insan gücünü aşan derecede olan bulmaca / TASAVVUFTA MERAK ETTİĞİNİZ SORULARA CEVAPLAR | Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz

Insan Gücünü Aşan Derecede Olan Bulmaca

insan gücünü aşan derecede olan bulmaca

kaynağı değiştir]

Ruh ile can kavramları arasında kimi kültür, din ve felsefelerde bir ayrım yapılmamış, kimilerinde ise bir ayrım yapılmış olmasına ve bu kavramları belirten iki ayrı ya da birkaç terim olmasına rağmen, söz konusu terimler, çeşitli nedenlerle (aralarındaki farkın muğlak bir mesele olması veya farkı bilmeyenlerce aynı anlamda kullanılması vs.) sık sık aynı kavramı belirtmek üzerine birbirlerinin yerine kullanılagelmişlerdir. Can terimi kimi görüşlerde yalnızca insanlar için ve Aristo'nun görüşünde olduğu gibi, zihinsel etkinliklerle (örneğin düşünce) ilgili olarak kullanılırken, kimi görüşlerde de bir canlıyı cansızdan ayıran özelliklerle nitelendiğinden, tüm canlılar için kullanılır. İnsan varlığını üçlü bir yapıda ele alan kimi görüşlerde ise ruh ile madde (fiziksel beden) arasında “yarı maddi” üçüncü bir unsurun bulunduğu varsayılır. Ruh ise genellikle öznel (sübjektif) bir varlık olarak ele alınır, kişisellik, bireysellik gösterir.

Pavlus'un ruh (pneuma), can (psyche) ve beden (soma) şeklinde üçlü bir ayrım yaptığı görülür.[52] Pavlus'un Selanikliler'e Birinci Mektup'ta ve Korintoslular'a Birinci Mektup'ta (15/44) yazdıklarına bakılırsa, insan varlığının en ulvi, en yüksek kısmı ruhtur; fakat ruhun beden üzerindeki etkisi psyche aracılığıyla olmaktadır.

İlk konsil olan İznik konsili (M.S) sırasında erkeğin canı kadar ilahî bir doğası olmamakla birlikte kadının da bir canı olduğu kabul edilmiştir[53].Önceleri ruh (Fr. l'esprit) düşünceye, can (Fr. l'âme) da hislere bağlanıyordu. canon'da insanın iki canı olduğundan sözediliyordu. yılında İstanbul'da toplanan konsilde canon'dan ruhun iptal edilmesi (çıkarılması) kararı alındı; bununla birlikte canın ruhsal bir kısmı olduğu kabul edilmişti. Ruh ile can arasındaki kavram karışıklığı da bu dönemde başlamıştır. Böylece ruh, can ve beden üçlemesi can ve beden ikilemine indirgenmiş oldu ve “ruh ile beden arasında dengeleyici ve uyum sağlayıcı can” anlayışı terk edilerek, bedenle zıtlık gösteren can ya da ruh anlayışıyla ifade edilen düalist anlayışa geçildi.[54]

İstanbul patriği Fotios'a muhalif olanlar, onu insanın iki canı olduğunu ileri sürme konusunda yalancılıkla suçladılar. Fotios görevden alındı ve daha sonra görevi tekrar kendisine iade edildi. Fotios 'de İstanbul'da bir konsil düzenledi ve bu konsil toplantısında 'da alınmış kararlar iptal edildi. Roma, önceleri bu konsili tanımış ve Papa, Fotios'la iyi ilişkilerini sürdürmüşse de, Katolik ve Ortodoks kiliselerinin yol ayrımından sonra bu konsil Roma tarafından tanınan konsiller listesinde yer almamıştır.[55]

Yine de, günümüzde bazı Hristiyanlar insanın beden (eski Yunanca'da soma), can (psyche) ve ruh (pneuma) [56] şeklinde üçlü bir yapıda olduğunu kabul ederler. Bununla birlikte Kitab-ı Mukaddes üzerinde çalışmalarda bulunan modern ulemanın çoğu kitaptan yaptıkları pek çok alıntıda bu iki terimi birbirinin yerine kullanmakta ve böylece üçlü yapıyı ruh ve beden şeklinde ikili yapıya indirgemektedirler.

Dinsel görüş ve inanışlarda ruh kavramı[değiştir
 

Genellikle gerçek anlam&#;ndan farkl&#; bir anlam&#; olan, ilgi çekici bir anlat&#;m&#; bulunan, ifadeyi daha zengin k&#;lan, iki veya daha fazla sözcükten meydana gelen, kal&#;pla&#;m&#;&#; söz topluluklar&#;nadeyimdenir. Ço&#;unlukla gerçek anlam&#;ndan ayr&#; bir anlam ta&#;&#;yan, en az iki sözcükten olu&#;an kal&#;pla&#;m&#;&#; söz ya da sözcük gruplar&#;.e&#;.Tabir. Genellikle gerçek anlam&#;ndan az çok ayr&#; bir anlam&#; olan, ilgi çekici bir anlat&#;m&#; bulunan, ifadeyi daha zengin k&#;lan, iki veya daha fazla kelimeden meydana gelen, kal&#;pla&#;m&#;&#; söz topluluklar&#;na deyimdenir. Birden fazla sözcükten olu&#;mu&#;, bir kavram&#; kar&#;&#;lamak amac&#;yla kulllan&#;lan ve bir durumu en k&#;sa yoldan anlat&#;p, cümleye çekici anlat&#;m özelli&#;i katan, ço&#;u mecaz anlaml&#; kal&#;pla&#;m&#;&#; söz öbeklerine deyim denir.
Aba alt&#;ndan de&#;nek göstermek: Sakin, yumu&#;ak görünmekle birlikte kar&#;&#;s&#;ndakini gizliden gizliye korkutmak."Sak&#;n onlara aba alt&#;ndan de&#;nek göstermeye kalkma, yoksa kaç&#;r&#;rs&#;n."
Abac&#;, kebeci, ara yerde sen neci?: "Tamam, ilgililer bu i&#;e kar&#;&#;abilirler, ama sen neci oluyorsun" anlam&#;nda kullan&#;l&#;r.
Abay&#; yakmak: Gönül verip â&#;&#;k olmak, tutulmak."Türkmen k&#;z&#;na abay&#; yakal&#; beri, saz&#; elinden dü&#;ürmez oldu."
Abbas yolcu: 1. Yola ç&#;kmaya kesin kararl&#;."Abbas yolcu! Daha fazla oyalamay&#;n." 2. Ölmek üzere (olan). "Komaya girdi, abbas yolcu mu ne?"
Abesle i&#;tigal etmek: Yersiz, yarars&#;z, bo&#; ve anlams&#;z &#;eylerle vakit geçirmek."&#;u ya&#;a geldin, ama abesle i&#;tigal etmekten vazgeçmedin."
Abuk sabuk konu&#;mak: Dü&#;ünmeden, birbiriyle ilgisi olmayan, tutars&#;z, saçma sapan söz söylemek. "Yeter art&#;k, abuk sabuk konu&#;malar&#;na daha fazla dayanamayaca&#;&#;m."
Abur cubur: Yararl&#; olup olmad&#;&#;&#; dü&#;ünülmeksizin rast gele yenen, yemek yerini tutmayan yiyecekler."Ne diye çocuklar&#;n karn&#;n&#; abur cuburla doyuruyorsun?"
Aceleye getirmek (dara getirmek): 1. Bir i&#;i gerekti&#;i gibi yapmay&#;p, zaman darl&#;&#;&#;ndan yararlanarak birini aldatmak. "Tezgâhtar aceleye getirerek gömle&#;in defolusunu vermi&#;."2. Zaman darl&#;&#;&#; sebebiyle gereken özeni göstermemek. "Yaz&#;n hiç de güzel de&#;il, aceleye getirmi&#;sin."
Acemi çaylak: Toy, tecrübesiz, beceriksiz. "Acemi çayla&#;a bak hele! Sen mi tamir edeceksin o saati?"
Ac&#; çekmek (duymak): 1. A&#;r&#;, s&#;z&#; duymak. "Kazadan sonra çok ac&#; çekti." 2. Üzülmek, üzüntü içinde kalmak."E&#;ini kaybedeli on y&#;l oldu ama o hâlâ ac&#; çekiyor."
Ac&#;s&#; içine (yüre&#;ine) çökmek (i&#;lemek): Bir &#;eyin verdi&#;i ac&#;, üzüntü benli&#;inde derin iz b&#;rakmak."Elindeki tek evi de yan&#;p kül olunca ac&#;s&#; yüre&#;ine i&#;ledi."
Ac&#;s&#;n&#; çekmek: Yap&#;lan yanl&#;&#; bir i&#;in do&#;urdu&#;u s&#;k&#;nt&#; ve üzüntüyü ya&#;amak."Kesti&#;im o a&#;ac&#;n hâlâ ac&#;s&#;n&#; çekiyorum."
Ac&#;s&#;n&#; ç&#;karmak: 1. Ac&#;l&#;&#;&#;n&#; yok etmek."Ya&#;da kavurarak ac&#;s&#;n&#; ald&#;."2. Önceden u&#;rad&#;&#;&#; maddî ve manevî zarar&#; sonradan gidermek. 3. Öç almak."Bir gün bana yapt&#;klar&#;n&#;n ac&#;s&#;n&#; senden ç&#;karaca&#;&#;m."
Ac&#; so&#;uk: Keskin, ho&#;a gitmeyen, çok ü&#;ütücü so&#;uk."Ac&#; so&#;uk insan&#;n iliklerine i&#;liyordu."
Ac&#; söz: &#;nsan&#;n gönlünü inciten, onuruna dokunan a&#;&#;r söz."Bu ac&#; sözlerine kim katlan&#;r san&#;yorsun?"
Aç ac&#;na: Aç olarak, hiçbir &#;ey yemeden."Bu i&#; aç ac&#;na yap&#;lmaz."
Aç&#;&#;a ç&#;kar&#;lmak (al&#;nmak): &#;&#;inden ç&#;kar&#;lmak, görevine son verilmek."&#;&#;e üç gün geç geldi diye aç&#;&#;a al&#;nd&#;."
Aç&#;&#;a vurmak: Gizli, sakl&#; bir &#;eyi herkese duyurmak, ortaya ç&#;karmak."Y&#;llard&#;r içinde saklad&#;&#;&#; s&#;rr&#; mahkemede aç&#;&#;a vurdu."
Aç&#;&#;&#; ç&#;kmak: Saklamakla görevli bulundu&#;u para, e&#;ya veya ba&#;ka bir &#;eyin say&#;m sonucu eksik oldu&#;u anla&#;&#;lmak."Kasiyerin sal&#; günü ak&#;am&#; on bin lira aç&#;&#;&#; ç&#;kt&#;."
Aç&#;&#;&#;n&#; bulmak: Herhangi bir i&#;teki eksi&#;i, hileyi veya zarar&#; ortaya ç&#;karmak."Hemen her yaz&#;s&#;nda bir aç&#;&#;&#;n&#; bulmak mümkün."
Aç&#;k al&#;nla: Ba&#;ar&#;, &#;eref, övünç ve dürüstlükle."Hemen her i&#;ten aç&#;k al&#;nla ç&#;kar onlar."
Aç&#;k bono vermek: Bir kimseye s&#;n&#;rs&#;z, istedi&#;i gibi davranma yetkisi tan&#;mak.
Aç&#;k fikirli: Olaylar&#;, geli&#;meleri, yenilikleri iyi anlay&#;p gere&#;i gibi kar&#;&#;layan; dü&#;ündü&#;ünü oldu&#;u gibi söyleyebilen kimse."Bu toplumun aç&#;k fikirli insanlara duydu&#;u ihtiyaç, bugün daha fazlad&#;r."
Aç&#;k kalpli (yürekli): Samimî, içi temiz, içi d&#;&#;&#; bir olan kimse."Kom&#;umuz kadar aç&#;k kalpli bir adam görmedim."
Aç&#;k kap&#; b&#;rakmak: Gerekti&#;inde bir konuya yeniden dönebilme imkân&#; b&#;rakmak, kesip atmamak, ileriyi dü&#;ünerek &#;l&#;ml&#; davranmak."Bu kadar kesin konu&#;mayal&#;m, aç&#;k kap&#; b&#;rakal&#;m da iyi dü&#;ünebilme f&#;rsatlar&#; olsun."
Aç&#;k konu&#;mak: Gerçe&#;i sak&#;nmadan, çekinmeden söylemek."Daima aç&#;k konu&#;an insanlar&#; severim."
Aç&#;k saç&#;k: Görene&#;e, terbiyeye ayk&#;r&#; derecede aç&#;k (söz, davran&#;&#;, elbise)."Aç&#;k saç&#;k f&#;kralar anlatmaya utanm&#;yor musunuz?"
Aç&#;k seçik: Çok aç&#;k, çok belirgin, ayr&#;nt&#;lar&#;na kadar görülebilen."Daha aç&#;k seçik konu&#; da anlayal&#;m ne demek istedi&#;ini."
Aç&#;kta kalmak (olmak): 1. &#;&#; ve görev bulamamak. 2. Yersiz yurtsuz kalmak. 3. kimilerinin elde ettikleri bir yarardan mahrum olmak."Çoluk çocuk aç&#;kta kald&#;lar fabrika kapan&#;nca."
Aç&#;ktan kazanmak: Ortaya hiçbir emek ve sermaye koymadan gelir elde etmek, para kazanmak."Günümüz insan&#; aç&#;ktan kazanmay&#; bir kural hâline getirdi."
Aç&#;k vermek: 1. Geliri, giderini kar&#;&#;lamamak."Maa&#;&#;m&#;z yetmeyecek bu ay, galiba aç&#;k verece&#;iz."2. Ortaya ç&#;kmamas&#; gereken &#;eyi fark&#;nda olmadan belli etmek."Dikkat et de dü&#;manlar&#;na aç&#;k verme."
Açl&#;ktan nefesi kokmak: 1. Çok fazla yoksulluk içinde bulunmak."Dün açl&#;ktan nefesim kokuyordu ama bugün çok &#;ükür karn&#;m tok."2. Uzun zaman bir &#;ey yemedi&#;i anla&#;&#;lmak.
Açmaza dü&#;mek: &#;çinden ç&#;k&#;lmas&#; oldukça güç bir durumda kalmak. "Beni bu açmazdan ancak çocuklar&#;m kurtar&#;r."
Aç susuz kalmak: Çok yoksul bir duruma dü&#;mek, fakirlikten ya&#;ayamaz hâle gelmek."Afrika k&#;tas&#;n&#;n pek çok insan&#; aç susuz kalm&#;&#; durumda."
Adama dönmek: Ho&#;a giden bir duruma gelmek, düzelmek."Kap&#;lar, pencereler boyan&#;nca ev adama döndü."
Adamdan saymak: De&#;eri olmad&#;&#;&#; hâlde bir kimseye k&#;ymet vermek, sayg&#; duymak. "Seni adamdan sayd&#;m diye mi naz yap&#;yorsun?"
Adam etmek: 1. E&#;itmek, yeti&#;tirmek, belli bir seviyeye getirmek."Sen u&#;ra&#;, didin, adam et, o da s&#;rt çevirsin sana."2. Tamir edip kullan&#;l&#;r hâle getirmek, bir yeri düzene sokmak."Bu arabay&#; eninde sonunda adam edece&#;im."
Adam evlad&#;: &#;yi bir ailenin iyi yeti&#;tirilmi&#;; özü, sözü do&#;ru çocu&#;u."Bu iyili&#;i ancak bir adam evlad&#; yapabilirdi."
Adam içine ç&#;kmak: Toplulu&#;a kar&#;&#;mak, e&#;e dosta gitmek, de&#;erli insanlar&#;n bulundu&#;u yerlerde olmak ve onlarla görü&#;mek."Adam içine ç&#;kmayal&#; uzun zaman oldu."
Adam olmak: 1. Yeti&#;ip büyümek, geli&#;mek, i&#; güç sahibi olmak."Umar&#;m o da bir gün adam olur."2. Onar&#;l&#;p i&#;e yarar hâle gelmek.
Adam (insan) sarraf&#;: Tecrübesi sayesinde insanlar&#;n iyisini kötüsünü çabuk anlayacak duruma gelmi&#; kimse. "Sen üzülme, baban insan sarraf&#;d&#;r, onun ne mal oldu&#;unu kolayca anlar."
Adam sen de (adam!): Bir i&#;in önemli olmad&#;&#;&#;n&#;, ald&#;r&#;lmamas&#; gerekti&#;ini anlatmak için söylenir."Adam sen de, o kat&#;lmazsa kat&#;lmas&#;n, biz birlikte oynar&#;z."
Adam s&#;ras&#;na geçmek (girmek): Toplumda kendisine daha önce de&#;er verilmezken, art&#;k kendisine önem ve de&#;er verilir olmak."Biliyorum, seni de adam s&#;ras&#;na geçiren paran oldu."
A`dan Z`ye kadar: Bütünüyle, ba&#;tan a&#;a&#;&#;."Bu s&#;n&#;f&#;n düzeni a`dan z`ye kadar bozuk."
Ad&#; batmak: Ad&#; an&#;lmaz olmak, unutulmak, sözü edilmez olmak. "Hat&#;rlatmay&#;n, ad&#; bats&#;n o adam&#;n!"
Ad&#; ç&#;kmak: Kötü bir &#;öhret kazanmak."Bir kere ad&#; ç&#;km&#;&#;, ne yapsa fayda etmiyor, kimse dinlemiyor onu."
Ad&#; kalmak: Bir kimse veya &#;ey ortadan kalkt&#;ktan, öldükten sonra ad&#; dillerde dola&#;&#;r olmak."Birkaç y&#;l sonra &#;stanbul`da do&#;al güzelliklerin sadece ad&#; kalacak."
Ad&#; kar&#;&#;mak: &#;yi kar&#;&#;lanmayan bir olayla ilgisinin bulundu&#;u, o olaya kar&#;&#;t&#;&#;&#; söylenmek."Soygun i&#;ine Ali`nin de ad&#;n&#;n kar&#;&#;t&#;&#;&#; söyleniyor. Do&#;ru mu?"
Ad&#;m atmamak: Kesinlikle gitmemek, u&#;ramamak, aramamak. "Bir daha o eve ad&#;m atmamaya yeminliyim."
Ad&#;n&#; anmamak: Bir &#;eyden, bir kimseden hiç söz etmemek; unutmu&#; görünmek."Evi terk eden o&#;lunun ad&#;n&#; anmamakta sonuna kadar kararl&#;."
Ad&#;n&#; koymak: 1. &#;sim vermek. "Yeni do&#;an çocu&#;un ad&#;n&#; Ali koydular."2. Bir &#;eyin kar&#;&#;l&#;&#;&#;n&#; veya fiyat&#;n&#; kararla&#;t&#;rmak."Önce ad&#;n&#; koyal&#;m da ona göre hareket edelim."
Ad&#;n&#; vermek: 1. Birinin ad&#;n&#; bildirmek. 2. Biri taraf&#;ndan sal&#;k verildi&#;ini gönderildi&#;i kimseye söylemek. "Benim ad&#;m&#; ver ki i&#;lerin çabuk görülsün."
Aforoz etmek: 1. Kilise birli&#;inden ç&#;karmak. 2. Birini yak&#;n&#; olmaktan ç&#;karmak, ilgiyi kesip uzakla&#;t&#;rmak, ili&#;kileri tamamen koparmak."Bütün köylü onu aforoz etmekte kararl&#;."
A&#;&#;r aksak: Pek yava&#; olarak, düzgün olmayarak."Her zaman i&#;leri a&#;&#;r aksak yap&#;yorsunuz."
A&#;&#;r basmak: 1. A&#;&#;rl&#;&#;&#; fazla gelmek. 2. Bir i&#;te etkili olmak, gücü üstün gelmek, istedi&#;ini yapt&#;rmak."Politik gücü a&#;&#;r bas&#;nca ihaleyi kazand&#;."
A&#;&#;r ba&#;l&#;: Ciddî, olgun, hareketlerinde ölçülü, i&#;lerini dü&#;üne ta&#;&#;na yapan kimse."A&#;&#;r ba&#;l&#; olmak insana üstün meziyetler kazand&#;r&#;r."
A&#;&#;rdan almak: Bir i&#;i yapmakta acele etmemek, yava&#; davranmak, isteksiz görünmek."Hiç sebep yokken i&#;i a&#;&#;rdan alman&#; bir türlü anlam&#;yorum."
A&#;&#;r elli: 1. Oldukça yava&#; i&#; yapan, çabuk yapmayan. 2. Vurdu&#;u zaman çok ac&#;t&#;p can yakan."Adam&#;n eli amma da a&#;&#;rm&#;&#;, ense köküm hâlâ a&#;r&#;yor."
A&#;&#;r gelmek: 1. A&#;r&#;na gitmek, onuruna dokunmak."Hak etmedi&#;im &#;u sözler öylesine a&#;&#;r geldi ki bana."2. yap&#;lmas&#; güç gelmek."Bu ya&#;tan sonra in&#;aat i&#;lerinde çal&#;&#;mak art&#;k a&#;&#;r geliyor benim gibi ihtiyara."
A&#;&#;r hastal&#;k: Sonu ölümle neticelenebilecek gibi olan tehlikeli hastal&#;k."A&#;&#;r hastal&#;k geçirdi&#;i için bir türlü kendini toplayamad&#; ve zay&#;f kald&#;."
A&#;&#;r söz: Ki&#;inin gönlünü inciten, gücüne giden, onuruna dokunan, dayan&#;lmas&#; güç söz."Söyledi&#;in a&#;&#;r sözler çocuklar&#; çok incitti."
A&#;&#;z aramak (veya yoklamak): Ö&#;renilmek istenilen &#;eyi söyletecek yolda dil kullanmak."A&#;z&#;n&#; ara bakal&#;m o konuda bir &#;ey biliyor mu?"
A&#;&#;z (söz) birli&#;i etmek: Daha önce bir konuda anla&#;arak ayn&#; &#;eyi yapmak ya da söylemek."A&#;&#;z birli&#;i etmeli, hep birlikte savunmal&#;y&#;z kendimizi."
A&#;&#;zdan laf (söz) çekme(çalmak): Bir ki&#;inin bildi&#;i &#;eyleri ustal&#;kl&#; konu&#;malarda ona sezdirmeden ö&#;renmek. "Bo&#;una u&#;ra&#;ma, a&#;z&#;ndan laf çekemezsin onun."
A&#;&#;zda sak&#;z gibi çi&#;nemek: Bir dü&#;ünceyi, bir sözü tekrar edip durmak."Dolap da dolap! Art&#;k a&#;z&#;nda sak&#;z gibi çi&#;neyip durma &#;u sözü!"
A&#;&#;z de&#;i&#;tirmek: Daha önce söyledi&#;inin tersini söylemeye ba&#;lamak."Babas&#;n&#; görünce korkusundan a&#;&#;z de&#;i&#;tirdi."
A&#;&#;z, dil vermemek: 1. Söz söyleyemeyecek kadar hasta olmak. 2. Herhangi bir sebeple hiç konu&#;mamak, susmak."Kur&#;una dizilmeyi göze ald&#;lar ama a&#;&#;z, dil vermediler."
A&#;&#;z e&#;mek: Yalvarmak, hiç de lây&#;k olmayan birine yüz suyu dökmek. "Ölürüm de a&#;&#;z e&#;mem o adama!"
A&#;&#;z kalabal&#;&#;&#;: Birbirini tutmayan, gereksiz, konu d&#;&#;&#; sözler."As&#;l meseleyi a&#;&#;z kalabal&#;&#;&#; ile ört bas edip kaçamazs&#;n!"
A&#;&#;z kalabal&#;&#;&#;na getirmek: Birini gereksiz sözler söyleyip çok konu&#;mak yolu ile &#;a&#;&#;rtmak, dikkatini da&#;&#;t&#;p aldatmak."A&#;&#;z kalabal&#;&#;&#;na getirip yok pahas&#;na ald&#; mallar&#;."
A&#;&#;z kavaf&#;: Kar&#;&#;s&#;ndakini ikna etmek için diller döken, çok konu&#;an, gerekli gereksiz söz söyleyen kimse."&#;&#;reniyorum &#;unun gibi a&#;&#;z kavaf&#; heriflerden."
A&#;&#;z yapmak: Birini aldatma, yan&#;ltma, oyalama amac&#;yla duygular&#;n&#;, dü&#;üncelerini oldu&#;undan ba&#;ka türlü gösterecek biçimde konu&#;mak."Ne a&#;&#;z yap&#;p duruyorsun, gerçe&#;i söylesene!"
A&#;z&#; aç&#;k ayran delisi: Yeni gördü&#;ü her &#;eye al&#;k al&#;k bakan, anlams&#;z bir hayranl&#;kla seyredip &#;a&#;&#;ran."Haydi yürü, a&#;z&#; aç&#;k ayran delisi gibi ne bak&#;p duruyorsun vitrine."
A&#;z&#; (bir kar&#;&#;) aç&#;k kalmak: Çok &#;a&#;&#;rmak, &#;a&#;akalmak. "Onca seneden sonra sevdi&#;i arkada&#;&#;n&#; birden kar&#;&#;s&#;ndan görünce a&#;z&#; aç&#;k kald&#;."
A&#;z&#; kalabal&#;k: Çok ve manas&#;z, saçma sapan, tutars&#;z sözler söyleyen."A&#;z&#; kalabal&#;k insanlara tahammül etmek çok güç bir i&#;."
A&#;z&#; kulaklar&#;na varmak: Çok sevinmek, sevindi&#;i her hâlinden belli olmak. "Takdirname eline verilince sevincinden a&#;z&#; kulaklar&#;na vard&#;."
A&#;z&#; laf yapmak: Güzel, inand&#;r&#;c&#; söz söyleme yetene&#;i olmak."Politikac&#; m&#; olacaks&#;n, a&#;z&#;n laf da yapmal&#;."
A&#;z&#;na (veya a&#;z&#;n&#;n içine) bakmak: 1. Ne diyece&#;ini beklemek. 2. Onun sözüne göre hareket etmek."&#;yi, yemek için de onun a&#;z&#;na bak bari!"
A&#;z&#;na bakt&#;rmak: Etkili, güzel konu&#;arak kendini zevk ile dinletmek, dinleyenleri kendisine hayran etmek."O, a&#;z&#;na bakt&#;rmas&#;n&#; bilen ender hatiplerdendi."
A&#;z&#;na bir parmak bal çalmak: Amac&#;na ula&#;mak için birini tatl&#; sözlerle bir süre oyalamak, kand&#;rmak; umut verip ikna ederek i&#;ini yapt&#;rmak."Öyle bir insan ki a&#;z&#;na bir parmak bal çal, sonra her istedi&#;ini yapt&#;r."
A&#;z&#;na girmek: Dinlenirken konu&#;ana do&#;ru oldukça fazla yakla&#;mak."Çocuklar, masal anlatan dedenin, neredeyse a&#;z&#;na gireceklerdi."
A&#;z&#;na lây&#;k: Bir yiyece&#;in tad&#; anlat&#;l&#;rken kullan&#;l&#;r, çok lezzetli yiyecek anlam&#;nda."Haydi durma, uzan, tam a&#;z&#;na lây&#;k bir tatl&#;!"
A&#;z&#;nda bakla &#;slanmamak: S&#;r saklamay&#; becerememek, s&#;rr&#; hemen aç&#;&#;a vurmak."A&#;z&#;nda bakla &#;slanmayan bu adama nas&#;l oluyor da aç&#;l&#;yorsun?"
A&#;z&#;nda gevelemek: Aç&#;k olarak söylememek, belirli konu&#;mamak."Lütfen laf&#; a&#;z&#;nda geveleme de ne söyleyeceksen söyle, çok i&#;im var."
A&#;z&#;ndan bal akmak: Çok tatl&#;, ho&#;a gider biçimde konu&#;mak."Konu&#;, konu&#; hele; a&#;z&#;ndan bal ak&#;yor."
A&#;z&#;ndan ç&#;kan&#; kula&#;&#; i&#;itmemek: Sözlerini tartmadan, dü&#;ünmeden, öfke içinde, nere varaca&#;&#;n&#; hesaplamadan konu&#;mak."&#;yice ç&#;ld&#;rm&#;&#; olmal&#;s&#;n. Çünkü a&#;z&#;ndan ç&#;kan&#; kula&#;&#;n duymuyor."
A&#;z&#;ndan dü&#;ürmemek: Bir kimseden veya bir &#;eyden her zaman söz etmek."Ölünceye kadar torunu Esma`n&#;n ad&#;n&#; a&#;z&#;ndan dü&#;ürmedi."
A&#;z&#;ndan girip burnundan ç&#;kmak: Çe&#;itli yollara ba&#;vurarak birini bir &#;eye raz&#; etmek; veya kand&#;rmak."A&#;z&#;ndan girip burnundan ç&#;kt&#; ve ondan para koparmay&#; ba&#;ard&#;."
A&#;z&#;ndan kaç&#;rmak: Söylemek istemedi&#;i bir &#;eyi, bo&#; bulunup söyleyivermek."Dikkatli ol, laf&#; a&#;z&#;ndan kaç&#;r&#;p da gidece&#;imiz yeri söyleme."
A&#;z&#;ndan laf almak (çekmek): Bir kimseyi de&#;i&#;ik yollarla ve ustal&#;kla konu&#;turup birtak&#;m gizli &#;eyleri ö&#;renmek."Bo&#;una u&#;ra&#;ma, a&#;z&#;mdan laf alamazs&#;n."
A&#;z&#;ndan yel als&#;n: Olumsuz, kötü &#;eylerden bahsedenlere kar&#;&#; "a&#;z&#;n&#; hayra aç" anlam&#;nda söylenir."Bugün kötü &#;eyler mi bekliyorsun? A&#;z&#;ndan yel als&#;n, o ne biçim beklenti?"
A&#;z&#;n&#; aç&#;p gözünü yummak: K&#;zg&#;nl&#;k ile sonunu dü&#;ünmeden a&#;z&#;na gelen kötü sözleri söylemek, kar&#;&#;s&#;ndakine hakaret etmek."Eve geç gelen k&#;z&#;na a&#;z&#;n&#; aç&#;p gözünü yumdu."
A&#;z&#;n&#; aramak: Kar&#;&#;s&#;ndakini kurnazca konu&#;turarak a&#;z&#;ndan söz almak, istedi&#;ini ö&#;renmek."&#;unun a&#;z&#;n&#; ara da bahçeyi sat&#;p satmayaca&#;&#;n&#; ö&#;ren."
A&#;z&#;n&#; b&#;çak açmamak: K&#;rg&#;nl&#;ktan, üzüntüden ya da herhangi bir sebepten ötürü söz söyleyecek durumda olmamak."Bo&#;una u&#;ra&#;ma, evin yan&#;&#;&#;na öyle üzülmü&#; ki a&#;z&#;n&#; b&#;çak açm&#;yor."
A&#;z&#;n&#; havaya (poyraza) açmak: Umdu&#;unu elde edememek, f&#;rsat&#; kaç&#;rd&#;ktan sonra bo&#; yere beklemek."Evi o zaman alacakt&#;n, art&#;k geçti, bundan sonra a&#;z&#;n&#; havaya aç."
A&#;z&#;n&#; kapamak: 1. Susmak. 2. Ç&#;kar&#;n&#;n elden gidece&#;ini dü&#;ünerek birinin konu&#;mas&#;n&#; önlemek."A&#;z&#;n&#; kapatamazsak konu&#;up bizi elâleme rezil edecek."
A&#;z&#;n&#;n içine bakmak: Konu&#;an bir kimseyi seve seve ve dikkatlice dinlemek."Konu&#;mas&#; onlar&#; öyle sarm&#;&#;t&#; ki a&#;z&#;n&#;n içine bak&#;yorlard&#;."
A&#;z&#;n&#;n kokusunu çekmek: Bir kimsenin dayan&#;lmaz, çekilmez tutum ve davran&#;&#;lar&#;na katlanmak."Yeter art&#;k, daha fazla senin a&#;&#;z kokunu çekemem."
A&#;z&#;n&#; öpeyim (seveyim): Sevindirici bir söz söyleyene "ne güzel, ho&#; söyledin" anlam&#;nda kullan&#;l&#;r.
A&#;z&#;n&#;n pay&#;n&#; vermek: Sert söz ve davran&#;&#;larla kar&#;&#;l&#;k vererek bir kimseyi yapt&#;&#;&#;na pi&#;man etmek."Demek öyle, ben de senin a&#;z&#;n&#;n pay&#;n&#; vermezsem bana da Hasan demesinler!"
A&#;z&#;n&#;n suyu akmak: Çok be&#;enip isteyecek duruma gelmek, imrenmek."Vitrindeki k&#;zarm&#;&#; tavu&#;u görünce a&#;z&#;m&#;n suyu akt&#;."
A&#;z&#;n&#;n tad&#; kaçmak: Rahat&#; kaçmak, huzurunu kaybetmek, bir kimsenin kurulu dirli&#;i, düzenli&#;i bozulmak."&#;u v&#;z&#;r v&#;z&#;r i&#;leyen yol buradan geçince a&#;z&#;m&#;z&#;n tad&#; kaçt&#;."
A&#;z&#;n&#;n tad&#;n&#; bilmek: 1. Güzel yemeklerden anlamak. 2. Bir &#;eyin güzelini, iyisini bilmek, anlamak."&#;unlardaki güzelli&#;e bak, a&#;z&#;n&#;n tad&#;n&#; da biliyorsun hani."
A&#;z&#; sulanmak: &#;mrenmek."Karpuzlar&#; a&#;z&#;n&#; &#;ap&#;rdatarak yemeye ba&#;lay&#;nca benim de a&#;z&#;m suland&#;."
A&#;z&#; süt kokmak: Çok genç, toy ve tecrübesiz olmak."&#;u a&#;z&#; süt kokan m&#; yar&#;&#;acak benimle."
A&#;z&#; var dili yok: 1. Oldukça sessiz, sakin, kendi hâlinde. 2. Konu&#;may&#;p susan, derdini anlatmayan."Telâ&#;lanma sak&#;n, a&#;z&#; var dili yok o çocu&#;un, seni hiç üzmez."
A&#;z&#;yla ku&#; tutsa "Ne kadar çaba gösterse, ne yapsa da" anlam&#;nda kullan&#;l&#;r."A&#;z&#;yla ku&#; da tutsa, art&#;k bu eve ad&#;m atamaz."
Ah almak: Birinin bedduas&#;n&#; üstüne çekmek."Zalimli&#;ine devam edersen daha çok ki&#;inin ah&#;n&#; alacaks&#;n."
Ah&#; ç&#;kmak: Eziyete u&#;rayan bir kimsenin yapt&#;&#;&#; bedduan&#;n etkisini göstermesi.
Ah&#; tutmak: Zulüm görenin bedduas&#;n&#;n yerini bulup gerçekle&#;mesi."Ah&#;m bir tutarsa dünyan&#;n kaç bucak oldu&#;unu görecek o."
Ah&#; yerde kalmamak: Yapt&#;&#;&#; ilenme (beddua) er geç etkisini göstermek."&#;unu iyi bil ki ey zalim, ah&#;m yerde kalmayacak; yüz üstü sürüneceksin."
Ahkâm ç&#;karmak: Kendi dü&#;üncelerine dayanarak birtak&#;m yarg&#;lara varmak."Devletler ancak kuvvetli ordu ile ayakta dururlar diye ahkâm ç&#;kard&#;."
Ahmak &#;slatan: &#;nce ince ya&#;an ya&#;mur, çisenti."Böyle yürümeye devam edersek bu ahmak &#;slatan iliklerimize i&#;leyecek."
Ahret karde&#;i: Dünya ve ahiret i&#;lerinde birbirlerinden ayr&#;lmayan kimseler; kan ba&#;&#; olmaks&#;z&#;n manevî olarak kurulan karde&#;lik.
Ahrette on parma&#;&#; yakas&#;nda olmak: Haks&#;zl&#;&#;a u&#;ray&#;&#;&#;n&#; bu dünyada önleyip hakk&#;n&#; alamayan&#;n, öte dünyada (ahirette) kendisine sorumlu olan kimseden davac&#; olmas&#;."Hakk&#;m&#; vermedin ama ahirette on parma&#;&#;m yakanda olacakt&#;r."
Akan sular durmak: Art&#;k itiraz edilebilecek, kar&#;&#; durulacak bir nokta kalmamak."Siz Mehmet A&#;a`ya gidin, o devreye girdi mi akan sular durur, kolay anla&#;&#;rs&#;n&#;z."
Ak&#;l defteri: Hat&#;rlan&#;p yap&#;lmas&#; gereken &#;eylerin yaz&#;ld&#;&#;&#; küçük defter, muht&#;ra defteri, ajanda.
Ak&#;l etmek: Herhangi bir önlem ve çareyi zaman&#;nda dü&#;ünmek, vaktinde hat&#;rlamak."Sular kesilecekti ama kovalar&#; doldurmay&#; ak&#;l edemedim."
Ak&#;l hocas&#;: 1. Birine yol gösteren, ak&#;l ö&#;reten kimse. 2. Herkese ak&#;l ö&#;retmeye merakl&#; kimse."Lütfen ak&#;l hocal&#;&#;&#; yapmaya kalkma, biz i&#;imizi senden iyi biliriz."
Ak&#;l kâr&#; olmamak: Ak&#;ll&#;, dengeli ve ölçülü bir ki&#;inin yapaca&#;&#; i&#; olmamak."Ak&#;l kâr&#;m&#; &#;imdi senin yapt&#;&#;&#;n bu i&#;?"
Ak&#;l kutusu (kumkumas&#;): Çok zeki, ak&#;ll&#; kimse; bilgiç."Ak&#;l kutusu mübarek, her meseleyi çözüyor."
Ak&#;llara durgunluk vermek: Çok &#;a&#;&#;lacak bir &#;ey olmak."Bir görmeliydin o olay&#;, ak&#;llara durgunluk verecek bir olayd&#;."
Ak&#;ll&#; uslu: Dengeli, yaramazl&#;k etmeyen, ölçüsüz ve ta&#;k&#;n davran&#;&#;larda bulunmayan."Senin çocuk pek ak&#;ll&#; uslu görünüyor."
Ak&#;l ö&#;retmek (vermek): Herhangi bir konuda yol gösterip tavsiyede bulunmak, bilgi vermek."Sana ak&#;l verecek bir adam da m&#; bulamad&#;n?"
Ak&#;l s&#;r ermemek: Bir i&#;in gizli yönlerini, niteli&#;ini, as&#;l sebebini anlayamamak."Senin bu i&#;i nas&#;l berbat etti&#;ine hâlâ ak&#;l s&#;r erdiremedim."
Ak&#;nt&#;ya kürek çekmek: Olmayacak, gerçekle&#;meyecek bir i&#; u&#;runda bo&#;una çaba sarf etmek."Desene bo&#;una kürek çekmi&#;iz, olmayacak bu i&#;."
Akla karay&#; seçmek: Bir i&#;i ba&#;armak u&#;runda çok yorulmak, sonuca kadar çok zahmet çekmek."Seni buluncaya kadar akla karay&#; seçtim."
Akl&#; almamak: 1. Akla uygun gelmemek, inan&#;lacak gibi olmamak. 2. Anlamamak."&#;u i&#;leri bir türlü akl&#;m alm&#;yor."
Akl&#; ba&#;&#;na gelmek: 1. Zarar gördü&#;ü i&#;lerden uslan&#;p ak&#;ll&#;ca davranmak. 2. Bayg&#;nl&#;ktan ay&#;lmak, kendine gelmek."Çabuk ko&#;un, nihayet kendine geliyor!"
Akl&#; ba&#;&#;ndan gitmek: 1. Çok korkudan veya çok sevinçten ne yapaca&#;&#;n&#; &#;a&#;&#;rmak. 2. Kafas&#; çok yorulmu&#; oldu&#;undan iyi dü&#;ünememek."Annemi öyle evin ortas&#;nda bayg&#;n görünce akl&#;m ba&#;&#;mdan gitti."
Akl&#; ba&#;&#;nda olmamak: 1. &#;yi dü&#;ünebilir durumda olmamak. 2. Bay&#;lmak, kendisinden geçmek."Art&#;k akl&#; ba&#;&#;nda olmamak onun i&#;ine geliyor sanki, böylece sorumluluktan kurtulacak, rahat edecek."
Akl&#; ç&#;kmak: Titizlikle üzerinde durmak, çok korku geçirmek, çok korkmak."Elbisem y&#;rt&#;lacak diye akl&#; ç&#;k&#;yor."
Akl&#; durmak: &#;a&#;&#;rmak, dü&#;ünemez bir hâle gelmek."Resmi öyle güzel yapm&#;&#; ki görsen akl&#;n durur."
Akl&#; kar&#;&#;mak: Ne yapaca&#;&#;n&#; bilememek, bocalamak, &#;a&#;&#;rmak."Dur hele, bir dü&#;üneyim, söylediklerin akl&#;m&#; kar&#;&#;t&#;rd&#;."
Akl&#; kesmek: Bir &#;eyin olabilece&#;ine, bir &#;eyi yapabilece&#;ine inanmak."Seninle bu i&#;i ba&#;arabilece&#;ime pek de akl&#;m kesmiyor."
Akl&#;na dü&#;mek: 1. Hat&#;rlamak. 2. Kafas&#;nda bir dü&#;ünce do&#;mak."Akl&#;na dü&#;en her &#;eyi yapmak zorunda m&#;s&#;n?"
Akl&#;na esmek: Daha önce dü&#;ünmemi&#; oldu&#;u &#;eyi birden yapmaya karar vermek."Birden akl&#;na esti, kalk&#;p sahile indi."
Akl&#;na gelen ba&#;&#;na gelmek: Olmas&#;ndan korktu&#;u &#;eyin zarar verici etkisine u&#;ramak."Akl&#;ma gelen ba&#;&#;ma geldi, evi su bast&#;."
Akl&#;na gelmek: 1. Hat&#;rlamak. 2. Bir &#;eyi yapmay&#; dü&#;ünmek, tasarlamak."Akl&#;ma geldi, kalk&#;p babama gittim."
Akl&#;na koymak: 1. Bir &#;eyi yapmaya kesin olarak karar vermek."Bu sene tak&#;nt&#;s&#;z s&#;n&#;f&#;m&#; geçmeyi akl&#;ma koydum."2. Bir fikri ba&#;kas&#;na a&#;&#;lamak.
Akl&#;na (akl&#;n&#;) takmak: Bir &#;eyi devaml&#; olarak dü&#;ünmek, bir fikre sürekli olarak zihninde yer vermek ve zihni onunla me&#;gul etmek."Onu niçin k&#;rd&#;m, akl&#;ma tak&#;ld&#; dü&#;ünüp duruyorum."
Akl&#;na yer etmek: Uygun buldu&#;u bir dü&#;ünce kafas&#;na yerle&#;mek."Onun sana söyledikleri akl&#;na yer eder in&#;allah."
Akl&#;ndan zoru olmak: Tutars&#;z, dengesiz, ölçüsüz, delice davran&#;&#;larda bulunmak."B&#;rak o b&#;ça&#;&#;, akl&#;ndan zorun mu var senin?"
Akl&#;n&#; almak: Çekicili&#;i, güzelli&#;i ile büyülemek, etkisi alt&#;na almak."K&#;z&#;n bir bak&#;&#;&#;, akl&#;n&#; ba&#;&#;ndan almaya yetti."
Akl&#;n&#; ba&#;&#;na almak (toplamak, dev&#;irmek): Mant&#;ks&#;z, ölçüsüz davran&#;&#;larda bulunmaktan kendini kurtararak ak&#;ll&#;ca bir yola girmek."Akl&#;n&#; ba&#;&#;na al, yoksa bu içki seni götürecek."
Akl&#;n&#; ba&#;&#;ndan almak: Çok &#;a&#;&#;rtmak, dü&#;ünemeyecek duruma getirmek."Gördü&#;ü ev akl&#;n&#; ba&#;&#;ndan ald&#;."
Akl&#;n&#; (bir &#;eyle) bozmak: 1. Sap&#;tmak, delirmek. 2. Yaln&#;zca ilgilendi&#;i, üzerine dü&#;tü&#;ü &#;eyle u&#;ra&#;&#;p durmak, ba&#;ka hiçbir mesele dü&#;ünmemek."Bizim çocuk sinema ile akl&#;n&#; bozdu."
Akl&#;n&#; çalmak (çelmek): 1. Karar&#;ndan, niyetinden vazgeçirip ba&#;ka bir yola sokmak. 2. Ba&#;tan ç&#;karmak, ayartmak."Akl&#;n&#; çelip onu evlenmeye raz&#; et."
Akl&#;n&#; peynir ekmekle yemek: Ak&#;ls&#;zca, &#;a&#;k&#;nca, delice i&#;ler yapmak."Misafirli&#;e böyle gidilir mi? Sen akl&#;n&#; peynir ekmekle mi yedin?"
Ak pak: 1. Tertemiz. 2. Saç&#; sakal&#; a&#;arm&#;&#;. 3. Al&#;ml&#; ve beyaz tenli."Ne kadar da ak pak bir çocuk."
Ak&#;ama sabaha: Neredeyse, pek yak&#;nda, k&#;sa bir süre içinde."Konuklar ak&#;ama sabaha burada olurlar, sak&#;n bir yere kaybolma!"
Ak&#;amdan kavur, sabaha savur: Kazand&#;&#;&#;n&#; günü gününe harcayan, har vurup harman savuran, savruk kimselerin durumunu anlatmak için kullan&#;l&#;r.
Ak&#;am&#; iple çekmek: Gecenin olmas&#;n&#; sab&#;rs&#;zl&#;kla beklemek."Ne güzel bir ziyaret olacak. Ak&#;am&#; iple çekiyorum."
Alaca&#;&#;na &#;ahin, verece&#;ine karga: Al&#;rken bütün gücünü kullanan ve kolayl&#;k gösteren, kimsede paras&#;n&#; b&#;rakmayan; verirken ise bin bir güçlük ç&#;karan, verece&#;ini geciktirmek için elinden geleni yapan kimse için kullan&#;l&#;r."Ne adams&#;n be! Alaca&#;&#;na &#;ahin, verece&#;ine karga! Yaz&#;klar olsun!"
Alaca&#;&#; olsun: "Günün birinde ondan öcümü al&#;r&#;m" anlam&#;nda göz korkutmak için söylenir.
Al a&#;a&#;&#; etmek: Birini bulundu&#;u yerden, mevkiden indirmek."Ya, gördün mü, demek ki el o&#;lu adam&#; al a&#;a&#;&#; ediyormu&#; bir ç&#;rp&#;da!"
Al birini vur birine (ötekine): Hepsi ayn&#;, bir ayarda, hiçbiri i&#;e yaramaz."Onlardan söz etme bana. Al birini vur birine."
Alçak gönüllü olmak: Gurur ve kibre kap&#;lmay&#;p kendini oldu&#;undan daha a&#;a&#;&#; düzeyde sayma, ba&#;kalar&#;ndan yüksek görmeme durumu."&#;nsan&#; insan yapan vas&#;flardan biri de alçak gönüllü olmakt&#;r."
Al gülüm ver gülüm: 1. Kar&#;&#;l&#;kl&#; sevgi gösterisi. 2. Çokluk uygun olmayan i&#;lerde birbirinin ç&#;kar&#;n&#; kollamak.
Al&#; al, moru mor: Telâ&#; veya yorgunluktan yüzü k&#;pk&#;rm&#;z&#; kesilmi&#; (olarak)."Uça&#;&#; kalkmak üzere olan babama al&#; al, moru mor bir &#;ekilde yeti&#;ebildim."
Al&#;c&#; gözüyle bakmak: Çok dikkatli bakmak, inceden inceye gözden geçirmek."Mobilyaya ilk defa al&#;c&#; gözüyle bakt&#;."
Al&#;n teri dökmek: Zahmetli i&#; görüp çok emek vermek."Al&#;n teri dökmeyenler, eme&#;in ne oldu&#;unu bilemezler."
Ali Cengiz oyunu: "Kurnazca, haince akl&#; durduracak i&#; yapmak" anlam&#;nda kullan&#;l&#;r."Bana bir Ali Cengiz oyunu oynad&#;lar ki sormay&#;n gitsin."
Ali k&#;ran ba&#; kesen: Çok zorba, kaba kuvvetle hâkimiyet kuran."Mehmet, s&#;n&#;f&#;n Ali k&#;ran ba&#; kesini olmu&#;tu."
Ali`nin külâh&#;n&#; Veli`ye, Veli`nin külâh&#;n&#; Ali`ye giydirmek: Kendi sermayesi olmad&#;&#;&#; hâlde, birinden ald&#;&#;&#;n&#; ötekine, ötekinden ald&#;&#;&#;n&#; bir ba&#;kas&#;na vererek i&#;ini yürütmek.
Allah adam&#;: Hile, kötü bilmeyen; hak yol üzerinde olan, Allah`a ibadette kus dini bütün kimse."Allah adam&#; olmal&#;s&#;n dünya da, hem de ahrette iyilik görebilesin."
Allah`a emanet: Herhangi bir &#;eyi Yüce Allah`&#;n korumas&#;na ve esirgemesine terk etmek."Seni Allah`a emanet ederek gidiyorum o&#;lum."
Allah Allah!: Daha çok &#;a&#;k&#;nl&#;k ve hayret hâllerini anlat&#;r."Allah Allah! Nas&#;l oldu bu i&#;, akl&#;m alm&#;yor?"
Allah aratmas&#;n: Yak&#;n&#;lacak bir durumda, bir &#;eyin hiç bulunmamas&#; hâlindeki s&#;k&#;nt&#; an&#;nda "Allah daha kötüsünü göstermesin" anlam&#;nda kullan&#;l&#;r.
Allah a&#;k&#;na: Yemin vermek veya yalvarmak için "Allah`&#;n&#; seversen" anlam&#;nda &#;a&#;ma, usanç bildirir."Allah a&#;k&#;na &#;u i&#;i bir daha yapma!"
Allah bilir: 1. Belli de&#;il, Cenab-&#; Hak`tan ba&#;ka kimse bilmez."Allah bilir bu s&#;rr&#;n iç yüzünü."2. Bana öyle geliyor ki."Allah bilir esrar da al&#;yordur bu çocuk."
Allah`&#;n belâs&#;: Varl&#;&#;&#; üzüntü veren, varl&#;&#;&#;ndan huzursuz olunan &#;ey."Allah`&#;n belâs&#; adam yine ç&#;kt&#; ortaya."
Allah versin: 1. Dilenciyi savmak için "bekleme, sadaka vermeyece&#;im" anlam&#;nda söylenir. 2. &#;yi &#;ey elde edenlere memnunluk bildirmek için, kimi zaman da tak&#;lma ve &#;aka için söylenir."Allah versin, i&#;lerin gayet iyi görünüyor.
Allah yaratt&#; dememek: K&#;yas&#;ya dövmek, çok h&#;rpalamak."Adamlar yabanc&#;ya bir giri&#;tiler ki Allah yaratt&#; demediler."
Allah "yürü ya kulum" demi&#;: Az zamanda çok para kazanan ve i&#;inde çok çabuk ilerleyenler için söylenir."Cenab-&#; Hak bir kimseyi zengin etmek isterse ona, `yürü ya kulum` demesi yeter."
Allak bullak etmek: Kurulu düzeni bozmak, karmakar&#;&#;&#;k bir duruma getirmek."Çocuklar evi allak bullak edip gitmi&#;ler."
Allay&#;p pullamak: Kötü görünü&#;ü kapatmak için bir &#;eyi süslemek, donatmak."Hurda arabalar&#; allay&#;p pullay&#;p pazara ç&#;karm&#;&#;lar."
Allem etmek, kallem etmek: &#;stedi&#;ini elde etmek için her türlü kurnazl&#;&#;a ba&#;vurmak."Namussuzlar allem edip kallem edip ya&#;l&#; adam&#;n evini elinden ald&#;lar."
Aln&#; aç&#;k yüzü ak (olmak): Herhangi bir ay&#;b&#;, çekinecek bir durumu olmamak, iffetli ve &#;erefli olmak."&#;&#;te aln&#; aç&#;k yüzü ak meydanday&#;m; ç&#;ks&#;nlar kar&#;&#;ma."
Aln&#;n&#; kar&#;&#;lamak: 1. Bir i&#;in çok güç oldu&#;unu, yap&#;lamayacak kadar zor oldu&#;unu anlat&#;r. 2. Küçümseyerek meydan okumak, tehdit etmek."Beni polise bildirenin aln&#;n&#; kar&#;&#;lar&#;m."
Aln&#;n&#;n ak&#;yla: Küçümsenecek, ay&#;planacak bir duruma dü&#;meden; tertemiz, &#;erefiyle, ba&#;ar&#;l&#; olarak."Allah`&#;n izniyle bu i&#;ten aln&#;m&#;n ak&#;yla ç&#;kaca&#;&#;m."
Aln&#;n&#;n ar damar&#; çatlamak: Utanma, s&#;k&#;lma duygular&#;n&#; yitirmi&#; bulunmak."Adama bak nerede soyunuyor, aln&#;n&#;n ar damar&#; çatlam&#;&#; anla&#;&#;lan."
Aln&#;n&#;n damar&#; çatlamak: Ba&#;armak için çok s&#;k&#;nt&#; çekmek, çok çaba sarf edip emek vermek."O yolu aç&#;ncaya kadar benim aln&#;m&#;n damar&#; çatlad&#;, sen ne halt etmeye bozuyorsun?"
Aln&#;n&#;n kara yaz&#;s&#;: Kötü talih, baht."Ne yapay&#;m, aln&#;m&#;n kara yaz&#;s&#; böyle imi&#;."
Al takke ver külâh: 1. Bir mesele üzerinde uzun çeki&#;melerden sonra. 2. Senli benli, samimî dostlu&#;u sürdürerek."Al takke ver külâh y&#;llarca yapt&#;k bu i&#;i."
Alt&#; alay, üstü kalay: &#;çi d&#;&#;&#; bir olmayan; d&#;&#;&#; süslü, içi berbat."Alt&#; alay üstü kalay bir dolaba benziyor bu."
Alt&#; kaval, üstü &#;e&#;hane (&#;i&#;hane): Daha çok giyim için "alt&#;, üstüne; bir parças&#; öbür parças&#;na uymaz." anlam&#;nda kullan&#;l&#;r."Çabuk ç&#;kar &#;u üzerindeki alt&#; kaval üstü &#;e&#;hane elbiseyi, yoksa rezil olacaks&#;n el âleme."
Alt&#;n babas&#;: Çok zengin, paras&#; çok olan kimse."Adam alt&#;n babas&#;, her istedi&#;ini kolayca yapt&#;r&#;yor."
Alt&#;n bilezik: Para getiren, hayat boyunca geçimi sa&#;lamaya yarayan sanat ve meslek."&#;imdiden bir alt&#;n bilezik sahibi ol ki yar&#;n rahat edesin."
Alt&#;nda kalmamak: 1. Bir &#;eyi kar&#;&#;l&#;ks&#;z b&#;rakmamak."Onun bana yapt&#;&#;&#; iyili&#;in alt&#;nda kal&#;r m&#;y&#;m?"2. Bir &#;eyin üstesinden gelmek."Bana verdi&#;i i&#;in alt&#;nda kalmayaca&#;&#;m."
Alt&#;ndan Çapano&#;lu ç&#;kmak: Giri&#;ilen bir i&#;te ba&#;a dert olacak bir durumla, umulmayan bir tehlike ile kar&#;&#;la&#;mak."Bana öyle geliyor ki bu i&#;in alt&#;ndan Çapano&#;lu ç&#;kacak."
Alt&#;ndan girip üstünden ç&#;kmak: Bir serveti, bir paray&#;, bir kayna&#;&#; gereksiz yere, dü&#;üncesizce, sorumsuzca harcay&#;p k&#;sa zamanda bitirmek."Bir ayda o kadar paran&#;n alt&#;ndan girip üstünden ç&#;kt&#;."
Alt&#;ndan kalkmak: Bir zorlu&#;u yenip i&#;i ba&#;armak."Telâ&#;lanma, i&#;in alt&#;ndan kalkacakt&#;r o."
Alt&#;n&#; çizmek: Bir &#;eyin (daha çok sözün) önemini belirtmek, üzerine dikkati çekmek, vurgulamak."Alt&#;n&#; çize çize söylüyorum. Eninde sonunda sen de geleceksin."
Alt&#;n&#; üstüne getirmek: 1. Bir &#;eyi bulmak için aramad&#;k yer b&#;rakmamak."Evin alt&#;n&#; üstüne getirdik ama tabancay&#; bulamad&#;k." 2. Söz ve davran&#;&#;lar&#;yla çevreyi birbirine dü&#;ürmek, karmakar&#;&#;&#;k etmek."Adam iki çift laf etti. Toplulu&#;un alt&#;n&#; üstüne getirdi."
Alt&#;n kesmek: Çok fazla miktarda para kazan&#;r olmak."Adamlar&#;n açt&#;&#;&#; büfe alt&#;n kesiyor sanki."
Altm&#;&#; alt&#;ya ba&#;lamak: O an ki durumu temelli olmayan bir çözümle kurtarmak veya bir i&#;i kesin neticeye vard&#;rm&#;&#; gibi görünmek."&#;nsanlar&#; altm&#;&#; alt&#;ya ba&#;lamakta üstüne yoktur onun."
Altta kalan&#;n can&#; ç&#;ks&#;n: "Herkes ba&#;&#;n&#;n çaresine baks&#;n, güçsüzleri dü&#;ünme, gücü yetmeyene ne olursa olsun" anlam&#;nda kullan&#;l&#;r.
Alttan (a&#;a&#;&#;dan) almak: Sert konu&#;an birine kar&#;&#; yumu&#;ak, olumlu, onu hakl&#; görüyormu&#; gibi tav&#;r almak."Amac&#;na ula&#;mak istiyorsan onunla konu&#;urken alttan al, pes perdeden konu&#;."
Alttan güre&#;mek: Biraz geriden, pasif hareket edip gizli gizli yenme yollar&#;n&#; kollamak."Vay h&#;nz&#;r vay!.. Alttan güre&#;ip akl&#;n s&#;ra ba&#;ar&#; kazanacaks&#;n ha!"
Alt yan&#; ç&#;kmaz sokak: Sonuç al&#;nmayacak i&#;, umutsuz durum."Çobanl&#;k m&#;, da&#; tepe dola&#; dur, alt yan&#; ç&#;kmaz sokak vesselâm."
Amana gelmek: Teslim olmak, önce direnirken zor kar&#;&#;s&#;nda boyun e&#;mek."Nihayet dü&#;man amana geldi."
Aman dedirtmek (amana getirmek): Kar&#;&#; koyan birini boyun e&#;mek zorunda b&#;rakmak, teslim olmaya zorlamak."Dü&#;mana aman dedirtmek boynumuzun borcu oldu art&#;k."
Aman dilemek: Önce direnirken zor kar&#;&#;s&#;nda boyun e&#;ip can&#;n&#;n ba&#;&#;&#;lanmas&#;n&#; istemek, galip gelenin merhametine s&#;&#;&#;nmak."Aman dileyene k&#;l&#;ç kalkmaz."
Aman vermemek: 1. Göz açt&#;rmamak, rahat b&#;rakmamak. 2. Dü&#;man&#; ac&#;may&#;p öldürmek, merhamet etmemek."Böyle kahpe insanlara sak&#;n aman vermeyin!"
Ana baba günü: 1. Mah&#;er günü. 2. S&#;k&#;nt&#;l&#; kalabal&#;k; telâ&#;l&#;, tehlikeli, kimsenin kimseyi tan&#;mad&#;&#;&#; kalabal&#;k."Yang&#;n yeri ana baba gününe dönmü&#;tü."
Ana kuzusu: 1. Pek küçük kucak çocu&#;u. 2. S&#;k&#;nt&#;ya, güç i&#;lere al&#;&#;k&#;n olmayan, nazl&#; çocuk veya genç."&#;u torbay&#; kald&#;r&#;&#;&#;na bak hele, tam bir ana kuzusu."
Anan yah&#;i, baban yah&#;i: Bir kimseyi i&#;ini yapt&#;rabilmek için pohpohlamak, gere&#;inden fazla överek istedi&#;ini elde etmeye çal&#;&#;mak.
Anas&#; a&#;lamak: Çok eziyet çekmek, s&#;k&#;nt&#;ya katlanmak, bitkin duruma dü&#;mek."Onu buraya getirinceye kadar anam a&#;lad&#;."
Anas&#;ndan do&#;du&#;una pi&#;man: 1. Ü&#;engeç, çok tembel. 2. Can&#;ndan bezmi&#;."O i&#;i yapt&#; ama anas&#;ndan do&#;du&#;una bin pi&#;man."
Anas&#;ndan do&#;du&#;una pi&#;man etmek: Çok eziyet ederek can&#;ndan bezdirmek, bir kimseyi çok üzmek."Kar&#;&#;ma bir ç&#;ks&#;n, onu anas&#;ndan do&#;du&#;una pi&#;man edece&#;im."
Anas&#;ndan emdi&#;i süt burnundan (fitil fitil) gelmek: Bir i&#;i yaparken çok s&#;k&#;nt&#; çekmek, eziyete katlanmak."&#;u araban&#;n taksitlerini ödeyinceye kadar anamdan emdi&#;im süt burnumdan geldi."
Anas&#;n&#; a&#;latmak: Bir kimseye çok eziyet edip s&#;k&#;nt&#; çektirmek."Adam&#;n üzerine öyle gittiler ki iki günde anas&#;n&#; a&#;latt&#;lar."
Anas&#;n&#;n gözü: Hileci, kurnaz, çok aç&#;k göz, ç&#;karc&#;, hin o&#;lu hin."Adam anas&#;n&#;n gözü, iki dakikada bitiriverdi i&#;i."
Anas&#;n&#;n nikâh&#;n&#; istemek: Bir &#;eye de&#;erinden çok para istemek, olmayacak bir istekte bulunmak."Senin istekli oldu&#;unu duydu adam, &#;imdi gidersen anas&#;n&#;n nikâh&#;n&#; isteyecek o eve."
Anas&#;n&#; sat! (satay&#;m): Önem verme, ald&#;rma, umursama, bunun için kederlenme, üzülme,"Sat anas&#;n&#; o i&#;in, yenisine bak!"
Anca beraber, kanca beraber: Birbirimizden ayr&#;lmayaca&#;&#;z, i&#;ler iyi de gitse, kötü de gitse hep birlikte yapaca&#;&#;z, beraberli&#;i bozmayaca&#;&#;z."Bu topra&#;&#; yaln&#;z ben mi ataca&#;&#;m, hay&#;r arkada&#;lar; haydi anca beraber, kanca beraber."
Anlad&#;msa Arap olay&#;m: "Hiçbir &#;ey anlamad&#;m" anlam&#;nda kullan&#;l&#;r."Senin anlatt&#;klar&#;n&#; anlad&#;msa Arap olay&#;m."
Ant içmek (etmek): Yemin etmek, bir &#;eyi yapmaya veya yapmamaya söz vermek."Ant içtik, asla bu ülkeyi dü&#;mana b&#;rakmayaca&#;&#;z."
Apar topar: Telâ&#; ve acele ile, yaka paça, haz&#;rlanmadan,"Treni kaç&#;r&#;r&#;m korkusuyla apar topar evden ayr&#;ld&#;m."
Ara (aralar&#;n&#;) bozmak: &#;ki ki&#;i aras&#;ndaki iyi ili&#;kiyi, dostlu&#;u, arkada&#;l&#;&#;&#; y&#;kmak."Kim ki ara bozar, o toplumun yüz karas&#;d&#;r."
Ara bulmak: Birbirleriyle anla&#;amayan, bir araya gelemeyen ki&#;ileri uzla&#;t&#;rmak, bar&#;&#;t&#;rmak."&#;ki ö&#;rencinin aras&#;n&#; bulmak, tam bir haftam&#; ald&#;."
Aralar&#; aç&#;lmak (bozulmak): &#;yi ili&#;kileri, dostluklar&#;, arkada&#;l&#;k ba&#;lar&#; kopmak; birbirlerine darg&#;n hâle gelmek."&#;u iki çiftin aralar&#; nas&#;l aç&#;ld&#; hâlâ anlayamad&#;m."
Aralar&#;ndan kara kedi geçmek (veya aralar&#;na kara kedi girmek): &#;yi anla&#;an iki ki&#;inin veya dostun ili&#;kileri bozulmak, aralar&#;na so&#;ukluk girmek, birbirlerine gücenmek,"Niçin konu&#;muyorsunuz? Aran&#;zdan kara kedi mi geçti?"
Aralar&#;ndan su s&#;zmamak: Çok iyi, çok yak&#;n dostluk veya arkada&#;l&#;k kurmak, ahbap olmak."&#;unlara bak, aralar&#;ndan su s&#;zm&#;yor."
Arap saç&#;na dönmek: &#;&#;lerin çok kar&#;&#;&#;p içinden ç&#;k&#;lmaz bir durum almas&#;."B&#;rak art&#;k sorumsuzlu&#;u, i&#;leri bu tavr&#;nla Arap saç&#;na döndürdün."
Araya girmek: 1. &#;ki ki&#;inin aras&#;ndaki bir i&#;e kar&#;&#;mak. 2. Aralar&#; bozuk olan iki ki&#;iyi uzla&#;t&#;rmaya çal&#;&#;mak. 3. Yap&#;lmakta olan bir i&#;in yap&#;lmas&#;n&#; geciktirmek."Araya ba&#;ka i&#;ler girince seninkini yapamad&#;m, kusura bakma."
Araya koymak: Bir i&#;te sözü geçen bir kimsenin arac&#;l&#;&#;&#;na ba&#;vurmak."Genel müdürü araya koyup senin i&#;e al&#;nman&#; sa&#;layacaklard&#;r."
Aray&#; yapmak: 1. Aras&#; bozuk olan kimse ile bar&#;&#;mak. 2. Aras&#; aç&#;k olan iki ki&#;iyi uzla&#;t&#;r&#;p, bar&#;&#;t&#;rmak."Hasan aram&#;z&#; yapmasayd&#; biz hâlâ diken üstünde oturuyor olacakt&#;k."
Ar damar&#; çatlamak: Utanç duyulacak &#;eyleri s&#;k&#;lmadan yapmak, utanmay&#; b&#;rakmak, yüzsüz olmak."Ar damar&#; çatlam&#;&#; bu adamdan ne umuyorsun anlamad&#;m bir türlü."
Ar&#; kovan&#; gibi i&#;lemek: Girip ç&#;kan&#;, gelip gideni çok olmak."&#;u seçim dolay&#;s&#;yla doktorun evi ar&#; kovan&#; gibi i&#;liyor."
Ârif olan anlas&#;n (anlar): Üstü örtülü olarak söylenen bir sözün, anlay&#;&#;&#; kuvvetli kimselerce anla&#;&#;labilece&#;ini belirtmek için kullan&#;l&#;r.
Arka arkaya vermek: Birbirini korumak, kollamak, için birle&#;mek; dayan&#;&#;mak, yard&#;mc&#; olmak."Arka arkaya verirsek kar&#;&#;m&#;zda hiçbir güç duramaz."
Arka (s&#;rt) çevirmek: Birine eskiden duydu&#;u ilgiyi göstermemek, yabanc&#; gibi davranmak."&#;&#;lerim bozulunca bana s&#;rt çevirdi."
Arka ç&#;kmak: Birilerine kar&#;&#;, birini korumak; savunmak, kay&#;rmak."Babas&#; arka ç&#;kmasayd&#; onu bir güzel dövecekti."
Arkadan söylemek: Bir kimsenin bulunmad&#;&#;&#; yerde onun hakk&#;nda ileri geri konu&#;mak, dedikodusunu yapmak, çeki&#;tirmek."Adam&#;n arkas&#;ndan söylemeye utanm&#;yor musun?"
Arkadan vurmak: Kendisine inanan, güvenen bir kimseye gizlice kötülük etmek."Onun beni arkamdan vuraca&#;&#; hiç akl&#;ma gelmezdi."
Arka kap&#;dan ç&#;kmak: Özellikle bir e&#;itim kurumundan, bir i&#; yerinden hiçbir varl&#;k gösteremeden, bir &#;ey ö&#;renemeden ayr&#;lmak."Övünüp durma, bilgine bak&#;l&#;rsa sen o okulun arka kap&#;s&#;ndan ç&#;km&#;&#;s&#;n."
Arkas&#; kesilmek: Tükenmek, bitmek, süregelen bir &#;eyin son bulmas&#;."Kiran&#;n da arkas&#; kesilirse ne yapar&#;z biz?"
Arkas&#;na dü&#;mek: 1. Birini gözden ay&#;rmayarak arkas&#;ndan gitmek. 2. Bir i&#;i sona erdirmek için çok s&#;k&#; çal&#;&#;mak."Arkas&#;na dü&#;mezsen nas&#;l elde edeceksin o evi?"
Arkas&#;nda dola&#;mak (gezmek): Bir i&#;i sonuca ba&#;lamak için ilgili yerlere giderek görü&#;me f&#;rsat&#; aramak, onlar&#;n yard&#;m&#;n&#; sa&#;lamak.
Arkas&#;n&#; getirememek: Ba&#;lad&#;&#;&#; i&#;i sürdürüp sona erdirememek, sonuçland&#;ramamak."Ne tembel adams&#;n, &#;u i&#;in arkas&#;n&#; getiremedin hâlâ!"
Arkas&#;n&#; s&#;vamak: &#;ltifat etmek, ok&#;amak, övmek, birisini bu yollar&#; kullanarak bir i&#;e sevk etmek."Arkas&#;n&#; s&#;vayarak yapt&#;r&#;yorum her i&#;i bu çocu&#;a."
Arkas&#;n&#; (birine) vermek: Bir kimsenin himayesinden güç almak."Arkas&#;n&#; kaymakama vermi&#; pervas&#;zca konu&#;uyor, yolu burdan geçirece&#;im diyor."
Arkas&#; (s&#;rt&#;) pek: 1. So&#;uktan muhafaza edecek biçimde giyinmi&#;, iyi giyinmi&#; olan. 2. Güçlü bir kimseye ya da yere güvenen."Ona göre hava ho&#;, çünkü karn&#; tok, s&#;rt&#; pek nas&#;l olsa!"
Arkas&#; (s&#;rt&#;) yere gelmemek: 1. Sars&#;lmamak, sa&#;lam ve sa&#;l&#;kl&#; durumunu sürdürmek. 2. Hiç yenilgi yüzü görmemek."Arkas&#; yere gelmemi&#; bir adam olarak kalmal&#; o."
Armudun sap&#; var, üzümün çöpü var demek: Hiçbir &#;eyi be&#;enmemek, her &#;eyin bir kusurunu bulmak.
Armut pi&#;, a&#;z&#;ma dü&#;: Bir i&#;in hiç emek harcamadan olmas&#;n&#;, kendili&#;inden haz&#;r olup aya&#;&#;na gelmesini bekleyenlerin durumunu anlatmak için kullan&#;l&#;r.
Arpa boyu kadar gitmek: Pek az ilerlemek."Onca çabaya ra&#;men arpa boyu kadar gidebildim ancak."
Arpac&#; kumrusu gibi dü&#;ünmek: Derin derin ne yapaca&#;&#;n&#; bilemeden, çaresizlik içinde dü&#;ünüp durmak."Öyle arpac&#; kumrusu gibi ne dü&#;ünüp duruyorsun?"
Arpal&#;k yapmak: Bir yeri sürekli ç&#;kar kayna&#;&#; olarak kullanmak, sömürmek."Bat&#;l&#;lar ülkemizi arpal&#;k yapt&#;lar âdeta."
Art dü&#;ünce (niyet): Aç&#;&#;a vurulandan ayr&#;, gizli tutulan, as&#;l dü&#;ünce."Onun bizim hakk&#;m&#;zda art dü&#;üncelere sahip oldu&#;unu biliyorum."
As&#;p kesmek: 1. &#;&#;kence etmek, zalimce tav&#;rlarda bulunmak. 2. Tehdit etmek, zalimce davran&#;&#;larda bulunacakm&#;&#; gibi konu&#;mak."Dün haktan ve adaletten söz edenler, bugün iktidar olunca as&#;p kesmeye ba&#;lad&#;lar."
Ask&#;da kalmak: Bir engel ç&#;kmas&#; dolay&#;s&#;yla bir i&#;in sonuca varamamas&#;, yap&#;lamay&#;p öylece kalmas&#;."Senin gelmemen yüzünden bütün i&#;ler ask&#;da kald&#;."
Ask&#;ya almak: 1. Geciktirmek, belirsiz olarak ertelemek, bir i&#;i zaman&#;nda yapmay&#;p savsaklamak. 2. Alt&#; bo&#;alm&#;&#; yap&#;y&#; dikmelerle tutturarak y&#;k&#;lmaktan kurtarmak."Söyle ona, o adamlar&#;n tayin i&#;lerini ask&#;ya als&#;n."
Ask&#;ya ç&#;karmak: Evlenecek kimselerin nikâhtan önceki durumlar&#;n&#; gösterir belgelerin, belirli bir süre için ilgili dairede görünür bir yere as&#;lmas&#;, ilân edilmesi.
Aslan pay&#;: 1. Hak edilenden daha çok al&#;nan pay, en güçlünün ald&#;&#;&#; pay. 2. Bir bölü&#;mede en büyük pay."Aslan pay&#; Ahmet`e dü&#;tü."
Aslan yürekli: Y&#;lmaz, hiçbir &#;eyden korkmayan, yi&#;it, kahraman,"Aslan yürekli Mehmetçik dü&#;man&#; çil yavrusu gibi da&#;&#;tt&#;."
Asl&#; fasl&#; (astar&#;) olmamak: Yalan, as&#;ls&#;z olmak, gerçek pay&#; bulunmamak."Asl&#; astar&#; olmayan i&#;lerin içine sürükleme bizi."
Astar&#; yüzünden pahal&#; olmak: Bir i&#;in ayr&#;nt&#;s&#;na ödenen paran&#;n asl&#;na ödenen paradan fazla olmas&#;, gerçek de&#;erinden fazlaya mal olmas&#;."Elbiseyi diktin ama astar&#; yüzünden pahal&#; oldu."
Ast&#;&#;&#; ast&#;k, kesti&#;i kestik: Davran&#;&#;lar&#;ndan dolay&#; kimseye hesap vermeyen, istedi&#;i gibi davranan, çok sert kimseler için kullan&#;l&#;r.
A&#;a&#;&#;dan almak: Sert konu&#;an kimselere kar&#;&#; yumu&#;ak bir dil kullanmak."Biraz a&#;a&#;&#;dan al&#;rsan onun sana zarar vermesini kolayca önlersin."
A&#;a&#;&#; kurtarmaz: 1. Bundan ucuza verilmez. 2. Daha a&#;a&#;&#; bir durumu kendine lây&#;k görmez."Israr etme, bu araba daha a&#;a&#;&#; kurtarmaz."
A&#;a&#;&#; tükürsen sakal, yukar&#; tükürsen b&#;y&#;k: Sak&#;ncal&#; olu&#;lar&#; e&#;it olan iki kar&#;&#;t davran&#;&#;tan birine karar verememe zorunlulu&#;unu anlatmak için kullan&#;l&#;r.
A&#;a&#;&#; yukar&#;: Yakla&#;&#;k olarak, hemen hemen, tam de&#;il de tama yak&#;n."A&#;a&#;&#; yukar&#; on kilo gelir bu yük."
A&#;&#;k atmak: Birisiyle yar&#;&#;mak, özellikle kendisinden üstün birisiyle yar&#;&#; etmek."Sen benimle a&#;&#;k atacak biri de&#;ilsin."
Ata et, ite ot vermek (yedirmek): Uygunsuz i&#; yapmak; birbirini tamamlayan, birbirine uyan unsurlar&#; ters kullanmak; ki&#;ilere i&#;lerine yaramayan &#;eyi, ilgili olmad&#;klar&#; görevi vermek."Ata et, ite ot verilen bir ülkede dirlik düzenlik mi olurmu&#;?"
Ate&#; almak: 1. Yanmak, tutu&#;mak. 2. Ate&#;li silâh&#;n patlamas&#;. 3. Telâ&#;lanmak, öfkelenmek, heyecanlanmak, co&#;mak."Silâh birden ate&#; ald&#;."
Ate&#; bacay&#; sarmak: Bir i&#; ya da olay önüne geçilemez, tehlikeli bir durum almak."Ate&#; bacay&#; sarmadan çabuk gidelim buradan!"
Ate&#; basmak: A&#;&#;r&#; ölçüde s&#;k&#;lmak, heyecanlanmak, utanmak sonucu vücutta s&#;cakl&#;&#;&#;n artmas&#;, yüzün k&#;zarmas&#;."O nadide, paha biçilmez vazoyu k&#;r&#;nca bedenini birden bire ate&#; bast&#;."
Ate&#;e atmak: Birini çok tehlikeli bir i&#;e bile bile sokmak."Hiç ald&#;rmadan, biricik k&#;z&#;n&#; o adamla evlendirip ate&#;e atamazs&#;n de&#;il mi?"
Ate&#;e tutmak: 1. Ate&#;li silâhla mermi atmak. 2. Bir &#;eyi ate&#;in üzerinde tutarak &#;s&#;tmak."Zalim askerler zavall&#; köylüleri yayl&#;m ate&#;ine tuttular."
Ate&#;e vermek: 1. Bir yeri bilerek yak&#;p yok etmek. 2. A&#;&#;r&#; ölçüde telâ&#;land&#;rmak. 3. Bir toplumu, bir ülkeyi karga&#;al&#;k içine sürükleyerek y&#;k&#;ma u&#;ratmak."D&#;&#; güçler yerli i&#;birlikçilerle anla&#;arak ülkeyi ate&#;e verdiler."
Ate&#;ine (nâr&#;na) yanmak: Birinin yüzünden büyük haks&#;zl&#;&#;a u&#;ramak, zarar görmek."E&#;er bu mal&#; satamazsam senin ate&#;ine yanm&#;&#; olaca&#;&#;m."
Ate&#; kesilmek: 1. Çok k&#;zg&#;n, öfkeli davran&#;&#;lar göstermek. 2. Çok çal&#;&#;kan, hareketli ve becerikli olmak. 3. Ate&#;li silâhlarla yap&#;lan at&#;&#;a son vermek."Taraflar ate&#; kesilmesine raz&#; olmad&#;lar."
Ate&#;le oynamak: Çok tehlikeli, zarar verecek bir i&#;in üstüne üstüne gitmek ya da böyle bir i&#;e giri&#;mek."B&#;rak o silâh&#; elinden! Ate&#;le oynad&#;&#;&#;n&#;n fark&#;nda m&#;s&#;n sen?"
Ate&#; pahas&#;na: Çok pahal&#;."Yeni daireler ate&#; pahas&#;, nas&#;l alaca&#;&#;z?"
Ate&#; püskürmek: Çok öfkeli olmak, a&#;&#;r sözler söylemek."Ö&#;retmen kap&#;y&#; k&#;ran ö&#;rencilere ate&#; püskürdü."
Ate&#;ten gömlek: &#;çinde bulunulan ac&#;, s&#;k&#;nt&#;l&#;, dayan&#;lmaz durumu anlatmak için söylenir."&#;flas etmem, ate&#;ten gömlek giymem demektir."
At&#; alan Üsküdar`&#; geçti: "F&#;rsat kaçt&#;, art&#;k yap&#;lacak &#;ey kalmad&#;" anlam&#;nda kullan&#;l&#;r."Sen daha dur, at&#; alan Üsküdar`&#; çoktan geçti."
At&#; e&#;kin, k&#;l&#;c&#; keskin: Her bak&#;mdan güçlü, diledi&#;ini yapabilir."Zalimlere kar&#;&#; durmak m&#; istiyorsun? At&#;n e&#;kin, k&#;l&#;c&#;n keskin olmal&#;!"
At&#;n yü&#;rükse bin de kaç: &#;mkân&#;n varsa kendini kurtarmaya bak.
At&#;p tutmak: 1. Kendi gücünü a&#;aca&#;&#; i&#;ler yapaca&#;&#;n&#; söylemek, abart&#;l&#; konu&#;mak. 2. Birisinin arkas&#;ndan ileri geri konu&#;mak, kötü sözler etmek."Yüzüne kar&#;&#; söyle, arkas&#;ndan at&#;p tutma adam&#;n."
At oynatmak: 1. Ata hüner göstermek. 2. Bildi&#;i ve istedi&#;i gibi davranmak. 3. Belli bir alanda üstünlük kurmak."Meydan adamlara kald&#;, istedikleri gibi at oynat&#;yorlar."
Atsan at&#;lmaz, satsan sat&#;lmaz: &#;&#;e yaramad&#;&#;&#;, s&#;k&#;nt&#; verdi&#;i hâlde vazgeçilemeyen &#;eyler ve kimseler için kullan&#;l&#;r."Ne yapay&#;m, karde&#; i&#;te! Atsan at&#;lmaz, satsan sat&#;lmaz!"
Attan inip e&#;e&#;e binmek: Bulundu&#;u dereceden, mevkiden, önemli görevden daha a&#;a&#;&#; bir yere inmek veya al&#;nmak."Akl&#;n&#; ba&#;&#;na toplamazsan adam&#; i&#;te böyle attan indirip e&#;e&#;e bindirirler."
Avaz avaz ba&#;&#;rmak: Olanca gücüyle ba&#;&#;rmak; sesi yetti&#;i kadar, var gücüyle ba&#;&#;rmak."Tamam duyuyorum, öyle avaz avaz ba&#;&#;rma!"
Avucunun içine almak: Birini her dedi&#;ini yapar duruma getirmek, bask&#; ve etkisi alt&#;na almak."Kaymakam bütün kasabal&#;y&#; avucunun içine ald&#;."
Avucunu yalamak: Umdu&#;unu ele geçirememek, bekledi&#;ini elde edememek."Avucunu yalamak istemiyorsan harekete geç, sen de çal&#;&#;."
Avuç açmak: Yard&#;m istemek, dilenmek, para istemek ya da ister duruma dü&#;mek."Yar&#;n avuç açmamak için bugünden çal&#;&#;mal&#;s&#;n."
Aya&#;a dü&#;mek: 1. Bir &#;eyin de&#;erini kaybetmesi. 2. Yalvar&#;r duruma gelmek. 3. &#;&#;e ilgisiz ve yetkisiz kimseler kar&#;&#;&#;r olmak."Sevinmeyin bo&#;una, bu i&#;i aya&#;a dü&#;ürmeyece&#;im hiçbir zaman."
Aya&#;a kalkmak: 1. Hasta iyi olmak. 2. Sayg&#; göstermek için oturma durumundan ayak üzeri duruma geçmek. 3. Telâ&#;lanmak, heyecanlanmak. 4. Dikilmek, ayaklar&#; üzerinde durmak."Dedem nihayet aya&#;a kalkt&#;."
Aya&#;&#; (ayaklar&#; birbirine) dola&#;mak: Yürürken herhangi bir sebepten ötürü ayaklar&#; birbirine tak&#;lmak, sendelemek."Korkusundan zavall&#;n&#;n ayaklar&#; birbirine dola&#;t&#;."
Aya&#;&#; dü&#;mek: Bir yere u&#;ramak, o yer yolu üzerinde bulunmak, yolu dü&#;mek."Bu rezillikten sonra onun aya&#;&#;n&#;n buralara dü&#;ece&#;ini sanmam art&#;k."
Aya&#;&#; düze basmak: &#;&#;leri iyi gitmek, zorluklar&#; yenerek rahata kavu&#;mak."&#;u borcu da ödedik mi aya&#;&#;m&#;z düze basacak in&#;allah."
Aya&#;&#; ile gelmek: 1. Kendi iste&#;i ile gelmek. 2. Çok fazla emek sarf edilmeden elde edilmek."Adam aya&#;&#; ile geldi dayak yemeye."
Aya&#;&#;na ba&#; olmak: Bir i&#;ini yapmas&#;na, bulundu&#;u yerden ayr&#;lmas&#;na engel olmak."Bu çocuk aya&#;&#;ma ba&#; oldu, onu b&#;rak&#;p da bir yere gidemiyorum."
Aya&#;&#;na dola&#;mak (veya dolanmak): 1. Birisinin yapt&#;&#;&#; i&#;e engel olmak. 2. Ba&#;kas&#;na yapt&#;&#;&#; kötülük kendi ba&#;&#;na gelmek."&#;u köpe&#;i birisi ç&#;kars&#;n atölyeden, insan&#;n ayaklar&#;na dolan&#;yor."
Aya&#;&#;na gitmek: Büyüklük taslamadan alçak gönüllülük edip birinin yan&#;na varmak."O baban senin, aya&#;&#;na gitmelisin."
Aya&#;&#;na kapanmak: Kendini küçük dü&#;ürerek yalvar&#;p yakarmak."&#;nsan ne birisinin aya&#;&#;na kapanmal&#;, ne de birisini aya&#;&#;na kapand&#;rmal&#;."
Aya&#;&#;na (ayaklar&#;na) kara su inmek: Bir yerde ayakta beklemekten veya uzun süre dola&#;maktan çok yorulmak."Seni aramaktan ayaklar&#;ma kara sular indi, nerelerdeydin Allah a&#;k&#;na!"
Aya&#;&#;n&#; çekmek: Daha önce gitti&#;i yere art&#;k u&#;ramaz olmak, ili&#;kiyi ve ilgiyi kesmek."Art&#;k onlardan elimi aya&#;&#;m&#; çektim."
Aya&#;&#;n&#; denk almak: Birilerinin kendisine kar&#;&#; yapacaklar&#; muhtemel kötülüklere kar&#;&#; uyan&#;k davranmak, tedbirli olmak."E&#;er aya&#;&#;n&#; denk almazsan o adamlar ba&#;&#;na bir i&#; açacaklar senin."
Aya&#;&#;n&#; kayd&#;rmak: Bir yolunu bularak birini bulundu&#;u i&#;ten, mevkiden uzakla&#;t&#;rmak."Adamca&#;&#;z&#;n hiç suçu yokken aya&#;&#;n&#; kayd&#;rd&#;lar, &#;imdi aç susuz dola&#;&#;yor."
Aya&#;&#;n&#; kesmek: 1. Bir yere gitmez, u&#;ramaz olmak. 2. Birini bir yere art&#;k u&#;ramaz duruma getirmek."Öyle korkutun ki o adam&#;n aya&#;&#; kesilsin bu meyhaneden?"
Aya&#;&#;n&#;n alt&#;na almak: 1. Ac&#;mas&#;zca, tekmelerle k&#;yas&#;ya dövmek. 2. Bir &#;eyi küçük görerek ondan faydalanma yoluna gitmemek, o &#;eyi tepmek."Önüne serilen bütün nimetleri aya&#;&#;n&#;n alt&#;na ald&#; hiç t&#;nmadan."
Aya&#;&#;n&#;n tozuyla: Henüz dinlenmeden, yoldan gelir gelmez."Adam&#; aya&#;&#;n&#;n tozuyla kodese t&#;kt&#;lar."
Aya&#;&#;n&#; sürümek: 1. Verilen bir görevi a&#;&#;rdan yapmak. 2. Bir yerden ayr&#;lmak üzere bulunmak. 3. Ölmek üzere olmak. 4. Halk inan&#;&#;&#;na göre birinin gelmesi, ard&#;ndan ba&#;kalar&#;n&#;n da gelmesine yol açmak."Aya&#;&#;n&#; m&#; sürüdün ne, senden sonra gelen misafirlerin say&#;s&#;n&#; Allah bilir ancak!"
Aya&#;&#;n&#; yorgan&#;na göre uzatmak: Gelirini giderine uydurmak, harcamalarda geliri a&#;mamak."Aya&#;&#;n&#; yorgan&#;na göre uzatmazsan ileride aç kal&#;rs&#;n."
Aya&#;&#; (ayaklar&#;) suya ermek (de&#;mek): Neden sonra akl&#; ba&#;&#;na gelmek, bir &#;eyin asl&#;n&#; anlamak, beklenen biçimde olmad&#;&#;&#;n&#; kavramak."Toy oldu&#;u için do&#;ruyu göremiyor, onun da aya&#;&#; suya erecek bir gün."
Ayak alt&#;nda kalmak: 1. Hor görülüp a&#;a&#;&#;lanmak, de&#;er verilmemek. 2. &#;nsanlar&#;n s&#;k gelip geçti&#;i yerde, kalabal&#;k içinde kalmak."Seyyar sat&#;c&#;lar&#;n pek ço&#;u ayak alt&#;nda kal&#;nacak bir yeri seçerler."
Ayak atmamak: Bir yere hiç gitmemek."O kente ayak atmad&#;m henüz."
Ayak diremek: Bir &#;eyde &#;srar etmek, kar&#;&#; koymak, kendi karar&#;ndan vazgeçmemek."Ayak diremeseydi çoktan evini y&#;km&#;&#; olacaklard&#;."
Ayaklar alt&#;na almak: Önem verilmesi gereken &#;eyleri hiçe saymak, çi&#;nemek."Babas&#;n&#;n onun için verdi&#;i emekleri ayaklar alt&#;na alarak o serserili&#;i seçti."
Ayaklar&#; geri geri gitmek: Bir yere istemeye istemeye, gönülsüz gitmek."Ho&#;lanmad&#;&#;&#;m bu insanlar&#;n yan&#;na yakla&#;t&#;kça ayaklar&#;m geri geri gitmeye ba&#;lad&#;."
Ayakl&#; kütüphane: Çok &#;ey okumu&#;, her sorulana cevap veren, çok &#;ey bilen, okuduklar&#; akl&#;nda kalm&#;&#; kimse."Adam ayakl&#; kütüphaneydi sanki!"
Ayakta kalmak: 1. Bir zorluk kar&#;&#;s&#;nda y&#;k&#;lmamak, çökmemek. 2. Oturacak yer bulamamak."Gemi öyle kalabal&#;kt&#; ki hepimiz ayakta kald&#;k."
Ayak tak&#;m&#;: &#;&#;e yaramaz, bilgisiz, görgüsüz, kaba, serseri, de&#;ersiz kimselerin bütünü."Mahallemizde ayak tak&#;m&#; gittikçe ço&#;al&#;yor."
Ayak uydurmak: 1. Ad&#;mlar&#;n&#; ba&#;kas&#;n&#;nkine uydurmak. 2. Kendi gidi&#; ve davran&#;&#;&#;n&#; ba&#;kas&#;n&#;nkine benzetmek."Bu bozuk topluma ayak uydurmak zorunda de&#;iliz."
Ayak üstü (üzeri): 1. K&#;sa süre içinde, acele olarak. 2. Ayakta durarak, ayakta dikilerek."Gel de &#;u büfede ayak üstü at&#;&#;t&#;ral&#;m biraz."
Ayasofya`da dilenip Sultanahmet`te sadaka (zekât) vermek: Kendisi ba&#;kas&#;n&#;n yard&#;m&#; ile geçinirken, gösteri&#; için elindekini ba&#;kalar&#;na yard&#;m amac&#;yla da&#;&#;tmak.
Ay&#;kla pirincin ta&#;&#;n&#;: Bir i&#;in oldukça kar&#;&#;&#;k, dola&#;&#;k, içinden ç&#;k&#;lmas&#; güç oldu&#;unu anlatmak için kullan&#;l&#;r."Durup dururken adama olmad&#;k sözler söylemi&#;, &#;imdi ay&#;kla pirincin ta&#;&#;n&#;!"
Ay&#;l&#;p bay&#;lmak: 1. Sinir krizi geçirmek, bunal&#;ma dü&#;mek. 2. Birini kendinden geçercesine sevmek, be&#;enmek."Her kan görü&#;ünde ay&#;l&#;p bay&#;l&#;yor."
Ayran&#; kabarmak: Öfkelenmek, k&#;z&#;p ba&#;&#;rmak; co&#;mak."O konu&#;tukça adam&#;n elleri titriyor, ayran&#; kabard&#;kça kabar&#;yordu."
Ayvaz kasap hep bir hesap: "Ha öyle ha böyle, ikisi de bir; hangi yolu seçersek seçelim ayn&#; sonuca var&#;r" anlam&#;nda kullan&#;l&#;r.
Ayyuka ç&#;kmak: 1. Pek yükselmek (ses için). 2. Herkesçe duyulmak, yay&#;lmak (dedikodu için)."Öyle k&#;zg&#;nd&#; ki sesi ayyuka ç&#;k&#;yordu."
Aza ço&#;a bakmamak: Eline geçenle yetinmek, tok gözlü olmak.
Azizlik etmek: &#;aka ile tak&#;lmak, muziplik etmek, &#;aka ile aldatmak."Osman azizlik etmeye bay&#;l&#;r."
Baba adam: A&#;&#;r ba&#;l&#;, iyi yürekli, olgun, ho&#;görülü, ya&#;l&#;ca adam."Ne baba adamm&#;&#; me&#;er, ailesinden de&#;il, kom&#;ular&#;ndan bile kimseyi ihmal etmedi."
Babas&#; tutmak (veya babalar&#; üstünde olmak): Çok fazla öfkelenmek, k&#;zg&#;nl&#;&#;&#; her hâliyle belli olmak."&#;&#; meselesini konu&#;amad&#;m, çünkü babalar&#; üstündeydi odas&#;na girdi&#;imde."
Babana rahmet: "Yapt&#;&#;&#;n i&#;, söyledi&#;in söz çok yerinde; Allah senden raz&#; olsun" anlam&#;nda ho&#;nutluk, memnunluk bildirmek için kullan&#;l&#;r.
Baba oca&#;&#; (evi veya yurdu): Dededen, babadan kalma ev; toprak, yurt."Borçlar&#; yüzünden baba evini satmak zorunda kald&#;."
Babas&#;n&#;n hayr&#;na (m&#;?): Hiçbir ç&#;kar gözetmeksizin."Babas&#;n&#;n hayr&#;na m&#; yapt&#; san&#;yorsun senin i&#;ini?"
Ba&#; bozmak (ba&#;bozumu): 1. Ba&#;da son kalan ürünün toplanmas&#;. 2. Bu i&#;lerin yap&#;ld&#;&#;&#; mevsim (güz), gün."Ba&#;bozumu besmele ile ba&#;larsa bereketli olur."
Ba&#;r&#;na basmak: 1. Kucaklamak, kollar&#; ile sararak gö&#;süne yaslamak. 2. Birini gözetip kay&#;rmak, koruyup yeti&#;tirmek."Amcas&#;, ye&#;enini ba&#;r&#;na basmakta geçikmedi."
Ba&#;r&#;na ta&#; basmak: U&#;rad&#;&#;&#; zarara, felakate sesini ç&#;karmadan katlanmak."Evi y&#;k&#;lan Hasan ba&#;r&#;na ta&#; basmaktan ba&#;ka bir yol bulamad&#;."
Ba&#;r&#;n&#; delmek: &#;çine i&#;lemek, pek dokunmak, dertli olmas&#;na yol açmak."Yurdundan kovulmas&#;, &#;airin ba&#;r&#;n&#; deldi."
Ba&#;r&#; yan&#;k: Çok ac&#; çekmi&#;; dert, s&#;k&#;nt&#;, darl&#;k, kah&#;r görmü&#;; yasl&#;."Nice ba&#;r&#; yan&#;k insanlar ya&#;am&#;&#; bu topraklarda."
Bahse girmek: Görü&#;ünde veya iddias&#;nda hakl&#; ç&#;kacak tarafa bir &#;ey verilmesini kabul eden sözlü anla&#;ma yapmak."Erken kalkmak konusunda onunla bahse girdik."
Baht&#; kara: Mutsuz, dertten kurtulamayan, i&#;leri hep ters giden."Allah&#;m, &#;u baht&#; kara kuluna yard&#;m et de düzlü&#;e ç&#;ks&#;n!"
Baklay&#; a&#;z&#;ndan ç&#;karmak: Sabr&#; tükenip o zamana kadar saklad&#;&#;&#; &#;eyleri söylemek."Yeter art&#;k, ç&#;kar a&#;z&#;ndan &#;u baklay&#;!"
Bal alacak çiçe&#;i bilmek: Ç&#;kar sa&#;lanacak yeri veya &#;eyi bulmak, bu konuda nas&#;l hareket edilece&#;ini bilmek."Onun bal alacak çiçe&#;i bilmede üstüne yoktur."
Bald&#;r&#; ç&#;plak: &#;&#;siz güçsüz, serseri, ba&#;&#; bo&#;, ayak tak&#;m&#;ndan."Sokaklar bald&#;r&#; ç&#;plaklardan geçilmiyor."
Bal dök (de) yala: Bir yerin çok temiz, p&#;r&#;l p&#;r&#;l oldu&#;unu anlatmak için kullan&#;l&#;r."Oday&#; öyle elden geçirmi&#; ki bal dök de yala!"
Balgam atmak: Bir i&#; ya da konu üzerinde ku&#;ku uyand&#;racak söz söylemek."Lütfen sus, ortaya bir balgam at&#;p da insan&#; huzursuz etme."
Bal gibi: 1. Çok tatl&#;. 2. Çok iyi, adamak&#;ll&#;, pekâlâ."Bal gibi i&#;, daha ne duruyorsun?"
Bal&#;k etinde: Ne &#;i&#;man, ne zay&#;f; biçimli, kilosu yerinde olan.
Bal&#;k istifi: Çok s&#;k&#;&#;&#;k bir durumda."Otobüs, bal&#;k istifi gibi yerle&#;mi&#; insanlar&#; zor ta&#;&#;yordu."
Bal&#;k kava&#;a ç&#;k&#;nca: Gerçekle&#;mesi mümkün olmayacak i&#;leri anlatmak için kullan&#;l&#;r."O k&#;z, o çocukla ancak bal&#;k kava&#;a ç&#;k&#;nca evlenir."
Balon uçurmak: &#;lgililerin ne diyeceklerini anlamak veya insanlar&#;n telâ&#;lanmalar&#;n&#; sa&#;lamak amac&#;yla asl&#; olmayan bir haber yaymak."Askerli&#;in k&#;salmas&#;yla ilgili bir balon uçurdu, buna sonra kendisi de inanmaya ba&#;lad&#;."
Balta olmak: Musallat olmak, as&#;lmak, direnerek bir &#;ey istemek, istedi&#;ini yapt&#;rmak için sürekli &#;srar etmek."&#;nsan&#;n ba&#;&#;na balta olan ki&#;ileri sevmek mümkün de&#;il."
Baltay&#; ta&#;a vurmak: Bilmeyerek kar&#;&#;s&#;ndakini k&#;racak söz söylemek, pot k&#;rmak."Baltay&#; ta&#;a vurunca öyle utand&#; ki sormay&#;n gitsin."
Bam teline basmak: Bir kimseyi, duyarl&#;l&#;k gösterdi&#;i konuda k&#;zd&#;racak söz söylemek, öfkelendirecek bir &#;ey yapmak."Bir insan&#; delirtmek mi istiyorsun? Onun bam teline basacaks&#;n."
Bana m&#;s&#;n dememek: Ald&#;r&#;&#; etmemek, ona hiçbir &#;ey etkili olmamak."S&#;rt&#;na o kadar yük vurdular, adam yine de bana m&#;s&#;n demedi."
Barut f&#;ç&#;s&#;: Her an kar&#;&#;&#;kl&#;k, kavga ve sava&#;&#;n ç&#;kaca&#;&#; yer."Nereden ç&#;kt&#;&#;&#; belli olmayan bir ses, meydan&#; bir anda barut f&#;ç&#;s&#;na döndürdü."
Barut kesilmek: Çok öfkelenmek, k&#;zmak, sinirlenmek."Elektri&#;i ba&#;lanmayan adam barut kesilmi&#;, etrafa ba&#;&#;r&#;p duruyordu."
Bas&#;p gitmek: Akl&#;na koydu&#;u &#;eyi yapmak amac&#;yla, o an bulundu&#;u yerden kimseye dan&#;&#;madan ayr&#;lmak."Öyle her akl&#;na esti&#;inde bas&#;p gidemezsin buradan."
Basireti ba&#;lanmak: Gerçe&#;i göremez, iyi dü&#;ünüp kavrayamaz bir duruma dü&#;mek."Öylece kalakald&#;m, ne yapaca&#;&#;m&#; bilemiyorum, basiretim ba&#;land&#; âdeta."
Bask&#;n ç&#;kmak: Üstünlü&#;ünü göstermek, kar&#;&#;s&#;ndakini geçmek."Ko&#;uda de&#;il, ancak güre&#;te bask&#;n ç&#;kar&#;m ona."
Bast&#;&#;&#; yeri bilmemek: 1. Çok fazla sevinmek. 2. Dengesiz hareketlerde bulunmak, durumunu kontrol edememek, &#;a&#;k&#;nl&#;ktan nerede oldu&#;unu bilememek."E&#;inin ölümünden sonra bast&#;&#;&#; yeri bilmez bir adam oldu."
Baston (kaz&#;k) yutmu&#; gibi: Dimdik duran, yürüyen kimsenin durumu."Baston yutmu&#; gibi ortal&#;kta dola&#;&#;p da asab&#;m&#; bozma!"
Ba&#;a ba&#; (gelmek): Birbirine denk, e&#;it olmak; birlikte olmak."Tak&#;mlar ba&#;a ba&#; bir mücadele verdiler."
Ba&#;a ç&#;karmak: 1. Bir i&#;i bitirmek, sona erdirmek, ba&#;armak. 2. Bir ki&#;iye a&#;&#;r&#; ölçüde ilgi gösterip çok &#;&#;martmak."Ona biraz daha yüz verirsen ba&#;&#;na ç&#;kacak, söyledi&#;ini yapmayacak."
Ba&#;a ç&#;kmak: Gücünün üstünlü&#;ünü kan&#;tlamak, bir &#;eye gücü yetmek."Onunla ba&#;a ç&#;kabilirim, merak etme sen."
Ba&#;a geçmek: 1. En üstün yeri almak. 2. Herhangi bir konu önemce ilk s&#;ray&#; almak."Ülkede ekonomik yolsuzluklar ba&#;a geçti."
Ba&#;a gelmek: Kötü bir duruma u&#;ramak."Kim demi&#; ba&#;a gelen çekilir diye?"
Ba&#;a güre&#;mek: 1. Ya&#;l&#; güre&#;te ba&#;pehlivanl&#;k için güre&#;mek. 2. En üstün sonucu almak için mücadele etmek, yar&#;&#;mada birincili&#;i almak için u&#;ra&#;mak."Tak&#;m&#;m&#;z öteden beri ba&#;a güre&#;ir."
Ba&#; a&#;r&#;s&#;: Varl&#;&#;&#; tedirginlik verici &#;ey, rahats&#;z edici kimse."Sen ne ba&#; a&#;r&#;s&#; bir adamm&#;&#;s&#;n me&#;er!"
Ba&#; a&#;r&#;tmak: Yerli yersiz konu&#;arak, gereksiz sözler söyleyerek, çok konu&#;arak birisini rahats&#;z etmek."Ba&#; a&#;r&#;tmakta üstüne yoktur senin."
Ba&#;a (ba&#;&#;na) kakmak: Yap&#;lan iyili&#;i yüzüne vurarak birisini üzmek, incitmek."Üç kuru&#; verdi, üç gün geçmeden ba&#;&#;na kakt&#;."
Ba&#; alamamak: Çok u&#;ra&#;t&#;ran bir konudan kurtulup da vakit ve f&#;rsat bulamamak."&#;u çocuklarla u&#;ra&#;maktan ba&#; alam&#;yorum ki sana geleyim."
Ba&#; a&#;a&#;&#; gitmek: Sürekli kötüle&#;mek, zarar görmek."Ba&#; a&#;a&#;&#; giden i&#;lerinin önünü alamad&#; bir türlü."
Ba&#; ba&#;a kalmak: Biriyle yaln&#;z kalmak, iki ki&#;i bir arada yaln&#;z kalmak."Misafirler gittikten sonra ba&#; ba&#;a kald&#;lar."
Ba&#; ba&#;a (kafa kafaya) vermek: Birbirinin dü&#;üncesinden yararlanmak üzere birkaç ki&#;i toplan&#;p bir konuyu görü&#;mek, bir konuda dertle&#;mek."Bu sorunu ancak ba&#; ba&#;a vermekle çözebiliriz."
Ba&#; belâs&#;: Sürekli rahats&#;z eden, yük olan, bir kimseye musallat olup s&#;k&#;nt&#; veren ve uzakla&#;t&#;r&#;lamayan ki&#;i ya da &#;ey."&#;u ba&#; belâs&#; adam&#; uzakla&#;t&#;r&#;rsan&#;z sevindirirsiniz beni."
Ba&#; çekmek: Ön ayak olmak, öncülük etmek."Hayat&#; boyunca ba&#; çeken bir adam olarak ya&#;ad&#;."
Ba&#; edememek: Gücü yetmemek, ba&#;ar&#; kazanamamak, bir i&#;i ba&#;armakta zorluk çekmek."&#;u uysal insanlarla ba&#; edemezsen kiminle edeceksin!"
Ba&#; e&#;mek: Direnmekte vazgeçip güçlünün buyru&#;una girmek, teslim olmak."Türk milletine ba&#; e&#;diremezsin."
Ba&#; göstermek: Ortaya ç&#;kmak, belirmek, vuku bulmak."Milletimiz ba&#; gösteren bu yeni fikri k&#;sa zamanda benimseyecektir."
Ba&#; göz etmek: Evlendirmek."&#;u k&#;z&#; da bir ba&#; göz edersem gözüm arkada kalmayacak."
Ba&#;&#; a&#;r&#;mak: Bir i&#;ten dolay&#; sorumlu duruma dü&#;mek, kaygu çekmek."Sana güveniyorum, ba&#;&#;m&#; a&#;r&#;tmayaca&#;&#;na eminim, haydi güle güle git."
Ba&#;&#; alt&#;ndan ç&#;kmak: Kötü bir &#;ey, kötü bir durum, birinin gizli düzeni ve tertibiyle meydana gelmek."Böyle &#;eyler bilirim ki senin ba&#;&#;n&#;n alt&#;ndan ç&#;kar, &#;imdi bana do&#;ruyu söyle, kim k&#;rd&#; vazoyu."
Ba&#;&#; ba&#;l&#; olmak: 1. Evli ya da ni&#;anl&#; olmak. 2. Serbest, özgür olmayan, bir yere ba&#;&#;ml&#; olan."Nihayet o&#;lan&#;n da ba&#;&#;n&#; ba&#;lad&#;k."
Ba&#;&#; bo&#; b&#;rakmak: Bir kimsenin üzerindeki denetimi ve gözetimi kald&#;rmak, kendi bildi&#;ine b&#;rakmak."Çocuk dedi&#;in ba&#;&#; bo&#; b&#;rak&#;lmaya gelmez."
Ba&#;&#; darda kalmak (ba&#;&#; dara dü&#;mek): Çok s&#;k&#;nt&#;l&#;, çaresiz bir durumda olmak; paras&#;zl&#;ktan dolay&#; güç bir durumda kalmak."Ba&#;&#; darda kalan insanlara yard&#;m etmek insanl&#;k borcudur."
Ba&#;&#; derde girmek: Can s&#;k&#;c&#;, üzücü, istemedi&#;i bir duruma dü&#;mek."&#;u kendini bilmez adamla ba&#;&#;m derde girsin istemiyorum."
Ba&#;&#; dik gezmek: Utan&#;lacak bir durumu olmadan, onurlu &#;ekilde toplumda yer almak."Ba&#;&#; dik gezen insanlar&#; sevmemek elde de&#;il."
Ba&#;&#; dönmek: 1. Bir &#;ey kar&#;&#;s&#;nda &#;a&#;&#;rmak. 2. S&#;k&#;nt&#; meydana getiren bir durum kar&#;&#;s&#;nda bunalmak. 3. Dengesini yitirmek, gözleri kararmak; çevresi karar&#;yor, dönüyor, kay&#;yor duygusu içinde sars&#;lmak."Çabuk durdur arabay&#;, ba&#;&#;m dönmeye ba&#;lad&#;."
Ba&#;&#; gö&#;e ermek: Beklenmeyen, umulmayan bir mutlulu&#;a, sevince ula&#;mak."Üç kuru&#; zam yap&#;ld&#; diye maa&#;&#;na, ba&#;&#; gö&#;e erdi san&#;yor; bilmiyor ki enflasyon bir ay sonra alacak o zamm&#; elinden."
Ba&#;&#; kalabal&#;k (olmak): Bir i&#; dolay&#;s&#;yla yan&#;nda çok fazla ki&#;i olmak."Kusura bakma, ba&#;&#;m kalabal&#;kt&#; bugün, seni arayamad&#;m."
Ba&#;&#;na belây&#; sat&#;n almak: S&#;k&#;nt&#;, üzüntü ve tedirginlik verici oldu&#;unu sonradan anlad&#;&#;&#; bir i&#;e kendi iste&#;i ile girmi&#; bulunmak."Nereden girdim bu in&#;aat i&#;ine, durup dururken ba&#;&#;ma belây&#; sat&#;n ald&#;m."
Ba&#;&#;na bir hâl gelmek: Büyük, içinden ç&#;k&#;lmas&#; zor güçlüklerle kar&#;&#;la&#;mak; kötü duruma dü&#;mek."Gece gitme, ba&#;&#;na bir hâl gelir diye korkuyorum."
Ba&#;&#;na buyruk: Diledi&#;ini izin almaks&#;z&#;n yapan, istedi&#;i gibi davranan."Sizin çocuk da amma ba&#;&#;na buyruk bir çocuk olmu&#;."
Ba&#;&#;na çalmak: Bir &#;eyi sert, öfkeli ve k&#;zg&#;n bir davran&#;&#; içinde vermek."Al da ba&#;&#;na çal bu sap&#; k&#;r&#;k küre&#;i."
Ba&#;&#;na çorap örmek: Bir kimseye, haberi olmadan, kötü duruma sokucu davran&#;&#;ta bulunmak, alt etmek için gizlice plân kurmak."Onun ba&#;&#;na bir çorap örecekler diye korkuyorum."
Ba&#;&#;na çökmek: 1. &#;&#;tahla sofraya oturmak. 2. Bir i&#;i çabuk bitirmek üzere oturup ele almak. 3. Birini alt&#;na al&#;p dövmek."Birkaç ki&#;i utanmadan zavall&#; adam&#;n ba&#;&#;na çöktüler."
Ba&#;&#;na devlet ku&#;u konmak: Ummad&#;&#;&#;, beklemedi&#;i bir nimete ya da varl&#;&#;a kavu&#;mak."Nas&#;l ald&#; bu kö&#;kü? Ba&#;&#;na devlet ku&#;u mu kondu dersin?"
Ba&#;&#;na dolamak: &#;çinden ç&#;k&#;lmas&#; zor bir i&#;i birine musallat etmek."Bu i&#;i benim ba&#;&#;ma dolayanlar, dilerim hiçbir zaman onmazlar!"
Ba&#;&#;na i&#; açmak: U&#;ra&#;t&#;r&#;c&#; ve üzücü bir i&#;in ç&#;kmas&#;na yol açmak."B&#;rak o b&#;ça&#;&#; elinden, hiç yoktan ba&#;&#;na i&#; açacaks&#;n."
Ba&#;&#;nda kavak yeli esmek: 1. Sorumluluk duygusundan uzak, zevk ve e&#;lence pe&#;inde ko&#;mak (genç için). 2. Gerçekle&#;meyecek &#;eyler dü&#;ünerek vakit geçirmek."Bu çocuk da büyümedi bir türlü, hâlâ ba&#;&#;nda kavak yelleri esiyor."
Ba&#;&#;ndan atmak: 1. Gereksiz görülen bir ba&#;l&#;l&#;&#;a, bir ili&#;kiye son vermemek; bir istekte bulunan ki&#;iyi yan&#;ndan uzakla&#;t&#;rmak. 2. Yap&#;lmas&#; zor bir i&#;i yapmaktan kendini kurtarmak ya da o i&#;i bir ba&#;kas&#;na yüklemek."K&#;sa zamanda o i&#;i ba&#;&#;ndan atmas&#;n&#; becerdi."
Ba&#;&#;ndan a&#;a&#;&#; kaynar sular dökülmek: Çok kötü, üzücü, s&#;k&#;nt&#; verici ya da utand&#;r&#;c&#; bir olay kar&#;&#;s&#;nda vücudunu ter basmak, ürpermek."Babas&#;n&#; kar&#;&#;s&#;nda görünce ba&#;&#;ndan a&#;a&#;&#; kaynar sular döküldü."
Ba&#;&#;ndan büyük i&#;lere giri&#;mek (veya kalk&#;&#;mak): Gücünün üstünde olan i&#;leri yapmaya kalk&#;&#;mak."Çekil lütfen, ba&#;&#;ndan büyük i&#;lere kalk&#;&#;&#;p da kendini rezil etme bari."
Ba&#;&#;ndan korkmak: Hayat&#;ndan kayg&#; duymak, cezaland&#;r&#;lmaktan korkmak."Dü&#;man topraklar&#;na girince ba&#;&#;ndan korkmaya ba&#;lad&#;."
Ba&#;&#;n&#; a&#;r&#;tmak: 1. Gereksiz sözlerle birini bunaltmak. 2. Bir i&#; için birini u&#;ra&#;t&#;rmak, s&#;kmak."Yeter art&#;k, bu i&#; için ba&#;&#;m&#; a&#;r&#;t&#;p durma."
Ba&#;&#;n&#; al&#;p gitmek: Nereye gidece&#;ini bildirmeden, izin almadan gitmek."&#;çine dü&#;tü&#;ü s&#;k&#;nt&#;dan kurtulamayan adam ba&#;&#;n&#; al&#;p gitti."
Ba&#;&#;n&#; ba&#;lamak: Evlendirmek."Askerli&#;i biten Ali`nin ba&#;&#;n&#; ba&#;lamay&#; dü&#;ünen annesi kollar&#; hemen s&#;vad&#;."
Ba&#;&#;n&#; belâya sokmak: Bir kimseyi, zarar görece&#;i, kötü sonuçlarla kar&#;&#;la&#;aca&#;&#; bir i&#;e sokmak."O&#;lan&#;n da ba&#;&#;n&#; belâya sokacaklar diye ödüm kopuyor."
Ba&#;&#;n&#; bir yere ba&#;lamak: Bir i&#;e yerle&#;tirmek, i&#;sizlikten kurtarmak."Çok geçmeden o&#;lunun da ba&#;&#;n&#; bir yere ba&#;lamay&#; becerdi."
Ba&#;&#;n&#; bo&#; b&#;rakmak: Denetimsiz, yaln&#;z ve serbest b&#;rakmak."Bu çocu&#;un ba&#;&#;n&#; bo&#; b&#;rakma, yoksa ba&#;&#; belâya girecek."
Ba&#;&#;n&#; derde sokmak: S&#;k&#;c&#;, yorucu, üzücü bir i&#;e girmek veya getirilmek."Tan&#;mad&#;&#;&#; adamlarla i&#;e giri&#;ince ba&#;&#;n&#; derde soktu."
Ba&#;&#;n&#; dinlemek: Sessiz, sakin bir ortama çekilmek; kalabal&#;ktan ve gürültüden uzakla&#;mak."Emekli olur olmaz ba&#;&#;m&#; dinleyecek bir kö&#;e arayaca&#;&#;m"
Ba&#;&#;n&#; ezmek: Birini hareket edemez, kötülük yapamaz ya da ba&#;&#;n&#; kald&#;r&#;p bir i&#;i göremez duruma getirmek."Zalimlerin ba&#;&#;n&#; ezecek adamlara bugün ne kadar ihtiyaç var!"
Ba&#;&#;n&#; ka&#;&#;maya (ka&#;&#;yacak) vakti olmamak: Çok me&#;gul olmak, ba&#;ka bir i&#;i yapmaya hiç vakti olmamak."Bana yükleme o i&#;i, çünkü ba&#;&#;m&#; ka&#;&#;yacak vaktim yok."
Ba&#;&#;n&#;n çaresine bakmak: Kimsenin yard&#;m&#; olmadan kendi i&#;ini kendi yapmak, kendini zor durumdan kurtarmak."Benden sana fayda yok, ba&#;&#;n&#;n çaresine baksan iyi olacak."
Ba&#;&#;n&#;n derdine dü&#;mek: Ba&#;ka bir &#;eyle ilgilenemeyecek kadar s&#;k&#;nt&#;l&#;, üzücü ve tehlikeli bir duruma çare bulmaya çal&#;&#;mak."Adam&#;n bize ald&#;raca&#;&#; yok, baksana ba&#;&#;n&#;n derdine dü&#;mü&#;."
Ba&#;&#;n&#;n etini yemek: Sürekli olarak, b&#;kt&#;r&#;ncaya kadar, &#;srarla birinden bir &#;ey istemek; bu sebeple onu rahats&#;z edip üzmek."Tamam k&#;z&#;m, alaca&#;&#;z o oyunca&#;&#;, yeter ba&#;&#;m&#;n etini yedi&#;in!"
Ba&#;&#;n&#; ta&#;tan ta&#;a vurmak: F&#;rsat&#; kaç&#;rd&#;&#;&#; için çok pi&#;man olmak, çaresiz kalarak kah&#;rlanmak."Zaman&#;nda eve gidip hasta çocu&#;u doktora götürmedi&#;i için ba&#;&#;n&#; ta&#;tan ta&#;a vuruyordu."
Ba&#;&#;n&#; vermek: Bir ideal u&#;runda kendini feda etmek, can&#;n&#; vermek."Yi&#;itler ba&#;&#;n&#; vermesiydi bu ülke dü&#;manlardan kurtulur muydu?"
Ba&#;&#;n&#; yemek: Bir kimsenin büyük zarar görmesine ya da ölmesine yol açmak."Ruhsuz herifler adam&#;n ba&#;&#;n&#; yemek için yar&#;&#;a giri&#;tiler."
Ba&#;&#; s&#;k&#;&#;mak (s&#;k&#;lmak): Herhangi bir güçlük kar&#;&#;s&#;nda kalmak, bunalmak."Onun görevi, ba&#;&#; s&#;k&#;&#;an insanlara yard&#;m etmektir."
Ba&#;&#; tutmak: 1. Önde olmak. 2. Gürültüden, üzüntüden ve çok konu&#;madan ba&#;&#; a&#;r&#;mak."Kesin art&#;k &#;u dedikoduyu, yoksa ba&#;&#;m tutacak!"
Ba&#; koymak: Bir &#;ey u&#;runa ölümü göze almak."Çekil önümden ben bu yola ba&#; koydum."
Ba&#; kö&#;e: Sayg&#; duyulan, önder say&#;lan büyüklerin oturmas&#; için ayr&#;lan yer."Ba&#; kö&#;eye oturmak onun her zaman hakk&#;d&#;r."
Ba&#; sallamak: 1. Anlasa da anlamasa da kar&#;&#;s&#;ndakinin her sözünü uygun bulur görünmek."Her &#;eye ba&#; sallayan insanlardan hiç ho&#;lanmam."
Ba&#; tac&#; etmek: De&#;er vermek, çok üstün tutmak, çok sevmek."Babalar&#;n&#; ba&#; tac&#; ettiler, toz kondurmuyorlar adama."
Ba&#;tan a&#;a&#;&#;: Tamam&#;yla, hepsi, bütünüyle."Evi ba&#;tan a&#;a&#;&#; boyad&#;lar."
Ba&#;tan kara gitmek: Sonunu dü&#;ünmeyerek, hatta sonucun kötü oldu&#;unu bildi&#;i hâlde hesaps&#;z, batarcas&#;na bir yol tutmak; felâkete do&#;ru gitmek."Bu ba&#;tan kara gitti&#;in hayata art&#;k bir son vermelisin."
Ba&#;tan savma: Üstün körü, özen gösterilmeden, geli&#;i güzel."Yapt&#;&#;&#;n i&#;in tamamen ba&#;tan savma oldu&#;u ne kadar aç&#;k."
Ba&#; üstünde yeri var: "Sevgi, ilgi ve sayg&#; ile kar&#;&#;lan&#;p a&#;&#;rlan&#;r." anlam&#;nda kullan&#;l&#;r."Durmas&#;n gelsin, ba&#; üstünde yeri var."
Ba&#; vermek: 1. &#;nand&#;&#;&#; bir &#;ey u&#;runda ölmek, can&#;n&#; vermek. 2. Belirmek, kimi bitkilerin ba&#;ak tutmaya ba&#;lamas&#;."Ekti&#;imiz bu&#;daylar ba&#; vermeye ba&#;lad&#;."
Ba&#; vurmak: 1. Müracaat etmek, bir i&#;in yap&#;lmas&#;n&#; bir kimse veya kurulu&#;tan istemek. 2. Bilgi edinmek üzere bir kayna&#;a bakmak, bir kimseye dan&#;&#;mak."Vakit geçirmeden ansiklopediye bakal&#;m da ö&#;renelim."
Ba&#; yemek: 1. Sofrada en önemli yemek. 2. Birinin ölümüne sebep olmak. 3. Birinin herhangi bir i&#;te güç durumda kalmas&#;na yol açmak."Adam&#;n ba&#;&#;n&#; sebepsiz yere yediler, &#;imdi çoluk çocuk aç kalacak."
Batt&#; bal&#;k yan gider: "&#;&#;lerin kötü gitti&#;ine, düzelmeyece&#;ine, bu konuda da umut kalmad&#;&#;&#;na göre art&#;k istenildi&#;i gibi davran&#;labilir, ne olursa olsun" anlam&#;nda kullan&#;l&#;r."Ald&#;rma, üzülme art&#;k, batt&#; bal&#;k yan gider."
Bayrak açmak: 1. Bir dava yolunda toplanmaya ça&#;&#;rmak. 2. Gönüllü asker toplamaya giri&#;mek."Dü&#;mana kar&#;&#; yurdun dört bir yan&#;nda bayrak açan yurtseverler sonunda amaçlar&#;na ula&#;t&#;lar."
Bayram etmek: Çok sevinmek."Oyuncaklar&#; görünce çocuklar bayram etti."
Belâ aramak: Kavga ç&#;kararak, önüne gelene çatarak ya da ba&#;ka sebeplerle kendisi için tehlikeli bir durum olu&#;mas&#;na yol açmak."B&#;rak sövmeyi, belâ m&#; ar&#;yorsun ba&#;&#;na?"
Belâs&#;n&#; bulmak: Kendi yol açt&#;&#;&#; tehlikeli bir durumun içine dü&#;mek, hak etti&#;i cezay&#; görmek."Adam nihayet belâs&#;n&#; buldu."
Belây&#; sat&#;n almak: Kendi davran&#;&#;lar&#; yüzünden tehlikeyi üstüne çekmek."Köylülerle biraz daha u&#;ra&#;&#;rsak belây&#; sat&#;n alaca&#;&#;z, haydi gidelim buradan."
Bel ba&#;lamak: Güvenmek, birisinin kendisine yard&#;m edece&#;ine inanmak, inan&#;p arkas&#;ndan gitmek."&#;nsano&#;luna bel ba&#;lan&#;lmaz."
Beli bükülmek: 1. Ya&#;l&#;l&#;k yüzünden güçsüz kalmak, bir i&#; yapamaz duruma gelmek. 2. Üzüntü ve kederden ruhsal bir çöküntüye dü&#;mek."&#;flas eden &#;u genç adam&#;n bir y&#;lda beli büküldü."
Belini do&#;rultmak: Kötüye giden durumunu yeniden düzeltmek, güçlenmek, kaybetti&#;i itibar&#;n&#; ve ekonomik gücünü yeniden kazanmak."Adam k&#;sa zamanda belini do&#;rulttu."
Belini k&#;rmak: 1. Birini bir &#;ey yapamaz duruma getirmek. 2. Bir i&#;in en güç taraf&#;n&#; yapmak."Tarlan&#;n ortas&#;ndan &#;u tümse&#;i de kald&#;rd&#;k m&#; i&#;in belini k&#;rm&#;&#; say&#;l&#;r&#;z, art&#;k gerisi kolay olacakt&#;r."
Bel vermek: (Dik &#;eylerin) d&#;&#;ar&#;ya do&#;ru, (yatay &#;eylerin de) a&#;a&#;&#;ya do&#;ru kamburla&#;mak."Yeni ördü&#;ümüz duvar bel verdi."
Ben hanc&#;, sen yolcu (oldukça): "Özel ili&#;kilerimiz sürüp gittikçe senin bana i&#;in dü&#;er" ya da "Nas&#;l olsa yine kar&#;&#;la&#;aca&#;&#;z" anlam&#;nda kullan&#;l&#;r."Demek &#;u küçük paketi götürmüyorsun, öyle olsun, ben hanc&#; sen yolcu, bugünün yar&#;n&#; da vard&#;r."
Benlik dâvas&#;: Önde görünmek, her &#;eyde söz sahibi olmak, her &#;eyi kendi dü&#;üncesine uydurmak, hep dedi&#;ini yapt&#;rmak çabas&#; ve tutkusu."Benlik dâvas&#; güden insanlar bir yere varamazlar."
Benzi atmak: Bir sebepten ötürü ans&#;z&#;n yüzünün rengi sararmak, solmak."Askerleri kar&#;&#;s&#;nda görünce benzi att&#;."
Bereket versin: 1. "Allah size bol kazanç versin" anlam&#;nda iyi dilek sözü. 2. Çok &#;ükür ki iyi ki (ho&#;nutluk anlat&#;r)."Bereket versin ki ona bir &#;ey olmam&#;&#;."
Be&#; a&#;a&#;&#; be&#; yukar&#;: Çok az fark olarak, kararla&#;t&#;r&#;lmak istenen say&#;dan, ölçüden bir miktar az veya çok olarak."Be&#; a&#;a&#;&#; be&#; yukar&#; bir kg. çeker bu tavuk."
Bet (i) bereket (i) kalmamak: Bollu&#;un, verimlili&#;in kalmamas&#;, sona ermesi."Yan&#;m&#;za geldi&#;i günden beri evin beti bereketi kalmad&#;."
Betine gitmek: Ay&#;p saymak, kötü kar&#;&#;lamak, kendisine yedirememek."Senin yapt&#;&#;&#;n i&#; adam&#;n çok betine gitti."
Beyin y&#;kamak: Bir insan&#;, kendine özgü dü&#;ünce ve dünya görü&#;üne yabanc&#;la&#;t&#;rmak, ba&#;ka yönlerde dü&#;ünür ve davran&#;r duruma getirmek."Bat&#;l&#;lar ülke insan&#;m&#;z&#;n beynini y&#;kamaya devam ediyorlar."
Beylik söz: Etkisi kalmam&#;&#;, herkesin kullana geldi&#;i söz."B&#;rak art&#;k &#;u beylik sözleri, kimseyi etkileyemiyorsun."
Beyni bulanmak: 1. Sersemlemek, sa&#;l&#;kl&#; dü&#;ünemez olmak. 2. Kötü bir &#;ey olaca&#;&#;n&#; sezinleyip huzuru kaçmak."Adamlar&#;n suratlar&#;n&#; hiç be&#;enmedim, beynim buland&#;, haydi gidelim buradan."
Beyninden vurulmu&#;a dönmek: Umulmad&#;k, beklenmedik bir olay kar&#;&#;s&#;nda &#;a&#;k&#;nl&#;&#;a dü&#;mek, dü&#;ünce yetene&#;ini yitirir gibi olmak."Adam&#; kar&#;&#;s&#;nda görünce beyninden vurulmu&#;a döndü."
Beynine girmek: 1. Akla uygun gelmek. 2. Bir kimseyi türlü yollara ba&#; vurarak bir &#;ey yapmaya inand&#;rmak, kand&#;rmak. 3. Ezberlemek, akl&#;nda tutmak."Ne kadar okursam okuyay&#;m beynime girmiyor."
B&#;çak kemi&#;e dayanmak: Çekilen s&#;k&#;nt&#; art&#;k katlanamayacak bir hâl almak."B&#;çak kemi&#;e dayand&#;, art&#;k bu yerde duramam."
B&#;y&#;&#;&#; terlemek: B&#;y&#;&#;&#; yeni yeni ç&#;kmaya ba&#;lamak."B&#;y&#;&#;&#; terlemi&#; gençlerin eline bakamam gayri."
B&#;y&#;k alt&#;ndan gülmek: Birinin içine dü&#;tü&#;ü duruma belli etmeden gülmek, sevindi&#;ini belli etmeyerek onunla e&#;lenmek, içinden onunla alay etmek."Ay&#;e`nin k&#;rd&#;&#;&#; pot kar&#;&#;s&#;nda b&#;y&#;k alt&#;ndan gülmeye ba&#;lad&#;."
Bildi&#;ini okumak: Kim ne derse desin, istedi&#;i gibi davranmak."Bildi&#;ini okumaya devam edersen, sonunda zarar görmen muhakkak olacak."
Bile bile lâdes: Bile bile ald&#;nm&#;&#; görünme, öyle gerekti&#;i için kötü bir durumu kabullenme."A&#;açlar&#; kesmesine bile bile lâdes dedim."
Bin dereden su getirmek: Birini kand&#;rmak için dil dökmek, birçok sebep ileri sürmek, aldat&#;c&#; sözler sarf etmek."O evi almamam için bin dereden su getirdiler."
Bindi&#;i dal&#; kesmek: Kendisi için gerekli ve yararl&#; olan &#;eyi kendi eliyle yok etmek."Geçimini sa&#;lad&#;&#;&#;n o tarlay&#; sak&#;n satma, yoksa bindi&#;in dal&#; kesmi&#; olursun."
Bir at&#;ml&#;k barutu olmak (veya kalmak): 1. Bir konuda yapaca&#;&#; çok az &#;eyi olmak. 2. Dayanacak pek az gücü kalmak."Bir at&#;ml&#;k barutu kalm&#;&#;, hâlâ ben yapar&#;m o i&#;i diyor."
Bir aya&#;&#; çukurda olmak: Çok ya&#;lanm&#;&#; olmak, ya&#;ayacak çok az zaman&#; kalm&#;&#; olmak."Dedemin bir aya&#;&#; çukurda, onu üzmeyin art&#;k."
Bir ayak önce (evvel): Çok çabuk, bir an önce, ivedi olarak."Bu i&#;, bir ayak önce yap&#;lacak bir i&#;tir."
Bir baltaya sap olmak: Belirli bir sanat ya da i&#; sahibi olmak."&#;u ya&#;a geldin ama bir baltaya sap olamad&#;n gitti."
Birbardak suda f&#;rt&#;na koparmak: Çok basit, küçük, önemsiz bir &#;eyi büyütüp içinden zor ç&#;k&#;l&#;r bir olay hâline getirmek."Bir bardak suda f&#;rt&#;na koparmay&#; b&#;rak art&#;k, mendilini yakt&#;ysa evi de yakmad&#; ya!"
Birbirine dü&#;mek: Aralar&#;nda anla&#;mazl&#;k ç&#;k&#;p birbirlerine kötü bakmaya ba&#;lamak."Çocuklar&#;n kavgas&#; yüzünden birbirlerine dü&#;tüler."
Birbirine girmek: 1. Aralar&#;nda ç&#;kan anla&#;mazl&#;k kavgaya dönü&#;mek, çarp&#;&#;mak, sald&#;rmak. 2. Bir kaza sonucu araçlar&#;n birbirine çarpmas&#;."Su yüzünden sokak sakinleri birbirine girdi."
Bir çuval inciri berbat etmek: &#;yi olan, yolunda giden bir durumu yanl&#;&#; davran&#;&#;larla bozmak, olumsuz bir gidi&#;e sokmak."Eline çekici al&#;r almaz çiviye vurdu, çivi tahtay&#; yar&#;p geçti, bir çuval inciri berbat etti&#;ini o zaman anlad&#;."
Bir dalda durmamak: S&#;k s&#;k dü&#;ünce, i&#; ya da tutum de&#;i&#;tirmek."Bir dalda dursayd&#; ba&#;&#;na bu i&#; gelmeyecekti."
Bir damla: 1. Çok az, pek az (s&#;v&#; &#;eyler için söylenir). 2. Çok küçük (çocuklar için söylenir)."Bir damla su kald&#;, ne yapaca&#;&#;z su gelmezse."
Bir dedi&#;i iki olmamak: Her istedi&#;i hemen yap&#;lmak, yerine getirilmek."O, bir dedi&#;i iki olsun istemiyordu."
Bir deri bir kemik kalmak: Çok zay&#;flamak, kilo kayb&#;na u&#;ramak."Zavall&#; çocuk, bu illete yakalanal&#; beri bir deri bir kemik kald&#;."
Bir dikili a&#;ac&#; olmamak: Mal&#;, mülkü veya evi olmamak."&#;u dünyada bir dikili a&#;ac&#;m&#;z olmayacak bu gidi&#;le."
Bire bin katmak: Oldu&#;undan çok göstermek, abartmak."Bire bin katarak anlatmaya bay&#;l&#;r."
Bire bir gelmek: Etkisini hemen ve kesin olarak göstermek."Verdi&#;in ilaç di&#; a&#;r&#;ma bire bir geldi."
Bir eli ya&#;da, bir eli balda (olmak): Bolluk, varl&#;k, rahat ve huzur içinde olmak."Bir eli ya&#;da, bir eli balda, daha ne istiyor ki?"
Bir elle verdi&#;ini öbür elle almak: Bir kimseye yapt&#;&#;&#; iyili&#;i, yarar&#;, ba&#;ka bir yola ba&#; vurarak sa&#;lad&#;&#;&#; ç&#;karla ödetmek."Bir eliyle verip öbür eliyle ald&#;&#;&#;n&#; çok zaman sonra anlad&#;m."
Bir gömlek a&#;a&#;&#;: Bir derece daha dü&#;ük."Sizin üretti&#;iniz f&#;nd&#;k, bizimkinden bir gömlek daha a&#;a&#;&#;dad&#;r."
Bir hâl olmak: 1. Bir &#;eyi çok yapa yapa usanmak, yorulmak, fenal&#;k gelmek, bezmek. 2. Daha önce görülmeyen davran&#;&#;lar içinde olmak, huyu de&#;i&#;mek. 3. Kazaya u&#;ram&#;&#; olmak."Gecikti, ba&#;&#;na bir hâl mi geldi acaba?"
Bir ho&#;lu&#;u olmak: Rahats&#;z, ne&#;esiz olmak."O &#;iddetli kazay&#; görünce bir ho&#; oldum."
Bir kalemde: Birden ve toptan, bir i&#;lem ile."Bir kalemde öde de kapat &#;u hesab&#;."
Bir kap&#;ya ç&#;kmak: Ayn&#; sonuca varmak, ayn&#; neticeyi vermek."Ha sen söylemi&#;sin ha ben, bir kap&#;ya ç&#;kmaz m&#;?"
Bir ka&#;&#;k suda bo&#;mak: Bir ki&#;iye çok fazla k&#;zmak, elinden gelse öldürecek ölçüde sinirlenmek."&#;u yalanc&#; herifi her söz söyleyi&#;inde bir ka&#;&#;k suda bo&#;as&#;m geliyor!"
Bir k&#;yamettir gitmek (kopmak): Çok fazla gürültü, pat&#;rt&#;, telâ&#; olmak."Alevler bacay&#; sar&#;nca bir k&#;yamettir koptu sokakta."
Bir Köro&#;lu bir Ayvaz: Bir kar&#; kocan&#;n çocu&#;unun olmamas&#; yahut yak&#;nlar&#;n&#;n yanlar&#;nda bulunmamas&#;."Bir Köro&#;lu bir Ayvaz olmasak bu maa&#;&#;n bize yetece&#;i yok."
Bir kula&#;&#;ndan girip öbür kula&#;&#;ndan ç&#;kmak: Söylenen söze önem vermemek, kulak asmamak, umursamamak."Söyledi&#;im söz bir kula&#;&#;ndan girip öbür kula&#;&#;ndan ç&#;karsa anlamazs&#;n elbet!"
Bir pula satmak: Bir kimseyi bir ç&#;kar u&#;runa harcamak."Paray&#; görünce adam bizi bir pula sat&#;verdi."
Bir sözünü iki etmemek: Birinin her istedi&#;ini hemen yerine getirmek."Ah benim tatl&#; çocu&#;um, bir sözümü iki etmez, hemen yap&#;verir."
Bir &#;eye benzememek: &#;&#;e yarar durumda olmamak, istenilen biçimde bulunmamak."Bu kadar emekten sonra bari bir &#;eye benzemi&#; olsayd&#; &#;u kap&#;."
Bir ta&#;la iki ku&#; vurmak: Bir davran&#;&#;la iki veya birden çok yararl&#; sonuç elde etmek, bir giri&#;imle iki i&#; yapmak."Anlad&#;m amac&#;n&#;, bir ta&#;la iki ku&#; vurmak."
Bir tutmak: E&#;it görmek, e&#;it saymak, farkl&#; muamelede bulunmamak."Ö&#;retmen, s&#;n&#;ftaki ö&#;rencilerin hepsini bir tutmal&#;d&#;r."
Bir yast&#;&#;a ba&#; koymak: Evli bulunmak, ac&#; ve tatl&#; günlerde birbirini desteklemi&#; olmak."Biz k&#;rk y&#;l bir yast&#;&#;a ba&#; koyduk, nas&#;l unuturum onu?"
Bir yast&#;kta kocamak: Kar&#; ve koca birlikte uzun bir ömür sürmek."Bir yast&#;kta kocars&#;n&#;z in&#;allah."
Bir ya&#;&#;na daha girmek: &#;a&#;&#;lacak bir durumla, yeni bir &#;eyle kar&#;&#;la&#;mak."Aman yarabbi, onu o k&#;l&#;kta görünce bir ya&#;&#;ma daha girdim."
Bit yeni&#;i: Ku&#;kulu bir nokta, i&#;in gizli kalm&#;&#;, kötü ve aksak yönü."Bir bit yeni&#;i var gibime geliyor bu i&#;te, haydi hay&#;rl&#;s&#;."
Bize de mi lolo!: "Senin ne mal oldu&#;unu biliyoruz, bize yutturamazs&#;n ya; seni yeterince tan&#;yoruz, herkesi aldatabilirsin ama bizi asla" anlam&#;nda kullan&#;l&#;r.
Bo&#;az bo&#;aza gelmek: Zorlu bir kavgaya tutu&#;mak, ya da kavga edecek hâle gelmek."Senin o dilin yüzünden adamla bo&#;az bo&#;aza geldik."
Bo&#;az derdi: 1. Yemek pi&#;irme, haz&#;rlama s&#;k&#;nt&#;lar&#;. 2. Geçim için u&#;ra&#;ma, kazanç sa&#;lama kayg&#;s&#;."Bo&#;az derdi, bence dertlerin en büyü&#;üdür."
Bo&#;az kavgas&#;: Ya&#;amak için, geçinebilmek için yap&#;lan didinme, u&#;ra&#;."Hemen bütün insanlar bo&#;az kavgas&#;n&#;n içinde kaybolmu&#; durumdalar."
Bo&#;az&#; kurumak: Çok susamak, çok konu&#;maktan ve ba&#;&#;rmaktan ötürü sesi ç&#;kmaz olmak."Bo&#;az&#;m kurudu, bir &#;eyler içelim de öyle gidelim."
Bo&#;az&#;na dizilmek: Bir üzüntüden dolay&#; i&#;tah&#; kesilmek, isteksiz ve zorla yemek."Annemin o hasta hâli gözümün önüne geldikçe lokmalar bo&#;az&#;ma diziliyor."
Bo&#;untuya getirmek: Birini bunalt&#;p &#;a&#;&#;rtma yolu ile kendisinden bir i&#; veya mal kar&#;&#;l&#;&#;&#; olarak çok miktarda para çekmek.
Bohças&#;n&#; koltu&#;una vermek: &#;&#;ine son vermek, kovmak, ba&#;&#;ndan defetmek."Hiç sebepsiz yere bohças&#;n&#; koltu&#;una verip fabrikadan uzakla&#;t&#;rd&#;lar onu."
Bol keseden: Ölçüsüz, çok fazla, bol bol."Bol keseden at&#;p tutmaya bay&#;l&#;r bizim çocuk."
Borç harç: Borç alarak ya da benzer yollara ba&#;vurarak (bir &#;eyi sa&#;lamak)."Borç harç nihayet yapt&#;rd&#;k evin çat&#;s&#;n&#;."
Borusunu çalmak: Ç&#;kar sa&#;lad&#;&#;&#; kimsenin davas&#;n&#; gütmek."O, y&#;llardan beri Tophane kabaday&#;lar&#;n&#;n borusunu çalar."
Borusu ötmek: Sözü geçer olmak, dinlenilir olmak."Bizim sokakta Hasan amcan&#;n borusu öter."
Bostan korkulu&#;u: 1. Ku&#;lar&#; ve di&#;er yabani hayvanlar&#; ürkütmek için tarlalara dikilen kukla, insan benzeri nesne. 2. Kendisinden beklenileni yapmayan, ya da kendisinden çekinilmeyen, göstermelik kimse."Müdür tam bir bostan korkulu&#;u, memurlar ne i&#; yap&#;yor ne güç."
Bo&#;a ç&#;kmak: Umulan gerçekle&#;memek, sonuç vermemek, elde edilememek."Bütün emeklerimiz bo&#;a ç&#;kt&#; desenize."
Bo&#; at&#;p dolu tutmak: Umutsuz olarak giri&#;ilen bir i&#;, iyi sonuç vermek; do&#;rulu&#;una inanmadan söyledi&#;i söz gerçek ç&#;kmak."Hayat&#;m&#;z&#;n bo&#; at&#;p dolu tutmak diye bir ilkesi olamaz."
Bo&#; bulunmak: 1. Dalg&#;n ve dikkatsiz bulunmak. 2. Söylenmemesi gereken, sak&#;ncal&#; bir sözü, i&#;in sonunu dü&#;ünmeden söyleyivermek."Bo&#; bulunup da sak&#;n söz verme, biliyorsun onlara gitmemiz mümkün de&#;il."
Bo&#; gezenin bo&#; kalfas&#;: &#;&#;siz güçsüz, aylak, bo&#; gezip dola&#;an kimse."Adam bo&#; gezenin bo&#; kalfas&#;, bir de i&#;sizlikten yak&#;n&#;yor."
Bo&#; vermek: Önem vermemek, ald&#;rmamak, ilgisiz davranmak."Bo&#; ver, bu hayat böyle gelmi&#;, böyle gider."
Boy atmak: Boyu uzamak, geli&#;mek, boylanmak."Çok çabuk boy att&#; sizin çocuk; ma&#;allah, delikanl&#; gibi olmu&#;."
Boy göstermek: 1. Görünmek, belirmek. 2. Gösteri&#; yapmak."Onun gelip gitmesinin ard&#;ndan olaylar boy gösterdi."
Boy ölçü&#;mek: Yar&#;&#;mak, de&#;er yar&#;&#;&#;na girmek."Benimle boy ölçü&#;ecek adam daha anas&#;ndan do&#;mad&#;."
Boynu bükük: Yard&#;m bekleyen; ac&#;nacak, kimsesiz, güçsüz, öksüz durumda olan."Nerede bir boynu bükük görsem içim yanar."
Boynu e&#;ri: Herhangi bir nedenle, kendisini bir kimsenin dediklerini yapmaya borçlu sayan."O adamdan borç para ald&#;&#;&#; için boynu e&#;ri, bu yüzden yapt&#;&#;&#; kötülüklere ses ç&#;karam&#;yor."
Boynu k&#;ldan ince olmak: Adaletli yarg&#; kar&#;&#;s&#;nda verilecek her cezaya raz&#; olmak."Gerçek adaletin kar&#;&#;s&#;nda boynum k&#;ldan incedir."
Boynunun borcu: Yap&#;lmas&#; gerekli olan ödev."Seni sevindirmek boynumun borcu oldu art&#;k."
Boynunu vurmak: Ba&#;&#;n&#; keserek öldürmek."Boynunun vurulmas&#;na ramak kala hakk&#;ndaki hükmün kald&#;r&#;ld&#;&#;&#;n&#; ö&#;rendi ve yer gök onun oldu sanki"
Boyunduruk alt&#;na girmek: Ba&#;kas&#;n&#;n egemenli&#;i alt&#;na girmek, tutsak olmak, emir ve bask&#; alt&#;nda ya&#;amak."Türk milleti için boyunduruk alt&#;na girmek, ölüm demektir."
Boyunun ölçüsünü almak: 1. &#;ddia üzerine giri&#;ti&#;i bir i&#;i ba&#;aramay&#;p yetersizli&#;ini anlamak. 2. Biri taraf&#;ndan haddi bildirilmek. 3. Bekledi&#;i yak&#;nl&#;&#;&#; görememek."Boynunun ölçüsünü ald&#;, böyle bir i&#;e bir daha giremez."
Bozuk çalmak: Bir &#;ey yüzünden can&#; s&#;k&#;lm&#;&#;, yüzü as&#;lm&#;&#; olmak, sinirli davran&#;&#;larda bulunmak."Biraz hasta oldu diye sa&#;a sola bozuk çal&#;p duruyor."
Bozuk düzen: 1. Düzensiz, düzeni bozuk olan. 2. Toplumun yönetiminde uygulanan yanl&#;&#; kurallar dizgesi."Bu bozuk düzenden hangi görü&#; ve anlay&#;&#; biçimi kurtaracak milleti, onu ö&#;renmeye çal&#;&#;&#;yorum."
Bozum etmek: Bir kimseyi beklemedi&#;i bir davran&#;&#; kar&#;&#;s&#;nda b&#;rakarak utand&#;rmak, mahcup etmek."Adam&#; bozum etmeye bay&#;l&#;r bu ihtiyar, ona kar&#;&#; dikkatli ol."
Bozum olmak: Bir sözü ya da davran&#;&#;&#; iyi kar&#;&#;lanmad&#;&#;&#; için utanmak, utanacak duruma dü&#;mek."Onun dü&#;üncesinin hiç de do&#;ru olmad&#;&#;&#;n&#; söyledi&#;im zaman amma da bozum oldu kad&#;n."
Bozuntuya vermemek: Hataya dü&#;tü&#;ünü anlad&#;&#;&#;nda veya ho&#;lanmad&#;&#;&#; bir durumla kar&#;&#;la&#;t&#;&#;&#;nda farketmemi&#; gibi davranmak, oral&#; olmamak."Hiç bozuntuya vermeden misafirlere ho&#; geldin demeye devam etti."
Bulan&#;k suda bal&#;k avlamak: Kar&#;&#;&#;k durumlardan yararlanarak kendi ç&#;kar&#;n&#; sa&#;lamak."Bulan&#;k suda bal&#;k avlamay&#; kural hâline getirmi&#;."
Buldukça bunamak: Buldu&#;undan daha ço&#;unu isteyip &#;ükretmemek, daha iyisini istemek."Buldukça bunuyorsun, milletin aç sefil gezdi&#;ini görmez misin sen?"
Buluttan nem kapmak: Çok al&#;ngan olmak, en küçük &#;eylerden bile al&#;nmak."Seninle konu&#;mak imkâns&#;z, buluttan nem kap&#;yorsun çünkü."
Bunda bir i&#; var: "Bir olay&#;n &#;imdilik bilinmeyen bir yönünün bulunmas&#;, anla&#;&#;lamayan bir sebebin aranmas&#;" durumunu anlatmak için kullan&#;l&#;r."Polis, bunda bir i&#; var diyerek olay&#;n üzerine tekrar gitti."
Bundan iyisi can sa&#;l&#;&#;&#;: "Bundan daha iyisi, en iyisi olamaz" anlam&#;nda kullan&#;l&#;r."Bundan iyisi can sa&#;l&#;&#;&#;, haydi oturun bakal&#;m sofraya."
Bu ne perhiz, bu ne lâhana tur&#;usu: Bir ilke benimsedi&#;i hâlde, benimsedi&#;i bu ilkenin tersine davran&#;&#;larda bulunanlar için söylenir.
Burnu bile kanamamak: Tehlikeli bir durumdan yara bere almadan kurtulmak."On takla atan arabadan, burnu bile kanamadan ç&#;kt&#;, &#;a&#;&#;lacak &#;ey do&#;rusu."
Burnu büyümek: Kibirlenmek, böbürlenmek, büyüklenmek."Adam milletvekili seçilir seçilmez bizimle konu&#;maz oldu, burnu büyüdü birden."
Burnu havada (olmak): Kendini çok be&#;enmi&#;, kibirli (olmak)."Burnu havada gezenlerden hiç ho&#;lanmam."
Burnu Kaf da&#;&#;nda (olmak): Çok fazla kibirli, herkese yukar&#;dan bakar (olmak)."&#;yi ki bir araba ald&#;, burnu Kaf da&#;&#;nda bir adam olup ç&#;kt&#;."
Burnundan (fitil fitil) gelmek: Ho&#; bir durum, elde etti&#;i güzel bir &#;ey, sonra gelen üzüntüler üzerine kendisine zehir olmak."Yedi&#;imiz yeme&#;i burnumuzdan getirmek mi istiyorsun? Sus art&#;k!"
Burnundan dü&#;en bin parça (olmak): Surat&#; çok as&#;k (olmak)."Ne olmu&#; bir cam k&#;r&#;lm&#;&#;sa, iki gündür burnundan dü&#;en bin parça."
Burnundan k&#;l ald&#;rmamak: Oldukça huysuz olmak, kendisine hiç söz söyletmemek, kendisinin ele&#;tirilmesine f&#;rsat tan&#;mamak, en küçük yergiye tahammül göstermemek."Amma da burnundan k&#;l ald&#;rmaz bir adamm&#;&#;s&#;n; söylesene, nas&#;l konu&#;aca&#;&#;z seninle?"
Burnundan solumak: &#;&#;i ba&#;&#;ndan a&#;k&#;n oldu&#;u için gözü hiçbir &#;ey görmemek, çok öfkelenmi&#; olmak."Adam burnundan soluyor, sak&#;n üstüne gitme, yoksa konu&#;tu&#;una pi&#;man olursun."
Burnunu çekmek: 1. Nefesini kullanarak sümü&#;ünü burnunun yukar&#;s&#;na, geri çekmek. 2. Yoksun kalmak, umdu&#;unu bulamamak, istedi&#;ini elde edememek, gayesine ula&#;amamak."Müdürün yan&#;na al&#;nmay&#;nca burnunu çekip gitti."
Burnunun dikine gitmek: Kendisine verilen ö&#;ütlere kulak asmay&#;p kendi bildi&#;i gibi davranmak, istedi&#;ini yapmak."Burnunun dikine gidersen, i&#;te böyle eline yüzüne bula&#;t&#;r&#;rs&#;n i&#;i."
Burnunun dire&#;i s&#;zlamak: 1. Çok ac&#; duymak (maddî). 2. Çok üzülmek."So&#;uktan burnumun dire&#;i s&#;zlad&#;."
Burnunun ucunu görmemek: 1. &#;leriyi görememek, meydana gelece&#;i aç&#;k olan&#; görememek. 2. Çok sarho&#; olmak. 3. Çok dikkatsiz ve dalg&#;n olmak."Sen ki burnunun ucunu göremeyen bir adams&#;n, seninle nas&#;l i&#; yapabilirim ben."
Burnunu sokmak: Üzerine vazife olmad&#;&#;&#;, gerekmedi&#;i hâlde her i&#;e kar&#;&#;mak."Sen de her i&#;e burnunu sokmaktan geri durmazs&#;n!"
Burnu sürtülmek: Il&#;ml&#; bir yol seçip gururundan vazgeçmek, s&#;k&#;nt&#; çektikten sonra daha önce be&#;enmedi&#;i bir durumu kabul etmek."Onun da burnunun sürtülmesine az kald&#;, k&#;sa zamanda dik ba&#;l&#;l&#;&#;&#; b&#;rakacak."
Burun buruna gelmek: 1. Ans&#;z&#;n kar&#;&#;la&#;mak, kar&#;&#; kar&#;&#;ya gelmek. 2. Birbirine çok yakla&#;mak, birine çok sokulmak."Kap&#;dan ç&#;kar ç&#;kmaz ö&#;retmenimle burun buruna geldim."
Burun k&#;v&#;rmak: Önem ve de&#;er vermemek, küçümsemek, be&#;enmemek."Önüne konan yemeklere burun k&#;v&#;r&#;p sofradan kalkt&#;."
Buyur etmek: Misafiri kar&#;&#;layarak içeri almak, "buyurun" diyerek sayg&#; ile yer göstermek ya da sofraya ça&#;&#;rmak."Misafirleri büyük bir &#;evkle buyur etti."
Buyurun cenaze namaz&#;na: Hiç beklemedik kötü bir durum kar&#;&#;s&#;nda &#;aka yollu üzüntü belirtmek için "ne yaz&#;k ki" anlam&#;nda kullan&#;l&#;r."&#;unun yapt&#;&#;&#;na bak&#;n, buyurun cenaze namaz&#;na!"
Buz kesilmek: 1. Çok ü&#;ümek, donmak. 2. Buz gibi so&#;umak, buz durumuna gelmek. 3. Endi&#;e, korku ve üzüntü veren bir durum kar&#;&#;s&#;nda donakalmak."Öldürdü&#;ünü sand&#;&#;&#; adam&#; kar&#;&#;s&#;nda görünce buz kesildi."
Buzlar çözülmek: 1. Buzlar&#;n erimeye ve k&#;r&#;lmaya, su hâline gelmeye ba&#;lamas&#;. 2. Ki&#;iler aras&#;ndaki darg&#;nl&#;&#;&#;n, so&#;uklu&#;un, k&#;rg&#;nl&#;&#;&#;n ve gerginli&#;in ortadan kalkmaya ba&#;lamas&#;."&#;ki karde&#;in aras&#;ndaki buzlar çözülmeye ba&#;lay&#;nca aileye ne&#;e geldi."
Buz tutmak: Üstünde buz meydana gelmek, buzla kaplanmak."Göl buz tuttu."
Buz üstüne yaz&#; yazmak: 1. Birine etkisi olmayan sözler söylemek. 2. Etkisi ve süresi çok k&#;sa olan bir i&#; yapmak."Evet çocuklar, beni buz üstüne yaz&#; yazan bir adam konumuna getirmeyin!"
Büyük oynamak: 1. Büyük bir tehlikeyi göze alarak bir i&#;e giri&#;mek. 2. Çok fazla para koyarak kumar oynamak."Büyük oynad&#;m, ya kaybedece&#;im, ya da kazanaca&#;&#;m."
Büyük (söz) söylemek: Ba&#;kas&#;n&#;n dü&#;tü&#;ü kötü duruma dü&#;meyece&#;ini söyleyerek övünmek."Ne demi&#; atalar&#;m&#;z, büyük lokma ye, büyük söz söyleme."
Büyük sözüme tövbe!: Bir konuda kesin konu&#;uldu&#;unda ya da bir ba&#;kas&#;n&#;n dü&#;tü&#;ü kötü dur ama dü&#;meme iddias&#;nda bulunuldu&#;unda Cenab-&#; Allah`tan böyle bir duruma dü&#;ürmemesini dileme."Ne ettim de o sözü söyledim, büyük sözüme tövbe!"
Büyüklük göstermek: Elinde her imkân varken kötülük yapmamak, affetmek, iyi davranmak."&#;stese büyüklük göstermeyip onu buraya bir daha sokmazd&#;, erkek adamm&#;&#;."
Büyümü&#; de küçülmü&#;: Davran&#;&#;lar&#;, konu&#;mas&#; ya&#;&#;n&#;n üstünde olan, büyükler gibi hareketler yapan çocuk."Aman yarabbim, &#;unun söyledi&#;i sözlere bak&#;n hele, büyümü&#; de küçülmü&#; sanki!"
Cad&#; kazan&#;: Fesad&#;n ve dedikodunun çok oldu&#;u, herkesin birbirine dü&#;tü&#;ü, türlü dü&#;manl&#;klar&#;n kayna&#;t&#;&#;&#;, hile ve düzenlerin kuruldu&#;u yer."Mahalle bir anda cad&#; kazan&#; gibi kaynamaya ba&#;lad&#;."
Caka satmak: Çal&#;m satmak, gösteri&#; yapmak."Caka satmay&#; b&#;rak da i&#;ine bak."
Cambul cumbul: Pek sulu, suyu bol (yemek için)."Yemek cambul cumbuldu ama lezzetli olmu&#;tu."
Cana can katmak: &#;nsanda ya&#;ama sevincini art&#;rmak; insana ne&#;e, heves ve iç gücü vermek."Ah o cana can katan yaylaya bir daha ç&#;kabilsem."
Can alacak yer (nokta): Bir &#;eyin en önemli yeri, en temelli noktas&#;."Meselenin can al&#;c&#; noktas&#;na bir türlü ula&#;amad&#;k."
Cana minnet (bilmek): &#;htiyac&#; oldu&#;u hâlde aray&#;p da bulamad&#;&#;&#; &#;eylerden saymak."Yaln&#;zca su mu? Can&#;ma minnet, çabuk ver."
Can atmak: Herhangi bir &#;eye sahip olmay&#;, ya da herhangi bir &#;eye eri&#;meyi çok istemek."Top oynamaya can at&#;yordu."
Can borcunu ödemek: Ölmek."Beni korkutamazs&#;n, bir can borcum var, onu da öder kurtulurum."
Cana yak&#;n: Sevimli, sokulgan, insana pek s&#;cak davranan."Ne cana yak&#;n bir insanm&#;&#; me&#;er."
Can ba&#; üstüne: &#;stenilen, arzu edilen &#;eyin büyük bir memnunlukla yap&#;laca&#;&#;n&#; anlat&#;r."Can ba&#; üstüne efendim, kasabaya var&#;nca onu hemen görece&#;im."
Can çeki&#;mek: Ölmek üzere bulunmak."Yan&#;na vard&#;&#;&#;m&#;zda hayvan can çeki&#;iyordu."
Can damar&#;: Bir &#;eyin en önemli noktas&#;, en mühim unsuru; bir &#;eyin ya&#;amas&#; için en önemli araç."Babam evin can damar&#;d&#;r."
Can damar&#;na basmak: Bir i&#;in en önemli noktas&#; üzerinde durmak, ya da bir &#;eyin en duyarl&#; noktas&#;n&#; aç&#;&#;a ç&#;karmak."Adam&#;n en sonunda can damar&#;na bast&#;lar, zarar&#; da kendileri gördüler."
Can dayanmamak: Bir ac&#;, üzüntü, s&#;k&#;nt&#; ve istek kar&#;&#;s&#;nda direnme gücü kalmamak; dayan&#;kl&#;l&#;&#;&#; yitirmek."Y&#;llarca u&#;ra&#;&#;p didinip yapt&#;&#;&#; ev bir anda kül oldu, buna can m&#; dayan&#;rd&#;?"
Can dü&#;man&#;: Öldürmeyi bile dü&#;ünen, a&#;&#;r&#; kin ve dü&#;manl&#;k besleyen, dost olmayan."Can dü&#;manlar&#; etraf&#;nda cirit at&#;yorlard&#;."
Can evi: 1. Yürek. 2. En duyarl&#; bölge."Onlar&#; can evlerinden vurmaya yemin etti."
Can evinden vurmak: En etkileyici, en can al&#;c&#; yönden sald&#;rmak; bir daha ya&#;ama imkân&#; kalmayacak &#;ekilde vurmak."Onlar&#; can evinden vurmal&#;y&#;z ki bir daha bellerini do&#;rultamas&#;nlar."
Can havli ile: Ölüm korkusundan kaynaklanan güçlü bir tepkiyle (bir eylem yapmak)."Silâh sesini duyunca can havli ile yerinden f&#;rlad&#;."
Can&#; burnuna gelmek: Bir &#;ey yaparken çok zorluk çekmek, bunalmak."Kömürü ta&#;&#;d&#;m ama can&#;m da burnuma geldi."
Can&#; (gönlü) çekmek: Bir &#;eyi istemek, istek duymak, çok arzulamak."&#;imdi o ye&#;il eriklerden olsa da yesek, öyle de can&#;m çekti ki."
Can&#; ç&#;kmak: 1. Ölmek. 2. Çok yorulmak. 3. Çok y&#;pranmak."Onu raz&#; edinceye kadar can&#;m ç&#;kt&#;."
Can&#; gitmek: Önem ve de&#;er verdi&#;i, be&#;endi&#;i bir &#;eye zarar gelecek diye çok korkmak, kayg&#;lanmak."Araba çizilecek diye can&#; gidiyor."
Can&#;na de&#;mek: 1. Çok ho&#;lanmak, yarar&#;na yap&#;lan i&#;ten ötürü çok sevinmek. 2. Ruhu &#;ad olmak."Büyükannenin can&#;na de&#;sin, ikram&#;n bizi oldukça sevindirdi"
Can&#;na k&#;ymak: 1. &#;ntihar etmek, kendini öldürmek. 2. Ac&#;madan öldürmek. 3. Kendini yoracak, y&#;pratacak kadar i&#; görmek."Kom&#;unun k&#;z&#; can&#;na k&#;ym&#;&#;."
Can&#;na okumak: 1. Bir kimseye büyük bir zarar vermek, kötülük etmek. 2. &#;yi bir &#;eyi kötü hâle getirmek, heder etmek, harcamak."Yeni ald&#;&#;&#;m oyunca&#;&#;n can&#;na okudu bir günde."
Can&#;na tak demek: Sabr&#; kalmamak, bir s&#;k&#;nt&#;ya dayanamaz duruma gelmek."Can&#;ma tak dedi art&#;k, ya yapt&#;klar&#;na son verirsin ya da buray&#; terkedersin!"
Can&#;na yand&#;&#;&#;m (yand&#;&#;&#;m&#;n): Kimi zaman sevgi ve hayranl&#;k, kimi zaman da k&#;zg&#;nl&#;k ve öfke gibi duygular&#; anlatmak için kullan&#;l&#;r."Can&#;na yand&#;&#;&#;m&#;n adam&#;, bizi saatlerce bekletti bu so&#;ukta."
Can&#;na yetmek: Bezmek, b&#;kmak, bir zorlu&#;a dayanamayacak duruma gelmek."Can&#;ma yetti art&#;k bu i&#;i yapmayaca&#;&#;m."
Can&#;ndan bezmek: Çekti&#;i s&#;k&#;nt&#;lar yüzünden içinde oldu&#;u hayat&#; art&#;k istemeyecek bir duruma gelmek."Ne yapay&#;m böyle hayat&#;, beni can&#;mdan bezdirdi!"
Can&#;n&#; almak: Öldürmek."Allah can&#;n&#; als&#;n da kurtulal&#;m senden!"
Can&#;n&#; ba&#;&#;&#;lamak: Öldürebilece&#;i bir ki&#;iyi öldürmekten vazgeçmek."Ona k&#;yamad&#; ve can&#;n&#; ba&#;&#;&#;lad&#;."
Can&#;n&#; di&#;ine takmak: Büyük s&#;k&#;nt&#;lar&#;, tehlikeleri göze alarak bir i&#;i ba&#;armaya çal&#;&#;mak."Can&#;n&#; di&#;ine tak&#;p koca kayay&#; parçalamaya devam etti."
Can&#;n&#; sokakta bulmak: Sa&#;l&#;&#;&#;n&#; korumas&#;, kendini y&#;pratmamas&#; ve tedbir almas&#; gerekti&#;ini anlatmak için kullan&#;l&#;r."Biraz soluk almama izin ver. Ben can&#;m&#; sokakta bulmad&#;m."
Can&#;n&#;n içine sokaca&#;&#; gelmek: Birine kar&#;&#; büyük ölçüde sevgi duymak, birinden çok ho&#;lanmak."Öyle ki o yavruca&#;&#; can&#;m&#;n içine sokaca&#;&#;m geliyor!"
Can&#;n&#; vermek: 1. Hiçbir &#;ey esirgememek. 2. Bir &#;ey u&#;runda en de&#;erli varl&#;&#;&#;n&#; feda etmeye, hatta ölmeye haz&#;r olmak. 3. Bir &#;eye a&#;&#;r&#; ölçüde dü&#;kün olmak."Vatan u&#;runa kim can vermez ki?"
Can&#;n&#; yakmak: 1. Fizikî ac&#; vermek. 2. Bir kimseyi zarara ya da s&#;k&#;nt&#;ya sokmak; üzmek, kayg&#;land&#;rmak."Lütfen can&#;n&#; yakma çocu&#;un."
Can&#; tatl&#;: Ac&#;ya, üzüntüye ve s&#;k&#;nt&#;ya katlanmayan."Öyle de can&#; tatl&#; ki ne zaman bir &#;ey ta&#;&#;nacak olsa bir bahane bulup ortadan kayboluyor."
Can&#; tez: Sab&#;rs&#;z, beklemeye tahammülü olmayan, ivecen."Bekle de gör, ne can&#; tez adams&#;n sen öyle!"
Can&#; yanmak: 1. Fizikî bir ac&#; duymak. 2. Bir i&#;te zarar görmek, manevî bir üzüntü duymak."Can&#;n&#; yakmadan ver o elindekini bana!"
Can kalmamak: Gücü, kuvveti kesilmek; bitkin bir duruma dü&#;mek."Daha fazla yürüyemeyece&#;im, can kalmad&#; bende, siz gidedurun."
Can kayg&#;s&#;na dü&#;mek: Her &#;eyi b&#;rak&#;p, içine dü&#;tü&#;ü tehlikeden varl&#;&#;&#;n&#; kurtarma ve koruma çabas&#;nda olmak."Ortal&#;k birbirine girip silâhlar patlamaya ba&#;lay&#;nca can kayg&#;s&#;na dü&#;tü zavall&#; kad&#;n."
Can kula&#;&#;yla dinlemek: Kendini vererek, büyük bir dikkatle dinlemek."Babas&#;n&#;n söylediklerini can kula&#;&#;yla dinlemeye ba&#;lad&#;."
Canla ba&#;la: Seve seve, her türlü zorlu&#;a gö&#;üs gererek, var gücüyle, hiçbir fedakârl&#;ktan kaç&#;nmayarak."Hepsi canla ba&#;la çal&#;&#;t&#;."
Canl&#; cenaze: Çok zay&#;f, güçsüz, zay&#;fl&#;ktan kemikleri ç&#;km&#;&#; kimse."Adam canl&#; cenaze gibiydi."
Canl&#; yay&#;n: Ki&#;ilerin ses ve davran&#;&#;lar&#;n&#; o anda ve do&#;rudan do&#;ruya veren radyo ve televizyon yay&#;n&#;."Parti temsilcileri bu ak&#;am televizyonda canl&#; yay&#;nda tart&#;&#;acaklar."
Can pazar&#;: Herkesin kendi can&#;n&#;n kayg&#;s&#;na dü&#;tü&#;ü ve kendi can&#;n&#; kurtarmaya çal&#;&#;t&#;&#;&#; tehlikeli bir durum, yer."Ortal&#;k toz dumand&#;; hayk&#;r&#;&#;lar, inlemeler ortal&#;&#;&#; ç&#;nlat&#;yordu; insanlar can pazar&#;n&#;n tam ortas&#;ndayd&#;lar."
Can sa&#;l&#;&#;&#;: Esenlik, ki&#;inin sa&#;l&#;kl&#; olmas&#;."Ne demeli can&#;m karde&#;im, inan bundan ötesi can sa&#;l&#;&#;&#;."
Can s&#;k&#;nt&#;s&#;: Yap&#;lacak i&#; ve bir &#;eyle oyalanma imkân&#; bulamamaktan duyulan tedirginlik, içine dü&#;ülen bunal&#;m."Bütün gün evde oturuyor, can s&#;k&#;nt&#;s&#;ndan ne yapaca&#;&#;m&#; bilemiyordum."
Can vermek: 1. Ölmek. 2. Ruha güç vermek, ya&#;ar duruma getirmek. 3. Bir &#;eyi çok ister olmak."Adam bir kur&#;unda can verdi."
Can yakmak: 1. Üzmek, ac&#; vermek. 2. Zulmetmek, eziyet etmek. 3. Bir kimseyi büyük zarar ve ziyana sokmak."&#;u hareketlerinle can&#;m&#; yak&#;yorsun."
Can yolda&#;&#;: Yaln&#;zl&#;ktan kurtulmak için birlikte ya&#;an&#;lan kimse."Her insan&#;n bir can yolda&#;&#;na ihtiyac&#; vard&#;r."
Cart curt etmek: Göz da&#;&#; vermek ya da övünmek amac&#;yla abart&#;l&#; konu&#;mak."Kar&#;&#;mda cart curt edip durma."
Cart kaba kâ&#;&#;t: Yüksekten atan, yapamayaca&#;&#; &#;eyleri yapar gibi konu&#;an, çal&#;m satan kimselere kar&#;&#; söylenen küçümseme ünlemi.
Cebi delik: Paras&#;z, cebinde para tutmas&#;n&#; bilmeyen."Daha ne kadar cebi delik dola&#;acaks&#;n."
Cebini doldurmak: Kar&#;&#;la&#;t&#;&#;&#; f&#;rsatlar&#; de&#;erlendirerek bol para kazanmak."Cebini doldurmaktan ba&#;ka bir dü&#;üncesi yok adam&#;n."
Cehennem azab&#;: 1. Çok büyük s&#;k&#;nt&#;, eziyet. 2. &#;man etmeyenlerin, kâfirlerin, günahkârlar&#;n cehennemde çekecekleri ceza."Allah bizi cehennem azab&#;ndan korusun."
Cehennem olmak: Defolup gitmek."Çabuk cehennem ol yan&#;mdan."
Cemaziyülevvelini bilmek: Bir kimsenin herkesçe bilinmeyen, geçmi&#;teki kötü bir yönünü veya kötü durumunu bilmek."Sak&#;n güvenme ona, ben onun cemaziyülevvelini bilirim."
Cendereye sokmak: Çok s&#;k&#;&#;t&#;rmak, manevî bask&#; alt&#;na almak."Adam&#; cendereye almay&#; iyi beceriyorsun."
Cevab&#; yap&#;&#;t&#;rmak: Kar&#;&#;s&#;ndakinin, beklemedi&#;i, ters, güç duruma dü&#;ürücü bir cevap vermek."Öyle bir cevap yap&#;&#;t&#;rd&#; ki hasm&#; donakald&#;."
Ci&#;eri be&#; para etmemek: De&#;ersiz, kendisine güvenilmez, korkak, a&#;a&#;&#;l&#;k (bir kimse olmak)."B&#;rak, ondan söz etme bana, ci&#;eri be&#; para etmez adamlarla i&#;im yok."
Ci&#;erimin kö&#;esi: 1. Çok sevdi&#;im. 2. Sevgili evlâd&#;m."O, hâlâ benim ci&#;erimin kö&#;esidir."
Ci&#;erini okumak: Kar&#;&#;s&#;ndakinin gizli dü&#;üncelerini bilmek, akl&#;ndan geçenleri anlamak."Bizimi dü&#;ünüyormu&#;? Ben onun ci&#;erini okurum; o kendinden ba&#;kas&#;n&#; dü&#;ünmez."
Ci&#;erini sökmek: Bir kimseyi büyük ölçüde zarar ve ziyana u&#;ratmak."Söyle ona, beni oraya getirtmesin, gelirsem ci&#;erini sökerim onun."
Cin çarpm&#;&#;a dönmek: Neye u&#;rad&#;&#;&#;n&#; anlayamayacak kadar kötü duruma dü&#;mek."Bir tokatta cin çarpm&#;&#;a döndürdü adam&#;."
Cin fikirli: Zeki, çok kurnaz, her zaman kendi ç&#;kar&#;n&#; kollayan, çok anlay&#;&#;l&#;."Endi&#;elenmeyin; o cin fikirli, o i&#;in de üstesinden gelecektir."
Cinler cirit (top) oynamak: Bir yerin &#;ss&#;z, ürküntü verir oldu&#;unu anlatmak için kullan&#;l&#;r.
Cinleri ba&#;&#;na toplamak: Öfkelenmek, k&#;zmak, çok sinirlenmek."Zorla cinleri ba&#;&#;ma toplad&#;n&#;z."
Curcunaya çevirmek (veya döndürmek): Bir yeri karga&#;a, &#;amata, gürültü pat&#;rt&#; ile doldurup kimsenin ne dedi&#;ini anlamayacak hâle getirmek."Çocuklar bir dakikada ortal&#;&#;&#; curcunaya çevirdiler."
Cümbür cemaat: Topluca, hep birden."Halamlara cümbür cemaat gitmeye karar verdik."
Cümle kap&#;s&#;: Konak, saray gibi büyük binalar&#;n ana giri&#; kap&#;s&#;."Devletin ileri gelenleri kona&#;&#;n cümle kap&#;s&#; önünde topland&#;lar."
Cüret etmek: Atakl&#;k etmek, yüreklilikle davranmak."O, hemen herkesin yan&#;nda söz söylemeye cüret eden bir yap&#;ya sahipti."
Cürmü me&#;hut hâlinde yakalamak: Bir kimseyi suçu i&#;lerken &#;ahitlerle birlikte yakalamak. Çaba göstermek: Bir i&#;i ba&#;armak için u&#;ra&#;mak, kuvvet harcamak."Çaba göstermeden amac&#;na ula&#;amazs&#;n."
Çabalama kaptan ben gidemem: "Zorlaman&#;n hiç faydas&#; yok, ben bu i&#;i yapacak güçte de&#;ilim; bo&#;una u&#;ra&#;&#;yorsun, yapamam, gitmem," anlam&#;nda kullan&#;l&#;r.
Ça&#; açmak: Yeni bir gidi&#;in, tutumun öncüsü olmak; evrensel bir gidi&#;e yol açmak."&#;stanbul` un fethiyle yeni bir ça&#; aç&#;ld&#;."
Çakar almaz: &#;&#;e yarar gibi görünse de asl&#;nda yarars&#;z, bozuk olan."Çakar almaz bir tabancayla bizi korkutaca&#;&#;n&#; sanm&#;&#;t&#;."
Çak&#; gibi: Canl&#; ve atik, çevik."Çak&#; gibi delikanl&#; olmu&#;."
Çal&#;m&#;ndan geçilmemek: Çok kibirli, kurumlu olmak; büyüklük taslamak, gösteri&#; yapmak."Adam&#;n çal&#;m&#;ndan geçilmiyor, ona laf anlatmak çok zor."
Çal&#;m satmak (caka satmak): Büyüklük taslamak, kurularak davranmak.
Çal&#;p ç&#;rpmak: Eline ne geçerse (az ve çok) çalmak, bu yolla kazanç sa&#;lamak."Yoksul kal&#;nca çal&#;p ç&#;rpmaya ba&#;lad&#;."
Çam devirmek: Fark&#;nda olmadan kar&#;&#;s&#;ndakini k&#;racak ya da kötü bir sonuca yol açacak söz söylemek, davran&#;&#;ta bulunmak."Onun da çam devirmede üstüne yok hani."
Çam yarmas&#;: &#;ri gövdeli insan.
Çanak tutmak (açmak): 1. Söz ve davran&#;&#;lar&#;yla kavgaya, karga&#;aya yol açmak. 2. Dilenmek."Onun bu i&#;e çanak tutmas&#;na f&#;rsat vermeyece&#;im."
Çanak yalay&#;c&#;: Dalkavuk, ç&#;kar&#; için dalkavukluk eden."Çanak yalay&#;c&#;lar gün geçtikçe art&#;yor."
Çan çan etmek: Gerekli gereksiz sürekli konu&#;mak, yüksek sesle devaml&#; gevezelik etmek."Ba&#;&#;mda ne çan çan edip duruyorsun, kes art&#;k &#;u sesini."
Çan&#;na ot t&#;kamak: Bir daha sesini ç&#;karamayacak, kötülük edemeyecek bir duruma sokmak."Elbet sizin de çan&#;n&#;za ot t&#;kayaca&#;&#;m gün gelecek."
Çantada (torbada) keklik: "Ele geçirilmesi o kadar kesin ki elde edilmi&#; say&#;l&#;r" anlam&#;nda kullan&#;l&#;r."Beni çantada keklik san&#;yor ama yan&#;l&#;yor."
Çaptan dü&#;mek: Önceleri iyi olan durumu sonradan bozulmu&#; olmak; çal&#;&#;ma gücü, verimi tükenmi&#; olmak."Adam&#;n bir ayda çaptan dü&#;ece&#;ini sand&#;lar."
Çar çur etmek: Gereksiz, lüzumsuz yere harcay&#;p tüketmek."Paran&#; sak&#;n çarçur edeyim deme."
Çar&#;kl&#; erkân&#;harp: Daha ziyade ö&#;renimi olmayan ama kafas&#; çal&#;&#;an, kurnaz ve uyan&#;k köylüler için &#;aka yollu kullan&#;l&#;r.
Çark etmek: Dönmek, geri dönmek."Birkaç ad&#;m sonra çark ediniz."
Çark&#;na okumak: Bozmak, çal&#;&#;amaz hâle getirmek, zarar vermek; birine büyük kötülük yapmak."Eline al&#;r almaz saatin çark&#;na okudu."
Çar&#;amba pazar&#;: Her &#;eyi aç&#;kta olan, karmakar&#;&#;&#;k yer."Etraf&#; çar&#;amba pazar&#; gibi yapm&#;&#; çocuklar."
Çar&#;af gibi: Dalgas&#;z, dümdüz ve durgun."Deniz çar&#;af gibiydi."
Çat kap&#;: Aniden, beklenmedik bir anda."Oturuyorduk, çat kap&#; ç&#;kageldiler."
Çat pat: 1. Ara s&#;ra. 2. Yar&#;m yamalak, biraz. 3. Vakitli vakitsiz, uygunsuz zamanlarda."Çat pat okumas&#; var diye mektubu ona uzatt&#;lar."
Çay&#; görmeden paçalar&#; s&#;vamak: Ham hayaller kurmak; henüz zaman&#; gelmedi&#;i hâlde yap&#;lacak bir i&#;, meydana gelebilecek bir olay için haz&#;rl&#;klara giri&#;mek."Durun bakal&#;m hele, çay&#; görmeden paçalar&#; s&#;vamay&#;n, bir haber ula&#;s&#;n önce."
Çehre zü&#;ürdü: Çirkin, surats&#;z, yüzü yak&#;&#;&#;ks&#;z."O&#;lan&#; çehre zü&#;ürdü bir k&#;zla evlenmek zorunda b&#;rakt&#;lar."
Çekece&#;i olmak: Çok ac&#; çekece&#;i, s&#;k&#;nt&#;ya girece&#;i bir i&#; ya da durumla kar&#;&#;la&#;aca&#;&#; sezilir olmak."Öyle anla&#;&#;l&#;yor ki bu çavu&#;tan çekece&#;imiz var."
Çekidüzen vermek: Kar&#;&#;&#;kl&#;&#;&#;, da&#;&#;n&#;kl&#;&#;&#;, ba&#;&#;bozuklu&#;u gidermek."Kendine bir çeki düzen vermelisin art&#;k."
Çekip çevirmek: Yönetmek, düzene sokmak, hâle yola koymak, çal&#;&#;mas&#;n&#; sa&#;lamak."Tek ba&#;&#;ma bu i&#;i çekip çeviremem ki!"
Çekip gitmek: Savu&#;mak, b&#;rak&#;p gitmek, kimseye dan&#;&#;madan ayr&#;lmak."Arad&#;&#;&#;n&#; bulamay&#;nca çekip gitti."
Çekirdekten yeti&#;me: Bir i&#;i küçük ya&#;tan, ç&#;rakl&#;ktan ba&#;layarak ö&#;renme ve o i&#;te ustala&#;ma."Ali, çekirdekten yeti&#;mi&#; bir marangozdu."
Çeki&#;e çeki&#;e pazarl&#;k (etmek): Bir mal&#; ucuza almak, ya da pahal&#;ya satmak için titizce uzun süre yap&#;lan pazarl&#;k."Babam çok istedi&#;i at&#; alabilmek için, at&#;n sahibiyle çeki&#;e çeki&#;e pazarl&#;k etmeye ba&#;lad&#;."
Çelme takmak: 1. Aya&#;&#;n&#; baca&#;&#;na geçirerek y&#;kmaya çal&#;&#;mak. 2. Bir i&#;in geli&#;mesini engellemek veya bir kimsenin iyi yürüyen i&#;ini bozmak."Sakin sakin giden arkada&#;&#;n&#; çelmek takarak yere dü&#;ürdü."
Çene çalmak: Gevezelik ederek, çok konu&#;arak vakit geçirmek."Kom&#;u kad&#;nlar&#; çene çalmaya bay&#;l&#;rlar."
Çenesi dü&#;ük: Geveze, çok konu&#;an, gereksiz &#;eyler söyleyen."Senin kadar çenesi dü&#;ük bir adam daha görmedim."
Çenesi kuvvetli: Söylemekten yorulmayan, söyledi&#;i sözlerle kendisini dinletmesini bilen."&#;yi hatip, acaba çenesi kuvvetli hatip midir?"
Çene yar&#;&#;t&#;rmak: Kar&#;&#;l&#;kl&#; gevezelik etmek, bo&#; konu&#;mak."Sizinle çene yar&#;&#;t&#;r&#;lmaz do&#;rusu."
Çetele tutmak: Hesaptutmak amac&#; ile bir yere çizgiler çekmek."Ahmet amca, veresiye verdi&#;i mallar için çetele tutmaktan usanm&#;&#;t&#;."
Çetin ceviz: 1. K&#;r&#;lmas&#; zor, kabu&#;u sert ceviz cinsi. 2. Yola getirilmesi, yenilmesi zor rakip; ba&#;ar&#;lmas&#; güç i&#;."&#;imdi anl&#;yordu rakibinin ne deneli çetin ceviz oldu&#;unu."
Çevir kaz (&#;) yanmas&#;n: Kar&#;&#;s&#;ndakini k&#;racak bir söz söyledi&#;ini fark edip de çevirmeye kalk&#;&#;anlara &#;aka yollu söylenir.
Ç&#;ban ba&#;&#;: 1. Ç&#;ban&#;n patlamak üzere olan tepe noktas&#;. 2. Kötü sonuçlar&#;n, uygunsuzluklar&#;n ana sebebi."Bu i&#;te ç&#;ban ba&#;&#; m&#; olmak istersin?"
Ç&#;f&#;t çar&#;&#;s&#;: Türlü kötülüklerin, hile ve düzenlerin karmakar&#;&#;&#;k bir durumda bulundu&#;u yer."Daireyi ç&#;f&#;t çar&#;&#;s&#;na çevirenler tek tek bulunmal&#;d&#;r."
Ç&#;&#;&#;r açmak: Bir alanda yeni bir yol açmak; yeni bir tutum, izlenecek yöntem bulmak."Bilim adamlar&#; kanserle mücadelede ç&#;&#;&#;r açmak için kollar&#; s&#;vad&#;lar."
Ç&#;&#;&#;r&#;ndan ç&#;kmak: Yoldan sapmak, do&#;ru ve uygun gidi&#;ten ayr&#;lmak, art&#;k düzelemez hâle gelmek."&#;&#;ler ç&#;&#;&#;r&#;ndan ç&#;kmadan önlem almal&#;y&#;z."
Ç&#;kar yol: Çare, en tutarl&#; çözüm yolu."S&#;n&#;f geçebilmek için tek ç&#;kar yol ders çal&#;&#;makt&#;r."
Ç&#;k&#;&#; yapmak: Bir tart&#;&#;ma esnas&#;nda etkili söz ve sert davran&#;&#;larla dü&#;üncelerini belirtmek."Ani bir ç&#;k&#;&#; yaparak herkesi &#;a&#;&#;rtt&#;."
Ç&#;kmaza girmek: Çözümlenemeyecek, içinden ç&#;k&#;lamayacak bir duruma dü&#;mek."&#;&#;ler, hiç ummad&#;klar&#; bir anda ç&#;kmaza girdi."
Ç&#;ngar ç&#;karmak: Gürültü pat&#;rt&#;, kar&#;&#;&#;kl&#;k ve kavga ç&#;karmak."Ç&#;ngar ç&#;karmadan oturtun &#;u kad&#;n&#;."
Ç&#;t ç&#;karmamak: Çok sessiz olmak, hiç ses ç&#;karmamak, gürültü yapmamak."Çocuklar korkudan ç&#;t ç&#;karm&#;yorlard&#;."
Çiçe&#;i burnunda: Çok taze, yeni kopar&#;lm&#;&#;."Çiçe&#;i burnunda bir haber getirmek için yar&#;&#;a girdi muhabirler."
Çifte kumrular: Birbirini çok seven ve birbirinden ayr&#;lmayan kimseler."&#;&#;te çifte kumrular geliyorlar."
Çi&#;lik etmek: &#;nsana yak&#;&#;mayan; olgunlu&#;a, ya&#;a uygun dü&#;meyen yersiz ve kaba davran&#;&#;larda bulunmak."Bir çi&#;lik edip de toplant&#;y&#; berbat edecek diye ödüm kopuyor."
Çi&#; süt etmi&#; olmak: Soysuz ve namussuz olmak."Bu yürek yak&#;c&#; i&#;i yapmak için çi&#; süt emmi&#; olmak gerek."
Çi&#; yemedim ki karn&#;m a&#;r&#;s&#;n: "Herhangi bir suç i&#;lemedim ki korku duyay&#;m, i&#;i eksik yapmad&#;m ki olumsuz sonuçtan kayg&#;lanay&#;m" anlam&#;nda kullan&#;l&#;r.
Çile çekmek: Üzüntü, eziyet, ac&#; ve s&#;k&#;nt&#; içinde ya&#;amak."Annen seni büyütünceye kadar ne çileler çekti biliyor musun?"
Çile ç&#;karmak: 1. S&#;k&#;nt&#;l&#; bir i&#;in veya durumun sona ermesini beklemek. 2. Tasavvufta bir müridin belli bir e&#;itim safhas&#;ndan geçmesi."Çile ç&#;karmayan mürit olgunla&#;amaz."
Çileden ç&#;kmak: 1. Çok öfkelenmek, olan bitenler kar&#;&#;s&#;nda dayan&#;kl&#;l&#;&#;&#; kalmay&#;p ta&#;k&#;nl&#;k göstermek. 2. Çile süresini bitirmek."Ben çileden ç&#;kmadan çabuk terk edin buray&#;."
Çil yavrusu gibi da&#;&#;lmak: Toplu hâlde bulunan insanlar&#;n her biri, herhangi bir sebeple bir yana da&#;&#;lmak."Silâh sesini duyunca çil yavrusu gibi da&#;&#;lmaya ba&#;lad&#;lar."
Çirkefe ta&#; atmak: Edepsiz, geçimsiz, kaba saba kimsenin tepkisine yol açacak davran&#;&#;larda bulunmak."&#;u çirkefe ta&#; at&#;p da ba&#;&#;n&#; belâya sokmadan gir içeri!"
Çivi kesmek: Çok ü&#;ümek, donmak."Çocuklar so&#;uktan çivi kesmi&#;lerdi."
Çizmeden yukar&#; ç&#;kmak: Bilmedi&#;i, akl&#;n&#;n kesmedi&#;i, yetkisinin d&#;&#;&#;nda bir i&#;e kalk&#;&#;mak; haddini bilmemek."Kes art&#;k, çizmeden yukar&#; ç&#;kmaya ba&#;lad&#;n."
Çocuk oyunca&#;&#;: Önem verilecek de&#;erde olmayan, kolay i&#;."Dereyi geçmek mi? Çocuk oyunca&#;&#; benim için."
Çocuk oyunca&#;&#; hâline getirmek: Bir i&#;i s&#;k s&#;k de&#;i&#;tirip verilmesi gereken önemde ele almamak, küçümsenir duruma getirip de&#;erinden dü&#;ürmek."Ne biçim adamlars&#;n&#;z siz, bu güzel i&#;i çocuk oyunca&#;&#; hâline getirdiniz!"
Ço&#;u gitti az&#; kald&#;: &#;&#;in en güç, en önemli, en büyük k&#;sm&#; bitti, kalan&#; önemsizdir."Ha gayret çocuklar, ço&#;u gitti az&#; kald&#;."
Çok görmek: 1. Esirgemek, bir kimseyi o &#;eye de&#;er bulmamak. 2. Bir kimsenin yapt&#;&#;&#;n&#;, davran&#;&#;&#;n&#; yad&#;rgamak."Gel, çok görme bana bu i&#;i."
Çoluk çocuk elinde kalmak: Genç, tecrübesiz, çocuk denecek ki&#;ilerin yönetimi alt&#;nda ya&#;ar durumda olmak."Ülke çoluk çocuk elinde mi kalacak? Allah korusun!"
Çoluk çocu&#;a kar&#;&#;mak: Evlenip, çocuklar&#; dünyaya gelip, onlarla u&#;ra&#;&#;r olmak."Vay can&#;na! Daha dünkü çocuktu, bugün çoluk çocu&#;a kar&#;&#;m&#;&#;! Zaman ne çabuk da geçiyor."
Çorap sökü&#;ü gibi gitmek: Ba&#;layan bir i&#;in birbirine ba&#;l&#; di&#;er bölümlerinin kolayl&#;kla halledilmesi."Hele bir ba&#;la sen, bak nas&#;l çorap sökü&#;ü gibi gidecek i&#;."
Çorbada tuzu bulunmak: Yap&#;lan bir i&#; ya da hizmette az da olsa çabas&#;, eme&#;i bulunmak."Haydi durmay&#;n, çorbada sizin de tuzunuz bulunsun!"
Çömlek hesab&#;: Güvenilmez, yanl&#;&#; hesap."Senin yapt&#;&#;&#;n çömlek hesab&#;, bir muhasebeciye havale et i&#;i."
Çuval gibi: Kaba ve seyrek, bol ve ütüsüz."Pantolonun çuval gibi olmu&#;."
Çürü&#;e ç&#;kmak: 1. &#;&#;e yaramaz oldu&#;u, sa&#;lam olmad&#;&#;&#; anla&#;&#;larak bir yana at&#;lmak. 2. Sa&#;l&#;&#;&#; el vermedi&#;i için askerlik görevine al&#;nmamak."Çürü&#;e ç&#;kmak için can atanlar da yok de&#;il bugün."
Çürük tahtaya basmak: Tedbirsiz hareket edip, kötü sonuçlanacak bir i&#;e giri&#;mek."Allah kimseyi çürük tahtaya bast&#;rmas&#;n."
Da&#;a ç&#;kmak: Hükümete, kanunlara kar&#;&#; gelerek da&#;lara çekilmek, buralarda e&#;k&#;yal&#;k etmek."Dü&#;ünü basanlar da&#;a ç&#;km&#;&#;lar."
Da&#;a kald&#;rmak: Herhangi bir sebepten ötürü birini zorla da&#;a veya &#;ss&#;z bir yere götürüp orada al&#;koymak."E&#;k&#;yalar, karakol komutan&#;n&#;n o&#;lunu da&#;a kald&#;rm&#;&#;lar; ne istedikleri henüz belli de&#;il."
Da&#;arc&#;&#;&#;na atmak: Yeni bilgilerini, eski bilgilerine katmak; yeni bilgileri zihnine yerle&#;tirmek."Ö&#;rendi&#;i her yeni bilgiyi da&#;arc&#;&#;&#;na atmay&#; ihmal etmedi."
Da&#;dan gelip ba&#;dakini kovmak: Daha sonradan geldi&#;i bir yere ya da kar&#;&#;t&#;&#;&#; bir i&#;te eskiden beri bulunan bir ki&#;inin yerini almaya çal&#;&#;mak."&#;u densize bak hele, da&#;dan gelip ba&#;dakini kovuyor!"
Da&#; do&#;ura do&#;ura fare do&#;urdu: Önemli gibi görünen &#;eylerden önemsiz bir sonuç ç&#;kmas&#; durumunda söylenir.
Da&#;lara dü&#;mek: S&#;k&#;nt&#;, üzüntü sebebiyle insanlardan kaç&#;p &#;ss&#;z yerlerde ya&#;ar olmak."Annesinin ölümünden sonra da&#;lara dü&#;tü."
Da&#;lar&#; devirmek: Çok büyük güçlüklerin alt&#;ndan kalkmak, a&#;&#;r i&#;leri ba&#;armak."O, da&#;lar&#; devirir bir adamd&#;r."
Dalavere çevirmek: Yalan, dolan ve hile ile kötü bir i&#; yapmak; düzen kurarak gizlice ba&#;kas&#;n&#; aldatmak."Yine bir dalavere çevirmesin bu adam!"
Dal budak salmak: 1. Karma&#;&#;k biçimde yay&#;l&#;p geni&#;lemek. 2. Soy ya da dostluk yönünden geni&#;leyip yay&#;lmak."Bu mesele daha fazla dal budak salmadan hemen halledilmeli."
Daldan dala konmak: Çok s&#;k, dü&#;ünce ya da konu de&#;i&#;tirmek."Daldan dala konmay&#; b&#;rak da bir i&#;e sar&#;l art&#;k."
Dal&#;na basmak: Hiç ho&#;lanmad&#;&#;&#; &#;eyleri yaparak birisini öfkelendirmek."Dal&#;ma bas&#;p da beni çileden ç&#;karma lütfen!"
Dallan&#;p budaklanmak: Geni&#;leyip yay&#;lmak, gittikçe büyüyerek kar&#;&#;&#;k bir durum almak."&#;&#;i dalland&#;r&#;p budakland&#;rmada üstüne yok hani!"
Damdan dü&#;er gibi: Aniden, yersiz olarak (söz söylemek)."Damdan dü&#;er gibi söz söyleyince ortal&#;k birbirine girdi."
Damgas&#;n&#; vurmak: Biri hakk&#;nda kötü bir yarg&#;ya varmak."Allah`tan korkmazsan ona h&#;rs&#;zl&#;k damgas&#;n&#; vur da rezil olsun."
Damokles`in k&#;l&#;c&#;: Ki&#;iyi korku ve bask&#; alt&#;nda tutan büyük ceza tehdidi."Damokles`in k&#;l&#;c&#; gibi ba&#;&#;mda dikilip durma öyle!"
Danan&#;n kuyru&#;u kopmak: Olay patlak vermek, beklenen ve korkulan sonucun gerçekle&#;mesi."Danan&#;n kuyru&#;u bu gece kopacak, in&#;allah hay&#;r demezler."
Dan&#;&#;&#;kl&#; dövü&#;: &#;ike; önceden aralar&#;nda bir anla&#;ma oldu&#;u hâlde, sanki böyle bir anla&#;ma yokmu&#; gibi davranarak ba&#;kalar&#;n&#; aldatmak."Dan&#;&#;&#;kl&#; dövü&#; insanlar&#;n mertlik anlay&#;&#;&#;n&#; tamamen öldürdü."
Dara dü&#;mek: 1. Paraca s&#;k&#;nt&#;ya u&#;ramak. 2. S&#;k&#;nt&#;l&#;, tehlikeli bir durumla kar&#;&#;la&#;mak."&#;yice dara dü&#;tük, geçinmekte güçlük çekiyoruz."
Dara getirmek: Aceleye getirmek, gerekti&#;i gibi zaman ay&#;ramamak."Biraz erken kalkal&#;m da dara getirmeden yapal&#;m i&#;i, güzel olsun."
Dar bo&#;az: S&#;k&#;nt&#;lar ve güçlükler içinde geçirilen, geçici kabul edilip sonunda ferahl&#;k umulan durum."Evel Allah bu dar bo&#;az&#; da a&#;aca&#;&#;z."
Dar hayat: S&#;k&#;nt&#;lar, güçlükler, zorluklar içinde sürdürülen hayat.
Darda kalmak: 1. Zor duruma dü&#;mek. 2. Paraca s&#;k&#;nt&#; çekmek."Ö&#;retmeninin kar&#;&#;s&#;nda darda kalmak istemeyen Ahmet, ödevini yapmay&#; hiç ihmal etmezdi."
Dar gelirli: Geçim s&#;k&#;nt&#;s&#; çeken, kazanc&#; normal olarak geçimini sa&#;lamaya yetmeyen."Dar gelirli ailelerin çocuklar&#;n&#;n ço&#;u okulu yar&#;da b&#;rakmak zorunda kal&#;yorlar."
Dar&#;s&#; (dostlar) ba&#;&#;na: "Kavu&#;tu&#;um ba&#;ar&#; ve mutlulu&#;a tüm dostlar&#;m&#;n da kavu&#;mas&#;n&#; isterim" anlam&#;nda kullan&#;l&#;r.
Dar kafal&#;: Anlay&#;&#;&#;, kavray&#;&#;&#; az; yeniliklere aç&#;k olmayan."Dar kafal&#; insanlarla anla&#;mak oldukça zordur."
Davul çalmak: Bir &#;eyi herkesin duyabilece&#;i biçimde ortal&#;&#;a yaymak."Davul çal&#;p bizi elâleme rezil etti."
Defe (tefe) koymak: Dedikodusunu yapmak, k&#;nayan bir dille ba&#;kalar&#;na anlatmak, alaya almak."Sak&#;n söyleme, yoksa bizi defe koyarlar."
Defterden silmek: &#;li&#;kisini kesmek, yok saymak, ad&#;n&#; anmaz olmak, unutmak."Ali`yi defterden iyice sildim."
Defteri dürülmek: 1. &#;&#;ine son verilerek bir yerden uzakla&#;t&#;r&#;lmak. 2. Ölmek ya da öldürülmek."Onun da defterini dürecekler yak&#;nda.
Defteri kapamak: &#;lgiyi kesmek, u&#;ra&#;maz olmak, söz konusu i&#;i yapmaz olmak. "O defteri kapad&#;k biz, art&#;k soru sormay&#;n.
Deli divane olmak: Bir &#;eyi, bir kimseyi a&#;&#;r&#; derecede sevmek, ona tutkun olmak."Delikanl&#; o k&#;z için deli divane oluyordu."
Deli fi&#;ek: Atak, deli&#;men, delice i&#;ler yapan, &#;&#;mar&#;k."B&#;rak art&#;k &#;u deli fi&#;ek adamla arkada&#;l&#;k etmeyi."
Deliksiz uyku: Hiç uyanmadan, çok rahat, uzun süre uyunulan uyku."Bu gece deliksiz bir uyku çekip yorgunlu&#;umu atmak istiyorum."
Demir atmak: 1. Çapas&#;n&#; denize atmak. 2. Bir yerde uzun süre kalmak."Gemiler f&#;rt&#;na ba&#;lay&#;nca koya girip demir att&#;lar."
Dem tutmak: Bir çalg&#;ya, bir ba&#;ka çalg&#; veya sesle e&#;lik etmek.
Denizden ç&#;km&#;&#; bal&#;&#;a dönmek: Yeni bir i&#;e, ortama, duruma al&#;&#;makta zorluk çekmek."Eski i&#;inden ayr&#;l&#;p, yeni i&#;ine ba&#;lay&#;nca denizden ç&#;km&#;&#; bal&#;&#;a dönmü&#;tü."
Derdine dü&#;mek: Yap&#;lmas&#; gereken bir &#;eyi gerçekle&#;tirmenin yollar&#;n&#; aramak."Sana ne ki o i&#;in derdine dü&#;tün?"
Dert orta&#;&#;: 1. Ayn&#; derdin, s&#;k&#;nt&#;n&#;n içinde bulunanlardan her biri. 2. Bir kimsenin derdini payla&#;t&#;&#;&#;, anlatt&#;&#;&#; yak&#;n dostu."Onlar y&#;llar y&#;l&#; birbirlerinin dert orta&#;&#; olarak ya&#;am&#;&#;lard&#;."
Destan olmak: Yapt&#;&#;&#; (kötü) bir i&#;ten dolay&#; &#;öhreti yay&#;lmak."Kar&#;s&#;na ba&#;&#;rd&#; diye annesini kap&#;ya att&#;, bütün civar köylere destan oldu."
Devede kulak: Bütüne göre çok ufak bir parça."Onun yapt&#;&#;&#; i&#; devede kulak kal&#;r."
Deve kini: Bitmeyen, geçmeyen, unutulmayan büyük kin."Tam anlam&#;yla bir deve kini besliyordu kom&#;usuna kar&#;&#;."
Deveye hendek atlatmak: Birisine yap&#;lmas&#; çok zor, hemen hemen yapamayaca&#;&#; bir i&#;i yapt&#;rmaya çal&#;&#;mak."Senin yapt&#;&#;&#;n deveye hendek atlatmak, b&#;rak &#;u garibin yakas&#;n&#;."
Devlet ku&#;u: Umulmad&#;k, iyi talih; zenginlik, mutluluk getiren talih.
D&#;&#;&#; eli (seni) yakar, içi beni: "D&#;&#;tan görünü&#;ü, herkesi imrendirecek kadar güzel ama içyüzü elveri&#;siz, kötü, sahibini üzücü" anlam&#;nda kullan&#;l&#;r."Ah bir bilseler i&#;in iç yüzünü, d&#;&#;&#; eli yakar, içi beni."
Diken üstünde oturmak: Bir yerde tedirginlik duymak, her an kalkmak durumunu belirtir olmak, huzursuz olmak."&#;nan, diken üstünde oturuyorum &#;urada."
Dikine gitmek: &#;natç&#;l&#;k etmek, bildi&#;ini yapmaya çal&#;&#;mak, kimsenin uyar&#;s&#;na kulak asmamak."Biraz daha dikine giderse ba&#;&#;na büyük bir belâ gelecek bu çocu&#;un."
Diki&#; tutturamamak: Bir yerde, bir i&#;te bir sebepten ötürü ba&#;ar&#; sa&#;layamay&#;p uzun süre kalmamak."Bir &#;eyde diki&#; tutturamad&#;, &#;imdi bo&#;ta gezip duruyor."
Dikiz etmek: Bir yeri, olay&#;, birinin hareketlerini gizlice ve gözünü ay&#;rmadan dikkatlice izlemek.
Dilden dile dola&#;mak: Her yerde, pek çok kimse taraf&#;ndan bahis konusu olmak."Ata sözleri dilden dile dola&#;arak günümüze kadar geldi."
Dil dökmek: Kand&#;rmak, inand&#;rmak ya da yararlanmak için tatl&#; sözler söylemek."Pe&#;ine dü&#;en çocu&#;u ne kadar dil döktüyse de evde kalmaya raz&#; edemedi."
Dil ebesi: Çok fazla ve esprili konu&#;an."Dil ebesi bir adam o, sen onunla ba&#;a ç&#;kamazs&#;n."
Dile (dillere) dü&#;mek: Hakk&#;nda dedikodu yap&#;lmak."Allah kimseyi dile dü&#;ürmesin, kad&#;nca&#;&#;z soka&#;a ç&#;kamaz oldu."
Dile gelmek: 1. Konu&#;ma yetene&#;i yokken konu&#;mak, dillenmek. 2. Dile dü&#;mek."Dile geldi da&#;lar, avuttu onu!"
Dile getirmek: 1. Bir meseleyi belirtmek, ortaya atmak, anlatmak, aç&#;klamak. 2. Birini konu&#;turmak."Hiç umulmad&#;k bir anda konuyu dile getirdi, hepimizin anlamas&#;n&#; sa&#;lad&#;."
Dile kolay: Söylenmesi kolay ama yap&#;lmas&#; ortaya konmas&#; ya da katlan&#;lmas&#; çok güç."Evet, dile kolay, haydi yap da görelim."
Dili aç&#;lmak:
Herhangi bir sebepten dolay&#; konu&#;amayan kimse, birden konu&#;maya ba&#;lam&#;&#; olmak."Dili aç&#;ld&#; çok &#;ükür!"
Dili dola&#;mak:

kaynağı değiştir]

Temel kavramları, Hinduizm'i andırır biçimde, karma yasası, sürekli olarak tekrar doğma (samsara) ve kurtuluş (nirvana) olan Budizmde, Hinduizmdeki gibi insanlara ruhsal tekamül açısından pek fazla bir şey kazandırmayacağı düşünülen tapınma kuralları ve teorik bilgi yerine, insanlara gerçek ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik pratik (uygulama) ve yaşama bilgisi verildiğinden, Tanrı'dan söz edilmez ve ölümden sonrasına ilişkin hiçbir ödül vaatinde bulunulmaz. Buna karşılık Hinduizmde olduğu gibi, Budizmde de insanların eşyayı hakikatte olduğu gibi değil, kendilerine göründükleri gibi algıladıkları, yani fiziksel âlemin bir aldanmadan (illüzyon) ibaret olduğu kabul edilir.[62] Budizmde temel amaç kişinin Dünya'da bir daha doğmasına gerek kalmayacağı ruhsal gelişim ve olgunluk düzeyine erişmektir. Buda'ya göre insanların ıstıraplarının ana kaynağı maddi ve nefsani isteklerdir; bu ıstıraplar doğum ile başladığına göre, ıstıraplardan kurtulmanın yolu, doğum-ölüm çemberini (çevrimini) aşarak, dünyaya tekrar doğmamaktır. Bu da ancak kişinin nefsaniyetini ortadan kaldırmasıyla ve böylece karma yasasının gereklerinden kurtulabilmesiyle mümkündür.[63]

Budizme göre evrende her şey sürekli bir değişim halindedir. Dolayısıyla evrende değişmeden sabit kalan bir nesne olmadığı gibi, değişmeden sabit kalan bir birey de yoktur. “Ben” derken, bunun daima değişen varlığa (beden ve zihnimize) ait bir duyum olduğunu unutmamamız gerekir. Bu ilke Budizmde anatta (Pāli ve Sanskrit dilinde anātman) adıyla bilinir.[64] Ölüm olayında ruh ve fiziksel beden birbirlerinden ayrılır. Fiziksel bedenden ayrılmış olsa da zihin hala maddi âleme özgü yanılsama (illüzyon,“maya”) etkisinde kalmaya devam edebilir.

Lamaizm'in bulunduğu Tibet ve Moğolistan'da rastlanan "sonu olmayan düğüm" sembolü

Budizmin Mahayana kolundaki bazı ekollerde, özellikle bünyesinde şamanik öğeleri barındıran Tibet Budizmi'nde üç can kavramı ya da üç şuur düzeyi bulunur. Ruhsal varlığın bu üç kısmı süptillik (seyyaliyet, incelik) derecelerine bağlı olarak, “çok süptil”, “süptil” ve “kaba” sıfatlarıyla nitelendirilirler. Bunlardan süptil olanı ölüm olayında ayrılan zihin, şuur ya da kısımdır; kaba olanı ise uyunduğunda mevcut olmayan zihin ya da şuurdur. Tibet Budizmi'nde ayrıca, farklılık gösteren shes-pa (şuur prensibi) ile rig-pa (Buddha-doğa'ya denk olan saf şuur) arasında bir ayrım yapılır. Lamaizm de denilen bu dinde ezoterik eğitim veren bir üstadın ya da yüksek seviyeden bir lamanın yeniden doğan (reenkarne olan) kişiliğine tulku denir. Bu lamalar "fantom beden" ya da aura anlamında da kullanılan tulku'larından tanınırlar.[65] Buddha-doğa'nın reenkarne olmamasına karşın, kişinin skandhas denilen unsurları reenkarnasyona maruz kalırlar. Değişip gelişen, Shes-pa denilen şuur, ölüm olayından sonra yok olmaz ve her yeni doğumda (reenkarnasyonda) varlığını sürdürür.

İnsan ruhunun ölüm olayından tekrar doğmasına dek içinde bulunacağı koşulları ve geçireceği bilinç hallerini ayrıntılı bir biçimde açıklayan ve ruha ölüm sonrasında geçirebileceği haller konusunda rehberlik yapan Tibet kitabı Bardo Thödol'a göre, kişinin tahayyülünü (imajinasyonunu), niyet, düşünce ve duygularını denetleyebilme yeteneğini henüz yeryüzündeyken kazanabilmiş olması, kendisine ölüm sonrası yaşamında son derece yararlı olur ve bedenini terk eden herkesin geçireceği ilk zor aşamaları kolayca atlatmasını sağlar.[66] Öte âlemde karşılaşacağı olaylar kişinin kendi zihinsel faaliyetinin ürünleri olacağından, zihnini denetleyebilen kişi, haliyle, öldükten sonra yaşayacağı olayları da denetleyebilecektir. Fakat yeryüzünde bu yeteneği ya da beceriyi elde edebilmiş insanlar çok nadirdir.

Fakat Gautama Buddha'nın ruh kavramına ilişkin sözleri Budizm ekollerinde farklı şekillerde yorumlanmış olduğundan, kimi ekoller ruhun ölümsüzlüğünü vurgulamaktaysa da, Budizm ekollerinde ruh kavramı hakkında bir fikir birliği yoktur. Bu ekoller arasındaki temel ortak görüş, ruh göçüyle yeniden doğuşun sürmesidir. Budizmin Theravada ekolündeki ölüm sonrası ruhsal hallerle ilgili inanışlar Brahmajala Sutta'da açıklanır.

Hristiyanlık[değiştir

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası