çevremizdeki doğal varlık tarihi eser ve yapıtlara örnekler veriniz / 5. Sınıf Sosyal Bilgiler Ders Kitabı Sayfa Cevapları MEB Yayınları – Forum Sınıf

Çevremizdeki Doğal Varlık Tarihi Eser Ve Yapıtlara Örnekler Veriniz

çevremizdeki doğal varlık tarihi eser ve yapıtlara örnekler veriniz

02 Kasım ,

Çok güzel bir site herkese tavsiye ederim bilmediklerimi buradan bakıyorum ve artı alıyorum çook teşekkür ederim&#;

  • Anonim cevap yazdı

    Dolandirici Felix Krullun Itir - Thomas PDF

    0 notas0% acharam este documento útil (0 voto)
    visualizações páginas

    Título original

    Dolandirici_Felix_Krullun_Itir_-_funduszeue.info

    Direitos autorais

    Formatos disponíveis

    PDF, TXT ou leia online no Scribd

    Compartilhar este documento

    Compartilhar ou incorporar documento

    Opções de compartilhamento

    Você considera este documento útil?

    0 notas0% acharam este documento útil (0 voto)
    visualizações páginas

    Título original:

    Dolandirici_Felix_Krullun_Itir_-_funduszeue.info

    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları


    Thomas Mann
    Can Yayınları ()

    Derecelendirme: ★★★★★
    Etiketler: Roman

    Etkileyici dış görünüşü, tatlı dili ve karizmatik kişiliğiyle Felix Krull,


    doğanın cömert davrandığı şanslı azınlıktandır, ne ki bir eksiği vardır:
    Toplumsal statüsü, yükselme kapılarını açmaya elverişli değildir. Fakat
    hayal gücünün de yardımıyla yazgı düzeltilebilir; doğanın eksiği, ikincil
    doğamız olarak şekillenen kültürün ve toplum hayatının içinde
    rahatlıkla tamamlanabilir. Böylece Krull, haksız olduğunu düşündüğü
    bir tesadüfle doğuştan kendisinden esirgenen ufak ayrıntıyı,
    dolandırıcılık kariyerinin basamaklarını hızla tırmanarak telafi etmeye
    girişir.
    Thomas Mann, ölmeden kısa süre önce yayımladığı Dolandırıcı Felix
    Krull’un İtirafları’nda, bir sahtekârın toplum içindeki yükselişine tanık
    ediyor okuru. Mann’ın bir dönemin ünlü otel hırsızı Romanyalı Georges
    Manolescu’nun anılarından esinlenerek kaleme aldığı bu son romanı,
    ancak sanatçıya bahşedilmiş olabilecek türden bir hayal gücünü, ironik
    bir üslupla suçun konusu haline getiriyor. Mann’ın eserlerinde
    sanatçının oyun alanı olarak şekillenen gerçeklik ile görünüş arasındaki
    ince sınır çizgisi, Dolandırıcı Felix Krull’un İtirafları’nda hile, düzen ve
    entrika aracılığıyla ihlal ediliyor ve kolayca suça dönüşebilecek bir
    yaşantıya dönüşüyor.

    2
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    Dolandırıcı Felix Krull’un İtirafları, ilk kez Türkçede.

    3
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    4
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    5
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    Bekenntnisse des Hochstaplers Felix Krull. Der Memoiren erster Teil, Thomas Mann
    © , Thomas Mann
    © , Can Sanat Yayınları Ltd. Şti.
    Bu eserin Türkçe yayın hakları S. Fischer Verlag Gmbh, Frankfurt am Main ve Onk Ajans Ltd.
    Şti. aracılığıyla alınmıştır.
    Adı geçen eser Uluslararası Telif Hakları kanunları gereğince korunmaktadır.
    Tüm hakları saklıdır. Tanıtım için yapılacak kısa alıntılar dışında yayıncının yazılı izni olmaksızın
    hiçbir yolla çoğaltılamaz.

    1. basım: Temmuz , İstanbul


    E-kitap 1. sürüm Kasım , İstanbul
    Temmuz tarihli 1. Basım esas alınarak hazırlanmıştır.

    Yayına hazırlayan: Şebnem Sunar

    Utku Lomlu / Lom Tasarım (funduszeue.info)

    ISBN

    CAN SANAT YAYINLARI


    YAPIM, DAĞITIM, TİCARET VE SANAYİ LTD. ŞTİ.
    Hayriye Caddesi No: 2, Galatasaray, İstanbul
    Telefon: () 56 75 / 59 88 / 59 89 Faks: () 72 33
    funduszeue.info
    [email protected]

    6
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    THOMAS MANN
    DOLANDIRICI
    FELIX KRULL’UN
    İTİRAFLARI
    ANILAR, BİRİNCİ KISIM

    ROMAN

    NOBEL EDEBİYAT ÖDÜLÜ


    Almanca aslından çevirenler
    Kasım Eğit - Yadigar Eğit

    7
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    Thomas Mann’ın Can Yayınları’ndaki diğer kitapları:

    Buddenbrooklar,
    Tonio Kröger,
    Büyülü Dağ,
    Seçilen,
    Venedik’te Ölüm,
    Lotte Weimar’da,
    Değişen Kafalar,
    Zor Saat,
    Aldanan Kadın,
    Majesteleri Kral,
    Mario ile Sihirbaz,
    Doktor Faustus,

    8
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    THOMAS MANN, ’te Almanya’da doğdu. ’de yayımladığı ve Der kleine Herr
    Friedemann (Küçük Friedemann) adı altında topladığı ilk öykülerinde, daha çok
    Schopenhauer, Nietzsche ve Wagner’in etkisi altında kalarak sanatçının yaratma
    sorununa odaklanmıştı. Bu ilk öykülerinin ardından Mann’ı asıl üne kavuşturan
    Buddenbrooklar adlı toplumsal roman yayımlandı. ’te Tonio Kröger, ’de
    Venedik’te Ölüm yayımlandı. Daha sonra Büyülü Dağ’ı yazan Mann, Hitler iktidara
    gelince Almanya’dan ayrıldı. ’da ABD vatandaşlığına geçti ve Almanya’nın karanlık
    tablosunu çizdiği Yusuf ve Kardeşleri dörtlemesini yayımladı (). Dörtlemenin
    ardından yazmaya koyulduğu Doktor Faustus’ta ise besteci Andreas Leverkühn’ün
    yaşamöyküsünün ışığında, Alman kültürünün barbarlığa yenik düşmesini anlattı. Mann,
    “Anılar, Birinci Kısım” alt başlığını taşıyan Dolandırıcı Felix Krull’un İtirafları’nın devamını
    yazmayı tasarladıysa da, romanını tamamlayamadı. ’da Nobel Edebiyat Ödülü’nü
    alan Mann, ’te Zürich’te öldü.

    KASIM EĞİT, ’de Adana’da doğdu. Doktorasını ’de Almanya’da Ruhr


    Üniversitesi’nde yaptı. Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Alman Dili ve Edebiyatı
    Bölümü öğretim üyesi ve bölüm başkanı. Friedrich Dürrenmatt’ın Duruşma Gecesi,
    Stefan Zweig’in İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar ve Değişim Rüzgârı, Heinrich Böll’ün
    Frankfurt Dersleri ve Melek Sustu, Thomas Mann’ın Buddenbrooklar (Yadigar Eğit’le
    birlikte) ve Theodor Fontane’nin Effi Briest adlı yapıtlarını dilimize kazandırdı.

    YADİGAR EĞİT, ’de İstanbul’da doğdu. Yüksek öğrenimini Ruhr Üniversitesi ve


    Ege Üniversitesi’nde tamamladı. Dilbilim ve Çeviribilim uzmanı. Ege Üniversitesi
    Edebiyat Fakültesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü öğretim üyesi. Hugo Loetscher’in
    İsviçre’nin Keşfi, Heinrich Böll’ün Solgun Köpek ve Melek Sustu, Thomas Mann’ın
    Değişen Kafalar ve Buddenbrooklar (Kasım Eğit’le birlikte) adlı yapıtlarını dilimize
    kazandırdı.

    9
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    BİRİNCİ KİTAP

    10
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    Birinci bölüm
    Her şeyden uzaklaşmış ve rahatlamış olarak, her ne kadar yorgun,
    çok yorgun olsam da, sık sık ara verip kısa kısa bölümler yazabilecek
    kadar sağlıklı biri olarak kalemi elime alıp itiraflarımı kendime özgü
    düzgün ve güzel yazımla önümde sabırla bekleyen kâğıda dökmek
    istediğimde, acaba eğitim durumum bu tür düşünsel bir girişim için
    yeterli olabilir mi, diye içimi hafif bir kuşku kaplıyor. Ancak aktarmak
    istediğim şeylerin kişisel deneyimler, yanılgılar ve tutkulardan oluşması
    ve benim bu konuya bütünüyle hâkim olmam dolayısıyla, içimdeki bu
    kuşku olsa olsa bana bahşedilen ifade etme biçiminin güzelliği ve ahlaki
    normlara uygunluğu ile ilgili olabilir; bu tür konularda düzenli olarak
    yapılan ve başarıyla sonuçlandırılmış araştırmalar var, herhalde bu
    araştırmalar doğal yetenekten ve iyi bir aile terbiyesi almaktan daha az
    etkilidirler. Bu konuda benim bir eksikliğim yok; çünkü her ne kadar
    sorumsuz bir aileden geliyorsam da, ailem yüksek burjuvaya mensuptu;
    ben ve kız kardeşim Olympia, Vevey’li bir mürebbiye tarafından
    aylarca süren bir eğitime tabi tutulmuştuk, bu mürebbiye babamla
    annem arasında oluşan rekabet dolayısıyla işi bırakmak zorunda
    kalmıştı. Yakın ilişki içinde olduğum vaftiz babam Schimmelpreester,
    sayılan ve sevilen bir sanatçıydı ve küçük kentimizde herkes ondan,
    “Sayın Profesör,” diye söz ederdi; ancak herkesin imrendiği bu saygın
    unvan, ona bir görev dolayısıyla verilmemişti ve onun için uygun da
    değildi. Babam her ne kadar şişman ve yağlı bir vücuda sahip olsa da
    son derece yüksek bir zarafeti vardı, kullanacağı sözcükleri özenle seçer
    ve anlaşılır bir ifade biçimi kullanmaya her zaman çok dikkat ederdi.
    Büyükannesi tarafından Fransız kanı taşıyordu, hatta eğitim ve öğretim
    dönemini de Fransa’da geçirmişti, söylediğine göre Paris’i avucunun içi

    11
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    gibi biliyordu. Etkileyici ifade biçimiyle konuşmasını “c’est ça”, “épatant”


    yada “parfaitement”1 gibi Fransızca sözcüklerle süslemeyi severdi; sık sık
    “bunu çok beğeniyorum” cümlesini tekrarlardı ve yaşamının sonuna
    kadar kadınların gözdesi olarak kaldı. Bunlar benim konu dışı ve önbilgi
    olarak söylediklerim. Ancak iyi bir anlatım biçimi için var olan doğal
    yeteneğime gelince; yalan dolanlarla dolu yaşamımın gösterdiği gibi,
    öteden beri bu yeteneğime hep güvenmişimdir ve anılarımı yazma
    girişimimde de buna güvenebileceğime kesinlikle inanıyorum. Ayrıca
    yazdıklarımda özgürce hareket etmeye, kibirlilikle ya da pervasızlıkla
    suçlanmaktan korkmamaya kararlıyım. Zaten bu itiraflar doğruluk
    dışında başka bir bakış açısıyla yazılmış olsaydı, hangi ahlaki değer ve
    anlayış bunlara uygun düşerdi ki!
    Beni Rhein bölgesi yarattı, burası hem iklim hem de toprağın
    verimliliği bakımından son derece şanslı bir bölgeydi, burada mutlu
    insanların yaşadığı çok sayıda şehir ve yerleşim birimi bulunuyordu; düz
    ve engebesiz sarp kayalıkların olmadığı bu bölge herhalde yeryüzünün
    en güzel coğrafyasıydı. Adlarını duyduklarında bile içkicilerin iştahını
    kabartan o ünlü yerleşim birimleri, Rhein bölgesi sıradağlarından esen
    sert rüzgârlardan korunup öğle üstü güneşinin pırıl pırıl parlayan ışıkları
    altında, mutlu bir şekilde gelişip genişleyerek bölgeye yayılıyordu.
    Rauenthal, Johannisberg, Rüdesheim, Alman İmparatorluğu’nun şanlı
    kuruluşundan sadece birkaç yıl sonra dünyaya geldiğim o saygın küçük
    kent işte bu bölgede bulunuyor. Burası Rhein Nehri’nin Mainz
    kentinden geçerken çizdiği dirseğin biraz batısında kalıyordu ve
    köpüklü şarap üretimiyle ünlüydü, nehir boyunca her iki yönde
    ilerleyen buharlı gemilerin yanaştığı ana iskele de buradaydı ve kentin
    dört bine yakın nüfusu vardı. O eğlenceli, canlı Mainz kenti buraya çok
    yakındı, aynı şekilde Wiesbaden, Homburg, Langenschwalbach ve
    Schlangenbad gibi birinci sınıf Taunus kaplıcaları da çok yakında
    bulunuyordu; örneğin Schlangenbad Kaplıcası’na tek yönlü dar bir
    yoldan yarım saatlik bir yolculuktan sonra ulaşılabiliyordu. Yılın güzel
    mevsiminde annem, babam, kız kardeşim Olympia ve ben bazen

    12
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    gemiyle, bazen arabayla, bazen de trenle kentimizin dört bir yanına sık
    sık gezintiler yapardık. Çünkü doğanın ve insan zekâsının yarattığı
    görülmeye değer şeyler ve güzellikler insanı cezp ediyordu. Babamın
    pötikareli yazlık kıyafetiyle bizimle birlikte bira bahçesinde oturduğunu
    (masadan biraz geride otururdu çünkü onun şişko göbeği masaya
    yaklaşmasını engelliyordu) ve büyük bir keyifle yengeç yemeğini
    yediğini ve yanında altın sarısı şarabını yudumladığını görür gibiyim.
    Vaftiz babam Schimmelpreester de sık sık bizimle birlikte oluyor,
    yuvarlak camlı ressam gözlüğüyle doğayı ve insanları titizlikle inceliyor
    ve çevresinde gördüğü büyük ve küçük her şeyi sanatçı ruhuna
    nakşediyordu.
    Benim zavallı babam piyasadan kalkmış olan “Lorley extra cuvée”
    adlı şampanya markasını üreten Engelbert Krull firmasının sahibiydi.
    Rhein Nehri’nin aşağı kıyısında, iskeleden pek uzakta olmayan bir
    yerde, firmanın mahzenleri vardı ve ben küçükken, o kubbeli serin
    mekânlarda az dolaşmamıştım; derin düşüncelere dalıp yüksek yüksek
    rafların arasından, oraya buraya giden dar ve taşlı yollarda yürürdüm ve
    yarı eğik biçimde üst üste istiflenmiş ve dinlenmeye bırakılmış şişe
    yığınlarını incelerdim. Kendi kendime şöyle düşünürdüm: İşte orada
    yatıyorsunuz (o zamanlar doğal olarak düşüncelerimi özenle seçilmiş
    sözlerle ifade edemiyordum), işte orada, yerin altında, loş ışıkta öylece
    yatıyorsunuz, insanın dilini tırmalayan ve kimilerinin kalp atışlarını
    hızlandıran, kimilerininse gözlerini parlattığı söylenen içinizdeki o altın
    sarısı su, sessizce ve kendiliğinden nasıl da berraklaşıp olgunlaşıyor!
    Şimdilik çıplak ve gösterişsizsiniz; ancak günün birinde en güzel şekilde
    makyajlanmış olarak şenliklerde, düğünlerde, özel mekânlarda ve özel
    toplantılarda ağzınızdaki mantarlar coşkuyla patlatılıp tavana fırlatılarak
    insanları sarhoşluğa, kayıtsızlığa ve haz duymaya yöneltmek üzere gün
    yüzüne çıkacaksınız. Bu küçük çocuk işte buna benzer şeyler söylemişti;
    Engelbert Krull firmasının, şişelerinin dış kısmına, yani uzmanların
    kuaför dedikleri o son makyaja ne kadar çok önem verdiği çok
    doğruydu. Sıkıştırılmış mantarlar, altın suyuna batırılmış tel iplerle

    13
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    şişelere sıkıca bağlanmış ve kan kırmızısı renkli bir cilayla


    mühürlenmişlerdi; evet, papanın fermanlarında ve eski devlet
    belgelerinde görüldüğü gibi yuvarlak ve gösterişli mühür bir altın ipin
    ucundan dikkat çekici bir biçimde aşağı doğru sarkıyordu; şişelerin
    boyunlarına gümüş yaldızlı parlak kâğıtlar sarılmıştı ve karınlarında da
    vaftiz babam Schimmelpreester’in firma için tasarladığı, çevresi altın
    yaldızlarla bezenmiş bir etiket bulunuyordu, etiketin üzerinde yine altın
    yaldızlı baskıyla resmedilmiş çok sayıda arma, yıldız; babamın ve
    markanın adı olan “Lorley extra cuvée” dışında, üstünde giysi olarak
    yalnızca kolyeler ve tokalar bulunan, bir kayalığın ucunda bacak bacak
    üstüne atmış oturan, havaya kaldırdığı kollarıyla dalgalanan saçlarını
    tarayan bir kadın resmi de vardı. Aslında şişelerin içindeki şarabın cinsi,
    bu göz kamaştırıcı sunuş biçimine pek de uygun düşmüyordu. Vaftiz
    babam Schimmelpreester’in bir gün babama şöyle dediğini duymuştum:
    “Krull, sana saygım sonsuz ancak ürettiğiniz şampanyanın içilmesini
    polisin yasaklaması gerekir, sekiz gün önce birilerinin aklına uyup yarım
    şişe içtim ve yaşadığım şokun etkisinden hâlâ kurtulamadım. Bunu
    mayalarken içine ne tür bir içki koyuyorsunuz böyle? Petrol mü yoksa
    doz ayarlaması sırasında karıştırdığınız berbat bir içki mi? Kısacası,
    zehir karışımı bir ürün bu. Yasaları düşünseniz iyi olur!” Bunun üzerine
    zavallı babam çok mahcup oldu; çünkü o yumuşak kalpli bir adamdı ve
    böyle sert sözlere karşı kendisini savunamazdı. Âdet edindiği üzere
    parmak uçlarıyla yavaşça karnını okşayarak, “Siz dalganızı geçin
    bakalım, Schimmelpreester,” dedi, “ama ben ucuz üretim yapmak
    zorundayım çünkü yerli üretime karşı var olan önyargı bunu
    gerektiriyor – sözün kısası, ben halka inandığı şeyi sunuyorum. Bunun
    dışında bir de üstüme üstüme gelen rakipler var, sevgili dostum,
    dayanılır gibi değil.” İşte babamın dedikleri bunlar.
    Villamız sırtını yemyeşil yamaçlara yaslamış, Rhein bölgesinin
    muhteşem manzarasına hâkim, en güzel malikânelerden biriydi. Teraslı
    bahçemiz cüce insan figürleri, rengârenk mantarlar ve taştan oyularak
    yapılmış çeşit çeşit hayvan taklitleriyle doluydu; bir ayaklık üzerinde,

    14
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    bakınca insanın yüzünü komik bir biçime sokan ve ayna gibi parlayan
    bir cam küre duruyordu, ayrıca bir rüzgâr arpı, küçük küçük oyuklar ve
    bir de fıskiye vardı, fıskiyenin havaya fırlattığı su, döne döne sanatsal bir
    biçim alıyor, içine döküldüğü havuzda gümüş balıklar yüzüyordu.
    Oturduğumuz evden söz etmek gerekirse, evimizin içi babamın zevkine
    göre hem sessiz hem rahat hem de iç açıcıydı. Rahat ve huzur verici
    cumbalar insanı oturmaya davet ediyordu, bunlardan birinin içinde
    gerçek bir çıkrık duruyordu. Zarif biblolar, midye kabukları, küçük
    küçük aynalı kutular ve parfüm şişeleri gibi sayısız eşyalar, etajerlerin ve
    kadife örtülü masaların üstünde sıralanmıştı; ipekli ya da el dokuması
    renkli kılıf geçirilmiş çok sayıda kuş tüyü yastık, kanepelerin ve
    yatakların üstüne konulmuştu çünkü babam yumuşak yerde yatıp
    dinlenmeyi çok severdi. Ucu sivri uzun mızraklar perde rayı işlevi
    görüyordu; kapıların önlerinde sağlam bir duvar oluşturan ve insanın
    elini oynatmasına bile gerek kalmadan öbür tarafa geçebildiği, hafif bir
    hışırtıyla aralanıp kapanan, renkli boncukların süslediği kamıştan
    perdeler asılıydı. Kapı sundurmasının üstüne akıllı bir mekanizma
    yerleştirilmişti; kapı hava basıncıyla açılınca bu mekanizma sayesinde
    yavaşça kapanıyor ve kapanırken de hafifçe Johann Strauss’un “Freut
    euch des Lebens” adlı valsinin açılış melodisini çalıyordu.

    1 . (Fr.) Sırasıyla; işte bu, şaşırtıcı, kusursuzca. (Y.N.)

    15
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    İkinci bölüm
    İşte burası, mayıs ayının ılık ve yağmurlu bir günü –hem de bir
    pazar günü– benim dünyaya geldiğim evdir; ancak şu andan itibaren
    artık geriye dönüp anlatmayı bırakarak olayların akışına sırasıyla ve
    titizlikle uyacağım. Eğer doğru bilgilendirildiysem, doğumum çok zor
    olmuş ve o zamanki aile doktorumuz Mecum, doğuma suni olarak
    müdahale etmek zorunda kalmış; bu aslında benden –dünyaya erken
    gözlerini açan bu yabancı yaratığa “ben” diyebiliyorsam eğer– benim
    kendimden kaynaklanmış, doğum sırasında tembellik edip anneme hiç
    yardımcı olmamışım, sonraları çok seveceğim bu dünyaya gelmek için
    en küçük bir çaba bile göstermemişim. Buna rağmen mükemmel bir
    sütannenin memesinden emdiğim sütle umut verici bir şekilde gelişip
    büyüyen sağlıklı, eli ayağı düzgün bir çocuk oldum. Ama etraflıca
    düşündükten sonra, doğumum sırasındaki uyuşuk ve isteksiz
    davranışımı, yani ana rahmindeki karanlığı gün ışığıyla değiştirme
    isteksizliğimi, küçüklüğümden beri bana özgü olan bu uyku merakımla
    ve sürekli uyuma isteğimle ilişkilendirmeden edemiyorum. Bana sakin
    bir çocuk olduğum söylendi hep; öyle ciyak ciyak ağlayan ve etrafa
    rahatsızlık veren bir çocuk değilmişim, aksine uykuyu ve uyuklamayı
    bakıcıların hoşuna gidecek kadar çok seviyormuşum; daha sonraları her
    ne kadar dünyaya ve insanlara özlem duysam ve değişik isimlerle
    aralarına karışıp onları kazanmak için çok şey yapmış olsam da, geceleri
    uyurken evde olmaktan çok hoşlanıyordum, bedensel olarak yorgun
    olmadan da severek ve isteyerek uyuyor, düşler âlemine dalmadan bile
    bütünüyle kendimi unutuyordum; on, on iki ve hatta on dört saatlik
    derin bir uykudan sonra gün boyu başardıklarımın verdiği keyiften daha
    büyük bir keyifle ve çok canlı olarak uyanıyordum. Alışılmışın dışındaki

    16
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    bu uyuma isteğiyle, ruhumu saran ve ileride gerekli yerlerde söz konusu


    olacak olan görkemli bir yaşam ve aşk isteği arasında bir çelişki
    olduğunu düşünebilir insan. Zaten ben bu konu hakkında pek çok kez
    düşündüğümden bir ara söz etmiştim ve pek çok kez de bunda bir
    çelişki olmadığına, aksine daha çok gizli bir birlikteliğin ve örtüşmenin
    söz konusu olduğuna inanmıştım. Şimdi, yani henüz kırk yaşında
    olmama rağmen kendimi yaşlanmış ve yorgun hissediyorum; içimde
    beni insanlara çeken hiçbir kıpırtının, hiçbir isteğin kalmadığını görüp
    bir çeşit münzevi yaşantısı sürerken, uyku tutkum iyice azaldı, bir
    biçimde uykuya yabancılaştım, uykum kısaldı, sığlığını kaybetti ve
    çabuk kaçar oldu; oysa uyumak için yeterince fırsatım olduğu hapishane
    yaşamımda bile lüks otellerin yumuşak yataklarından daha iyi
    uyuyordum ve uykum hiç kaçmıyordu. – Ancak aceleci davranışımın
    neden olduğu eski hatama yine düşüyordum.
    Bizimkilerin ağzından sık sık doğuştan şanslı bir çocuk olduğumu
    duyuyordum, her ne kadar batıl inançlardan uzak yetiştirildiysem de,
    adımın Felix2 olması (bana vaftiz babam Schimmelpreester’in adı
    verilmişti), bedensel zarafetim ve insanları mutlu etme yeteneğim
    dolayısıyla dünyaya şanslı bir çocuk olarak geldiğim gerçeğine her
    zaman gizemli bir anlam yüklemişimdir. Şanslı biri olduğum ve
    gökyüzünün imtiyazlı bir çocuğu olarak dünyaya geldiğim inancı,
    içimde hep canlı kalmıştır; şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, bu inanç
    beni hiçbir zaman yalancı çıkarmadı. Bu gerçek benim yaşam biçimimin
    özgünlüğünü ortaya koyuyor ve hayatta maruz kaldığım her türlü acı ve
    işkence, yazgımın olmasını istemediği tuhaf bir şey gibi görünüyordu
    bana; ama aynı zamanda da benim gerçek yazgım, çektiğim acı ve
    işkencenin içinden sürekli ışık saçarak ortaya çıkıyordu. – Genel olaylara
    yaptığım bu kısa yolculuktan sonra ana hatlarıyla gençliğimin resmini
    çizmeye devam edeceğim.
    Hayal gücü zengin bir çocuk olarak aklıma gelen dâhiyane
    fikirlerimle ev halkını neşelendirecek bol malzeme sunuyordum.
    Sanıyorum doğru hatırlıyorum, henüz çocuk elbisesi giyerken,

    17
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    imparatorculuk oynamayı çok sevdiğim, ben imparatorum deyip bu


    sanrıyı ısrarla savunduğum bana pek çok kez anlatılmıştı. Küçük bir
    çocuk arabasında otururken, bakıcı kızın beni bahçemizin yollarında ya
    da evin içerisinde, koridorda sağa sola gezdirirken, herhangi bir nedenle
    ağzımı mümkün olduğu kadar aşağıya uzatıyordum, öyle ki üstdudağım
    aşırı derecede uzamaya başlamıştı; gözlerimi yavaş yavaş
    kırpıştırıyordum, bunu sadece yüzümün biçim değiştirmesinden dolayı
    yapmıyordum, aynı zamanda içimdeki duygu ve heyecandan dolayı
    gözlerim kızarıp yaşla dolduğu için de yapıyordum. Saygın ve yüce
    kişiliğimden etkilenmiş olarak sessizce arabamda oturuyordum ama
    bakıcımın beni dolaştırırken, tuhaf fikirlerimin dikkate alınmaması
    durumunda ne kadar çok üzüleceğimi, rastladığı herkese söylemesini
    istiyordum. Bakıcım biraz acemice düzleştirdiği elini şakağına dayayıp
    karşılaştıklarına selam verirken, “Arabayla imparatoru gezdiriyorum,”
    diyor ve herkes benim önümde saygıyla eğiliyordu. Özellikle de vaftiz
    babam Schimmelpreester böyle şakalara çok açıktı, bakıcım beni
    gezdirirken bize rastladığında, istediğim her şeyi yapıyor, hayal
    dünyamda düşlediklerimi her zaman destekliyordu. Doğal olmayan bir
    şekilde yerlere kadar eğilerek, “Bakın, bakın, yaşlı kahraman arabada
    gidiyor!” diyordu. Geçtiğim yolun kenarına halktan biri olarak dikilip
    yaşadığım ruhsal sarsıntı ve heyecandan gözlerimden akan yaşlar uzamış
    üstdudağımdan aşağıya doğru akarken, “Yaşasın! Yaşasın!” diye alkış
    tutup şapkasını, asasını ve hatta gözlüğünü havaya fırlatarak çılgınca
    gülüp kendinden geçiyordu.
    Büyüyüp koca bir oğlan çocuğu olduktan sonra bu oyunu
    büyüklerden yardım istemeden de oynamaya devam ettim. Yardımın
    eksikliğini hissetmiyordum, aksine bağımsız olmam ve hayal gücümün
    kendime yetiyor olması daha çok hoşuma gidiyordu. Örneğin bir sabah,
    Karl adında on sekiz yaşında bir prens olma kararlılığıyla uyandım ve bu
    rüyayı bütün gün boyunca, hatta günlerce bir türlü aklımdan
    çıkaramadım; çünkü böylesi bir oyunun en güzel yanı, bu rüyanın
    hiçbir zaman bölünmemesiydi, hatta son derece sıkıcı gelen ders saatleri

    18
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    sırasında bile. Son derece sevecen bir prensin kişiliğine bürünerek


    etrafta dolaşıyor, bir vali ya da hayalimde kendime tahsis ettiğim emir
    subayıyla neşeli ve heyecanlı ikili görüşmeler yapıyordum; zarif ve yüce
    varlığımın gizeminin beni ne kadar gururlandırdığını ve mutlu ettiğini
    hiç kimse tasvir edemez. Hayal gücü ne muhteşem bir yetenek! İnsana
    ne kadar da büyük bir haz veriyor! Benim hiç çaba göstermeden ve
    gözle görülür bir katkıda bulunmadan basit bir isteme kararlılığıyla
    yaşadığım bu sessiz sevinci ve heyecanı yaşayamayan ya da yaşama
    yeteneğine sahip olmayan öteki oğlan çocukları gözüme ne kadar aptal
    ve mağdur görünüyorlardı! Kuşkusuz uzun saçlı ve kırmızı elli sıradan
    oğlan çocuklarının kendilerine prens olduklarını telkin etmeleri hoş
    olmazdı ve onlara hiç de yakışmazdı. Ama benim erkekler arasında
    nadiren görülen ipek gibi yumuşak sarı saçlarım vardı ve saçlarım, gri
    mavi gözlerimle tenimin bronzluğuna büyüleyici bir biçimde tezat
    oluşturuyordu: Tip olarak sarışın mıydım yoksa esmer miydim, pek belli
    olmuyordu ve insanlar bana ikisini de yakıştırabilirlerdi. Eskiden özen
    gösterdiğim ellerim, aşırı dar olmamakla birlikte karakteristik özellikleri
    bakımından çok hoştular; asla terlemiyorlardı, aksine makul bir
    sıcaklıkta ve kuruydular, güzel ve biçimli tırnaklarla bezenmiş olmaktan
    da çok hoşnuttular. Sesimin henüz değişmeden önce kulağa hoş gelen
    okşayıcı bir güzelliği vardı, öyle ki yalnız olduğum zamanlarda sıkça el
    kol hareketleri yapıp anlamsız saçmalıklarda bulunarak insanları,
    görmediğim valiyle konuşup sohbet ettiğime inandırmaya çalışıyordum.
    Bu tür üstünlükler insanların üzerinde bıraktıkları etkilerden rahatlıkla
    anlaşılabilir ve hatta üstün bir yetenek söz konusu olsa bile, bunların
    sözcüklere dökülmesi çok zordur. Anlaşılacağı üzere, akranlarıma göre
    daha asil bir hamurdan oluştuğumu ya da söylendiği gibi, daha kaliteli
    bir odundan yontulmuş olduğumu fark etmemem mümkün değildi ve
    bunu düşünürken hiçbir şekilde kendini beğenmişlikle suçlanmayı kabul
    etmiyorum. Şunun ya da bunun beni, kendimi beğenmişlikle suçlaması
    hiç umurumda değil çünkü kendimi sıradan biri gibi tanıtmayı
    isteseydim çok aptal ya da sahtekâr biri durumuna düşmüş olurdum;

    19
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    doğruyu söylemek uğruna en kaliteli odundan yontulmuş olduğumu


    yineliyorum.
    Tek başıma büyürken (çünkü kız kardeşim Olympia benden yaşça
    oldukça büyüktü), kafamı sürekli meşgul eden tuhaf uğraşlara büyük
    bir eğilimim vardı. Bunlara hemen iki örnek vereyim. Birincisi, insana
    özgü irade gücünü, yani gizemli ve çoğu kez doğaüstü etkilere sahip bu
    gücü kendimde denemek ve incelemek gibi tuhaf bir tutum içine
    girmiştim. Bilindiği gibi, gözbebeklerimizin hareket ederken büyüyüp
    küçülmesi, üzerlerine düşen ışığın yoğunluğuna bağlıdır. Bu inatçı
    kasların istem dışı hareket etmelerini ve benim isteme gücümün etkisi
    altına girmelerini sağlamayı kafama koymuştum. Bir aynanın önünde
    durup her türlü düşünceyi aklımdan çıkararak bütün gücümü
    gözbebeklerime vereceğim emre yoğunlaştırıyordum, yani onların
    benim emrim ve isteğim doğrultusunda büyümelerini ya da
    küçülmelerini istiyordum; bıkıp usanmadan yaptığım bu alıştırmalarım,
    sizi temin ederim ki, gerçekten de çok ama çok başarılı olmuştu. İlk
    başlarda beni çok terleten ve tenimin rengini değiştiren içsel çaba ve
    sıkıntılar arasında gözbebeklerim düzensiz bir şekilde hareket etmeye
    başlamıştı; ama daha sonra onları gücümün etkisi altına alabilmiş,
    küçük noktalara ya da siyah siyah parlayan büyük dairelere
    dönüştürmeyi başarmıştım; bu başarının bana verdiği tatmin olma
    duygusu korkutucuydu ve bu duyguya insan doğasının gizemi karşısında
    hissedilen derin bir ürperti de eşlik ediyordu.
    O zamanlar ruhumu sıkça neşelendiren, çekiciliğini ve anlamını
    bugün bile kaybetmemiş olan bir başka düşünce de şuydu: “Dünyayı
    küçük olarak mı yoksa büyük olarak mı görmek daha yararlıdır?” diye
    kendi kendime soruyordum. Bu, şu anlama geliyordu: Sıradan
    insanlardan çok büyük farklılık gösteren büyük adamlar, komutanlar,
    güçlü devlet adamları, iyi ya da kötü karakterli fatihler ve hükümdarlar
    herhalde öyle yaratılmış olmalılar ki, dünya onlara küçük bir satranç
    tahtası gibi görünüyordur, diye düşünüyordum; aksi halde onlar
    böylesine soğuk, böylesine katı ve bireyin refahını hiçe sayan pervasızca

    20
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    bir tutum içinde olmazlardı, hele bir de onların planlarının dışına


    çıkılmaya kalkışılsın, o zaman vay başımıza geleceklere! Ama diğer
    taraftan da böylesine kısıtlayıcı bir anlayış kuşkusuz insanın hayatta
    hiçbir şey yapamamasına neden olabilir; çünkü kim dünyayı ve insanları
    az dikkate alır ya da hiç almazsa ve erken yaşlarda bunun önemsizliğini
    içselleştirirse, bütünüyle kayıtsızlığa ve tembelliğe yönelecek ve insan
    ruhu üzerindeki her türlü etkiyi küçümseyecek ve bu etkinin ortadan
    kalkmasını tercih edecektir. Duygu yoksunluğu sayesinde paylaşma ve
    çabalama konusundaki eksikliğini her yerde belli ederek bu iddialı
    dünyayı küçümseyip hor görmesi dışında, kendisini başarıya götürecek
    yolları kapatacaktır. “Dünyada ve insan denilen varlıkta büyük,
    muhteşem ve önemli bir şeyler görmek daha mı akıllıcadır?” diye
    sordum kendi kendime, “Bu durumda bütün bunlar, biraz saygı ve
    itibar görmek için her türlü coşkuya ve insana hizmet eden her türlü
    çabaya değerdi.” Bu görüşle çelişen şey ise bu kadar yüceltici ve saygılı
    bir görüşle insanın kendi değerinin farkına varamayacağı ve kendisini
    mahcup hissedeceğidir; o zaman da dünya, kendisine daha erkeksi
    sevgililer bulmak için, bu saygılı aptal oğlan çocuğunu hiçbir zaman
    dikkate almaz ve ona sadece bir gülümseme bahşetmekle yetinir. Ancak
    diğer taraftan böyle bir güven duygusu ve safdillik büyük yararlar da
    sağlar. Çünkü kim her şeyi ve insanları ciddiye alır ve önemserse,
    onların gururlarını okşamak ve böylece kendisine bazı yararlar
    sağlamakla kalmaz, aynı zamanda da bu kişinin düşünceleri ve
    davranışları büyük bir ciddiyet, tutku ve sorumluluk bilinci kazanır ve
    bu da onu sevimli ve önemli bir kişi yapar, en büyük başarılara ve
    sonuçlara götürür. – Ben böyle düşünüyordum ve bunun olumlu ve
    olumsuz yanlarını titizlikle inceleyip tartıyordum. Ama hiç farkında
    olmadan, doğama uygun olduğu için her zaman ikinci olasılıktan yana
    oldum ve bana mutlulukların en güzelini bahşeden, beni her türlü uğraş
    ve tanıtım için değerli ve saygın kılan bu dünyaya, bu büyük ve baştan
    çıkarıcı evrene hep saygı duydum.

    21
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    2 . Felix, Latincede mutlu, şanslı, başarılı, kutsanmış anlamına gelmektedir. (Ç.N.)

    22
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    Üçüncü bölüm
    Eğer ben bu tür hayalî deneylere ve kurgulara kendini kaptıran biri
    olarak, vakitlerini daha geleneksel biçimde geçiren yaşıtlarımdan ve
    okul arkadaşlarımdan içsel bakımdan ayrılıyorsam, buna bir de
    kentimizdeki oğlan çocuklarının, şarap fabrikası sahipleri ve memur
    ailesi çocuklarının anne ve babaları tarafından benimle arkadaşlık
    etmemeleri ve benden uzak durmaları konusunda uyarıldıklarını
    duyduğumu da eklemeliyim; bir gün deneme amacıyla evimize davet
    ettiğim bu çocuklardan biri yüzüme karşı, bizim evde onurlu bir yaşam
    tarzı olmadığı için benimle arkadaşlık etmesinin ve evimize gelmesinin
    kendisine yasaklandığını söyledi. Bu beni derinden yaraladı; aslında
    onunla birlikte olmayı, onunla arkadaşlık etmeyi önceleri pek
    önemsemiyordum; ama şimdi çok istiyordum. Ancak küçük kent
    sakinlerimizin bizim aile yaşantımız hakkında söylediklerinde bir
    dereceye kadar haklılık payı olduğu da yadsınamaz bir gerçekti.
    Daha önce Vevey’li bir mürebbiyenin evimize yerleşmesiyle aile
    yaşamımıza taşınan huzursuzlukları ima etmiştim. Zavallı babam
    gerçekten de bu kıza sırılsıklam âşık oldu; ona sahip olmayı kafasına
    koymuştu ve sonunda amacına da ulaştı, bunun üzerine annem ve
    babam arasında derin fikir ayrılıkları oluştu; bu yüzden babam bir bekâr
    yaşamı sürmek ve gençleşip dinçleşmek için, zaman zaman yaptığı gibi,
    birkaç haftalığına Mainz’a gitmişti. Aslında gösterişsiz bir kadın olan ve
    öyle özel yetenekleri de olmayan annem, anlayışsız davranmakla zavallı
    babama haksızlık ediyordu, hem kendisi hem de kız kardeşim Olympia
    (alkışlanmadan operet sahnesine çıkmayan şişman ve tam anlamıyla
    şehvet düşkünü bir yaratık) insani zaaflarında onu anlamıyor,
    affetmiyorlardı; ama babamın sürdürdüğü sorumsuz yaşam biçiminde

    23
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    ve onların sevimsiz ve tuhaf eğlence tutkularında hiç olmayan bir


    zarafet vardı. Anne ve kız eşine az rastlanan bir samimiyet
    sergiliyorlardı, örneğin annemin bir mezurayla kızının kıçının çapını
    ölçtüğünü gözlemlediğimi hatırlıyorum, bu olay benim saatlerce
    düşünmeme neden olmuştu. Bir başka seferde, benim böyle şeyler için
    yavaş yavaş önseziye sahip olup olayları kavramaya başladığım ancak
    sözcüklere dökemediğim bir dönemde, anne ve kızın evimizde çalışan,
    üzerine beyaz bir önlük giymiş kara gözlü bir boyacı kalfasına alaycı
    alaycı takılıp onu kızdırdıklarına tanık olmuştum; öyle ki bu genç adam
    bir tür öfke krizine tutulmuş ve yeşil boyayla çizdikleri bıyığıyla, cıyak
    cıyak bağırarak kaçan kadınları tavan arasına kadar kovalamıştı.
    Annem ve babam kavga edip birbirlerini kızdırdıklarında,
    Mainz’dan ve Wiesbaden’den sık sık konuklarımız gelirdi; işte o zaman
    evimizde bolca yiyip içilir ve çok neşeli bir ortam oluşurdu. Gelen bu
    renkli kişiliklerin arasında birkaç genç fabrikatör, her iki cinsten sahne
    sanatçıları, sonraları kız kardeşimi isteyecek kadar ileri giden hastalıklı
    bir piyade teğmeni, boncuklarla süslenmiş elbisesinden tahrik edici
    biçimde göğüsleri dışarıya taşan eşiyle birlikte bir Yahudi bankacı, her
    defasında yeni bir hayat arkadaşını tanıştıran, saç lüleleri alnına
    dökülmüş ve ipek yelek giymiş bir gazeteci ve daha pek çokları vardı.
    Genellikle saat yedide akşam yemeği için toplanılır ve eğlenilirdi;
    piyano müziği, dans eden çiftlerin ayak sesleri, kıkır kıkır gülüşmeler,
    kahkahalar ve cıyak cıyak bağrışmalar gece boyunca hiç bitmeyecekmiş
    gibi devam ederdi. Özellikle karnaval ve bağbozumu sırasında eğlence
    dalgası doruğa çıkardı. Bu sırada babam tüm yeteneğini ve uzmanlık
    bilgisini sergileyerek evimizin bahçesinde muhteşem bir görüntü sunan
    havai fişeklerini ateşlerdi. Seramikten yapılmış cüceler büyülü ışığın
    altında parlar ve değişik ruh haliyle takılan maskelerin altında gizlenen
    topluluğun eğlencesi çığırından çıkardı. O zamanlar ben, kentimizdeki
    ortaokula gitmeye mecbur bırakılmıştım, sabahleyin saat yedide ya da
    yedi buçukta kalkıp elimi yüzümü yıkadıktan sonra, kahvaltımı yapmak
    için yemek salonuna girdiğimde topluluktakiler solgun ve buruşuk

    24
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    yüzlerle ve gün ışığına bakmakta zorlanan gözleriyle hâlâ kahve ve likör


    içiyor ve beni coşkuyla selamlayıp ortalarına alıyorlardı.
    Yeniyetme bir oğlan çocuğu olarak, yemek masasına oturmama ve
    ardından devam eden eğlencelere kız kardeşim Olympia gibi benim de
    katılmama izin veriliyordu. Bizim evimizde her gün zengin bir sofra
    kurulurdu ve babam her öğle yemeğinde sodayla karıştırılmış şampanya
    içerdi. Ama bir davet söz konusu olduğunda, Wiesbaden’li bir
    aşçıbaşının bizim aşçımızın da yardımıyla büyük bir titizlikle hazırladığı
    uzun yemek listeleri olurdu ve bunların arasına dondurulmuş ve
    baharatlı iştah açıcı yiyecekler serpiştirilirdi. “Lorley extra cuvée”
    markalı şarabımız su gibi akardı; ancak çok sayıda iyi kalite başka
    şaraplar da sunulurdu, örneğin tadı benim çok hoşuma giden
    “Berncastler Doktor” gibi. Daha sonraki yaşamımda başka iyi kalite
    markalarla da tanıştım ve “Grand vin Château Margaux” ve “Grand crû
    Château Mouton Rothschild” gibi birbirinden değerli markaları hiç
    çekinmeden ısmarlar oldum.
    Babamın kırlaşmış sivri sakalı ve beyaz ipek yelekle gizlemeye
    çalıştığı göbeğiyle yemek masasında oturuşunu gözlerimin önünde
    canlandırmak çok hoşuma gidiyor. Onun güçlü bir sesi yoktu ve
    utangaç bir ifadeyle gözlerini sık sık yere dikerdi; ama aldığı hazzı,
    parlayan ve kızaran yüzünden okumak mümkündü. “C’est ça”,
    “épatant”, “parfaitement” derdi ve yukarıya doğru kaldırdığı
    parmaklarıyla bardakları, peçeteyi ve çatal bıçak takımlarını kullanırdı.
    Annem ve kız kardeşim ruhsuz bir doyumsuzluğun esiri olmuşlardı ve
    ellerindeki açık yelpazenin arkasından yanlarında oturanlarla kıkır kıkır
    gülüşürlerdi.
    Yemekten sonra içilen sigaranın dumanı gazlı avizenin çevresinde
    yüzerken, dans ve rehin verme oyunları başlardı. Gece ilerleyince beni
    yatağa gönderirlerdi; ama müzik ve şamatadan uyuyamayınca genellikle
    yataktan kalkar, kırmızı yünlü battaniyeme hoş bir şekilde sarılıp
    kadınların neşe çığlıkları arasında topluluğun arasına geri dönerdim.
    Meyveli içkiler, limonatalar, ringa balığı salatası ve şaraplı meyve

    25
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    jöleleri gibi soğuk içecekler ve hafif yiyecekler sabah kahvesine kadar


    yenilip içilirdi. Çılgınca ve hiç durmadan dans edilirdi. Rehin verme
    oyunları, öpüşmek ve öteki bedensel yakınlaşmalar için bir bahaneydi.
    Dekolteli elbiseler giymiş kadınlar göğüslerini göstermek için kıkır kıkır
    gülerek sandalyelerin arkalıklarından öne doğru eğilirler ve böylece
    erkekler dünyasını fethetmeye çalışırlardı. Bütün bu çılgınlıkların doruk
    noktasını gaz lambasını aniden kapatma muzipliği oluştururdu; ki bu
    her seferinde tarif edilmez bir hareketliliğe, içeridekilerin alt alta üst
    üste olmalarına neden olurdu.
    Aile yaşantımızı kuşkulu bulan kent sakinleri bu neşeli sohbetlerin
    çok güzel olduğunu söylüyorlardı; kulağıma geldiğine göre, zavallı
    babamın işlerinin son derece kötü gittiği ve pahalı havai fişek
    gösterilerinin ve yemek şölenlerinin ona son darbeyi indirdiği söylenerek
    (tabii haklı olarak) konunun özellikle ekonomik yönü vurgulanıyordu.
    Benim duygusal yanımın daha şimdiden fark ettiği bu kötü yargı, daha
    önce de söylediğim gibi, bana sık sık acı veren bir yalnızlık duygusu
    oluşturdu ve bu yalnızlık duygusu, karakterimin kendine özgü yapısıyla
    birleşti. Buna karşın başımdan geçen, beni çok mutlu eden ve burada
    anlatmaktan keyif duyacağım bir olay var.
    Sekiz yaşındaydım, ben ve bizimkiler kentimize yakın,
    kaplıcalarıyla ünlü Langenschwalbach’ta birkaç hafta yaz tatili
    yapmıştık. Babam orada, zaman zaman dayanılmaz acılar veren eklem
    romatizmasına karşı çamur banyosu alıyordu. Annem ve kız kardeşim
    otelin çevresinde gezinti yaparlarken, abartılı bir biçimde taktıkları
    şapkalarıyla kendilerinden söz ettiriyorlardı. Başka yerlerde olduğu gibi
    orada da karşılaştığımız insanlarla pek de onurlu bir ilişki kuramadık.
    Çevrede oturan yerli halk her zaman olduğu gibi bizden sakınıyordu;
    kibar yabancılar kendilerini bizden esirgiyor ve sanki kibar ve asil
    olmanın gereği buymuş gibi bizi dışlıyorlardı. Kendileriyle arkadaşlık
    etmemiz ve birlikte olmamız konusunda en küçük bir incelik
    göstermiyorlardı. Buna rağmen Langenschwalbach’ta kalmaktan dolayı
    mutluydum; çünkü böyle bir kaplıca kentinde tatil yapmayı çok sevdim

    26
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    ve daha sonraki yaşamımda etkinlik alanımı böyle yerleşim bölgelerine


    kaydırdım. Huzur, her türlü kaygıdan uzak bir yaşam, spor alanlarında
    ve kaplıcaların bahçelerinde karşılaştığım sağlıklı ve bakımlı insanların
    görüntüsü benim beklentilerimi en güzel şekilde karşılıyordu. Ama beni
    en çok etkileyen şey, iyi eğitim almış bir orkestra tarafından kaplıcanın
    konuklarına her gün verilen konserlerdi. Müzik beni çok
    heyecanlandırır, nasıl icra edildiğini öğrenmeye fırsatım olmadıysa da
    bu büyüleyici sanata karşı fanatik bir hayranlık duyarım. Zaten
    çocukken de potpurilerini ve opera parçalarını şık üniformalarıyla,
    çingeneye benzeyen orkestra şefinin yönetiminde, coşkuyla çalan
    topluluğun bulunduğu sevimli pavyondan hiç ayrılmazdım; o sanat
    mabedinin basamaklarının önünde saatlerce çömelir, yüreğimin hoş ve
    etkileyici bir düzen içinde sıralanan tınılar dünyasıyla büyülenmesine
    izin verirdim ve müzisyenlerin değişik değişik enstrümanlar çalarken ne
    tür hareketlerde bulunduklarını heyecanla ve parlayan gözlerimle
    izlerdim. Özellikle keman çalmaları beni çok etkiliyordu, ben de elime
    biri uzun diğeri kısa iki sopa alarak evde ve otelde bir kemancının
    hareketlerini en ince ayrıntısına kadar taklit ederek kendimi ve
    bizimkileri eğlendiriyordum. Duygulu bir ses oluşturmak için sol elin
    titreyerek hareket etmesi, yumuşak bir şekilde yukarıya ve aşağıya
    doğru kayarak tellere dokunması, büyük yetenek gerektiren pasajlar ve
    kadanslarda parmakların akıcılığı, keman yayını tellere sürterken sağ
    bileğin zarif ve yumuşak bir şekilde düzleştirilmesi, kemanın yanağa
    yaslanmasıyla yüzün bir şeylere dalmış, bir şeylere kulak veriyormuş
    gibi bir ifadeye bürünmesi – işte bütün bunların hepsini mükemmel bir
    şekilde aktarabiliyordum ve bunun için en coşkulu alkışı da babamdan
    alıyordum. Babam kaplıca banyolarının rahatlatıcı etkisiyle o uzun saçlı
    ve neredeyse hiç sesi çıkmayan orkestra şefini bir kenara çekerek onunla
    şu komik oyunu sahnelemek üzere anlaştı: Küçük ve ucuzundan bir
    keman alınacaktı ve kemanın yayı vazelinle titizlikle yağlanacaktı.
    Genellikle benim dış görünüşümle pek ilgilenilmezken, şimdi bana
    pazardan kordonlu ve altın düğmeli bir bahriyeli kıyafeti, buna ilave

    27
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    olarak ipek çoraplar ve pırıl pırıl parlayan rugan ayakkabılar alındı. Ve


    güneşli bir öğle sonu kaplıca otelinin gezinti yolunda, çok özel giyinmiş
    ve kuşanmış olarak, kısa boylu orkestra şefinin yanı başında, müzik
    mabedinin ön sahnesinde duruyor ve bir Macar dans parçasının icrasına
    eşlik ediyor, kemanımla ve vazelin sürülmüş yayımla daha önce iki
    sopamla yaptığım hareketleri yapıyordum. Şunu rahatlıkla
    söyleyebilirim ki, başarım mükemmeldi.
    Seçkin ve meraklı seyirciler her yönden buraya akın ederek
    pavyonun önüne yığılıyorlardı. Benim kendimi bütünüyle parçaya
    verişim, sürekli hareket etmemden dolayı yüz ifademin solgun hali,
    gözümün üstüne düşen saç buklesi, üst kısmı kabarık elbisemin aşağıya
    doğru daralan mavi kollarının sıkıca kavradığı bileklerim ve çocuksu
    ellerim, kısacası benim özgeci ve harika görüntüm oradakileri
    büyülemişti. Güçlü ve hareketli ellerimle tuttuğum yayı kemanın
    tellerinden çekip parçayı bitirdikten sonra, ince ve kalın bravo seslerinin
    karıştığı bir alkış tufanı, bütün kaplıca tesisinde yankılanmıştı. Kısa
    boylu orkestra şefi kemanımı ve yayımı güvence altına aldıktan sonra,
    insanlar beni kucaklarına alarak sahneden aşağıya indirdiler. Bana
    övgüler yağıyor, gururumu okşayan şeyler söyleniyor, sevilip
    okşanıyordum. Soylu hanımefendiler ve beyefendiler çevremi sarıp
    saçlarımı ve yanaklarımı okşuyorlar, bana şeytan çocuk ve melek çocuk
    adlarını yakıştırıyorlardı. Menekşe renkli ipekli giysisi ve kulaklarının
    üstünden aşağıya doğru dökülen gür ve beyaz bukleleri olan yaşlı bir
    Rus prensesi başımı, parmakları yüzüklerle bezenmiş ellerinin arasına
    alıyor ve beni terli alnımdan öpüyordu. Daha sonra lir şeklindeki pırıl
    pırıl parlayan kocaman bir elmas broşu hararetli bir şekilde boynundan
    çıkarıyor ve sürekli Fransızca konuşarak benim gömleğime takıyordu.
    Bu arada bizimkiler de geldiler, babam kendini tanıttı ve parçayı
    çalarken yaptığım hatalarımın yaşımın küçüklüğüne verilerek mazur
    görülmesini rica etti. Beni pastaneye götürdüler. Üç ayrı masadan bana
    çikolata ve kremalı pastalar ikram edildi. Genellikle özlemle baktığım
    ama beni şimdiye kadar yalnızca soğuk bir bakışla geçiştiren soylu,

    28
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    güzel ve zengin çocuklar, yani şu küçük Siebenklingen kontları, benden


    nazik bir şekilde kendileriyle bir tur kroket oynamamı rica ettiler;
    annelerimiz ve babalarımız birlikte kahve içerlerken, ben de göğsümde
    pırlanta iğnemle sevinçten havalara uçarcasına onların davetini kabul
    ettim. Yaşamımın en güzel günlerinden biriydi, belki de en güzel
    günüydü. Yeniden keman çalmam için yine istekte bulunuldu, kaplıca
    yönetimi de bunun için babama rica etti. Ancak babam benim sahneye
    çıkıp keman çalmama bir istisna yaparak izin verdiğini ve böyle bir
    şeyin tekrarlanmasının benim toplumdaki konumumla pek
    bağdaşmayacağını söyledi. Üstelik Langenschwalbach Kaplıcası’ndaki
    tatilimizin de sonuna yaklaşıyorduk

    29
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    Dördüncü bölüm
    Şimdi de kendine özgü bir adam olan vaftiz babam
    Schimmelpreester’den söz etmek istiyorum. Dış görünüşünü
    betimlemek gerekirse; kısa boylu tıknaz biriydi, erken ağarmış seyrek
    saçlarını komik bir şekilde kulağının üstünden ayırıp kafasının üstünden
    diğer tarafına doğru tarıyordu. Tıraşlı yüzü, karga burnu, birbiri üstüne
    bastırılmış dudakları ve selüloit çerçeveye yerleştirilmiş yuvarlak ve
    kocaman gözlük camlarıyla ve özellikle de gözlerinin üstünün çıplak,
    yani kaşsız oluşuyla dikkat çekiyordu; bütün bunlar sert ve acı veren bir
    düşünce tarzına işaret ediyordu ve o, adına tuhaf bir şekilde
    hipokondriyak bir anlam yüklemeyi alışkanlık haline getirmişti. “Doğa,
    çürük ve küften başka bir şey değildir; ben onların rahibi olarak
    görevlendirildim, onun için de adım Schimmelpreester yani küf
    rahibidir. Ama önadım neden Felix, bunu ancak Tanrı bilir,” derdi.
    Köln’lüydü; vaktiyle yüksek sınıfa mensup ailelerle sıkı ilişki içinde
    olmuş ve karnavalda şenlik düzenleyici olarak önemli bir rol oynamıştı.
    Ama hiçbir zaman açıklanmayan bir neden ya da olay yüzünden orayı
    terk etmek zorunda kaldı ve bizim kentimize gelip yerleşti; benim
    doğumumdan birkaç yıl önce de bizimkilerin aile dostu oldu. Akşam
    toplantılarımızın düzenli ve vazgeçilmez bir katılımcısı olarak bütün
    konuklarımızın saygısını ve sevgisini kazandı. Dudaklarını ısırarak
    dikkatlice ama kayıtsız bir şekilde, sanki bir şey inceliyormuş gibi,
    baykuşu andıran gözlüğüyle bakışlarını kadınlara yoğunlaştırdığında,
    kadınlar ellerini öne doğru uzatıp bağrışarak kendilerini ondan
    korumaya çalışıyorlardı. “Hey, ressama bakın, nasıl da kesiyor bizi!
    Kalbimizin derinliklerine varıncaya kadar her şeyimizi görüyor.
    Profesör, bize acıyın ve bakışlarınızı üstümüzden çekin!” diyorlardı.

    30
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    Ama insanlar ona ne kadar hayranlık duysalar da aslında o, kendi


    mesleğine pek de fazla saygı duymuyordu ve sanatçı doğası hakkında
    çoğu kez kuşkulu açıklamalarda bulunuyordu: “Phidias,” diyordu,“ki
    Pheidias diye adlandırıldığı da olur, vasatın üstünde yeteneğe sahip bir
    adamdı; onun hırsızlıktan tutuklanıp Atina hapishanesine atıldığı
    gerçeği bunu doğruluyor, zira o Athena heykeli için kendisine emanet
    edilen altını ve fildişini çalmakla suçlanmıştı. Onu keşfetmiş olan
    Perikles, onun hapishaneden kaçmasına yardım etti (böylece işin erbabı
    olan bu adam, yalnızca sanatın ne olduğunu değil, daha da önemlisi
    sanatçılığın ne olduğunu da kavradığını göstermiş oluyordu) ve Phidias
    ya da Pheidias doğruca Olympia’ya gitti, orada kendisine altından ve
    fildişinden büyük Zeus heykeli yapma görevi verilmişti. Ama o ne
    yaptı? Yine çaldı ve bir süre sonra da Olympia hapishanesinde öldü.
    Dikkat çekici bir özellik. Ama insanlar hep böyledir. Aslında özel bir
    şey gibi görülen bir yeteneğe sahip olmak isterler. Ancak bu yetenekle
    ilintili olan –belki de zorunlu olarak ilintili olan– tuhaflıkları kesinlikle
    istemez ve bu tuhaflıklara karşı anlayış gösterilmesini hiçbir şekilde
    kabul etmezler.” Vaftiz babamla ilgili olarak söyleyeceklerim şimdilik
    bu kadar. Bu sözlerini sıkça ve hiç değiştirmeden tekrarladığı için onları
    kelimesi kelimesine zihnime kaydettim.
    Bana anlatıldığına göre, vaftiz babamla karşılıklı sevgi ve saygı
    içerisinde yaşıyorduk, hatta şunu söyleyebilirim ki, bana özel bir
    düşkünlüğü vardı. Büyürken, yaptığı tablolar için ona modellik
    yapıyordum. Beni çok daha mutlu eden şey ise, modellik yaparken bana
    değişik üniformalar ve kıyafetler giydirmesiydi; zira onun çok zengin bir
    giysi koleksiyonu vardı. Rhein Nehri’nin kıyısında, ıssız bir evde yaşlı
    yardımcısıyla birlikte oturuyordu; çatı katındaki büyük pencereli
    atölyesi bir tür hırdavat odasını andırıyordu. Atölyesinde fırçaları
    tuvalin üzerinde gezdirir ve bazı yerleri kazıyıp eserini oluştururken,
    ben de onun derme çatma platformu üzerinde, kendisinin dediği gibi,
    saatlerce “oturuyor”, ona modellik ediyordum. Mainz’lı bir şarap
    tüccarının yemek salonu için sipariş verdiği Yunan mitolojisi motifli

    31
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    büyük bir tabloyu yaparken, ona uzunca bir süre çıplak modellik
    yaptığımı da söylemeliyim. Bunu yaparken üstadın çok övgüsünü
    almıştım; çünkü ben çok hoş biriydim ve tanrılar kadar mükemmel bir
    vücudum vardı. Zayıf, yumuşak ama yine de güçlü kasları olan ve pırıl
    pırıl parlayan bir cilde ve kusursuz bir vücut yapısına sahiptim. Bu
    modellik seansları bende tuhaf anılar bıraktı. Ama daha da eğlendirici
    olan şey, benim kılıktan kılığa girebiliyor olmamdı; üstelik bu yalnızca
    vaftiz babamın atölyesinde olmuyordu: vaftiz babam bize akşam
    yemeğine gelirken, önden bir torba dolusu renkli kıyafet, peruk ve silah
    yolluyordu ve yemekten sonra da herhalde eğlence olsun diye en çok
    beğendiği kıyafetle resmimi yapmak için bunları bana tek tek
    giydirtiyordu. Benim için, her türlü kılığa bürünmeye yatkın bir kafası
    var, diyor ve bununla bana her şeyin çok yakıştığını, giydiğim her
    kıyafetin üzerimde çok iyi durduğunu ve bana doğal bir görüntü
    verdiğini söylemek istiyordu. Zira hangi kıyafeti giymiş olursam olayım
    – ister kafasına çiçekten taç takmış kısa etekli Romalı bir flütçü olayım,
    ister kafası tüylü şapkalı ve dantel yakalı saten gömlek giymiş İngiliz
    asilzadesi bir delikanlı olayım, ister parlak bolerolu ve geniş kenarlı keçe
    şapkalı İspanyol boğa güreşçisi olayım, ister başında kepi, boynunda
    yaka bandı, paltosu ve tokalı ayakkabılarıyla pudralı saç döneminden
    kalma genç bir peder olayım, ister kuşağını takmış, kılıcını kuşanmış
    beyaz üniformalı Avusturyalı bir subay olayım, ister diz altı çorap ve
    altı çivili ayakkabılar giymiş, yeşil şapkasına bir tutam dağ keçisi tüyü
    takmış Alman dağ köylüsü olayım; giydiğim her kıyafet sanki benim
    için öngörülmüştü ve ben bunun için yaratılmıştım; kendimi
    seyrettiğim ayna da bunu bana teyit ediyordu. Evimizdeki konukların
    değerlendirmesine göre de temsil ettiğim insan türünün mükemmel bir
    örneğini sunuyordum. Evet, vaftiz babam benim yüzümün, giydiğim
    kıyafetlerle ve taktığım peruklarla sadece toplumsal sınıflara ve
    çevrelere değil, aynı zamanda kuşaklara genel bir fizyonomik özellik
    vermiş olan gelmiş geçmiş bütün çağlara uyum sağladığını söylüyordu.
    Ama aile dostumuzun anlattıklarına inanacak olursak, Ortaçağ’ın

    32
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    bitimine doğru yaşamış bir Floransalı gibi, bir sonraki yüzyılın yarattığı
    ve asil beyefendilere armağan ettiği gösterişli bukle yığını görüntümle, o
    dönemin ürünü bir tablodan dışarıya fırlamış gibi görünüyordum.
    Ah, bütün bunlar ne kadar da güzel anlardı! Ama ben bu güzel
    anlardan sonra yine kendi benliğime bürünüp o sıradan günlük
    giysilerimi giyince, içimde karşı konulmaz bir hüzün ve bir özlem
    dalgası yükseliyor, sonsuz ve tarif edilemez bir can sıkıntısı bütün
    ruhumu sarıyor ve bu ruh haliyle gecenin geri kalan kısmını büyük bir
    moral bozukluğuyla hiç kimseyle konuşmadan geçiriyordum.
    Schimmelpreester’le ilgili olarak şimdilik ancak bu kadarını
    söylüyorum. Daha sonra, yorucu kariyerimin sonuna doğru, bu
    mükemmel adam tekrar karşıma çıkacak ve kurtarıcı bir şekilde benim
    yazgıma müdahale edecekti.

    33
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    Beşinci bölüm
    Eğer ruhumun derinliklerinde beni etkileyen başka gençlik anıları
    arıyorsam, bizimkilerin, kendileriyle birlikte Wiesbaden’e tiyatroya
    gitmeme ilk defa izin verdikleri günü anmam gerekir. Aslında burada
    bir parantez açıp gençliğimi tasvir ederken, seneleri tarihsel sırasına
    göre değil, istediğim gibi hareket ettiğim bu yaşam periyodunu bir
    bütün olarak ele almam daha doğru olur. Vaftiz babam
    Schimmelpreester’e bir Yunan tanrısı olarak modellik yaptığım sırada,
    on altısında ya da on sekizindeydim; okulda çok geriden gelmeme
    rağmen neredeyse bir delikanlı olmuştum. Ama benim ilk defa tiyatroya
    gidişim daha önceki bir yıla, on dördüncü yaşıma rastlıyor, yani benim
    bedensel ve ruhsal olarak (biraz sonra ayrıntılı olarak anlatacağım gibi)
    oldukça geliştiğim ve belli şeylere ilgi duymaya başladığım hareketli bir
    dönemime denk geliyor. Gerçekten de o akşamki gözlemlerim ruhumda
    derin bir yer etti ve bana üzerinde düşünebileceğim sonsuz malzeme
    sundu.
    Daha önce Viyana kafelerinden birine gitmiştik; biz orada tatlı
    punç içerken, babam da kamışla yeşil peri içmişti; bütün bunlar beni
    heyecanlandırmak ve ruhumu coşturmak için çok güzel anlardı. Ancak
    bir fayton bizi merakımın hedefine götürüp de pırıl pırıl parlayan localı
    salon bizi içine aldığında benliğimi tümüyle saran o ateşi kim tasvir
    edebilir ki! Balkonlarda göğüslerini yelpazeleyen kadınlar, onların
    üzerine eğilerek sohbet eden beyler, salondaki, bizim de karıştığımız
    uğuldayan kalabalık, saçlardan ve elbiselerden yükselen ve şamdan
    gazlarının kokusuyla karışan parfüm kokuları, aletlerini akort eden
    orkestranın çıkardığı karışık sesler, salonun tavanında ve perdenin
    üstünde çıplak melek resimleri – evet, bir şelale gibi yukarıdan aşağıya

    34
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    doğru süzülen pembemsi çıplak melek resimleri benim genç duyularımı


    uyandırmak ve bu olağanüstü şeyleri algılamak için ne kadar da
    uygundular! Yüksek ve ihtişamlı bir salonda insanların bu şekilde bir
    araya gelişini o zamana kadar yalnızca kilisede görmüştüm; tiyatro,
    bölümlere ayrılmış ve insanda yüce duygular uyandıran bu mekân, bana
    onurlu bir iş için görevlendirilmiş seçkin insanların renkli giysileriyle,
    çalınan müziğin ritmine uyarak adımlarını bir ileri bir geri hareket
    ettirerek dans ettikleri, birbirleriyle konuştukları, şarkılar söyledikleri ve
    davranışlarını sergiledikleri özel ve saygın bir yer olarak görünüyordu.
    Söylediğim gibi, tiyatro bana gerçekten de eğlencenin kutsal mekânı,
    ruhlarını coşturmak isteyen insanların, aydınlık ve mükemmellik
    karşısında karanlıkta bir araya geldikleri, ağızları açık bir şekilde
    gönüllerini fetheden şeyleri seyrettikleri bir yer olarak görünüyordu.
    Mütevazı türden bir oyun sergileniyordu, ne yazık ki adını
    unuttum ama söylenildiği gibi basit türden bir eser, bir operet
    sergileniyordu. Olay Paris’te geçiyordu (bu, zavallı babamın neşesini
    çok arttırmıştı); eserin merkezinde genç bir avare ya da bir elçilik
    ataşesi, tiyatronun yıldızı sayılan ünlü opera şarkıcısı Müler-Rosé’nin
    canlandırdığı bir çapkın ve kadın avcısı vardı.Onun adını, kendisiyle
    tanışmak şerefine erişmiş olan babam sayesinde öğrendim, görüntüsü
    hafızamda yaşamaya devam edecek. Artık yaşlandığını ve benim gibi
    yıprandığını tahmin ediyorum; ama vaktiyle seyircileri ve beni
    büyülemesi ve gözlerimizi kamaştırması karşısında ne kadar çok
    etkilendiğimi hiç unutmayacağım. Gözlerimizi kamaştırmak, diyorum;
    bu sözcüğün ne kadar çok anlam içerdiğini aşağıda açıklayacağım.
    Şimdilik Müler-Rosé’ nin sahnedeki görüntüsünü canlı anılarımdan
    hareketle tasvir etmeye çalışacağım.
    Sahneye ilk çıktığında siyahlar içindeydi, buna rağmen mağrur
    duruşuyla çevresine parıltı saçıyordu. Oyunun içeriğine göre,
    zenginlerin eğlence dünyasında gerçekleşen bir buluşmadan dönüyordu
    ve biraz sarhoştu; ancak sarhoşluğunu ölçülü sınırlar içinde tutmayı,
    kendisini güzel ve asil bir şekilde göstermeyi iyi beceriyordu. Yakaları

    35
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    saten kaplı siyah bir pelerin giymişti, siyah frak pantolonunun altındaki
    rugan ayakkabıları dikkat çekiyordu; ayrıca beyaz parlak deri eldivenleri
    vardı, zamanın askerî modasına uygun kafasına silindir şapka takmıştı,
    ensesine kadar uzanan saç ayrım çizgisi şapkanın altından pırıl pırıl
    parlıyordu. Görüntüsü kusursuzdu, giydiği her şey sanki ütülenmiş gibi
    üstüne öylesine oturmuştu ki, bunların gerçek yaşamda bozulmadan on
    beş dakika bile kalabilmesi mümkün değildi. Özellikle de alnını örten,
    çapkınlara özgü biçimde yan duran silindir şapkasıyla, gerçekten de,
    temsil ettiği türün düşlenen örnek görüntüsünü sunuyordu; üzerinde ne
    bir toz zerreciği ne de bir kırışıklık vardı, parlak ışıkların altında
    kusursuz bir tablo gibi duruyordu; bu yüce varlığın yüzü de
    görüntüsüne uygundu ve balmumundan yapılmış gibiydi; uçuk pembe
    renkli bu yüzü etrafı siyahlarla çevrelenmiş badem gözler, kısa ve düz
    bir burun ve son derece belirgin çizilmiş mercan kırmızısı bir ağız
    süslüyordu, ağzının yay şeklindeki kalkık üstdudağının üstünde sanki bir
    pergelle ölçülmüş ve fırçayla çizilmiş gibi düzgün duran kabarık bir
    bıyık göze çarpıyordu. Bir sarhoştan beklenmeyecek şekilde hafifçe
    yalpalayarak şapkasını ve bastonunu bir hizmetliye verdi, paltosunu
    çıkardı ve parlayan elmas düğmeleri, bol pilili gömleği ve frakıyla orada
    öylece durdu. Berrak bir sesle konuşarak ve gülerek eldivenlerini
    çıkardı; ellerinin üstü un beyazı rengindeydi ve pırlantalarla süslüydü,
    içi ise yüzü gibi pembemsiydi. Sahnenin yan tarafında durup bir ataşe
    ve kadın avcısı olarak hayatın eğlenceli yanlarını ve olağanüstü
    hafifliğini anlatan bir şarkının ilk dizesini alçak sesle söyledi, daha sonra
    kollarını mutlu bir şekilde yana doğru açarak parmaklarını şakırdatıp
    dans ederek sahnenin öbür tarafına yürüdü ve orada ikinci dizeyi de
    söyledikten sonra, alkışlarla geri çağrılmasını beklemek ve suflör
    hücresinin önünde üçüncü dizeyi söylemek için geriye çekildi. Sonra
    zarafetle ve sakin sakin olayların içine girmeye başladı. Oynanan oyun
    gereğince çok zengin biriydi, bu da ona büyüleyici bir görüntü
    veriyordu. Oyunun akışına göre değişik değişik kıyafetler giyiyordu:
    kırmızı kemerli kar beyazı spor bir elbise, üstünde oldukça zengin

    36
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    duran fantezi üniforma, karmaşık bir olayı canlandırırken insanları


    gülmekten kırıp geçirdiği gökyüzü mavisi ipekten külotlar. Yürekli,
    coşkulu, insanı büyüleyen serüven düşkünü bir yaşamı sergiliyordu: Kâh
    bir düşesin eteğine yapışıyor, kâh iki kendini beğenmiş yosmayla
    şampanyalı akşam yemeği yiyor, kâh tabancasını çekip aptal bir rakiple
    düello yapmaya hazırlanıyordu. Bu tatlı yorgunluklardan hiçbiri onun
    kusursuz görüntüsüne herhangi bir zarar veremiyor, pantolonunun
    ütüsünü bozamıyor, parıltısını söndüremiyor, pembemsi yüzünü
    kızartıp sevimsiz hale getiremiyordu. Müzikal bir eserin gerekli kıldığı
    kurallar ve dramanın ciddiyeti nedeniyle hareketleri kısıtlanmış olsa da,
    üstündeki bu baskıya rağmen davranışlarıyla özgür, cesur ve rahat bir
    görüntü sunuyor, hiçbir şekilde umursamazlık ve sıradanlık izlenimi
    vermiyordu. Bütün vücudu, tırnaklarının uçlarına varıncaya kadar
    “yetenek” denilen şeyle büyülenmiş gibiydi; bu büyü, görüldüğü
    kadarıyla, bize olduğu kadar ona da büyük bir haz veriyordu.
    Bastonunun gümüş başlığını elinde tutuşunu ya da ellerini pantolonun
    ceplerine sokuşunu görmek insanın ruhunu neşelendiriyordu; oturduğu
    koltuktan kalkışını, seyircinin önünde eğilirken bir ileriye gelip bir
    geriye gidişini kendisinden o kadar emin bir şekilde yapıyordu ki, bu
    insana heyecan ve yaşam sevinci veriyordu. Evet, olay buydu: Müler-
    Rosé, çevresine heyecan ve yaşam sevinci yayıyordu; her ne kadar bu
    sözcük, tatlı acı karışımı bir kıskançlık, özlem, umut ve sevme arzusu
    duygusunu daha farklı bir şekilde ifade etse de, sahnedeki bu güzellik ve
    kusursuz mutluluk görüntüsü gerçekten de insanın ruhunu ateşlemeye,
    onu coşturmaya yetiyordu.
    Salonda birlikte oturduğumuz seyirciler genellikle orta sınıf
    mensubu kadınlar ve erkeklerden oluşuyordu, bunların arasında
    sekreterler, yıllık çalışan genç insanlar ve küçük kız çocukları da vardı.
    Ben sahnede sunulandan inanılmayacak derecede keyif alıyordum,
    oyuncunun bana yaşattığı bu zevkin ve heyecanın tüm seyirciler
    üzerinde bıraktığı etkiyi ve yüzlerindeki ifadeyi kendi gözlerimle
    görebilmek için merakla çevreme bakınıyordum. Onların yüzlerinde

    37
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    ahmakça bir sevimlilik, dudaklarında ise kendilerini kaybetmişçesine


    gülen aptalca bir ifade vardı; küçük kızların daha sevimli ve daha
    heyecanlı gülmelerine karşın, hanımlar uyku rehaveti içinde esneyerek
    uyuşuk ve miskin bir ruh haliyle gülüyorlardı. Erkeklere gelince;
    öylesine etkilenmiş ve öylesine büyük bir keyifle seyrediyorlardı ki,
    sanki rüyalarında kendi gençliklerini görüyor ve parlak kariyerli ve
    başarılı oğullarını seyreden babalar gibi gözleri parlayarak izliyorlardı.
    Sekreterler ve yıllık çalışan genç insanlara gelince; yukarıya doğru
    kaldırdıkları yüzlerindeki her şey, gözleri, burun delikleri ve ağızları
    iyice açılmış bir halde gülümseyerek izliyorlardı oyuncuyu. Eğer
    külotlarımızla sahnede biz duruyor olsaydık nasıl olurdu acaba, diye
    düşünüyorlardı herhalde. Kendini beğenmiş iddialı yosmalara kendi
    sınıfından birilerine yaklaşır gibi ne kadar içten ve ne kadar da şehvetle
    yaklaşıyordu! Müler-Rosé sahneden indiğinde, omuzlar aşağıya düşüyor
    ve sanki kalabalığın içinden çok büyük bir güç uzaklaşıyordu. Yukarıya
    kaldırdığı kollarıyla, ince bir sesi uzatarak zafer kazanmış bir edayla ve
    koşar adımlarla, sahnenin arka tarafından öne doğru gelirken, giydikleri
    saten elbiselerinin dikişlerini patlatacak kadar şişmiş kadın göğüsleri
    çıkıyordu karşısına. Evet, izledikleri oyunun büyüsüne kapılan
    seyirciler, kendilerini bilinçsizce ve mutlu bir şekilde, parlayan bir
    ateşin içine atan gece böcekleri sürüsünü anımsatıyordu.
    Babam krallar gibi eğleniyordu. Salona girerken, Fransız geleneğine
    uygun olarak şapkasını ve bastonunu da yanına almıştı. Perde kapanır
    kapanmaz şapkasını giydi ve bastonunu yere vurarak kopan çılgınca
    alkışa eşlik etti. “C’est épatant!” dedi defalarca, yavaşça ve hayranlıkla.
    Ancak oyun sona erdikten sonra, oyundan çok etkilenen ve duyguları
    kabaran sekreterlerin, gecenin kahramanını taklit etmek için nasıl
    yürüdüklerini, birbirleriyle nasıl konuştuklarını, kızarmış ellerini nasıl
    incelediklerini ve bastonlarını nasıl tuttuklarını gördükten sonra, babam
    bana şöyle dedi: “Benimle gel, onun yanına gidip elini sıkalım. Müler-
    Rosé ve ben ne de olsa dost sayılırız! Beni görmekten çok mutlu
    olacaktır. Babam bizim ailenin hanımlarına ön salonda beklemeleri

    38
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    talimatını verdikten sonra, biz Müler-Rosé’yi kutlamak için onun


    bulunduğu yere doğru yöneldik.
    Yürüdüğümüz yol bizi sahnenin hemen yanında bulunan ve bu
    arada karanlığa gömülmüş olan müdür locasına götürdü, oradan da dar
    bir demir kapıdan geçerek kulislerin arkasına ulaştık. Sahnenin yarı
    karanlığı, ortalığı toplayan işçilerin siluetleriyle tam bir hayalet
    görüntüsü uyandırıyordu. Oyunda bir asansör görevlisini canlandıran
    kırmızı üniformalı narin yapılı bir kız, omuzlarını duvara dayamış, derin
    derin düşünürken, babam şaka olsun diye onun en kabarık yerinden
    şöyle bir makas aldı ve ona aradığımız vestiyerin yerini sordu, bunun
    üzerine o da bize canı istemeye istemeye gitmemiz gereken yönü işaret
    etti. Gaz lambalarının aydınlattığı badanalı bir koridoru boydan boya
    geçtik. Koridora açılan kapılardan küfür, kahkaha ve sohbet sesleri
    duyuluyordu; neşeli neşeli gülümseyen babam, parmağıyla işaret ederek
    bu yaşam biçimine dikkatimi çekti. Ama biz, koridorun alt tarafındaki
    dar bölümde bulunan kapıya doğru yürümeye devam ettik ve oraya
    varınca, babam ayak bileklerine kadar eğilip içeriye kulak kabarttıktan
    sonra kapıyı vurdu. İçeriden yanıt verildi: “Kim o?” ya da, “Ne var, kör
    olası!” Bu kaba seslenişin nedenini kesin olarak hatırlamıyorum. “İçeri
    girebilir miyiz?” diye sordu babam; ama içeriden gelen yanıt, bu
    kâğıtlara dökülebilecek türden değildi. Babam sessizce ve mahcup bir
    biçimde gülümseyerek devam etti: “Müler, benim – Krull, Engelbert
    Krull. Elinizi sıkıp sizi kutlamak istiyorduk, izin var mı?” Bunun üzerine
    içerideki güldü ve şöyle dedi: “Ah, sensin demek, kart horoz! Eğlenceyi
    de hiç kaçırmazsın!” Biz kapının eşiğinde beklerken, “Eğer çıplak
    vücudum sizi rahatsız etmeyecekse, buyurun,” dedi. İçeri girdik ancak
    karşılaştığımız manzara, bir oğlan çocuğunun hayatı boyunca hiç
    unutamayacağı iğrenç bir manzaraydı.
    Müler-Rosé kirli bir masada, her tarafı lekeli ve tozlu bir aynanın
    karşısında oturuyordu, üstünde triko kumaştan gri bir külot dışında
    hiçbir şey yoktu. Kollarına kolluk takmış bir adam, elindeki havluyla
    kan ter içinde kalmış şarkıcının sırtını kuruluyordu, bu sırada o da kalın

    39
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    bir tabaka halinde yüzüne ve boynuna sürdüğü merhemi, renkli yağdan


    kaskatı olmuş bir başka havluyla temizlemeye çalışıyordu. Yüzünün
    yarısı hâlâ o mükemmel pembe tabakayla kaplıydı; biraz önce balmumu
    gibi parlayan çehresi, şimdi boyalardan arınmış, peynir gibi solgun
    yüzünün öteki yarısının yanında, kırmızı sarı renkli haliyle komik bir
    görüntü sunuyordu. Oyunda ataşe olarak taktığı saç ayrım çizgili,
    kestane rengi peruğunu çıkardığı için kızıl saçlı olduğunu fark ettim.
    Gözlerinden birinin kenarları hâlâ siyah boyalıydı, metal gibi parlayan
    siyah tozlar kirpiklerinin arasına yapışmıştı, bu arada öteki gözünün
    çevresi boyalardan temizlenmiş ve biraz sulanmıştı, ovulmaktan tahriş
    olduğu için ziyaretçilerine gözlerini kırpıştırarak bakıyordu. Eğer Müler-
    Rosé’nin göğsü, omuzları, sırtı ve kolları sivilcelerle kaplı olmasaydı,
    herhalde bütün bunlara katlanılırdı. Uçları iltihaplı, insanda tiksinti
    uyandıran kırmızı kırmızı sivilceleri vardı ve kısmen de kanıyorlardı.
    Bunları düşündüğümde, bugün bile ürpermekten kendimi alamıyorum.
    Belirtmek isterim ki, hırsımız ne kadar çok artarsa iğrenme yeteneğimiz
    de o kadar çok büyüyor. Bu, şu anlama geliyor: Aslında dünyaya ve
    dünyanın sunduklarına ne kadar içten bağlanıyorsak, iğrenme
    yeteneğimiz o kadar büyüyor. Soğuk ve sevgisiz doğaya sahip bir insan,
    hiçbir zaman benim ilk tiyatro ziyaretimdeki gibi iğrenip böylesine
    sarsılamaz. Demir döküm bir sobayla aşırı derecede ısıtılmış odayı,
    çanaklar, tavalar ve masayı kaplayan renkli yağ çubuklarının buharları
    ve ter kokusuyla iyice ağırlaşmış bir hava doldurmuştu; öyle ki ilk
    başlarda midem bulanmadan burada bir dakika bile kalamayacağımı
    düşündüm.
    Ama yine de ayakta durmuş, etrafıma bakınıyordum. Müler-
    Rosé’nin giyinme odasına yaptığımız ziyaretle ilgili olarak ekleyecek
    daha fazla bir şey yok. Evet, anılarımı öncelikle kendimi eğlendirmek
    için değil de, daha çok seyirciyi eğlendirmek için yazmış olsaydım, bu
    ilk tiyatro ziyaretimi böylesine ayrıntılı anlattığım için kendimi
    eleştirmeliydim. Gerilimleri ve ölçütleri dikkate almıyorum; bu
    değerleri hayal dünyalarında yarattıkları konulardan görülmeye değer

    40
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    düzgün sanat eserleri üretmeye çalışan yazarlara bırakıyorum; bense


    burada yalnızca kendi tuhaf yaşamımı anlatıyorum ve elimdeki bu
    malzemeyi canımın istediği gibi kullanıyorum. Kendim ve dünya
    hakkında edindiğim aydınlatıcı bilgiler için borçlu olduğum
    deneyimlerimi ve karşılaştığım olayları anlatırken, uzun uzun
    açıklamalarda bulunuyorum ve her ayrıntıyı özellikle öne çıkarıyorum,
    benim için fazla anlam ifade etmeyen şeyleri ise üstünkörü anlatıyorum.
    Müler-Rosé ve zavallı babamın o zaman yaptıkları sohbet
    hafızamdan neredeyse tamamen silinmişti, bu belki de o sırada ona
    kulak kesilecek vaktim olmadığı içindi. Zira duyularla beynimize iletilen
    hareket, sözcüğün beyinde ürettiği hareketten kuşkusuz çok daha
    güçlüdür. Seyircilerin çılgınca alkışları şarkıcının başarısını teyit etmiş
    olsa da, onun sürekli beğenilip beğenilmediğini, beğenildiyse ne ölçüde
    beğenildiğini sorduğunu hatırlıyorum; onun huzursuzluğunu nasıl
    anlamazdım ki! Ayrıca aklımda kaldığına göre, konuşma aralarına bazı
    müstehcen espriler de serpiştiriyordu; örneğin babam ona herhangi bir
    konuda sataşınca: “Çenenizi kapayın!” diyor ve hemen arkasından, “Ya
    da patilerinizi daha lezzetli bir şey için saklayın!” diye ekliyordu. Ama
    ben onun zihninin ürettiği bu veya diğer sözleri, dediğim gibi, yarım
    kulakla dinliyordum; çünkü o sırada tamamen duyularımın karşılaştığı
    şeyleri içselleştirmeye çalışıyordum.
    Bu yarı karanlık kalabalığın –o zamanlar düşüncelerim aşağı yukarı
    böyleydi– biraz önce imrenerek seyrettiği ve yerinde olmak istedikleri
    gönül hırsızı, işte yüzü gözü boya bulaşığı, cüzamlı gibi görünen bu
    adamdı! Görüntüsüyle insanda tiksinti uyandıran bu zavallı ve günahkâr
    adam, mutlu kelebeğin ta kendisiydi; biraz önce ona bakan binlerce göz
    güzelliğin, hafiflemenin ve mükemmelliğin gerçekleştiğini sanarak nasıl
    da aldanmışlardı! Akşam olup vakitleri gelince, masallardaki gibi ışıl ışıl
    parlayan o tiksindirici yumuşakçalardan biri değil miydi o? Ama belli
    bir yaşam deneyimine sahip bu yetişkin insanlar, kendilerini onun
    büyüsüne nasıl kaptırırlar? Aldatıldıklarını bilmeleri gerekmez mi?
    Yoksa bu insanlar sanki aralarında söz birliği etmişler gibi bu aldatmayı

    41
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    bir kandırmaca olarak görmüyorlar mıydı? Sonuncusu bana daha olası


    gibi geliyor; zira etraflıca düşünülürse, ateşböceği kendisini gerçek
    biçimiyle ne zaman gösterir? Yaz gecelerinde şiirsel bir kıvılcım olarak
    uçuşurken mi yoksa avucumuzun içinde kıvrılan basit ve iğrenç bir
    yaratık olunca mı? Hangisi olduğuna karar vermekten sakının! En iyisi,
    biraz önce gördüğünüzü sandığınız resmi yeniden gözünüzün önüne
    getirin: Kendilerini sessizce ve çılgınca ateşin içine atan o zavallı güve ve
    sivrisinek sürüsüne bakın! Onların kandırılmaya isteyerek izin vermeleri
    ne büyük birliktelik! Görüldüğü gibi burada Müler-Rosé’nin yetenekleri
    için Tanrı’nın onun doğasına taşıdığı bir gereklilik söz konusudur. Onun
    yaşamını sürdürülebilmesi için kuşkusuz vazgeçilmez bir kuruluş var
    karşımızda ve bu adam bu kuruluşa hizmet etmek için
    görevlendirilmiştir ve ona bu kuruluş tarafından maaş ödenmektedir.
    Bugün gördüğümüz gibi, her gün ortaya koyduğu başarı için ona ne
    kadar hayranlık duyulsa azdır! Müler-Rosé’nin, yüzündeki iğrenç
    sivilcelerin bilincinde olmasına rağmen, onları gizleyerek seyircinin
    karşısına çıkıp insanların başını döndürecek kadar kendinden emin bir
    şekilde hareket ettiğini duyumsayın ve iğrenme duygunuza hâkim olun!
    Doğal olarak ışık, renkli kremler, müzik ve sahne ile seyirci arasındaki
    mesafe de bu görkemli kalabalığın gönüllerinde canlandırdığı
    mükemmelliği onun kişiliğinde görmelerine ve sonsuzca duygulanıp
    neşelenmelerine yardımcı oluyor!
    Biraz daha fazla şey duyumsayın! Bu şımarık ve düzeysiz adamın
    her akşam kendi kişiliğini doğaüstü bir varlık olarak sunmasını sağlayan
    şey neydi, bunu kendinize bir sorun bakalım! Biraz önce parmak
    uçlarına varıncaya kadar bütün vücudunu etkisi altına alan bu sanatsal
    büyünün gizli kaynağı neydi, bir sorun bakalım kendinize! Buna yanıt
    verebilmek için (aslında siz bunların ne olduğunu çok iyi biliyorsunuz!)
    ateşböceğine ışık saçmayı öğreten şeyin, sözcüklerle ifade edilemeyecek
    kadar tatlı ve adı konulmayan bir güç olduğunu anımsamanız yeterli.
    Ama şuna dikkat edin, insan beğenilmeye doyamaz! Müler-Rosé’nin
    sanatsal yeteneğini geliştirmesini ve pekiştirmesini sağlayan şey, onun

    42
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    eğlenceye susamış bu seyirci kitlesine yürekten duyduğu bağlılık ve


    onlarla birlikte olma dürtüsüdür; eğer o, seyirciye yaşam sevinci
    sunuyorsa, onlar da onu alkışa boğuyorlarsa, onların birbirlerini karşılıklı
    olarak tatmin etmesi, sanatçı ve seyirci tutkusunun bir araya gelmesi
    demek değil midir?

    43
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    Altıncı bölüm
    Yukarıdaki satırlar ana hatlarıyla benim Müler-Rosé’nin giyinme
    odasında aklımdan geçirdiğim ateşli düşüncelerimi yansıtıyor, bundan
    sonraki günlerde ve hatta haftalarda da düşüncelerim hep onun giyinme
    odasına odaklanıyordu; hep onu düşünüyor ve ondan bir türlü
    uzaklaşamıyordum. Bu içsel araştırmaların meyvesi her zaman derinden
    bir etkilenme, özlem, umut, duygu sarhoşluğu ve sevinç oldu; o
    zamanlar benliğimi bütünüyle saran bu duygular o kadar büyüktü ki,
    bugün bile aşırı yorgunluğuma rağmen onları anımsamam, kalbimin küt
    küt atmasına yetiyor. Evet, o zamanlar içimdeki bu duygu o kadar
    güçlüydü ki, bazen göğsümü patlatacak gibi oluyor, hatta belli ölçüde
    beni hasta ediyor ve okulu kırmam için fırsat da yaratıyordu.
    Düşmanlık beslediğim bu eğitim kurumuna karşı giderek artan
    nefretimin nedenini burada açıklamayı gerekli görmüfunduszeue.infoşamımı
    sürdürebilmemin tek koşulu, ruhumun ve hayal gücümün bağımsız
    oluşudur; öyle ki hapishanede geçirdiğim uzun yılları anımsamam,
    kentimizin aşağı tarafında bulunan kireç beyazı kutu gibi evimizde
    hâkim olan sözümona saygın disiplin anlayışı, çocuksu ruhumu baskı
    altında tutan esaret ve korku sarmalını düşünmekten daha az
    duygulandırmıyor beni. Nedenlerini daha önce yazdığım sayfalardan
    birinde açıkladığım gibi, bir de üstüne üstlük yalnızlığımı hesaba
    katacak olursam, okulu yalnızca pazar ve tatil günlerinde değil, öteki
    günlerde de kırmak istememe şaşırmamak gerekir.
    Bu arada uzun uğraşlardan sonra babamın imzasını taklit etmemin
    bana çok ama çok yararı oldu. Bir baba, kendini eğiten ve yetişkinler
    dünyasına girmeye çalışan bir oğlan çocuğunun doğal olarak örnek
    alacağı en yakın kişidir. Kendi beceriksizliği ve yeteneksizliği yüzünden

    44
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    babasına hayranlık duymak zorunda kalan yeniyetme bir oğlan çocuğu,


    babasıyla olan gizemli yakınlığı ve benzerliği sayesinde onun
    davranışlarını gururla kendisine örnek alır. Ya da, daha doğru ifade
    etmek gerekirse, kalıtımsal olarak içimizde şekillenen, bizi yarı bilinçli
    bir şekilde öğrenmeye ve uygulamaya götüren şey, işte ona
    duyduğumuz bu hayranlıktır.O zamanlar kargacık burgacık yazılarımı
    arduvaz bir plaka üzerine kazırken, çelik uçlu kalemi babam gibi hızlı
    ve yoğun bir şekilde kullanabilmeyi düşlüyordum hep; daha sonraları,
    babamın zarif bir şekilde tuttuğu gibi kalemin sapını parmaklarımla sıkı
    sıkı kavrayıp onun yazısını taklit edebilmek için ne kadar da çok kâğıt
    harcamıştım! Bu iş hiç de zor değildi; çünkü zavallı babamın elyazısı
    aslında bir çocuk yazısı gibiydi, yazmaya yeni başlayan çocuklar gibi
    yazıyordu ve yazdıklarını da tamamlamıyordu, harfler çok küçüktü ve
    benim başka hiçbir yerde görmediğim biçimde uzun ve ince çizgilerle
    enine doğru genişliyordu; herkesi şaşırtacak biçimde ve çabucak taklit
    etmeyi başardığım bir yazı biçimi. Metindeki sivri gotik harflerin aksine,
    Latince yazı özelliği gösteren “E. Krull” imzasına gelince; bir bulut
    kümesini anımsatan süslü püslü kıvrımlardan oluşuyordu ve ilk bakışta
    taklit edilmesi zor gibi görünüyordu; ama benim zavallı babam imzasını
    o kadar aptalca atıyordu ki, ben onu her zaman neredeyse mükemmele
    yakın bir başarıyla taklit edebiliyordum. Zira E harfinin alt yarısının
    sağa doğru yaptığı geniş çıkıntının içine soyadın kısa hecesi temiz bir
    şekilde yerleştirilmişti. Ancak E harfinin yukarıdan aşağıya doğru inen
    alt yarısının çıkıntı şeklindeki geniş kıvrımını iki defa kesen başka bir
    geniş kıvrım daha vardı ki, bu da U harfinin sağ alt yanından dışarıya
    doğru taşan kancadan başlayarak bütün hepsini ön taraftan çevreleyip
    ilki gibi yine aynı şekilde süslü bir S biçiminde aşağıya doğru iniyordu.
    Babamın yazısı enine doğru yayılmayıp boyuna doğru yükseliyordu,
    fazla süslüydü ve öylesine çocuksu bir tarzdaydı ki, taklit edilmesi çok
    kolaydı. Babam bile benim onun yerine yazdığım ve imzaladığım
    dilekçeleri kendi elinden çıkmış sanıyordu. “Oğlum Felix’in, ayın
    yedisinde korkunç bir mide ağrısı nedeniyle okula gelemediğini derin

    45
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    üzüntüyle bildiririm – E. Krull,” diye yazıyordum. Bir başka dilekçemde


    de şöyle yazıyordum: “Dişetindeki iltihaplı bir şişkinlikten dolayı ve de
    sağ kolu burkulduğu için Felix, tarihleri arasında evden dışarı
    çıkamamış ve derslerine katılamamıştır. Derin bir üzüntüyle arz ederim
    – E. Krull.” Bu yapıldı mı, bir ya da birkaç gün boyunca ders saatleri
    sırasında güzel kentimizin çevresinde özgürce dolaşmaktan, yemyeşil
    çayırların ve çimenlerin üstüne uzanıp hışırdayan yaprakların gölgesinde
    düşüncelere dalıp genç kalbimin sesini dinlemekten, Rhein Nehri’ne
    doğru uzanan, eskiden başpiskoposun oturduğu şatonun muhteşem
    duvarları arasında düşlere dalmaktan ya da sert geçen kış mevsiminde,
    vaftiz babam Schimmelpreester’in atölyesine sığınmaktan beni hiçbir
    şey alıkoyamıyordu; gerçi vaftiz babam pratik zekâmdan dolayı bana sık
    sık küfürlü adlar takıyordu ancak bunu okul yönetimine sunduğum
    gerekçeleri takdir ettiğini gösteren bir vurguyla yapıyordu.
    Ancak ara sıra, okul olduğu günlerde hastayım diye evde kalıp
    yatakta yattığım da pek nadir değildi; daha önce de anlatmaya çalıştığım
    gibi, okulu kırmak için çok haklı gerekçelerim vardı. Kendi kuramıma
    göre, temeli yüce bir gerçeğe dayanmayan her türlü aldatma, basit ve
    aptalca bir yalandan başka bir şey değildir ve onunla karşılaşan ilk kişi
    tarafından hemen fark edilir. Ancak aldatmanın başarılı olma ve insanlar
    arasında kalıcı bir etki bırakma şansı her zaman vardır ve bu kesinlikle
    aldatma değildir, aksine gerçekler dünyasına giren doğrunun, çevre
    tarafından tanınıp sayılması için ihtiyaç duyduğu bazı nesnesel
    özelliklerin biçimlenmesidir. Kolayca atlatılabilen çocuk hastalıkları
    dışında ciddi bir sağlık sorunu yaşamayan bir oğlan çocuğu olarak sabah
    kalkıp beni korkutan sıkıcı günü evde hasta olarak geçirmeye karar
    verdiğimde, kuşkusuz öyle sıradan bir hasta numarası da yapmıyordum.
    Zihnimde canlandırdığım despot yöneticileri etkisiz kılacak bir güce
    sahip olduğuma göre, bu zahmete neden katlanacaktım ki? Hayır, belli
    düşüncelerin ürünü olarak o zamanlar doğamı altüst eden, neredeyse
    acılar içinde kıvrandıran bir şişkinlik ve gerilme hali ve günlük angarya
    işlerin getirdiği sürtüşmelerden duyduğum nefret, öyle bir ortam

    46
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    oluşturuyordu ki yaptığım numaralar son derece inandırıcı bir nitelik


    kazanıyordu; bu da ister istemez aile doktorumuzu ve ev halkını
    kaygılandırıyor ve bana ihtimam göstermelerini gerekli kılıyordu.
    O günün yalnızca kendime ve özgürlüğüme ait olmasına karar
    vermem, dakikaların ilerlemesiyle değiştirilemez bir zorunluluk haline
    geldiğinden, içinde bulunduğum durumu beni seyredenlerden çok,
    öncelikle kendim için sunmaya başladım. Yataktan kalkma saati bilerek
    kaçırılmış oluyordu, yemek odasında hizmetçi kızın hazırladığı kahvaltı
    soğuyordu, küçük kentimizin ruhsuz gençliği sallana sallana okula
    gidiyordu, günlük yaşam başlamıştı ve benim tek başıma ve kendi
    kararımla günün baskıcı düzeninden kurtulmam kesinleşmiş oluyordu.
    Durumumun cüretkârlığı, kalbimi ve midemi korkuyla karışık bir
    heyecanla dolduruyordu. Tırnaklarımın morarmaya başladığını
    görüyordum. Belki de bugünün sabahında hava soğuktu ve yorganı
    üstümden atarak vücudumu birkaç dakikalığına odanın ısısına bırakmak
    ve dişlerimi zangır zangır titreten etkili bir sıtma nöbeti yaratmak için,
    kendimi biraz bırakıp geriliyordum, bu da evde kalmam için yeterli
    oluyordu. Bu söylediklerim, benim marazlı ve bakımına özen
    gösterilmesi gereken bir yapıya sahip olduğumu doğruluyordu; öyle ki
    yaşamımın ortaya koyduğu gibi, başkalarını etkileme yeteneğim kendi
    kendimi aşmamın önemli bir ürünüydü, hatta ahlaki bir başarı olarak
    her türlü saygıya layıktı. Eğer farklı bir doğaya sahip olsaydım, o zaman
    inandırıcı bir hasta görüntüsü vermem ve buna etrafımdakileri inandırıp
    bana karşı insanca davranmalarını sağlamak için vücudumu gevşetmem
    ve ruhumu sakinleştirmem mümkün olmazdı. İri ve kaba yapılı biri
    böylesine inandırıcı hastalık numarası yapmayı pek beceremezdi
    sanırım. Ancak şu deyimi burada yine kullanmak istiyorum, narin yapılı
    biri gerçek anlamda hasta olmadan da acılara aşina olmayı ve çektiği
    acıların emarelerini içinde özümsemeyi bilir. Gözlerimi kapıyordum ve
    soran ve yakınan bir ifadeyle yeniden açıyordum. Aynaya bakmadan da,
    saçlarımın uyumaktan karmakarışık olduğunu, tel tel alnımın üstüne
    düştüğünü ve o ânın getirdiği gerilim ve heyecanın yüzümü solgun

    47
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    gösterdiğini biliyordum. Yüzümün çökmüş görünmesi için de kendi


    kendime bulduğum ve denediğim bir yöntemi uyguluyordum: buna
    göre yanaklarımın içindeki etleri hafifçe ve neredeyse belli etmeden
    dişlerimle kıstırıyordum; öyle ki yanaklarımda bir boşluk, çenemde bir
    uzama oluşuyor, bir gecede erimiş ve süzülmüş bir görüntü
    kazanıyordum. Burun kanatlarımdaki titremenin ve göz kenarlarındaki
    kasların sıkça ve acı vererek kasılmasının da bunda payı vardı kuşkusuz.
    Tırnakları morarmış parmaklarımı göğsümün üstünde kenetliyordum ve
    böylece yıkanma leğenimin yanında, bir sandalyenin üstünde oturarak
    ve arada sırada dişlerimi birbirine vurarak durumumu fark edecekleri
    ânı bekliyordum.
    Bu biraz geç gerçekleşiyordu; çünkü annemle babam sabah
    uykusunu seviyorlardı ve benim evden çıkmadığım anlaşılıncaya kadar
    iki ya da üç ders saati geçmiş olurdu. Sonra annem merdivenden yukarı
    çıkıp odama girer ve hasta olup olmadığımı sorardı. Sanki onu
    tanımakta zorlanıyormuşum gibi gözlerimi iyice açarak tuhaf tuhaf
    yüzüne bakar ya da ne demek istediğini anlamıyormuşum gibi
    davranırdım. Sorusunu, evet onun sorusunu sanırım hastayım, diye
    yanıtlıyordum. Annem, neyim olduğunu sorunca, “Başım tüm
    uzuvlarım ağrıyor Neden böyle üşüyorum ben?” diye ölgün bir sesle,
    uyuşmuş dudaklarla ve acılar içinde kıvranıyormuşum gibi, kendimi bir
    taraftan diğer tarafa atarak yanıt veriyordum ona. Annem yüzüme
    bakıp halime acıyordu. Aslında çektiğim acıları pek de ciddiye aldığını
    sanmıyorum; ancak anne duyarlılığı aklının önüne geçtiği için
    oynadığım oyunun dışında kalmaya gönlü razı olmuyordu, aksine
    tiyatroda olduğu gibi benim oynadığım oyuna yardımcı oyuncu olarak
    katılıyordu. İşaretparmağını yanağına dayayıp kaygıyla başını sallayarak,
    “Ah, zavallı çocuk,” diyordu. “Hiç mi bir şey yemek istemiyorsun?”
    Titreyerek çenemi göğsümün üstüne bastırıp hiçbir şey istemediğimi
    söylüyordum. Davranışlarımın tutarlılığı ve belli bir sırayı takip etmesi
    yavaş yavaş annemin aklını başına getirmişe benziyordu; derin bir
    kuşkuya düşüyor ve deyim yerindeyse, yanılsamanın verdiği hazdan

    48
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    kendisini çekip çıkarıyordu; çünkü böyle bir şey yüzünden bir insanın
    yiyip içmekten kesilmesi, onun anlama yetisinin sınırlarını aşıyordu.
    Gerçeği sınamak için birinin yüzüne nasıl bakılırsa, annem de benim
    yüzüme beni sınar gibi bakıyordu. Ancak annem tarafsız gözlemle bu
    noktaya ulaştığında, onu içsel bir karara zorlamak için sanatımın en
    zahmetli ve en etkileyici yanını konuşturuyordum. Aniden yatağımda
    doğruluyordum, titreyen ve hızlı hareketlerle yıkanma leğenini yanıma
    çekiyor ve bütün vücudum korkunç biçimde titreyip kasılırken,
    kıvranarak kendimi leğenin üstüne atıyordum, öyle ki görünüşüme
    bakıp da çektiğim büyük ıstıraptan etkilenmemesi için insanın taş kalpli
    olması gerekirdi. Ekşimiş ve perişan haldeki yüzümü leğenin üstünden
    arada bir kaldırıp derin derin soluyarak, “İçimde hiçbir şey kalmadı ki”
    diyordum. “Gece hepsini çıkardım” Daha sonra nefes alıp vermemi
    engelleyen asıl krize, uzun süren o korkunç boğulma krampı krizine
    tutulmaya karar veriyordum. Annem başımı tutup beni kendime
    getirmek için kaygılı bir ses tonuyla tekrar tekrar adımı söylüyordu.
    Kollarım ve bacaklarımdaki kasılmalar çözülmeye başlayınca, çok
    etkilenmiş bir şekilde, “Dr. Düsing’e haber gönderiyorum!” diyerek
    dışarı koşuyordu. Tabii ben de bitkin bir halde ama tarif edilemez bir
    sevinç ve tatmin duygusuyla yastıklara gömülüyordum.
    Böyle bir sahneyi gözümün önünde ne kadar sık canlandırmış ve
    gerçeğe dönüştürme yürekliliğini göstermeden önce zihnimde ne kadar
    çok provasını yapmıştım! İnsanlar beni anlar mı bilmiyorum ama bu
    sahneyi uygulamaya koyduktan ve büyük bir başarı kazandıktan sonra,
    mutluluktan uçuyor ve düş gördüğümü sanıyordum. Herkes bunu
    yapamaz; düşler ama yapamaz. Ya başıma korkunç bir şey gelirse, diye
    düşünür insan. Eğer bayılıp yere yığılırsan, ağzından kan gelir ve
    vücuduna giren kramplar seni kıvrandırırsa, o zaman insanların katı
    yürekliliği ve umursamazlığı birdenbire yoğun bir ilgiye, kaygıya ve geç
    kalmış bir pişmanlığa dönüşebilir! Ancak insan vücudu sağlamdır ve
    doğası gereği dayanıklıdır. Eğer insan ruhu şefkate ve özenli bir bakıma
    özlem duyarsa, buna dayanır ve çektiği acıları gözler önüne serme ve

    49
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    vicdanlara baskı yapma fırsatı veren dramatik görüntüler sergilemez.


    İşte ben şimdi bu görüntüleri sergiliyordum, kendi katkım olmadan da
    gösterecekleri etkiyi sağlamıştım. Ben doğayı düzeltmiştim, bir düşü
    gerçekleştirmiştim. Kim cesaretini toplayıp hiçlikten, nesnelerin salt
    içsel bilgisinden ve canlılığından, kısacası, hayal gücünden etkili bir
    gerçeklik yaratabiliyorsa, o zaman oynadığım bu oyundan yorgun düşüp
    büyüleyici ve düşsel bir mutlulukla dinlendiğimi de anlar.
    Bir saat sonra sağlık müşaviri Düsing geliyordu. Düsing, benim
    doğumumu yaptırmış olan yaşlı doktor Mecum öldüğünden beri aile
    doktorumuzdu; uzun boyluydu, öne doğru eğik sevimsiz bir duruşu ve
    yukarıya doğru kalkık, eşek kırı rengi saçları vardı. Başparmağı ve
    işaretparmağıyla sürekli uzun burnunu sıvazlıyor, iri ve kemikli ellerini
    ovuşturuyordu. Bu adam benim için tehlikeli olabilirdi – hekimlik
    yetenekleri dolayısıyla değil; sanırım bu konuda pek de yetenekli değildi
    (aslında büyük bir bilim aşkıyla kendini mesleğine adamış bir hekimi
    aldatmak çok kolaydır) ama başkalarının güdümünde hareket edenlerde
    olduğu gibi bütün yeteneği yaşam deneyiminde gizliydi. Kalın kafalı ve
    hırslı biri olarak Asklepios’un bu onursuz havarisi kişisel ilişkileri, şarap
    evi dostlukları ve koruyucu tutumu sayesinde sağlık işleri müşaviri
    unvanını ele geçirmişti ve görevli olarak sık sık gittiği Wiesbaden’deki
    resmî dairelerde başka ödüller ve çıkarlar elde etmeye çalışıyordu.
    Dikkat çekici olan bir başka şey de, kendi gözlerimle de gördüğüm gibi,
    hasta kabul odasında düzen ve sıra takibine önem vermeyip, varlıklı ve
    hatırı sayılır hastaları, uzunca bir süredir bekleyen sıradan hastaların
    önüne almasıydı; yine aynı şekilde iyi bir iş sahibi olan ve toplum içinde
    etkin bir konumda bulunan hastaların şikâyetlerine aşırı bir ciddiyet ve
    duyarlılık gösterirken, gelir düzeyi düşük ve yoksul hastalara sert ve
    şüpheci bir tavırla yaklaşıyor, hatta onların şikâyetlerini yersiz bularak
    reddediyordu. Eğer hükümet makamlarının gözüne gireceğine ya da
    kendisini iktidar partisinin hararetli bir taraftarı olarak göstereceğine
    inanmış olsaydı, sanırım herkese yalancı tanıklık etmeye, her türlü
    ahlaksızlığa ve aldatmaya hazır olurdu; çünkü onun bu özelliği yüce

    50
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    yeteneklerden yoksun biri olmasına rağmen ulaşmaya çalıştığı o aşağılık


    gerçeklik anlayışına çok uyuyordu. Ama benim zavallı babam, kuşku
    uyandıran işine rağmen sanayici ve vergi mükellefi olarak kentin saygın
    insanlarından sayıldığından, sağlık işleri müşavirinin aile doktorumuz
    olarak bize karşı belli bir sorumluluğu bulunuyordu; bu sefil adam
    rüşvet almayı öğrenmek için her fırsatı değerlendirdiğinden, benim
    sergilediğim oyuna katılması gerektiğine inanıyordu.
    Ne zaman, “Ay, ay, ne yapalım şimdi?” ya da, “Ne biçim iş bu?”
    gibi alışılmış doktor amca söylemleriyle yatağıma yaklaşıp yanıma
    otursa ve beni biraz süzüp sağlığımla ilgili sorular sorsa, yüzüme bakıp
    susmasıyla, gülümsemesiyle ve göz kırpmasıyla beni kendisine karşılık
    vermeye teşvik ediyordu ve ben, onun hep söylediği gibi, “okul hastası”
    olduğumu rahatlıkla itiraf edebilirdim. Ancak bu konuda ona hiçbir
    şekilde yardımcı olmuyordum. Beni bundan alıkoyan şey, dikkatli
    olmaktan çok (aslında ona güvenebilirdim) gururum ve onu
    aşağısamamdı. Onun benimle bir anlaşmaya varmak için gösterdiği
    çabalar karşısında gözlerim daha bulanık ve daha şaşkın bir ifadeyle
    bakıyordu, yanaklarım daha çok içine çöküyor, dudaklarım daha çok
    aşağıya sarkıyor, nefes alıp vermelerim daha zorlaşıyor ve kısalıyordu;
    inanması için kusma krizi numarası yaparak Dr. Düsing’in çabalarına
    hiç yardımcı olmuyor, yüzüne boş boş bakarak tanı koymasına fırsat
    vermiyordum, öyle ki sonunda yenilgiyi kabul edip yaşam deneyimini
    bir kenara bırakarak benim bu durumuma bilimin yardımıyla yaklaşmak
    zorunda kalıyordu.
    Bu onu çok kızdırıyor olmalıydı; birincisi aptallığı yüzünden
    kızıyordu kendisine, ikincisi ise benim sunduğum hastalık tablosu
    gerçekten çok genel ve tanı konulamaz türdendi. Sırtımı ve göğsümü
    dinliyor, parmaklarıyla her tarafıma defalarca vurup yokluyor, bir çorba
    kaşığının sapını boğazıma sokup dilimin üstüne bastırıyor,
    termometreyle canımı acıtarak ateşimi ölçüyor ve daha sonra iyi ya da
    kötü bir şeyler söylemek zorunda kalıyordu. “Migren,” dedi. “Ama
    kaygılanmaya gerek funduszeue.infoç dostumuzun buna meyilli olduğunu

    51
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    biliyoruz. Maalesef midesi pek de az hasar görmemiş. Öncelikle yatak


    istirahati öneriyorum; ziyaretine gelen olmasın, fazla konuşmasın ve en
    iyisi odasını da karartın. Daha önce verdiğim limon asitli kafein etkisini
    iyi gösterdi. Şimdi size şunu yazıyorum” Küçük kentimizde ne zaman
    birkaç grip vakasına rastlansa, bizimki hemen teşhisini koyuyordu:
    “Grip, çok sevgili Frau Krull, gastritle birlikte seyreden bir grip salgını.
    Demek sonunda bizim küçük dostumuzu da yakaladı! Solunum yolları
    enfeksiyonu henüz tehlikeli boyutta değil ama iltihaplanma var.
    Sanırım öksürüyorsunuz da, öyle değil mi dostum? Günün ilerleyen
    saatlerinde daha da yükseleceğini düşündüğüm bir ateş durumu da söz
    konusu. Ayrıca nabız dikkat çekici bir biçimde hızlı ve düzensiz atıyor.”
    Yaratıcılıktan yoksun bir hekim olarak bana eczanede satılan acı tatlı bir
    kuvvet şarabı yazdı, bu durum benim çok hoşuma gitmişti, içtiğim
    şarap kazandığım bunca uğraştan sonra beni sakin, sıcak ve huzurlu bir
    havaya sokmuştu.
    Hekimlik mesleğini icra edenlerin sayılarının çokluğuna
    bakıldığında, bunların çoğunun boş kafalı ve sıradan insanlar oldukları,
    olmayan bir şeyi görmeye ve var olanı inkâr etmeye hazır oldukları
    söylenebilir; bu özellikleriyle bir istisna yapıp diğer meslek gruplarından
    ayrılmazlar. Hekimlik eğitimi görmemiş ama insan vücudunu iyi bilen
    ve ona âşık olan herkes, bedeninin hassas sırlarının üstesinden gelmeyi
    bilir ve onu parmağında istediği gibi oynatır. Konulan solunum yolları
    enfeksiyonu teşhisini ben öngörmemiştim ve bu, hiçbir şekilde
    sergilediğim oyunun bir parçası da değildi. Ancak sağlık işleri
    müşavirinin koyduğu “okul hastası” teşhisini çürüttüğüm için, gribe
    yakalandığımı söylemekten başka çaresi kalmıyordu; teşhisini haklı
    kılmak için boğazımın gıcıklanmasını ve öksürme ihtiyacı duymamı
    istedi, üstelik hiç de doğru olmadığı halde bademciklerimin şiştiğini
    iddia ediyordu. Ateşimin yükselmesiyle ilgili teşhisinde kuşkusuz
    haklıydı ancak klinik bulgusuna bakıldığında, okulda öğrendikleri onu
    yalancı durumuna sokuyordu. Tıp bilimi, ateşin bir virüsün kanı
    zehirlemesiyle ortaya çıktığını, başka bedensel nedenlerden dolayı

    52
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    yükselemeyeceğini öngörür. Bu çok gülünç. Okurun bu konuda ikna


    olması gerekir; sağlık müşaviri Düsing beni muayene ettiğinde, gerçek
    anlamda hasta değildim, bu konuda okura şeref sözü verebilirim. O
    ânın verdiği heyecan ve benim maceracı irademin başarısı bunun için
    yeterliydi; bu, hasta rolüne kendimi iyiden iyiye kaptırmış olmam ve
    gülünç duruma düşmemek için kendi doğamın üzerinde son derece
    ustaca oynadığım bir oyunla ortaya çıkan bir tür sarhoşluktu, benim için
    gerçek olmayan bir şeyi başkaları için gerçeğe dönüştürme çabası, hem
    gerilim hem de gevşeme gerektiren bir tür kendinden geçiş haliydi: Bu
    tür etkiler bedenimin ve tüm organlarımın tansiyonunu ve ateşini
    yükseltiyordu, öyle ki sağlık işleri müşaviri Düsing bunu termometre
    üzerinde açıkça görebiliyordu. Nabız atışlarımın yükselmesi de
    kuşkusuz aynı nedenlerle açıklanabilir; evet, Dr. Düsing’in başı
    göğsümün üstündeyken ve ben onun eşek kırı kuru saçlarının hayvansı
    kokusunu solurken bile, kalp atışlarımı tekleyen ve birden hızlanan bir
    ritme sokmak tamamen benim elimdeydi. Mideme gelince; Dr. Düsing
    hangi teşhisi koyarsa koysun, her seferinde midemin hasar gördüğünü
    söylüyordu; eğer öyleyse, midemin eskiden beri hassas bir yapıda
    olduğunu, çabuk tahriş olduğunu, değişen ruh halimle nabzım gibi hızlı
    hızlı atmaya ve kalbim gibi küt küt vurmaya başladığını ve hatta çok
    özel durumlarda kalp atışlarından değil, aksine mide atışlarından söz
    etmek gerektiğini belirtmek gerekir, diyordu. Dr. Düsing bu fenomeni
    gözlemliyor ve bu durum onu düşüncesinde hiç yanıltmıyordu.
    Dr. Düsing bana o ekşimsi tabletleri ya da acı tatlı kuvvet şarabını
    yazdıktan sonra bir süre daha yatağımın başında oturup annemle
    gevezelik ederken, ben de sarkmış dudaklarımın arasından zorlanarak
    soluk alıp veriyor, feri gitmiş yorgun gözlerimle tavana bakıyordum.
    Daha sonra doğal olarak babam da onlara katılıyor, benimle göz göze
    gelmekten kaçınan mahcup bir ifadeyle üzerime eğilip beni süzüyor ve
    bir yandan da sağlık müşavirine romatizmasıyla ilgili sorular soruyordu.
    Daha sonra tek başıma kalıyordum ve günlerimi daha az yiyerek, dünya
    ve gelecekle ilgili tatlı düşler görerek huzur içinde ve istediğim gibi

    53
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    geçiriyordum ve bu da bana çok iyi geliyordu. Fakat yediğim koyu


    kıvamlı çorba ve peksimetler benim delikanlı iştahıma yeterli
    gelmemeye başlayınca, yavaşça yatağımdan kalkıp sessizce yazı
    masamın kapağını açıyordum ve orada hatırı sayılır miktarda bulunan
    çikolatalardan bolca yiyordum ve bunun bana hiçbir zarı
    dokunmuyordu.

    54
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    Yedinci bölüm
    Çikolataları nereden mi alıyordum? Onları çok özel ve kusursuz bir
    biçimde elde ediyordum. Küçük kentimizin aşağı kısmında, çok işlek bir
    alışveriş caddesinin köşesinde, yiyecek içecek satan iyi donatılmış,
    sevimli bir dükkân vardı. Yanılmıyorsam, Wiesbaden’li bir firmanın
    şubesiydi ve yüksek tabakaya mensup insanlara alışveriş yapma olanağı
    sunuyordu. Okul yolum beni her gün bu iştah kabartan dükkâna
    götürüyordu ve ben pek çok kez, elimde bir nikel parçasıyla, paramın
    yettiği kadarıyla kendime ucuzundan çikolata, meyve ve malt bonbonu
    satın almak için bu dükkânın kapısından içeri giriyordum. Ama bir gün
    dükkânın boş olduğunu gördüm; sadece müşterilerden dolayı boş
    değildi, satış hizmeti veren personel de yoktu. Giriş kapısının üstündeki
    çıngırak, kapı açılıp kapanırken kısa bir metal çubuğun üzerindeki dişe
    takılıp sallanmaya başlayınca kendiliğinden şıngırdamaya başladı; ama
    çıngırağın sesi, camlı bölmesi yeşil ve kıvrımlı bir kumaşla kapatılmış
    olan kapının arkasında, biraz gerilerde bulunan odadan ya
    duyulmuyordu ya da o anda içeride kimse yoktu: Yalnızdım ve tek
    başıma orada öylece duruyordum. Beni saran yalnızlıktan ve sessizlikten
    başı dönmüş, şaşırmış ve hayallere dalmış bir biçimde çevreme
    bakınıyordum. Bu zenginler dükkânını şimdiye kadar hiç böylesine
    özgür ve rahat rahat seyredememiştim. İçi çok geniş değildi, aksine dar
    bile sayılabilirdi ama birbirinden lezzetli yiyeceklerle tepelere kadar tıka
    basa doluydu. Sucuklar ve salamlar yan yana dizilmişlerdi, özellikle
    sucuklar renk renk, biçim biçimdi; kimisi beyaz, kahverengimsi sarı,
    kırmızı ve siyah renkliydi, kimisi de tıpkı bir küre gibi yuvarlak, uzun
    uzun, boğum boğum ve kalın bir ip gibiydi ve bunlar dükkânın kubbeli
    tavanını karartıyorlardı. Teneke kutular ve konserveler, kakao ve çay,

    55
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    marmelat, bal ve reçel dolu renkli cam kavanozlar, ince uzun ve koca
    karınlı likör ve punç konsantresi şişeleri duvarları zeminden tavana
    kadar dolduruyordu. Tezgâhın cam vitrinlerinin içinde tütsülenmiş
    uskumrular, taş emenler, dil balıkları ve yılan balıkları tabak ve
    kâselerin içine konulmuş, yenilmek üzere sunulmuşlardı. İtalyan salatası
    dolu tabaklar da aynı şekilde insanların beğenisine sunulmuştu. Buz
    parçasının üstüne konulmuş bir ıstakoz, kıskaçlarını açmış, öylece
    duruyordu; açık sandıkların içinde üst üste yığılmış gibi duran altın
    sarısı çaça balıkları yağlı yağlı parlıyordu. Filistin topraklarının nefis
    meyvelerini anımsatan tarla çilekleri ve üzümlerin yanına, sardalye
    balığı konserveleri ve içinde havyar ve kaz ciğeri ezmesi bulunan beyaz
    kaplar üst üste istif edilmişti. Besiye çekilmiş kümes hayvanlarının
    tüyleri yolunmuş boyunları üst bölmedeki tabakların kenarından aşağıya
    doğru sarkıyordu. Yanı başlarında duran uzun, ince ve yağlı bıçakların
    anlattığı gibi, dilimlenmeye hazır et ürünleri, pirzolalar, salamlar, dil,
    tütsülenmiş som balığı ve kaz göğüsleri de aynı şekilde üst bölmeye istif
    edilmişlerdi. Akla gelebilecek her türlü peynir çeşidinin konulduğu
    tabakların üstü, büyük ve kubbeli cam kapaklarla örtülmüştü: Kiremit
    kırmızısı, süt beyazı, damarlı ve sarı sarı kıvrımlarıyla gümüş gibi
    parlayan örtülerden dışarıya taşan peynirler. Enginarlar, yeşil yeşil
    kuşkonmaz demetleri, öbek öbek yer mantarları, yaldızlı kâğıtlara sarılı
    nefis ciğer sucukları ve sosisler aralara bolca serpiştirilmişti; yan
    masaların üstünde en iyi kalite bisküvilerle dolu ağzı açık teneke kutular
    duruyordu, koyu koyu parlayan ballı çörekler çaprazlama bir biçimde
    üst üste istif edilmişler, içinde bonbonlar ve şeker kaplı meyvelerin
    bulunduğu cam kavanozlarla birlikte iştah kabartıcı bir şekilde yukarıya
    doğru yükseliyorlardı.
    Büyülenmiş gibi orada öylece duruyordum ve kulak kabartmış bir
    halde, kararsızlıkla inip kalkan göğsümle, çikolataların ve tütsülü
    balıkların yer mantarlarının küflü kokusuyla nefis bir şekilde karıştığı bu
    dükkânın sevimli atmosferini hafızama kaydediyordum. Masal
    dünyasında gibiydim, insanların yiyip içip zevk ve safa içinde yaşadıkları

    56
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    o masal ülkesini, pazar günü doğmuş şanslı çocukların ceplerini ve


    çizmelerini hiç çekinmeden mücevherle doldurdukları yeraltındaki
    hazine odalarını düşlüyordum. Evet, bu bir masal ya da bir düştü!
    Günlük yaşamın hantal düzeninin ve kuralcılığının ortadan
    kaldırıldığını, insan hırsının karşısına çıkan engellerin ve bürokrasinin
    yok edildiğini büyük bir mutlukla görüyordum. İçi tıka basa yiyecek
    dolu bu dükkânın bütünüyle benim ıssız yaşamıma ait olduğunu görme
    zevki beni öyle sarıyordu ki, bu zevki bir kaşıntı ve sancı gibi
    vücudumun bütün organlarında hissediyordum. Böylesine taze ve özel
    yiyecekler karşısında duyduğum aşırı mutluluktan dolayı çığlık
    atmamak için kendimi zor tutuyordum. İçeriye, boşluğa doğru bakarak,
    “Günaydın!” dedim; ama sesimin doğallıktan uzak boğuk yankısının
    sessizlikte nasıl kaybolduğunu hâlâ duyar gibiyim. Tabii kimse yanıt
    vermemişti. İşte tam bu sırada ağzımın suyu akmaya başladı. Hızlı ve
    sessiz adımlarla, bonbonlar ve çikolatalarla dolu yan masalardan birinin
    önüne geldim, çikolata ve bonbon dolu kristal tabaklardan birine elimi
    büyük bir keyifle daldırdım ve aldıklarımı pardösümün ceplerine
    doldurdum, sonra kapıya ulaştım; birkaç saniye sonra caddenin köşesini
    dönmüştüm.
    Kuşkusuz yaptığım şeyin adi bir hırsızlık olduğu söylenecektir
    bana. Bu durum karşısında sesimi çıkarmam ve geri çekilirim; eğer biri
    bu sevimsiz sözcüğü kullanmaktan mutlu olacaksa, tabii kimseyi
    engelleyemem ve engellemeyeceğim de. Ama bu sözcük bir yandan
    ucuz, eskimiş ve yaşamın kıyısından teğet geçen bir sözcük, diğer
    yandan da canlı, hep genç kalan, yenilikle dolu, tek ve başka bir şeyle
    kıyaslanamayacak kadar mükemmel bir eylem sözcüğü. Alışkanlık ve
    tembellik, bu iki sözcüğün içeriğinin aynı şey olduğunu düşünmemiz
    konusunda bizi ikna ediyor; ama bu sözcük diğer yandan bazı eylemleri
    adlandıracaksa eğer, hedefini hiçbir zaman vuramayan bir sinek
    kovalama raketine benziyor demektir; bunun dışında herhangi bir
    eylem söz konusu olduğunda, ne bu olayın ne olduğuna ne de nasıl
    olduğuna (her ne kadar ikincisi daha önemli olsa da) bakılır; aksine

    57
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    yalnızca ve yalnızca kimin yaptığıyla ilgilenilir. Benim burada yaptığım


    şey, mükemmeliyetçiliğe varan bir ölçüde, benim tek başıma
    gerçekleştirdiğim bir eylemdi, Krethi ve Plethi’nin eylemi değildi. Orta
    sınıf mensubu insanların on binlercesine taktıkları gibi bana da böyle bir
    ad takmalarına boyun eğmek zorunda kalmış olsam da, böylesine güçlü
    ve özellikle de ayrıcalıklı bir insan olmanın verdiği o gizemli ama
    sarılmaz duyguyla, doğal olmayan bu kıyaslamaya karşı içten içe her
    zaman isyan ediyorum. Okur konunun dışına çıkıp derin düşüncelere
    daldığım için beni bağışlasın, yeterli bir eğitim almadığım ve bu tür
    düşüncelerde bulunabilecek kadar yetkin görülmediğim için bu sözler
    ağzıma yakışmıyor olabilir. Ancak okuru mümkün olduğunca
    yaşamımın belirgin özellikleriyle barıştırmayı ya da, eğer bu mümkün
    olmazsa, fazla geç kalmadan onun bu sayfaları okumasını engellemeyi
    bir görev olarak görüyorum.
    Eve geldikten sonra, yanımda getirdiklerimi masanın üzerine
    yaymak ve seyretmek için pardösümü bile çıkarmadan doğruca odama
    girdim. Getirdiklerimin bozulmadan böyle sağlam kalabileceğine pek
    inanamıyordum; çünkü böylesi lezzetli şeyleri düşlerimizde sık sık
    görürüz ancak uyandığımızda ellerimiz hep boştur. Sabah kalktığında
    çok güzel bir düşün kendisine sunduğu şeylerin yatak örtüsünün
    üstünde, gerçek ve elle tutulur bir biçimde bulunduğunu düşünen ve
    bunların düşten geriye kalan şeyler olduğunu tasavvur edebilen herkes,
    benim duyduğum bu içten sevinci biraz olsun paylaşabilir. Şekerler
    birinci kalite ürünlerdi; renkli yaldızlı kâğıtlara sarılmışlar, tatlı likör ve
    gerçek parfüm kokulu kremayla doldurulmuşlardı; ama benim başımı
    döndüren şey onların sadece mükemmel oluşları değildi; düşümde
    gerçeğe dönüştürdüğüm hayal ürünleri olarak görünüyor olmalarıydı.
    Bu öylesine içten bir sevgiydi ki, bunu ara sıra yeniden yaşamak için
    kendimi zorlamam gerekmiyordu. Gerçeği kim nasıl isterse öyle
    yorumlasın, ben kendim bu konu hakkında düşünüp kafa yormayı bir
    görev olarak görmüyordum. İşin aslı şuydu ki; yiyecek içecek satılan bu
    dükkân kimi zaman öğle vakti boş olurdu ve dükkâna kimse bakmazdı –

    58
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    sık sık ve belli aralıklarla değilse de, kimi zaman uzun, kimi zaman kısa
    aralıklarla böyle oluyordu ve ben, okul çantam sırtımda, dükkânın camlı
    kapısının önünden geçerken içeride kimse olmadığını saptıyordum.
    Böyle günlerde kapıyı son derece dikkatli bir biçimde açıp arkamdan
    kapatarak içeri giriyordum, öyle ki kapıdaki çıngırak bir kere bile
    şıngırdamıyordu; aksine çıngırak harekete geçmeden dili sessizce
    duvarına sürtüyordu; ne olur olmaz diye, “İyi günler,” diyerek içeri
    giriyordum, ardından masanın üstündeki bonbonlarla çikolataları
    çabucak ceplerime dolduruyordum; açgözlülük yapıp öyle çok da
    almıyordum, aksine makul bir seçim yapıyor, eksikliği hiçbir zaman fark
    edilemeyecek şekilde bir avuç dolusu şekerleme, bir parça ballı çörek ve
    biraz da çikolata alıyordum; insanın hayatını tatlandıran çikolata ve
    şekerlemelere düşler dünyasındaymışım gibi özgürce daldırdığım
    ellerime eşlik eden ve hiçbir şeyle kıyaslanamayacak kadar esnemiş olan
    benliğimde, düşüncelerimin ve içsel araştırmalarımın ürünü olarak adını
    koyamadığım o duyguyu yeniden görüyor gibi oluyordum.

    59
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    Sekizinci bölüm
    Sen, ey tanımadığım okur! Kalemimi bir kenara bırakmadan ve
    düşlere dalıp kendimi toplamadan önce, itiraflarımın şimdiye kadarki
    akışı içinde sıkça dile getirdiğim gibi vicdani temizliğin beni araştırmaya
    zorladığı bir alana giriyorum. Yanılıp da benden rahat bir dil ve
    müstehcen şakalar bekleyenlerin hayal kırıklığına uğrayacaklarını
    önceden bilmelerini isterim. Bundan sonraki satırlarda, bu notların giriş
    bölümünde okura garanti ettiğim açık sözlülüğümü ahlak ve nezaket
    kurallarının dikte ettirdiği o itidal duygusu ve ciddiyetle birleştirmek
    istiyorum. Zira düzeysiz ve müstehcen esprilerin insanları
    neşelendirmesini ve onları mutlu etmesini hiçbir zaman anlayamadım,
    aksine insanın ağzını bozmasını her zaman en çirkin ve en itici davranış
    olarak gördüm; çünkü bu tür konuşma biçimi en düzeysiz konuşma
    biçimidir ve şehvet, onun özrü olarak ileri sürülemez. İnsanların böyle
    banal espriler ve müstehcen şakalar yaptıklarını duyunca, dünyanın en
    basit ve en komik olayının konuşulduğunu sanır insan, oysa burada tam
    tersi söz konusu; cinsel istek ve şehvet hakkında böyle terbiyesizce ve
    ahlaksızca konuşmak, yaşamın ve doğanın bu en güzel ve en gizemli
    olayını ayaktakımının düzeysiz kahkahalarına bırakmak olur. Ama şimdi
    itiraflarıma döneyim!
    Ben burada her şeyden önce, bu olayın yaşamımda erken yaşlarda
    rol oynamaya başladığını, düşüncelerimi meşgul ettiğini, düşlerimin ve
    çocuksu sohbetlerimin içeriğini belirlediğini anlatmak zorundayım: Bu
    olaya herhangi bir ad koymadan ya da bunun genel ve derin boyutlu
    anlamını henüz kavrayamadan önce, içimde kıpırdamaya başlayan bazı
    şeyleri gözlerimin önünde canlandırıyor, bedenimi saran o müthiş
    duyguyu tamamen kendime özgü bir şey olarak görüyordum ve bu

    60
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    özelliğimin benden başka hiç kimsede olmayan bir özellik olduğunu


    düşünerek hissettiklerimin tuhaflığı nedeniyle bu özelliğimden kimseye
    söz etmemenin doğru olacağını düşünüyordum. Aslında içine düştüğüm
    bu durumun adını koyamadığımdan, benliğimi saran bu içsel duyguları
    ve bana bahşedilen bu özellikleri “en güzel şey” ya da “büyük coşku”
    olarak adlandırıyordum ve bunu çok değerli bir sır olarak içimde
    saklıyordum. Ancak bu duyguyu herkesten kıskanıp içimde saklamak,
    yalnızlığım ve daha sonra tekrar değineceğim bir başka olay nedeniyle,
    duyularımın coşkusuyla pek de bağdaşmayan bu düşünsel
    masumiyetimi uzun süre korudum. Zira hatırladığım kadarıyla benim
    “büyük coşku” diye adlandırdığım şey, iç dünyamda belirleyici bir yere
    sahipti, hatta etkisi düşünsel sınırlarımın dışına taşmaya başlamıştı.
    Bilindiği gibi, küçük çocuklar böyle konular hakkında bilgisizdirler ve
    bu anlamda masumdurlar da. Ancak onları temiz ve melekler gibi
    kutsal kabul edip masum olduklarını düşünmek kuşkusuz ciddi bir
    sınama karşısında yıkılmaya mahkûm batıl bir inançtır. Sütannemin
    memesini emerken (daha sonra ayrıntısıyla anlatacağım gibi),
    duygularımı çok belli ettiğimi en azından birinci kaynaktan biliyorum –
    anlatılanlar bana her zaman inandırıcı geliyor ve üstelik ısrarcı doğamla
    da son derece örtüşüyor.
    Benim şehvete olan tutkum ve yeteneğim mucizenin sınırlarını
    zorluyordu; bugün de inandığım gibi, genel olarak kabul gören ölçüyü
    aşıyordu. Bunu tahmin edebilecek geçerli nedenlerim vardı; ancak bu
    tahminimi inandırıcı kılma görevi, meme emerken gösterdiğim uyanık
    davranışları kendisine borçlu olduğum ve gençlik yıllarım boyunca gizli
    ilişki içinde bulunduğum kadına düşmüştü. Genovefa adındaki bu kadın
    çok genç yaşta evimizde hizmetçi olarak çalışmaya başlamıştı; ben on
    altı yaşıma geldiğimde, o da otuzlarının başındaydı. Bir çavuşun kızıydı
    ve Frankfurt-Niederlahnstein hattı üzerindeki küçük bir istasyonun
    şefiyle sözlüydü, toplumsal saygınlığı olanlara özel bir ilgisi vardı, her ne
    kadar sıradan bir iş yapıyor olsa da, görünüş ve davranış biçimi
    bakımından kendisini hizmetçi kız ve nedime arasında orta bir yere

    61
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    koyuyordu. Mutluluğu için gerekli olan mal mülke sahip olamadığı için
    evlenip yuva kurması o zaman bile uzak bir hayaldi. Ne zaman sona
    ereceğini bilmediği bekleme süresi, yeşil gözleri fıldır fıldır bakan ve
    cilveli hareketleriyle insanın aklını başından alan bu iriyarı sarışın kadını
    fazlasıyla usandırmış olmalıydı. Ama hayatının en güzel yıllarını aşktan
    yoksun geçirmemek uğruna her karşısına çıkana da kendisini teslim
    edemezdi. Askerler, işçiler ve zanaatkârlardan geçkin kız
    yakıştırmalarını duymak onu hiç rahatsız etmiyordu; kendisini halktan
    biri olarak görmediği için onların konuşmalarından ve kokularından
    nefret ediyordu. Ancak çalıştığı evin oğlu söz konusu olunca durum
    farklıydı; oğlanın hoş bir şekilde büyüyüp serpilmesi onun kadınsal
    duygularını belli ölçüde harekete geçirmiş olmalıydı; evin delikanlısını
    mutlu etmeyi hizmetçilik görevinin parçası olarak görüyordu, üstelik bu
    durum onun yüksek tabakayla bütünleşmesi anlamına da geliyordu.
    İsteklerimin ciddi bir direnişle karşılaşmamasının nedeni buydu işte.
    Kültürlü okurları etkileyemeyecek kadar sıradan olan bu olayı
    burada bütün ayrıntısıyla anlatmak istemiyorum. Kısacası, bir akşam
    vaftiz babam Schimmelpreester evimizde akşam yemeğine kalmıştı,
    yemeğin arkasından bana değişik kıyafetler giydirip farklı tiplemeleri
    canlandırmamı istedikten sonra, tabii Genovefa’nın da katkısıyla, tavan
    arasındaki odamın kapısının önündeki karanlık koridorda bir buluşma
    gerçekleşti, bu buluşma yavaş yavaş odanın içine taşındı ve içeride
    birbirimizin olduk. O akşamı çok iyi hatırlıyorum, giydiğim bu değişik
    kıyafetlere başımın uygun olduğu yeniden kanıtlanmıştı ve benim
    değişik tiplemelere bürünmem sona erdikten sonra, her zaman olduğu
    gibi, büyük bir bitkinlik hali tüm ruhumu sarmıştı; çok üzülüyordum,
    gururum kırılmış ve can sıkıntım daha da artmıştı. Renkli renkli
    kıyafetleri üstümden çıkardıktan sonra günlük giysileri yeniden
    giymekten tiksinti duyuyordum; üzerimdekileri yırtıp atmak istiyordum
    ama bunu, başka zamanlar yaptığım gibi, duyduğum huzursuzluktan
    kaçıp çareyi uykuda bulmak için yapmıyordum. Huzuru ve mutluluğu
    sadece Genovefa’nın koynunda bulabileceğimi sanıyordum; evet,

    62
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    doğruyu söylemek gerekirse, Genovefa’yla olan sınırsız samimiyetim, o


    renkli akşamın bir tür devamı ve tamamlanmasıydı sanki ve bu bana
    vaftiz babam Schimmelpreester’in kıyafet koleksiyonunda bir gezinti
    yapmışım gibi geliyordu! Bu ruh halim hiç değişmiyordu, Genovefa’nın
    beyaz ve dolgun göğüslerinde tattığım o tarifi imkânsız hazzı tasvir
    etmem mümkün değil. Bağırıyordum ve kanatlanıp göklere uçtuğumu
    sanıyordum. Yaşadığım bu ateşli duygu yalnızca beni tatmin etmekle
    sınırlı kalmıyordu, Genovefa’nın doyuma ulaştığını altımda inleyerek
    belli etmesiyle daha da alevleniyordu. Bunu başkalarıyla
    karşılaştıramazdım elbette. Benim o zamanlar edindiğim ve ne
    kanıtlanabilir ne de çürütülebilir kişisel kanaatim, bendeki bu şehvet
    duygusunun başka oğlanlara göre iki misli daha güçlü ve daha mutlu
    edici olduğu yönündedir.
    Bana bahşedilen bu doğal yetenekten dolayı insanlar benim şehvet
    düşkünü bir kadın avcısı olduğumu söylerlerse, haksızlık etmiş olurlar.
    Çok basit bir nedenden bu yeteneğimi kullanmaktan mahrum
    bırakılıyordum; çünkü benim bu zor ve tehlikeli yaşamım başarı
    gücümü öyle zorluyordu ki kendimi, dedikleri gibi şehvet düşkünü biri
    olarak göstermek isteseydim yaşamımın getirdiği zorluklar nedeniyle
    kısıtlanan enerjim, bu iş için yeterli olmazdı zaten. Zira pek çok insan
    bu işi sıradan bir olaymış gibi çabucak halledip hiçbir şey olmamış gibi
    hayatına devam ederken, ben bu konuda çok büyük özverilerde
    bulunuyordum; bütün enerjimi harcıyor ve sonunda öyle bitkin
    düşüyordum ki, kalkıp günlük işime dönecek gücü kendimde
    bulamıyordum. Şehvet tutkum beni sık sık uyandırıyor ve baştan
    çıkıyordu çünkü kadınlara karşı zayıftım ve kadınların benimle
    sevişmeyi çok istediklerini biliyordum. Sonuç olarak, benim bu şehvet
    tutkum, genel olarak söylemek gerekirse, ciddi ve erkeksi bir şehvet
    duygusuydu. Doyuma ulaşıp vücudum gevşedikten sonra, yeniden
    harekete geçip şehveti yaşamaya devam etmek istiyordum. Hayvanların
    birleşmesi de benim “büyük coşku” diye adlandırdığım şeyi vahşi bir
    şekilde yaşamak ve tatmak değil midir? Bu “büyük coşku” bizi her

    63
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    bakımdan doyuma ulaştırır ve sinirlerimizi yatıştırır, bir taraftan


    şehvetin güzelliğini ve büyüsünü yaşatırken, diğer taraftan da
    birbirimize karşı gösterdiğimiz kibarlığı ve sevecenliği ortadan
    kaldırarak bizi dünyanın en kötü sevgilileri haline sokar; çünkü kibar
    olan yalnızca arzu duyandır, doyuma ulaşan değil. Ben cinsel isteğin salt
    tatmin edilmesi anlamına gelen o vahşi eylemden çok daha zarif, çok
    daha güzel ve çok daha uçucu eylemleri tanıyorum; sonuçta seks
    eylemi, arzu ve isteğin aldatıcı bir şekilde yerine getirilmesinden başka
    bir şey değildir, mutlu olmayı beceremeyen birinin çabasının, işte bu
    hedefe yönelik olduğunu sanıyorum. Oysa benim mutluluğu yaşama
    hedefim büyüktü, eylemin bütününü kapsıyordu ve geniş çaplıydı. Ben
    bütün çabam ve yeteneğimle, başkalarından farklı olarak, gerçek bir
    mutluluğa ve her bakımdan mükemmel bir doyuma ulaşıyordum;
    benim çabam daha çok amatörceydi ya da önceden belirlenmiş bir
    hedefe yönelik değildi; işte bu da aşırı tutkulu biri olmama rağmen seks
    hakkında neden bu kadar bilgisiz ve deneyimsiz olduğumun, yaşamım
    boyunca neden hep çocuk ruhlu ve hayalperest biri olarak kaldığımın
    başlıca nedenlerinden biridir.

    64
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    Dokuzuncu bölüm
    Edep ve ahlak kurallarına uyma ilkesini bir an bile bozmadığıma
    inanarak, ele aldığım bu konuyu burada bırakıyorum ve büyük
    adımlarla ve hızla ilerleyerek baba ocağındaki ikametimin trajik sonunu
    hazırlayan dış dünyamın dönüm noktasına doğru yaklaşıyorum. Önce
    kız kardeşim Olympia ile Mainz’daki Nassau İkinci Piyade Taburu’ndan
    Teğmen Übel’in görkemli nişan töreninden söz etmek istiyorum.
    Ekonomik durumumuz bozulduğundan evimizi boşaltmak zorunda
    kalınca, gelin adayı opera sahnesine geri döndüğü için nişan bozuldu;
    ancak bu olay ciddi yaşamsal sorunlara neden olmadı. Yaşam deneyimi
    olmayan, hastalıklı ve genç bir teğmen olan Übel evimizdeki yemek
    şölenlerinin müdavimlerindendi. Dans etmekten, haciz koyma
    oyunlarından, içtiği Berncastler Doktor marka şaraplardan ve bizim evin
    hanımlarının hınzır hınzır gülüşüp cömertçe sergiledikleri göğüslerini
    seyretmekten başı dönen genç teğmen, Olympia’ya sırılsıklam âşık
    olmuştu; erkeklerin pek çoğunun yaptığı gibi onun iri göğüslerine
    sulanıp onlara sahip olmayı düşleyen bu şehvet düşkünü genç adam,
    ekonomik durumumuzun düşündüğünden daha iyi olduğunu tahmin
    etmiş olacak ki, bir akşam dizlerinin üzerine çöküp sabırsızlıktan
    neredeyse ağlayarak Olympia’ ya resmen evlenme teklifinde bulundu.
    Duygularına karşılık vermeyen Olympia’nın, onun yaptığı bu aptalca
    teklifi nasıl olup da geri çevirmediğine bugün bile hâlâ şaşırıyorum;
    çünkü annem sayesinde içinde bulunduğumuz durumu benden daha iyi
    biliyordu. Herhalde kırık dökük de olsa bir an önce başını sokacağı bir
    evi olsun istiyordu ya da iki renkli askerî üniformalı bu genç teğmenle
    nişanlanmasının –gelecek vaat etsin ya da etmesin– ailemizin sosyal
    konumunun yükselmesine ve saygınlığının korunmasına yardımcı

    65
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    olacağını düşünmüş olmalıydı. Zavallı babam, teğmenin bu teklifine


    rızası olup olmadığı sorulduğunda, onayını sessiz bir mahcubiyet içinde
    verdi. Ailece yaşadığımız bu olay evdeki konuklara duyurulunca, büyük
    bir şamatayla karşılandı ve su gibi içilen “Lorley extra cuvée” marka
    şarabımızla “kutlandı”. O günden itibaren Teğmen Übel hemen her gün
    Mainz’dan bize geliyor ve nişanlısıyla yaşadığı aşırı şehvetle sağlığına hiç
    de az zarar vermiyordu. Genç nişanlıların bir saatliğine yalnız bırakıldığı
    odaya girdiğimde, teğmeni perişan bir halde buluyordum, yüzü solgun
    ve ölgün bir görüntüye sahip oluyordu; olayların hızla değişmesi, tabii
    onun için gerçek bir mutluluk anlamına geliyordu.
    Ama tekrar kendimden söz etmem gerekirse, geçirdiğimiz bu
    haftalar boyunca beni bağlayan ve benliğimi sürekli meşgul eden şey,
    kız kardeşimin teğmenle evlendikten sonra alacağı yeni isim olmuştu;
    hatırladığım kadarıyla, ben bu isim değişikliğini aşağılayacak kadar
    kıskanmıştım. Uzun zamandır Olympia Krull adını taşıyan kardeşim
    bundan böyle Olympia Übel olarak imza atacaktı; bu imza, yeniliğin ve
    değişikliğin her türlü güzelliğini gösteriyordu. Yazılan mektupların ve
    resmî kâğıtların altına bir yaşam boyu hep aynı imzayı atmak zorunda
    kalmak yorucu ve can sıkıcı bir durum değil midir? Can sıkıntısından ve
    tiksinti duymaktan insanın sonunda eli tutmaz olur herhalde! İnsanın
    kendisini yeni bir isimle takdim etmesi ve yeni bir isimle çağrıldığını
    duyması ne kadar güzel, ne kadar heyecan verici ve ne kadar rahatlatıcı
    bir şey! Yaşamın ortasında hiç olmazsa bir defa isim değiştirme olayı, bu
    güzel olayın yasa ve yönetmeliklerle yasaklandığı erkekler karşısında,
    kadınların sahip olduğu büyük bir üstünlük gibi geliyordu bana. Burjuva
    düzeninin himayesinde büyük çoğunluğun yaşadığı sıradan ve güvenli
    bir yaşam sürmek için dünyaya gelmiş olan bana gelince; bazı yasakları
    sıkça deliyordum, bu benim hem güvenliğime hem de yaşamımı
    sürdürme ihtiyacıma ters düşüyordu. Ben burada resmî adımı, eskimiş
    ve terden sırılsıklam olmuş bir giysi parçası gibi üstümden atıp kendime
    –hatta belli bir yetkiyle– kibar olması ve kulağa hoş gelmesi açısından
    Teğmen Übel’in adından daha üstün bir ad yaratmak için notlarımın

    66
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    arasındaki o tuhaf ama güzel bölüme dikkat çekmek istiyorum.


    Ancak kız kardeşimin nişanlılığı boyunca kötü talih kendini
    göstermeye başladı; mecazlı bir anlatımla ifade etmem gerekirse, iflas
    evimizin kapısını çaldı ve bize en acımasız oyununu oynadı. Zavallı
    babamın ekonomik durumuyla ilgili olarak çevrede dolaşan kötü niyetli
    söylentiler, bize karşı giderek artan güvensizlik duygusuyla insanların
    bizden uzak durmaya çalışmaları, evimizde olup bitenler hakkında
    yapılan çirkin kehanetler: Bütün bu söylentiler ve kehanetler,
    yaşadığımız olaylarla o şom ağızlıları haklı çıkardı. Şampanya
    tüketicilerinin bizim markamızdan uzaklaştıkları gerçeği ortaya
    çıkmıştı. Ne yeniden yapılan fiyat indirimi (tabii bu indirim
    şampanyanın kalitesini hiçbir şekilde yükseltmeyecekti) ne de vaftiz
    babam Schimmelpreester’in, bu işi daha iyi bilenlerin karşı çıkışlarına
    rağmen, salt firmamıza yardım etmek amacıyla dizayn ettiği son derece
    kışkırtıcı reklamlarla içki severleri markamız için yeniden kazanmak
    mümkün olmadı ve siparişler sonunda tamamen sıfırlandı. Ve on
    sekizinci yaşımı doldurduğum o yılın bir ilkbahar gününde babamın işi
    bitmişti.
    Doğal olarak bu genç yaşımda ticaret konusunda hiç bilgim yoktu;
    sonraki yıllarda da hayal dünyamı, duygularımı ve dürtülerimi disiplin
    altına almaya yönelik bir yaşam sürdüğüm için bu tür ticari bilgileri
    öğrenecek vaktim olmadı. Bu yüzden de kalemimi elime alıp hâkim
    olmadığım bir konu hakkında yazı yazmak ve Lorley Köpüklü Şarap
    Fabrikası’nın ödeme gücü hakkında uzmanlık gerektiren tartışmalarla
    okuru rahatsız etmek istemiyorum. Ancak o aylarda zavallı babamın
    bende uyandırdığı acıma ve merhamet duygusundan söz etmek
    istiyorum. Babam gitgide sessizliğe bürünüp hüzünleniyordu; bu da
    evin içinde, sandalyesinin üstünde otururken, başını yana eğip sağ elinin
    parmaklarıyla sürekli karnını kaşımasından ve gözkapaklarını hızlı hızlı
    kırpıştırmasından anlaşılıyordu. Sık sık Mainz’a gider olmuştu – bunlar
    nakit para bulmak ve yeni yardım kaynakları aramak umuduyla yapılan
    hüzünlü gezilerdi. Babam bu gezilerden son derece yıkılmış halde geri

    67
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    dönüyor, elindeki kumaş mendille alnını ve gözlerini kuruluyordu.


    Evimizdeki yemekli akşam toplantılarında, boynuna sardığı peçetesiyle
    ve elindeki şarap kadehiyle konuklarının karşısına oturuyor, eski neşeli
    ânını ancak o zaman yaşayabiliyordu. İşte böyle bir akşamın ilerleyen
    saatlerinde zavallı babam ve o her tarafı pırlantalarla süslü kadının
    kocası olan Yahudi banker arasında son derece tehlikeli ve düşündürücü
    bir konuşma geçti; o zamanlar öğrendiğim kadarıyla, bu adam iş
    dünyasında sıkıntıya düşmüş sıradan iş adamlarını ağına düşüren en
    acımasız tefecilerden biriydi, babamın bu adamla yaptığı konuşmadan
    hemen sonra, fabrikamızın ve firmamızın büroları kapatıldı, soğuk
    suratlı bir grup beyefendi mallarımıza haciz koymak için sıkılmış
    dudaklarıyla villamıza girdi; işte o zaman ailemiz için kötü, bedeli çok
    ağır ve benim için de değişikliklerle dolu gün gelmişti. Zavallı babam,
    özenle seçtiği sözcüklerle yaptığı konuşmasıyla ve içtenlikle attığı ve
    benim büyük bir maharetle taklit etmeyi başardığım süslü püslü
    imzasıyla, mahkeme önünde ödeme yeteneğini bütünüyle yitirdiğini
    ilan etti ve iflas işlemi resmen başlatılmış oldu.
    İşte o gün, kentimizde herkesin dilinde dolaşan bu utanç verici olay
    nedeniyle okula gidemedim – bu okul, daha önce de sözünü ettiğim
    gibi, tamamlayıp mezun olamadığım ve burada kısaca değinmek
    istediğim liseydi: Birincisi, bu okulda hâkim olan baskıcı yönetim
    anlayışına karşı duyduğum nefreti gizleyemedim ve başarıya giden yolda
    en ufak bir çaba göstermedim, ikincisi ise, özellikle ailemizin adının
    kötüye çıkması ve arkasından gelen maddi çöküşümüz nedeniyle
    öğretmenlerin bana karşı tavır almaları, benden nefret etmeleri ve beni
    aşağılamalarıydı. Zavallı babamın iflasından sonraki Paskalya
    Yortusu’nda diplomamı vermek istememişler ve önüme iki seçenek
    koymuşlardı: Ya benim yaşımda birine yakışmayan disiplinsizliklerimin
    sonuçlarına katlanacaktım ya da bütün eğitim haklarımdan vazgeçerek
    okulu bırakacaktım; kişisel yeteneklerimi okulun bana sunduğu
    avantajların çok daha üstünde gördüğüm için, ben son seçeneği tercih
    ettim.

    68
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    Ailemizin çöküşü her bakımdan gerçekleşmişti ve benim zavallı


    babam, iflasın kendisini bir dilenci durumuna düşüreceğini bildiği için,
    çöküşü son âna kadar geciktirerek tefecilerin ağına düşmüştü. Her
    şeyimiz haczedilmiş ve açıkartırmayla satılmıştı: Şarap mahzenimiz,
    depomuz (bizim şampanyamız gibi adı kötüye çıkmış bir ürünü kim
    satın alırdı ki!) ve öteki taşınmaz mallarımız, yani villamız ve içinde
    mahzenlerin yer aldığı binalarımız, yıllardır ödenmeyen faiz yükleriyle
    birlikte ederinin üçte ikisi kadar bir fiyatla satıldılar. Bahçemizdeki
    seramik hayvan figürleri, cam küremiz ve rüzgâr arpı da aynı kaderi
    paylaşmışlardı; evimizin içindeki güzel olan her şey alındı, iplik çıkrığı,
    kaz tüyü yastıklar, aynalı kutular ve parfüm şişeleri birer birer
    açıkartırmaya sunuldu, hatta pencerelerin üstündeki mızraklar ve renkli
    kamışlardan yapılmış göz alıcı perdelerimiz bile satılmaktan
    kurtulamamıştı. Eğer kapı sundurmasının üstündeki küçük mekanizma
    bu talandan kurtulduysa ve hâlâ güzel bir ahenkle “Freut euch des
    Lebens” şarkısının o hoş giriş melodisini çalabiliyorsa, icra memurlarının
    dikkatinden kaçtığı içindi.
    Zavallı babamın yıkılmış bir görüntü verdiği şimdilik söylenemezdi.
    Artık düzeltilmesi mümkün olmayan işyerinin iyi ellerde bulunduğunu
    görmesiyle yüzünden belli bir memnuniyet duygusu okunuyordu;
    malımıza mülkümüze el koyan bankalar, lütuf ve merhamet duygusuyla
    bize villanın çıplak duvarları arasında geçici bir barınma yeri
    bahşettikleri için hiç olmazsa başını sokacağı bir damı vardı. Doğası
    itibarıyla rahat ve iyi niyetli bir insan olan babam, yakınındaki insanların
    acımasızca bir titizlik gösterip iş başvurularını reddetmelerini
    beklemiyordu; bölgede şarap imalatı yapan bir anonim şirkete
    müdürlük yapmak için yaptığı başvuru, onun ne kadar saf biri olduğunu
    gösteriyordu. Yaşama yeniden tutunmak, evdeki yemek şölenlerini ve
    havai fişek atışlarını yeniden başlatmak için pek çok girişimde
    bulunmuştu; ancak yaptığı bütün başvurular aşağılanarak reddedildi.
    Girişimleri başarısızlıkla sonuçlanınca cesaretini iyice yitirdi ve
    umutsuzluğa düştü. Belki de bize ayak bağı olduğunu ve bizim kendisi

    69
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    olmadan yaşamımızı daha kolay sürdüreceğimizi düşündüğü için,


    yaşamına son vermeye karar verdi.
    İflas kararından beş ay sonraydı ve sonbahar gelip çatmıştı. Paskalya
    Yortusu’ndan beri okula gitmiyordum ve herhangi bir beklenti içinde
    olmadan geçiş döneminin özgürce tadını çıkarıyordum. Biz, yani
    annem, kız kardeşim Olympia ve ben, oldukça yetersiz bir şekilde tefriş
    edilmiş yemek odamızda, önümüze konulan son derece sefil öğle
    yemeğimizi yemek için bir araya gelmiştik ve aile reisinin gelmesini
    bekliyorduk. Ama zavallı babam, çorbalarımızı yedikten sonra da
    gelmeyince kendisine özel bir zaafı olan kız kardeşim Olympia’yı, onu
    yemeğe çağırması için çalışma odasına gönderdik. Olympia yanımızdan
    ayrılalı üç dakika bile olmamıştı ki, binanın içinde çığlık çığlığa
    bağırarak merdivenden bir yukarı bir aşağı koşuşturduğunu duyduk.
    Birden sırtım buz kesmişti, en kötü olasılığı düşünerek hemen ayağa
    kalktım ve doğruca babamın çalışma odasına gittim. Babam önünü
    açtığı giysileriyle, eli karnının üstünde, yerde öylece yatıyordu ve
    yumuşacık kalbine sıktığı o parlak ve tehlikeli alet de hemen yanı
    başında duruyordu. Hizmetçimiz Genovefa ve ben onu kanepenin
    üstüne yatırdık. Hizmetçi kız doktora koşarken, kız kardeşim Olympia
    hâlâ çığlık çığlığa evin içinde koşuşturup annemi yemek odasından
    buraya nasıl çağıracağını düşünürken, ben ellerimle gözlerimi kapatarak
    babamın soğumuş cansız bedeninin başında durdum ve onun için
    sonsuzca gözyaşı döktüm.

    70
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    İKİNCİ KİTAP

    71
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    Birinci bölüm
    Bu notlar uzun süredir kilit altında tutuluyordu; girişimlerimin işe
    yaradığından duyduğum kuşku ve hoşnutsuzluk, bir yıl boyunca
    yazdığım notları üst üste yığarak itiraflarımın devamını yazmaktan beni
    alıkoydu. Çünkü önümdeki sayfaları dolduran düşüncelerimi, her
    şeyden önce kendi eğlencem ve uğraşım için yazdığımı pek çok kez
    teyit ettiğim halde, bu bağlamda sadece gerçeği dile getirmek ve her
    şeyi açık yüreklilikle itiraf etmek istiyorum, bunu yaparken gözümün
    bir ucuyla da yazdıklarıma bakarak okur dünyasını da dikkate almak
    zorundayım; yazdıklarımı okurun takdir edeceği ve paylaşacağı umudu
    olmasaydı, belki de bunları şu anki duruma getirecek kararlılığı
    gösteremezdim. Ama burada kendime şu soruyu sormam gerekiyordu:
    Acaba yalın bir gerçekle ve doğru olarak kaleme aldığım yaşamöykümle
    ilgili özel konular bir yazarın yarattıklarıyla yarışabilir miydi; yani büyük
    sanat eserlerine yeterince doyamamış ve duyguları körelmemiş bir okur
    kitlesinin takdirini kazanmak için diğer yazarlarla nasıl yarışabilirdim?
    Başlıklarıyla polisiye romanlarını ve dedektif öykülerini geride bırakan
    yazınsal eserler okurun hangi güzellikleri ve hangi ruhsal bunalımları
    gözlerinin önünde canlandırabilirler acaba, diye kendi kendime
    konuşuyordum; gerçi benim yaşamöyküm biraz tuhaftı ve sık sık düşler
    dünyasında dolaşıyormuşum gibi hissediyordum kendimi ama öyle
    bomba etkisi yaratan ve heyecan uyandıran olaylar yaşamadım; öyle ki
    yaşadıklarımı yazmak için cesaretimi ve heyecanımı kaybedeceğime
    inanıyordum.
    Ama bugün bir rastlantı sonucu bu notlar yeniden önüme geldi;
    çocukluk ve ilkgençlik yıllarımın akışı az da olsa beni etkiledi ve perde
    perde gözlerimin önünden geçti. Onları yeniden yazmaya başlayacağım

    72
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    için içimi tatlı bir heyecan sardı; kariyerimin önemli anlarını bugün
    yeniden gözlerimin önüne getirdiğimde, üzerimde neşelendirici bir etki
    bırakan ayrıntıların okurları da neşelendireceğini düşünmekten kendimi
    alamıyordum. Örneğin o zaman yaşadığım bir olayı anımsayacak
    olursam, imparatorluğun ünlü bir sarayında, Belçikalı bir aristokratın
    adıyla, seçkin bir topluluğun arasında bulunuyordum; orada
    karşılaştığım, son derece candan bir insan olan emniyet müdürüyle
    kahvelerimizi yudumlayıp sigaralarımızı tüttürürken, dolandırıcılık ve
    ceza hukuku hakkında sohbet etmiştik; sohbet konumuzun içeriğinden
    söz edecek olursam: İlk yakalanışımın kader ânında, içeriye gelen polis
    memurlarının arasında göreve yeni başlamış bir memur, kendisi için
    oldukça önemli olan o ânın heyecanıyla ve benim yatak odamın
    muhteşem görüntüsü karşısındaki şaşkınlığıyla, açık kapıyı tıklatıp kibar
    bir şekilde ayaklarını paspasta temizledikten sonra, yavaşça, “İzninizle,”
    demiş ve ekibin şişman başkanı da onun yüzüne kötü kötü bakmıştı:
    Yazacaklarım her ne kadar roman yazarlarının anlattıkları öykülerin
    yanında daha avamsı heyecanlar yaratsa ve insanların meraklarını tatmin
    etme açısından onların gölgesinde kalsa da, yine de belli bir ölçüde
    insanların ruhuna işleme etkisi göstermesi ve yalın gerçeği anlatması
    nedeniyle o öyküleri geride bırakacaklarını düşünmekten kendimi
    alamıyordum. Düşüncelerimi yazma ve tamamlama isteği içimde
    yeniden alevlendi; yazarken üslubumun düzgün, ifade biçimimin duru
    ve doğru olmasını, sunduğum şeylerin seçkin okur kitlesinin beğenisini
    kazanmasını istiyorum ve bunun için şimdiye kadar gösterdiğim
    özenden çok daha fazlasını göstermeyi hedefliyordum.

    73
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    İkinci bölüm
    Öyküme, yazmayı bıraktığım yerden yeniden başlıyorum: Yani
    zavallı babamın, çevresindekilerin anlayışsızlığı ve acımasızlığı
    yüzünden köşeye sıkışarak hayatına son vermek zorunda kaldığı yerden
    başlıyorum. Cenazesini dinsel bir törenle kaldırırken çeşitli zorluklarla
    karşılaştık; çünkü kiliseler babamın gerçekleştirdiği eylem nedeniyle
    bize kapılarını kapatmıştı, dinsel yasalar gibi ahlaki yasalar da onun
    yaptığını onaylamamıştı. Çünkü yaşam, bizim sıkı sıkı sarıldığımız
    varlıkların en mükemmeli değildir; tersine, bize bahşedilen ve belli
    ölçüde kendi kendimize seçtiğimiz ağır ve zor bir görev olarak kabul
    edilmelidir; biz bu görevi büyük bir kararlılıkla ve bağlılıkla yerine
    getirmek zorundayız, bu görevden zamanı gelmeden kaçmak, kuşkusuz
    ahlaksızca bir davranış anlamına gelir. Ancak içimdeki acıyı yaşamak
    için konuyla ilgili yargıda bulunmayı bir tarafa bırakıyorum; geride
    kalan bizler, âdet olduğu üzere, öleni dinsel kutsama yapmadan mezara
    koymamaya büyük özen gösterdik: Annem ve kız kardeşim
    çevremizdeki insanlar ve biraz da bağnazlığa olan eğilimleri yüzünden
    (çünkü onların ikisi de iyi birer Katolikti), bense yapım itibarıyla böyle
    şeylerde hep çekimser kalmama ve sıradan bir modernlik anlayışının
    getirdiği kendini beğenmiş halime rağmen, insanın içini rahatlatan bu
    tür geleneksel adetleri doğru bulduğum için defin işlemini dinsel törenle
    yaptık. Bu olay karşısında hanımların cesareti kırıldığından bu görevi
    ben üstlendim ve kentimizin papazından, defin işleri için Rahip Rat
    Chateau’yu görevlendirmesini istedim.
    Kısa bir süre önce göreve başlayan neşeli, yiyip içmekten hoşlanan
    kent rahibini, otlu omlet ve bir şişe Liebfrauenmilch şarabından oluşan
    ikinci kahvaltısını yaparken buldum ve içtenlikle kabul edildim. Zira

    74
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    Rahip Rat Chateau çok şık ve kibar biriydi ve bağlı bulunduğu kilisenin
    onurunu ve görkemini en iyi şekilde temsil ediyor ve gösteriyordu. Her
    ne kadar kısa boylu ve tıknaz biri olsa da, davranışları çok hoştu;
    kalçalarını çok ustaca atıyor, havalı bir şekilde oynatarak yürüyordu, jest
    yapma ve mimiklerini oynatma konusunda da pek ustaydı. Konuşması
    çok düzgün ve örnek teşkil edecek biçimdeydi, siyah ipek kumaştan
    dikilmiş cüppesinin altındaki siyah ipek çorapları ve pırıl pırıl parlayan
    rugan ayakkabıları dikkat çekiyordu. Masonlar ve papa karşıtları, onun
    ipek çorap ve rugan ayakkabı giymesinin nedenini ayaklarının terleyip
    kokmasına bağlıyorlardı ama ben bunun kötü niyetli bir söylenti
    olduğunu düşünüyordum. Beni kişisel olarak henüz tanımıyorsa da,
    beyaz ve yağlı elleriyle içeriye buyur etti, yediklerini benimle paylaştı ve
    görmüş geçirmiş bir insan edasıyla anlattıklarıma inanıyormuş gibi beni
    dinledi: Güya zavallı babam uzun süreden beri kullanmadığı silahının
    bakımını yaparken, silah aniden patlamış ve babam talihsizce
    vurulmuştu. İşte rahip buna inanıyor gibi yapmıştı, tabii politik olarak
    böyle davranıyordu (çünkü böyle kötü zamanlarda, yalandan da olsa
    kiliseden bir şeyler istemek onlar için sevindirici bir şeydi), bana
    avutucu sözler söyledi ve rahip olarak defin işlemiyle birlikte gerekli
    olan dinsel ritüelleri yerine getireceğini söyledi. Vaftiz babam
    Schimmelpreester asil bir yüreklilik örneği sergileyerek cenaze
    masraflarını üstleneceğini söyledi. Bu konuşmalardan sonra rahip
    hazretleri, merhumun yaşamöyküsüyle ilgili bazı notlar aldı ve ben de
    bu bilgileri ona verirken, babamın saygın ve neşeli bir yaşam sürdüğünü
    anlatmaya dikkat ettim. Rahip daha sonra bana döndü ve kendi
    yaşamımla ve geleceğe yönelik planlarımla ilgi sorular sordu, ben de
    onun sorularını ayrıntısıyla ama biraz değiştirerek yanıtladım. Rahipse
    bana aşağı yukarı şöyle karşılık verdi: “Sevgili oğlum, görünüşe bakılırsa
    şimdiye kadar biraz sorumsuz yaşamışsınız. Ama geç kalmış
    sayılmazsınız, zira insanın üstünde iyi bir etki bırakıyorsunuz, özellikle
    de kulağa hoş gelen ses tonunuzdan dolayı sizi kutlamak isterim. Eğer
    yazgınız size cömert davranmazsa buna çok şaşırırım. Doğuştan şanslı

    75
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    olanları ve Tanrı’nın gözünde itibar kazananları tanımakta üstüme


    yoktur; çünkü insanların yazgıları karakterlerinde gizlidir ve benim gibi
    bu işten iyi anlayan biri, kişinin alnında yazılı olanı okur.” İşte rahip
    beni bu sözlerle uğurladı.
    Bu akıllı adamın söylediklerine çok sevinmiştim ve görüşmenin
    mutlu sonunu bildirmek için bizimkilere koştum. Kilisenin yardımına
    rağmen, ne yazık ki arzu ettiğimiz gibi saygın bir cenaze töreni
    yapılamadı; çünkü burjuva sınıfından katılanların sayısı çok azdı, söz
    konusu olan bizim kentimiz olduğuna göre, buna şaşırmamak gerekirdi.
    Peki ama zavallı babamın iyi günlerinde havai fişek atışlarını seyretmeye
    gelen ve onun sunduğu “Berncastler Doktor” marka şarabını keyifle
    yudumlayan konuklarımız neredeydi? Onlar cenaze töreninde hazır
    bulunmamışlardı, ya nankörlük etmişlerdi ya da böylesine ciddi ve
    gözleri ebedî olana yönelten törenleri önemsemiyorlardı; bu tür insanlar
    moralleri bozulmasın diye böylesi törenlerden uzak dururlardı, bu da
    onların insanlıktan ve duygusallıktan ne kadar yoksun olduklarını
    gösteriyordu. Sivil kıyafetle de olsa, Mainz’daki Nassau İkinci
    Taburu’ndan sadece Teğmen Übel gelmişti törene. Eğer babamın
    sallanan tabutunun mezara indirilişini ben ve vaftiz babam
    Schimmelpreester tek başımıza izlemek zorunda kalmadıysak, bunu
    ona borçluyuz.
    Rahibin umut verici sözleri içime işlemişti çünkü bu sözler benim
    sezgilerim ve izlenimlerimle örtüşmekle kalmıyor, içtenlikle sorduğum
    sorulara ölçülü yanıtlar veren yüce bir makamdan geliyordu. Neden
    böyle olduğunu söylemek kimsenin harcı değil, ben hiç olmazsa
    nedenini ima etmeye cesaret edebiliyorum. Katolik kilisesinin
    oluşturduğu saygın sınıfa mensup olan biri, insanlar arasındaki derece
    farkını burjuva sınıfından birine göre çok daha iyi görebilir kuşkusuz.
    Bu tartışmasız görüşümü güvenli bir yere koyduktan sonra, mantıklı
    olmak için sürekli çaba göstererek bir adım daha atmış oluyordum.
    Burada söz konusu olan şey, bir duyu, yani şehvetin bir öğesidir. Ama
    Katoliklerin saygı gösterme biçimi, doğaüstü olan şeye ulaşmak için

    76
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    şehveti özellikle göz önünde bulundurmak, onu en akla gelmeyecek


    yollarla savunmak ve hiçbir gücün üstesinden gelemeyeceği kadar
    sırlarının derinliklerine girmektir. Yüksek düzeydeki bir müziği, daha
    yüce koroların önsezisini vermek için yaratılmış olan bir armoniyi
    duymaya alışık bir kulak, insan sesi tınısının yüce asaletini dinlemekle
    heyecanlanmaz mı? Tanrısal mekânların görkeminden, dinsel yüceliği
    renkleri ve biçimleriyle temsil eden yüce bir gözden, Tanrı’nın özenerek
    yarattığı bir güzellik kaçar mı? Tapınakların kutsal kokusunu
    duyumsamış, buhurdan büyülenmiş ve kutsallığın o tatlı aromasını içine
    çekmiş bir burun, dünyaya şanslı gelmiş bir çocuğun tinsel ve aynı
    zamanda da bedensel kokusunu alamaz mı? Kilisenin en yüce sırrına,
    yani bedenin ve kanın gizemine vâkıf biri, asil ve sıradan insan arasında
    ayrım yapma yeteneğine sahip olamaz mı? Seçerek kullandığım bu
    sözcüklerle, düşüncelerimi en güzel biçimde ifade ettiğim için kendimle
    övünüyorum.
    Nasıl olursa olsun, benimle ilgili bu kehanet, hissettiklerimden ve
    düşündüklerimden farklı bir şey söylemiyordu ve beni her bakımdan
    onaylıyordu. Gerçi ara sıra üstüme bir bitkinlik çöküyordu; çünkü
    vaktiyle bir sanatçı tarafından masallara özgü bir ifadeyle tuvalin
    üzerine resmedilen bedenim, şimdi çirkin ve eski püskü giysilerimle
    herkesin gözüne batıyordu ve ben artık kentimizde horlanan ve
    kendisinden kuşku duyulan bir kişi durumuna düşmüştüm. Adı kötüye
    çıkmış bir aileden gelmem, iflas edip intihar eden bir babanın oğlu
    olmam ve kötü bir öğrenci olarak saygı duyulacak bir yaşam
    beklentimin olmaması nedeniyle, kentimiz insanının aşağılayıcı
    bakışlarının hedefi haline gelmiştim; her ne kadar bunlar tatsız ve yavan
    insan bakışları olsa da, benim gibi bir doğaya sahip birini üzmek,
    incitmek istiyorlarmış gibi geliyordu bana ve burada yaşadığım süre
    boyunca beni sokağa çıkmaktan bıktırıyorlardı. Yapımda öteden beri
    var olan uzaklara gitme isteği ve insanlardan kaçma eğilimi, bu
    dönemde daha da artmış, dünyaya ve insanlara bağlanma isteğimle
    paralel gider olmuştu. Ancak o bakışlara –ki bu durum yalnızca

    77
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    kentimizin kadın sakinlerinin bakışlarıyla sınırlı değildi– tiksinti


    uyandıran bir ilgiye dönüşen ve böylesine içten bir çabaya en güzel
    katkıyı vaat eden bir ifade karışmıştı. Yüzümün zayıflayıp çöktüğü ve
    uzuvlarımın yaşlı bir insanın özelliklerini gösterdiği bugün, şunu
    rahatlıkla söyleyebiliyorum ki, şu on dokuz yıllık yaşamım buyunca,
    çocukluk ve gençlik yıllarımın bana vaat ettiği her şeyi yaşamıştım ve
    kendi değerlendirmeme göre de herkesin beğenmesi gereken çok
    yakışıklı bir delikanlı olmuştum. Durumumun kötüye gittiği bilinci,
    insanların bakışlarının önüne bir sis perdesi çekmiş olmasaydı, sarışın ve
    aynı zamanda kumral olan görüntüm, mavi gözlerimin parıltısı,
    dudaklarımın mütevazı gülümsemesi, sesimin gizemli büyüsü, sola
    doğru ayrılmış ve sevimli bir tepe halinde alnımdan arkaya doğru
    taranmış sarı saçlarımın ipeksi parlaklığıyla sıradan hemşerilerimin ve
    yeryüzündeki pek çok insanın gözünde çok yakışıklı bir delikanlı
    olabilirdim. Vaftiz babam Schimmelpreester’in sanatçı gözünü okşayan
    vücut yapım kesinlikle kaba değildi; uzuvlarım ve kaslarım, spor sever
    ve güçlendirici oyunlar yapan insanlar gibi birbiriyle orantılı ve ölçülü
    bir şekilde gelişmişti; oysa ben öteden beri düşler âleminde dolaşan biri
    olarak kültür fizik hareketlerinden hiç hoşlanmıyordum ve dış
    görünüşümü güzelleştirmek için hiçbir çaba göstermiyordum. Ayrıca
    şunu da kaydetmek gerekir ki, cildim son derece zarif bir yapıya sahipti
    ve öylesine hassastı ki, para sıkıntısı çekmeme rağmen yumuşak ve iyi
    kalite sabun kullanmak zorunda kalıyordum; çünkü sıradan ve ucuz
    sabunlar cildimi aşırı derecede tahriş ediyordu.
    Doğal yetenekler ve doğuştan gelen üstünlükler, insanın kökeniyle
    ilgili olarak genellikle saygın ve anlamlı bir ilgi uyandırır. O zamanlar
    beni fazlasıyla meşgul eden şey, atalarımın görüntülerinden,
    fotoğraflardan ve gümüş levha üzerine çekilmiş resimlerden,
    madalyonlardan, gölge siluetlerden ve bu konuda işime yarayacak her
    şeyden yararlanarak araştırmalarımı sürdürüp bedensel güzelliğimi
    atalarımın hangisine borçlu olduğumu bulmaya çalışıyor olmamdı.
    Ancak fazla bir şey de bulamadım. Gerçi baba tarafından atalarımın yüz

    78
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    hatlarında ve duruşlarında doğanın bazı denemelerini görebildim (zaten


    daha önce de belirttiğim gibi, zavallı babam şişman ve göbekli biri
    olmasına rağmen hoş bir görünüşe sahipti). Sonunda bu güzel
    görüntümü kendi soyuma borçlu olmadığım konusunda ikna olmuştum;
    soyumun herhangi bir döneminde bazı kuraldışı şeyler yaşandığını,
    atalarım arasında asil ve saygın bir adam bulunduğunu varsaymazsam,
    işte o zaman bu üstün özelliklerimin kaynağını bulmak için kendi iç
    dünyamın derinliklerine bakmak zorundaydım.
    Rahip hazretlerinin sözleri benim üzerimde nasıl böylesine büyük
    bir etki bırakmıştı? Aslında onun beni nasıl etkilediğini hemen oracıkta
    anlamıştım, bugün bile aynı şeyi söyleyebiliyorum. O beni övmüştü –
    peki neden övmüştü? Sesimin kulağa hoş gelen tınısı yüzünden
    övmüştü. Bir insan nasıl gözü şaşı, boynu kalın ya da ayağı topal diye
    küçümsenip horlanabiliyorsa, benim sesimin bu hoş tınısı da hiçbir
    şekilde övgüye değer bir özellik, bir yetenek olarak görülmüyordu; zira
    burjuva dünyamızın anlayışına göre övgü ve kınama yalnızca ahlaki
    değerlerle ölçülür, doğal değerlerle değil; benim doğal yeteneğimi
    övmek burjuva yaşamım yüzünden haksızlık ve sorumsuzluk olarak
    görülebilirdi. Ama kent rahibi Chateau’nun bu konuda çok farklı
    davranması, paganımsı bir safdilliği içinde barındıran ve beni mutlu
    düşüncelere yönelten bilinçli ve inatçı bir bağımsızlığın ifadesi gibi beni
    yepyeni ve cesurca bir havaya soktu. Doğal ve ahlaki kazanımlar
    arasında kesin bir ayrım yapmak zor değil midir, diye kendime
    soruyordum. Amcaların, teyzelerin, büyük annelerin ve büyük
    babaların resimleri, sahip olduğum bu üstün özelliklerimden çok azının
    bana miras yoluyla geçtiğini zaten gösteriyordu. Acaba bu üstün
    özelliklerimin oluşumunda benim kendi katkım olmamış mıydı?
    Ruhum sorumsuzca davranmış olsaydı, o zaman sesimin sıradan,
    gözümün kör ve bacaklarımın çarpık olduğunu duygularım bana
    hissettirmez miydi? Dünyayı seven, kendini ona yaraşır bir şekilde
    biçimlendirir. Eğer doğal olan ahlaki olanın bir sonucuysa, o zaman
    rahip hazretlerinin, sesimin etkileyici tınısı nedeniyle bana övgüler

    79
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    yağdırması, herhalde haksız yere ve laf olsun diye söylenmiş bir şey
    değildi.

    80
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    Üçüncü bölüm
    Babamın fani vücudunu toprağa emanet ettikten birkaç gün sonra,
    biz geride kalanlar, vaftiz babam ve aile dostumuz Schimmelpreester’in
    isteği üzerine villamızda yapılacak bir görüşme ya da aile toplantısı için
    bir araya geldik. Bize kesin bir dille söylendiğine göre, yeni yılda evimizi
    boşaltmak zorundaydık; bu yüzden gelecekte nerede kalacağımız
    konusunda karar almamız acil bir zorunluluk haline gelmişti.
    Burada vaftiz babamın bize verdiği desteği ve öğütleri ne kadar
    övsem azdır; bu olağanüstü zeki insanın aile bireylerimizin her biri için,
    özellikle de benim şahsıma yönelik ayrı ayrı planları ve önerileri oldu ve
    bunların zaman içinde son derece yararlı ve mutlu edici öneriler
    oldukları anlaşıldı. Vaktiyle birbirinden güzel yumuşacık koltuklarla
    donatılmış, eğlencenin, yemenin içmenin hiç eksik olmadığı salonumuz,
    şimdi talan edilmiş, neredeyse oturacak mobilya kalmamış çıplak bir
    haldeydi ve toplantı bu hüzünlü mekânda yapılacaktı; bizler bu salonun
    bir köşesinde duran küçük yeşil masanın etrafında, iskeleti ceviz
    ağacından yapılmış bambu sandalyeler üzerinde oturuyorduk, masa
    aslında dört ya da beş tane birbiri içine geçmiş, ince ayaklı çay ya da
    servis sehpalarından oluşan bir takımdan ibaretti.
    Vaftiz babam, “Krull!” diye seslendi (dostluğun verdiği rahatlıkla
    anneme soy ismiyle hitap ederdi). “Krull!” dedi ve bu sırada karga
    burnunu ve keskin bakışlı gözlerini anneme yöneltmişti; kaşları ve
    kirpikleri olmayan gözleri, gözlüğünün selüloit halkalarıyla tuhaf bir
    şekilde çerçevelenmişti. Şöyle dedi: “Umudunuzu yitirmiş
    görünüyorsunuz, bitkin bir haliniz var, buna hiç hakkınız yok. Zira
    yaşamın renkli ve eğlendirici yanları, asıl şimdi, yani burjuvanın ölümü
    diye adlandırılan ve her şeyi temelden yıkan bu felaketten sonra

    81
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    başlayacaktır; çünkü yaşamın en umut verici ânı, insanın en kötüyü


    yaşayınca, bundan daha kötüsünün olmayacağını bilmesidir. İnan,
    benim sevgili arkadaşım, böyle bir durumu maddi olarak yaşamamış
    olsam da, içimde kopan fırtınalar nedeniyle bana hiç yabancı değil! Siz
    hiç olmazsa böyle bir şey yaşamadınız, aklınızı kullanmanızı engelleyen
    şey budur işte. Yürekli olun, benim çok sevgili dostum! Yeni bir şeyler
    yapmak için hevesiniz olsun! Burada kaybettiniz ancak bu ne ifade eder
    ki? Koskoca dünya kucağını açmış, sizi bekliyor. Kommerzbank’taki
    hesabınızdaki paranızın hepsi henüz bitmiş değil. Kalan parayla ve uğur
    feniğinizle herhangi büyük bir kentin yaşamına karışabilirsiniz; bu
    Wiesbaden, Mainz, Köln ya da Berlin olabilir. Mutfak işlerinden
    anlayan usta bir kadınsınız –bu çolpa ifade biçimi için beni bağışlayın
    lütfen!– biriktirdiğiniz ekmek artıklarından puding yapmayı, önceki
    günden kalma et artıklarından kıyma yapıp ekşili yemek yapmayı
    bilirsiniz. Ayrıca evinize gelen konuklarınızı ağırlamaya, onları yedirip
    içirip eğlendirmeye alışıksınız. Birkaç odalı bir yer kiralarsınız ve yemek
    yemek ve kalmak için düzenli bir yer arayan insanlara uygun bir ücret
    karşılığında hizmet vereceğinizi ilan edersiniz. Eskiden yaşadığınız gibi
    yaşamaya devam edersiniz; ancak tek farkınız şu andan itibaren gelen
    konuklardan para almanız ve bu işten para kazanmanız olur. Hoşgörülü
    ve şen şakrak kişiliğinizle konuklarınıza iyi, rahat ve keyifli bir ortam
    sunacağınızdan eminim, işyerinizin yavaş yavaş gelişip büyümesi beni
    hiç şaşırtmayacaktır.”
    Vaftiz babam, içten söylediği sözlerine alkış tutmamıza ve
    teşekkürlerimizi sunmamıza fırsat vermek için susmuştu, onun bu içten
    sözlerine hitap ettiği kişi de katılmıştı.
    “Lympchen’e gelince,” diye devam etti vaftiz babam (zira kız
    kardeşim Olympia’ya bu sevimli isimle hitap ederdi), “bu işte annesine
    yardım edebilir, özellikle de konukların burada geçirecekleri süreyi
    güzelleştirmek için doğuştan yetenekli bir kız o; mükemmel bir
    konukseverlik örneği sergileyip müşterileri çekeceği kesin. Böylece işe
    yarama fırsatı da elde etmiş olur. Aslında onunla ilgili daha iyi şeyler var

    82
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    aklımda. Sizin o parlak günlerinizde şarkı söylemeyi öğrenmişti, gerçi


    çok başarılı sayılmazdı, sesi biraz zayıftı ancak tınısı kulağa hoş gelmiyor
    da değildi, göze hitap eden fiziksel özellikleri sesinin etkisini artırır.
    Köln’de oturan Salli Meerschaum benim eski bir dostumdur ve onun
    asıl işi tiyatro ajanslığıdır. Olympia’yı çok önemli bir operet
    topluluğuna ya da sanatçılar birliğine ait küçük operet sahnelerinden
    birine rahatlıkla yerleştirir, ilk başlarda ihtiyaç duyacağı gardırobunu da
    eski püskü kıyafetlerimden ben sağlarım. Kariyerinin ilk yılları biraz
    belirsiz ve zor geçebilir, belki de tüm yaşamını ortaya koyarak mücadele
    etmek zorunda kalacaktır. Ancak kararlılığından ödün vermezse (çünkü
    bu, yetenekten daha da önemli) ve yeteneklerini yerinde kullanıp
    bundan yararlanmasını bilirse, o zaman hızla yukarıya tırmanır ve
    büyük olasılıkla sanatının zirvesine çıkar. Ben kendimce bazı çerçeveler
    çiziyorum, gerisi size kalmış bir iştir.” Kız kardeşim sevinçten çığlıklar
    atarak akıl hocamıza koşup boynuna sarıldı ve başını göğsüne dayayarak
    anlattıklarını dinlemeye devam etti.
    “Şimdi,” dedi vaftiz babam, söyleyeceği şeyi çok önemsediği açıkça
    belli oluyordu, “şimdi, üçüncü olarak bizim Kostüm Kafa’ya
    geliyorum!” (Okur bu sözcükle kimin ima edildiğini anlar). “Onun
    geleceğiyle ilgili uzun uzun düşündüm ve çözüm yolunu tıkayan önemli
    zorluklara rağmen, geçici türden de olsa bir çözüm yolu bulduğumu
    sanıyorum. Hatta bir dış ülkeyle, adını söylemek gerekirse, Paris’le bu
    konuda yazışmalarda bulundum – nedenini hemen söyleyeceğim. Bana
    göre, onun önünü açmak gerekir; zira üst tabaka mensubu insanlar,
    yanlış da olsa, onun onurlu bir işe girmesine izin vermeyecekler, buna
    yetkileri olmadığını söyleyeceklerdir. Ama onu dışarı çıkarabilirsek,
    yaşam denizinin dalgası onu alıp en güzel sahillere taşıyacaktır. Benim
    görüşüme göre, otel ve garsonluk işi onun durumunda birisi için ileriye
    yönelik çok güzel fırsatlar sunabilir, düz yönde ilerlerken (ki bu da çok
    yüksek mevkilere eriştirebilir), kimi şanslı çocuklarda görüldüğü gibi,
    gittikleri anayolun dışında, sağa sola sapacakları patika yollar da
    açılabilir önünde. Yukarıda sözünü ettiğim yazışmayı, Paris’teki Place

    83
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    Vendôme’dan fazla uzakta olmayan Rue Saint-Honoré’deki (çok


    merkezî bir yer, şehir planı üzerinde size göstereceğim) Saint James and
    Albany Oteli’nin müdürü Isaak Stürzli’yle yapmış bulunuyorum;
    kendisi Paris’te yaşadığım dönemde senli benli olduğum bir arkadaşım.
    Felix’in aldığı aile terbiyesini ve özelliklerini en etkileyici biçimde
    aktardım, düzgün duruşuna ve becerikliliğine kefil oldum. Fransızca ve
    İngilizceye biraz aşinalığı var, en kısa zamanda onları geliştirmesi iyi
    olacaktır. Otel müdürü Stürzli, Felix’i benim hatırıma, deneme
    amacıyla ve pek tabii ilk başta ücret ödemeden yanına almaya hazır.
    Felix yeme içme ve barınma için herhangi bir ücret ödemeyecek ve
    kendisine çok yakışacağını düşündüğüm iş kıyafeti temininde de bazı
    ayrıcalıklar sağlanacak. Kısacası, işte onun önünde açılan bir yol var,
    yeteneklerini geliştirebileceği bir hareket alanı ve çok uygun bir ortam
    var; eminim ki, bizim Kostüm Kafa, Saint James and Albany Oteli’nin
    saygın konuklarına, çok memnun kalacakları bir hizmet sunacaktır.”
    Benim bu mükemmel insana en az bizim ailenin kadınları kadar
    müteşekkir olduğumu herkes gördü. Sevinçten uçuyordum ve büyük
    bir coşkuyla ona sarıldım. Doğup büyüdüğüm yerin o sevimsiz havası
    üzerimden birden kalktı, özlemini duyduğum büyük dünya önüme
    açıldı ve Paris, zavallı babamın anılarında canlandırdığı resminden bile
    dizlerinin bağı çözülen bu kent, şimdi bütün görkemiyle benim gençlik
    dünyamın önüne açılıyordu. Ancak konu o kadar da basit değildi,
    düşündürücü bir yanı da vardı ya da halk arasında söylendiği biçimiyle,
    pürüzlü bir tarafı vardı; askerlik sorunumu yoluna koymadan önce
    uzaklara gitmem mümkün değildi, elimdeki kâğıtlar olumlu bir sonuca
    ulaşana kadar imparatorluğun sınırları dışına çıkmak, geçilmesi
    mümkün olmayan bir engel gibi görünüyordu; bu konunun rahatsız
    edici bir başka yüzü de, bilindiği üzere, eğitim görmüş sınıfın
    imtiyazlarına benim sahip olamayışım ve ilk yoklamada askerliğe uygun
    bulunmam nedeniyle er olarak birliğime teslim olacak olmamdı. O
    tarihe kadar tamamen aklımdan çıkmış olan bu tatsız ama ahlaki
    görevin, umutla beklediğim o büyük anda aklıma gelmiş olması

    84
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    yüreğimi derinden yaraladı. Bu konuyu çekinerek dile getirdiğimde,


    buna hem annem hem kardeşim hem de vaftiz babam
    Schimmelpreester kayıtsız kaldılar: Hanımlar askerlik konusundaki
    bilgisizliklerinden, vaftiz babam da sanatçı olduğu için devletle ilgili
    resmî işlere pek alışık olmadığından. Vaftiz babam bu konuda tamamen
    çaresiz kaldığını itiraf etti, askerî doktorlarla hiçbir zaman yakın ilişki
    içerisinde bulunmadığını, bu nedenle askerlik konusunda karar veren
    doktorları etkilemesinin mümkün olamayacağını öfkelenerek
    açıkladıktan sonra, benim ne yapıp edip bu beladan kendimi
    kurtarmam gerektiğini söyledi.
    İşte böylesine nazik bir durumda kendi başıma kalmıştım; okur bu
    durumun üstesinden gelip gelemeyeceğimi görecektir. Öncelikle
    delikanlılıktan kaynaklanan heyecanlı ruh halim, uzaklara gitme
    düşüncesi, ailemin yakın zamanda başka bir kente taşınacak olması ve
    bununla ilgili olarak yapılan hazırlıklar aklımı biraz karıştırmış ve başka
    yöne kaydırmıştı; zira annem yeni yılın hemen başında yanına ikinci
    kiracılar ya da pansiyonerler almayı umduğu için taşınmamızın
    Noel’den önce gerçekleşmesini istiyordu; kalıcı ikamet hedefimiz
    olarak, bize zengin fırsatlar sunacağını düşündüğümüz büyük bir kente,
    Main Nehri kıyısındaki Frankfurt’a taşınacaktık.
    Genç delikanlı geriye dönüp kulesine ve üzüm bağlarıyla kaplı
    tepelerine bir kere bile bakmadan, doğup büyüdüğü küçük kenti
    arkasında bırakarak ne kadar rahat bir şekilde, ne kadar da aceleyle,
    küçümseyerek ve içi hiç sızlamadan uzaklara kaçıyor! Ancak her ne
    kadar bu kentten koptuysa ve ileride bütünüyle kopacak olsa da, yine
    de kentin resmi tuhaf bir şekilde zihninden hiç silinmeyecek, bilincinin
    derinliklerinde bir yerlerde kalacak ya da her şeyi tamamen
    unutmuşken, mucizevi bir şekilde yıllar sonra yeniden ortaya çıkacaktır:
    Aptalca olan şeyler saygınlık kazanır; insan dış dünyada yaşamı boyunca
    icraatta bulunurken, etkiler bırakırken ve başarılar elde ederken, açıkça
    belli etmese de içten içe o küçük dünyayı hep dikkate alır, yaşamının
    her dönüm noktasında her yükselişte, acaba yurdumun insanı buna ne

    85
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    diyecek ya da ne derdi, diye kendi kendine sorar; bu, kent insanının bu


    çok özel delikanlıya haksız, anlayışsız ve isteksiz davrandığı zaman söz
    konusu olacaktır. Delikanlı bu kente bağımlı olduğu için, ona diklenir;
    kent kendisini bırakmak zorunda kaldığı, belki de çoktan unutup gittiği
    için, yaşamı hakkında karar verme ve seçim yapma hakkını ona tanır.
    Evet, günün birinde, olaylar ve değişiklerle dolu geçen yıllardan sonra,
    bir şeyler onu çıkış noktasına geri çeker, kendisini buradaki insanların
    alışık olmadığı büyük bir maddi sıkıntı içinde gösterip onların şaşırıp
    hayretler içinde kalmalarına içinden kıs kıs gülerek alay edebilmek için
    kendisini baştan çıkaran şeytana direnmez – tıpkı benim bu delikanlının
    yerinde aslında kendimden bahsedeceğim gibi.
    Paris’teki otelin yetkilisi Stürzli’ye kibar bir üslupla, durumumun
    sınırı geçmeye şimdilik müsait olmadığını, askerliğe elverişli olup
    olmamam konusunda verilecek kararı beklemek zorunda olduğumu ve
    bu nedenle işe başlamam konusunda biraz daha sabır göstermesini
    isteyen bir mektup yazdım, aslında alınacak kararın benim gelecekteki
    mesleğim için önemsiz olduğunu ve muhtemelen de istediğim gibi bir
    karar olacağını da ekledim. Eşyalarımızdan geriye kalanlar ve bavullar
    yolculuk için hazırlandı, bavulların içine vaftiz babamın bana veda
    hediyesi olarak verdiği ve Paris’te işime çok yarayacağını düşündüğü,
    kolalı göğüslüğü olan altı tane harika gömlek konulmuştu. Ve puslu bir
    kış gününde uzaklaşan trenin penceresinden üçümüz de dışarı sarkmış
    bir şekilde el sallayarak dostumuzun uçuşan kırmızı mendilinin siste
    yavaş yavaş kaybolduğunu görüyorduk. O mükemmel adamı sonra
    sadece bir kez daha görebildim.

    86
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    Dördüncü bölüm
    Frankfurt’a gidişimizi izleyen ilk günlerin telaşını atlamak
    istiyorum, zira böylesine zengin ve muhteşem bir ticaret kentinde
    oynamaya mahkûm edildiğimiz o sefil rolümüzü hatırlamak
    istemiyorum; o günlerdeki yaşantımızı ayrıntısıyla anlatacak olursam,
    okura sıkıntı vermiş olurum. Hele kaldığımız o pis konuk evinden ya da
    adi pansiyondan hiç söz etmek istemiyorum, kendini otelden sayan ama
    bunu hiç hak etmeyen bu mekânda annem ve ben (kız kardeşim
    Olympia, Wiesbaden tren istasyonunda bizden ayrılıp şansını denemek
    üzere Köln’ deki ajans sahibi Meerschaum’un yanına gitmişti) tasarruf
    etmek için günlerce gecelemek zorunda kaldık; ısıran ve sokan
    haşaratlarla dolu bir kanepenin üzerinde yatmıştım. Dar gelirlilerin
    oturduğu ucuz bir semtte yeni boşalmış, kesemize ve annemin
    gelecekteki planlarına uygun düşen bir ev buluncaya kadar, acımasız ve
    yoksulluğa düşman bu büyük kentte, sokak sokak dolaşmaktan yorulup
    bitkin düşmemizden de söz etmek istemiyorum. Bulduğumuz evin dört
    küçük odası ve odalardan daha da küçük bir mutfağı vardı ve büyükçe
    bir binanın arka cephesinin giriş katında bulunuyordu, çirkin avlulara
    bakıyordu ve güneş ışığından bütünüyle yoksundu. Aylık kirası kırk
    marktı; buna itiraz edecek bir durumumuz olmadığı için evi hemen
    kiraladık ve aynı gün taşındık.
    Yeni şeyler gençlere son derece cazip gelir; bizim kahkaha sesleri
    yükselen villamızla hiçbir bakımdan karşılaştırılamayacak olsa da,
    oturduğumuz bu içler acısı evde aşırı sayılabilecek kadar canlı ve
    neşeliydim. Dinç ve neşeli halimle acil olarak yapılması gereken işlerde
    anneme yardımcı oluyordum: mobilyaları yerleştirdim, talaş içine
    yerleştirilmiş tabakları ve fincanları ambalajlarından çıkardım, rafı ve

    87
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    dolabı mutfak takımlarıyla donattım; iğrenç görünümlü şişman


    vücuduyla adi davranışlar sergileyen ev sahibiyle acil olarak yapılması
    gereken tadilatlar hakkında pazarlık yapmak zorunda kalmış olsam da,
    onun canımı sıkmasına izin vermedim ancak bu koca göbekli kaba saba
    adam inatla yapmam diye diretiyordu, sonunda annem mecburen kiraya
    vereceği odaların perişan haldeki görüntülerini gidermek için elini
    cebine atmak zorunda kalmıştı. Annem bu duruma bayağı içerledi; zira
    taşınma ve yerleşme masrafları bir hayli yüksek olmuştu; eğer para
    kazandıracak konuklar gelmezse, daha pansiyon açılmadan iflas
    bayrağını çekebilirdik.
    Hemen daha ilk akşam, sahanda pişirdiğimiz birkaç yumurtayı
    mutfakta ayaküstü yerken, dinsel duygumuzu ve mutlu anılarımızı
    simgelemesi için işletmemizin adını “Pansiyon Loreley” koymaya karar
    verdik ve aldığımız bu kararı annemle birlikte hazırladığımız posta
    kartıyla, onayını almak üzere vaftiz babam Schimmelpreester’e
    bildirdik. Ve ben ertesi gün bu şiirsel isimle, akılda kolay kalsın diye
    kalın harflerle yazdığımız mütevazı ve aynı zamanda etkileyici bir ilanla
    hemen Frankfurt gazetesinin dağıtım bürosuna koşfunduszeue.info geçenlerin
    dikkatini çekmek amacıyla işletmemizin ön duvarına asmayı
    düşündüğümüz tabelanın ücretinin yüksek oluşu yüzünden sıkıntılı
    günler geçirdik. Ancak buraya gelişimizin altıncı ya da yedinci gününde
    memleketten, ambalajından ne olduğunu anlayamadığımız bir koli
    geldi; gönderenin vaftiz babam Schimmelpreester olduğunu, kolinin
    içindekinin dört köşesi delinmiş, kenarları dik açıyla kıvrılmış teneke bir
    levha olduğunu görünce ne kadar çok sevindiğimizi kimse tasvir
    edemez. Levhanın üzerinde sanatçının bizzat kendisinin yarattığı, şarap
    şişelerimizi süsleyen, üzerinde giysi olarak sadece takılar bulunan bir
    kadın resmi yer alıyordu, resmin yanında da altın yaldızlı yağlı boyayla
    yazılmış “Pansiyon Loreley” ismi parıldıyordu. Levha, binanın ön
    cephesinin bir köşesine öyle çakıldı ki, üstündeki kaya perisi, uzattığı
    yüzüklü parmağıyla kaldığımız eve giden yolu işaret ediyordu ve çok
    etkileyici bir görüntü sunuyordu.

    88
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    Pansiyonumuz gerçekten de rağbet görmeye başlamıştı: Önce ciddi


    görünümlü, sessiz, hatta biraz somurtkan ve görünüşüne bakılırsa
    yaşamının gidişatından pek memnun olmayan bir adam geldi; kirasını
    ödeyen, ölçülü ve düzgün bir yaşam sürdüğü belli olan bu adam, genç
    bir tekniker ya da makine mühendisi olmalıydı. Geleli sekiz gün bile
    olmamıştı ki, ona iki konuk daha katıldı: Bunlar tiyatro sanatçılarıydı;
    biri sesini tamamen kaybettiği için işsiz kalan bir basso’ydu, göbekliydi
    ve şakacı birine benziyordu; ancak başına gelen talihsizlikten dolayı
    kızgındı, inatla yaptığı alıştırmalarla ses tellerini güçlendirmeye
    çalışması da boşunaydı; bu alıştırmalar sanki bir varilin içine konulmuş
    da boğuluyormuş gibi yardım çığlığı atan birinin çırpınışına benziyordu,
    yanındaki dişi kuyruk ise üstüne kirli bir gecelik giymiş, pembe
    boyanmış uzun tırnakları olan kızıl saçlı bir koro sanatçısıydı; cılız yapılı
    ve sefil görünümlü bu kadın, görüldüğü gibi, pek de sağlam bir pabuca
    benzemiyordu; şarkıcı, yaptığı herhangi bir yanlıştan dolayı ya da sadece
    kendini tatmin etmek için pantolonunun askılarıyla canını acıtacak
    şekilde onu sık sık dövüyordu ve kadın bütün bunlara rağmen şarkıcının
    kendisine olan sevgisinden en ufak bir kuşku duymuyordu.
    Odanın birinde bu ikili, diğerinde ise makinist kalıyordu. Üçüncü
    oda da bize kalmıştı. Ama ben yakışık almaz diye annemle aynı odayı
    paylaşmak istemediğim için mutfakta, bankın üstünde hazırlanan bir
    yatakta yatıyordum ve elimi yüzümü musluktan akan suyla yıkıyordum;
    ancak bu durumun pek uzun süremeyeceğini, yazgımın yakın bir
    gelecekte öyle ya da böyle değişeceğini düşünüyordum.
    Pansiyon Loreley gelişiyordu, konukların çokluğu nedeniyle işlere
    yetişemez olmuştuk ve annem haklı olarak işletmeyi daha da büyütmeyi
    ve bir hizmetçi kız almayı düşünmeye başlamıştı. Her şeye rağmen
    pansiyonumuzda işler iyi gidiyordu ve artık benim yardımıma pek
    ihtiyaç yoktu. Paris’e gidinceye kadar ya da askere gidip iki renkli
    üniformayı giyinceye kadar, önümde boş geçecek uzunca bir bekleme
    süresi olacaktı, bu da genç bir adamın sessiz sedasız büyüyüp
    olgunlaşması için aranıp da bulunmaz bir fırsattı ve çok da gerekliydi.

    89
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    İnsan öyle aylak aylak dolaşıp, boş işlerle uğraşıp bedenen yıpranarak
    kendini eğitemez ve geliştiremez; eğitim ve kültür özgür olmanın, dış
    dünyada gezip dolaşmanın bir armağanıdır. Eğitim kazanılmaz, insan
    onu nefes gibi içine çeker, bunun için gizli aletler iş başındadır;
    duyuların ve zihnin gizli çabası her an onun nimetlerinin peşindedir, bu
    çaba çalınan günlük olaylarla yakından ilgilidir ve bu kültürel edinim
    kanatlanıp insana uykusunda uçarak gelir. İnsanın eğitimli ve kültürlü
    olabilmesi için gerçekten de tablo gibi bir güzelliğe sahip olması gerekir.
    Hiç kimse doğasında var olmayan bir şeye sahip olmak istemez, sana
    yabancı olanı arzulayamazsın. Değersiz hamurdan oluşan biri, bu
    kültürü edinemez, edinmiş olan ise kesinlikle kaba biri değildir. İşte bu
    nedenle burada kişisel kazanım ile yaşanılan olaylardan edinilen
    kazanım arasında adil ve kesin bir ayrım yapmak çok zordur; ancak
    yüzüme gülen yazgım beni doğru zamanda büyük bir kente sürükleyip
    bana istemediğim kadar boş zaman bahşetmiş olsa da, böylesine büyük
    bir kentin önüme sunduğu, ruhumun derinliklerinde yaşayabileceğim
    eğlence ve kültürel mekânlara girebilecek maddi olanaklardan tamamen
    yoksundum ve yaptığım keşif turlarında, yüzümü şehvet kokan bir
    bahçenin parıltılı kapısına dayayıp içeridekileri seyretmek zorunda
    kaldığımı söylemem gerekir.
    O dönemde neredeyse bütün gün boyunca uyuyordum, çoğunlukla
    öğle yemeğine kadar, hatta daha da uzun bir süre uyuyordum, öyle ki
    mutfakta yemekten artakalanları ısıtıyor ya da soğuk bir şeyler yemek
    zorunda kalıyordum ve arkasından da makinistin bana hediye ettiği
    sigaradan bir tane tüttürüyordum (çünkü makinist, yaşamımı anlamlı
    kılan bu nesneye çok düşkün olduğumu ve bunu alacak param
    olmadığını biliyordu), ikindi vaktine doğru, saat dört ya da beş
    civarında, kentin eğlence yaşamı canlanmaya başladığında, zengin
    kadınların lüks arabalarıyla ziyaretlere ve alışverişe gittikleri, kafeleri
    doldurdukları ve mağazaların neon ışıklarının ışıl ışıl yanmaya başladığı
    saatlerde, benim de Pansiyon Loreley’dan dışarı çıkma fırsatım
    oluyordu. İşte o zaman Frankfurt’un insanlarla dolu dar sokaklarında

    90
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    keşif ve şehvet turları yapmak için sallana sallana kent merkezine


    yürüyordum ve bu turlardan çoğu kez cebim dolu olarak, sabaha doğru,
    tan ağarırken ana ocağına geri dönüyordum.
    Şimdi bu sıradan giyimli delikanlıya bir bakın; tek başına, yanında
    arkadaşı olmadan kalabalığın arasında kaybolmuşçasına bu renkli
    dünyada nasıl da dolaşıyor! Uygar dünyanın eğlence yaşamına katılacak
    parası yoktu. Eğlence ve şenliklerden, duyarsız birinin bile merakını
    cezp eden reklam sütunları, onların üzerinde asılı olan panolardaki
    ilanlar sayesinde haberdar oluyordu (ki bu delikanlı böyle şeylerin
    özellikle meraklısıydı); yalnızca bunların isimlerini okumakla, ne zaman
    ve nerede sunulduğunu öğrenmekle yetinmek zorundaydı. Rengârenk
    süslenmiş eğlence mekânlarının törensel bir edayla açılan kapılarını
    görüyor ama akın akın içeri giren seyircilere katılamıyordu;
    müzikhollerden ve özel tiyatrolardan kaldırım taşlarına yansıyan
    görkemli ışıktan gözleri kamaşmış olarak orada öylece duruyordu;
    üstünde kırmızı giysisi, kafasında üçgen şapkası ve elinde asasıyla
    parlayan ışığın etkisiyle rengi solmuş gibi görünen iriyarı bir zenci,
    caddeye taşan ışık selinin içinde bir masal kahramanı gibi tüm
    heybetiyle yükseliyordu ve delikanlı, onun dişlerini göstere göstere
    tekrarladığı davet çağrılarına ve saçma sapan vaatlerine karşılık
    veremiyordu ancak duyuları çok canlıydı, bütün dikkatini oraya
    yöneltmekten çok gerilmişti. Bakıyor, seyrediyor, keyifleniyor ve
    gördüklerini hafızasına kaydediyordu; gürültülü patırtılı kalabalık, bu
    uyku düşkünü küçük kent gencini ilk başlarda şaşırtmış, uyuşturmuş ve
    hatta biraz ürkütmüş olsa da, delikanlı bu kargaşanın üstesinden
    gelecek, bunu kendi gelişimine ve kültürel amaçlı araştırmalarının
    hizmetine sunacak espri anlayışına ve akıl gücüne sahipti.
    Vitrinlerin, mağazaların, alışveriş salonlarının ve lüks yaşama özgü
    satış noktalarının ve stok merkezlerinin değerli ürünlerini dar kafalı
    davranıp saklamamaları, aksine büyük ve geniş vitrinlere koyarak teşhir
    etmeleri ne kadar da güzel bir alışkanlık! Kış günlerinde, öğleden sonra
    ikindi üzeri, vitrinlere konulan bütün bu ürünler, gün ışığında olduğu

    91
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    gibi aydınlatılıyor; vitrinlerin alt kısımlarına sıra sıra yerleştirilen gaz


    lambaları, camların buzlanmasını önlüyordu. Ve ben, orada, soğuğa
    karşı korunmak için boynuma sardığım yün atkıyla öylece duruyordum
    (çünkü babamdan bana miras kalan paltom çok az bir para karşılığında
    rehin evine verilmişti), ayaklarımdan baldırlarıma kadar çıkan soğuğa ve
    rutubete aldırmadan yüksek tabakaya ait bu güzel ve pahalı şeylerden
    gözlerimi ayıramıyordum.
    Mobilya mağazalarının vitrinlerinde her türlü ev eşyası teşhir
    ediliyordu: Rahat bir konfor sunan etkileyici çalışma odaları, müşterileri
    mahrem yaşamın incelikleriyle tanıştıran yatak odaları, etrafı rahat
    koltuklarla çevrelenmiş, saten örtülü ve çiçeklerle süslenmiş bir masanın
    üzerine konulmuş gümüş takımlar, küçük küçük yemek odalarının içine
    konulan değerli porselenler ve ince zarif cam bardaklar cezp edici
    parıltılarıyla insanı içeriye davet ediyor; ayaklı şamdanların, şöminelerin
    ve kabartmalı kumaş döşemeli koltukların bulunduğu salonlar prenslere
    özgü bir tarzda sunuluyordu; kırmızı kırmızı parlayan Acem halılarının
    üstüne konulmuş lüks mobilyaların ayaklarının ne kadar asil
    durduklarını seyretmeye doyamıyordum. Ayrıca bir erkek terzisinin ve
    bir butiğin vitrinleri dikkatimi çekmişti. Buralarda büyüklerin ve
    zenginlerin gardıroplarını da görüyordum: Kadife sabahlıktan ya da atlas
    kapitone kumaştan yapılmış ropdöşambrdan akşamları giyilen fraklara,
    kaymaktaşı gibi parlayan bembeyaz son moda yakalardan zarif
    tozluklara ve ışıl ışıl parlayan rugan ayakkabılara, ince çizgili ya da
    benekli manşet kollu gömleklerden paha biçilmez kürk mantolara kadar
    her türlü lüks ürün sunuluyordu. Bunların arasında zenginlerin seyahate
    çıkarken yanlarına aldıkları eşyaları, yumuşak dana derisinden ve yama
    yama birbirlerine eklenen parçalardan yapılan timsah derisi lüks sırt
    çantalarını da görüyordum, yüksek yaşam biçiminin ihtiyaç duyduğu
    değişik şeyleri ilk defa burada görmüş ve öğrenmiş oldum: Küçük
    parfüm şişeleri, fırçalar, makyaj takımları ve içine dikiş malzemesi
    konulmuş küçük küçük kutular, çatal kaşık takımı kutuları ve en kaliteli
    nikelden yapılmış alkolle yanan portatif ocaklar; fantezi yelekler, harika

    92
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    kravatlar, şehvet kokan iç çamaşırlar, keçi derisi terlikler, atlas astarlı


    şapkalar, süet deri eldivenler ve ipek çoraplar, bütün bunlar baştan
    çıkarıcı bir teşhirle aralara yerleştirilmişlerdi; bu genç delikanlı, el
    yapımı kemik düğmeye varıncaya kadar şık bir erkek kıyafetini
    tamamlayan bütün parçaları hafızasına tek tek kazıyordu. Ama artık
    benim, sanat eserlerinin satışa sunulduğu vitrinlerin olduğu yere
    gitmem gerekiyordu, bunun için dikkatle ve beceriklilikle at
    arabalarının ve ziller çalarak giden tramvayların arasından caddenin
    öbür tarafına geçmem yeterliydi. Orada dikilirken kozmetik sanayinin
    her türlü ürününü görüyordum, daha yüksek ve eğitimli bir gözün
    seyretmeye doyamadığı objeleri, usta ellerden çıkan sanatsal resimleri,
    çeşitli biçimlerdeki sevimli porselen hayvan figürlerini, her türlü toprak
    nesneyi ve küçük çelik heykelleri seyrediyordum; onların bana doğru
    uzanan asil gövdelerini elimle okşamayı çok isterdim. Ama birkaç adım
    ötede, delikanlıyı hayretler içinde bırakarak oraya mıhlayan parıltı da
    neydi öyle? Bu, altın işleyicisi büyük kuyumcunun vitrininde sergilediği
    ürünlerin parıltısıydı ve soğuktan titreyen delikanlının isteklerini masal
    dünyasının hazinelerinden ayıran vitrin camlarından başka bir şey
    değildi. Bütün bunlara bakıp körü körüne hayranlık duymam, içimdeki
    o yüksek öğrenme hırsıyla herhangi bir şekilde birleşmişse, bu işte
    burada olmuştur. Dantel örtülerin üzerinde alt alta sıralanmış inci
    kolyeler beyaz beyaz parlıyorlardı, ortadakiler kiraz büyüklüğündeydi
    ve yanlara doğru eşit şekilde küçülüyorlardı, kolyelerin kilitleri
    elmastandı ve paha biçilmez değere sahiptiler. Kadife zemin üzerinde
    teşhir edilmiş pırlantalar, gökkuşağı renkleri gibi göz alıcı bir şekilde
    parıldıyordu ve kraliçelerin gerdanlarını, göğüslerini ve başlarını
    süsleyecek kadar değerliydiler; altın sigara tabakaları ve baston başları
    cam plakalar üzerinde baştan çıkarıcı bir şekilde sunuluyordu; bunların
    arasına olağanüstü güzellikte renkli ve değerli kesme taşlar
    serpiştirilmişti: Kan kırmızısı yakutlar, çimen yeşili ve cam gibi parlayan
    zümrütler, yıldız biçiminde ışık saçan mavi şeffaf safirler, o harika
    menekşe rengini organik bir maddenin bulunmasına borçlu olduğu

    93
    Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları Thomas Mann

    söylenen ametistler, durduğum yere göre rengini değiştiren inci


    rengindeki opaller, aralara tek tük serpiştirilmiş topazlar, renk skalasının
    her tonunda fantezi taşlar – ben bütün bunlara bakarak yalnızca görme
    duyumu tatmin etmekle kalmıyor, aynı zamanda onları inceliyordum
    da; kendimi bu objelere öylesine kaptırmıştım ki, etiketlerdeki fiyatları
    tek tek okumaya çalışıyor, fiyatları karşılaştırıyor ve değerlerini
    gözlerimle ölçüp biçiyordum; doğanın isteğine göre billurlaşarak değerli
    kristallere dönüşen bu değersiz taş parçalarına olan tutkumun ilk defa
    farkına varmış oluyordum; benim bu büyüleyici alanla ilgili edindiğim
    bilginin temeli işte o zaman atılmıştı.
    Kapıları açıldığında cennetin nemli ılık kokularının buram buram
    dışarıya taştığı ve vitrinlerinin arkasına, erkeklerin saygılarını sunmak
    üzere hanımlara gönderdiği, ipek kurdelelerle süslenmiş çiçek
    sepetlerinin konulduğu çiçekçi dükkânlarından da söz edeyim mi?
    Kavalyeliğe yakışır şekilde mektup yazmak için hangi kâğıdın
    kullanılacağını ve kâğıtların üstüne gönderenin adının baş harfinin
    nereye yazılacağını, taç ve armanın kâğıdın neresine işleneceğini öğreten
    kırtasiye dükkânlarının vitrinlerinden de söz edeyim mi? Armut biçimli
    uzun kesme cam şişelerdeki Fransız malı çeşit çeşit kolonyaların ve
    esansların ışıl ışıl parladığı, el bakımı ve yüz masajı için kullanılan
    aletlerin zarif kılıflar içinde bolca sunulduğu kuaförlerin ve parfüm
    satan dükkânların vitrinlerinden de anlatayım mı? Bıkıp usanmadan
    bakma ve inceleme yeteneği bana doğuştan bahşedilmişti ve bu benim
    için her şey anlamına geliyordu, kuşkusuz eğitici bir yetenekti bu,
    özellikle de maddesel olan şeyler, yani üretim dünyasının sunduğu
    baştan çıkarıcı ve eğitici ürünler söz konusu olduğunda, bu yetenek
    kendini daha da belli ediyordu. Ancak severek dolaştığım büyük kentin

    5. Sınıf Sosyal Bilgiler Ders Kitabı Sayfa Cevapları MEB Yayınları

    5. Sınıf Sosyal Bilgiler Ders Kitabı Sayfa Cevapları MEB Yayınları Eğitim-Öğretim yılı konusunda 5. Sınıf öğrencilerimizin ihtiyaç duyabilecekleri 5. Sınıf Sosyal Bilgiler Ders Kitabı Sayfa 62 ve 63&#;teki Ders Kitabı Cevaplarını paylaştık. Eksik yada hatalı kısımları bizlere Yorumlar bölümünden yazarak bildirebilirsiniz. 5. Sınıf Sosyal Bilgiler Ders Kitabı Sayfa Cevapları MEB Yayınları konusunda Kendimi Değerlendiriyorum isimli konuyu cevapladık.

    Sınıf-Sosyal-Bilgiler-Ders-KitabıSayfa-Cevapları-MEB-Yayınları

    5.Sınıf MEB Yayınları Sosyal Bilgiler Ders Kitabı Sayfa Cevapları KENDİMİ DEĞERLENDİRİYORUM

    5. Sınıf Sosyal Bilgiler MEB Yayınları Sayfa 62 Ders Kitabı Cevapları

    A. Aşağıdaki cümlelerin başına cümlede verilen ifadeler doğruysa “D”, yanlışsa “Y” yazınız. Yanlış olan cümlelerin doğrularını altlarına yazınız.

    ( Y ) 1. Anadolu’daki en eski yazı örnekleri Babillere aittir.
    Sümerlilere aittir

    ( Y ) 2. Dünya üzerindeki ilk şehirlerden birisi Mezopotamya’daki Çatalhöyük’tür.
    Cevap: Dünya üzerindeki ilk şehirlerden birisi Çatalhöyük&#;tür ancak Çatalhöyük Mezopotamya&#;da değil, İç Anadolu&#;da bulunmaktadır.

    ( Y ) 3. Frigler Doğu Anadolu’da güçlü bir devlet kurdular.
    Frigler Batı Anadolu&#;da kurulmuştur.

    ( D ) 4. İyonlar şehirlerine büyük tiyatrolar inşa ettiler.

    ( D ) 5. Çevremizde yer alan dağ, deniz, ırmak, orman doğal varlıklara örnektir.

    ( D ) 6. El sanatlarımız ülkemizin çeşitli yerlerinde benzerlik ve farklılıklar gösterir.

    ( D ) 7. Halıların motifleri farklı anlamlara gelmektedir.

    ( Y ) 8. Halk oyunları ülkemizin her yerinde aynı özellikleri taşır.
    Her yörenin kendine özgü halk oyunları vardır.

    ( Y ) 9. Günlük yaşamdaki kültürel unsurlar hiçbir zaman değişmez.
    Değişimlere tabiidir.


    B. Aşağıdaki cümlelerde boş bırakılan yerlere ilgili kelimeleri yazınız.

    1. Ticaretin artmasıyla ………Lidyalılar……………. parayı kullanmaya başladılar.

    2. Düşünce özgürlüğüne önem veren ………İyonlar……………. döneminde önemli düşünürler yetişti.

    3. Arkeoloji müzelerinde Anadolu medeniyetlerine ait …tarihi eserler………. bulunmaktadır.

    4. Ülkemizde bulunan ……Doğal varlıklar…………. arasında milli parklar da yer alır.

    5. Halk oyunlarında oyuncular ………geleneksel……………. giysiler giyerler.

    6. Birlik ve beraberliğimizi güçlendiren ………bayram……………. günlerinde büyüklerimizi ziyaret ederiz.

    7. Kahve kadar çok tükettiğimiz …………çay…………………. günün her saati içilebilir.

    5. Sınıf Sosyal Bilgiler MEB Yayınları Sayfa 63 Ders Kitabı Cevapları

    C. Aşağıdaki tabloda numaralanmış tarihî eser, mekân ve nesneler ile doğal varlıkların numarasını ilgili oldukları yerin başındaki parantezin içine yazınız.
    Cevap: (3,4,6 ) tarihî eser, mekân ve nesneler (1,2,5 ) doğal varlıklar


    D. Aşağıdaki soruların doğru cevaplarını işaretleyiniz.

    1. Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ni gezdiğini söyleyen bir turist müzede aşağıdaki medeniyetlerden hangisine ait bir eser görmüş olamaz?
    Cevap: C


    2. Sümerler Ziggurat adı verilen çok katlı tapınaklar inşa etmişler. Bu yapıları aynı zamanda tahıl ürünleri için depo ve gök cisimlerini gözlemlemek için kullanmışlardır. Buna göre Sümerlerle ilgili aşağıdaki yargılardan hangisine ulaşılamaz?
    Cevap: D


    3. Yukarıdaki kültürel ögeler sırasıyla aşağıdakilerden hangilerine örnektir?
    Cevap: B


    4. Tatilde çok sayıda tarihî eser gördüğünü söyleyen biri aşağıdakilerden hangisini örnek verebilir?
    Cevap: D


    5. Yukarıdakilerden hangisi kültürümüzün ögelerinden değildir?
    Cevap: B


    6. Yukarıda özellikleri verilen kültürel öge aşağıdakilerden hangisidir?
    Cevap: D

    E. Aşağıdaki soruların cevaplarını defterinize yazınız.

    1. Mezopotamya ve Anadolu medeniyetlerinin insanlığa katkılarına örnekler veriniz.
    Cevap:

    &#; Sümerlerin yazıyı bulması,
    &#; Lidyalıların parayı bulması,
    &#; Friglerin çengelli iğneyi bulması,
    &#; İyonların Artemis Tapınağını keşfetmesi,
    &#; Urartuların su kanallarını bulması,

    gibi birçok örnekler verebiliriz. Ayrıca Mezopotamya ve Anadolu medeniyetlerinin insanlığa katkıları çoktur. Mesela Bilim, felsefe, sanat, tarih ve matematik gibi birçok katkıları da vardır.


    2. Çevrenizdeki doğal varlık, tarihî eser ve yapıtlara örnekler veriniz.
    Cevap:

    Doğal varlıklar: Asi nehri, damlataş mağarası, Samandağ sahili..
    Tarihi eserler: Beşikli mağara, Titus tünelleri, Aziz Simon Manastırı..
    Yapıtları: Payas kalesi, Bakras kalesi, Sokullu Mehmet Paşa Külliyesi..


    3. Ülkemizin çeşitli yerleri ile kendi çevrenizin kültürel özellikleri arasında neden benzerlikler ve farklılıklar vardır?
    Cevap: Benzerliklerin olmasının nedeni aynı ülkede olması, farlılıkları ise o yörenin kendine özgü inanışları olmasından kaynaklıdır.


    4. Bizi bir araya getiren kültürel ögelere örnekler veriniz.
    Cevap: Dini ve milli bayramlar 


    5. Kültürel unsurlardan bazıları zaman içinde neden değişim gösterir?
    Cevap: Çünkü gezip gördüğümüz farklı ülkelerdeki kültürlerden etkilenebilir ve bunu kendi kültürümüzde yansıtabiliriz.

    5. Sınıf Sosyal Bilgiler Ders Kitabı Sayfa Cevapları MEB Yayınları

    Ders ve Çalışma kitabı cevapları aramalarınızda internet sitemizi daha üst sıralarda listelemek için aramalarınızın sonuna "forum sınıf" yazabilirsiniz.
    Örnek Kullanım: 6. sınıf matematik öğün yayınları sayfa 40 forum sınıf

    Facebook'ta Paylaş

    Linkedin'de Paylaş

    çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası