biiznillah ve insallah arasindaki fark / Dua ederken, Allah razı olsun inşallah denir mi? | Sorularla İslamiyet

Biiznillah Ve Insallah Arasindaki Fark

biiznillah ve insallah arasindaki fark

Biiznillah Ne Demek? Biiznillah Faziletleri Nelerdir, Nasıl Kullanılır?

Haberin Devamı

Biiznillah Ne Demek?

 Allah'ın (c.c.) izniyle demek için Müslümanlar biizznillah ifadesine sürekli yer vermektedirler. Çünkü bu konuda İslam düşünürleri; insanların güç ve kuvvet bakımından zayıf olduğunu, her şeyin Yüce Allah (c.c.) sayesinde gerçekleştiğini, bu sebeple bir iş için Allah'ın (c.c.) izninin hep umulması gerektiğini belirtmişlerdir. Bu hususa riayet etmenin en güzel yollarını ise; ben yaparım, ben ederim şeklinde değil; inşallah yaparım, biiznillah olur şeklinde olduğunu vurgulamışlardır.

Biiznillah Faziletleri Nelerdir? Nasıl Kullanılır?

Allah izin verirse yapacağım şeklinde bir kullanım sunan biiznillah kelimesinin de kullanımının faydaları vardır. Çünkü her şey bütün kudret sahibi olan Allah (c.c.) sayesinde gerçekleşmektedir. İnsanların yaptığı işler bile onun izniyle olur. Bu yüzden hayırlı işlerin olması için biiznillah kullanılmalı ve her durumda Allah'ın izni umulmalıdır.

Haberin Devamı

Müslüman kişi yapacağı tüm işlere Allah'ın iznini eklerse, umulur ki bu Allah'ın hoşuna da gider. Örneğin bir Müslüman hac için gerekli tüm maddi hazırlıkları, izinleri, her işlemleri tamamlamıştır. Burada "Biiznillah hacca gideceğim" derse bu işin kendinden olmadığını, Allah'ın verdiği izinle hazırlıklarını tamamladığını ve yine onun izniyle yola çıkıp hacca gideceğini belirtmiş olur. İşte böylece insan ben dilini yıkmış olur.

Sual: Hazret-i Peygamber’in ismi anıldığı zaman salavat getirmek farz mıdır?

Cevab: Salavat getirmek ömründe bir defa farz, her zikir edildikçe fetvâya göre müstehabdır. İmam Tahâvî’ye göre her zikredildiğinde vâcibdir. kur’an-ı kerimde “Şüphesiz Allah ve melekleri, Nebi aleyhisselâma salât ederler. Öyleyse ey iman edenler, siz de ona salât ve selâm ediniz”! (Ahzâb: 56) buyurulmuştur. Hadis-i şerifte de “İsmim anıldığı zaman bana salavat getirmemek cefâdandır” deniyor. Allahümme salli alâ Muhammed veya sallallahü aleyhi ve selem ya da aleyhisselâm demek kifayet eder.
Tüccar bir elbiseyi açar da, onun güzelliğini müşteriye bildirmek için tesbih eder yahud salavat getirirse mekruh olur. Bunu bekçinin yapması dahi mekruhtur. Bundan dolayıdır ki büyüklerden biri bir meclise geldiği vakit onun geldiğini bildirmek ve kendisine yer verilmesini veya ayağa kalkılmasını te'min için tesbih etmek yahud salavat getirmek memnudur. Bunu yapan günahkâr olur. (İbni Abidin)
Salavat getirmek namazın son oturuşunda sünnet olduğu gibi, sünnet-i gayri müekkedelerin ilk oturuşunda dahi sünnettir. Cenâze namazında da öyledir. (İbni Abidin)
Mâni bulunmamak şartıyla her zaman salavat getirmek müstehabdır. Ulema müstehab olduğu bazı yerleri söylemişlerdir. Bunlar Cuma günü ile Cuma gecesi, Cumartesi Pazar ve Perşembe günleridir. Bu üç gün hakkında hadis-i şerif vardır. Sabah ve akşam, mescide girerken ve çıkarken, Hazret-i Peygamber’in kabrini ziyaret ederken, Safa ile Merve'de, [imam için] Cuma ve sair hutbelerde, müezzine icabet ettikten hemen sonra, ikamet edilirken, duanın başında, ortasında ve sonunda, kunut duasından sonra, telbiyeyi bitirdikten sonra, bir yere toplanırken ve dağılırken, abdest alırken, kulak çınlarken, bir şey unutulduğu vakit, vaaz ve ilim neşir ederken, hadis-i şerif okumağa başlarken ve bitirirken, sual ve fetvâ yazarken salevât getirmek müstehab olduğu gibi, her musannifin [kitap yazarının], her hoca ve talebenin, hatibin, kız isteyenin, evlenenin, evlendirenin salavat getirmesi dahi müstehabdır. Mühim işlerin başında, zikir zamanında, Hazret-i Peygamber’in ismini işittiği zaman yahud ismi yazıldığı zaman salavat getirmek müstehabdır. (İbni Abidin)
Yedi yerde Hazret-i Peygamber’e salavat getirmek mekruh olur. Bunlar, cimâ, def-i hacet, malını satmak için, hata yaptığında, şaştığında, hayvan keserken ve aksırdıktan sonradır. Kur'an-ı kerim okurken veya hutbede Hazret-i Peygamber’in ismini işitince de salavat getirilmez. Çünki bunlarda susarak dinlemek vâcibdir. Okumayı bitirdikten sonra salavat getirirse iyidir. (İbni Abidin)
Bir mecliste Hazret-i Peygamber’in ismi söylenirse, söyleyenin veya dinleyenlerden birinin salavat getirmesi kâfidir. Hepsinin getirmesi iyidir. (İbni Abidin)
Hazret-i Peygamber’in ismini kalbinden geçirdiği zaman salavat getirmek iyidir. (Şir’atü’l-İslâm)
Netice itibariyle salavat söylemek ömründe bir defa farz, her ismi zikir edildikçe müstehab; tüccarın malını açarken yaptığı gibi olursa tahrimen mekruh, namazda sünnet, mümkün olan her vakitte müstehab, son teşehhüdünden [ve kunutun sonundan] başka namazın her yerinde mekruhtur.
Hazret-i Muhammed’den başka peygamberler için salavat getirmek ihtilaflı ise de, muhtar olan bunlara da salevât getirmenin hükmü, Hazret-i Muhammed’e getirmenin hükmü gibidir. Büyük meleklere de salavat getirmek meşrudur. (Şir’atü’l-İslâm)

8 Mayıs Salı

M&#;sl&#;man Azınlıklar Zirvesi’nde Yaptıkları Konuşma

Bismillahirrahmanirrahim.

Diyanet camiamızın kıymetli yöneticileri,

Çok değerli misafirler,

Aziz kardeşlerim, hanımefendiler, beyefendiler;

Sizleri en kalbi duygularımla, hürmetle, muhabbetle selamlıyorum. Esselamu aleykum ve rahmetullahi ve berekâtühü.

Değerli kardeşlerim;

Türkiye’ye, medeniyetlerin başkenti, İslam medeniyetinin bu muhteşem şehri İstanbul’umuza hoş geldiniz. Sizleri Peygamber Efendimizin (SAV) methine mazhar olan bu güzel şehirde ağırlamaktan çok büyük memnuniyet duyuyorum.

Bugün bizleri biraraya getiren böylesine muhteşem bir uhuvvet ikliminde gönüllerimizi buluşturan Yüce Allah’a hamdüsenalar ediyorum. Diyanet İşleri Başkanlığımıza ve zirvenin tertip edilmesine destek sağlayan bütün kuruluşlarımıza emekleri, gayretleri için şükranlarımı sunuyorum.

Az önce Sayın Başkanımızın da ifade ettiği üzere, bugün ’ü aşkın ülkeden yaklaşık Müslüman dini lider, temsilci, alim, akademisyen ve yazara burada ev sahipliği yapıyoruz. Güney Afrika’dan Arjantin’e, Sri Lanka’dan Meksika’ya, Avrupa’dan Amerika’ya, Hindistan’a kadar dünyanın dört bir ucundan din kardeşlerimizi misafir ediyoruz. Hoş geldiniz. Binlerce, onbinlerce kilometre ötelerden gelerek zirveyi teşrif eden, bu önemli toplantıya özellikle değer katan siz seçkin misafirlerimize özellikle teşekkür ediyorum.

Ülkemizde ilk defa düzenlenen Dünya Müslüman Azınlıklar Zirvesi’nin İslam ümmetinin sorunlarının müzakere edilmesine, sıkıntılarının çözülmesine, geniş işbirliği potansiyelinin keşfine imkan sağlayacağına inanıyorum. Diğer hususlar yanında bu zirvenin, yeryüzünün farklı bölgelerinden gelen siz kardeşlerimiz arasında dostluğun, dayanışma ve muhabbetin güçlenmesine de vesile olacağını düşünüyorum. Kaldı ki bizler sürekli olarak zaman zaman biraraya gelmek ve Rabbimizin “Veşavirhüm fi'l-emr” hükmünü de icra etmek suretiyle istişareye ne kadar önem verdiğimizi sürekli olarak ortaya koymakla yükümlüyüz. Dört gün boyunca burada yapılacak istişarelerin, tenkit ve tekliflerin ülkelerimiz ve alemi İslam için hayırlara vesile olmasını Rabbimden niyaz ediyorum.

Sözlerimin hemen başında özellikle de bir hususu ifade etmekte fayda görüyorum. Meselelerin ve problemlerle ilgili çözüm yollarının tespiti elbette çok değerlidir. Fakat alınan kararların kuvveden fiile geçirilmesi çok daha önemlidir. Yoksa verilen bunca emek, harcanan onca mesai eksik kalacaktır, yarım kalacaktır. Benim kendime siyasi ve idari hayatım boyunca pusula olarak kıldığım dört başlığım var. Özellikle istikbalimizin teminatı olarak gördüğümüz gençlerimize bu dört prensibi sık sık hatırlatıyorum; ‘oku, düşün, uygula, neticelendir.’ Başarı zincirini oluşturan bu dört halkanın herhangi birinde kopma veya kırılma olursa hedeflenen noktaya varılması da mümkün değildir.

Burada 4 gün süresince yapılacak samimi tartışmalar neticesinde varılacak kararların önümüzdeki dönemde mutlaka hayata geçirilmesi, uygulaması, neticelendirilmesi önem arz ediyor. Gerekirse ayrı bir platform oluşturularak ya da şu an dönem başkanlığını yürüttüğümüz İslam İşbirliği Teşkilatı bünyesinde şöyle bir kurumsal yapı tesis edilerek, ama mutlaka bu zirveyle yakalanan ivmenin devam ettirilmesi gerekiyor. Dünya Müslüman Azınlıklar Zirvesinin bu bakımdan da örnek olacağına, alanında fark oluşturacağına inanıyorum.

Çok değerli kardeşlerim;

Bizler birbirini Allah için seven, burada Allah’ın rızası için toplanan insanlarız. Rengimiz, dilimiz, kültürümüz farklı olsa da, bizler aynı dine inanan, aynı Peygambere, aynı mukaddes kitaba tabi olan insanlarız. Aramızdaki farklılıklar asla kardeşliğimize, muhabbetimize mani değildir. Binlerce kilometre ötede olsak da, kıblemizin ve kalplerimizin yönü birdir. Pasaportlarımız, ülkelerimiz ayrı olsa da, bizler aynı ümmetin mensuplarıyız. Rabbimiz bu hakikati Hucurat Suresi’nde, “Müminler ancak kardeştirler” diyerek ifade ediyor.

Bizde ayrım yok; ama ayrım var mı? Ne yazık ki var. İşte bunu şu anda son dönemde özellikle de İslam dünyasının belli bölgelerinde acımasızca yaşıyoruz. Hep söylüyoruz, öldüren ‘Allahu ekber’ diyor, ölen de ‘Allahu ekber’ diyor. Sorulduğu zaman, o da İslam için, Allah için öldürüyor; ölen o da Allah için öldürüyor; bu nasıl bir şeydir? Bunu anlamak, bunu anlatmak mümkün değil. Gerilere döndük, mızrakların ucuna Kur'an-ı Kerim sayfalarını yerleştirmek suretiyle nasıl o geçmişte o bizim önderimiz durumunda olanlar öldüler ve öldürdülerse, şimdi tekrar oralara döndük. Öyleyse bizim bunu yeniden ele alıp bu işi düzeltmemiz lazım, bunu halletmemiz lazım. Hucurat Suresi’nin devamında Yüce Mevla bu hukukun gereği olarak, “Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin” emri ilahisiyle işte bize bugün yapmamız gerekeni emrediyor. Evet, Müslümanlara kardeş olduklarının hatırlatılmasından hemen sonra, arabuluculuk vazifesinin de verilmesi çok dikkat çekicidir.

Hayatın doğal akışı içerisinde Müslümanlar arasında ayrılıkların, anlaşmazlıkların, kimi zaman dargınlıkların, hatta kavgaların, çatışmaların olması ne yazık ki kaçınılmaz hale geliyor. Bunu siyasette de, yaptığım işin içerisinde de ne yazık ki yaşıyorum, yaşıyoruz ve bundan sıyrılamıyoruz. Niye? İşte emre uymadığımız için. İçimizdeki en büyük düşmanı, cihadı ekbere gidiş olayını kavrayamadığımız için; o da nefis… Habil ile Kabil’den bu yana kardeş kavgası her ne kadar hiç istenmese de, insan hayatının maalesef bir parçası olmuştur. Peygamber Efendimizin (SAV) Hakk’a irtihalinden sonra da İslam ümmeti arasına farklı meseleler üzerinden tartışmalar vuku bulmuştur. İşte az önce söyledim, bunun en önemlisi, en büyük gerilimin savaşa dönüştüğü Sıffin Savaşı ve Cemel Vakasında olduğu gibi sıcak çatışmaya dönüştüğü, kardeşin kardeşe kılıç çektiği dönemler yaşandı ve şimdi de hala devam ediyor.

Dinimiz İslam, barış dini. İnsanın dünya imtihanının bir parçası olan bu durumu görmezden gelmek yerine, sorunun çözüm yollarını göstermiştir. İslam’da kardeşlik hukuku mümin kardeşine destek olmak yanında, sıkıntılarına taraf olmayı, müdahil olmayı da gerektirir. Bir mümin içinde yaşadığı toplumdan kendisini kesinlikle bir defa bertaraf edemez, kendisini oradan tecrit edemez. Bir mümin hangi saikle olursa olsun neme lazımcılığa, boş vermişliğe asla tevessül edemez. Mümin aktif olmakla, kardeşleri, komşuları, arkadaşları arasındaki sıkıntılara çözüm aramakla mükelleftir. Türkçemizdeki ifadesiyle, ‘bana değmeyen yılan bin yıl yaşasın’, yani ne kimse bana karışsın, ne de ben kimseye karışayım anlayışı bir Müslümana, gerçek bir mümine yakışan anlayış değildir.

Müslüman, bir defa yaşadığı hayatı, bizatihi içinde olmak suretiyle yaşayan, çalışmasıyla, eğitim-öğretimiyle, ticaretiyle, tavır ve ahlakıyla diğer insanlara örnek olan insandır. Müslüman, çevresine güven aşılayan, insanların elinden ve dilinden emin olduğu insandır. Müslüman, komşusu açken tok yatamayacak kadar etrafıyla hemhal olması gereken insandır. Dinimizin kılıçtan ziyade kalemle, ticaret ve ilim erbabının gayretleriyle yayılmasının sebebi budur. Asırlar boyunca gönül ve hikmet erlerinin İslam’ın sancaktarlığını yapmasının altında yatan saik budur.

Bu açıdan, bizlerin nerede olursak olalım, hangi konumda bulunursak bulunalım hayatın içinde olmamız, aktif bir tavır sergilememiz gerekiyor. Kardeşlerimizden başlayarak halka halka vuku bulan gerilimlere, sorun ve sıkıntılara müdahale etmemiz önem arz ediyor. Ve biz kendi aramızdaki meseleleri, çıkan bütün bu çatışmaları Müslümanlar olarak kendimiz çözmüyoruz, burası sıkıntılı; İslam’ın dışındakiler bunu çözüyor. Onlara kaldığı zaman da ne oluyor? İşte varil bombaları yağmaya başlıyor. Adını da koyuyorlar, bunun adı zaman zaman kimyasal silah oluyor, zaman zaman konvansiyonel silah oluyor. Adı koymak kolay. Neymiş, geçmişte bir anlaşma yapılmış, kimyasal silahlara karşı uluslararası kuruluşlar tavır koymalıymış. Koyun bir kenara, neticesi ölüm olduktan sonra sebebi hangi silah olursa olsun bu suçtur. Ama bakın buna buradan yanaşmıyorlar. Şu anda kimyasal silahlarla Ortadoğu’da bin kişi ölmüşse, konvansiyonel silahlarla yüzbinler öldürüldü, yüzbinler, hiç bunu konuşmuyorlar, dile getirdikleri hep bu.

Değerli kardeşlerim;

Bu tespitlerimizin özellikle içinde yaşadığımız süreçte son derece mühim olduğunu düşünüyorum. 11 Eylül terör saldırılarından bu yana Müslümanlar olarak çok taraflı, çok katmanlı bir saldırı dalgasıyla yüzleşiyoruz. Eli kanlı çeteler üzerinden istikbalimizin karartılmaya çalışıldığını, hak ve hürriyetlerimizin gasp edilmek istendiğini görüyoruz. İşte DEAŞ, Boko Haram, Eşşebab, FETÖ gibi katil sürülerinin terör eylemleri bize zarar vermesinin yanında, İslam karşıtı çevrelere dört gözle bekledikleri fırsatı da veriyor. ‘Sizin İslam dediğiniz bu mu?’ diyorlar, ‘Hani Müslüman kan dökmezdi?’ diyorlar, ‘Hani siz barış diniydiniz?’ diyorlar. Biz onlara malzeme veriyoruz. Öyleyse bu işi bizim tersine çevirmemiz lazım.

Bu örgütlerin hunharca katlettiği veya hayatını kararttığı Müslümanların masumiyeti görmezden gelindiği gibi, işlenen vahşi cinayetlerin faturası da dinimize ve müminlere kesiliyor. Birçok Batı ülkesi de kendi iç sorunlarını perdelemek için adeta bu ateşe benzin döküyor. Çok temizler ya, ahlaksızlığın daniskası onlarda, katliamların daniskasını onlar yaptılar; utanmadan, sıkılmadan buradan kalkıp fatura kesiyorlar. Durun bakalım. Geçen bir tanesine söyledim telefonda, ‘Siz Cezayir’de 5 milyon insanı katletmediniz mi? Önce bunun hesabını verin. 5 milyon insanı siz Cezayir’de katlettiniz, şimdi kalkıyorsun Suriye’yle ilgili bana akıl veriyorsun’ dedim. ‘Sadece orada mı? Libya’da yaptınız, Ruanda’da yaptınız, buralardaki insanları katlettiniz, bunun hesabını verdiniz mi?’ Hayır, vermediler ve vermeyecekler de. Bir diğeri bakıyorsun başka ülkede, bir diğeri başka ülkede.

Ama eğer Müslüman olursa bu, Müslümana kestikleri fatura çok ağır… Bunlara bu fırsatı bizim vermememiz lazım. Batı dünyası İslam karşıtlığı üzerinden kendi ideolojisini, kendi hayat biçimini tahkim etmek istiyor, onu güçlendirmek istiyor. Modern insanın buhranlarına cevap verebilecek yegane din olan İslam, proje mahsulü teröristler üzerinden yaftalanmaya, lekelenmeye çalışılıyor. İşte bunlar son dönemlerin proje terör örgütleridir, bunlarla bunu yürütüyorlar. Dünyanın birçok gelişmiş ülkesinde kültürel ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve Müslüman karşıtlığı gibi hastalıkların yayılmasının, Neonazi partilerin iktidara ortak olacak konuma gelmesinin sebebi de budur.

Bugün demokrasi ve hukuk havariliği yapan birçok devlette Müslümanlara ve mültecilere yönelik saldırılar sıradan hale gelmiştir. Müslümanların iş yerleri, evleri, ibadethaneleri hemen her gün ırkçıların ve faşist grupların hedefi oluyor. Bunun en önemli şu anda zemini de Almanya, Hollanda, Belçika, Fransa, buralarda bunlar devam ediyor. Müslüman kadınlar sırf başörtüsü taktıkları için sokakta, çarşıda, iş yerlerinde tacize uğruyor; bunun da en önemli örneği Fransa. Sadece o mu, başörtüsüyle kalmıyor, bunun yanında bunlar insanları da ayırıyorlar.

Mesela Fransa Romanları Fransa’dan derdest etti. Hani sen Avrupa Birliği üyesiydin? Avrupa Birliği müktesebatında sen kalkıp da herhangi bir ırka mensup olanı derdest edebilir misin? Ülkenden, topraklarından atabilir misin? Atamazsın. Ama bunlar Romanlara karşı bunu uyguladı. Peki, bizde böyle bir şey var mı? Yok, ben Romanlarla iç-içeyim. Onların içinde doğdum, onların içinde büyüdüm, onların içinden milletvekili oldum, belediye başkanı oldum, başbakan oldum, cumhurbaşkanı oldum. İşte onlar Roman. Bu incelikleri bizim yakalamamız lazım ve dinimizi bu örneklerle de bizim güçlendirmemiz lazım. Çünkü bizim dinimizde ayrım yok ve biz bunları da yapmadık. Adı Ahmet, Muhammet, Ali, Mustafa olanların resmi kurumlarda ve özel sektörde iş bulma imkanları kısıtlanıyor Batıda. Müslüman çocukların hiç olmadık bahanelerle eğitim-öğretim hakları ellerinden alınıyor.

Peygamber-i Zişan Efendimiz bir hadisi şeriflerinde adeta bugünümüzü tasvir edercesine, “Öyle bir zaman gelecek ki dininin gereklerini yerine getirme konusunda sabırlı davranıp Müslümanca yaşayan kimse avucunda ateş tutan kimse gibi olacaktır” buyuruyor. Bilhassa Müslüman azınlıklar Resulü Ekrem Efendimizin (SAV) bu tasvirini andıran baskılara ve zulümlere maruz kalmaktadır. Daha da ötesi, sırf Müslüman oldukları için katledilen, evlerinden, yurtlarından kovulan yüzbinlerce Müslüman var.

İşte az önce Arakan’dan kardeşimiz konuştu, Türkistan, Sri Lanka, kimi Orta Afrika ülkeleri başta olmak üzere birçok yerde etnik ve dini kimliğinden dolayı şiddet gören, eziyet çeken milyonlarca kardeşimiz var. O Arakan’daki kardeşlerimizin o yaşamları… Daha şurada bir hafta önce durumlarını şöyle bir öğreneyim istedim, maalesef hala Bangladeş’te bin kişi ciddi sıkıntılar içinde yaşıyor. Ve tabii yapmak istediğiniz yardımı vesaire bunları da yapamıyorsunuz. Diyoruz ki oralara da ulaşalım, oralara da bir şeyler yapalım, bakıyorsunuz onların da kendilerine has mazeretleri var. Misyonerler tarafından din değiştirilmeye zorlanan, evlatları kendilerinden koparılan on milyonlarca Müslüman bulunuyor.

Kardeşlerim;

Sizler dünyanın farklı köşelerinde yaşayan Müslüman kardeşlerim olarak, Müslüman azınlıklar olarak bu sorunların ekseriyetini bizzat tecrübe ediyorsunuz. Sizler bulunduğunuz ülkelerde İslam karşıtı dalgaya doğrudan muhatap olarak herkesten önce göğüsleyen insanlarsınız. Bu süreçte sizlerin duruşu, tavrı ve mücadelesi çok önemli. Bakınız, giderek kötüleşen bu tablo karşısında Müslümanlar olarak bize düşen görev bellidir. Konuşmamın başında da ifade ettiğim üzere, biz asla saldırılar karşısında sinemez, kendi kabuğumuza çekilemeyiz. Müslümanların başka din mensuplarıyla birarada barış içinde yaşama problemi yoktur, tarih boyunca da hiçbir zaman olmamıştır. Endülüs’ten İstanbul’a, Şam’dan Kahire’ye, Timbuktu’ya, Kudüs’e kadar kadim İslam beldelerinin tamamı farklı inançlara ev sahipliği yapmıştır.

Bu ara ben muhtarlardan grup grup İspanya’ya gönderiyorum. Dün akşam bir yerdeydim, oraya giden muhtarlarımızdan bir tanesi yanıma geldi, ‘Cumhurbaşkanım, siz bizi iyi ki Endülüs’e gönderdiniz’ dedi. Hayırdır dedim. ‘Sizin anlattığınız kadar ben orada birçok şeyi öğrendim; ama bir şeyi çok farklı öğrendim.’ Nedir? ‘Başkanım ben yeniden doğdum’ dedi. Hani kubbenin etrafında yazıyor ya, “La galibe İllallah.” Şimdi hakikaten gezmek, buraları görmek, yeniden doğmak, yeniden yaşamak ve bunu tüm buradaki temsilci kardeşlerim ülkelerinden grupları grup-grup İstanbul’a, Kudüs’e, Endülüs’e, buralara göndermeli. Her şey okumakla bitmiyor; okumak, gezmek, görmek, bunların hepsi birbirinin mütemmimi. Birileri bizi hep gettolara hapsetmeye çalışsa da, bizim tuzağa düşmememiz gerekiyor vesselam.

Bize kurulan kumpası dağıtmamız için öncelikle böyle olduğu gibi bir araya gelmeli, imanımızı tazelemeliyiz. Diyaloğumuzu artırmalı, işbirliğimizi daha da güçlendirmeliyiz. Proje sahiplerinin bilhassa gençlerimizi çekmek istediği o pasifizm veya şiddet ikilemine kesinlikle düşmemeliyiz. Ne haklarımızdan vazgeçeceğiz, ne toplumdan kopacağız, ne de meydanı hukuk ve ahlak tanımazlara bırakacağız. Meşruiyetten sapmadan, elimizdeki tüm imkanlarla haklarımızı korumanın mücadelesini vereceğiz. Tecrübelerimizden istifade edecek, kendimizi her konuda geliştirecek; siyaset, eğitim-öğretim, ticaret ve kültür alanında söz sahibi, etki sahibi olmanın yollarını arayacağız.

Etnik ve kültürel farklılıklarımızın kardeşlik hukukumuzu zedelemesine, müstebitlerin elinde fitne aracına dönüşmesine müsaade etmemeliyiz. Milletini, milliyetini bilmek ile kavmiyetçilik yapmak arasında ince, ama derin bir ayrım vardır. Her kim etnik aidiyetini dini kimliğinin önüne koyuyorsa, o asabiyeti cahiliye, yani kavmiyetçilik hastalığına yakalanmış bir kişi demektir. Çünkü biz Türk, Arap, Acem, Afrikalı, Peştun, Somali, Malayi, Hintli, Kürt olmaktan önce Müslümanız. Bu kimliklerin tamamı İslam kardeşliğimizin karşıtı, alternatifi değil tamamlayıcısı, mütemmim cüzüdür. Biz inancımız gereği, yaratılanı Yaradan’dan ötürü severiz. Biz insanı insan olduğu için, eşrefi mahlukat olduğu için severiz.

Malum, Kur’an-ı Kerim’de Rabbimiz insanların farklı kavimlere ve kabilelere ayrılmasının sebebi birbirleriyle tanışmalarıdır. Bu hakikati Resulü Kibriya Efendimiz (SAV) Veda Hutbesinde, “Ne Arap’ın Arap olmayana, ne de Arap olmayanın Arap olana üstünlüğü vardır. Üstünlük, ancak takva iledir” diyerek ifade etmiştir. Müslüman ortak paydasında buluşmaktan, birbirimizi Allah için, onun rızası için sevmekten başka bir çıkış yolumuz yoktur. Bu temel düsturları hayata geçirdiğimiz takdirde hem kendi aramızda birlik ve beraberliğimizi perçinleyeceğimize, hem de küresel planda çok daha güçlü bir konuma geleceğimize inanıyorum.

Değerli kardeşlerim, kıymetli misafirler;

Müslüman, Mevlana’nın ifadesiyle, adeta bir pergel gibi ayağının birini kendi toplumuna, kendi meselelerine sabitleyen, diğeriyle dünyayı dolaşan insan demektir. Biz inançta 1,,8 milyarlık İslam dünyasının, yaradılışta ise aslında 7 milyarlık insanlık aleminin bir parçasıyız. Ümmetin bir ferdi olarak şahsımızla, ailelerimiz ve komşularımızla beraber milyarlarca kardeşimizin de mesuliyetini taşıyoruz. Bizler Suriyeli mazlumların, açlıktan ve hastalıktan kırılan Yemenli çocukların, Filistinli yetimlerin hepsinin hukukunu da korumakla mükellefiz. Bizler İslam ümmetinin haremi ismeti, namusu, gözbebeği olan Kudüs’ün hakkını canımız pahasına savunmak zorundayız.

Kendi sorunlarımızla ilgilenirken kardeşlerimizin sıkıntılarına bigâne kalamayız. Müslümanların kanı, canı ve hayatı söz konusu olduğunda sergilenen çifte standart karşısında bizim sahada olmamız gerekiyor. Batılı güçlerin işin ucu çıkarlarına dokununca neler yaptıklarını, ortalığı nasıl ayağa kaldırdıklarını hepimiz görüyoruz. Mesele petrol, altın, elmas, pazar payı olunca, bu ülkelerin adeta kan kokusu almış köpek balığı gibi binlerce kilometre öteden koşup geldiklerini de biz çok iyi biliyoruz. Ama aynı ülkelerin Filistin’deki katliamlara, Arakan’daki soykırıma, komşumuz Suriye’de yüzbinlerce masumun hayatına mal olan zulme nasıl sırtlarını döndüklerinin de gayet iyi farkındayız; kimse kimseyi uyutmaya kalkmasın. Burada sorun sadece Müslümanların feryatlarına kulak tıkmama da değildir; asıl mesele bu ülkelerin insani krizleri, çatışma ve iç savaşları engellemek yerine fırsata çevirme gayretleridir. Asıl mesele, DEAŞ meselesiyle bir ülkenin kaynaklarına çökme, bunun için yeni terör örgütlerini palazlandırma düşüncesidir.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi gibi kâğıt üzerindeki görevi küresel istikrarı sağlamak olan kurumların barış ve güvenliğin önünde en büyük engele dönüşmeleri de bir başka sorundur. İşte onun için ne zamandan beridir Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin, Birleşmiş Milletler’in reforme edilmesi gereğini bunun için konuşuyoruz. ‘Dünya 5’ten büyüktür’ derken bunun için söylüyoruz. Ama gel gör ki, Müslüman ülkelerin liderleri dahi ‘Dünya 5’ten büyüktür’ tezini hala kavramış değil, anlamış değil. Çünkü köleleştirilme politikalarına onlar da alıştılar. Konuşuyoruz, ‘Doğru söylüyorsun, haklısınız’ diyorlar. Tamam, o zaman çıkışımızı yapalım, yoksa bu iş çözülmeyecek. Bir ülkenin iki dudağının arasındasın, hayır dedi mi bitti iş, evet dedi mi bitti iş, ne istiyorlarsa onlar yapıyor. Tamam da, artık dünya İkinci Dünya Savaşının şartlarını yaşamıyor, onlar geride kaldı. Şimdi bizim yeni bir dünya kurmamız lazım.

Terörle mücadelemizden sınır ötesi operasyonlara kadar pek çok konuda dost ve müttefik bildiğimiz ülkelerin riyakârlığıyla karşılaşmaya maalesef devam ediyoruz. İşte 15 Temmuz gecesi vatandaşımızı şehit eden, kardeşimizi de yaralayan o FETÖ örgütüne yönelik aldığımız meşru tedbirler, Batı ülkeleri tarafından sürekli eleştiri konusu oluyor. 34 yıldır yaklaşık 50 bin insanımızı katleden PKK’ya karşı yürüttüğümüz o mücadelede yaptığımız fedakârlıklar, aynı şekilde örgütün harf oyunlarına kurban edilmeye çalışılıyor.

Buna karşılık, aynı çevreler İsrail’in Gazze sınırında katlettiği gençler karşısında tek bir kelime dahi etmiyor. 13 yaşında, 14 yaşında, hatta daha küçük, kız ve kemiğini orada kayalara vurarak o çocuğu bağırtıyor, o çocuğu ölümle karşı karşıya getiriyor. 20 tane İsrail polisi, askeri bakıyorsun 14 yaşında bir yavrumuzu alıyorlar aralarına, sürükleye sürükleye getiriyorlar; dünya bunları görüyor. Dünya bunları görüyor; ama bunların karşısında bir tavır var mı? Yok. Ondan sonra İsrail’le ilgili bir laf söylediğin zaman, ‘İsrail’e çok sataşıyorsunuz.’ Ne yapacağız, susacak mıyız? Elimizle, ya dilimizle ya da kalbimizle buğz edeceğiz, bu da en zayıf derecesi, neyin? İmanın en zayıf derecesi. Maalesef biz bunların hepsinden neredeyse koptuk.

Meşru mücadelemiz sebebiyle bizi kıyasıya eleştirenler, Filistinlilerin kameraların önünde kurşuna dizilmesine ses çıkarmıyor. Ülkemizi kimi hırsızlık, kimi gasp, kimi terör suçundan hapse atılan sözde gazeteciler üzerinden suçlayanlar, tek suçu İsrail’in katliamlarını belgelemek olan gazetecilerin infaz edilmesine adeta alkış tutuyorlar. İslam ülkelerini azınlık hakları konusunda sıkıştıranlar, birçok Afrika ve Asya ülkesinde Müslüman azınlıklara yönelik etnik temizlik faaliyetlerini görmüyorlar.

Kardeşlerim;

Bu riyakârlıkların bizi yolumuzdan ve haklı mücadelemizden alıkoymasına izin veremeyiz. Müslüman ilâyı kelimetullah için, tüm dünyada hak ve adaletin tecellisi için çalışmak zorundadır. Biz zaferle değil, seferle mükellefiz. Biz hakkın sancağını en yükseğe taşımakla mükellefiz. Bu yolculukta en büyük kuvvet kaynağımız şu kardeşliğimizdir. Kardeşliğimiz ne kadar kavi ise, Müslümanlığımız da o kadar muhkemdir. Müslümanlar emrolundukları gibi olurlarsa, Allah’ın inayetiyle önlerinde durabilecek hiçbir fani güç yoktur. Kalpleri bir, hedefleri bir, inançları, umut ve sevdaları bir olan topluluğun aşamayacağı engel yoktur.

Sizin bir ülkede azınlıkta olmanız bir avantaj, asla dezavantaj değildir. Az önce Rabbimizin emrini aşr-ı şerifte İshak Hocamız okudu, orada işte nice az ama inanmış toplukları Rabbim o inanmış kalabalıklar üzerine galip kılmıştır biiznillah, hüküm orada. Ellerinde bombalar, şunlar-bunlar, neler olursa olsun, Allah’ın izniyle bunların hepsi aşılır. Tarihte de sayıca nice az, ama örgütlü topluluk kendisinden katbekat üstün topluluğa hakim olmuş, onları yönetmiştir. İstiklal şairimiz Mehmet Akif öyle ifade ediyor, “Girmeden tefrika bir millete düşman giremez, / Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez.” Evet, mesele bir olmak, beraber olmak, bünyan-ı mersus olmak, yek değerine kenetlenmektir. Asıl güç kemiyette, yani nüfusta değil keyfiyette, yani niteliktedir, buna bakacağız.

İnşallah bu zirvenin Müslüman azınlıklar açısından uhuvvet ve dayanışma ikliminin güçlenmesine vesile olacağını düşünüyorum. Dört gün sonunda daha güçlü, çok daha ümitvar bir şekilde buradan ayrılacağınıza inanıyorum. Bu düşüncelerle sözlerime son verirken, Allah kardeşliğimizi daim kılsın, muhabbetimizi ziyade ebedi kılsın. Rabbim bizi Kur'an-ı Kerim’in nurundan, Habibi Muhammed Mustafa’nın o mübarek yolundan ayırmasın diyorum. Şu üç aylarda, içinde bulunduğumuz Recep, ardından Şaban, ardından Ramazan; ya Rab bizleri birlik ve beraberlik içerisinde Ramazan’a kavuşturacağın gibi bayramına da kavuştur niyazında bulunuyorum.

Ülkelerinize ve toplumlarınıza bizim dostluk ve kardeşlik mesajlarımızı iletmenizi, selamlarımızı götürmenizi sizlerden özellikle istirham ediyorum. Rabbim yolumuzu, bahtımızı açık etsin diyor, hepinizi bir kez daha sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. Kalın sağlıcakla.

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası