ayetel kürsi risale i nur / Ramazan Risalesi Yedinci Nükte / Prof. Dr. Himmet UÇ | | seafoodplus.info

Ayetel Kürsi Risale I Nur

ayetel kürsi risale i nur

“MENDERESBİZİ ANLAMADI”     (Cemal Kalyoncu)-AKSİYON

Bediüzzaman’ın ‘Tillo’dan bana bir yardımcı gönder’ diyerek dua etmesinden 70 yıl sonra onunla tanışıp, tam yedi yıl boyunca yanında bulunan Said Özdemir, Risalelerin ilk baskılarını da yapan kişidir. Said Özdemir’in hikayesi yılında Tillo’da başlıyor. Hani şu evliyalar diyarı ve bugünkü adı Aydınlar olan Tillo’da. Tillo’da halkın analisanı o zamanlar Arapça’dır. Bunun için Said Özdemir de, Türkçeyi ilk defa 11 yaşında iken geleceği Ankara’da öğrenecektir.

İmtihana girerek üçüncü sınıftanbaşlar ilk eğitimine. İsmet Paşa ve Devrim İlkokulları’ndan sonra Ankara Gazi Lisesi’ni (birincilikle)bitirir, İstanbul Teknik Üniversitesi makine fakültesine başlar. Buradaki iki yılın sonunda kendisinebir isteksizlik gelir. Ankara’ya geri dönüp, Diyanet İşleri’nde hocalardan gerekli dersleri alarakDiyanet Müşavere Kurulu önünde vaizlik/müftülük imtihanını verir (). Özdemir böylece,Çeşme’den sonra Tayyar Altıkulaç tarafından gönderileceği ve bir yıl kalarak yılındaKırıkkale’de iken malulen emekli yapılacağı vaizlik/müftülüğe adımını da ilk olarak Ankara gezicivaizi yapılarak atar: “Diyanet’te iken İskender Göçer isminde bir zat geldi. Bu zat çok harika şeyleranlatıyordu. Diyordu ki; ‘Ben Peygamber’i (sav) görüyorum. Hz. Ali, Hz. Hüseyin’i görüyorum. Banadiyorlar ki ‘Sen evladımızsın. İleride sen Mehdi olacaksın. Ve geçmiş olan peygamberlerin hayatınıbirer birer sinema film şeridi gibi gözümün önüne getiriyorlar. Filan zamanda filan peygamber gelmiş vekavmiyle böyle mücadeleler etmiş’. Biz de İslamiyete bir aşk ve şevkle bağlı olduğumuz için ‘ArtıkMehdi’yi bulduk’ havasında ona sarıldık. Adeta bir müridi gibi olduk iki sene. Yol mühendisiolduğundan, iki senenin sonunda Konya’da bir iş aldı ve oraya gitti. Ben de Diyanet’ten izin alarakyanına gittim. Yine o anlatıyor ben dinliyorum. Fakat bir ara benim kalbime bir şüphe düştü. Kendikendime dedim ki ‘Hakikaten bu zat Mehdi olacak mı? Ya olmazsa benim hayatım boşa gidiyor?’ Budüşünce kafamda büyümeye başladı. Sonra hatırıma geldi ki bu işi ancak Bediüzzaman Hazretleriçözer. Bu zat hakikaten Mehdi olacak mı olmayacak mı? Bediüzzaman Hazretleri ben doğmadan bizimköye gelmiş. Orada Hasiye Kümbedi diye mübarek bir hanımın ibadet ettiği bir kümbet var. ZemzemHasiye namı ile mübarek bir hanım. Onun ibadet ettiği bir mekan var böyle bir tepe üseafoodplus.infoüzzaman Hazretleri orada üç ay kalmış. Ki benim dedem onu görmüş, onun hatıralarını vekerametlerini anlatıyordu hep. Onun için küçüklüğümden beri ona karşı içimde saygı, sevgi, birhürmet vardı. Nihayet o kişiye de konuyu açıyor ve ‘Bediüzzaman Said Nursi diye bir zat var, Allah’ınbüyük kullarından bir zat. Gidelim onu bir ziyaret edelim’ diyorum. O da ‘Olur’ diyor. Hemen pederetelgraf çektim geldi, üçümüz Konya’dan bir arabaya bindik ve Isparta’ya gittik. Üstad Hazretleri ozaman Isparta’da idi. Fakat vakti ayarlayamamışız, yatsıdan sonra gitmişiz oraya. ‘Olsun’ dedi ‘BizBediüzzaman’ın evini bulalım, ziyaret edelim.’ Kapıyı çaldı bizim Mehdi ve karşısına SungurAğabey çıktı. Ona dedi ki ‘Ben Mehdiyim. Peygamberimizden selam var, Bediüzzaman Hazretleri ilegörüşmek istiyorum.’ Tabii bu biraz durakladı ‘Mehdi kapıya gelmiş’ diye. ‘Üstad yatmış,uyandıramayız’ deyip kapattı kapıyı. Kapıyı kapatınca ‘Olur mu?’ dedi ‘Ben buraya kadar geleyimve görüşmeyeyim.’ Tekrar kapıyı çaldı. Bu sefer rahmetli Bayram kardeş çıktı. Mehdi olduğunusöyleyerek tekrar ‘Görüşmek istiyorum’ dedi. O da ‘Üstad hazretleri elektriği söndürmüş, yatmış,uyandıramayız’ deyince o da kapıyı kapattı ve bu sefer biraz daha kızgın halde ‘Ben buraya kadargeleyim, görüşmeyeyim. Daha gelmem’ dedi. Ben de bir otele gidelim’ dedim ‘Yarın geliriz.’Sabahleyin bizim otel kapısı açıldı ve Üstad Hazretlerine hizmet eden Ceylan geldi. Dedi ki ‘Üstadbeni gönderdi. Siz üç kişiymişsiniz. Ama bana ‘Üç kişi getirmeyeceksin, iki kişi getireceksin’ dedi.‘Kimi götüreyim?’ Biz pederle birbirimize baktık, o da ‘Ben zaten gelmeyecektim’ dedi. Ceylan’ınarkasına takıldık ve Üstad Hazretleri’nin huzuruna gittik. Orada Üstad Hazretleri’nin elini öptüseafoodplus.infoıldı bize ve beni görünce ‘Nerelisin?’ dedi. ‘Tillo’ dedim. ‘Kardeşim’ dedi ‘Ben tam 70 sene evvel Tillo’daydım. Orada 20 bin büyük zat var. Onları şefaatçı kılarak ‘Buradan bana bir yardımcı çıkar’diye Cenab—ı Hakk’a dua etmiştim. Demek Cenab—ı Hakk seni gönderdi.’ Neyse oturduk, hatıralaranlattı hayatından. 31 Mart hadisesini anlattı. Ondan sonra o ilk Meclis’e çağırılıp hayır dualaredişiyle ilgili hatıralarını anlatıyor. Sonra bakıyor ki orada iş birliği yapamayacak. Trene biniyor veVan’daki Erek Dağına çıkıyor ve mağarada kalıyor. Bunları filan anlattı, daha bir çok hadiseler vehatıralar anlattı”

Daha sonra onun talebelerinden olacak Said Özdemir, Bediüzzaman Said Nursi iletanıştığında yıl ’tür: “Bu arada ben dedim ki ‘Üstadım ben bu memleketten gideceğim.’ ‘Nereye gideceksin?’ dedi. Ben dedim ‘Ya Mekke—i Mükerreme’ye ya Medine’ye gideceğim.’ ‘Niye gideceksin?’ dedi. ‘Benim acizane kanaatime göre bu memleket gittikçe bozuluyor’ dedim.‘Kardeşim’ dedi ‘Ben Mekke—i Mükerreme’de veya Medine—i Münevvere’de olsa idim Türkiye’yegelirdim. Çünkü âlem—i İslâmın kapısı Türkiye’dir.’ ‘Bu kapı açılacak, âlem—i İslâm açılacak’dedi. ‘Onun için buradan gitmek katiyen caiz değil’ dedi. Üstad öğleye kadar hatıralar anlattı böyle,çıkarken de peder dayanamadı ve Mehdiden bahsetti ona. ‘Bizim oğlan da ona kapılmış gidiyor’ dedi.Üstad Hazretleri de ‘Kardeşim’ dedi ‘Onunla meşgul olmayın. Size zarar getirir.’ Öyle deyince benimkalbimden silindi. Ve biz yanından çıktıktan sonra Sungur Ağabey’e demiş ki ‘Onlarla beraber gelenzat meczup.’ Hakikaten beş gün üst üste bozmadan oruç tutuyordu. Az yiyor, az içiyor, ibadet seafoodplus.info bu kadar aç kalma, susuz kalma bir cezbe haline gelmişti.”

Özdemir, Bediüzzaman vefat edene kadar tam yedi yıl boyunca onun çok yakınındakilerden biri olur, hatta o kadar güvenini kazanır ki,Said Nursi, ona bir vekaletname bile verir: “Hem parmak izi var, hem eski yazıyla, hem de yeni yazıylayazılmış. Şöyle diyor ‘Ben gayet hasta ve perişan olduğum için gayet müstekim ve sadık bir vekilisteyordum. Cenab—ı Hakk’a hadsız şükür olsun ki bana tam bir hakiki kardaş, müstekim ve sadık Tillolu Said’i verdi. Ben de onu hakiki ve her cihetle bana ve Risale—i Nur’a hizmet için tevkilediyorum. Benim vekilimdir. O, ne yapsa ben yapıyorum gibi kabul ediyorum. 8 Ekim , İmza:Gayet hasta Said Nursi.”Said Özdemir, Tillo’da yaşamış Mücahidler ailesi olarak bilinen, yöre halkı tarafından Halidi olarak adlandırılan bir aile şeceresine sahiptir: “Halidiler Hz. Halid bin Velid’edayanır. Bizim sülale yedinci babadan peygamberin sülalesine ulaşıyor.” Özdemir’in büyükanne tarafıda Abbasi’dir: “Hz. Peygamber Efendimiz’in (asm) amcası Hz. Abbas’a gider o sülale.” Babası Osman Özdemir ise hayatını Ankara’da Orman Dairesi’nde memuriyetle kazanan birisidir: “’de vefat etti.Üstad Hazretleri’nin duasına mazhar oldu kendisi.”

Said Özdemir, henüz beş yaşında iken validesivefat ettiğinden, onu büyükannesi Sitti Hanım ve dedesi İsmail Bey büyüseafoodplus.info yılBediüzzaman’ın yanında bulunan birisinin, Said Özdemir’in anlatacağı hadise ve hatırat tabii ki azolmayacaktır. Bundan sonra sözü sık sık, hayatını Risale—i Nur’ların neşriyatına adamış Mehmet Said Özdemir’e bırakacağım. Böyle yaparken amacım, aradan çıkarak sizi onunla başbaşa bırakıpbir sohbet havasını yakalayabilmenize imkan sağlamak

Ancak ondan önce Said Özdemir’e deVan’daki Erek Dağı’nda iken Said Nursi’ye hizmet eden Hamit Hoca tarafından anlatılan bir hikayeile başlayalım, bu uzun, heyecan verici, çileli ve örnek hayatı anlatmaya: “Üstad ilk Meclis’inaçılışında dua etmek için çağrıldıktan sonra oradan ayrıldığında Van’a, Erek Dağı’na çıkıyor vemağarada kalıyor. Orada mühim bir hadise geçiyor. Şarkta Kün aşiret reislerinden Kör Hüseyin Paşanamıyla bir paşa geliyor. Hatta küçük torba olarak da altın getiriyor ve Üstad’ın önüne koyuyor.‘Hazret’ diyor ‘Bu benim zekatımdır. Bunu talebelerine dağıt.’ Bunun üzerine Üstad da ‘Paşa’ diyor‘Sen fıkıh okumadın mı? Zekat, bulunduğun memleketin fakirlerine dağıtılır. Kaldır onu oradan,benim ihtiyacım yok.’ Paşa kaldırıyor ve diyor ki ‘Ben sizden fetva almaya geldim. Atlar hazır,silahlar hazır.’ ‘Silahlar, atlar ne için?’ diyor Üstad, ‘Kiminle harb edeceksiniz?’ Cevap veriyor Paşa;‘İşte Türklerle.’ ‘Onların dini ne?’ diyor Üstad. ‘İslam.’ ‘Sizin dininiz ne?’ ‘İslam.’ ‘BenMüslümanı Müslümana çarpıştıran bir fetva bilmiyorum’ diyor. ‘Katiyen ayağa kalkmayın, kalkıp dabu işe giriştiğiniz takdirde mağlub olup, perişan olacaksınız’ diyor. Bunun üzerine ‘Eyvah’ diyorPaşa, ‘Benim belimi kırdın. Şimdi ben nasıl diğer aşiret reisi paşalarının yanına giderim? ‘Paşakorktu’ diyecekler.’ Bunun üzerine Üstad da ‘Paşa’ diyor ‘Dünyada korktu desinler de ahiret seafoodplus.info’ın azabından kork.’ Ve öylece onlar da isyana kalkışmıyorlar ve bu suretle belki de binlercekişi ölümden kurtarılmış oluyor.

Bu konu maalesef istismar ediliyor. Halbuki isyanı durduran bizzatÜstad orada.”Bediüzzaman Said Nursi, bu gibi halkı yatıştırıcı daha bir çok hadisenin başkahramanıdır. Bunlardan biri de Said Özdemir’in yaşadığı bir olaydır: “Üstad, Menderes’e hakikatençok ehemmiyet veriyordu. Ama bazıları diyorlar ki ‘Efendim işte partisine rey verdi.’ Hayır. Partisi ilehiç alâkası yoktu. Üstad Hazretleri Menderes’te İslami bir hüviyet görüyordu.” Üstad, Menderes’eolan bu muhabbetini ona dua ederek de ortaya koyar: “ yılında bizim İzmir’de bir mahkememizvardı, Risale—i Nurlardan dolayı. Rahmetli Atıf Ural kardeşimizle beraber dönüşte Üstad’a uğradık.O gece ders yapıyordu ve ders esnasında Üstad Hazretleri dedi ki ‘Bu gece Menderes’e dua ettim.’ Biztabii önce bir şey anlamadık.

Ertesi sabah gazetelerde ‘Menderes kaza geçirdi, fakat kurtuldu’ diyehaberler vardı. Sonradan anlıyoruz ki, o anda Menderes’in uçağı Londra’da düşüyor ve parçalanıseafoodplus.info—ı Hak onun, bir ağaca takılıp kurtulmasını sağlıyor. Yine o gece Üstad dedi ki ‘Said yarın seninle Ankara’ya gideceğiz.’ Tabii biz hayret ettik, Ankara’ya niye gideceğiz? ‘Peki’ dedim ‘Üstadım.’Böyle durdu biraz tekrar söyledi ‘Yarın seninle Ankara’ya gideceğiz’ diye.” Ertesi sabah o zaman Bediüzzaman’a ait olan, bugün ise Isparta’da bulunan ve halen Said Özdemir’in üzerine kayıtlıbulunan Model Chevrolet arabasına binerek (Daha sonra taksinin sadece taksi plakasını satarak5 bin adet büyük Sözler’i basarlar — Emektar Chevrolet ayrıca 25—30 sene boyunca da risaleleri taşımakta kullanılır) Konya üzerinden Ankara’ya doğru yol alırlar.

Ancak, Konya polisi SaidNursi’nin Konya’ya geleceğini haber alınca yolu keser. Halk da Üstad’ı görüp elini öpmek içinmeydanı doldurmuştur. Üstad, Mevlânâ Hazretleri’ni ziyaret etmek ister. O gün müze kapalı olmasınarağmen, müdür Mehmet Önder orada bulunup ‘Ben ona açacağım’ der: “Üstad yalnız gireyim seafoodplus.infoşinde de sivil polisler var. 10—15 metre ilerledi, kıbleye döndü. Orada mezarlar var, ellerinikaldırdı, dua ediyor. Ağlıyor Üstad ama niye ağlıyor bilmiyoruz. Demek ki üzüntüsünden fazlagidemedi. Orada polislere ‘Kardeşim’ dedi, ‘Sizin bu aldığınız tedbire teşekkür ederim.’ Çünkü orada binlerce insan, elini öpmek için bekliyor. ‘Fakat şunu bilin ki’ dedi ‘Biz sizinle vazife arkadaşıyız.

Biz, suçlar meydana gelmeden ferdin kalbine manevi bir yasakçı polis koymak suretiyle onu suçlardankoruyoruz. Siz suçlar meydana geldikten sonra..’ Sonra döndü bana, ‘Ankara’ya gidecektik fakat buhadiseler gösterdi ki benim düşündüğüm vakit daha gelmemiş’ dedi.”Söz yine Said Özdemir’de: “Onuniçin Üstad, Menderes’te gördüğü o İslami hüviyeti geliştirip ‘İslami bir icraat, yahut da Risale—iNurları ya maarif eliyle yahut da Diyanet eliyle neşrettirebilir miyim?’ diye çok arzu etti. VeMenderes’e eski Isparta Milletvekili Tahsin Tolu Ağabey’i gönderdi.

‘Söyle, Risale—i Nurları, bu iman hakikatlarını maarif yoluyla bazı kitaplara din bilgisi olarak koysunlar ve bu suretle yetişen gençlik imanlı olarak yetişsin’ diye Menderes’e git söyle’ diyerek onu gönderdi. Veyahut da ‘Diyaneteliyle basımını yapsınlar’ dedi. Menderes de Tolu’yu dinliyor ve ‘Git’ diyor ‘Diyanet Reisi’ne söyle.’Halbuki kendisi telefon edebilirdi. Etmedi. Tahsin Ağabey de Diyanet Reisi Eyüp Sabri Hayırlıoğlu’na—çok çekingen, mübarek bir zattı— gidiyor ve Menderes’in söylediğini anlatıyor. Diyanet Reisi de‘Efendim’ dedi ‘Ben Celal Bayar’a bir sorayım.’ Celal Bayar’ın arkadaşı idi. O getirmişti onu orayazaten. Her neyse Celal Bayar’a da soramıyor.

O zaman Diyanet’e amir olarak hükmeden Menderes’inMüsteşarı Ahmet Salih Korur vardı. Diyanet’e o bakıyordu. Ona da soruyor, ‘Menderes emirgöndermiş Risale—i Nurları biz basalım diye.’ O da kızıyor ve ‘Hayır’ diyor ‘Katiyen olamaz, değilmi ki onun eserleri basılamaz.’ Öyle kalıyor. Tabii Üstad üzülüyor. Üstad Hazretleri sonradan Menderes’e bir mektup gönderiyor. Mektubu bize gönderdi ve biz onu teksir ettik. Gerek Menderes’e,gerek bakanlara, gerekse milletvekillerinin masalarına koymak suretiyle hepsine tebliğ ettik.”—Orijinali duruyor mu sizde?“Maalesef durmuyor. Ama mealen mektupta diyor ki ‘Menderes seninbaşına büyük bir felaket geliyor. 27 Mayıs’ı işaret ediyor Bu felaketten iki büyük sadaka ilekurtulabilirsin. Çünkü malumunuz hadis—i şerif var. ‘Sadaka belayı def eder, ömrü uzatır’ diye.” Sene’dur: “Üstad Hazretleri ’un orta aylarında Ankara’ya geldi. Beyrut Palas’ta üç—dört günkaldı.

O arada milletvekilleri ve bazı büyük zatlar onu gelip ziyaret ediyorlardı. Kendisi ondan sonratekrar Emirdağ’a döndüler. Oradan da İstanbul’a geçip birkaç gün kaldıktan sonra tekrar Ankara’yageldiler. O anda tabii bütün medya Üstad’dan bahsetmeye başladı. Türkiye’de adeta bir Nur havasıesti. İnönü bunun üzerine dedi ki ‘Menderes Said Nursi’yi seçim propagandası için gezdiriyor.’Bunun üzerine Menderes de emir veriyor ki ‘Bediüzzaman bir daha Ankara’ya gelmesin. Gelirse de sokmayın’ diye.

Bizim haberimiz yok. Bir gün biz Ulus’taki dersanede namazdan sonra yatmışız. Birde baktık emniyet yetkilileri 10—15 kişi olan bizleri alıp Ankara emniyetinin en üst odasınaçıkardılar. Neden getirdiklerini de söylemiyorlar. Meğer Üstad gelecek, onlar sokmayacak, biz ‘yokgirsin’ diyeceğiz

Üstad Hazretleri Gölbaşı’na kadar geliyor ve emniyet müdürü de yolunu kesiyor‘Efendim Ankara’ya girmeyeceksiniz’ diyor. Üstad da ‘Niye? Ben tevkif değilim, hapis değilim. Şuanda kanunlara göre bütün Türkiye’yi gezebilirim. Ki bu keyfi bir emir.’ diyor. Emniyet müdürü‘Kusura bakmayın biz emir kuluyuz’ deyince Üstad bu sefer ‘Bakın kardeşlerim’ diyor ‘Ben hayattahiçbir emniyet ve asayişi bozan bir harekete girmedim. Eğer emniyet ve asayişi bozan bir olaya sebepolursam, bu olaya masumlar da karışabilir ve öldürülür.

Halbuki Kur’an tutan bir el hiçbir masumunhakkını ziyana sebep olamaz. Onun için biz hayatımızda her türlü sıkıntıyı, işkenceyi, hakaretiçektik, ta ki emniyet ve asayiş bozulmasın diye. Ankara’ya girmeyeceğim’ diyor ‘Fakat sizin için iyiolmayacak.’ Üstadı geri döndürüyorlar ve Polatlı’ya kadar takip ediyorlar. Sonra da gelip biziçıkartıyorlar. Ben hemen o gece otobüse binip Emirdağ’a gittim. Üstad beni görünce ‘Kardeşim’ dedi‘Menderes bizi anlamadı. Bizim ona olan himmetimizi, duamızı bilmedi. Benim gözümde elmastancam parçasına düşmüştür. Ben yakında gideceğim —vefatından 2—3 ay evvel, yılının belkiocak, şubat ayları. Vefatını da haber veriyor— onlar da böyle olacak, (ellerini iç içe geçirerek ters yüzyapıyor) yani tersyüz olacak’ dedi. Hakikaten Üstad 23 Mart’ta vefat etti. 27 Mayıs’ta da ihtilaloldu.”

HAFTAYA:

* Bediüzzaman kendi eserlerini niye para ile satın alıyor?
* Said Özdemir’in maruzkaldığı suikastler.
* Ceylan Çalışkan’a şiir yazdıran meşhur 'çanta hadisesi’.
* Ankara Radyosu ve EGO’da yayınlanan Risale reklamları.
* Üstad Hasretleri’ne ‘Said beraat etti’ dedirten radyo vaazı.
* Said Özdemir’in Bediüzzaman'la son görüşmesi.
* Bediüzzaman’ın, mezarının yerinin bilinmesiniistememesi

seafoodplus.info?name=News&file=article&sid=

  

‘SAİD BERAAT ETTİ’ 

Elle ve teksirle Nurlar’a olan talebi karşılamak zorlaşınca Bediüzzaman, Said Özdemir’den eserlerin matbaada basılmasını ister. Matbaada basılan ilk eser olan Sözler’e 25 lira fiyat biçilmiştir ve o kendi eserini ihlasa uygun olması için bu bedeli ödeyerek satın alır

Geçen hafta, İstanbul Teknik Üniversitesi’ni ikinci sınıftan terk ederek vaizlik/müftülük imtihanına giren ve Ankara’da vaizlik yapmaya başlayan M. Said Özdemir’in, Said Nursi ile tanışmasını anlatmış ve Bediüzzaman’ın Adnan Menderes ile ilgili düşüncelerine yer vermiştik. Said Özdemir, Bediüzzaman’la ilgili hatıralarını anlatmaya devam ediyor: Yıl Said Özdemir, Bediüzzaman’a zaman zaman yaptığı ziyaretlerden birini yapmaktadır: “Bana dedi ki ‘Kardeşim artık Risaleleri ne elle ne de teksirle yetiştiremiyoruz. Çok talep var. Risale—i Nurlar’ın matbaada basılması hususunda manevi ihtar aldım.” Bediüzzaman, büyük Sözler’in daktilo edilmiş hali ile birlikte bin lira birikmiş parasını da vererek risalelerin basımının yapılmasını ister: “Ankara’da Atıf Ural, Mustafa Türkmenoğlu, Salih Özcan ve diğer bazı kardeşlerle birlikte Türkiye’de ilk defa Ayyıldız Matbaası’nda Risale—i Nur’lar basıldı ve o büyük Sözler’i ben ciltlettim. Sonra onu Üstad’a götürdük. Kalktı, bana sarıldı. Kitabı bağrına bastı. Odada dönüyor. Sanki dünyaları bağışlamışsınız gibi. ‘Değil mi ki bu eserler bu gelen gençliğin okuyup anlayacağı bir lisanla eline geçti. Elhamdülillah ben vazifemi yaptım’ dedi.” Üstad, kitabın fiyatını sorar. Kitabın satış fiyatı 25 liradır: “Üstad’dan almak istemiyoruz. ‘Üstadım’ dedim ‘sizin kendi eseriniz. Hem bu işte sizin de paranız var. Para mı vereceksiniz?’ ‘Evet kardeşim’ dedi ‘Bu işte ihlas olması için kendi eserimi, kendi paramla almam lazım.’ 25 lirayı verdi ve bir tek Sözler aldı. Dedi ki ‘Yalnız her 25 lirayı verene de vermeyin. 25 kişiye okutturacağım diyenlere verin.’ Demek ki esas fiyatı oydu. O bize misal oldu. İhlasnur Neşriyatı da bizzat o kurdu.” (Bugün internette ilk yer alan sitelerden de biridir. seafoodplus.info—seafoodplus.info)

Bütün Risale—i Nur külliyatı böylece basılmaya başlanır. Basım aşamasında, Said Özdemir ve arkadaşları forma forma örnek alıp Bediüzzaman’a ulaştırarak, yanlışları olup olmadığını da kontrol ettirmektedirler: “Formayı hemen Emirdağ’a ulaştırıyoruz. Üstad Hazretleri de gelen formayı hemen Zübeyir Ağabey’e veriyor, kendisi de eski yazıdan takip ediyor, doğru dizilip dizilmediğini kontrol ediyordu. Bütün külliyat böyle basıldı. O zaman hasta idi, çok mühim zatlar gelir fakat görüşemezdi. Ama ‘Ankara’dan forma gelmiş’ dediler mi, kim getirmişse ‘Hemen gelsin’ derdi. Onun için kardeşler Üstad’la görüşmek amacıyla ‘Aman abi, Üstad’a götürülecek forma var mı?’ diye gelirlerdi. Üstad Hazretleri o basım zamanı için ‘bayramımız’ diyordu. Çok seviniyordu. Hatta yanındakiler anlatıyordu ‘Sözleri gördükten sonra ‘Ya Rab bana ömür ver, Mektubat’ı da göreyim’, Mektubat’ı da gördükten sonra ‘Ya Rab ömür ver Lemalar’ı da göreyim’ diyormuş. Böyle bütün eserler için Cenab—ı Hakk’tan niyaz ediyordu, ‘Ömrümü uzat, bütün eserleri göreyim, ondan sonra huzuruna geleyim’ diye. Hakikaten de öyle oldu. Fakat çok hadiselerle karşılaştık.”

Said Özdemir 8—10 defa hapislere girer çıkar. Bunların çoğu da ’tan sonradır. ’lerden sonra açılan dava sayısı ise, önceki dönemlere göre çok daha fazladır: “’un sonlarında bir mecmua bastırdığımızda matbaacı bir formayı bize bir formayı da emniyete veriyormuş.” Bu olay neticesinde 33 gün içeride tutulur Özdemir: “Tarihçe—i Hayat’ı yanındaki talebeleri hazırlamışlar. İçinde Üstad Hazretleri’nin hakikaten gördüğü bazı kerametler de vardı. Üstad onları kaldırmış yerine risalelerden mektuplar, lemalar koymuş. Bunun üzerine gittiğimde dedi ki ‘Kardeşim bu 20 mecmua kuvvetinde oldu.’ 20 mektubat, Lemalar, Sözler gibi. ‘Bu Tarihçe—i Hayat’ı da basacaksınız, ancak bastırdıktan sonra belki sizin için bir hapis var. Fakat sizin için beraat olacak.” Tarihçe—i Hayat basıldığında yıl ’dir. ’te, içindeki bir cümleden dolayı yayınlayan ve kaleme alanlara hapis cezası verilir. 1,5 yıl ceza alan Özdemir, bu süreyi Ulucanlar, Ayaş ve Sivrihisar Cezaevleri’nde doldurur. Cezaevinde iken yetkililer nedense ya komünistlerle ya da azılı katillerle beraber aynı koğuşta bulunmak durumunda bırakır onu ve onun gibi muhafazakâr düşüncedekileri.. Ulucanlar Cezaevi’nde iken, bir katil, daha önce kendisini dövdürmüş bir emniyet müdürüne benzettiği Özdemir’i öldürmek ister: “Allah seni korudu. Bıçağı hazırlamıştım, yatınca seni öldürecektim’ dedi.”

‘Suikast düzenliyorlar’

Said Özdemir bir kaç defa daha ölüm tehlikesi atlatır. Ama bunların bir kısmı bilinçli bir şekilde tertiplenmiş ölüm tehlikeleridir. Özdemir, 27 Mayıs ’dan sonra Çeşme Müftülüğü’ne tayin edilir. Cemal Gürsel zamanıdır. Said Özdemir, o sıralarda Ali Gürbüz, İsmail Ambarlı, Muzaffer Deligöz gibi arkadaşları ile birlikte bir dava gazetesi olan İhlas gazetesini çıkarmaktadır. Ancak Gürsel bu gazeteyi kapatır. Ardından İzmir’de Zülfikâr’ı çıkarırlar. O da kapanınca Uhuvvet yayına başlar. Faruk Güventürk onlara karşı cephe alanların başında gelmektedir. İşte bu zamanda İzmir’de bulundukları bir dönemde bir suikastle karşı karşıya kalır: “Tabii biz anladık suikast yapacaklar diye.” Özdemir bu sırada Çeşme Müftüsü’dür: “Bir gün müftülüğe geldiğimde içeriye büyük bir engerek yılanı koymuşlar. Doktora sorduk, ‘yılan soksa anında öldürecek kadar tehlikeli imiş’ dediler.” Bütün bunlardan sonra istifa etmeye karar verir, kaymakamı arar: “Kaymakam buradan gidemezsin’ dedi. Yetmedi, Emniyete gidip beni bırakmamaları gerektiğini söyledi ‘Hakkında tahkikat var’ dedi. Halbuki yoktu öyle bir şey.”

Meşhur çanta hadisesi

Said Özdemir’in başından, Said Nursi’nin talebelerinden Ceylan Çalışkan’ın da ‘Ağustos’un dördüncü haftası/Said ve çantası/Birinci şubeden bırakıp kaçtı/Başımıza sevaplı belâlar açtı/’ diye şiir bile yazacağı meşhur bir de ‘çanta hadisesi’ geçmiştir. Orada da ölümden dönmüştür Özdemir. Bediüzzaman’ın vefatından sonra Ankara matbaalarında kitap basmak çok daha zorlaşır. Onun için Özdemir ve arkadaşları da yeni baskıları Eskişehir’deki Yeşilnur Matbaası’nda yapmaya karar verirler: “O sırada İstanbul’a gitmemiz gerekti. Eskişehir’deki risalelerin formaları ve klişeleri benim çantamda idi. İstanbul’da açılan ilk dersanede arkadaşlarla beraber otururken evde arama yapmaya geliyorlar. Çantadakileri bulurlarsa Eskişehir’deki matbaa belli olacak. Ve basılan eserler de müsadere edilecek.” Said Özdemir bu nedenle çantayı göstermek istemez. Polis bunu fark edince de ‘Arama izniniz olmadan çantayı aratmam’ der. Bu sefer 10—15 kişi topluca Sirkeci’deki Emniyet Müdürlüğü’ne götürülür. Kapıda da bir nöbetçi vardır: “Ben gidiyorum’ dedim. ‘Kapıda polis var, nasıl gedeceksin?’ dediler. ‘Allah kerim’ dedim. Ayetel Kürsi’yi okudum Kapıyı açtım ve çıktım, adam görmedi.” Özdemir yakındaki Hocapaşa Camii’ne gider ve çantayı orada boşaltır. Yıl ’dir. Emniyet Müdürlüğü’ndeki yetkililer ‘çantalı adamın’ nereye gittiğini araştırır, ancak oradan nasıl çıkıtığını fark eden yoktur. İyice sinirler gerilir. Emniyet’te Güneşin Oğlu lakaplı ateist bir komiser Özdemir’i bulmak için yemin bile eder. Bu arada Emniyet yetkilileri, Necdet Elmas adında dönemin en önemli gangasterlerinden olan bir kişiyi bulmak için de kimlik kontrolleri yapmaktadır. Ancak, Özdemir’in Ankara’ya gitmek için bindiği otobüsün şoförü, yolun sıkıştığını görünce yan yollardan Ankara yoluna çıkış yapınca o da kimlik kontrolünden yakalanmadan geçer ve Ankara’ya gider. 15 gün sonra Emniyet Müdürlüğü’nden bir yazı gelir. Özdemir’in tekrar İstanbul’a götürülmesi istenmektedir: “Beni götüren polise dedim ki ‘Benim bir saatlik işim var. Bana izin ver bir saat sonra emniyetin önünde buluşalım.” Özdemir bir camiye gider: “70 Ayetel Kürsi okudum. Gittik. Emniyette Güneşin Oğlu dedikleri komiser geldi arkama bir vurdu, 8—10 kişi daha üzerime yürümeye başladı. Tam o sırada 1. Şube Müdürü kapıyı açtı ‘Bunun kılına dokunmayacaksınız, ifadesini alın, hücreye koyun’ dedi.” İş askeri idareye devredilince Özdemir de Gümüşsuyu’ndaki Askeri Hapishane’ye gönderilir: “Orada şartlar çok şiddetli idi. Ne abdesthane var, yemeği bile mazgaldan veriyordular.” Burada bir hafta kaldıktan sonra Sultanahmet Kapalı Cezaevi’ne nakledilir: “45 gün kaldım orada ve hiç kimse sormuyor bizi. gün bir rüya gördüm. Üstad Hazretleri, yağız bir ata binmiş, elinde kılıç, böyle surları yıkıyor, bir yer açıyor ve elimden tutuyor. Dedim ‘Bu sabah bir şey var inşaallah.’ O sabah hakim çağırdı beni. Dosyamı incelemiş. ‘Ben Emirdağ’da hakimlik yaptım. Bediüzzaman Hazretleri’ni tanırım. Çok mübarek bir zat. Dosyanda birşey yok. Tahliyeni yazacağım’ dedi.” Said Özdemir böylece çıkar cezaevinden. Bu şekilde belirli aralıklarla, 6 ayı da geçen cezalar alınca memuriyetten de uzaklaştırılır Özdemir. Ama daha sonra, bunlar yüz kızartıcı suç olmadığından dolayı memuriyete geri döner: “Risale—i Nur’dan dolayı zarar olmaz. Ben kaç defa girdim hapse. Memuriyetten çıkardılar. Maaş kesildi, bir ara borçlandık bin lira kadar. Ancak hapisten çıkınca bir yerden hiç minnetsiz bin lira geldi.”

Said Özdemir’in başından geçenler bunlarla sınırlı değildir. Dava uğruna geçen hayatında bakın daha neler yaşamıştır. Bir keresinde Ankara garına ilan asar o ve arkadaşları: “Yüksek merdivenleri getirdik, işçi elbiselerini diydik. Ankara Garı’nda ilan afişi astık. Sonra Ankara Belediyesi’nin yolcu taşıma otobüsleri olan EGO’da 40 otobüse reklam verdik. 40 adet renkli levha yaptırdık. ‘İman insanı insan eder, belki insanı sultan eder’ Risale külliyatından. İsteme adresi Pk. Ankara diye. Bir hafta gezdirdiler onları. İzin almıştık ama bunları koyacağımızı bilmediler. 15 sene sonra onları bulduk, şimdi depoda duruyorlar.” Said Özdemir ve arkadaşları bir de Ankara Radyosu’na ilan verirler: “O zamanlar sıkı zamanlardı. Memlekette yalnız Ankara Radyosu vardı. Gittik, görevliye ‘Reklam vermek istiyoruz’ dedik. Görevli ‘30 kelime, bir günlüğü lira’ dedi. ‘Al sana lira, üç gün olsun’ dedik. ‘Ne zaman olsun? dedi. ‘Herkesin evine geldiği, çayını, kahvesini içtiği saat 8’de olsun’ dedik. Herkes radyoların başına geçti. Hakikaten o saatte spiker aynen şunu okudu: ‘Risale—i Nur, Risale—i Nur, Müellifi Büyük İslam Mütefekkiri Bediüzzaman Said Nur. Sözler, Mektubat, Lemalar, Tarihçe—i Hayat, Mesnevi—i Nuriye çıkmıştır. İsteme adresi Pk. Ankara.’ Tekrar ‘Risale—i Nur, Risale—i Nur, Müellifi Büyük İslam Mütefekkiri Bediüzzaman Said Nur’ dedik ve bütün düya duydu. Ertesi gün yine radyonun karşısındayız, baktık yok. Üçüncü gün oldu, yine yok. Celal Bayar telefon açmış bizzat. Ama o bir gün yetti bize.”

‘Said Beraat etti’

Said Özdemir’in bir de o dönemde radyoda vaazı vardır, unutamadığı anıları arasında: “Risaleleri basmak için Seka’dan kağıt alıyorduk. Çünkü orada daha ucuzdu. Fakat belirli gruplar daha sonra bize kağıt vermemeye başladılar. Genel müdürle tartıştık. Benim canım sıkıldı ve ağlamaklı bir şekilde çıktım dışarıya, ‘Bu memleketin evlatları için kitap basacağız ama bize kağıt vermiyorlar’ diye kendi kendime söyleniyorum. Bir hafta sonra, benim tam o bulunduğum yerde bir vapur battı ve — çocuk şehit oldu. Onların babaları mevlit okutmak istedi. Ben de o zaman resmi vaizim. Valiliğe müracaat ettim ve kabul edildi beraat gecesi mevlit okunacak radyoda, ben de vaaz yapacağım. Üstad Hazretleri’ne telgrafla durumu bildirdim. O gece Hacı Bayram Camii’nde ben çıktım kürsüye. Radyo idaresinden birisi geldi ‘Senin konuşmanı iptal ettiler. Zaman vermemişler’ dedi. Ben de ‘İsteseydiniz verirlerdi’ dedim. Başladım Mektup’tan, Tarihçe’den bazı kısımları okumaya. Vakit 10 dakika idi, 25 belki 30 dakikayı buldu bizim konuşmamız. Üstad Hazretleri de taksideki radyodan dünya kulağı ile dinlemiş ve çok hoşuna gitmiş ve ‘Said beraat etti’ demiş.”

Özellikle ’ten 85’lere kadar Risaleler’e yönelik takibatlar devam eder. Ancak kesinleşmiş bir karar yoktur ortada. ’te dönemin içişleri bakanına durum anlatılır —belki ilk yayınlandığında alınması gereken karar geç de olsa alınır— ve artık Risale—i Nur’larla ilgili tahkikat yapılmamasına karar verilir.

Askerliğini —50 yılları arasında yapan Özdemir, ilk önce Bolayır’da iki ay, sonra Tire’de bir yıl ve son olarak da Ankara’daki yedek subay okulunda altı ay bulunarak tamamlar. Evliliğini ise ’de Rahime Hanım’la gerçekleştirir. Rahime—Said çifti üçü kız üçü erkek tam altı çocuk getirir dünyaya. Kemaleddin, Cemaleddin, Fethullah, Nuriye, Hediye ve Nurefşan: “Kemaleddin’i, Nuriye’yi, hanımı götürdüm, Üstad’ı gördüler.”

‘Üstad son görüşmemiz olduğunu biliyordu’

“Üstad’a zaman zaman gidiyorduk. Ben her gidişimde ‘Yanında kalayım, Üstad’a hizmet edeyim, daima dersinde bulunayım, sohbetinden feyz alayım’ diye düşünürdüm. Fakat Üstad benim bu niyetimi anlardı ve ‘Ankara’daki hizmet daha mühim’ derdi. Çünkü orada basılıyordu eserler. O gün öyle demedi. Demek son görüşmemiz olduğunu bilmiş.” O gün Said Nursi, Said Özdemir’e şunları söyler: “Kardeşim bu gece benim misafirimsin. Benim yemeğimi yiyip benim yatağımda yatacaksın.’ Ben tabii hayret ettim. Sohbet ettik. Yalnız başına yemek yerdi. Akşam namazından sonra şöyle avuç kadar bir kap içinde yoğurt, pirinç, yumurta gibi bir karışım, bir menemen gibi, onun yarısını yedi, kalan yarısını getirdi ve ‘Yarısını yiyeceksin, yalnız kabı yemeyeceksin’ dedi ‘Bana lazım.’ Latife yapıyor yani. ‘Peki’ dedim ‘Üstadım.’ Biraz sonra baktım yorganını getirdi ‘Burada yatacaksın’ dedi. Demek son görüşmemiz olduğunu biliyor. ‘Kardeşim sana son vasiyetim’ dedi. Ben yine anlamadım. ‘Hizmeti düşünmeyin’ dedi, ‘Cenab—ı Hak bu hizmeti yaptıracaktır. Sizin düşüneceğiniz uhuvvet, muhabbet, ittihad ‘ Elini öptüm, ayrıldım. Baktım halen beni takip ediyor. Gözden kayboluncaya kadar iki elini birden güle güle der gibi salladı. Geldim ben hapse girdim. Hapisteki üçüncü günümde o da İsparta’dan Urfa’ya gitti, orada vefat etti.”

— Üstad Hazretleri vefatından sonra kabrinin bilinmesini istemedi. Siz biliyorsunuz değil mi?

“Biliyorum ama Şöyle oldu. Üstad Hazretleri hayatta iken bize bir mektup geldi. Cenab—ı Hak’tan niyazım odur ki benim kabrimi birkaç talebemden başka kimseye bildirmesin. Sual ediliyor ‘Efendim kabriniz bilinirse Fatiha okurlar.’ O da ‘Fatiha bir nurdur. Ben nerede olursam o bana yetişir’ diyor. ‘Fakat bu zamanda Ya Rabbi şu yatan kulun hürmetine bir hacetim var, şu hastamı iyi et diyeceğine, sanki o kabirde yatandan istekte bulunuyor ki bu ihlasa aykırıdır.’ Üstad Hazretleri onun için diyor ki ‘Hayatım boyunca ihlas düsturunu kendime prensip ihdas ettiğim için vefatımdan sonra da ihlas düsturunun devamını Cenab—ı Hak’tan niyaz ediyorum. Kabrimin birkaç talebemden başka kimseye bildirilmesini istemiyorum.’ Şimdi tabii biz o zaman zannettik ki Üstad vefat edince hemen cenazesini alıp kimse görmeden bir yere götüreceğiz.” Öyle olmuyor. Vefatından tam gün sonra yetkililerin emri ile Bediüzzaman’ın küçük kardeşi Abdülmecid Efendi’nin refakatinde bir uçağa bindirilerek bilinmeyen bir yere götürülüyor. Abdülmecid Efendi, hem yaşı ilerlemiş hem de gece olduğundan nereye gömüldüğünü bilmiyor: “Daha sonra kardeşler ve abiler bakıyorlar ki, Üstad Hazretleri kendi arzu ettiği yere götürülüp gömülmüş.”

seafoodplus.info?name=News&file=article&sid=

 

AYETÜ&#;L-KÜRSÎ

Bakara suresinin ikiyüzellibeşinci ayeti. Ayette geçen kürsî tabirinden dolayı bu ismi almıştır. Kur'an-ı Kerîm'in bütünü içinde ayrı bir fazîleti olan bu ayet hakkında Resulullah'tan bazı hadisler nakledilmiştir.

Muhammed b. İsâ'dan nakledildiğine göre İbnü'l-Aska' şöyle der:

"Adamın biri Hz. Peygamber'e gelip Kur'an'ın en faziletli ayeti hangisidir?' diye sordu. Resulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: Âllah'u Lâilâhe illâ huve'l-Hayyu'l-Kayyûm " (Müslim, Müsafirîn, ; Ebû Dâvûd, el-Huruf ve'l-Kiraa, 35; İbn Hanbel, V, ). Başka bir hadiste de: "Kur'an'ın en faziletli ayeti Bakara suresindeki Âyetü'l-Kürsi'dir. Bu ayet bir evde okunduğu zaman Şeytan oradan uzaklaşır. " (Tirmizî, Fedâilü'l-Kur'an, 2)

Resulullah (s.a.s.) bir defa Ka'b oğlu Ubey'e, ezberinde olan ayetlerden hangisinin daha yüce olduğunu sormuş, "Allah ve Resulu daha iyi bilir" cevabını alınca, soruyu tekrar etmiş, bunun üzerine Ubey, bildiği en yüce ayetin "Allahu lâ ilâhe illâhüve'l-Hayyu'l-Kayyûm" olduğunu söylemiştir. Resulullah (s.a.s.) aldığı cevaptan memnun olarak Ubey'in göğsüne vurarak Ey Ebû Münzir! İlim sana kutlu olsun. " buyurmuştur. (Ebû Dâvûd, Vitir,17) Ayrıca Hz. Peygamber (s.a.s.) "Âyetü'l-Kürsî Kur'ân âyetlerinin şahıdır" buyurmuştur. (Tirmizî, Fedâilü'l-Kur'an, 2)

Bu ayet-i kerîmede Cenâb-ı Allah'ın yüceliği, sıfatları, kâinatta meydana gelen büyük olayların tamamen onun iradesi doğrultusunda vukû bulduğu, onun isteği ve izni olmadan hiç bir kimsenin başkasına şefaat edemeyeceği, O'nun kürsüsü, göklerde ve yerdekilerin ona ait olduğu hakkında bilgi verilmektedir. Meâli şöyledir:

Allah (İbadete en lâyık olandır), Ondan başka ilâh yoktur. Diridir (ezeli ve ebedîdir), Kayyumdur (yaratıkların bütün işlerini düzenleyicidir. Yaratmada, rızık vermede mahlûkâtın yegane sahip ve hâkimi olup her şey onun sayesinde ayakla durur) Onu ne bir uyuklama alır, ne de uyku. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi onundur. O'nun izni olmaksızın yanında kim şefaat edebilir? O, (bütün yaratılmışların) önlerindekini (dünyadaki bütün yaptıklarını, açıklaytp gizlediklerini), arkalarındakini (Ahirette olacak Şeyi) bilir. Onun ilminden, kendisinin dilediğinden başka hiçbir şeyi kavrayamazlar. O'nun kürsüsü (ilmi) gökleri ve yeri kuşatmıştır. Ve onların (göklerin ve yerin) korunması O'na ağır gelmez. O, çok yüce çok büyüktür. "

Ahmed AĞIRAKÇA

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir