bediüzzaman ve atatürk / FETÖ’nün kara kutusu Said-i Nursi’nin Atatürk Düşmanlığı - Sinan Meydan - Köşe Yazıları – Sözcü

Bediüzzaman Ve Atatürk

bediüzzaman ve atatürk

Kayyımdan Atatürk'e 'deccal' diyen Said Nursi'ye resmi anma töreni!

Siyasal islamın fikir babalarından, Nur cemaatinin kurucu ismi Said Nursi için kayyım yönetimindeki Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi tarafından anma töreni düzenlendi.

Said Nursi, ölümünün 61'inci yıl dönümünde "Üstada Saygı" temasıyla Sezai Karakoç Kültür ve Kongre Merkezi konferans salonunda düzenlenen etkinlikle anıldı.

Nur cemaatine yakın İstanbul İlim ve Kültür Vakfı'nın Said Nursi'nin yaşamının anlatıldığı ve 29 dakika süren sinevizyon gösterimiyle başlayan etkinlik, Kuran tilavetiyle devam etti. Dicle Üniversitesi Ziya Gökalp Eğitim Fakültesinden Doç. Dr. Hatip Yıldız da Said Nursi'nin "eser"leri ve yaşamı hakkında katılımcılara bilgi verdi. Programda Eymen Said ve ekibi de ilahiler seslendirdi.

"İSLAM DECCALİ ATATÜRK"

23 Mart tarihinde 82 yaşında Şanlıurfa'da ölen Said Nursi, bazı yazılarında Atatürk için İslami literatüre göre en ağır ithamlardan biri olan "deccal" ifadesini kullanıyordu.

Nursi'ye ait o satırlardan bazıları:

“Ben bir manevi alemde, İslam Deccalini gördüm. Yalnız bir tek gözünde teshirce bir manyetizma gözümle müşahade ettim ve onu bütün bir münkir bildim. İşte bu inkarı mutlaktan çıkan bir cüret ve cesaretle mukaddesata hücum eder.() Fakat kahraman ve mücahit ordunun ve dindar milletin ruhundaki nur–u iman ve Kur’an ışığıyla hakikat–i hal–i göreceği ve o kumandanın çok dehşetli tahribatını tamire çalışacağı rivayetlerden anlaşılıyor.” (Şualar–,Siracun Nur )

"Ölmüş gitmiş dünyadan ve hükümetten alakası kesilmiş bir adam hakkında otuz sene evvel  bir Hadisi Şerif'in ihbarıyla Kur'an'a zararlı bir adam çıkacak demiştim. Sonra Mustafa Kemal'in o adam olduğunu zaman gösterdi." (Emirdağ Lahikası I/, Yirmi Yedinci Mektuptan Sabık Reis-i Cumhura ve üç makama gönderilen istida.)

"Lozan Muahedesi'nde söz veren ve pek şiddetli ve dehşetli hücumlarına rağmen hiçbir hakiki Müslüman Türk'ü Protestan yapamayan ve millet-i İslam için pek zararlı olduğunu efaliyle ispat eden ve Hadis-i Şerif'in haber verdiği o müthiş şahıs kendisi olduğunu (yani Deccal, y.n) hayat ve mematiyle gösteren Mustafa Kemal'e bir mahrem eserde  "din yıkıcı, Süfyan" dediğimizi ()" (Emirdağ Lahikası I,50?51;Yirmiyedinci Mektuptan Mahkeme-i Kübraya Şekva ve Müdafaatın Bir Haşiyesi olan Parçanın Hülasasıdır, Ayrıca Müdafaalar, )


FETÖ&#;nün kara kutusu Said-i Nursi&#;nin Atatürk Düşmanlığı

FETÖ'nün fikir babası Said-i Nursi, risalelerinde Atatürk'e ve silah arkadaşlarına “deccal süfyan, mülhid, mürted, habis, firavun, zındık, mason, münafık” diyerek saldırmıştır

Dikkat ediyorum, 15 Temmuz darbesinden sonra “FETÖ'yle mücadele” sürecinde her şey konuşulurken “bir şey” konuşulmuyor: FETÖ'nün hangi düşüncelerden beslendiği, kimleri kendine rehber edindiği; eskilerin ifadesiyle kimden el aldığı adeta özenle toplumdan gizleniyor. Oysaki FETÖ bataklığını kurutmak için her şeyden önce FETÖ'nün fikir kaynaklarını bilmek ve onları kurutmak gerekir. Lafı hiç uzatmadan söylemeliyim ki, FETÖ bataklığını besleyen ana damar Said-i Nursi'dir. FETÖ, Said-i Nursi'nin risalelerinden beslenmiştir. FETÖ'nün “ışık evlerinde” yıllarca Said-i Nursi'nin “Bunları ben yazmıyorum, bana yazdırılıyor” ve “Arş-ı azamdan indiği muhakkaktır” dediği Nur Risaleleri okutulmuştur. FETÖ müritleri, Kuran'dan çok, Nur Risalelerinden etkilenmiştir. FETÖ'nün kara kutusu Said-i Nursi'dir.

SAİD-İ NURSİ'DEN FETULLAH GÜLEN'E

Said-i Nursi'nin, Hz. Ali, Şeyh Abdülkadir Geylani ve evliya dediği bazı kimselerden aldığı bir habere göre (!) güya “ahir zamanda beklenen bir zat gelecek, Hristiyanların ruhani liderleriyle işbirliği yaparak üç görev yapacak: Birincisi, imanı kurtaracak. İkincisi, şeriatı tatbik edecek. Üçüncüsü, hilafeti yeniden kuracak.” (Sikke-i Tasdiki Gaybi, s. 9, 10). Olayların gelişimi, Fetullah'ın, kendisini, Said-i Nursi'nin bu safsata kehanetindeki “beklenen kutsal adam” olarak gördüğünü kanıtlıyor. Fetullah'ın, “Dinler Arası Diyalog” gibi çalışmalarının temeli de buraya dayanıyor. Nitekim Fetullah, “Fasıldan Fasıla” adlı kitabında Nasr Suresi'nin ilk ayetinde geçen “ve'l feth” ifadesinin “Fetullah” demek olduğunu iddia ederek şöyle diyor: “Buradaki nükteye gelince, Allah'ın bizi yaratması, HİZMET YOLUNA sevk etmesi, halkın kalbini bize tevcih etmesi&#; Hepsi Allah'ın yardımı ve inayetiyledir&#;” (Fetullah Gülen, Fasıldan Fasıla, s. ). Yani, Fetullah, Kuran ayetinin kendisini işaret ettiğini belirtiyor. Fetullah'ın, Kuran ayetlerinin kendisini işaret ettiği düşüncesi Said-i Nursi kaynaklıdır. Nitekim Said-i Nursi de Kuran'da birçok ayetin kendisinden söz ettiğini iddia ediyor. Örneğin, “Allah, göklerin ve yerin nurudur” diye başlayan Nur Suresi'nin ayetindeki “Nur”la kendisinin kastedildiğini, yine ayette yer alan “ateşsiz yanan bir alevin” ifadesiyle de kendisinin eğitim görmeden Risale-i Nurları yazabilmesine gönderme yapıldığını belirtiyor. Güya Hud ve Enam surelerinde Allah doğrudan doğruya kendisine hitap ediyor! Yine Bakara Suresi ve ayetlerdeki “kendisine hikmet verilen, hikmeti öğreten ve herkese bilmediği şeyleri bildiren” kişinin kendisi olduğunu düşünüyor. (Ayrıntılar için bkz. Neda Armaner, Nurculuk, s. ).

s1

Sad-i Nursi'ye göre “dinsiz” Türkiye Cumhuriyeti “darül harp”tir. Dolayısıyla bu “darül harp”i “darül İslam'a” dönüştürmek gerekir! İşte Fetullah'ın, Türkiye Cumhuriyeti kurumlarına “sızmak” istemesinin temelinde Said-i Nursi'nin bu “dinsiz Cumhuriyet” safsatası vardır. Fetullah, 18 Haziran 'da ATV'de, 19 Haziran 'da Sabah Gazetesi'nde yayımlanan kasetinde, Türkiye Cumhuriyeti'ni “darül harp” kabul ederek onu dönüştürmek için örtülü ve sinsice devlete sızdıklarını itiraf etmişti.
FETÖ'cüler, yıllarca ışık evlerindeSaid-i Nursi'nin, Atatürk'e ve Cumhuriyet'e kin kusan aşağıdaki satırlarını okuyarak yetiştiler.

İKİ DECCAL BİR SÜFYAN

Said-i Nursi, “Barla Mektupları”, “Şualar”, “Risale-i Nur Sönmez”, “Münazarat”, “Rumuzat-ı Semaniye” ve “Sırr-ı İnna A'tayna” risalelerinde Atatürk'e saldırmıştır.
Said-i Nursi'ye göre Atatürk, “deccal” ve “süfyan”dır. Bir risalesinde Atatürk'ten “Tek gözlü deccal” diye söz ediyor. (Barla Mektupları, s. 53).
Said-i Nursi, Beşinci Şua'da bahsettiği “deccal” ve “süfyan”ın, Atatürk olduğunu da bizzat ifade ediyor. “Süfyan ve bir İslam deccalinin MUSTAFA KEMAL olduğu Beşinci Şua'da anlaşılıyor” diyor. (Sırr-ı İnna A'tayna Risalesi, s. 44). İslam kaynaklarında Deccal, “ahir zamanda gelip İslam'ı yıkmaya çalışacak dehşetli biri” olarak tanımlanıyor.
Sad-i Nursi, Atatürk'e ve onun kurduğu Cumhuriyet'e özellikle cifir ve ebcet hesaplarıyla saldırıyor. “Rumuzat-ı Semaniye” ve “Sırr-ı İnna A'tayna” risalelerinde Milli Mücadele'nin üç kahraman komutanı; Mustafa Kemal (Atatürk), İsmet (İnönü) ve Fevzi (Çakmak)'tan “İKİ DECCAL BİR SÜFYAN” diye söz ediyor. Süyfan'ı şöyle açıklıyor: “Süfyan, zındıkların başı, cahşilerin cahşisi (kararmışların kararmışı), Yahudilerin en habislerinden, zalimlerin en zalimidir.”(Rumuzat-ı Semaniye, haz. Hüseyin Bulut, s. ). Daha sonra da cifir ve ebcet hesabıyla Kevser Suresi üzerinden “iki deccal bir süfyan”ı anlatıyor. Önce “Ahir zaman deccalinden önce küçük deccaller geleceğini” belirtiyor. Sonra, çok çirkin bir dille Atatürk'e saldırıyor. “İslam şeriatını tahrip etmeye” çalışan “Mason komite reislerinden ve hiçbir cihette müstahak olmadığı MUSTAFA KEMAL ismiyle malum olan ŞAHSI MENHUS, o DECCALLERDEN birisidir” diyor. Sonra da ebcet ve cifir hesaplarıyla Kevser Suresi'ndeki “şanieke huvel epter” ifadesinin “O zındık (mason) komitesinin üç reisleri” dediği Mustafa Kemal'i, İsmet (İnönü)'yü ve Fevzi (Çakmak)'ı gösterdiğini iddia ediyor. Bu arada Atatürk'ü, “Muhammed Aleyhisselam'ın en büyük düşmanı olan GAZİ HERİF” diye adlandırıyor. (Sırr-ı İnna A'tayna Risalesi, s, 28).
Sakarya ve Büyük Taarruz
kazanılmasa bu ülkenin Yunan yıkımından arda kalan camilerine çan takılacağını unutarak, bir din adamına yakışmayan çok çirkin bir üslupla Atatürk'e, İsmet İnönü'ye ve Fevzi Çakmak'a saldırıyor.

CİFİR EBCET SAHTEKARLIĞI

Ancak ilginçtir. “Mustafa Kemal” isminin harf değeri aslında “şanieke huvel ebter” ifadesine denk gelmiyor. Bunu fark eden Said-i Nursi bakın nasıl bir hile yapıyor. Kendi ifadeleriyle aktarıyorum: “Baktım ki Mustafa Kemal ismine iki fark ile denk geliyor. Mustafa Kemal, ismine layık olmadığı (için) ‘mim'in arkasına nefye alamet bir ‘elif' gelmeli!” Yani, “Mustafa Kemal” adındaki harf sayısı hesaba uymayınca, “Mustafa Kemal ismine layık değildir” diyerek, hesaba uydurmak için “Mustafa Kemal”in adına harf ekliyor. “Mustafa Kemal” adını “Mestafe Bi-Kemal” biçiminde yazıyor. Aynı şeyi Atatürk'ün görev süresini hesaplarken de yapıyor. Yine “Mustafa Kemal”in adına harf ekleyerek bir yerde 12, bir yerde 16 rakamını buluyor ve buradan hareketle Atatürk'ün, 12 ve 16 sene ülkeyi yönettiğini belirtiyor! Ayrıca Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyet'ten, “Dinsiz Cumhuriyet” diye söz ediyor! Atatürk'ün cumhurbaşkanlığı süresinden söz ederken de “Müddet-i firavuniyeti” (Firavunluk süresi) ifadesini kullanıyor.

s2

Said-i Nursi, Kevser Suresi'nde geçen “fesellili rabbike” ifadesinin ebcet değeri üzerinden de laik Cumhuriyet'e saldırıyor. Hilafetin yıldır İstanbul'da yaşadığını, bu rakamının, hilafetin kaldırıldığı 'ye denk geldiğini belirtiyor (Oysaki hilafet 'te kaldırıldı). Hilafetin kaldırılmasının “dinsizlik” olduğunu, “laik Cumhuriyet'in” de “dinsizlik manasına geldiğini” söylüyor.
Ayrıca Kevser Suresi'nin üçüncü ayetindeki “&#;sana buğzeden, soyu kesik olanın ta kendisidir” ifadeleriyle de Atatürk'ün kastedildiğini iddia ediyor.
Görüldüğü gibi Said-i Nursi, açıkça hile yapıp yalan söylüyor. Birincisi, Atatürk'ün cumhurbaşkanlığı süresi (), 12 veya 16 yıl değil, 15 yıldır. İkincisi, halifeliğin kaldırılmasının dinsizlikle bir alakası yoktur. Hilafet siyasal bir kurumdur. Laiklik ise dinsizlik değildir. Üçüncüsü, Atatürk, İsmet İnönü ve Fevzi Çakmak'tan hiçbiri mason değildir. Dördüncüsü, doğru ebcet hesabıyla Mustafa Kemal, İsmet İnönü ve Fevzi Çakmak adlarındaki harf sayıları da Kevser Suresi'ndeki üçüncü ayetin toplam harf sayısına uymamaktadır. (Said-Nursi'nin çarpıtmaları ve doğru hesaplamalar için bkz. Şerafettin Güç, “Bir Tahrifatın Deşifresi, Said-i Kürdi Kevser Suresini Neye Alet Etti”, Düşünce ve Tarih,
S, s).

s3

DİN DÜŞMANLIĞI SIRALAMASI

Said-i Nursi, Atatürk Cumhuriyeti'ni “İstibdad-ı askeriye-yi keyfiyeyi küfriye” olarak adlandırıyor. Yine cifir ve ebcet hesaplarıyla bulduğu rakamlardan yola çıkarak “Mason komitesinin üç reisi” dediği Cumhurbaşkanı Atatürk, Başbakan İsmet (İnönü) ve Genelkurmay Başkanı Fevzi (Çakmak)'ın, sözüm ona “derece-i hataları ve şeriat hakkında olan cinayette hisseleri”ni sıralıyor: Önce ebcet hesabıyla “hata sayısını” buluyor, sonra bu hata sayısından İsmet (İnönü)'nün , Atatürk'ün , Fevzi (Çakmak)'ın ise hisse aldığını iddia ediyor. Dine zarar verme konusunda en büyük hisseyi, “icraatçı” olduğu için İsmet (İnönü)'ye veriyor. Atatürk'e “şeytani” diyor. Fevzi (Çakmak)'ı ötekilere göre “bir derece iman sahibi” olarak adlandırıyor. Atatürk ve (İnönü)'den “öteki gaddarlar” diye söz ediyor. Fevzi (Çakmak)'ı, “dizginleri öteki gaddarların eline vermekle” suçluyor. (Sırrı İnna A'tayna Risalesi, s. 37).
Said-i Nursi, Türkiye'yi 2. Dünya Savaşı'na sokmayanın da İsmet İnönü değil, “Risale-i Nur” olduğunu söylüyor. (Sikke~i Tasdiki Gaybî, s. 45).

DURMADAN ATATÜRK'E SALDIRIYOR

Said-i Nursi, Atatürk'ü, “Halkın nefretine layık adam&#; İslam dinini yıkmaya çalışan kişilerin en büyüğü&#; (deccal)” olarak adlandırıyor. (Alparslan Işıklı, Said-i Nursi, Fethullah Gülen ve Laik Sempatizanları, s).
Denizli müdafaasında açıkça Atatürk'e saldırıyor; Atatürk'ün Milli Mücadele'deki rolünü azaltmaya çalışıyor: “Benim kırk sene önce beyan ettiğim bir hadisin o şahsa (Atatürk'e) vurduğu tokada binaen, sabık mahkemelerimizde bana hücum eden bir savcıya dedim&#; Kahraman ordunun zaferi ve şerefi ona verilemez&#;” diyor. (Şualar, ,, ).
Başka bir risalesinde de “Ölmüş gitmiş ve dünyadan ve hükümetten alakası kesilmiş BİR ADAM hakkında 30 sene evvel hadis-i şerifin ihbarıyla KURAN'A ZARARLI öyle bir adam çıkacak dediğimi ve sonra MUSTAFA KEMAL'in o adam olduğunu zaman gösterdi” diyor. (Emirdağ Layihası, C.1, s. ).
Said-i Nursi, Atatürk'ü “süfyan, deccal, tağut, delalet zındıka komitesinin firavun meşreb reisi, ehl-i dalaletin dehşetli şahsiyeti” diye adlandırdığı için mahkum oluyor. Buna karşı “hapisteki Nur talebeleri” ağzıyla verdiği cevapta, Atatürk'ün, “bu milletin istiklalini ve istikbalini mahvettiğini”, dünyadaki “ milyonluk manevi ihtiyat kuvvetini”, yani, dünya Müslümanlarını “milletin aleyhine çevirip dinsizliği dindarlara tercih ederek” 70 milyon Arap'ı elinden çıkardığını iddia ediyor. (Sırr-ı İnna A'tayna Risalesi, s. ). Bütün bunları söylerken I. Dünya Savaşı sırasındaki “Arap ihanetinden” ise hiç söz etmiyor.
İşte Türkiye'de bugün din üzerinden Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlığı yapanların çoğu,Said-i Nursi'nin bu tür safsatalarıyla Atatürk'e ve Cumhuriyet'e düşman oldular, olmaya devam ediyorlar.

Said-i Kürdi

Said-i Nursi, uzun yıllar “Said-i Kürdi” adını kullandı.
Milli Mücadele yıllarında Kürt Teali Cemiyeti, Teali İslam Cemiyeti, Kürt Neşriyat Cemiyeti ve Kürdistan Azmi Kavi adlı derneklerin kurucuları arasında yer aldı.
'teki Şeyh Sait İsyanı'ndan önce ayrılıkçı Azadi örgütüyle ve isyanın elebaşı Şeyh Sait'le görüştü, ancak fiilen isyana katılmadı. İsyan sonrasında Batı'ya sürüldü.
Türklerin, Kürtleri ezdiğini düşünüyor. “Türklerin, Kürtlerin milliyetlerini kaldırıp onların dillerini unutturduklarını” belirtiyor. (Mektubat, s).
Necip Fazıl'dan öğrendiği  Dersim Olayı'nı, Atatürk'ün “deccal” olduğuna kanıt olarak gösteriyor. Bunun, “zındıklık, münafıklık, vatan ve millete hadsiz bir düşmanlık olduğunu” söylüyor. (Sırr-ı İnna A'tayna Risalesi,
s. 42, 44).

s4

Bir keresinde etnik kökeni üzerinden Atatürk'e saldırırken Türkleri övüyor: “İslam'ın en büyük ordusu ve kahraman milleti olan Türk'e, bütün mahiyetlerine zıt, bütün ecdatlarını darıltan, inciten, manen ihanet eden ve neslen hiç Türklükle münasebeti olmayan bir adama (Atatürk'e) Türklerin ceddi ve büyük babası namını vermenin” Türklüğe ihanet olduğunu söylüyor. (Sırr-ı İnna A'tayna Risalesi, s).
Bu arada az daha unutuyordum! Said-i Nursi'yi II. Abdülhamit bir süre akıl hastanesinde tutmuştu. (Şerif Mardin, Bediüzzaman Said Nursi Olayı, s. ,). Bunu kendisi de itiraf ediyor. (Said'i Nursi, Divan-ı Harbi Örfi, s. 6). Bu topraklarda yaşayan aklı başında birinin -eğer cahil veya hain değilse- Atatürk'e düşman olması, mümkün müdür Allah aşkına?

Bataklığı kurutmak

Şapkayı dinsizliğin sembolü olarak gören, “ bin tefsirin işaretiyle tesettüre en uygun kıyafet çarşaftır. Çarşaf kadınların siperi, kafesidir” diyen Said-i Nursi'nin tüm hayatını; risalelerindeki saçmalıkları, Milli Mücadele'deki sessizliğini, 'lerdeki partizanlığını; 'de Emirdağ'da yeşil tuğralı bayrakla Menderes'i karşılayışını vb. buraya sığdırmam mümkün değil. (Ayrıntılar için bkz. Sinan Meydan, Cumhuriyet Tarihi Yalanları, 2. Kitap, s. ).
Sözün özü şu: FETÖ'yle aynı kaynaktan; Said-i Nursi'nin risalelerinden beslenen bugünkü siyasal İslamcı kafanın, o bataklığı kurutması imkânsızdır. O bataklığı kurutmadıkça da FETÖ bitirilse bile yeni FETÖ'lerin ortaya çıkması engellenemez.

Atatürk'ün Said Nursi'ye yaptığı teklifin perde arkası

RİSALEHABER

Araştırmacı-yazar Mehmet Selim Mardin, M. Kemal tarafından Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerine yapılan "şark umumi vaizliği" teklifinin ayrıntılarını yazdı.

M. Kemal önünde gördüğü tek bir zorlu engel vardı: Kürtler

yılından itibaren M. Kemal’in kürtlere verdiği sıcak mesajlar, milli mücadelenin bitimine yakın olan yılına kadar değişik vesilelerle devam etti. Hatta doğrulanamayan İngiliz arşiv belgelerinde Kürtlere özerlik verilmesi konusunun Mecliste onaylanıp kabul edildiği bile iddia edildi.

Kurtuluş savaşı daha sona ermeden, M. Kemal kafasındaki ulus devlet düşüncesini yerleştirmek için önünde gördüğü tek bir zorlu engel vardı: Kürtler. Ne yapıp edip bu milleti hizaya getirmesi lazımdı. Bu konuda en müessir silahı din adamlarında gördü. İnkilâpları yerleştirmek için nasıl din adamlarından çokça faydalandıysa, bu Kürt meselesini de onlarla halletmek istiyordu. Akla gelen ilk isim yardımını talep ettiği zat, Şeyh Ahmed Eş-Şerif Es-Sünûsî oldu.

TBMM reisi M. Kemal'in Şeyh Sünûsi’ye mektubu

Sünûsi, Afrika’da doğup gelişen ve büyük hizmetler ifa eden Sünûsi hareketinin büyüklerindendir. Trablusgarp işgali sırasında İtalyanlara karşı verdiği büyük mücadele ve kahramanlığı ile tarihe geçmiş din alimi ve büyük liderlerdendir. Senusi tarikatının ve buradaki halkın başında büyük mücadele vermiş ve uzun süre düşmanın ülkeyi ele geçirmesine engel olmuştur. Osmanlı Devleti İtalya ile barış yapmak zorunda kalıp buradan çekildikten sonra da mücadelesini sürdürerek işgale direnmiş, Osmanlı Devleti de el altından desteğini mümkün mertebe sürdürmüştür. Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı ile bağını en güçlü şekilde devam ettirmiş, savaşın sonlarına doğru bizzat Padişah tarafından İstanbul’a davet edilmiş ve kendisine büyük bir alâka gösterilmiştir. Kurtuluş Savaşı sırasında Anadolu’nun bir çok yerini gezerek Kuva-yı Milliyecilere destek olmuş ve onlar için vaizlik yapmıştır.

monash.pw Kürdistan hakkında düşüncelerini ve niyetini Şeyh Sünûsi’ye yazdığı mektupla dile getirir. Şimdiye kadar hiçbir yerde yayınlanmayan özel bir arşivden elde ettiğimiz belgede monash.pw’in Şeyh Sünûsi’den Kürtlere karşı yardım talebini ihtiva eden mektubunu aynen yayınlıyoruz.

Ankara/
Türkiye Büyük Millet Meclisi Riyaseti
Başkitabeti Zabıt ve Kavanin kalemi
Adet

Esseyyit Ahmedis Şerif Essünesi Hazretlerine

Kemali muhabbet ve iştiyak ile ihtiramatı mahsusemi arz monash.pw-ı Hak cümlemizi masuniyet ve saadeti islamiyeye müteveccih mesaide mazharı muvaffak monash.pw

mkemal_monash.pw

Şimdiye kadar bu maksatla vuku bulan mesail-i cemile-i siyadetpenahilerini kemali men ve şükran ile tezkâr eyledikten sonra, bundan sonra dahi sebk edecek hidematı aliyede muvaffak olmanız için Cenab-ı Rabbi Sübhane hazretlerine ref’i tazarruat eyliyorum.

Düşmanların vahdet-i vataniye ve selameti islâmiyemize süikast için geceli gündüzlü mütemadiyen çalışmakta oldukları ve bütün Alem-i İslâm’ın nusret ve saadeti için cihad eden memleketimize tefrika ikaına sai bulundukları ve bazı cehale-i nası idlal ederek naili maksad olmak üzere bir Kürdistan meselesi çıkardıkları zat-ı siyadetpenahilerincede malum bir keyfiyettir.

Düşmanlar,bu mahsadı hainanelerini maazallah tahakkuk ettirmek üzere faaliyetlerine elyevm germi vermişlerdir.

Vahdet-i vataniye ve İslâmiyeyi sıyanet için her türlü tedabirin ittihazı cümlemizin akdem vazaifimizden olduğundan maddi silahlardan daha muzır ve daha zehirli bulunan düşmanın işbu manevi silahlarına ve muhacemetine mani olmak üzere Meclis-i Milli azasından bazı rüfekayı o mıntıka memur ederek gömonash.pw ve memduhunuz bulunan rüfekayi muhterememizden Siverek Mebusu Abdülğani beyi de zat-ı siyadetpenahilerinin bu baptaki mesaii cemilelerine muavenet etmek üzere nezdi alilerine gönderdik.

Efkâri nası delaletten vikaye ve tariki hak ve selamet üzere bulunmaları için maneviyatlarının tenvir ve himaye buyurmak üzere mesaii cemileye germiyet verilmesini hassaten kemal-i ihlas ve muhabbetle niyaz eylerim.Düşmanlar hakkında ordumuzca alınmış olan tedabir Elhamdulillah şayanı emniyet ve gaye-i mukaddeselizi kâfil bir monash.pw-ı Hak muvaffak bilhayr eylesin.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi
monash.pw ( imza )

Şeyh Sünûsi, Ankara hükümetinin gidişatını beğenmeyince görevi bıraktı

Mektubu özetleyecek olursak: Mektup o zamanın konjoktürü gereği bir İslam alimine hitaben yazıldığından dua ile başlıyor. Allah’tan muhafaza isteği ile İslam saadetine yönelik çalışmalarda başarı temennisi var. Hemen devamında Vatan birliğinin ve İslam selametininin süikastine yönelik düşmanların geceli gündüzlü çalıştıkları ifade edilerek, bu düşmanların İslam birliğini tehlikeye atarak Kürdistan meselesini çıkardıklarını vurgular.

monash.pw(Şeyh Ahmed Sünûsi)

Maddi silahlardan daha dehşetli olan bu manevi tehlikenin saldırılarına engel olmak üzere Siverek Mebusu Abdulgani bey çalışmalara yardımcı olmak üzere görevlendirilmiştir.

Şeyh Sünûsi, Abdulgani beyin refakatinde bir süre Şark illerinde geziye çıktı. Ancak Ankara hükümetinin gidişatını beğenmeyince verilen görevi yarıda bırakarak yılının sonlarında Şam’a gitti.

monash.pw’in Kürt sorununa bakışı, bugünkü resmi politikadan farklı değildi

Mektubun muhteviyatı monash.pw’in apaçık niyetini ortaya sermektedir. Bu niyeti Doçent Cemil Koçak bir röportajda şöyle dile getir. ”Kürtleri yanına alarak verdiği Milli Mücadele’yi başarıyla sonuçlandırdıktan sonra, bir siyasetçi olarak Kürtlerin desteğine ihtiyacı kalmadığını düşündü. Bu ittifakı, ileride yapmak istediklerine engel olarak görmeye başladı ve muhtemelen de kafasında nihai hedef olarak Kürtlere özerklik vermek gibi bir şey yoktu. Onun nihai hedefi bizim bugün anladığımız üniter devletti. Aslında monash.pw’in Kürt sorununa bakışı, bugünkü resmi politikadan farklı değildi.”

Bediüzzaman’a Yapılan Şark Vaiz-i Umumiliği Teklifinin Perde Arkası

monash.pw Şeyh Sünûsi’den istediği neticeyi alamayınca aynı teklifi Ankara’ya yeni gelen Bediüzzaman Said Nursi'ye teklif eder. Üstelik Şark vaizi umumiliğinin yanı sıra milletvekilliği ve lira maaş gibi cazip tekliflerde bulunur.

Bediüzzaman ile ilgili yapılan biyoğrafi çalışmalarında Şeyh Sünûsi’nin Kürtçe veya Türkçe bilmediği için Şark vaizliği görevinin Bediüzzaman’a verilmek istendiği iddia edilmektedir. Bu iddia biraz zayıf düşmektedir. Çünkü Şeyh Sünûsi yalnız değildir. Yanında sürekli dolaşan kendisine refaket eden, Kürtçe ve Türkçeyi iyi derecede bilen Siverek mebusu, aynı zamanda Bediüzzaman’ın dostu olan Abdülgani bey bulunmaktadır. Kaldı ki Şarkta medreseler çok yaygın olduğundan Şeyh Sünûsi ile çok iyi anlaşacak durumdaydılar. Başta dediğimiz gibi, Sünûsi Ankara hükümetinin gidişatını beğenmediğinden yapılan teklifleri kabul etmedi dersek hakkı teslim etmiş oluruz.

Said Nursi, M. Kemal'in teklifini reddetti

Bediüzzaman kendisine teklif edilen Şark vaizi umumiliği görevini kabul etmeyip Van’a gider. Bu tarihten sonra artık Şark vilayetlerini ve insanlarını huzursuz edecek planlar ortaya çıkar. İlk patlak Şeyh Said hadisesi ile ortaya çıkar. Şeyh Said hadisesi yeni kurulacak sistem için bir dönüm noktasıdır. Artık ‘Türkiye’de yaşayan herkes Türk milletidir, herkes Türktür. Cumhuriyet’i Türkler kurdu’ deniyor. Yani, ‘Herkes kendine Türk diyecek ve Türkçe konuşacak’ deniyor. Ardından daha bu hadisenin yaraları soğumamışken Dersim hadiseleri baş gösterir.

Bediüzzaman Ankara hükümetinin tekliflerini neden kabul etmediği konusunda sorulan bir soruya şöyle cevap verir:

“Büyük memurlardan birkaç zat benden sordular ki: “Mustafa Kemal sana üç yüz lira maaş verip Kürdistan’a ve vilayat-ı şarkiyeye Şeyh Sünusi yerine vaiz-i umumi yapmak teklifini neden kabul etmedin? Eğer kabul etseydin, ihtilal yüzünden kesilen yüz bin adamın hayatlarını kurtarmaya sebep olurdun” dediler.

Ben de onlara cevaben dedim ki: Yirmişer, otuzar senelik hayat-ı dünyeviyeyi o adamlar için kurtarmadığıma bedel, yüz binler vatandaşa, herbirisine milyonlar sene uhrevi hayatı kazandırmaya vesile olan Risale-i Nur, o zayiatın yerine binler derece iş görmüş. Eğer o teklifi ben kabul etseydim, hiçbir şeye alet olamayan ve tabi olmayan ve sırr-ı ihlası taşıyan Risale-i Nur meydana gelmezdi. Hatta ben, hapiste muhterem kardeşlerime demiştim: Eğer Ankaraya gönderilen Risale-i Nurun şiddetli tokatları için beni idama mahkum eden zatlar, Risale-i Nurla imanlarını kurtarıp idam-ı ebediden necat bulsalar, siz şahit olunuz, ben onları da ruh u canımla helal ederim.”

Atatürk'le Bediüzzaman bir saat görüştüler

Atatürk ile Bediüzzaman Said Nursi'nin görüşmesine tanıklık eden milletvekilinin günlüğüne Yeni Şafak ulaştı. TBMM Birinci ve İkinci dönem Şebinkarahisar milletvekillerinden Ali Sururi'nin yeni ortaya cıkan anılarında, Atatürk'ün Said Nursi ile Meclis'teki başkanlık odasında görüştüklerini ve münakaşa ettiklerini yazıyor.

HATIRALAR GÜN YÜZÜNE ÇIKTI

Hür Adam filmi ile gündeme gelen Atatürk ile Said Nursi'nin görüşüp görüşmediği bilmecesine dönemin tanıklarının anıları ile cevap bulundu. Birinci ve ikinci Dönem Şebinkarahisar milletvekili ve Başkanvekili (2. Dönemde Kısa bir süre) Ali Süruri'nin (Tönik) günlüklerinde Atatürk ile Said Nursi'nin görüşmesine yer monash.pwası ve Nadir Eserler Uzmanı Dr. Niyazi Ünver tarafından hazırlanarak yayınlanması için Tarih Kurumu'na gönderilen “Meclisteki Günlerim" isimli eserde Ali Süruri tarihleri ile birlikte Said Nursie'nin Meclis'te dinleyici locasında milletvekillerini selamlamasını ve TBMM Başkanlık makam odasında Atatürk ile yaklaşık 1 saate yakın süren görüşmelerine şahit olduğunu anlatıyor.

Mecliste alkışlarla karşılandı

TBMM 1. ve 2. Dönem Milletvekili Ali Süruri'nin günlüklerine ulaşan Yeni Şafak, Mustafa Kemal Atatürk ile Bediüzzaman Said Nursi görüştüğünü de belgeledi. Ali Süruri'nin günlüklerinde Said Nursi'nin TBMM'de miletvekilleri tarafından hoşgeldiniz töreniyle ve alkışlarla karşılandığı belirtilirken, Atatürk ile yaptığı görüşmenin detaylarına da yer veriliyor. Elyazması ve Nadir Eserler Uzmanı Dr. Niyazi Ünver tarafından hazırlanarak tarihe kazandırılmak üzere Türk Tarih Kurumu'na gönderilen Ali Süruri günlüğü “Meclisteki Günlerim" ismiyle basılacağı zamanı bekliyor.

MECLİS'TE KARŞILAMA TÖRENİ

Bediüzzaman Said Nursi'nin 9 Kasım 'de geldiği Ankara'dan 17 Nisan 'te ayrılır. Bu süre içinde yani yaklaşık 5 ay Ankara'da kalan Bediüzzaman, Hacı Bayram Veli Camii civarında ikamet eder. Ali Süruri (Tönik) Bediüzzaman Said Nursi'nin Meclis'e geldiği tarihi 9 Teşrinisani Perşembe (9 Kasım ) olarak anılarına kaydeder. Meclis'te dinleyiciler locasında oturan Nursi'yi Mebuslar alkışlarla ve hoşamedi (Hoşgeldin) töreniyle karşılarlar. Ali Süruri bunu anılarında şöyle dile getirir: "İki gün evvel Ankara'ya gelmiş olan Bediüzzaman Saidi Kürdî Efendi samiin locasındaydı. Vilayeti Şarkiye mebuslarından bazısının takriri üzerine Meclis alkışlarla müşarünileyhe beyanı hoşaşmedi etti. Kendisi de locada ayağa kalkarak temennayla ve birkaç kere selam vermek suretiyle teşekkürde bulundu. Bilahare riyaset odasında görüştük. (1)'te () gördüğüm Saidi Kürdi hiç değişmemiş ve ihtiyarlamamış"

Halife'nin mektubuna itiraz

Atatürk ile Bediüzzaman Said Nursi görüştükleri gün Meclis'in çalıştığını Halife'nin (Osmanlı Halifesi) TBMM'ye gönderdiği cevabın okunması ile ilgili tartışmaların yürütüldüğünü söyleyen Ali Süruri anılarında o gün ile ilgili şunları yazıyor: "Halife hazretlerinden Meclis'e bir cevap gelmiş. Okunacağı sırada kaimen dinleyelim diye bir teklif dermeyan olmuş. Derken gürültü çıktı. Ben de hemen o sırada teneffüs salonuna çıkmıştım. İçeri girdiğimde münakaşa cereyan ediyordu. Nihayet tayini esami suretiyle reye kondu. Nisap yok. Badetteneffüs yoklama yapıldı. Ekseriyet olmadığı taayyün etti. Cevapname okunmaksızın meclis dağıldı. Celseyi aleni olmadığı için münakaşayı vakıa çok çirkin oldu"

Ali Süruri (Tönik) yılında Şebinkarahisar'ın Tönik nahiyesinde dünyaya gelir. Rüştiye tahsili yapan Ali Süruri, bir süre de dava vekilliği (avukatlık) yapar. monash.pw II. Dönem Şebinkarahisar milletvekilliği görevlerinde bulunan Ali Süruri kısa bir süre de TBMM başkan vekilliği yapmıştır. Kendisi "sarıklılardan" olmakla beraber, Mustafa Kemal'in ekibinden olduğu bilinen Ali Süruri yılları sürecinde günlük tutar. Bu günlükler neredeyse günü gününe tutar. Süruri yılında 38 yaşında hayatını kaybeder.

Namaz kılması için uyarmış

Atatürk ile Bediüzzaman Said Nursi arasında Meclis Başkanlık Makam odasında geçen ve 1 saat süren görüşmeye tanıklık ettiğini söyleyen Milletvekili Ali Süruri tarih olarak da 25 Teşrinisani (25 Kasım ) olarak görüşmeyi kaydediyor. Ali Süruri anılarında görüşme ile ilgili şu bilgileri veriyor: "Takriben akşam namazı sıralarında Meclis dağılırken baktım, Divanı Riyaset odasında Kemal Paşa ile Bediüzzaman Molla Saidi Kürdî arasında bir mübahase var. Ben de dinledim. Bir saat kadar imtidat (Devam) etti. Mübahasenin iptidası (geçmişi) Beziüzzaman'ın Kemal Paşa'ya ve daha bazı arkadaşlara yazdığı mektupta namaz kılmalarını tavsiye etmesi ve mezhebi Şafide terki salâtın (namazın) şahadeti kabul edilmeyeceğine nazaran, Meclis'in ekseriyeti terki salât etse Meclis'in hükümlerinin medhul ve gayrı nafiz olması lazım geleceğini beyan eylemesinden dolayıymış.

Kemal Paşa meali mektubun siyaseten derkar olan mehazirinden ve hiç olmazsa yalnız kendisine yazılsaydı, bu mahzurun o kadar varit olmayacağından bahisle Bediüzzaman'a darıldı. Beziüzzaman'da bu mahzuru düşünmediğini itiraf etti. Bediüzzaman da evvelce biraz hasyetini söylüyor idiyse de, sonra tevil ve tahfif etti ve aralarındaki kırgınlık zahiren zail oldu gibiyse de herhalde iki taraf da birbirine muğber kaldılar. Kemal Paşa çok mühim meselelere temas etti ve hakikaten zekâsını gösterdi. Bediüzzaman'ı yalnız şu mübahasede dinleyenler şöhretini pek hakikate muvafık bulmadılar sanıyorum. Mamafih yine güzel cevaplar verdi. Ve Meclis'in çok mübarek ve mübeccel olduğundan bahsetti. O bilhassa Kemal Paşa'ya hitaben: “Siz Kur'an'ı ve İslam'ı kurtardınız. Kur'an'ı omzunuza kaldırdınız. Kur'an ise her sayfasında salât ile emrediyor. Mademki Kur'an'ı böyle muhafaza ettiniz onun emri olan salata da beynelmüslimin tayini müdavemet için teşebbüs etmeniz lazımdır ve mektubu size onun için yazdım. Sizden başkalarına yazdığım doğru olmayabilir. Fakat böyle bir teşebbüsü sizin hatırınıza onlar da getirsinler diye yazdım” mealinde güzel sözler söyledi"

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır