüzden de kalemimi elime alıp hâkim
olmadığım bir konu hakkında yazı yazmak ve Lorley Köpüklü Şarap
Fabrikası’nın ödeme gücü hakkında uzmanlık gerektiren tartışmalarla
okuru rahatsız etmek istemiyorum. Ancak o aylarda zavallı babamın
bende uyandırdığı acıma ve merhamet duygusundan söz etmek
istiyorum. Babam gitgide sessizliğe bürünüp hüzünleniyordu; bu da
evin içinde, sandalyesinin üstünde otururken, başını yana eğip sağ elinin
parmaklarıyla sürekli karnını kaşımasından ve gözkapaklarını hızlı hızlı
kırpıştırmasından anlaşılıyordu. Sık sık Mainz’a gider olmuştu – bunlar
nakit para bulmak ve yeni yardım kaynakları aramak umuduyla yapılan
hüzünlü gezilerdi. Babam bu gezilerden son derece yıkılmış halde geri
67
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
dönüyor, elindeki kumaş mendille alnını ve gözlerini kuruluyordu.
Evimizdeki yemekli akşam toplantılarında, boynuna sardığı peçetesiyle
ve elindeki şarap kadehiyle konuklarının karşısına oturuyor, eski neşeli
ânını ancak o zaman yaşayabiliyordu. İşte böyle bir akşamın ilerleyen
saatlerinde zavallı babam ve o her tarafı pırlantalarla süslü kadının
kocası olan Yahudi banker arasında son derece tehlikeli ve düşündürücü
bir konuşma geçti; o zamanlar öğrendiğim kadarıyla, bu adam iş
dünyasında sıkıntıya düşmüş sıradan iş adamlarını ağına düşüren en
acımasız tefecilerden biriydi, babamın bu adamla yaptığı konuşmadan
hemen sonra, fabrikamızın ve firmamızın büroları kapatıldı, soğuk
suratlı bir grup beyefendi mallarımıza haciz koymak için sıkılmış
dudaklarıyla villamıza girdi; işte o zaman ailemiz için kötü, bedeli çok
ağır ve benim için de değişikliklerle dolu gün gelmişti. Zavallı babam,
özenle seçtiği sözcüklerle yaptığı konuşmasıyla ve içtenlikle attığı ve
benim büyük bir maharetle taklit etmeyi başardığım süslü püslü
imzasıyla, mahkeme önünde ödeme yeteneğini bütünüyle yitirdiğini
ilan etti ve iflas işlemi resmen başlatılmış oldu.
İşte o gün, kentimizde herkesin dilinde dolaşan bu utanç verici olay
nedeniyle okula gidemedim – bu okul, daha önce de sözünü ettiğim
gibi, tamamlayıp mezun olamadığım ve burada kısaca değinmek
istediğim liseydi: Birincisi, bu okulda hâkim olan baskıcı yönetim
anlayışına karşı duyduğum nefreti gizleyemedim ve başarıya giden yolda
en ufak bir çaba göstermedim, ikincisi ise, özellikle ailemizin adının
kötüye çıkması ve arkasından gelen maddi çöküşümüz nedeniyle
öğretmenlerin bana karşı tavır almaları, benden nefret etmeleri ve beni
aşağılamalarıydı. Zavallı babamın iflasından sonraki Paskalya
Yortusu’nda diplomamı vermek istememişler ve önüme iki seçenek
koymuşlardı: Ya benim yaşımda birine yakışmayan disiplinsizliklerimin
sonuçlarına katlanacaktım ya da bütün eğitim haklarımdan vazgeçerek
okulu bırakacaktım; kişisel yeteneklerimi okulun bana sunduğu
avantajların çok daha üstünde gördüğüm için, ben son seçeneği tercih
ettim.
68
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
Ailemizin çöküşü her bakımdan gerçekleşmişti ve benim zavallı
babam, iflasın kendisini bir dilenci durumuna düşüreceğini bildiği için,
çöküşü son âna kadar geciktirerek tefecilerin ağına düşmüştü. Her
şeyimiz haczedilmiş ve açıkartırmayla satılmıştı: Şarap mahzenimiz,
depomuz (bizim şampanyamız gibi adı kötüye çıkmış bir ürünü kim
satın alırdı ki!) ve öteki taşınmaz mallarımız, yani villamız ve içinde
mahzenlerin yer aldığı binalarımız, yıllardır ödenmeyen faiz yükleriyle
birlikte ederinin üçte ikisi kadar bir fiyatla satıldılar. Bahçemizdeki
seramik hayvan figürleri, cam küremiz ve rüzgâr arpı da aynı kaderi
paylaşmışlardı; evimizin içindeki güzel olan her şey alındı, iplik çıkrığı,
kaz tüyü yastıklar, aynalı kutular ve parfüm şişeleri birer birer
açıkartırmaya sunuldu, hatta pencerelerin üstündeki mızraklar ve renkli
kamışlardan yapılmış göz alıcı perdelerimiz bile satılmaktan
kurtulamamıştı. Eğer kapı sundurmasının üstündeki küçük mekanizma
bu talandan kurtulduysa ve hâlâ güzel bir ahenkle “Freut euch des
Lebens” şarkısının o hoş giriş melodisini çalabiliyorsa, icra memurlarının
dikkatinden kaçtığı içindi.
Zavallı babamın yıkılmış bir görüntü verdiği şimdilik söylenemezdi.
Artık düzeltilmesi mümkün olmayan işyerinin iyi ellerde bulunduğunu
görmesiyle yüzünden belli bir memnuniyet duygusu okunuyordu;
malımıza mülkümüze el koyan bankalar, lütuf ve merhamet duygusuyla
bize villanın çıplak duvarları arasında geçici bir barınma yeri
bahşettikleri için hiç olmazsa başını sokacağı bir damı vardı. Doğası
itibarıyla rahat ve iyi niyetli bir insan olan babam, yakınındaki insanların
acımasızca bir titizlik gösterip iş başvurularını reddetmelerini
beklemiyordu; bölgede şarap imalatı yapan bir anonim şirkete
müdürlük yapmak için yaptığı başvuru, onun ne kadar saf biri olduğunu
gösteriyordu. Yaşama yeniden tutunmak, evdeki yemek şölenlerini ve
havai fişek atışlarını yeniden başlatmak için pek çok girişimde
bulunmuştu; ancak yaptığı bütün başvurular aşağılanarak reddedildi.
Girişimleri başarısızlıkla sonuçlanınca cesaretini iyice yitirdi ve
umutsuzluğa düştü. Belki de bize ayak bağı olduğunu ve bizim kendisi
69
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
olmadan yaşamımızı daha kolay sürdüreceğimizi düşündüğü için,
yaşamına son vermeye karar verdi.
İflas kararından beş ay sonraydı ve sonbahar gelip çatmıştı. Paskalya
Yortusu’ndan beri okula gitmiyordum ve herhangi bir beklenti içinde
olmadan geçiş döneminin özgürce tadını çıkarıyordum. Biz, yani
annem, kız kardeşim Olympia ve ben, oldukça yetersiz bir şekilde tefriş
edilmiş yemek odamızda, önümüze konulan son derece sefil öğle
yemeğimizi yemek için bir araya gelmiştik ve aile reisinin gelmesini
bekliyorduk. Ama zavallı babam, çorbalarımızı yedikten sonra da
gelmeyince kendisine özel bir zaafı olan kız kardeşim Olympia’yı, onu
yemeğe çağırması için çalışma odasına gönderdik. Olympia yanımızdan
ayrılalı üç dakika bile olmamıştı ki, binanın içinde çığlık çığlığa
bağırarak merdivenden bir yukarı bir aşağı koşuşturduğunu duyduk.
Birden sırtım buz kesmişti, en kötü olasılığı düşünerek hemen ayağa
kalktım ve doğruca babamın çalışma odasına gittim. Babam önünü
açtığı giysileriyle, eli karnının üstünde, yerde öylece yatıyordu ve
yumuşacık kalbine sıktığı o parlak ve tehlikeli alet de hemen yanı
başında duruyordu. Hizmetçimiz Genovefa ve ben onu kanepenin
üstüne yatırdık. Hizmetçi kız doktora koşarken, kız kardeşim Olympia
hâlâ çığlık çığlığa evin içinde koşuşturup annemi yemek odasından
buraya nasıl çağıracağını düşünürken, ben ellerimle gözlerimi kapatarak
babamın soğumuş cansız bedeninin başında durdum ve onun için
sonsuzca gözyaşı döktüm.
70
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
İKİNCİ KİTAP
71
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
Birinci bölüm
Bu notlar uzun süredir kilit altında tutuluyordu; girişimlerimin işe
yaradığından duyduğum kuşku ve hoşnutsuzluk, bir yıl boyunca
yazdığım notları üst üste yığarak itiraflarımın devamını yazmaktan beni
alıkoydu. Çünkü önümdeki sayfaları dolduran düşüncelerimi, her
şeyden önce kendi eğlencem ve uğraşım için yazdığımı pek çok kez
teyit ettiğim halde, bu bağlamda sadece gerçeği dile getirmek ve her
şeyi açık yüreklilikle itiraf etmek istiyorum, bunu yaparken gözümün
bir ucuyla da yazdıklarıma bakarak okur dünyasını da dikkate almak
zorundayım; yazdıklarımı okurun takdir edeceği ve paylaşacağı umudu
olmasaydı, belki de bunları şu anki duruma getirecek kararlılığı
gösteremezdim. Ama burada kendime şu soruyu sormam gerekiyordu:
Acaba yalın bir gerçekle ve doğru olarak kaleme aldığım yaşamöykümle
ilgili özel konular bir yazarın yarattıklarıyla yarışabilir miydi; yani büyük
sanat eserlerine yeterince doyamamış ve duyguları körelmemiş bir okur
kitlesinin takdirini kazanmak için diğer yazarlarla nasıl yarışabilirdim?
Başlıklarıyla polisiye romanlarını ve dedektif öykülerini geride bırakan
yazınsal eserler okurun hangi güzellikleri ve hangi ruhsal bunalımları
gözlerinin önünde canlandırabilirler acaba, diye kendi kendime
konuşuyordum; gerçi benim yaşamöyküm biraz tuhaftı ve sık sık düşler
dünyasında dolaşıyormuşum gibi hissediyordum kendimi ama öyle
bomba etkisi yaratan ve heyecan uyandıran olaylar yaşamadım; öyle ki
yaşadıklarımı yazmak için cesaretimi ve heyecanımı kaybedeceğime
inanıyordum.
Ama bugün bir rastlantı sonucu bu notlar yeniden önüme geldi;
çocukluk ve ilkgençlik yıllarımın akışı az da olsa beni etkiledi ve perde
perde gözlerimin önünden geçti. Onları yeniden yazmaya başlayacağım
72
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
için içimi tatlı bir heyecan sardı; kariyerimin önemli anlarını bugün
yeniden gözlerimin önüne getirdiğimde, üzerimde neşelendirici bir etki
bırakan ayrıntıların okurları da neşelendireceğini düşünmekten kendimi
alamıyordum. Örneğin o zaman yaşadığım bir olayı anımsayacak
olursam, imparatorluğun ünlü bir sarayında, Belçikalı bir aristokratın
adıyla, seçkin bir topluluğun arasında bulunuyordum; orada
karşılaştığım, son derece candan bir insan olan emniyet müdürüyle
kahvelerimizi yudumlayıp sigaralarımızı tüttürürken, dolandırıcılık ve
ceza hukuku hakkında sohbet etmiştik; sohbet konumuzun içeriğinden
söz edecek olursam: İlk yakalanışımın kader ânında, içeriye gelen polis
memurlarının arasında göreve yeni başlamış bir memur, kendisi için
oldukça önemli olan o ânın heyecanıyla ve benim yatak odamın
muhteşem görüntüsü karşısındaki şaşkınlığıyla, açık kapıyı tıklatıp kibar
bir şekilde ayaklarını paspasta temizledikten sonra, yavaşça, “İzninizle,”
demiş ve ekibin şişman başkanı da onun yüzüne kötü kötü bakmıştı:
Yazacaklarım her ne kadar roman yazarlarının anlattıkları öykülerin
yanında daha avamsı heyecanlar yaratsa ve insanların meraklarını tatmin
etme açısından onların gölgesinde kalsa da, yine de belli bir ölçüde
insanların ruhuna işleme etkisi göstermesi ve yalın gerçeği anlatması
nedeniyle o öyküleri geride bırakacaklarını düşünmekten kendimi
alamıyordum. Düşüncelerimi yazma ve tamamlama isteği içimde
yeniden alevlendi; yazarken üslubumun düzgün, ifade biçimimin duru
ve doğru olmasını, sunduğum şeylerin seçkin okur kitlesinin beğenisini
kazanmasını istiyorum ve bunun için şimdiye kadar gösterdiğim
özenden çok daha fazlasını göstermeyi hedefliyordum.
73
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
İkinci bölüm
Öyküme, yazmayı bıraktığım yerden yeniden başlıyorum: Yani
zavallı babamın, çevresindekilerin anlayışsızlığı ve acımasızlığı
yüzünden köşeye sıkışarak hayatına son vermek zorunda kaldığı yerden
başlıyorum. Cenazesini dinsel bir törenle kaldırırken çeşitli zorluklarla
karşılaştık; çünkü kiliseler babamın gerçekleştirdiği eylem nedeniyle
bize kapılarını kapatmıştı, dinsel yasalar gibi ahlaki yasalar da onun
yaptığını onaylamamıştı. Çünkü yaşam, bizim sıkı sıkı sarıldığımız
varlıkların en mükemmeli değildir; tersine, bize bahşedilen ve belli
ölçüde kendi kendimize seçtiğimiz ağır ve zor bir görev olarak kabul
edilmelidir; biz bu görevi büyük bir kararlılıkla ve bağlılıkla yerine
getirmek zorundayız, bu görevden zamanı gelmeden kaçmak, kuşkusuz
ahlaksızca bir davranış anlamına gelir. Ancak içimdeki acıyı yaşamak
için konuyla ilgili yargıda bulunmayı bir tarafa bırakıyorum; geride
kalan bizler, âdet olduğu üzere, öleni dinsel kutsama yapmadan mezara
koymamaya büyük özen gösterdik: Annem ve kız kardeşim
çevremizdeki insanlar ve biraz da bağnazlığa olan eğilimleri yüzünden
(çünkü onların ikisi de iyi birer Katolikti), bense yapım itibarıyla böyle
şeylerde hep çekimser kalmama ve sıradan bir modernlik anlayışının
getirdiği kendini beğenmiş halime rağmen, insanın içini rahatlatan bu
tür geleneksel adetleri doğru bulduğum için defin işlemini dinsel törenle
yaptık. Bu olay karşısında hanımların cesareti kırıldığından bu görevi
ben üstlendim ve kentimizin papazından, defin işleri için Rahip Rat
Chateau’yu görevlendirmesini istedim.
Kısa bir süre önce göreve başlayan neşeli, yiyip içmekten hoşlanan
kent rahibini, otlu omlet ve bir şişe Liebfrauenmilch şarabından oluşan
ikinci kahvaltısını yaparken buldum ve içtenlikle kabul edildim. Zira
74
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
Rahip Rat Chateau çok şık ve kibar biriydi ve bağlı bulunduğu kilisenin
onurunu ve görkemini en iyi şekilde temsil ediyor ve gösteriyordu. Her
ne kadar kısa boylu ve tıknaz biri olsa da, davranışları çok hoştu;
kalçalarını çok ustaca atıyor, havalı bir şekilde oynatarak yürüyordu, jest
yapma ve mimiklerini oynatma konusunda da pek ustaydı. Konuşması
çok düzgün ve örnek teşkil edecek biçimdeydi, siyah ipek kumaştan
dikilmiş cüppesinin altındaki siyah ipek çorapları ve pırıl pırıl parlayan
rugan ayakkabıları dikkat çekiyordu. Masonlar ve papa karşıtları, onun
ipek çorap ve rugan ayakkabı giymesinin nedenini ayaklarının terleyip
kokmasına bağlıyorlardı ama ben bunun kötü niyetli bir söylenti
olduğunu düşünüyordum. Beni kişisel olarak henüz tanımıyorsa da,
beyaz ve yağlı elleriyle içeriye buyur etti, yediklerini benimle paylaştı ve
görmüş geçirmiş bir insan edasıyla anlattıklarıma inanıyormuş gibi beni
dinledi: Güya zavallı babam uzun süreden beri kullanmadığı silahının
bakımını yaparken, silah aniden patlamış ve babam talihsizce
vurulmuştu. İşte rahip buna inanıyor gibi yapmıştı, tabii politik olarak
böyle davranıyordu (çünkü böyle kötü zamanlarda, yalandan da olsa
kiliseden bir şeyler istemek onlar için sevindirici bir şeydi), bana
avutucu sözler söyledi ve rahip olarak defin işlemiyle birlikte gerekli
olan dinsel ritüelleri yerine getireceğini söyledi. Vaftiz babam
Schimmelpreester asil bir yüreklilik örneği sergileyerek cenaze
masraflarını üstleneceğini söyledi. Bu konuşmalardan sonra rahip
hazretleri, merhumun yaşamöyküsüyle ilgili bazı notlar aldı ve ben de
bu bilgileri ona verirken, babamın saygın ve neşeli bir yaşam sürdüğünü
anlatmaya dikkat ettim. Rahip daha sonra bana döndü ve kendi
yaşamımla ve geleceğe yönelik planlarımla ilgi sorular sordu, ben de
onun sorularını ayrıntısıyla ama biraz değiştirerek yanıtladım. Rahipse
bana aşağı yukarı şöyle karşılık verdi: “Sevgili oğlum, görünüşe bakılırsa
şimdiye kadar biraz sorumsuz yaşamışsınız. Ama geç kalmış
sayılmazsınız, zira insanın üstünde iyi bir etki bırakıyorsunuz, özellikle
de kulağa hoş gelen ses tonunuzdan dolayı sizi kutlamak isterim. Eğer
yazgınız size cömert davranmazsa buna çok şaşırırım. Doğuştan şanslı
75
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
olanları ve Tanrı’nın gözünde itibar kazananları tanımakta üstüme
yoktur; çünkü insanların yazgıları karakterlerinde gizlidir ve benim gibi
bu işten iyi anlayan biri, kişinin alnında yazılı olanı okur.” İşte rahip
beni bu sözlerle uğurladı.
Bu akıllı adamın söylediklerine çok sevinmiştim ve görüşmenin
mutlu sonunu bildirmek için bizimkilere koştum. Kilisenin yardımına
rağmen, ne yazık ki arzu ettiğimiz gibi saygın bir cenaze töreni
yapılamadı; çünkü burjuva sınıfından katılanların sayısı çok azdı, söz
konusu olan bizim kentimiz olduğuna göre, buna şaşırmamak gerekirdi.
Peki ama zavallı babamın iyi günlerinde havai fişek atışlarını seyretmeye
gelen ve onun sunduğu “Berncastler Doktor” marka şarabını keyifle
yudumlayan konuklarımız neredeydi? Onlar cenaze töreninde hazır
bulunmamışlardı, ya nankörlük etmişlerdi ya da böylesine ciddi ve
gözleri ebedî olana yönelten törenleri önemsemiyorlardı; bu tür insanlar
moralleri bozulmasın diye böylesi törenlerden uzak dururlardı, bu da
onların insanlıktan ve duygusallıktan ne kadar yoksun olduklarını
gösteriyordu. Sivil kıyafetle de olsa, Mainz’daki Nassau İkinci
Taburu’ndan sadece Teğmen Übel gelmişti törene. Eğer babamın
sallanan tabutunun mezara indirilişini ben ve vaftiz babam
Schimmelpreester tek başımıza izlemek zorunda kalmadıysak, bunu
ona borçluyuz.
Rahibin umut verici sözleri içime işlemişti çünkü bu sözler benim
sezgilerim ve izlenimlerimle örtüşmekle kalmıyor, içtenlikle sorduğum
sorulara ölçülü yanıtlar veren yüce bir makamdan geliyordu. Neden
böyle olduğunu söylemek kimsenin harcı değil, ben hiç olmazsa
nedenini ima etmeye cesaret edebiliyorum. Katolik kilisesinin
oluşturduğu saygın sınıfa mensup olan biri, insanlar arasındaki derece
farkını burjuva sınıfından birine göre çok daha iyi görebilir kuşkusuz.
Bu tartışmasız görüşümü güvenli bir yere koyduktan sonra, mantıklı
olmak için sürekli çaba göstererek bir adım daha atmış oluyordum.
Burada söz konusu olan şey, bir duyu, yani şehvetin bir öğesidir. Ama
Katoliklerin saygı gösterme biçimi, doğaüstü olan şeye ulaşmak için
76
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
şehveti özellikle göz önünde bulundurmak, onu en akla gelmeyecek
yollarla savunmak ve hiçbir gücün üstesinden gelemeyeceği kadar
sırlarının derinliklerine girmektir. Yüksek düzeydeki bir müziği, daha
yüce koroların önsezisini vermek için yaratılmış olan bir armoniyi
duymaya alışık bir kulak, insan sesi tınısının yüce asaletini dinlemekle
heyecanlanmaz mı? Tanrısal mekânların görkeminden, dinsel yüceliği
renkleri ve biçimleriyle temsil eden yüce bir gözden, Tanrı’nın özenerek
yarattığı bir güzellik kaçar mı? Tapınakların kutsal kokusunu
duyumsamış, buhurdan büyülenmiş ve kutsallığın o tatlı aromasını içine
çekmiş bir burun, dünyaya şanslı gelmiş bir çocuğun tinsel ve aynı
zamanda da bedensel kokusunu alamaz mı? Kilisenin en yüce sırrına,
yani bedenin ve kanın gizemine vâkıf biri, asil ve sıradan insan arasında
ayrım yapma yeteneğine sahip olamaz mı? Seçerek kullandığım bu
sözcüklerle, düşüncelerimi en güzel biçimde ifade ettiğim için kendimle
övünüyorum.
Nasıl olursa olsun, benimle ilgili bu kehanet, hissettiklerimden ve
düşündüklerimden farklı bir şey söylemiyordu ve beni her bakımdan
onaylıyordu. Gerçi ara sıra üstüme bir bitkinlik çöküyordu; çünkü
vaktiyle bir sanatçı tarafından masallara özgü bir ifadeyle tuvalin
üzerine resmedilen bedenim, şimdi çirkin ve eski püskü giysilerimle
herkesin gözüne batıyordu ve ben artık kentimizde horlanan ve
kendisinden kuşku duyulan bir kişi durumuna düşmüştüm. Adı kötüye
çıkmış bir aileden gelmem, iflas edip intihar eden bir babanın oğlu
olmam ve kötü bir öğrenci olarak saygı duyulacak bir yaşam
beklentimin olmaması nedeniyle, kentimiz insanının aşağılayıcı
bakışlarının hedefi haline gelmiştim; her ne kadar bunlar tatsız ve yavan
insan bakışları olsa da, benim gibi bir doğaya sahip birini üzmek,
incitmek istiyorlarmış gibi geliyordu bana ve burada yaşadığım süre
boyunca beni sokağa çıkmaktan bıktırıyorlardı. Yapımda öteden beri
var olan uzaklara gitme isteği ve insanlardan kaçma eğilimi, bu
dönemde daha da artmış, dünyaya ve insanlara bağlanma isteğimle
paralel gider olmuştu. Ancak o bakışlara –ki bu durum yalnızca
77
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
kentimizin kadın sakinlerinin bakışlarıyla sınırlı değildi– tiksinti
uyandıran bir ilgiye dönüşen ve böylesine içten bir çabaya en güzel
katkıyı vaat eden bir ifade karışmıştı. Yüzümün zayıflayıp çöktüğü ve
uzuvlarımın yaşlı bir insanın özelliklerini gösterdiği bugün, şunu
rahatlıkla söyleyebiliyorum ki, şu on dokuz yıllık yaşamım buyunca,
çocukluk ve gençlik yıllarımın bana vaat ettiği her şeyi yaşamıştım ve
kendi değerlendirmeme göre de herkesin beğenmesi gereken çok
yakışıklı bir delikanlı olmuştum. Durumumun kötüye gittiği bilinci,
insanların bakışlarının önüne bir sis perdesi çekmiş olmasaydı, sarışın ve
aynı zamanda kumral olan görüntüm, mavi gözlerimin parıltısı,
dudaklarımın mütevazı gülümsemesi, sesimin gizemli büyüsü, sola
doğru ayrılmış ve sevimli bir tepe halinde alnımdan arkaya doğru
taranmış sarı saçlarımın ipeksi parlaklığıyla sıradan hemşerilerimin ve
yeryüzündeki pek çok insanın gözünde çok yakışıklı bir delikanlı
olabilirdim. Vaftiz babam Schimmelpreester’in sanatçı gözünü okşayan
vücut yapım kesinlikle kaba değildi; uzuvlarım ve kaslarım, spor sever
ve güçlendirici oyunlar yapan insanlar gibi birbiriyle orantılı ve ölçülü
bir şekilde gelişmişti; oysa ben öteden beri düşler âleminde dolaşan biri
olarak kültür fizik hareketlerinden hiç hoşlanmıyordum ve dış
görünüşümü güzelleştirmek için hiçbir çaba göstermiyordum. Ayrıca
şunu da kaydetmek gerekir ki, cildim son derece zarif bir yapıya sahipti
ve öylesine hassastı ki, para sıkıntısı çekmeme rağmen yumuşak ve iyi
kalite sabun kullanmak zorunda kalıyordum; çünkü sıradan ve ucuz
sabunlar cildimi aşırı derecede tahriş ediyordu.
Doğal yetenekler ve doğuştan gelen üstünlükler, insanın kökeniyle
ilgili olarak genellikle saygın ve anlamlı bir ilgi uyandırır. O zamanlar
beni fazlasıyla meşgul eden şey, atalarımın görüntülerinden,
fotoğraflardan ve gümüş levha üzerine çekilmiş resimlerden,
madalyonlardan, gölge siluetlerden ve bu konuda işime yarayacak her
şeyden yararlanarak araştırmalarımı sürdürüp bedensel güzelliğimi
atalarımın hangisine borçlu olduğumu bulmaya çalışıyor olmamdı.
Ancak fazla bir şey de bulamadım. Gerçi baba tarafından atalarımın yüz
78
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
hatlarında ve duruşlarında doğanın bazı denemelerini görebildim (zaten
daha önce de belirttiğim gibi, zavallı babam şişman ve göbekli biri
olmasına rağmen hoş bir görünüşe sahipti). Sonunda bu güzel
görüntümü kendi soyuma borçlu olmadığım konusunda ikna olmuştum;
soyumun herhangi bir döneminde bazı kuraldışı şeyler yaşandığını,
atalarım arasında asil ve saygın bir adam bulunduğunu varsaymazsam,
işte o zaman bu üstün özelliklerimin kaynağını bulmak için kendi iç
dünyamın derinliklerine bakmak zorundaydım.
Rahip hazretlerinin sözleri benim üzerimde nasıl böylesine büyük
bir etki bırakmıştı? Aslında onun beni nasıl etkilediğini hemen oracıkta
anlamıştım, bugün bile aynı şeyi söyleyebiliyorum. O beni övmüştü –
peki neden övmüştü? Sesimin kulağa hoş gelen tınısı yüzünden
övmüştü. Bir insan nasıl gözü şaşı, boynu kalın ya da ayağı topal diye
küçümsenip horlanabiliyorsa, benim sesimin bu hoş tınısı da hiçbir
şekilde övgüye değer bir özellik, bir yetenek olarak görülmüyordu; zira
burjuva dünyamızın anlayışına göre övgü ve kınama yalnızca ahlaki
değerlerle ölçülür, doğal değerlerle değil; benim doğal yeteneğimi
övmek burjuva yaşamım yüzünden haksızlık ve sorumsuzluk olarak
görülebilirdi. Ama kent rahibi Chateau’nun bu konuda çok farklı
davranması, paganımsı bir safdilliği içinde barındıran ve beni mutlu
düşüncelere yönelten bilinçli ve inatçı bir bağımsızlığın ifadesi gibi beni
yepyeni ve cesurca bir havaya soktu. Doğal ve ahlaki kazanımlar
arasında kesin bir ayrım yapmak zor değil midir, diye kendime
soruyordum. Amcaların, teyzelerin, büyük annelerin ve büyük
babaların resimleri, sahip olduğum bu üstün özelliklerimden çok azının
bana miras yoluyla geçtiğini zaten gösteriyordu. Acaba bu üstün
özelliklerimin oluşumunda benim kendi katkım olmamış mıydı?
Ruhum sorumsuzca davranmış olsaydı, o zaman sesimin sıradan,
gözümün kör ve bacaklarımın çarpık olduğunu duygularım bana
hissettirmez miydi? Dünyayı seven, kendini ona yaraşır bir şekilde
biçimlendirir. Eğer doğal olan ahlaki olanın bir sonucuysa, o zaman
rahip hazretlerinin, sesimin etkileyici tınısı nedeniyle bana övgüler
79
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
yağdırması, herhalde haksız yere ve laf olsun diye söylenmiş bir şey
değildi.
80
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
Üçüncü bölüm
Babamın fani vücudunu toprağa emanet ettikten birkaç gün sonra,
biz geride kalanlar, vaftiz babam ve aile dostumuz Schimmelpreester’in
isteği üzerine villamızda yapılacak bir görüşme ya da aile toplantısı için
bir araya geldik. Bize kesin bir dille söylendiğine göre, yeni yılda evimizi
boşaltmak zorundaydık; bu yüzden gelecekte nerede kalacağımız
konusunda karar almamız acil bir zorunluluk haline gelmişti.
Burada vaftiz babamın bize verdiği desteği ve öğütleri ne kadar
övsem azdır; bu olağanüstü zeki insanın aile bireylerimizin her biri için,
özellikle de benim şahsıma yönelik ayrı ayrı planları ve önerileri oldu ve
bunların zaman içinde son derece yararlı ve mutlu edici öneriler
oldukları anlaşıldı. Vaktiyle birbirinden güzel yumuşacık koltuklarla
donatılmış, eğlencenin, yemenin içmenin hiç eksik olmadığı salonumuz,
şimdi talan edilmiş, neredeyse oturacak mobilya kalmamış çıplak bir
haldeydi ve toplantı bu hüzünlü mekânda yapılacaktı; bizler bu salonun
bir köşesinde duran küçük yeşil masanın etrafında, iskeleti ceviz
ağacından yapılmış bambu sandalyeler üzerinde oturuyorduk, masa
aslında dört ya da beş tane birbiri içine geçmiş, ince ayaklı çay ya da
servis sehpalarından oluşan bir takımdan ibaretti.
Vaftiz babam, “Krull!” diye seslendi (dostluğun verdiği rahatlıkla
anneme soy ismiyle hitap ederdi). “Krull!” dedi ve bu sırada karga
burnunu ve keskin bakışlı gözlerini anneme yöneltmişti; kaşları ve
kirpikleri olmayan gözleri, gözlüğünün selüloit halkalarıyla tuhaf bir
şekilde çerçevelenmişti. Şöyle dedi: “Umudunuzu yitirmiş
görünüyorsunuz, bitkin bir haliniz var, buna hiç hakkınız yok. Zira
yaşamın renkli ve eğlendirici yanları, asıl şimdi, yani burjuvanın ölümü
diye adlandırılan ve her şeyi temelden yıkan bu felaketten sonra
81
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
başlayacaktır; çünkü yaşamın en umut verici ânı, insanın en kötüyü
yaşayınca, bundan daha kötüsünün olmayacağını bilmesidir. İnan,
benim sevgili arkadaşım, böyle bir durumu maddi olarak yaşamamış
olsam da, içimde kopan fırtınalar nedeniyle bana hiç yabancı değil! Siz
hiç olmazsa böyle bir şey yaşamadınız, aklınızı kullanmanızı engelleyen
şey budur işte. Yürekli olun, benim çok sevgili dostum! Yeni bir şeyler
yapmak için hevesiniz olsun! Burada kaybettiniz ancak bu ne ifade eder
ki? Koskoca dünya kucağını açmış, sizi bekliyor. Kommerzbank’taki
hesabınızdaki paranızın hepsi henüz bitmiş değil. Kalan parayla ve uğur
feniğinizle herhangi büyük bir kentin yaşamına karışabilirsiniz; bu
Wiesbaden, Mainz, Köln ya da Berlin olabilir. Mutfak işlerinden
anlayan usta bir kadınsınız –bu çolpa ifade biçimi için beni bağışlayın
lütfen!– biriktirdiğiniz ekmek artıklarından puding yapmayı, önceki
günden kalma et artıklarından kıyma yapıp ekşili yemek yapmayı
bilirsiniz. Ayrıca evinize gelen konuklarınızı ağırlamaya, onları yedirip
içirip eğlendirmeye alışıksınız. Birkaç odalı bir yer kiralarsınız ve yemek
yemek ve kalmak için düzenli bir yer arayan insanlara uygun bir ücret
karşılığında hizmet vereceğinizi ilan edersiniz. Eskiden yaşadığınız gibi
yaşamaya devam edersiniz; ancak tek farkınız şu andan itibaren gelen
konuklardan para almanız ve bu işten para kazanmanız olur. Hoşgörülü
ve şen şakrak kişiliğinizle konuklarınıza iyi, rahat ve keyifli bir ortam
sunacağınızdan eminim, işyerinizin yavaş yavaş gelişip büyümesi beni
hiç şaşırtmayacaktır.”
Vaftiz babam, içten söylediği sözlerine alkış tutmamıza ve
teşekkürlerimizi sunmamıza fırsat vermek için susmuştu, onun bu içten
sözlerine hitap ettiği kişi de katılmıştı.
“Lympchen’e gelince,” diye devam etti vaftiz babam (zira kız
kardeşim Olympia’ya bu sevimli isimle hitap ederdi), “bu işte annesine
yardım edebilir, özellikle de konukların burada geçirecekleri süreyi
güzelleştirmek için doğuştan yetenekli bir kız o; mükemmel bir
konukseverlik örneği sergileyip müşterileri çekeceği kesin. Böylece işe
yarama fırsatı da elde etmiş olur. Aslında onunla ilgili daha iyi şeyler var
82
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
aklımda. Sizin o parlak günlerinizde şarkı söylemeyi öğrenmişti, gerçi
çok başarılı sayılmazdı, sesi biraz zayıftı ancak tınısı kulağa hoş gelmiyor
da değildi, göze hitap eden fiziksel özellikleri sesinin etkisini artırır.
Köln’de oturan Salli Meerschaum benim eski bir dostumdur ve onun
asıl işi tiyatro ajanslığıdır. Olympia’yı çok önemli bir operet
topluluğuna ya da sanatçılar birliğine ait küçük operet sahnelerinden
birine rahatlıkla yerleştirir, ilk başlarda ihtiyaç duyacağı gardırobunu da
eski püskü kıyafetlerimden ben sağlarım. Kariyerinin ilk yılları biraz
belirsiz ve zor geçebilir, belki de tüm yaşamını ortaya koyarak mücadele
etmek zorunda kalacaktır. Ancak kararlılığından ödün vermezse (çünkü
bu, yetenekten daha da önemli) ve yeteneklerini yerinde kullanıp
bundan yararlanmasını bilirse, o zaman hızla yukarıya tırmanır ve
büyük olasılıkla sanatının zirvesine çıkar. Ben kendimce bazı çerçeveler
çiziyorum, gerisi size kalmış bir iştir.” Kız kardeşim sevinçten çığlıklar
atarak akıl hocamıza koşup boynuna sarıldı ve başını göğsüne dayayarak
anlattıklarını dinlemeye devam etti.
“Şimdi,” dedi vaftiz babam, söyleyeceği şeyi çok önemsediği açıkça
belli oluyordu, “şimdi, üçüncü olarak bizim Kostüm Kafa’ya
geliyorum!” (Okur bu sözcükle kimin ima edildiğini anlar). “Onun
geleceğiyle ilgili uzun uzun düşündüm ve çözüm yolunu tıkayan önemli
zorluklara rağmen, geçici türden de olsa bir çözüm yolu bulduğumu
sanıyorum. Hatta bir dış ülkeyle, adını söylemek gerekirse, Paris’le bu
konuda yazışmalarda bulundum – nedenini hemen söyleyeceğim. Bana
göre, onun önünü açmak gerekir; zira üst tabaka mensubu insanlar,
yanlış da olsa, onun onurlu bir işe girmesine izin vermeyecekler, buna
yetkileri olmadığını söyleyeceklerdir. Ama onu dışarı çıkarabilirsek,
yaşam denizinin dalgası onu alıp en güzel sahillere taşıyacaktır. Benim
görüşüme göre, otel ve garsonluk işi onun durumunda birisi için ileriye
yönelik çok güzel fırsatlar sunabilir, düz yönde ilerlerken (ki bu da çok
yüksek mevkilere eriştirebilir), kimi şanslı çocuklarda görüldüğü gibi,
gittikleri anayolun dışında, sağa sola sapacakları patika yollar da
açılabilir önünde. Yukarıda sözünü ettiğim yazışmayı, Paris’teki Place
83
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
Vendôme’dan fazla uzakta olmayan Rue Saint-Honoré’deki (çok
merkezî bir yer, şehir planı üzerinde size göstereceğim) Saint James and
Albany Oteli’nin müdürü Isaak Stürzli’yle yapmış bulunuyorum;
kendisi Paris’te yaşadığım dönemde senli benli olduğum bir arkadaşım.
Felix’in aldığı aile terbiyesini ve özelliklerini en etkileyici biçimde
aktardım, düzgün duruşuna ve becerikliliğine kefil oldum. Fransızca ve
İngilizceye biraz aşinalığı var, en kısa zamanda onları geliştirmesi iyi
olacaktır. Otel müdürü Stürzli, Felix’i benim hatırıma, deneme
amacıyla ve pek tabii ilk başta ücret ödemeden yanına almaya hazır.
Felix yeme içme ve barınma için herhangi bir ücret ödemeyecek ve
kendisine çok yakışacağını düşündüğüm iş kıyafeti temininde de bazı
ayrıcalıklar sağlanacak. Kısacası, işte onun önünde açılan bir yol var,
yeteneklerini geliştirebileceği bir hareket alanı ve çok uygun bir ortam
var; eminim ki, bizim Kostüm Kafa, Saint James and Albany Oteli’nin
saygın konuklarına, çok memnun kalacakları bir hizmet sunacaktır.”
Benim bu mükemmel insana en az bizim ailenin kadınları kadar
müteşekkir olduğumu herkes gördü. Sevinçten uçuyordum ve büyük
bir coşkuyla ona sarıldım. Doğup büyüdüğüm yerin o sevimsiz havası
üzerimden birden kalktı, özlemini duyduğum büyük dünya önüme
açıldı ve Paris, zavallı babamın anılarında canlandırdığı resminden bile
dizlerinin bağı çözülen bu kent, şimdi bütün görkemiyle benim gençlik
dünyamın önüne açılıyordu. Ancak konu o kadar da basit değildi,
düşündürücü bir yanı da vardı ya da halk arasında söylendiği biçimiyle,
pürüzlü bir tarafı vardı; askerlik sorunumu yoluna koymadan önce
uzaklara gitmem mümkün değildi, elimdeki kâğıtlar olumlu bir sonuca
ulaşana kadar imparatorluğun sınırları dışına çıkmak, geçilmesi
mümkün olmayan bir engel gibi görünüyordu; bu konunun rahatsız
edici bir başka yüzü de, bilindiği üzere, eğitim görmüş sınıfın
imtiyazlarına benim sahip olamayışım ve ilk yoklamada askerliğe uygun
bulunmam nedeniyle er olarak birliğime teslim olacak olmamdı. O
tarihe kadar tamamen aklımdan çıkmış olan bu tatsız ama ahlaki
görevin, umutla beklediğim o büyük anda aklıma gelmiş olması
84
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
yüreğimi derinden yaraladı. Bu konuyu çekinerek dile getirdiğimde,
buna hem annem hem kardeşim hem de vaftiz babam
Schimmelpreester kayıtsız kaldılar: Hanımlar askerlik konusundaki
bilgisizliklerinden, vaftiz babam da sanatçı olduğu için devletle ilgili
resmî işlere pek alışık olmadığından. Vaftiz babam bu konuda tamamen
çaresiz kaldığını itiraf etti, askerî doktorlarla hiçbir zaman yakın ilişki
içerisinde bulunmadığını, bu nedenle askerlik konusunda karar veren
doktorları etkilemesinin mümkün olamayacağını öfkelenerek
açıkladıktan sonra, benim ne yapıp edip bu beladan kendimi
kurtarmam gerektiğini söyledi.
İşte böylesine nazik bir durumda kendi başıma kalmıştım; okur bu
durumun üstesinden gelip gelemeyeceğimi görecektir. Öncelikle
delikanlılıktan kaynaklanan heyecanlı ruh halim, uzaklara gitme
düşüncesi, ailemin yakın zamanda başka bir kente taşınacak olması ve
bununla ilgili olarak yapılan hazırlıklar aklımı biraz karıştırmış ve başka
yöne kaydırmıştı; zira annem yeni yılın hemen başında yanına ikinci
kiracılar ya da pansiyonerler almayı umduğu için taşınmamızın
Noel’den önce gerçekleşmesini istiyordu; kalıcı ikamet hedefimiz
olarak, bize zengin fırsatlar sunacağını düşündüğümüz büyük bir kente,
Main Nehri kıyısındaki Frankfurt’a taşınacaktık.
Genç delikanlı geriye dönüp kulesine ve üzüm bağlarıyla kaplı
tepelerine bir kere bile bakmadan, doğup büyüdüğü küçük kenti
arkasında bırakarak ne kadar rahat bir şekilde, ne kadar da aceleyle,
küçümseyerek ve içi hiç sızlamadan uzaklara kaçıyor! Ancak her ne
kadar bu kentten koptuysa ve ileride bütünüyle kopacak olsa da, yine
de kentin resmi tuhaf bir şekilde zihninden hiç silinmeyecek, bilincinin
derinliklerinde bir yerlerde kalacak ya da her şeyi tamamen
unutmuşken, mucizevi bir şekilde yıllar sonra yeniden ortaya çıkacaktır:
Aptalca olan şeyler saygınlık kazanır; insan dış dünyada yaşamı boyunca
icraatta bulunurken, etkiler bırakırken ve başarılar elde ederken, açıkça
belli etmese de içten içe o küçük dünyayı hep dikkate alır, yaşamının
her dönüm noktasında her yükselişte, acaba yurdumun insanı buna ne
85
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
diyecek ya da ne derdi, diye kendi kendine sorar; bu, kent insanının bu
çok özel delikanlıya haksız, anlayışsız ve isteksiz davrandığı zaman söz
konusu olacaktır. Delikanlı bu kente bağımlı olduğu için, ona diklenir;
kent kendisini bırakmak zorunda kaldığı, belki de çoktan unutup gittiği
için, yaşamı hakkında karar verme ve seçim yapma hakkını ona tanır.
Evet, günün birinde, olaylar ve değişiklerle dolu geçen yıllardan sonra,
bir şeyler onu çıkış noktasına geri çeker, kendisini buradaki insanların
alışık olmadığı büyük bir maddi sıkıntı içinde gösterip onların şaşırıp
hayretler içinde kalmalarına içinden kıs kıs gülerek alay edebilmek için
kendisini baştan çıkaran şeytana direnmez – tıpkı benim bu delikanlının
yerinde aslında kendimden bahsedeceğim gibi.
Paris’teki otelin yetkilisi Stürzli’ye kibar bir üslupla, durumumun
sınırı geçmeye şimdilik müsait olmadığını, askerliğe elverişli olup
olmamam konusunda verilecek kararı beklemek zorunda olduğumu ve
bu nedenle işe başlamam konusunda biraz daha sabır göstermesini
isteyen bir mektup yazdım, aslında alınacak kararın benim gelecekteki
mesleğim için önemsiz olduğunu ve muhtemelen de istediğim gibi bir
karar olacağını da ekledim. Eşyalarımızdan geriye kalanlar ve bavullar
yolculuk için hazırlandı, bavulların içine vaftiz babamın bana veda
hediyesi olarak verdiği ve Paris’te işime çok yarayacağını düşündüğü,
kolalı göğüslüğü olan altı tane harika gömlek konulmuştu. Ve puslu bir
kış gününde uzaklaşan trenin penceresinden üçümüz de dışarı sarkmış
bir şekilde el sallayarak dostumuzun uçuşan kırmızı mendilinin siste
yavaş yavaş kaybolduğunu görüyorduk. O mükemmel adamı sonra
sadece bir kez daha görebildim.
86
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
Dördüncü bölüm
Frankfurt’a gidişimizi izleyen ilk günlerin telaşını atlamak
istiyorum, zira böylesine zengin ve muhteşem bir ticaret kentinde
oynamaya mahkûm edildiğimiz o sefil rolümüzü hatırlamak
istemiyorum; o günlerdeki yaşantımızı ayrıntısıyla anlatacak olursam,
okura sıkıntı vermiş olurum. Hele kaldığımız o pis konuk evinden ya da
adi pansiyondan hiç söz etmek istemiyorum, kendini otelden sayan ama
bunu hiç hak etmeyen bu mekânda annem ve ben (kız kardeşim
Olympia, Wiesbaden tren istasyonunda bizden ayrılıp şansını denemek
üzere Köln’ deki ajans sahibi Meerschaum’un yanına gitmişti) tasarruf
etmek için günlerce gecelemek zorunda kaldık; ısıran ve sokan
haşaratlarla dolu bir kanepenin üzerinde yatmıştım. Dar gelirlilerin
oturduğu ucuz bir semtte yeni boşalmış, kesemize ve annemin
gelecekteki planlarına uygun düşen bir ev buluncaya kadar, acımasız ve
yoksulluğa düşman bu büyük kentte, sokak sokak dolaşmaktan yorulup
bitkin düşmemizden de söz etmek istemiyorum. Bulduğumuz evin dört
küçük odası ve odalardan daha da küçük bir mutfağı vardı ve büyükçe
bir binanın arka cephesinin giriş katında bulunuyordu, çirkin avlulara
bakıyordu ve güneş ışığından bütünüyle yoksundu. Aylık kirası kırk
marktı; buna itiraz edecek bir durumumuz olmadığı için evi hemen
kiraladık ve aynı gün taşındık.
Yeni şeyler gençlere son derece cazip gelir; bizim kahkaha sesleri
yükselen villamızla hiçbir bakımdan karşılaştırılamayacak olsa da,
oturduğumuz bu içler acısı evde aşırı sayılabilecek kadar canlı ve
neşeliydim. Dinç ve neşeli halimle acil olarak yapılması gereken işlerde
anneme yardımcı oluyordum: mobilyaları yerleştirdim, talaş içine
yerleştirilmiş tabakları ve fincanları ambalajlarından çıkardım, rafı ve
87
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
dolabı mutfak takımlarıyla donattım; iğrenç görünümlü şişman
vücuduyla adi davranışlar sergileyen ev sahibiyle acil olarak yapılması
gereken tadilatlar hakkında pazarlık yapmak zorunda kalmış olsam da,
onun canımı sıkmasına izin vermedim ancak bu koca göbekli kaba saba
adam inatla yapmam diye diretiyordu, sonunda annem mecburen kiraya
vereceği odaların perişan haldeki görüntülerini gidermek için elini
cebine atmak zorunda kalmıştı. Annem bu duruma bayağı içerledi; zira
taşınma ve yerleşme masrafları bir hayli yüksek olmuştu; eğer para
kazandıracak konuklar gelmezse, daha pansiyon açılmadan iflas
bayrağını çekebilirdik.
Hemen daha ilk akşam, sahanda pişirdiğimiz birkaç yumurtayı
mutfakta ayaküstü yerken, dinsel duygumuzu ve mutlu anılarımızı
simgelemesi için işletmemizin adını “Pansiyon Loreley” koymaya karar
verdik ve aldığımız bu kararı annemle birlikte hazırladığımız posta
kartıyla, onayını almak üzere vaftiz babam Schimmelpreester’e
bildirdik. Ve ben ertesi gün bu şiirsel isimle, akılda kolay kalsın diye
kalın harflerle yazdığımız mütevazı ve aynı zamanda etkileyici bir ilanla
hemen Frankfurt gazetesinin dağıtım bürosuna koşfunduszeue.info geçenlerin
dikkatini çekmek amacıyla işletmemizin ön duvarına asmayı
düşündüğümüz tabelanın ücretinin yüksek oluşu yüzünden sıkıntılı
günler geçirdik. Ancak buraya gelişimizin altıncı ya da yedinci gününde
memleketten, ambalajından ne olduğunu anlayamadığımız bir koli
geldi; gönderenin vaftiz babam Schimmelpreester olduğunu, kolinin
içindekinin dört köşesi delinmiş, kenarları dik açıyla kıvrılmış teneke bir
levha olduğunu görünce ne kadar çok sevindiğimizi kimse tasvir
edemez. Levhanın üzerinde sanatçının bizzat kendisinin yarattığı, şarap
şişelerimizi süsleyen, üzerinde giysi olarak sadece takılar bulunan bir
kadın resmi yer alıyordu, resmin yanında da altın yaldızlı yağlı boyayla
yazılmış “Pansiyon Loreley” ismi parıldıyordu. Levha, binanın ön
cephesinin bir köşesine öyle çakıldı ki, üstündeki kaya perisi, uzattığı
yüzüklü parmağıyla kaldığımız eve giden yolu işaret ediyordu ve çok
etkileyici bir görüntü sunuyordu.
88
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
Pansiyonumuz gerçekten de rağbet görmeye başlamıştı: Önce ciddi
görünümlü, sessiz, hatta biraz somurtkan ve görünüşüne bakılırsa
yaşamının gidişatından pek memnun olmayan bir adam geldi; kirasını
ödeyen, ölçülü ve düzgün bir yaşam sürdüğü belli olan bu adam, genç
bir tekniker ya da makine mühendisi olmalıydı. Geleli sekiz gün bile
olmamıştı ki, ona iki konuk daha katıldı: Bunlar tiyatro sanatçılarıydı;
biri sesini tamamen kaybettiği için işsiz kalan bir basso’ydu, göbekliydi
ve şakacı birine benziyordu; ancak başına gelen talihsizlikten dolayı
kızgındı, inatla yaptığı alıştırmalarla ses tellerini güçlendirmeye
çalışması da boşunaydı; bu alıştırmalar sanki bir varilin içine konulmuş
da boğuluyormuş gibi yardım çığlığı atan birinin çırpınışına benziyordu,
yanındaki dişi kuyruk ise üstüne kirli bir gecelik giymiş, pembe
boyanmış uzun tırnakları olan kızıl saçlı bir koro sanatçısıydı; cılız yapılı
ve sefil görünümlü bu kadın, görüldüğü gibi, pek de sağlam bir pabuca
benzemiyordu; şarkıcı, yaptığı herhangi bir yanlıştan dolayı ya da sadece
kendini tatmin etmek için pantolonunun askılarıyla canını acıtacak
şekilde onu sık sık dövüyordu ve kadın bütün bunlara rağmen şarkıcının
kendisine olan sevgisinden en ufak bir kuşku duymuyordu.
Odanın birinde bu ikili, diğerinde ise makinist kalıyordu. Üçüncü
oda da bize kalmıştı. Ama ben yakışık almaz diye annemle aynı odayı
paylaşmak istemediğim için mutfakta, bankın üstünde hazırlanan bir
yatakta yatıyordum ve elimi yüzümü musluktan akan suyla yıkıyordum;
ancak bu durumun pek uzun süremeyeceğini, yazgımın yakın bir
gelecekte öyle ya da böyle değişeceğini düşünüyordum.
Pansiyon Loreley gelişiyordu, konukların çokluğu nedeniyle işlere
yetişemez olmuştuk ve annem haklı olarak işletmeyi daha da büyütmeyi
ve bir hizmetçi kız almayı düşünmeye başlamıştı. Her şeye rağmen
pansiyonumuzda işler iyi gidiyordu ve artık benim yardımıma pek
ihtiyaç yoktu. Paris’e gidinceye kadar ya da askere gidip iki renkli
üniformayı giyinceye kadar, önümde boş geçecek uzunca bir bekleme
süresi olacaktı, bu da genç bir adamın sessiz sedasız büyüyüp
olgunlaşması için aranıp da bulunmaz bir fırsattı ve çok da gerekliydi.
89
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
İnsan öyle aylak aylak dolaşıp, boş işlerle uğraşıp bedenen yıpranarak
kendini eğitemez ve geliştiremez; eğitim ve kültür özgür olmanın, dış
dünyada gezip dolaşmanın bir armağanıdır. Eğitim kazanılmaz, insan
onu nefes gibi içine çeker, bunun için gizli aletler iş başındadır;
duyuların ve zihnin gizli çabası her an onun nimetlerinin peşindedir, bu
çaba çalınan günlük olaylarla yakından ilgilidir ve bu kültürel edinim
kanatlanıp insana uykusunda uçarak gelir. İnsanın eğitimli ve kültürlü
olabilmesi için gerçekten de tablo gibi bir güzelliğe sahip olması gerekir.
Hiç kimse doğasında var olmayan bir şeye sahip olmak istemez, sana
yabancı olanı arzulayamazsın. Değersiz hamurdan oluşan biri, bu
kültürü edinemez, edinmiş olan ise kesinlikle kaba biri değildir. İşte bu
nedenle burada kişisel kazanım ile yaşanılan olaylardan edinilen
kazanım arasında adil ve kesin bir ayrım yapmak çok zordur; ancak
yüzüme gülen yazgım beni doğru zamanda büyük bir kente sürükleyip
bana istemediğim kadar boş zaman bahşetmiş olsa da, böylesine büyük
bir kentin önüme sunduğu, ruhumun derinliklerinde yaşayabileceğim
eğlence ve kültürel mekânlara girebilecek maddi olanaklardan tamamen
yoksundum ve yaptığım keşif turlarında, yüzümü şehvet kokan bir
bahçenin parıltılı kapısına dayayıp içeridekileri seyretmek zorunda
kaldığımı söylemem gerekir.
O dönemde neredeyse bütün gün boyunca uyuyordum, çoğunlukla
öğle yemeğine kadar, hatta daha da uzun bir süre uyuyordum, öyle ki
mutfakta yemekten artakalanları ısıtıyor ya da soğuk bir şeyler yemek
zorunda kalıyordum ve arkasından da makinistin bana hediye ettiği
sigaradan bir tane tüttürüyordum (çünkü makinist, yaşamımı anlamlı
kılan bu nesneye çok düşkün olduğumu ve bunu alacak param
olmadığını biliyordu), ikindi vaktine doğru, saat dört ya da beş
civarında, kentin eğlence yaşamı canlanmaya başladığında, zengin
kadınların lüks arabalarıyla ziyaretlere ve alışverişe gittikleri, kafeleri
doldurdukları ve mağazaların neon ışıklarının ışıl ışıl yanmaya başladığı
saatlerde, benim de Pansiyon Loreley’dan dışarı çıkma fırsatım
oluyordu. İşte o zaman Frankfurt’un insanlarla dolu dar sokaklarında
90
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
keşif ve şehvet turları yapmak için sallana sallana kent merkezine
yürüyordum ve bu turlardan çoğu kez cebim dolu olarak, sabaha doğru,
tan ağarırken ana ocağına geri dönüyordum.
Şimdi bu sıradan giyimli delikanlıya bir bakın; tek başına, yanında
arkadaşı olmadan kalabalığın arasında kaybolmuşçasına bu renkli
dünyada nasıl da dolaşıyor! Uygar dünyanın eğlence yaşamına katılacak
parası yoktu. Eğlence ve şenliklerden, duyarsız birinin bile merakını
cezp eden reklam sütunları, onların üzerinde asılı olan panolardaki
ilanlar sayesinde haberdar oluyordu (ki bu delikanlı böyle şeylerin
özellikle meraklısıydı); yalnızca bunların isimlerini okumakla, ne zaman
ve nerede sunulduğunu öğrenmekle yetinmek zorundaydı. Rengârenk
süslenmiş eğlence mekânlarının törensel bir edayla açılan kapılarını
görüyor ama akın akın içeri giren seyircilere katılamıyordu;
müzikhollerden ve özel tiyatrolardan kaldırım taşlarına yansıyan
görkemli ışıktan gözleri kamaşmış olarak orada öylece duruyordu;
üstünde kırmızı giysisi, kafasında üçgen şapkası ve elinde asasıyla
parlayan ışığın etkisiyle rengi solmuş gibi görünen iriyarı bir zenci,
caddeye taşan ışık selinin içinde bir masal kahramanı gibi tüm
heybetiyle yükseliyordu ve delikanlı, onun dişlerini göstere göstere
tekrarladığı davet çağrılarına ve saçma sapan vaatlerine karşılık
veremiyordu ancak duyuları çok canlıydı, bütün dikkatini oraya
yöneltmekten çok gerilmişti. Bakıyor, seyrediyor, keyifleniyor ve
gördüklerini hafızasına kaydediyordu; gürültülü patırtılı kalabalık, bu
uyku düşkünü küçük kent gencini ilk başlarda şaşırtmış, uyuşturmuş ve
hatta biraz ürkütmüş olsa da, delikanlı bu kargaşanın üstesinden
gelecek, bunu kendi gelişimine ve kültürel amaçlı araştırmalarının
hizmetine sunacak espri anlayışına ve akıl gücüne sahipti.
Vitrinlerin, mağazaların, alışveriş salonlarının ve lüks yaşama özgü
satış noktalarının ve stok merkezlerinin değerli ürünlerini dar kafalı
davranıp saklamamaları, aksine büyük ve geniş vitrinlere koyarak teşhir
etmeleri ne kadar da güzel bir alışkanlık! Kış günlerinde, öğleden sonra
ikindi üzeri, vitrinlere konulan bütün bu ürünler, gün ışığında olduğu
91
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
gibi aydınlatılıyor; vitrinlerin alt kısımlarına sıra sıra yerleştirilen gaz
lambaları, camların buzlanmasını önlüyordu. Ve ben, orada, soğuğa
karşı korunmak için boynuma sardığım yün atkıyla öylece duruyordum
(çünkü babamdan bana miras kalan paltom çok az bir para karşılığında
rehin evine verilmişti), ayaklarımdan baldırlarıma kadar çıkan soğuğa ve
rutubete aldırmadan yüksek tabakaya ait bu güzel ve pahalı şeylerden
gözlerimi ayıramıyordum.
Mobilya mağazalarının vitrinlerinde her türlü ev eşyası teşhir
ediliyordu: Rahat bir konfor sunan etkileyici çalışma odaları, müşterileri
mahrem yaşamın incelikleriyle tanıştıran yatak odaları, etrafı rahat
koltuklarla çevrelenmiş, saten örtülü ve çiçeklerle süslenmiş bir masanın
üzerine konulmuş gümüş takımlar, küçük küçük yemek odalarının içine
konulan değerli porselenler ve ince zarif cam bardaklar cezp edici
parıltılarıyla insanı içeriye davet ediyor; ayaklı şamdanların, şöminelerin
ve kabartmalı kumaş döşemeli koltukların bulunduğu salonlar prenslere
özgü bir tarzda sunuluyordu; kırmızı kırmızı parlayan Acem halılarının
üstüne konulmuş lüks mobilyaların ayaklarının ne kadar asil
durduklarını seyretmeye doyamıyordum. Ayrıca bir erkek terzisinin ve
bir butiğin vitrinleri dikkatimi çekmişti. Buralarda büyüklerin ve
zenginlerin gardıroplarını da görüyordum: Kadife sabahlıktan ya da atlas
kapitone kumaştan yapılmış ropdöşambrdan akşamları giyilen fraklara,
kaymaktaşı gibi parlayan bembeyaz son moda yakalardan zarif
tozluklara ve ışıl ışıl parlayan rugan ayakkabılara, ince çizgili ya da
benekli manşet kollu gömleklerden paha biçilmez kürk mantolara kadar
her türlü lüks ürün sunuluyordu. Bunların arasında zenginlerin seyahate
çıkarken yanlarına aldıkları eşyaları, yumuşak dana derisinden ve yama
yama birbirlerine eklenen parçalardan yapılan timsah derisi lüks sırt
çantalarını da görüyordum, yüksek yaşam biçiminin ihtiyaç duyduğu
değişik şeyleri ilk defa burada görmüş ve öğrenmiş oldum: Küçük
parfüm şişeleri, fırçalar, makyaj takımları ve içine dikiş malzemesi
konulmuş küçük küçük kutular, çatal kaşık takımı kutuları ve en kaliteli
nikelden yapılmış alkolle yanan portatif ocaklar; fantezi yelekler, harika
92
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
kravatlar, şehvet kokan iç çamaşırlar, keçi derisi terlikler, atlas astarlı
şapkalar, süet deri eldivenler ve ipek çoraplar, bütün bunlar baştan
çıkarıcı bir teşhirle aralara yerleştirilmişlerdi; bu genç delikanlı, el
yapımı kemik düğmeye varıncaya kadar şık bir erkek kıyafetini
tamamlayan bütün parçaları hafızasına tek tek kazıyordu. Ama artık
benim, sanat eserlerinin satışa sunulduğu vitrinlerin olduğu yere
gitmem gerekiyordu, bunun için dikkatle ve beceriklilikle at
arabalarının ve ziller çalarak giden tramvayların arasından caddenin
öbür tarafına geçmem yeterliydi. Orada dikilirken kozmetik sanayinin
her türlü ürününü görüyordum, daha yüksek ve eğitimli bir gözün
seyretmeye doyamadığı objeleri, usta ellerden çıkan sanatsal resimleri,
çeşitli biçimlerdeki sevimli porselen hayvan figürlerini, her türlü toprak
nesneyi ve küçük çelik heykelleri seyrediyordum; onların bana doğru
uzanan asil gövdelerini elimle okşamayı çok isterdim. Ama birkaç adım
ötede, delikanlıyı hayretler içinde bırakarak oraya mıhlayan parıltı da
neydi öyle? Bu, altın işleyicisi büyük kuyumcunun vitrininde sergilediği
ürünlerin parıltısıydı ve soğuktan titreyen delikanlının isteklerini masal
dünyasının hazinelerinden ayıran vitrin camlarından başka bir şey
değildi. Bütün bunlara bakıp körü körüne hayranlık duymam, içimdeki
o yüksek öğrenme hırsıyla herhangi bir şekilde birleşmişse, bu işte
burada olmuştur. Dantel örtülerin üzerinde alt alta sıralanmış inci
kolyeler beyaz beyaz parlıyorlardı, ortadakiler kiraz büyüklüğündeydi
ve yanlara doğru eşit şekilde küçülüyorlardı, kolyelerin kilitleri
elmastandı ve paha biçilmez değere sahiptiler. Kadife zemin üzerinde
teşhir edilmiş pırlantalar, gökkuşağı renkleri gibi göz alıcı bir şekilde
parıldıyordu ve kraliçelerin gerdanlarını, göğüslerini ve başlarını
süsleyecek kadar değerliydiler; altın sigara tabakaları ve baston başları
cam plakalar üzerinde baştan çıkarıcı bir şekilde sunuluyordu; bunların
arasına olağanüstü güzellikte renkli ve değerli kesme taşlar
serpiştirilmişti: Kan kırmızısı yakutlar, çimen yeşili ve cam gibi parlayan
zümrütler, yıldız biçiminde ışık saçan mavi şeffaf safirler, o harika
menekşe rengini organik bir maddenin bulunmasına borçlu olduğu
93
Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann
söylenen ametistler, durduğum yere göre rengini değiştiren inci
rengindeki opaller, aralara tek tük serpiştirilmiş topazlar, renk skalasının
her tonunda fantezi taşlar – ben bütün bunlara bakarak yalnızca görme
duyumu tatmin etmekle kalmıyor, aynı zamanda onları inceliyordum
da; kendimi bu objelere öylesine kaptırmıştım ki, etiketlerdeki fiyatları
tek tek okumaya çalışıyor, fiyatları karşılaştırıyor ve değerlerini
gözlerimle ölçüp biçiyordum; doğanın isteğine göre billurlaşarak değerli
kristallere dönüşen bu değersiz taş parçalarına olan tutkumun ilk defa
farkına varmış oluyordum; benim bu büyüleyici alanla ilgili edindiğim
bilginin temeli işte o zaman atılmıştı.
Kapıları açıldığında cennetin nemli ılık kokularının buram buram
dışarıya taştığı ve vitrinlerinin arkasına, erkeklerin saygılarını sunmak
üzere hanımlara gönderdiği, ipek kurdelelerle süslenmiş çiçek
sepetlerinin konulduğu çiçekçi dükkânlarından da söz edeyim mi?
Kavalyeliğe yakışır şekilde mektup yazmak için hangi kâğıdın
kullanılacağını ve kâğıtların üstüne gönderenin adının baş harfinin
nereye yazılacağını, taç ve armanın kâğıdın neresine işleneceğini öğreten
kırtasiye dükkânlarının vitrinlerinden de söz edeyim mi? Armut biçimli
uzun kesme cam şişelerdeki Fransız malı çeşit çeşit kolonyaların ve
esansların ışıl ışıl parladığı, el bakımı ve yüz masajı için kullanılan
aletlerin zarif kılıflar içinde bolca sunulduğu kuaförlerin ve parfüm
satan dükkânların vitrinlerinden de anlatayım mı? Bıkıp usanmadan
bakma ve inceleme yeteneği bana doğuştan bahşedilmişti ve bu benim
için her şey anlamına geliyordu, kuşkusuz eğitici bir yetenekti bu,
özellikle de maddesel olan şeyler, yani üretim dünyasının sunduğu
baştan çıkarıcı ve eğitici ürünler söz konusu olduğunda, bu yetenek
kendini daha da belli ediyordu. Ancak severek dolaştığım büyük kentin