puslu kıtalar atlası soruları ve cevapları / 2023 Yurt dışı öğretmenlik sınavı soruları ve cevapları - Memur Postası

Puslu Kıtalar Atlası Soruları Ve Cevapları

puslu kıtalar atlası soruları ve cevapları

İstanbul Kültür Üniversitesi İHSAN OKTAY ANAR’IN PUSLU KITALAR ATLASI ROMANINDA ANLATICI, BAKIŞ AÇISI VE ANLATIM TEKNİKLERİ SELİN LAFCI 1 OKTAY İHSAN ANAR’IN PUSLU KITALAR ATLASI ROMANINDA ANLATICI, BAKIŞ AÇISI VE ANLATIM TEKNİKLERİ İÇİNDEKİLER 1. Giriş………………………………………………………………………………….........03 2. Romanın Özeti…………………………………………………………………………….05 3. Anlatıcı, Bakış Açısı………………………………………………………………………11 3. Romanda Kullanılan Anlatım Teknikleri………………………………………………….14 4.1. Anlatma (Tahkiye-Diogesis)…………………………………………………………….15 4.2. Gösterme (Sahneleme-Mimesis)……………………………………...............................16 4.3. Tasvir……………………………………………………………………………………17 4.4. Konuşma………………………………………………………………………………...19 4.4.1. Dış Diyalog……………………………………………………………………………20 4.4.2. İç Diyalog……………………………………………………………………………...20 4.4.3. Dış Monolog…………………………………………………………………………...21 4.4.4. İç Monolog…………………………………………………………………………….21 4.5. Tahlil/ İç Çözümleme…………………………………………………………………...22 4.6. Şuur (Bilinç) Akımı……………………………………………………………………..23 4.7. Mektup………………………………………………………………………………….23 4.8. Montaj………………………………………………………………………………..…24 4.9. Leit Motiv………………………………………………………………………………25 4.10. Açıklama/ Yorumlama………………………………………………………………...26 4.11. Geriye Dönüş………………………………………………………………………….27 Sonuç………………………………………………………………………………………..28 Kaynaklar…………………………………………………………………………………..32 Dizin…………………………………………………………………………………………33 1.Giriş 2 Bu çalışmada; postmodernizmin fikir, üslûp ve yazma tekniklerini en iyi şekilde kullandığını kanıtlayan, postmodern romanın en önemli temsilcilerinden olan İhsan Oktay Anar’ ın ilk romanı Puslu Kıtalar Atlası’ nda anlatıcı, bakış açısı ve anlatım teknikleri üzerine bir inceleme yapılmıştır. Bu incelemede, İhsan Oktay Anar’ ın hayatı, eserleri ve incelenen Puslu Kıtalar Atlası adlı romanı hakkında bilgi verilmiştir. İhsan Oktay Anar’ ın Hayatı ve Eserleri 1960 yılında Yozgat’ta doğmuştur. Tatar kökenli bir ailenin çocuğudur. İhsan Oktay Anar, ilk ve ortaokulu İstanbul’da okumuş, liseyi ise İzmir’de tamamlamıştır. İhsan Oktay Anar’ın hayatında amcalar ve dayıların büyük izi vardır. Polis olan büyük amcası Abdülhakematlı, Amasra’da bir Rumkadına âşık olmuş ancak kadın ona yüz vermemiş. “Seni hep anacağım” diyerek İstanbul’a dönmüştür. “Anmak” tan mülhem, Soyadı Kanunu ile birlikte Anar soyadı alınıyor. Anne tarafı İstanbul Vefalıdır. Diğer roman kahramanı annenin kardeşi, İhsan Oktay’ın ilk romanı Puslu Kıtalar Atlası’ na yerleştirdiği Arap İhsan, dayısından başkası değil. O dönemde gerçekten Kocamustafapaşa’ da nam salmış olan Arap İhsan, İhsan Oktay’a adını veren kişi olmuştur. “Dayımın hiç çocuğu olmadığı için annem bana onun adını vermiş” diye bir deyişte bulunmuştur. Karşıyaka Erkek Lisesi’nden sık sık kaçan yazar okuma tutkusunu dizginleyememiş, soluğu Millî Kütüphane’nin kâğıt kokulu kitap raflarında almıştır. Sanatçının kitaplara olan sevdası babasından sirayet etmiştir. O, okuyan bir ailenin okuyan bir ferdidir. Sığındığı mabet de önüne ne gelirse bitmek bilmez bir arzuyla okuyan, sürekli okuyan bir kitap kurdudur İhsan Oktay Anar. “Okuldan kaçıp Milli kütüphaneye gidiyor, orada okuyordum. Maupassant, Çehov, Gogol. Bir gün eve okuldan atıldığım haberi geldi, devam etmediğim için.”1 diyen sanatçı bu hadisenin ardından eğitimini akşam lisesinde tamamlar. Lisans eğitimini Hacettepe Üniversitesi Felsefe Bölümü, master ve doktora eğitimini Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'nde yapmış ve ‘’Sokrates öncesi felsefede varlık sorunu’’ başlıklı teziyle yüksek lisans; ‘’Antik Yunan felsefesinde zaman kavramı’’ başlıklı teziyle doktorasını tamamlamıştır. Aynı okulda öğretim üyeliğinden emekli olmuştur. Puslu Kıtalar Atlası, 20'den fazla dile çevrilmiş ve Kültür Bakanlığı tarafından tanıtılmıştır. Anar, 2009 yılında Erdal Öz Edebiyat Ödülü'nün sahibi olmuştur. Yayınlanmış kitapları; Puslu Kıtalar Atlası(1995), Kitab-ül Hiyel(1996), Efrâsiyâb'ın Hikâyeleri (1997), Amat (2005), Suskunlar (2007),Yedinci Gün (2012) 1 www.ihsanoktayanar.com 3 Puslu Kıtalar Atlası Puslu Kıtalar Atlası 1995 yılında yayımlandığında fantastik edebiyat ve tarihi roman arasında bir yere konumlandırılır. Roman 17. yüzyıl Osmanlısı’ nda, Kostantiniye’ de geçer. Kitapta olayların geçtiği zaman, kitabın on üçüncü sayfasında Kun-i, Kainattan 1079 yıl, İsa Mesih’ten 1681 ve Hicret’ten dahi 1092 yıl sonra olduğu kesin olarak belirtilmiştir. Zamanla olayların Osmanlı İmparatorluğunun en parlak dönemlerinde geçtiğini anlamaktayız. Yazarın dil olarak eski Türkçe’ yi ve Osmanlıca’ yı seçme sebeplerinden biri de budur. Bu şehir kişilerin buluşma noktasıdır. İhsan Oktay Anar’ ın fantastik ögelerle örülü romanı Puslu Kıtalar Atlası’ nda tasarladığı dünya atlasını yazabilmek için rüya halini kullanan Uzun İhsan Efendi, uykunun bir uyanış ve düşlerin de gerçeğin ta kendisi olduğunu düşünür. Nitekim Uzun İhsan Efendi’nin amacı, diğer kâşiflerden farklı olarak keşfedilmemiş kıtların izlerini, içtiği uyku şurubu yardımıyla yelken açtığı rüyalarda bulmaktadır. “Puslu Kıtalar Atlası” adlı yapıtında İhsan Oktay Anar kurgusal bir gerçeklik yaratmıştır. Evrende odak karakterler olan Bünyamin ve Uzun İhsan Efendi aracılığıyla “Gerçeklik nedir?”, ”Rüya ve gerçekliği ayıran çizgi nerededir?” ve “Kişi rüyada olmadığına nasıl emin olabilir?” gibi sorulara cevap aranmıştır. Bu arayış içerisinde yapıtta yer alan birçok uzam ve olayın ardına bir metinlerarasılık gizlenmiştir. Romanda bilgi ve bilginin arayışı yüceltilmiş ve yoğrulmuştur. Bu, Uzun İhsan Efendi’nin, bir “mapamundi” yani bir dünya atlası ile Kubelik' in insan atlası yapmasında görülür. Bilgi, Kubelik’ te ölümün göze alınması ile kutsanır. Anar'ın, bir doğu-batı sentezi kaygısı yoktur. Anar bu sentezleşmenin ötesinde, dışındadır. Haklı olarak, bu arayışın hangi kılık-kıyafette ortaya çıktığıyla ilgilenmemektedir. Yaptığı, "bilgi" arayışının yönsüzlüğü ve milliyetsizliği ile bilginin evrenselliğini göstermektir. Anar, söz sanatlarının ve görsel sanatlardan özellikle sinemanın kurgu tekniklerinden en zorunu, helezonî (sarmal) kurguyu kullanarak, özellikle romanın ana/alt yapısını başarıyla dokur. 350 yıllık hayat hikâyesine 17. yüzyılda Konstantiniye' de başlar Uzun İhsan Efendi. Hakkında kayıtlara düşen ilk bilgi gördüğü bir rüyadır. ‘’Uzun İhsan Efendi düşünde dayısının kendisine bir şeyler söylediğini işitti. Ona cevap vermek, kör olduğu için düşten başka bir şey görmediğini anlatmak istedi. Ama bir güç, konuşmasına engel oluyor, dili ağzında dönmüyordu. Fakat zihninden geçenler belliydi.’’ (22) ‘’Onun dünyasına aşina olmayanlar, rüya göremediği için üzülen bu oyunbaz çocuğun aslında 4 alacalı düşler kadar renkli bir âlemde yaşadığını nereden bilebilirlerdi?’’(23) ‘’ Hava kararınca Kubelik tekrar oraya gelip kimseler görmeden kesik eli aldı ve bir mendile sarıp gömleğinin içine soktu. Eli kesip biçerek kasları, bağları, damarları ve kemikleri mum ışığında bir kâğıda özenle çizdi. Amacı ise insan vücudunu keşfetmek ve bu günahkâr bedenin bir haritasını çıkarmaktı.’’ (27) Puslu Kıtalar Atlası, İhsan Oktay Anar’ ın yazmış olduğu ilk romandır. Kitap ilk kez 1995 yılında İletişim Yayınları tarafından basılmış ve yayınlandığı andan itibaren hem içerik hem biçim olarak ilgi görmüştür. Birçok yeni baskısı yapılmış ve eleştirmenler tarafından olumlu değerlendirmelere tâbî tutulmuştur. Bu kitap, dolayısıyla Anar için “edebiyatın yeni soluğu” tanımlaması yapılmıştır. Kitap, İhsan Oktay Anar’ ın bir felsefeci olduğunu göstermiş ve okuyucuya bu derinliği iletebilmiştir. Ayrıca kitaptaki düzgün ve akıcı anlatımın okuyucu üzerindeki tesiri sayesinde tarihe olan ilgi artmıştır. Kitapta kullanılan dil anlaşılır olmasına karşın çeşitli dillerden eski sözcükler de içermektedir. Kitap 238 sayfadan müteşekkildir. Kitabı okurken yazarın hayal gücüne ve detaylarda oluşturduğu farklı minik hikâyelere hayran kalmamak elde değildir. 2.Romanın Özeti Arap ihsan Efendi’nin yanında köle alarak aldığı Alibaz ile yeğeni olan Uzun İhsan Efendi’yi ziyaretiyle olaylar başlar. Arap İhsan ve Alibaz gelmeden hemen önce bir çeşit uyku şurubu alıp istiareye(rüyaya) yatan Uzun İhsan Efendi, gerçek hayatta dünyayı gezip atlas çizmeye cesareti olmadığından dolayı rüyasında gezip uyandığında atlas çizmeye çalışmaktadır. Arap İhsan Efendi’nin İstanbul’a bu sefer gelme nedeni ise kendisine kazık atmış olan Kubelik'i bulmaktır. Ama Kubelik'i öldürmek için değil kendisinin hayatını kurtararak bir kitabın çevirisini yaptırmak istemesidir. Kubelik'i sonunda bulup kitabı tercüme ettirir. Kubelik kitabı Arap İhsan'a teslim etmesi için Uzun İhsan Efendi’ye verir. Bu kitap Rendekar’a ait olan ve “Zagon Üzerine Öttürme” diye çevrilmiştir. Kitabı merak edip okumaya başlayan Uzun ihsan Efendi Her bilgiden şüphe eden Rendekar, şüphe ettiğinden şüphe edememekte ve bundan da kendisinin varolduğu sonucunu çıkarmaktadır. Bunlar üzerine kafa yoran Uzun İhsan Efendi düşünüyor olmasından dolayı kendi varlığını kabul etmektedir. Ama bu yolla kendisi dışında başka hiç bir şeyin varlığını ispatlayamamaktadır. Bunu çözmek için rüyaya yatar. Rüyasında gördüğü aynada kendi yansıması yerine oğlunu görür ve düş gördüğü için kendi varlığına inanır. Fakat kafasında kim olduğuna dair bir soru kalır. Uyandığında uykusunun bir uyanış ve düşlerinde gerçeğin ta kendisi olduğunu düşünmeye 5 başlar. Eğer bu doğruysa şimdi gördüğü her şey bir düştür. Bu arada Bünyamin babasının hiç çalışmıyor olmasına rağmen nasıl her zaman parası olduğunu, gerçekte kendi babası olup olmadığını ve benzeri soruların cevabını bulmak için babasının uyku şurubundan içip rüya görmeye (istiareye) yatar ama şurubu çok içtiğinden dolayı bir türlü uyanamaz. Sonunda ölü sanılıp gömülür ama ölmediği için mezardan çıkıp eve geri döner. Bunu gören insanlar Bünyamin hakkında konuşmaya başlarlar ve Bünyamin'in hikâyesi Vardapet’in kulağına gider ve Bünyamin'i yanına çırak olarak alıp Lağımcı olarak çalıştırmak ister. Uzun İhsan Efendi gerçekte hiç gezmemiş olduğu için oğlunun böyle bir fırsat yakalamasına çok sevinip hazırladığı kitabı da oğluna verip Bünyamin'i lağımcı olarak yollar. Artık Uzun İhsan Efendi, Alibaz ve yaramaz maymunu müşteriyle yalnız kalmıştır. Alibaz’ı okullar arası çatışmanın yaşandığı mahalle mekteplerinden birine gönderir. Okuduğu bir kitabın kahramanından, Efrasiyab’dan etkilenerek bir okul çetesinin lideri konumuna gelen Alibaz artık arkadaşları arasında Efrasiyab’dır. Yaptığı eylemler sonunda bıraktığı beyaz bayrak üzerine kırmızı el iziyle Konstantiniye’ye nam salar. Bir gün eve döndüğünde, babası yerine koyduğu Uzun İhsan Efendi’nin yeniçeriler tarafından götürüldüğünü görüp intikam almaya yemin eder. Bu sırada Bünyamin’in ise diğer görevlilerle dondurucu kış soğuğunda görevli olarak Zülfiyar isimli bir casusu kurtarmaya gitmektedir. Padişah fermanına göre Bünyamin’in görevi ise Vardapet’le bir lağım çukuru kazarak kaleye ulaşmaktır. Tam casusu kurtarmaları esnasında saldırıya uğrarlar. Bu yüzden Zülfiyar emaneti olan ve padişaha teslim edilmesi gereken, ileride Bünyamin’in başına bela açacak olan o uğursuz kara parayı Bünyamin’e verir. Bu parayı babasının verdiği atlasın içine koyan Bünyamin, girdiği ikili mücadele sonucu yüzüne yapışan zırh yüzünden tanınmaz hale gelir. Sonradan Zülfiyar ve adamları tarafından kurtarılan Bünyamin, artık herkesin peşine düştüğü kişi haline gelmiştir. Fakat tanınmaz halde olduğu için üzerine hiç şüphe çekmez. Bir yolunu bulup Konstantiniye’ ye dönen Bünyamin babasının parayı arayan tarafından işkence görmüş olduğunu öğrenir ne yapacağını bilemez şekilde kendisini yönlendirmek için babasının kitabında rasgele bir sayfa açar. Gözüne ilk çarpan cümle “dilencilerin arasına girip kaderini beklemeye başla” dır. Bünyamin babasını bulmak için dilenciler loncasına girip dilenmek istediğini, oranın kethüdası olan Hınzıryedi isimli birisine söyler ve böylece işe başlar. Uzun İhsan Efendi’de iki aydır bu loncada bulunmaktadır. Hınzıryedi’ nin görevi Uzun İhsan Efendi’ye göz kulak olup Bünyamin'in Uzun ihsan Efendi’ye yaklaşınca yakalamaktır. Ancak Bünyamin'in suratı tanınmaz bir halde olduğu için Uzun İhsan Efendi’ye yaklaşsa da tanınmayacaktır. Uzun İhsan Efendi ise kendisine yapılan işkenceler yüzünden iyice kendi âlemine 6 dalmış durumdadır hem sağır hem de kör olan Uzun İhsan devamlı olarak gerçekliği sorgulamaktadır. Sonunda yanına gelen oğlunu ise kendisinin hayal ettiğini düşünmüş ve oğluna kendisini bir rıhtımda fıçıya koydurmuştur. Bünyamin babasının sözüne uyduğu için oldukça üzülmüştür. Loncayı ziyarete gelen Ebrehe’ nin boğazına bir lokma takılır. Onu bu durumdan Bünyamin kurtarıp dolaylı yoldan kahraman olur. Bünyamin Ebrehe’ nin yanına götürüldüğünde kendisini bir el- kimya odasında bulur. Ebrehe ona yaratılmamış, boşluğu bulmak için uğraştıklarından, boşluğa tapan ve boşluğun ne büyük bir güç olduğundan bahseder. Bu esnada Bünyamin’in söylediği sözlerden Ebrehe’nin Bünyamin’e anlarda olan ilgisi iyice artmıştır. Ona karşı sevgiyle nefret arası bir şeyler hissetmektedir. Ertesi gün misafirini eğlendirmeye kararlı olan Ebrehe, ona yeni giysiler giydirip esir pazarına götürür. Oradan iki Rus kızı seçtikten sonra Gazenfer’ in batakhanesine gitmek üzere yola koyulurlar. Yolda evinde bir cesedi kesip biçerken yakalanan Kubelik’in idamıyla karşılaşırlar. İnfazdan sonra cimriliği ile ün salmış Gazenfer’in batakhanesine giderler. Burada Gazenfer ile oynadıkları büyük oyunu kaybeden Ebrehe, Gazenfer’in hile yaptığını iddia ederek ortalığı birbirine katar. Ebrehe bu iddiasında haklı olduğunu ispatladıktan sonra bütün mal varlıklarını bu kumarhanede kaybetmiş olan öfkeli insanlar kumarhaneyi ateşe verirler. Gece yarısından az sonra, içerde satın aldıkları iki cariyenin onları bekledikleri bir konağa gelirler. Müzisyenler eşliğindeki bir cümbüşten sonra Bünyamin seçtiği kızla bir odada yalnız kalır. İçin için ağlayan kıza ona bir kötülük etmeyeceğini söyler. İsminin Ağlaya olduğunu öğrendiği bu kızın dizinde saatlerce ağlar. Sabah olduğunda kendisini uyandıran Zülfiyar, Bünyamin’e kendisini büyük efendinin teşkilatta onu beklediğini söyler. Yolda, ismi Dertli olan ve kendisini tam altı kere yıldırım çarpmış olan bir dilenciyle karşılaşırlar. Tepelerine yıldırım düşecek korkusuyla onu yanından kovan Zülfiyar, kırbacıyla zavallı adamı dövmeye başlar. Bu görüntüye dayanamayan Bünyamin, Zülfiyar’la bir kavgaya girişir ve sonunda onu yere devirip oradan ayrılır. Çevresinde gelişen her olayın kendisine oynanan bir oyun olduğundan şüphelen Bünyamin, babasının kitabında “hayatını öne sürüp sırrı bulmak için yola çıktı” cümlesini okuyup Ebrehe’nin yanına gider. Kafasındaki sorulara cevap aramaktadır. Ebrehe ona tüm bu olayların başlangıcı olan kehanet aynasından bahseder. Bu ayna kıyametten yedi yıl önce olacakları göstermeye başlamakta ve kehanetleri bildirmektedir. Şimdiye kadar aynada beliren yazıların bildirdiği her olay gerçekleşmiştir. Şimdi sıra son kehanet olan Mehdi’ye gelmiştir. Ebrehe ise Tanrıdan af dileyip tövbe etmek yerine kıyametten kaçmayı tasarlamıştır. Kafasındaki, istediği sonsuz hıza ulaşıp geçmişe yolculuk etmektir. 7 Bunun içinde boşluğa ihtiyacı vardır. Aradığı boşluk kara bir paradır. Bünyamin kafasındaki sorularla uğraşa dursun Konstantiniye’ye gözleri oyulup kulakları ve burnu kesilmiş bir adamın gemilere nasıl kılavuzluk ettiği, görmediği halde yıldız ve gezegenlerin yerlerini nasıl bulabildiği gibi bir hayret verici bir söylentiyle çalkalanmaktadır. Bahsedilen kâşif Uzun İhsan Efendi’den başkası değildir. Uzun İhsan Efendi’nin bulunduğu gemi sonunda Konstantiniye’ye dönmüştür. Uzun İhsan Efendi gemiden inip bir meyhaneye gider. Buradakilere, kendisi düşündüğü için onların var olduğunu dünya ve içindeki her şeyin kendi zihnindeki kurgulardan ibaret olduğunu anlatmaya çalışınca meyhanedekilerin alay konusu olur. Meyhanedekilerden biri konuya uygun bir hikâye anlatmaya başladığı sıra Uzun İhsan Efendi meyhaneden ayrılır. Tersane yakınlarındaki gemi enkazına gidip Efrasiyab ve yiğitlerinden geride kalan izleri inceler. Efrasiyab, yani Alibaz ise o sıra kabul etmediği orduyu hümayunu yarım gün geriden takip ederek altı haftadır kuzeye doğru ilerlemektedir. Fethedilecek kaleye ulaştıklarında Alibaz kaleye ilk gireceklerden olmak istemektedir. Ancak kuşatma başlayıp koca bir güllenin büyük bir gürültüyle duvara çarptığını gören çocuk birden bire Efrasiyab değil, şu uyku tutmayan Alibaz olduğunu hatırlar. Ağlayarak kaçmaya başlar. Sonunda güllelerle açılan bir delikten kaleye girer. İçerisi dışardan farklı olarak fazlasıyla sessizdir. Belli belirsiz bir ilahi yankılanmaktadır duvarlarda. Alibaz sesin geldiği sese yönelir. Karalar giymiş sayısı adam elleri zincirli çıplak birini yerde devrilmiş olan iki yarım küreye doğru itmektedirler. Kara giysilerden birkaçı zar zor bu dev yarım küreleri birleştirip tulumbalarla içindeki havayı boşaltırlar ve ortaya bir hava çıkar. Kürenin ortasındaki musluğa çıplak adamın karnını yerleştirirler ve kasvetli ilahiler eşliğinde musluğu açarlar. Aynı anda adam acıyla bağırır ve yarım küreler birbirinden ayrılır. Yarım kürelerden her birinin içi kan ve et parçalarıyla doludur. Alibaz orada olanları görünce yeniden ağlamaya başlar. Kara giysililerden birkaçı onu kolundan tutup bir odaya götürürler ve orada içine zehir kattıkları bir bardak suyu Alibaz’a sunarlar. Bunu bir dostluk gösterisi sanan Alibaz suyu içer ve dışarı salınıverir. Hayatı boyunca bir dakika olsun uyumamış olan bu çocuk bir süre sonra esnemeye başlar ve kendisine uyuyacak bir yer arar. Sonunda bir ağacın tepesindeki leylek yuvasına kıvrılıp yatar. Bünyamin ise teşkilatta sıkıntıdan oradaki tuhaf aletleri kurcalamaya başlamıştır. Amacı Ebrehe hakkında bilgi toplamaktır. Bir gece hemen yan odada kalan Ebrehe’nin konuştuklarını öğrenmek için aleti kullanmaya karar verir. Ebrehe tuhaf bir masal anlatmaktadır. Masal cahil bir adamın gözlerini kapadığında gördüğü karanlığın ne olduğunu merak etmesiyle başlamaktadır. Akıl danıştığı bir bilgenin söylediğine göre dünya hiçlikten yani boşluktan yaratılmıştır. Bu boşluktan artan parça ikiye bölünmüş ve bir kısmı insanoğluna verilmiştir. Adamın gözlerini kapadığında gördüğü karanlık, boşluktan 8 oluşmuş bir levhadır. Boşluğun diğer yarısı ise düşmanını kıskanan Sabahın Oğlu’na verilmiştir. Sabahın Oğlu, bu boşluktan bir para yaptırmış ve üstüne kendi tuğrasını bastırmıştır. Sonra da onun dünyada ne var ne yoksa hepsini satın almasını beklemeye başlamıştır. Uykudan kulakları tıkanan Bünyamin masalın sonunu dinleyemez. Ancak birden aklına Sabahın Oğlu ile ilgili bir söz gelir ve ayağa kalkar. Bir kavanoz dolusu demir tozunu bir kâğıda yayar ve uğursuz parayı kâğıdın altına yerleştirir. Demir tozları birbirine yapışıp mıknatısiyet çizgilerini ortaya çıkarırlar. Civa buharından sersemleyen Bünyamin bu çizgileri harf şeklinde görür ve iblis aleyhillene tuğrasını seçer. Öğleye doğru uyanan Bünyamin teşkilata birkaç nöbetçi hariç kimsenin olmadığını görür. Yılın yedinci dolunayı o gece çıkacak Kehanet Aynası doğruysa Mehdi şu saatler Konstrantiniye’ye gelecektir. Gece yarısı Ebrehe ve adamları yanlarında Mehdi’nin tanımına uyan bir adamla teşkilata gelirler. Adamı Bünyamin’in adamıyla ortak bir duvarı olan bir hücreye götürürler. Bünyamin odasına dönüp dinleme aletini hücre duvarına dayar. İçerde Ebrehe, Zülfiyar’a dışarıda biriken dilencilerin ne istediğini öğrenmesini söylemektedir. Ayrıca Mehdi olduğunu düşündüğü bu adamın sorgusunu tek başına yapmak istemektedir. Adama işkence edilmesi için Hattakay isimli ünlü bir işkence ustası getirilmiştir. Adam ise korkudan ağlamaya başlamıştır. Ebrehe’ye kendisinin sandığı kişi olmadığını anlatmaya çalışmaktadır. Söylendiğine göre, o bir Nemçe casusudur. İsmi Franz’dır. Ülkesinde Mehdi’nin tanımına uyan kadın ve erkekler toplanıp bir manastıra kapatılmış ve çiftleştirilmişlerdir. Kendisi onların tanımlarından biridir. Kehanet Aynası da yıllar önce Avrupa’nın usta saatçisine, bu kişiler tarafından yaptırılmıştır. Mükemmel bir düzene sahip bu ayna padişaha kıyameti haber verecektir. Aynanın söylediklerinin bir bir gerçekleşmesi zaten planlanmış bir şeydir. Bu durumda bütün kehanetler doğru çıkınca sonuncusu olan Mehdi’nin gelişine inanmak kaçınılmazdır. Mehdi gelince padişah ona tahtını teslim edecek ve böylece ülkenin yönetimi ellerine geçecektir. Ebrehe adamın sözlerini dinlemiş ancak tek kelimesine bile inanmamıştır. Bu sırada işkence için hazırlık yapan Hattakay sanılan kişinin yüzündeki balmumu eriyince Ebrehe onun Hınzıryedi olduğunu anlar ve olaylar iyice karışır. Loncadaki dilenciler teşkilatı yağmalamaya gelmişlerdir ve istediklerini elde ederler. Ebrehe Hınzıryedi tarafından yakalanır. Bu sırada yalnız kalan Nemçe casusu korkudan ödü patlayarak ölür. Ebrehe’nin son isteği Bünyamin ile yalnız konuşmaktır. Hınzıryedi onu kırmaz. Ebrehe başından beri Bünyamain’in aradığı kişi olduğunu ve kara paranın onda olduğunu bildiğini, ona karşı farklı bir şeyler hissettiğini söyler. Bünyamin’den o parayı kendisi ölünce ağzına koyup, çenesini öyle bağlamasını buyurur. Daha sonra Hınzıryedi, Ebrehe’yi öldürür ve Bünyamin’i de yanına alarak lonca binasına döner. Ebrehe’nin cesedini yıkama görevi Bünyamin’e verildiğinden Ebrehe’nin son 9 isteği gerçekleşir. Bu sırada loncada ziyafet hazırlığı yapılmaktadır. Ceset gömülüp ziyafet hazırlığı tamamlanmak üzereyken lonca kapısında Dertli görülür. Dertli’yi kovmaya çalışırken elinde pistolü olduğunu fark eden dilenciler koşuşmaya başlarlar. Dertli ise Hınzıryedi’yi gözüne kestirmiştir. Hınzıryedi kaçamayacağını anlayınca Dertli’ye yalvarmaya başlar. Fakat Dertli ona aldırmadan Bünyamin’e dönüp kendisine yapılan iyilikleri unutmadığını söyler ve ona çıkış yolunu gösterir. Bünyamin oradan kaçtıktan sonra binaya yıldırım düşer ve bina alevler içinde kalır. Bünyamin lonca yakınlarında bir hana gider. Gece yarısı avluya indiğinde uyuyan han bekçisini izleyen bir adamla karşılaşır. Bu adam düş görmeyi çok seven bir tüccardır. Yıllar önce bir gece rüyasında bir evin penceresinden, içerde uyuyan bir adamla onun yanı başında oturan ve elindeki deftere bir şeyler not eden uzun boylu çekik gözlü bir adam görür. Uzun boylu adamın birdenbire kafasını çevirip tüccarla göz göze gelmesiyle rüyası son bulur. Ertesi gece rüyanın devamını görebilmek umuduyla yatan tüccar düşünde yine o aynı pencerenin önünde bulur kendini. Uzun boylu adam yine arkasını dönüp tüccarı görür ve bu sefer yerinden doğrulup tüccarın yüzüne perdeyi kapatır. Düşü böylece kesilen tüccar üçüncü geceyi iple çeker ve yine rüyasında kendisini aynı yerde bulur. Perde kapalıdır. İçeriyi görmek için perdeyi aralayınca uzun boylu adamla karşılaşır ve olup bitenleri öğrenmek istediğini belirtir. Uyuyan adamı uyandırmamak için fısıltıyla konuşan uzun boylu adam diğerinin rüyasında insanları ve onların yaşadığı dünyayı gördüğünü söyler. Tüccar bir daha onları rahatsız etmesin diye ona ömrünün sonuna kadar uyuyamayacağını söyler. Böylece düşü sona eren tüccar ertesi geceyi iple çeker ama bir türlü uyuyamaz. Uyumak için çeşitli yollar denediyse de, nafile asla uyuyamamaktadır. Sonunda bir sihirbazın tavsiyesiyle kendini yollara vurur. Bu sihirbazın söylediğine göre bu dünyada bir yerde çok uzun senelerdir uyuyan birisi vardır. Eğer tüccar onu bulup uyandırabilirse kendisi artık uyuyabilecektir. Tüccar yıllarca bu uyuyan adamı arar fakat bir türlü bulamaz. Bir gün yolu Konstaniniye düştüğünde kaldığı hanın bekçisinin avluda nasıl horul horul uyuduğunu görür ve inerek onu seyreder. Daha sonra oradan ayrıldığında da bekçi aklından çıkmaz. Böylece yılda iki kez Konstantiniye’ye uğramaya başlar. Bekçinin uyanacağı günü bekler umutla. O gün, yani Bünyamin ile karşılaştığı günde yine bekçiyi izlemektedir. Bünyamin ile bekçiyi izleyerek biraz sohbet ettikten sonra bekçide bir kıpırdanma fark eder. Bekçi uyur gibi dalmaya başladığı sırda tüccarda uyku belirtileri başlar. Bu fırsatı kaçırmak istemeyen tüccar hemen odasına çıkar. Avluda bekçiyle yalnız kalan Bünyamin birden babasının atlasını hatırlar. Bünyamin babasını daha iyi anlar ve tüm olanların babasının düşlerinden başka bir şey olmadığını öğrenir. 10 3.Anlatıcı- Bakış Açısı ‘’Yazılı kurmaca ürünler (tiyatro hariç), söz konusu olduğunda, bu eserlerde anlatılan olayları kimin anlattığı veya anlatacağı sorunu ortaya çıkar. Anlatma esasına bağlı türler, olan roman ve hikâyede modern çizgiye yaklaştıkça yazar- anlatıcı devreden çıkar. Yazar, kurmaca bir dünyaya taşıdığı olayları, bu kurmaca dünyaya mensup bir anlatıcı aracılığı ile okuyucuya ulaştırır.’’2 Hilmi Yavuz’un “Fehmi K’nın Acayip Serüvenleri”, Pınar Kür’ün “Bir Cinayet Romanı”, Hasan Ali Toptaş’ın “Bin Hüzünlü Haz, Gölgesizler”, Metin Kaçan’ın “Ağır Roman, Fındık Sekiz”, İhsan Oktay Anar’ın “Puslu Kıtalar Atlası, Kitabü’l Hiyel adlı romanları ise Türk edebiyatında postmodernist edebiyatın en önemli ürünleridir. Postmodern metinlerde yazar, anlatımın bir kurmaca olduğunu okura hissettirir; genellikle okurla konuşur ve anlatının bir hayal ürünü olduğunu vurgular, metni yazma serüvenini olmadık yerde anlatarak metni nasıl kurguladığını okurla paylaşır. Kurgunun serüveni olan postmodern metinlerde amaç, “roman yazmak değil roman kurmak’’ tır. Postmodern romanlarda anlatıcı etkin bir rol üstlenir. Çoğu zaman yazar, kadronun bir elemanı konumundadır. Hatta bazen olay akışını durdurur, farklı konulardan söz etmeye başlar. Bu yönüyle postmodern romanın anlatıcıları klasik romanın anlatıcılarını anımsatır. Türk edebiyatının klasik döneminden Ahmet Mithat’ın romanlarındaki anlatıcı da bu yönüyle postmodern romanlardaki anlatıcı ile benzerlik gösterir. Ahmet Mithat'ın anlatım tekniği ve kurgu açısından en dikkat çekici çalışması Müşahedat (1891) romanıdır. Bu roman o dönemde Batı'da bile örneği görülmeyen üstkurmaca tekniğiyle yazılmıştır. Ancak Mithat'ın romandaki yenilik iddiası bu değil, kendisinin de bir roman kişisi gibi olayların içine karışmasıdır. Müşahedat 'ta Ahmet Mithat Hindistan niyetine Amerika’yı keşfeden Columbus gibi, romanın içine giriyorum diye farkında olmadan üstkurmacanın ilk örneğini vermiştir. Postmodern roman basmakalıp anlayışı reddeder ve kronolojik zaman kullanımı çoğunlukla kırılmaya çalışıldığı gözlemlenir. Zamana ait birimler ay, yıl, gün gibi kavramlar karmaşıklaştırılır ve ‘şimdi’ kavramı ön plana çıkarılmış olur. Metinlerarasılık ve üstkurmaca, romanı postmodern roman yapan özelliklerdir denilebilir. Yazar üstkurmaca sayesinde o anda yazılan metne odaklı, okuyucuyu çoğu zaman ikilemde bırakan tekinsiz bir dünya oluşturur. Üstkurmacanın hâkim olduğu postmodern romanlarda roman kişileri başka metinlerden getirilmiş olabileceği gibi okuyucu ya da roman kişileri 2 Mehmet, Aça; , Halûk, Gökalp; , İsa, Kocakaplan, Başlangıçtan Günümüze Türk Edebiyatında Tür ve Şekil Bilgisi, Kesit Yayınları, İstanbul 2011,s.66 11 başka metinlere götürülebilir. Metinlerarasılık, üstkurmaca, ironi, tarihten yararlanma postmodern romanda sıkça kullanılan tekniklerdir. Bu roman türünde anlatıcı değişken ve çoğul olabileceği gibi mekân belirsizdir. Tarihsel üstkurmacaların üslup ve imgelerine duygusallıktan ziyade duyusallık hâkimdir. Üstkurmaca tarih romanlarında bize ait sorunları ortaya çıkarmak için kullandığı üslup da, parodi edilmiş bir dil kullanılmıştır. Bunu daha ilk satırlarda görmemiz mümkündür. Bu anlatımda verilen bilgilerinde bir kurmaca olduğu – rivayet etme- fikrini uyandırmasıyla tarihsel bir üstkurmaca da oluşturulmuştur. Ayrıca bu anlatılarla geleneğe gönderme de yapılmıştır. Puslu Kıtalar Atlası’nın daha ilk cümlesinde alışılmış anlatım tekniklerinin dışına çıkarak geleneksel anlatım tekniğinden yararlanır. Geleneksel romanda olaylara, kişiye, zamana ve mekâna bir kişinin bilinç penceresinden bakılır. “ Ulema, cühela ve ehli dubara; ehli namus, ehli işret ve erbab-ı livata rivayet ve ilan, hikâyet ve beyan etmişlerdir ki kun- ı Kainattan 7079 yıl, İsa Mesih ‘ten 1681 ve hicretten dahi 1092 yıl sonra, adına Kostantiniye derler tarrakası meşhur bir kent vardı. Ceneviz taifesinin buraya ilk gelen gemilerine karanlıkta uçan bir ak martının yol gösterdiği, ancak salimen karaya vasıl olduktan sonra dümencileri olacak Pundus nam kâfirin bu martıyı Mesih addederek yuvasını arayıp bulduğu ve itikatlarınca İsa’nın etini yemek sünnet olduğundan kuşu kızartıp yediği rivayet olurdu. Eskiler, bu martının yuvasının bulunduğu yere Ceneviz kavminin yüksek bir kule diktiğini rivayet etmişlerdir ki, sonraları Galata Kulesi diye nam salmış bu heybetli yapının tepesinde, yalı adamlarının dürbünle, yiğitlerin ise çıplak gözle, Bursa kentinin ulu dağını seçtikleri söylenegelmiştir. Ne var ki bu şayianın ziyaretçilerden bahşiş koparmak hevesiyle kuledeki yangın gözcüleri tarafından okunan bir kurt masalı olduğu da ağızdan ağza dolaşmıştı bir zamanlar. Beher yangın için eğer vaktinde tespit edebilirlerse yirmi akçe ikramiye, edemezlerse yangın sönene kadar saat başı yirmi değnek ceza alan bu adamlara hazine-i humayundan on akçe helal yevmiye verilirdi.’’(13- 14) Yazarlar, anlamsız yaşama anlam katılamayacağına inandıklarından eserlerde estetik bütünlüğü kaldırmak için çeşitli türlerde metin parçalarını bir araya getirirler. Örneğin, bir romanda hem şiir hem günlük hem makale hem masal gibi türler kullanılır veya ansiklopedi maddesi, reklam yazısı gibi parçalar alıntılanır. Böylelikle türler iç içe geçer, geleneksel roman estetiğinden uzaklaşılır, yapıt artık roman değil, tanımlanamaz bir “anlatı” veya “metin” olur. Bir romanı incelerken ilk yapılması gereken eserin anlatıcısının ve anlatıcının bakış açısını belirlemektir. Çünkü roman anlatmaya dayalı bir türdür ve olaylar anlatıcının değerlendirmesinden veya gözünden anlatılır. Postmodern romanlarda, geleneksel romanlarda bulunan neden-sonuç veya 12 başı-sonu sıralaması yoktur. Geleneksel romanlardaki ilahı anlatıcı, postmodern eserlerde konumdan konuma geçer. Yani bir eserde ilahi, I. tekil, III. tekil bakış açıları iç içe kullanılır. ‘’ Anlatı işini gerçekleştiren, hikâyeyi okuyucuya sunan kişidir. Roman kahramanlarından biri olabildiği gibi, insan dışında bir varlık olarak da karşımıza çıkabilir. O anlatıcı, destan türünden romana intikal etmiş bir figürdür. Açık kimliği ve buyurgan tutumuyla destandaki yapısını romanda da devam ettirir. İlahi vasıf taşır, çünkü yazma, kendi dairesinde bir yaratma olayıdır, yine de destana göre daha beşeri özellikler taşır. Eser-okuyucu düzleminde en esnek çizgiye sahip olan anlatıcı, O karakterli anlatıcıdır. Ben anlatıda böyle bir sorun yoktur. Onun yeri ve tipi bellidir. Ben anlatıcı, daha işin başında beşeri bir portreyle karşımıza çıkmaktadır.’’3 İhsan Oktay Anar, romanlarında parodi ve pastiş yoluyla taklit edilen geleneksel anlatı türlerinin bol mizah ve ironi ile altı oyulduğunu, ayrıca bunlar saptırma ve yadsımaya maruz kaldığı için, yazarın ve hatta anlatıcının kendi metnine inancı ve okuru inandırıcılığı söz konusu değildir. Tarihsel bakış açısı tekniğinde, romandaki vak’a sadece onun kontrolündedir. Roman dünyasında olayları ve kişileri hep o düzenler. Buna olimpik bakış açısı da denilir. Roman tanrısal anlatıcı tarafından 3.kişi zamiri (O) kullanılarak anlatılır.4 Romancılar dıştaki gerçekliği ve insanı tek boyutlu olarak değil çok boyutlu olarak görmeye başlar ve romandaki birden fazla kahramanın bilinci devreye sokulur, olgunun muhtelif yönleri bu ‘’aynalar’’ aracılığı ile yansıtılır. Böylece romandaki vaka birden fazla ve farklı bakış açıları ile yansıtılmış olur. Modern romanda kullanılan bir bakış açısı değildir. ‘’Rivayet ederler ki, oğlu Bünyamin tarafından bir fıçıya konan Uzun İhsan Efendi’nin içinde bulunduğu geminin Galata rıhtımından ayrılıp Cebelitarık’a doğru yelken açmasından tam yüz elli yıl önce, Konstantiniye’de bazı paşalar, saray görevlileri ve nazırlar esrarengiz bir şekilde ruhlarını teslim ediyorlardı. Sarayın Yahudi hekimleri zehirlenme belirtilerini hemen tanımışlardı. Bedenlerinden kan dökülmeksizin böylece acı bir tarzda öldürülme korkusu saraydaki cesur insanlara o kadar nüfuz etti ki, mutlaka yemeklerini pişer pişmez hemen kilitli kaplara konulup sofraya getirilmesi alışkanlığı da kentte bu yüzden yayıldı ’’(133) ‘’İhtiyar demkeş, Âdemoğlu’nun gördüğü her rüyanın, kurduğu her düşün işte bu Mutsuz Çocuğun bir eseri olduğunu söyleyip hikâyesini bitirdikten sonra oradakiler, Uzun İhsan Efendi’nin az önce oturduğu yere ister istemez baktılar. Adam meyhaneden çıkıp gitmişti. Peşinden koşup, alay etmek için bütün gece onu aradılar. Ama bulamadılar. Çünkü tersane yakınlarındaki gemi enkazına bakmak akıllarına gelmedi.’’(192) 3 Mehmet Tekin, Roman Sanatı, Ötüken Neşriyat, 2002, s.26-27 4 Mehmet Aça, Halûk Gökalp İsa Kocakaplan, age, s.68 13 Romanda Kullanılan Anlatım Teknikleri Kurmaca metinlerde; ’’vaka, olay örgüsü, kişiler, anlatıcı, zaman, mekân, kompozisyon, fikirler, dil ve üslûp yazarın kudretiyle birleşerek bir yapıt oluşturur’’5 İhsan Oktay Anar’ın romanları detaylı olarak incelendiğinde yazarın romanlarındaki konuları, anlatımı ve dili oluştururken hangi metinlerden yararlandığı kolayca anlaşılabilir. Puslu Kıtalar Atlası’ nda düş ve gerçek dünya ile birlikte olayı anlatmak için birçok anlatım tekniği kullanılmıştır. Romanda başkahramanlar olan Uzun İhsan ve oğlu Bünyamin’in iç dünyası, yaşadıkları ve çevresinin kahraman üzerindeki etkileri anlatılır. Dolayısıyla eserde iç monolog, iç diyalog, iç çözümlemeye sık rastlanır. Eserde çok fazla karakterin bulunması nedeniyle dış diyalog tekniğinin ağırlığı hissedilir. Yazar, Doğu anlatılarından etkilendiği kadar klasik Batı anlatılarından da etkilenmiştir. Bu yüzden sanatçının romanlarında, yoğun bir bilgi birikiminin yanında kurguyu ve dili klasik metinlere dayama çabasının izlerini de görmek mümkündür. Bunun sonucunda yazarın romanları, geleneksel-gerçekçi edebiyattan modernizme, oradan da postmodernizme uzanan bir değişim grafiğini göstermektedir. Genel olarak kullandığı çerçeve öykü tekniği sayesinde elindeki malzemeyi romanlarında usta bir şekilde isleyen İhsan Oktay Anar, felsefeci kimliğinin de etkisiyle özellikle kutsal metinlerden aldığı parçalar ile kahramanlarına bir sorunsal oluşturmaktadır. Yazarın, kendini bir figür olarak metnine dâhil etmesi bu çözümü daha ilginç bir hale getirmektedir. 4.1.Anlatma (Tahkiye, Diogesis) Eski destan, masal ve efsane dönemlerinden modern romana geçen bir yöntemdir.6 Bu yöntemde olay bir anlatıcı tarafından okuyucuya anlatılır. Anlatma tekniklerinden birçoğunun alakalı olduğu bu yöntem anlatmaya bağlı edebi metinlerde oldukça önemlidir. Puslu Kıtalar Atlası’ nda anlatma işini yazar üstlenmiştir. ‘’ Bünyamin sedire çöküp elleriyle yüzünü örttü. Çünkü gözleri yaşla doluydu. Babasını kurtarmak isterken işleri berbat etmiş, kendisini arayan adamların tam ortasına düşmüştü. Zülfiyar, sonradan her ne kadar kendisini tanıdığını gösteren bir davranışta bulunmamışsa da, delikanlı önceki günden beri olanların ustaca tasarlanmış bir oyun olduğunu düşünüyordu. Böyle bir maceranın içinde bulunmasına, Ebrehe’ nin hayatını kurtarmasına ve ona küstahça davranıp boyundan büyük cevaplar vermesine rağmen kendini bir kahraman gibi hissetmiyordu. Büyük Efendi’nin gibi, sıradan, silik bir 5 Mehmet Aça, Halûk Gökalp İsa Kocakaplan, age, s.67 6 Mehmet Aça, Halûk Gökalp İsa Kocakaplan, age, s75 14 insandı o. Tek özelliği, yüzünün dayanılmaz çirkinliğiydi.’’ (172) ‘’Rivayet ederler ki surların hemen içindeki Ağa Çayırı’na vakti zamanında çadırlarını kurmuş çingeneler arasında, derdinden bağrı yanan bir baba vardı Gün boyunca sokak sokak dolaşıp ayı oynatan bu adamcağızın çektiği kahır, yaşı yirmiyi geçmesine rağmen bir baltaya sap olmamış oğlu yüzündendi. İhtiyarlayıp elden ayaktan düşmesine az zaman kalan bu çileli baba, ata yadigârı ayıcılık mesleğine oğlu pek itibar etmediği için kendini yiyip bitiriyordu. İhtiyara canı gönülden bağlı olan ayısı da, evladının ona çektirdiği çileyi hissediyor ve sahibi üşütüp hasta olduğu zamanlar kendisini dolaştırıp parsa toplamak zorunda kalan delikanlının emirlerini dinlemiyor, ne koca karılar gibi bayılıyor, ne de dilberler gibi raks ediyordu.’’(39) ‘’Arap İhsan ganimet sandığını almaya seğirttiğinde cinleri tepesine üşüştü: Alibaz sandığı açmış, içindeki haritaları karıştırıyordu. Fakat bu işi itinayla yaptığı pek söylenemezdi. O soğuk kış gecesi, üzerinde sadece entariyle, tersane iskelesinin feneri altında dürülmüş kâğıtları açarken elinde olmaksızın yırtıyor, haritalar üzerine boyanmış dağ, deniz, gemi ve canavar resimlerinden gözünün tutmadıklarını tükürüğüyle farkına varmadan siliyor, parmağına bulaşan mürekkeple de kasaba, liman ve kale isimlerini alışkanlıkla karalıyordu. Üzerinde rastgele birkaç yere haç çizip bu haritaları definecilere satmayı günlerdir kuran Arap İhsan adamakıllı çileden çıktı.’’(17) ‘’Duvarlardaki raflarda kurtların kemire kemire bitiremediği elyazmaları, parşömenler ve harita ruloları vardı. Pencere önündeki tezgâhta ise boy boy ve cins cins pergeller, renk renk mürekkepler, kalemler, fırçalar ve karalanmış kâğıtlar görünüyordu. Bu keşmekeşin arasında bir yerde, şiltenin üzerinde, yorganını gırtlağına kadar çekmiş bir adam kimbilir kaçıncı uykusunu uyuyordu.’’(20) Anlatma tekniği birçok anlatım tekniği ile de alakalıdır. Yukarıdaki paragrafta anlatma yapılırken yapılan mekân tasviri gözden kaçmamaktadır. Eserin birçok yerinde bu tekniğin kullanıldığı görülür. Anlatma tekniğinin kullanıldığı bir diğer paragraf da aşağıdadır: ‘’Bünyamin kapının kilidini gerçekten de kolayca açtı. Artık özgürdü. Şiddetli yağmur altında Divanyolu’ na doğru koşarken arkasına baktı. Karanlık gecede, kesif sağanak altında lonca binası seçilmiyordu. Fakat ansızın çakan bir şimşek her şeyi aydınlattı. Yıldırım binaya isabet etmişti. Çok kısa bir süre sonra duyulan gökgürültüsü dilencilerin çığlıklarını bastırdığında, lonca artık alevler içindeydi. ’’(222) 4.2.Gösterme(Sahneleme, Mimesis) Gösterme yöntemi esas itibariyle tiyatro veya sinema gibi sanat dallarına özgü bir yöntem 15 olmasına rağmen kurmaca metinlerde de kullanılabilmektedir. Bu yöntemin faydalandığı anlatım teknikleri diyalog ve çeşitleri, monolog ve çeşitleri, iç çözümleme, bilinç akımı vb.dir. Elbette kahramanlar konuşmalar sırasında tasvirler, geriye dönüşler yapabilirler. Ama bu tekniğinin kullanımı diyalog, monolog ve bilinç akımına tâbidir.7 Sahneleme yani doğal yaşamdaki ayrıntıları göz önüne sermekle meydana gelir. ‘’- Behey teres!’’ dedi, ‘’Üç gündür pencereden içeriyi gözetliyorsun! Senin yüzünden defteri kalemi bırakıp işimi erteledim. Ne merak bu sendeki! Şimdi söyle bakalım. Merakın yüzünden onu bunu rahatsız ettiğin için sana nasıl bir ceza vereyim?’’ Tüccar ezilip büzülerek, -‘’Affet beni ey uzun adam’’ dedi. ‘’Üç gündür gelip bu pencereden seni gözetliyorum. Çünkü ne yaptığını merak ediyorum. Eğer öğrenirsem, gördüklerimin hayır mı şer mi olduğunu anlayabileceğim. Bu yüzden bana burada ne işler çevirdiğini anlat. Sonra bana istediğin cezayı verebilirsin’’. Uzun boylu adam anlatmaya başladı: -‘’Şu döşekte uyuyan adamı görüyor musun? İşte onu ben düşledim. Bu adam uyuyor ve birtakım düşler görüyor. Ben de onun gördüğü düşleri deftere bir bir yazıyorum’’. Tüccar, şaşkınlıktan ağzı bir karış açılarak, -‘’Peki düşünde ne görüyor?’’ diye sordu. Adam ise, işi yarım kaldığı için sabırsızlanarak, biraz da yarım ağızla cevap verdi: -‘’Seni, diğerlerini ve sizlerin yaşadığınız dünyayı görüyor. Hem sen ne kadar meraklısın böyle! Anlaşılan yakamı kolay kolay bırakmayacaksın. Bu kadar meraklı olduğuna göre şimdi seni maymun yapayım mı? Ha! Söyle! Tüccar korkuyla, -‘’Yok! Yok! Hayır, yapma. Yeminler olsun bir daha gelmem’’ diye bağırdı. Adam endişe ve kızgınlıkla dişlerinin arasından, -‘’Sus! Bağırma!’’ diye fısıldadı, ‘’Onu uyandıracaksın. Burada ciddi işler yapılıyor. Sana gelince. Seni maymun yapmayacağım. Ama beni bir daha rahatsız etmeni de istemem doğrusu. Bu yüzden artık ömrü billah uyumayacaksın. Böylece düş falan da görmeyeceksin.’’(226-227) 4.3 Tasvir Sözcüklerle resim çizme sanatı olarak tanımlanabilen tasvir; ‘’insan, tabiat, eşya veya mekânın 7 Mehmet Aça, Halûk Gökalp İsa Kocakaplan, age, s.76 16 kelimelerle resmedilmesi; âdeta görünür hâle getirilmesi; okuyucunun gözü önünde tecessüm ettirilmesidir.’’8 Tasvirde anlatıcı; mekân, eşya ve kahramanları resmederek görünür kılar ve okuyucunun metni benimsemesine veya kahramanlarla tanışmasına yardımcı olur. Tasvir bir bakıma kelimelerle yapılan resimdir. Edebiyatta insan tasvirini tam olarak okuyucunun gözünün önünde canlandırmaya hizmet eden birçok vasıta vardır. Bunlardan bazıları müellifin kişiliği, kahramanın psikolojisi ve portredir. Romandaki tasvirlerin her birine yazarın amacına uygun olarak bir “vazife” yüklenmiştir. Betimleme (Tasvir) öykünün ritmini veren; yazardan okuyucuya, dolayısıyla hikâyenin içinde, bir konuda bilgisi olan bir kişiden, bilgisi olmayan bir kişiye haber gönderme işlevini üstlenen; herhangi bir kahramanın sahneye çıkmasını, onun herhangi bir durum içinde yer alabilmesini ve ona belirli bir hareket verebilmesini ve hikâyenin kendi bütünlüğü içerisinde işlemesini sağlayan ve yönlendiren bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır.9 Anlatılmak istenilen varlığın tam anlamıyla ifade edilmesi, o varlığın bütün yönleriyle tanınmasına bağlıdır. Bu bakımdan başarılı bir tasvir yazabilmek için, iyi bir gözlemci olmak gerekir. Bilgilerin başarılı bir şekilde söz ve yazı ile ifade edilmesi tasvirde başarıyı sağlar ve eğer malzemeler dilin anlatım imkânlarıyla birleştirilerek dikkatli bir şekilde kullanılmazsa, tasviri iyi bir şekilde yapabilmek mümkün değildir. Mekân Tasviri ‘’Anlatma esasına bağlı eserlerdeki itibarî dünya olgusu, kahramanların belli bir mekâna bağlı olmaya veya olayların belli bir mekânda yaşanması mecburiyeti, tasvir tarzı anlatımı çok daha zarurî kılar’’10 ‘’Ceneviz taifesinin buraya ilk gelen gemilerine karanlıkta uçan bir ak martının yol gösterdiği, ancak salimen karaya vasıl olduktan sonra dümencileri olacak Pundus nam kâfirin bu martıyı Mesih addederek yuvasını arayıp bulduğu ve itikatlarınca İsa’nın etini yemek sünnet olduğundan kuşu kızartıp yediği rivayet olurdu. Eskiler, bu martının yuvasının bulunduğu yere Ceneviz kavminin yüksek bir kule diktiğini rivayet etmişlerdir ki, sonraları Galata Kulesi diye nam salmış bu heybetli yapının tepesinde, yalı adamlarının dürbünle, yiğitlerin ise çıplak gözle, Bursa kentinin ulu dağını seçtikleri söylenegelmiştir.’’(13) 8 İsmail Çetişli, Metin Tahlillerine Giriş 2 Hikâye-Roman-Tiyatro, Akçağ Yayınları, Ankara 2009, s.100 9 Roland Bourneur ,Real Quellet, Roman Dünyası ve İncelemesi, çev. Hüseyin Gümüş, Kültür Bakanlığı Yayınları: 1085, Tercüme Eserler Dizisi, Ankara, 1989, s.108-111. 10 İsmail Çetişli, age, s.100 17 ‘’Arap İhsan surlarla çevrili Galata’nın tersaneye açılan Azapkapısı önüne geldi. Ganimet sandığı omuzunda, eli ise Alibaz’ ın kulağındaydı. Önceki gün yağan yağmurdan çamur deryasına dönmüş sokaklarda ilerlediler. İç Azap kapısını geçtiklerinde sabah ezanları okunmaya başlanmıştı. Arap Camii yolundan çıkıp, yerçekimine meydan okuyacak kadar eğri büğrü, çekül doğrultusunu çoktan terk etmiş ahşap evlerin arasındaki yılankavi sokaklara daldılar. Balçığa bata çıka ilerlerken fare ve köpek leşlerine, sivri kemikli at kafataslarına basmamaya dikkat ediyorlardı.’’(18) ‘’Bu düzensiz oda türlü türlü eşyalar, usturlab, rubu tahtaları, kıblenüma, aynalı kerteriz cinsinden gökbilim ve denizcilik aletleri, mercekler, ne işe yaradığı meçhul renkli camlar, sarkaçlı ve zemberekli saatlerle doluydu. Duvarlardaki raflarda kurtların kemire kemire bitiremediği elyazmaları, parşömenler ve harita ruloları vardı. Pencere önündeki tezgâhta ise boy boy ve cins cins pergeller, renk renk mürekkepler, kalemler, fırçalar ve karalanmış kâğıtlar görünüyordu.’’(20) İnsan Tasviri Bir romanın en önemli unsurlarından biri de kahramanlarıdır. Kurmaca metni var eden unsur insandır. Puslu Kıtalar Atlası’nın başkahramanı Uzun İhsan Efendi’dir. Rüyalar âleminde yaşayan ve düşlerinin aslında her şeyi yarattığını söyleyen Bünyamin'in babası, aynı zamanda yazarın kendisiyle özleştirmiş olduğu karakterdir. Dünyayı keşfetme arzusuyla yanıp tutuşsa da korkularından ve belki de kolaycı karakterinden dolayı yattığı yerden bir dünya haritası yapmayı yeğleyen bir tiptir. Şurubundan içtikten sonra tatlı tatlı uyuyup gördüğü rüyalara göre dünya haritası çıkarmaya uğraşan bir miskindir. Kitapta onun resmedilmesi şöyledir: ‘’ Çekik gözlü, çıkık elmacık kemikli ve seyrek bıyıklı bir zat olan bu adam Bünyamin’in babasıydı. İsmi dayısınınkiyle aynıydı: Uzun boyundan ötürü ona Uzun İhsan Efendi derlerdi.’’(20) Romanda kadın karaktere yer verilmemişse de İstihbaratçıların kıralı Ebrehe’ nin cinsiyeti hakkında kesin bir bilgiye varamıyoruz. Yazar, açıkça ifade etmese de Ebrehe’ de kadın özelliklerine rastlamak mümkündür. Nitekim yazarda bu kadın karakterden tedirgin olduğundan dolayı Ebrehe’ yi kitabın ilerleyen sayfalarında öldürmektedir. ‘’Kara sarığı ve kızıl cübbesiyle yarasa misali biri olan bu kişi, odadaki mavi dumandan hiç etkilenmemişe benziyordu. Uzun parmakları ve nice zamandır kesmediği kirli tırnakları zaç yağıyla meşgul olmaktan sararmıştı. Çenesi küçücüktü ve bir kadınınkini andıran teni o kadar saydamdı ki, şakaklarında, alnında ve ellerinin üstünde mavi damar görünüyordu. Gözleri iriydi ama kapkara gözbebekleri küçücüktü. Yüzünde ve vücudunun diğer yerlerinde asit yaraları vardı.’’(102) 18 4.4.Konuşma Konuşma, dinleyicilere yönelik olarak bir kişinin belli bir konu üzerinde sarf ettiği sözlere konuşma denir. Düşüncelerin bir kişiye ya da bir topluluğa aksettirilmesi ve karşı taraf ile karşılıklı fikir alışverişinde bulunmak konuşma olarak adlandırılmaktadır. İyi ve güzel konuşmak bir sanat olarak kabul edilmektedir. Dolayısıyla konuşma da diğer tüm sanatlar gibi incelikler gerektirir. Etkili ve güzel bir konuşmanın ilk şartı kullanılan dile hâkim olmak ve dili iyi bilmektir. 4.4.1.Dış Diyalog İki veya daha fazla kişinin sesli olarak karşılıklı konuşmaları şeklinde düzenlenir. Bünyamin sordu: -Güçlü olmayı neden bu kadar çok istiyorsun?’’ -‘’Elbette herkes gibi varlığımı sürdürmek için’’. - ‘’Senin yaptığın bir tür tahnitçilik. Güç ancak ölüleri korur.’’ -‘’Bu sözler kesinlikle sana ait değil’’ -‘’Belki de sahip olduğum hiçbir şey bana ait değil. Zihinsel yeteneklerim de bunun içinde. Oysa sen, tabiatın kuvvetlerine sahip olmayı istiyorsun’’ -‘’Evet, haklısın. Dünya benim bir uzantım. Sen sadece kendi bedenini denetleyebilirsin. Oysa ben, uzaklardaki bir insanı, hatta bir kıralı bile kendi elimi kullandığım kadar kolay kullanabilirim. İstersem seni kandırabilirim, seninle oynayabilirim…’’(?) -‘’Söyle bana!’’ diye bağırdı, ‘’Neyin peşindesin? Bana oyun oynadığına eminim. Hangi amaca hizmet ediyorsun?’’ -‘’Önce sakin ol. Sonra sorularını teker teker sor’’. -‘’İlk sorum şu: Bu boşluk masalı nedir? Bana neden o tuhaf şeyleri anlattın? Böylece eline bir şey mi geçecekti?’’(175) 4.4.2. İç Diyalog ‘’Kişinin içinden, kendi kendine, sanki karşısında birisi varmış gibi yaptığı konuşmalara denir. Kahraman kişiliğinin çeşitli yönlerini bilhassa iç dünyasını ortaya koymak için başvurulan bir tekniktir.’’11 ‘’Sevgili oğlum, 11 Mehmet Aça, Halûk Gökalp, İsa Kocakaplan, age, s78 19 Bir zamanlar yaşadığım evin, gece yarısı eve dönerken taşıdığım o fenerin, duvardaki Acem halısının ve aslında gerçek bir kent olan Galata’da gördüğüm her şeyin sadece ve sadece zihnimdeki düşünceler olduğu fikri kafama saplandığında muhakeme gücümün zayıfladığına hükmetmiştim. Ama şimdi görüyorum ki, asıl bunu düşündüğümde yanılmışım. Çünkü onlar gerçekten de benim düşlerimdiler.’’(234) ‘’ Senin için gerçek bir baba olmayı, saçlarını okşamayı, seni öpmeyi çok isterdim. Ama düşlere dokunmak mümkün olabilir mi? Sana bu yüzden hem çok yakın, hem de çok uzağım. Veda etmek benim için son derece zor. O yüzden, her ne kadar uzakta olsam da seni, o eski yakışıklı yüzünle, Aglaya’ yla birlikte hep düşlemek istiyorum.’’(237) 4.4.3.Dış Monolog ‘’Bir kişinin karşısındaki insana veya insanlara konuşma fırsatı vermeden tek taraflı ve uzun bir biçimde konuşmasıdır.’’12 Puslu Kıtalar Atlası’nda bu anlatım tekniğine çok sık rastlanmasa da aşağıda iki örnek verilmiştir. Hınzıryedi, dilencilere kimseye tek kelime ettirmeden sinirli bir şekilde Ebrehe’nin cesedi üzerine şunu söyler: -‘’Haydi bakalım! Toplanın, gidiyoruz’’ diye bağırdı, ‘’Paraların hepsini çuvallara doldurun. Metelik kalmasın. Değerli olan ne varsa alın. Yok! Yok! En iyisi ateşe verin. Adamları da ister öldürün, ister bırakın da diri diri yansınlar. Bu duvarlar ateşe dayanıklı. O yüzden yangın dışarı sıçrar da başımız derde girer diye korkmayın. Ebrehe’ nin cesedini çuvala koyun. Onu götürüp loncaya gömeceğiz. Her gece mezarı başında içki içip domuz eti yiyeceğim. Davranın! Çabuk olun! Kapıdan teker teker çıkacağız. En son Binbereket çıkacak. Yangın başlatmak onun görevi’’.(218) Arap İhsan, uyku halindeki yeğeni Uzun İhsan Efendi’ye şunları söylüyordu: ‘’Ey kör! Aç gözünü de düşlerden uyan. Simurg’u göremesen de bari küçük bir serçeyi gör. Kaf Dağına varamasan bile hiç olmazsa evinden çıkıp kırlara açıl; böcekleri, kuşları, çiçekleri ve tepeleri seyret. Bırak dünyanın haritasını yapmayı! Daha hayattayken bir taşı bir taşın üstüne koy. Gülleri ve bülbülleri göremeyip gün boyu evinde oturan adam dünyanın kendisini hiç görebilir mi?’’(21) 4.4.4. İç Monolog ‘’Kahramanın kendi kendine tek taraflı yaptığı iç konuşmalardır. Bu teknikte cümleler daha çok 12 İsmail Çetişli, age, s.105 20 konuşma diline uygun yapılarda düzenlenir. İç monolog yoluyla daha çok içe dönük kahramanın bilinmeyen yönleri aydınlatılır’’13 Bu tür konuşma türü sessiz gerçekleşir. Uzun İhsan’ın rüyasında kendisini uçsuz bucaksız bir çölde olduğunu görüp küçük bir gölcüğe bakarak kendi kendine bir sorgulamaya girişip şunlara söyler: ‘’Diz üstü çöküp aynaya baktı ve orada kendi aksi yerine oğlu Bünyamin’in yüzünü gördü. Kendi kendine, ‘’Düş görüyorum’’ dedi, ‘’Düş gördüğümden şüphe edemem. Düş görüyorum, öyleyse ben varım. Varım ama ben kimim?’’( 45) ‘’Peki ama ben kimim? Ayna bana İhsan Efendi olduğumu söylüyor, rüyamdaki ayna ise Bünyamin olduğumu söylüyor. Ben kimim? Bütün bunları gören özne aslında kim? (46) Romanda, Descartes’le ilişkisi ve gerekse Sokrates ve Platon arasında geçen “Diyaloglar” a gönderme olacak biçimde kullanılan Uzun İhsan Efendi ve Bünyamin arasında geçen “gerçeği bulma” amacıyla yapılan sohbetler yapıtın metinlerarası niteliğine kanıt olarak gösterilebilir: “Sen gerçekten benim babam mısın? Peki, annem kim? Sen kimsin? Ben kimim? Bu evin geçimi nasıl sağlanıyor? Pazara giderken bana verdiğin akçeleri nereden buluyorsun? Günlerce yemeden içmeden nasıl yaşıyorsun? Kimsin sen? Bünyamin’in bir türlü cesaret edemeyip babasına soramadığı sorulardı bunlar.”(47) 4.5.Tahlil/ İç Çözümleme ‘’Olay örgüsünde yer alan kahramanların iç dünyalarını (duygularını, psikolojilerini, ruh dünyalarını) anlatıcı tarafından bütün derinliği ve çıplaklığı ile irdelenip gün yüzüne çıkarılmasıdır.’’ 14 İç çözümlemelerde anlatıcının etkisi ve anlatıcının hayata bakışı önemlidir. Bu noktada anlatıcı nesnel olmalıdır. Hikâye ve roman kahramanlarının iç dünyalarını, onların psikolojik yönlerini anlatan ya da bir düşünceyi çözümleme yoluyla eserin kahramanlarını iç dünyalarıyla okurlara tanıtmak için yararlanılır. Rendekar’ ın sözleri Uzun İhsan Efendi’ye o kadar işlemiştir ki kafasında sürekli varoluşçuluk üzerine iç dünyasını tahlil edecektir. Rendekâr ile Descartes (Dekart) isimlerinin fonetik olarak birbirini anımsattığı dikkat çekmektedir. Rendekâr sözcüğünün içindeki “dekâr” söyleyişi ile Descartes isminin benzerliği, söylenişteki benzerliği kurmada etkendir. ‘’Ne var ki ben, kendimle ilgili bazı meseleleri hâlâ çözebilmiş değilim. Rendekâr düşünüyor olmasından var olduğu sonucunu çıkarıyor. Ben de düşünüyorum, dolayısıyla varım, ama kimim? 13 Mehmet Aça, Halûk Gökalp, İsa Kocakaplan, age, s.78 14 İsmail Çetişli, age, s.106 21 Galata’da, Yelkenci Hanı bitişinde ikamet eden Uzun İhsan Efendi mi, yoksa bugünden tam üç yüz sekiz yıl sonra sözgelimi İzmir’de oturan mahzun ve şaşkın adam mı? Hangimiz düş ve hangimiz gerçek? Düşünen bir adamı düşünüyorum ve onun, kendisinin düşündüğünü bildiğini düşlüyorum. Bu adam düşünüyor olmasından var olduğu sonucunu çıkarıyor. Ve ben, onun çıkarımının doğru olduğunu biliyorum. Çünkü o, benim düşüm. Var olduğunu böylece haklı olarak ileri süren bu adamın beni düşlediğini düşünüyorum. Öyleyse, gerçek olan biri beni düşlüyor. O gerçek, ben ise bir düş oluyorum.’’(237) 4.6.Şuur (Bilinç) Akımı Bilinç akımı tekniği bir roman anlatım tekniğidir ve kahramanın kafasından geçenler düzensiz bir şekilde çağrışımlarla, zıplamalarla farklı yönlere gider. Burada roman karakterinin anlattıklarının çoğunda geçmişle şimdiki zaman, gerçekle hayal, kendi iç hesaplaşmaları ön plandadır. Bu teknikte dilbilgisinde saplamalar, duygu ve düşüncelerdeki karmaşıklık dikkat çeker. Bilinç akımı roman kişisinin kafasının içini okura doğrudan doğruya seyrettiren bir tekniktir. Romanında yazar, Bünyamin’in zihninin karmaşıklığını şu sözlerle ifade eder: ‘’ Ebrehe gittikten sonra Bünyamin elkimya odasında yalnız kaldı. Burada neden bulunduğuna, hangi akla hizmet bu uğursuz mekâna geldiğine açık bir cevap veremiyor, bilinmedik bir dürtünün sanki kendisin yönettiği sanısına kapılıyordu. O anda kendisinin, rüyalarında sık sık gördüğü yeniçerilerden biri olduğunu, karanlık bir sis içinde onlar gibi düş misali dolaştığını düşündü. Ancak bu belirsiz bir düş olmalıydı. Kendisini bir kahraman gibi hissediyordu ama, Ebrehe’nin dediği gibi fazlasıyla silikti ve küstahça verdiği cevapları sanki birisi kulağına fısıldamıştı. Kendisine yol gösteren bu fısıltıyı tanır gibiydi. Babasının sesine benziyordu ve sanki her yere nüfuz etmişti. Bünyamin, elinde olmaksızın, zavallı babasının ta baştan beri büyük bir oyun oynadığını, karnından konuşanlar gibi su şırıltısından gökgürültüsüne, acı feryatlarından zevk inlemelerine, esnaf bağırtılarından savaş naralarına kadar bütün sesleri taklit ettiğini ve meddah gibi sesini kılıktan kılığa sokarak herkesi konuşturduğunu düşündü. Bu marazi düşünceler onu adamakıllı yorduğunda bir sedire oturup içinde bulunduğu durumu tartmaya çalıştı. Kendisini bitkin hissediyordu ama tuhaf bir bitkinlikti bu. Sanki bedenindeki gücün sahibi kendisi değildi ve karşı gelemeyeceği bir şey, belki de ona yorulmasını emretmişti.’’ (154) 4.7.Mektup 22 Daha çok roman türünde görülen bu teknik, mektubun kurgunun içine dâhil edilmesidir. Uzun İhsan Efendi’nin oğlu Bünyamin, Puslu Kıtalar Atlası’ nın son bölümünü açtığında babası Uzun İhsan tarafından yazılmış satırları görüp okumaya başladığında şu satırlar gözüne çarpar: ’’Sevgili oğlum, Bir zamanlar yaşadığım evin, gece yarısı eve dönerken taşıdığım o fenerin, duvardaki Acem halısının ve aslında gerçek bir kent olan Galata’da gördüğüm her şeyin sadece ve sadece benim zihnimdeki düşünceler olduğu fikri kafama saplandığında muhakeme gücümün zayıfladığına hükmetmiştim. Ama şimdi görüyorum ki, asıl bunu düşündüğümde yanılmışım. Çünkü onlar gerçekten de benim düşlerimdiler. Bu fikrimi ilk kez Mihel çıkmazındaki kıraathanede Ali Said Çelebi’ye açmıştım. Biliyorsun, bu iyi niyetli adam bana neredeyse olağanüstü saygı duyar ve ne söylesem hemen inanır. Ona oturup sohbet ettiğimiz bu kıraathanenin kahvecisinin, müşterilerinin ve yaşadığımız dünyada geri kalan ne varsa hepsinin, sadece benim düşüncemde olduklarını söylediğimde, parmağıyla kendisini işaret ederek, ‘’Ya ben?’’ diye sormuştu. Malum cevabı alınca nedense bir hayli hüzünlenmiş, kafasında kim bilir neler kurmuştu… ’’(234) 4.8.Montaj ‘’Bir anlatım tekniği olan montaj: sanatkârın başkasına ait (anonim veya ferdi) bir sözü (ibare, mısra, beyit, cümle, paragraf) –çeşitli sebeplerle- olduğu gibi eserine aktarmasıdır.15 ‘’Edebiyatımızda ‘’iktibas’’ veya ‘’irsal-i mesel’’ olarak bilinen metin aktarımının daha işlenmiş ve eserin kurgusunda daha teknik bakımından daha işlevsel olan şekline montaj adı verilir. Yazar yada anlatıcı çeşitli, bilim, sanat, kültür dallarına ait bir metni veya anonim bir metni konuyla ilgili bir bağlamda eserine alıntılar. ‘’16 “Zagon Üzerine Öttürme” yapıtın bütünlüğü içinde Descartes’in temel felsefî düşüncesinin “Düşünüyorum, öyleyse varım.” yaklaşımını adımlarını izleyecek şekilde kurgulanmıştır. Rendekâr tıpkı Descartes gibi bir doğru bilginin arayışı içerisindedir ve yine Descartes gibi doğru bilginin varlığına şüpheci bir şekilde yaklaşmıştır: Romanlardaki metinlerarasılığın varlığı bununla da sınırlı kalmaz. Yazar, Puslu Kıtalar Atlası’ nın ana kurgusunu Descartes’in ünlü sözü “Düşünüyorum, öyleyse varım.” önermesinin tersten yorumu üzerine bina etmiştir. Bunu yaparken de Rene Descartes’i 15 İsmail Çetişli, age, s.112 16 Mehmet Aça, Halûk Gökalp, İsa Kocakaplan, age, s.82 23 Randekar karakteri ile ünlü eseri “Yöntem Üzerine Düşünceleri” de “Zagon Üzerine Öttürme” adı ile anlatısına dâhil etmiştir. ‘’Altmış altı yaşındaki erinin belini bağlayan büyünün esrarını çözmesi için rüyaya yatmasını isteyen acuzeyi savan Uzun İhsan Efendi, odasına çıkıp Kubelik’in getirdiği kâğıtları karıştırmaya başladı. Bir kitap tercümesiydi bu. Eser ZAGON ÜZERİNE ÖTTÜRME adıyla çevrilmişti. İlk sayfaya bakılırsa yazarı Rendekar adında biriydi. Külhani bir dille kaleme alınmış eseri okudukça Rendekar’ ın şüpheyi bir ‘zagon’ yani bir yöntem olarak benimsediğini öğrendi. Amaç şüphe götürmeyecek ilk kesin bilgiye varmaktı. Her bilgiden şüphe eden Rendekâr, şüphe ettiğinden şüphe edemiyor ve bundan da kendisinin var olduğu sonucunu çıkartıyordu. Yatsıya doğru Kubelik’ in tercümesini bitiren Uzun İhsan Efendi, Rendekâr’ ın bu fikri üzerine derin düşüncelere daldı. Düşünüyor olmasından kendisinin varlığı açık ve seçik olarak çıkıyordu.’’(44-45) Puslu Kıtalar Atlası romanı kişi ve yer isimlerinden kahramanlarına yaşattığı serüvenlere kadar büyülü bir gerçeklikle kurgulanır. Romanda sanatçı, filozof, mitolojik kahramanlardan da bahsedilir. Puslu Kıtalar Atlası’ nda Bünyamin ve Ebrehe kutsal kitaplardaki karşılıkların ironik birer yansısıdırlar. Ebrehe kitapta bir lider olarak tanıtılıyor, tarihte ise Ebrehe Habeşlilerin Kâbe’ yi yıkmak üzere kurdukları ordunun Hıristiyan komutanı olarak karşımıza çıkar. Efrasiyab ise adına destanlar yazılmış Alper Tunga olarak bilinir. Nitekim kitapta da küçük bir çocuğun yazdığı destanların kahramanı olarak karşımıza çıkıyor. Arap İhsan, Alibaz, Hınzıryedi, Mehdi, Deccal, Zülfiyar, Kubelik, Efrasiyab, Ebrehe, Vardapet, Binbereket, Rendekar gibi kişiler, Binbir Gece masallarında olduğu gibi iç içe geçmiş olaylarla, Bünyamin’in serüveninin duraklarını oluştururlar. Bünyamin kendisine yapılan serüvene çağrıyı kabul ederek, varoluşunu anlamlandırma yolunda önemli bir eşiği geçmiş olur. ‘’ Susuzluğunu giderdikten sonra açlığını bastırmaya kararlı olduğu belliydi. Uzun İhsan Efendi korkmadı, bunun bir düş olduğu belliydi. Diz üstü çöküp aynaya baktı ve orada kendi aksi yerine oğlu Bünyamin’in yüzünü gördü. Kendi kendine ‘’Düş görüyorum’’ dedi, ‘’Düş gördüğümden şüphe edemem. Düş görüyorum, öyleyse ben varım. Varım ama kimim?’’(45) 4.9.Leit Motiv ‘’Romanda kahramanların karakteristik bazı davranışlarını tavırlar, kelimeler, kelime grupları ve cümleler bunları okuyucunun zihnine yerleştirecek şekilde motif olarak tekrar edilirler. Edebiyata müzikten geçmiştir.17 Edebî eserler çokluk bazı motiflerin terkibiyle oluşur. Bir bütün olan eseri 17 Mehmet Aça, Halûk Gökalp, İsa Kocakaplan, age, s.76 24 çözümlemeye kalktığımızda küçük birimlerle ve motiflerle karşılaşırız. Her motif bir görev üstlenir. Bazen kimi motifler eserde sıkça tekrarlanır. Romanda olay ve yaşanan zaman bir düş halinde geçmektedir. Bundan dolayı düş halinin kahramanlar üzerindeki etkisini daha iyi anlatmak için yazar düş, rüya, uyku gibi motifler kullanmıştır. Uyanıklar âlemi ve uyku âlemi bir arada gösterilmiştir. ‘’…Uyanıklar âlemindeki dayısı ona bunları söylerken, uyku halindeki Uzun İhsan Efendi ise düşünde muhteşem bir korsanı görüyordu. Düş, yatağanlar, kılınç şakırtıları, Rum ateşi ve naralarla dolup taştı. Yatağanı düşlerinin arasında olduğu halde bu korsan, bir gemiye rampa ediyor, topları ateşliyor, fırtınalarda dümene asılıyor ve durup dinlenmeden yıldızları sayıyordu. Bu muhteşem korsan, dayısı Arap İhsan’dı.’’(21) Puslu Kıtalar Atlası romanında motiflerin kullanım sayıları şöyledir: özellikle ‘düş’ kelimesi üzerine bir yoğunlaşma görüyoruz. Düş/317 defa; uyku/58 defa; atlas/30 defa; rüya/18 defa. Seçilen motifler kahramanın psikolojisine uygun olarak seçilmiştir. 4.10.Açıklama/Yorumlama ‘’Açıklama-yorumlama tekniği daha çok okuyucuya bilgi ve mesaj verilecek durumlarda kullanılır. Aşk, gönül, yaşlılık, çevre, politika, metafizik vb. konularda yazarın görüşleri ve açıklamaları bu teknikle romanda yer bulur.’’18 Romanın ilerleyen bölümlerinde dünya atlasının ayrıntıları Uzun İhsan Efendi’nin oğlu Bünyamin’e gönderdiği mesajla ortaya çıkar. ‘’ Bir karara varabilmek için babasının atlasını bu yüzden açmak zorunda kaldı ve ‘hayatını öne sürüp sırrı bulmak için yola çıktı’ cümlesini okudu. Sanki denizin derinliklerine dalacakmış gibi derin bir nefes aldı. Kararını vermişti. Özgürlük duygusu, özgürlüğün kendisine galip gelmiş, Bünyamin sırrı çözmeye and içmişti. Atına atladı ve hayvanı teşkilata doğru koşturmaya başladı.’’ (174) ‘’Sana aslında Kâtip Çelebi’nin, Cihannüma adıyla tercüme edip bana bir nüshasını hediye ettiği Atlas Minor gibi bir eser bırakmak isterdim. Oysa dünyaya sırt çeviren benim gibi birinin zihninde boşluktan başka ne olabilir ki? Kendisinden düşler yarattığım boşluğun atlasını, Atlas Vacui’yi bu yüzden yazdım: Sen okuyasın diye değil, yaşayasın diye.’’(236) Romanın şahıs kadrolarına baktığımızda Bünyamin, Ebrehe, Mehdi gibi karakterler kutsal metinlerde bir sorunsal etrafında işlendiğini görebiliriz. Yazar, saydığımız bu isimleri bazen 18 Mehmet Aça, Halûk Gökalp, İsa Kocakaplan, age, s.90 25 alıntılamakla yetinir bazen de kutsal metinlerde geçtiği gibi romanlarına yansılayarak bu isimleri dönemin tarihi ile birlikte anlatmaya çalışır. Yine yazar, eserlerinde vermek istediği mesajları farklı araçlardan yararlanarak vermiştir. Bu araç, Puslu Kıtalar Atlası’nda “rüya” kavramlarıdır. Bu araçların donanımını sağlayan en önemli unsur ise kutsal metinlerdir. ‘’…Arap İhsan’ın kadırgasının Haliç’e girdiğini sanki büyük bir sır veriyormuş gibi adamın kulağına fısıldadı. Ancak derin uykusundan uyanır gibi olan arkadaşı bu habere pek iltifat etmemişti: Bir gözü açık, diğeri yumuluydu; biriyle hâlâ rüya görürken diğeriyle kendisini uyandıran adama bakıyor, uyku sersemi haliyle hangi gözünün gerçeği gördüğüne fazla aldırmıyordu.’’(14) ‘’Bekçi, gördüğü düşün etkisiyle dudaklarını durmadan kapatıyor, bir türlü uyanmak bilmiyordu. Fakat delikanlı onu adamakıllı sarsınca gözlerini açtı. Sabah olmuştu. Sanki yüzyıllık bir uykudan uyanan bekçi, yerinden doğrulup çevresine bakınca kendisini uyandıran kişiyi göremedi. Çünkü her taraf karanlıktı. Zaten görülen ve görülmeyen bütün düşler, bu karanlığın ta kendisi değil miydi?’’(237) Adını Uzun İhsan Efendi’nin hayali gezilerinde görüp öğrendikleriyle yazdığı “Puslu Kıtalar Atlası’ ndan alan kitapta yazar, güncellemeyi para ve siyasi iktidar hırsıyla yapmıştır. Yüzyıllardır insanoğlunun en büyük zaafıdır bunlar. Paranın en büyük hiçlik olmasına rağmen, yavaşça dünyayı ele geçirmesi, hiçliğin özü olarak sunulan ve serüvenin en önemli tetik noktalarından olan kara paranın, kitabın sonlarına doğru metaforik anlamı ortaya çıkar. ‘’ Paranın geldiği yeri, inanamayacağını bile bile sana söylüyorum: Cebimde yüz akçe olması için zihnimde yüz akçe düşlemem yetiyordu. Seni artık şaşırtmak istemediğim için her şeyi söylemek istemiyorum. Ama gördüğün ve işittiğin ne varsa, hepsinin şu zavallı babanın zihnindeki düşlerden ibaret olduğuna inan!’’(236) 4.11.Geriye Dönüş ‘’Yazarlar olayları açıklamak, kahramanın kimliğine açıklık getirmek veya bir problemi çözmek için anlattıkları vakanın şimdiki zamanından ayrılırlar ve geçmişe gideler. Bu gidiş birkaç saat veya birkaç gün gibi yakın bir zamana yapılmışsa ‘dar anlamda ileriye dönüş’ adını alır.’’19 Tarihi romanlarda sıkça görülen bu tekniği, yazarlar, çeşitli amaçlarla kullanmışlardır. Yazarlar şimdiki zaman içinde yaşarlar. Bundan dolayı da tahkiyeli eserlerde ister istemez şimdiki zaman ağır basar. Yazarlar bazen bu ağır baskıyı hafifletmek için veya geçmişten elde ettikleri bilgiyi ve hazır zamanı değerlendirmek için " geçmiş" e dönerler. 19 Mehmet Aça, Halûk Gökalp, İsa Kocakaplan, age, s.73 26 Bu teknik bazen ileriye dönüş şeklinde de görülebilir. Bu da şimdiki zamandan gelecek zamana bir gidiş şeklindedir. Puslu Kıtalar Atlası’ nda ileriye dönüş tekniği şöyle kullanılmıştır: ‘’… Esrarı aydınlatmak için, Bilgeliğin Yedi Sütunu adıyla nam salan bir eserin yazarına bu kâğıdı gördüklerinde ise, bu zatın, on altı yıl önceki doğum günü partisine, yaşlı sekseni aşmış Mezatçılar’a, ölüm döşeğindeki mirasyediye ve Kefeli ailesinin ince hastalığa tutulmuş son erkek ferdine ulaşması kolay olmayacaktı. Uzun bir deniz yolculuğundan sonra gemisi Galata önünde demirleyecek ve o gece Kubelik’in bu garip şeyleri yazdığı meyhanenin yerine dikilen devasa binanın önünde, uzun boylu, çekik gözlü bir adamın, koltuğunun altında bir kitapla kendisini beklediğini görecekti’’(35) Ebrehe’ nin Bünyamin’e anlattığı bir olayda geriye dönüş tekniği şöyle kullanılmıştır: ‘’Bu aynayı cellat mezatından on beş yıl önce satın almıştım. Ayna, şimdi de gördüğün gibi bir cam levha ile korunuyordu ve ayna ile bu cam levha arasında kalan kum taneleri dikkatimi celb etmişti. Fakat o günlerde, şimdi gördüğün yazı oluşmuş değildi. Cellat bana bu aynanın evveliyatını anlattığında ona inanmakta güçlük çektim. Çünkü satın aldığım eşyanın bir kehanet aynası olduğunu ve yirmi beş yıl önce bir derviş tarafından padişaha hediye edildiğini söylüyordu. Anlattığına bakılırsa derviş tarafından hediyesini verip bahşişini aldıktan sonra padişaha, bu aynanın geleceği gösterdiğini, ama bu işi kıyametten ancak yedi yıl önce gerçekleştirebileceğini ve Âdemoğulları’ nın böylelikle akıbetlerini bilebileceklerini anlamıştı.‘’(176) SONUÇ İhsan Oktay Anar’ ın, iç içe geçmiş bir olay örgüsüne sahip olan romanı Puslu Kıtalar Atlası’ nda tarihi malzeme kullanılarak masal dünyasına has bir atmosfer içinde başkişi Bünyamin’in arayışları ve bu arayışlar uğruna sürüklendiği macera konu edilir. Bilmek ve şahit olmayı en büyük mutluluk, macerayı da ibadet olarak gören Uzun İhsan Efendi, oğlu Bünyamin’in İstanbul’u terk ederek yeni bir maceraya yönelmesine izin verir. Uzun İhsan Efendi, dünyayı rüyalarıyla keşfetmeye çalışırken, oğlunun dünyanın bin bir haline şahitlik etmesini ister. Babadan oğula bırakılan düşünsel emanet, arayış izleğinin tarihselliğine de işaret eder. Nitekim Bünyamin’in roman boyunca yaşadığı maceranın bütün aşamaları, babasının düşlerinden ibaret olacaktır. Yolculuğa nereden başlayacağını bilemeyen Bünyamin için, usta bir tünel kazıcı olan Vardapet’in yaptığı lağımcılık teklifi, kahramanın beklediği maceraya çağrıdır. Bünyamin’e bu serüvende refakat eden ve yol gösteren tek şey, babasının yazdığı Dünya Atlası’ dır. Romanda olayların geçtiği zamana ve mekâna bağlı olarak Osmanlıca ve eski Türkçe kelimelere, 27 argoya hatta bilimsel terimlere yer verilmiştir. Yazarın ustaca yaptığı tasvirler karakterleri ve onlarla bağlantılı olayları adeta roman içinde roman olarak anlatması, eseri daha sürükleyici bir hale getirmiştir. Romanın yadsınamaz özelliklerinden biri de okuyucuya verdiği tarihsel bilgilerdir. Bu bağlamda İhsan Oktay, gerçek bir tarihi bilgilendirme çerçevelerinde kalmaz ve yazarın verdiği bilgiler etrafında şekillenir. Yazar, eski İstanbul’u Konstantiniye’ yi anlatım tarzıyla mekân özelliklerinin etkisiyle romanda geçen camiler, kahvehaneler, saraylar, Ceneviz, Galata, Bursa gibi mekânlar okuyucuya Osmanlı’yı hatırlatır. İhsan Oktay Anar’ın ilk romanı olan Puslu Kıtalar Atlası, postmodern romanın en önemli örneklerinden olmuştur. Postmodern romanın kökleri postmodern durumun ya da düşüncenin ortaya çıkmasından ya da bu şekilde adlandırılmasından çok daha eskiye dayanır. Modern romandan postmodern romana geçiş sürecinde Thomas Mann, James Joyce, Wirginia Wolf, Samuel Beckett gibi yazarların eserleri hem ele aldıkları konular hem de bu konuları işleyiş biçimleriyle postmodern romanın köklerinde kabul edilirler. Modern ve postmodern zamanların büyüklere yönelik masalları olan fantastik anlatılar, anlamı okuyucuya hazır bir şekilde sunmak istemeyen yazarların, gerçeği dönüştürerek daha etkili kılma çabalarının bir sonucudur. Roman sürekli odak değiştirse de bir şekilde Bünyamin'in hikâyesine bağlanan parçalı anlatımının bir başka özelliği ise sıklıkla masalsı öğelere yer vermesidir. Bu masalsı öğeler, bilimsellik iddiası taşıyan modern tarihin kalıp ifadelerine karşı çıkışı ortaya koyması ve tarihin kurgusallığını hatırlatıp, edebiyat-tarih yakınlığını pekiştirmesi bağlamında önem taşır. Bunun dışında, resmi anlatılarda kendini ifade olanağı bulamayanların halk kültürüne sızan sesinin yeniden canlandırılmasını amaçlar. Fantastik türün edebiyata kazandırdığı metinlerde de gördüğümüz gibi, konu sınırı olmaksızın, yazarın ifadede imkânsızlığa düşmesini engelleyen bir aktarım aracı olarak fantastik, her dönemde alıcısı olan ürünler ortaya koyabilmektedir. İhsan Oktay Anar’ın romanları detaylı olarak incelendiğinde yazarın romanlarındaki konuları, anlatımı ve dili oluştururken hangi metinlerden yararlandığı kolayca anlaşılabilir. Yazar, Doğu anlatılarından etkilendiği kadar klasik Batı anlatılarından da etkilenmiştir. Bu yüzden sanatçının romanlarında, yoğun bir bilgi birikiminin yanında kurguyu ve dili klasik metinlere dayama çabasının izlerini de görmek mümkündür. Bunun sonucunda yazarın romanları, geleneksel-gerçekçi edebiyattan modernizme, oradan da postmodernizme uzanan bir değişim grafiğini göstermektedir. Genel olarak kullandığı çerçeve öykü tekniği sayesinde elindeki malzemeyi romanlarında usta bir şekilde isleyen İhsan Oktay Anar, felsefeci kimliğinin de etkisiyle özellikle kutsal metinlerden aldığı parçalar ile 28 kahramanlarına bir sorunsal oluşturmaktadır. Yazarın, kendini bir figür olarak metnine dâhil etmesi çözümü daha ilginç bir hale getirmektedir. Puslu Kıtalar Atlası, bir babanın, oğlunun maceradan maceraya serüvenini anlattığı bir roman değil, bir bireyin (Uzun İhsan Efendi) bilinçaltına attığı türlü arzu ve isteklerin bir çatışmaya dönüp rüyalarda zuhur bulmasıdır. Uzun İhsan’ın kendisinin cesaret edip de bir dünya haritası çizme isteğini rüyalarda yarattığı oğlu aracılığıyla gerçekleştirir. Fon olarak kullanılan tarihin ve zamanın içinde Tanrı-şeytan, şeytan-insan, ölüm-ölümsüzlük, iyilik-kötülük, evrensel değerler- yerel değerler etrafında oluşturulan bu sorunlar, kurgunun elverdiği ölçüde kahramanlar tarafından çözülmeye çalışılır. Postmodern romanda karşılaşılan ironi romanda isimlerle sağlanmıştı. Yaramazlığı ve kurduğu oyunlarla herkesi bezdiren Alibaz’ la “Alicanbaz Oyunu” na gönderme yapılmıştır. Puslu Kıtalar Atlası’ nda anlatım tekniklerinin hemen hepsi kullanılmıştır. İhsan Oktay Anar’ ın, Puslu Kıtalar Atlası romanında anlatıcı, bakış açısı ve anlatım teknikleri üzerine bir inceleme olan bu çalışmada anlatıcı, bakış açısı; ‘’tanrısal bakış açısı’’ olduğu görülmüştür. Postmodern romanda yazar doğrudan anlatıcı kişidir ve dışardan bir göz gibi olayı anlatır. Hikâye adeta bir tiyatro oyununa dönüşmüştür. Olaylar ve kahramanlar, okuyucuyla baş başa bırakılmıştır. Anlatıda yer verilen ve metnin yarattığı olası dünyayı, üzerinde uzlaşılan gerçeklik bağlamında tutarlı kılmayı sağlayacak süsler olarak değil; romanın öne çıkan karakterleri olarak sergilenirler. Korsanların, yangın gözcülerinin, esirlerin, bıçkınların, kalyoncu taifesinin, arayıcıların, dilencilerin, kumarbazların, lağımcıların, cellatların, kulamparaların, hırsızların ya da delilerin sesleri, gündeliğin sesini de kendinden türeterek, romanın inşa etmeye çalıştığı gerçekliğin vazgeçilmez hale gelmiştir. Puslu Kıtalar Atlası’ nda, İhsan Oktay Anar, kendisini başkahraman Uzun İhsan Efendi olarak romana dâhil eder. Montaj ve dış monolog tekniğinin sıkça kullanıldığı tespit edilmiştir. Ayrıca yazar, kahramanın ve dönemin psikolojisini daha iyi anlatabilmesi için leit motiv tekniğini başarılı bir şekilde yansıtmıştır. Roman, Uzun İhsan’ın rüyalarında gördüğü olayları anlattığından dolayı rüya, düş, uyku gibi kelimeler sıkça kullanıldığı gözlenmiştir. Çok fazla olmasa da Uzun İhsan Efendi’nin oğlu Bünyamin’i kafasında kurguladığı bir düş olduğunu anlatırken mektup tekniğinde yaralandığı görülür. İhsan Oktay Anar, Türk edebiyatında üslup, dil ve kurgu anlamında kendinden önceki hiçbir yazara benzemeyecek kadar farklı, yazdıkları başkaları tarafından da yazılamayacak kadar kendine özgü bir yazardır. Bu kendine haslık durumu, kendine özgü yarattığı dil, zekice kurgu, düş dünyası ve bir dolu ayrıntı onu farklı kılar. 29 KAYNAKLAR Aça, Mehmet; Gökalp, Halûk; Kocakaplan, İsa, Başlangıçtan Günümüze Türk Edebiyatında Tür ve Şekil Bilgisi, İstanbul: Kesit Yayınları, 2011 Ahmet Mithat, “Hikaye Tasvir ve Tahriri”, Kırkanbar ,S.4, 1873; Yeni Türk Edebiyatı Antolojisi III , (Haz.: M.Kaplan, İ.Enginün, B.Emil, Z.Kerman), İstanbul 1994 30 Aktaş, Şerif, Roman Sanatı ve Roman İncelemesine Giriş, Birlik Yayınları, 1984 Anar, İhsan Oktay, Puslu Kıtalar Atlası, İstanbul: İletişim Yayınları, 2013 Aytür, Ünal, Henry James ve Roman Sanatı, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2009 Bourneur, Roland; Quellet, Real, Roman Dünyası ve İncelemesi, çev. Hüseyin Gümüş, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları: 1085, Tercüme Eserler Dizisi, 1989 Çetişli, İsmail, Metin Tahlillerine Giriş 2 Hikâye-Roman-Tiyatro, Ankara: Akçağ Yayınları, 2009 Ecevit, Yıldız, Türk Romanında Postmodernist Açılımlar, İstanbul: İletişim Yayınları, 2001 Emre, İsmet, Postmodernizm ve Edebiyat, Ankara: Anı Yayınları, 2005 Moran, Berna, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 1, İstanbul: İletişim Yayınları, 1998 Özdemir, Gülseren, Metinlerarasılık Bağlamda İhsan Oktay Anar Romanlarının Geleneksel Anlatı Türleriyle İlişkisi, Ege Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü, II. Türk Dünyası Kültür Kongresi, 19-25 Nisan 2010 Tekin, Mehmet, Roman Sanatı, Ötüken Neşriyat, 2002 www.ihsanoktayanar.

Puslu Kıtalar Atlası Sınavını Online Çöz

Puslu Kıtalar Atlası   Kitap Sınavı Yazılı Test Soruları ve Cevap Anahtarı  

1.Aşağıdakílerden hangísí Arap İhsan’ın kolundakí dövme ífadelerínden bírídír? 

A) Ah mínelmevt

B) Ah mínelaşk

C) Aşk-ı memnu

D) Ah míneldüş

E) Aşk-ı sevda

 

2.Arap İhsan’ın Magríp’e yaptığı bír baskında esír aldığı ve onun heybetíne gölge düşürür nítelíkte olan 7 yaşındakí çocuğun adı nedír? 

A) Kubelík

B) Genç Osman

C) Alíbaz

D) Bünyamín

E) Dertlí

 

3.Alíbaz, yatağanla yaptığı gösteríden sonra hangí kahraman olarak anılmıştır? 

A) Zaloğlu Rüstem

B) Cemşíd

C) Tahmuras

D) İskender

E) Efrasíyab

 

4.“Gírdbad” adlı kasabada, özellíkle ínsanlara uğur getírdíğíne ínanılan mermer bloğun adı nedír? 

A) Adak taşı

B) Dílek taşı

C) Şans taşı

D) Uğur taşı

E) Píşmanlık taşı

 

5.Koynunda bulundurduğu íçín Arap İhsan’ı ölümden kurtaran ve Frenk lísanına vâkıf Kubelík’e tercüme ettírílmek ístenen kítabın adı nedír?

A) Zagon Üzeríne Düşünme

B) Zagon

C) Zagon Denemelerí

D) Zagon Üzeríne Öttürme

E) Zagonu Kuvvetlí

 

6.Uzun İhsan Efendí hangí sevdaya kapılmıştır? 

A) Dünyayı gezme

B) Dünya harítası yapma

C) Kítap yazma

D) Sultan olma

E) Baba olma

 

7.Alíbaz adlı esír çocuk, Uzun İhsan Efendí’yí gördükten sonra kendísínín hangí eylemí gerçekleştíremedíğíní ve üzüldüğünü hatırlamıştır? 

A) Özgürlüğüne kavuşmak

B) Ülkesíne dönmek

C) Sevdíkleríne kavuşmak

D) Saygıdeğer bír ínsan olmak

E) Rüya görmek

 

8.Alíbaz adlı esír çocuk hangí míllettendír? 

A) Kıptí

B) Acem

C) Tatar

D) Arnavut

E) Sırp

 

9.Aşağıdakílerden hangísí kıraathanelerde kahramanlık híkâyelerí okuyan taşmektep hocalarının özellíklerínden bírí değíldír? 

A) Seslerí gürdür.

B) Bír hecede takılıp kekelemezler.

C) Yazıyı sökmede yeteneklídí

D) Okurken verdíklerí aralarla kahve müdavímlerínín heyecanlarını doruğa ulaştırabílí

E) Kahve ahalísínín heyecanlarının doruğa ulaşmasına engel olurlar.

 

10.Bünyamín evleríne aldığı maymuna hangí ísmí takar? 

A) Müşterí

B) Yolcu

C) Esnaf

D) Satıcı

E) Oyuncu

 

11.Şehrín uykuda olduğu anda bíle saraydakí odada yüz altmış yıldır aralıksız okunmakta olan kítabın adı nedír?

A) Mesneví

B) Bínbír Gece Masalları

C) Kur’an-ı Kerím

D) Seyahatname

E) Battalname

 

12.Kıraat derecesíndekí çocukların yangın yerí olan arsada kurdukları çadırın sancağının üzerínde hangí íz vardır? 

A) Maví bír kuş

B) Kırmızı bír el

C) Güneş

D) Yıldız

E) Kartal

 

13.Ebrehe’nín teşkílatta okuduğu, etkílendíğí kítap ve bölüm aşağıdakí seçeneklerden hangísínde doğru verílmíştír? 

A) Poetíka -Tragedya

B) Poetíka -Komedya

C) Fízík – Yer Çekímí

D) Fízík – Zaman

E) Metafízík – Saf Fííl Olarak Tanrı

 

14.Kubelík’e fırlatılan ve bu fırlatmayla beraber Kubelík’ín meslek değíştírmesíne sebep olan araç aşağıdakí seçeneklerín hangísínde doğru verílmíştír? 

A) Kerpeten

B) Çekíç

C) Makas

D) Paşa

E) Pense

 

15.Bacağından vurulan casus Zülfíyar, Paşa’ya vermesí íçín Bünyamín’e ne fırlatır? 

A) Elmas

B) Altın

C) Kese

D) Mıknatıslı para

E) Kítap

 

Puslu Kıtalar Atlası Sınavını Online Çöz,Puslu Kıtalar Atlası test soruları, Puslu Kıtalar Atlası sınavını yap, Puslu Kıtalar Atlası kitap soruları,Puslu Kıtalar Atlası yazılısı,Puslu Kıtalar Atlası testi ve cevapları

 

Cevap Anahtarı :

1. B      2. C      3. E      4. E      5. D

6. B      7. E      8. A      9. E     10. A
11. C   12. B   13. D    14. A    15. D

Etiketler:Puslu Kıtalar Atlası kitap sorularıPuslu Kıtalar Atlası Sınavını Online ÇözPuslu Kıtalar Atlası sınavını yapPuslu Kıtalar Atlası test sorularıPuslu Kıtalar Atlası testi ve cevaplarıPuslu Kıtalar Atlası yazılısı

Giriş 

 

Edebiyat, başladığı tarihten günümüze kadar her zaman felsefenin sıkı bir takipçisi olmuştur. İki bin beş yüz yıl evveline dayandırdığımız Felsefe geleneği asıl olarak Parmanides’in “Fragmanlar”ında yani şiirlerinde tezahür etmiştir. Edebiyat ve felsefenin iç içeliği, yahut bir aradalığını Aristoteles’in Poetika’sında, Celaleddin Rumi’nin Mesnevi’sinde veya Goethe’nin Faust’unda görmek mümkündür. Çağdaş dönemde ise felsefe ve edebiyatın yolları yine modern bir tür olarak, belki de modernliğin mihenk taşı olarak kabul edebileceğimiz roman türünde kesişmiştir. Buna örnek olarak egzistansiyalizmin öncülerinden kabul edilen Jean Paul Sartre’ın romanları örnek verilebilir. Bunu Camus’nün Yabancı’sı, Alev Alatlı’nın Schrödinger’in Kedisi gibi misallerle çoğaltmak mümkündür. Kendisi de aslolarak felsefe ile iştigal eden İhsan Oktay Anar da büyülü bir gerçeklik ve yoğun bir sembolizm kullanarak kaleme aldığı Puslu Kıtalar Atlası romanında felsefi müktesebatı bütün kitabına sirayet ettirmiştir.Bu kitap, Anar’ın varlık karşısında kendini konumlandırdığı yeri sorgulaması olarak da ele alınabilir. “Varlık” meselesi, felsefenin başat konusudur. Varlığı ele almak için evvela bi epistemoloji dizgesinden söz etmek iktiza eder. Binaenaleyh; ontoloji, epistemolojiden ayrı düşünülemez. Zira varlığı ele alışımız, onu nasıl bildiğimizle doğrudan alakalıdır. Yazıda, evvela tarihi süreçte edebiyat ve felsefe ilişkisi ele alınacak, sonra incelenen roman üzerinden örnekler verilecek, son kısımda da yazının hülasası edilerek bir neticeye varılacaktır.

 

 Felsefe Neyi Sorar, Edebiyat Bunun Neresindedir?

Mevlana, “Soru, bilginin yarısıdır. Taşrada kalanın, sorma gücü yoktur. Soru da bilgiden doğar, cevap da. Tıpkı dikenin de, gülün de baçıktan bitmeleri gibi.” (Rumi, 2018) diyerek felsefenin doğuşuna yönelik bir girizgah yapmıştır. Demek ki soru sormak, felsefi birikimin başlarına tekabül eder. İnsan, tabiatı gereği sormak ve bilgiyi işlemekle malüldür. Bu hususta filozof Teoman Duralı, “Hayata ve olaylara bakarken, işe sorarak başlıyoruz.” Demiştir. Demek ki felsefe, insanoğlunun en temel ihtiyaçlarından biridir. Burada yazının esas konusu olan ontoloji meselesi felsefenin iştigal ettiği ilk konulardan biri olarak karşımıza çıkar. Ancak bilgi olmadan bir varlıktan, varlık olmadan da bir bilgiden söz etmek muhaldir. Bilgi, felsefenin alanına girer. “Hiçbir bilim, ‘bilgi nedir’ sorusunu sormaz (...) Oysa bilgi, hangi alanda olursa olsun, onun birbirinden ayrılmayan iki ögesi vardır: bunlardan birisi bilen (insan) öteki ise bilinen, bilinebilen, araştırılan (varolan şey)dir. (Mengüşoğlu, 2014) Bu cümleden de anlaşılabileceği gibi, varlık felsefesi ve bilgi felsefesi etle tırnak gibi birbirinden ayrılmayan bir bütündür. Varolanın dile gelmesi, sanat yoluyladır. Bunu en eski örneklerden en çağdaş örneklere kadar hemen hemen bütün edebî ve sanatsal çalışmada görmek mümkündür. Andrey Bazin, “Varlığın maddi görünüşlerini yapma bir şekilde saptamak, varlığı süre ırmağından çekip almaktır.” (Ayvazoğlu, 2015) diyerek bunu dile getirmiştir. Bu tanım belki daha çok resim, heykel gibi görsel sanatlar için söylenmiş olsa da, esas nesnesi dil ve anlam olan edebiyat, belki diğer sanatlar içinde hepsinden falza düşünce, pek tabii felsefeyle ilişkisi en yüksek olan daldır. Yazıda da örneklendireceğimiz roman türü, tevarüs ettiği edebiyat geleniği içinde belki en yüksek derecede modernliğin, dolayısıyla felsefenin hakim olduğu asırların ürünü olarak karşımızda durmaktadır. Roman, müellifinin içsel düşüncelerini hür biçimde ifade ettiği bir alandır. Modernlikle ilişkisi ise insan hak ve hürriyetlerinin diğer bütün her şeyden kıymetli bir hale geldiği bir çağa denk gelmesiyle doğrudan şekillenmiştir. Zira dogmatizmden, yahut kollektif kanunlardan en yüksek derecede soyutlanmış bir müellif, düşünce akışını en saf ve kesin haliyle sari eder. Mesela meşhur Alman şair Goethe, yazının girizgah kısmında da belirttiğimiz üzere, Faust isimli manzum eserinde, hikmet ve insanın yoldan sapışını anlatmak adına edebi bir yöntem kullanmayı tercih etmiştir. Halbuki belki de aynı fikirleri deneme yahut makale türünde neşretmek çok daha kolaydır. Burada Goethe’nin tercihi dikkate şayandır, zira o, varlık ve anlamın sanat yoluyla ifadesinin en dolaysız ve aktarımı kolay yöntem olduğunun bilincindeydi. Yazımın esas konusu olan Puslu Kıtalar Atlası da, üslup ve anlatı olarak bambaşka bir yöntem seyretmekle birlikte, Faust’un kaderini paylaşmaktadır. Doktor Faust ne kadar Goethe’yse, Uzun İhsan efendi de o kadar İhsan Oktay Anar’dır. 

 

Puslu Kıtalar Atlası’nın İzinde 

Oldukça geniş bir ölçeği ihata eden Puslu Kıtalar Atlası her ne kadar felsefi sorgulamarla ilerlese de başka birçok farklı konudan bahsetmekte ve bunlardan beslenmektedir. Aslında Uzun İhsan Efendi isimli kahramanın içsel sorgulamaları esnasında bir yandan da pek çok muhtelif havadisin dönmesi okura her daim “Sen varsın, burada, bu kitabı okumaktasın ancak öbür yandan dünya dönmeye, kuşlar uçmaya devam ediyor.”fikrini sürekli olarak hatırlatmaktadır. Bu meyanda, romanın temposunun bir hayli yüksek olduğunu söylemek gerekiyor. 

 

Uzun İhsan Efendi’nin düşünce dünyasına bir yolculuğa çıkacak olursak; kitabın 55. Sayfasında oğlu Bünyamin’e söylediği, itiraf niteliğindeki şu söz mezkur kahramanın zihni yapısını faş eden bir örnek olarak karşımıza çıkar: 

“Ama bilmek ve şahit olmak en büyük mutluluktur. Macera ise büyük bir ibadettir; çünkü O’nun eserini tanımanın başka bir yolu olduğunu bulabilmiş değilim. Kendi payıma ben dünyayı rüyalarımda keşfetmeye çalıştım. Bu yeterince cesur olmadığımın bir göstergesi olabilir. Aynı hatayı senin de yapmanı istemiyorum, sana izin veriyorum, git.” (Anar, 2015)

Burada, Uzun ihsan Efendi’nin felsefinin temelinde yatan varlık ve varlığını anlama mevzusuna verdiği önem görülmektedir. O, yaşadığı dünyayı ve bunun üzerinden kendini keşfetmeye çalışmaktadır. Demek ki Uzun İhsan Efendi, bilgi ve onu işlemekle kendini varetmeye çalışmıştır. Ancak bu işi rüyalar aleminde yaptığı yolculuklarla yerine getirmeye çalışmış ve tam manasıyla kani olamamıştır. Bu sebeple kendi oğluna verdiği tavsiye, “yaşamak”tır. Tıpkı bir üst kısımda misalini verdiğimiz Dr. Faust gibi. Faust, henüz kitabın girişinde, masasının başına oturmuş İncil’i baştan tercüme etmektedir. Orada, “Önce söz vardı.” (Yuhanna, 1) olarak dilimize kazandırdığımız cümleyi, “Önce eylem vardı” diye tercüme ederek bir manada Uzun İhsan Efendi’nin “Macera ibadettir.” Diyerek dile getirdiği fikri desteklemektedir. Bir ikinci önemli mevzu ise, Uzun İhsan Efendi’nin kitapta “Rendekar” ismiyle karşımıza çıkan Rene Descartes’in fikriyatıyla olan ilişkisidir: 

“Ne var ki ben, kendimle ilgili bazı meseleleri hâlâ çözebilmiş değilim. Rendekar düşünüyor olmasından varolduğu sonucunu çıkarıyor. Ben de düşünüyorum, dolayısıyla varım ama kimim? Galata’da, Yelkenci Hanı bitişiğinde ikamet eden Uzun İhsan Efendi mi, yoksa bugünden tam üç yüz sekiz yıl sonra, sözgelimim İzmir’de oturan mahzun ve şaşkın adam mı?”. (Anar, 2015, s. 237) 

Bu sözlerle Uzun İhsan Efendi, Rendekar’ın düşünceleriyle olan ilişkisini kamil manada dile getirmiş, aynı zamanda da “İzmir’de oturan mahzun ve şaşkın adam” ifadesiyle okura ana kahraman ve müellif ilişkisini aşikar etmiştir. 

“Kimim?” sorusu bir yana, aynı şekilde İhsan Efendi, Descartes’ın “Düşünüyorum, öyleyse varım” ifadesinden kendi varlığı dışında hiçbir şeyi ispatlayamayacığı sorunsalıyla karşı karşıya kalmıştır. İhsan Efendi’nin düşlere dalarak başlattığı macera, bu sorgulamarın sonucuna tekabül eder. Gördüğü düşlerden sonra İhsan Efendi, “Düş gördüğümden şüphe edemem, düş görüyorum o halde ben varım” fikrini söyler. (Anar, 2015, s. 45)

Kitap boyunca devam ettirdiği sorgulamalarını İhsan Efendi en sonunda “Sizler, hepiniz, içinde yaşadığımız dünya, Konstantiniye, her şey, sadece ve sadece benim düşüncemde varsınız. Rendekar yanılıyor: Düşünüyorum, ama sadece ben var değilim. Düşündüğüm için asıl sizler varsınız; sizler ve içinde yaşadığımız dünya” (Anar, 2015, s. 127) cümlesiyle tebarüz ettirmiştir. Yani Uzun İhsan Efendi, belki kendi varlığının anlamına ulaşamasa da, dış dünyanın bilgisine belli nispette ulaşmayı başarmıştır. Lakin bunu ancak Rendekar’ın nazarını tersyüz ederek başarmıştır. 

 

Sonuç 

 

Tdk sözlüğüne göre “Bir konuda soyut düşünüş.” (Komisyon, 2016) olarak tanımlanan felsefe, varlığı ve anlamı sorgulayan en temel bilgi kaynağıdır. Anlam’a ilişkin sorular, meseledir. Mesela karşılaştığımız bir eşyayı, “Bu ne?” diye sorduğumuzda, biri, “Bu masa.” Derse, sorumuz da, ona verilmiş cevap da, zaman ile mekan bağlamında yer alan, elle tutulur, gözle görülür, demek ki somut bir varolana ilişkindir. Fakat, “masa ne demek?” şeklinde sorduğumuzdaysa artık somut bir varolana ilişkin konuşmuyoruz.” (Duralı, 2017) Buradan da anlaşılabileceği gibi, anlama içkin olanı, yani somut bir varolana ilişkin olmayanı konuşabilmek, belli bir düşünce serüvenini gerektiriyor. Her türlü sanat faaliyeti, bu serüvenin başlıca kahramanı konumundadır. Edebiyat ise bu kahramanların mihmandarıdır. İhsan Oktay Anar, ontolojik ve epistemolojik sorgulamalarını Puslu Kıtalar Atlası isimli romanında Uzun İhsan Efendi adını verdiği kahramanıyla kendini özdeşleşitrerek bunu vücuda getirmiştir. Kitapta fikirlerine çokça değinilen Rendekar, ana kahraman olmasa bile, düşünce eylemine verdiği yönle, kitabın leitmotivi konumundadır. İhsan Efendi’nin oğlu Bünyamin ise, İhsan Efendi’nin kendi ifadesiyle “cesaret edemediği” soruşturmaları yapma cüretini gösterecek kahramandır. Bünyamin için Uzun İhsan Efendi’nin eksik kalan felsefesini hitama erdirecek şahıs olarak bakmak mümkündür. Post modern romanın önde gelen örneklerinden kabul edilebilecek olan Puslu Kıtalar Atlası, hem yaptığı onto-epistemolojik sorgulamalar, hem de müellifin kitap boyunca tempoyu düşürmeden kullanmayı başardığı tarih içindeki büyülü bir gerçeklikle alanında başarılı bir eserdir. İlaveten, müellifle baş kahramanın bütünleşip yazarın felsefi serüvenini kahraman üzerinden okura da yaşatması hasebiyle, iyi bir kurmaca olmasının yanında, felsefi arka planı da güçlü bir kitaptır. 

 

Hamza Taha Baba

 

Kaynakça 

 

Anar, İ. O. (2015). Puslu Kıtalar atlası. İstanbul: İletişim. 

Duralı, T. (2017). Sorun Nedir. İstanbul: Dergah. 

Mengüşoğlu, T. (2014) Felsefeye Giriş. İstanbul: Doğu Batı. 

Ayvazoğlu, B. (2015) Aşk Estetiği. İstanbul: Kapı.


AddThis
 
1. Aşağıdakilerden hangisi Arap İhsan’ın kolundaki dövme ifadelerinden biridir? 

A) Ah minelmevt 

B) Ah minelaşk 

C) Aşk-ı memnu 

D) Ah mineldüş 

E) Aşk-ı sevda 

2. Arap İhsan’ın Magrip’e yaptığı bir baskında esir aldığı ve onun heybetine gölge düşürür nitelikte olan 7 yaşındaki çocuğun adı nedir? 

A) Kubelik 

B) Genç Osman 

C) Alibaz 

D) Bünyamin 

E) Dertli 

3. Alibaz, yatağanla yaptığı gösteriden sonra hangi kahraman olarak anılmıştır? 

A) Zaloğlu Rüstem 

B) Cemşid 

C) Tahmuras 

D) İskender 

E) Efrasiyab 

4. “Girdbad” adlı kasabada, özellikle insanlara uğur getirdiğine inanılan mermer bloğun adı nedir? 

A) Adak taşı 

B) Dilek taşı 

C) Şans taşı 

D) Uğur taşı 

E) Pişmanlık taşı 

5. Koynunda bulundurduğu için Arap İhsan’ı ölümden kurtaran ve Frenk lisanına vâkıf Kubelik’e tercüme ettirilmek istenen kitabın adı nedir? 

A) Zagon Üzerine Düşünme 

B) Zagon 

C) Zagon Denemeleri 

D) Zagon Üzerine Öttürme 

E) Zagonu Kuvvetli 

6. Uzun İhsan Efendi hangi sevdaya kapılmıştır? 

A) Dünyayı gezme 

B) Dünya haritası yapma 

C) Kitap yazma 

D) Sultan olma 

E) Baba olma 

7. Alibaz adlı esir çocuk, Uzun İhsan Efendi’yi gördükten sonra kendisinin hangi eylemi gerçekleştiremediğini ve üzüldüğünü hatırlamıştır? 

A) Özgürlüğüne kavuşmak 

B) Ülkesine dönmek 

C) Sevdiklerine kavuşmak 

D) Saygıdeğer bir insan olmak 

E) Rüya görmek 

8. Alibaz adlı esir çocuk hangi millettendir? 

A) Kıpti 

B) Acem 

C) Tatar 

D) Arnavut 

E) Sırp 

9. Aşağıdakilerden hangisi kıraathanelerde kahramanlık hikâyeleri okuyan taşmektep hocalarının özelliklerinden biri değildir? 

A) Sesleri gürdür. 

B) Bir hecede takılıp kekelemezler. 

C) Yazıyı sökmede yeteneklidirler. 

D) Okurken verdikleri aralarla kahve müdavimlerinin heyecanlarını doruğa ulaştırabilirler. 

E) Kahve ahalisinin heyecanlarının doruğa ulaşmasına engel olurlar. 

10. Bünyamin evlerine aldığı maymuna hangi ismi takar? 

A) Müşteri 

B) Yolcu 

C) Esnaf 

D) Satıcı 

E) Oyuncu 

11. Şehrin uykuda olduğu anda bile saraydaki odada yüz altmış yıldır aralıksız okunmakta olan kitabın adı nedir? 

A) Mesnevi 

B) Binbir Gece Masalları 

C) Kur’an-ı Kerim 

D) Seyahatname 

E) Battalname 

12. Kıraat derecesindeki çocukların yangın yeri olan arsada kurdukları çadırın sancağının üzerinde hangi iz vardır? 

A) Mavi bir kuş 

B) Kırmızı bir el 

C) Güneş 

D) Yıldız 

E) Kartal 

13. Ebrehe’nin teşkilatta okuduğu, etkilendiği kitap ve bölüm aşağıdaki seçeneklerden hangisinde doğru verilmiştir? 

A) Poetika -Tragedya 

B) Poetika -Komedya 

C) Fizik - Yer Çekimi 

D) Fizik - Zaman 

E) Metafizik - Saf Fiil Olarak Tanrı 

14. Kubelik’e fırlatılan ve bu fırlatmayla beraber Kubelik’in meslek değiştirmesine sebep olan araç aşağıdaki seçeneklerin hangisinde doğru verilmiştir? 

A) Kerpeten 

B) Çekiç 

C) Makas 

D) Maşa 

E) Pense 

15. Bacağından vurulan casus Zülfiyar, Paşa’ya vermesi için Bünyamin’e ne fırlatır? 

A) Elmas 

B) Altın 

C) Kese 

D) Mıknatıslı para 

E) Kitap 

16. Yakalanmamak için kaleden kaçan Bünyamin’in akıbeti ne olur? 

A) Yara almadan kurtulmayı başarır. 

B) Bir kolu kesilir. 

C) Vücudunun çeşitli yerlerine mermi isabet eder. 

D) Bacağından vurulur. 

E) Demir halkalardan örülü zırh, yüzüne yapışır ve yüzü paramparça olur. 



17. Uzun İhsan Efendi’nin kendisine keşif için bulduğu yol aşağıdaki seçeneklerden hangisinde verilmiştir? 

A) İstihareye ve rüyaya yatmak 

B) Uzun yolculuklara çıkmak 

C) Denizaşırı yolculuk yapmak 

D) Coğrafya kitapları okumak 

E) Müneccimlere danışmak 

Puslu Kıtalar Atlası (İhsan Oktay Anar) Kitap Sınavı Yazılı Test Soruları 18-34 ve Cevap Anahtarı için tıklayınız...

Puslu Kıtalar Atlası (İhsan Oktay Anar) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili ve Kişiler için tıklayınız...

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası