lapa lapa kar doldu hep yollar şarkısı dinle / Fatih ALTUN - Hudut Gazetesi

Lapa Lapa Kar Doldu Hep Yollar Şarkısı Dinle

lapa lapa kar doldu hep yollar şarkısı dinle

Zor günlerimde hep sen yanımda vardın

14 Ekim -

Geçen gün, İstanbul’da artık nesli tükenmiş birer canlı olarak nitelendirilebilecek ‘taksi’lerden birinde, Moda’nın neresi olduğunu bilmeyen bir şoförle yolculuk ediyorum. Bağdat Caddesi’ne inen sokaklardan birinin köşesinden binip de “Moda’ya lütfen” dediğimde, Cadde’ye çıkma arifesinde olan genç şoför, “Sağa mı sola mı?” diye soruyor. Şaka mı yapıyor diye hayretle dikiz aynasından suratına bakarak, “Cadde tek yön, sağa sapmak zorundasınız” diyorum, “Ha” diyor. Çiftehavuzlar civarında, “Düz mü devam ediyoruz, bir yere sapacak mıyız?” diye sorduğunda, sabrımı dizginlenmesi icap eden bir at gibi yularından çekerek sakin kalmaya çalışıyorum. “Kadıköy’e gitmenin başka yolu yok, dümdüz devam edeceksiniz” dediğimde klasik yanıt geliyor: “Ben buranın taksisi değilim, hayatımda Kadıköy’e iki kez geldim.” Söylenecek çok şey var ama kendimi yormak istemiyorum. Susuyorum. O sırada radyoda bir şarkı çalmaya başlıyor. İnsanı hemen yakalayan tuhaf bir nakarata sahip.

“Bilmem mi? Zor günlerimde hep sen yanımda vardın” diyor bir adam. Telefonumun hafızası kapağı tam kapanmamış bir blenderdan dışarı fışkıran meyveler gibi olduğundan Shazam’sız bir dünyada yaşıyorum ve merak ettiğim şarkıları ancak ve ancak yakalayabildiğim sözlerinden bazılarını Google’a yazmak suretiyle bulabiliyorum. “Zor günlerimde…” yazdığım an karşıma Sefo - Bilmem mi? yanıtı çıkıyor. Şarkıyı Spotify’dan açıp dinemeye başlıyorum. Son zamanlarda başvurulan bir sürü klişe düzenleme motifine sahip olsa da acayip akılda kalan bir şarkı bu. Garip bir çekiciliği var, üst üste defalarca dinleme isteği uyandırıyor, ki zaten Spotify’da yaklaşık 60 milyon, Youtube’da ise (klipsiz olmasına rağmen) yaklaşık 80 milyon dinlenmiş. 

“Zor günlerimde hep sen yanımda vardın…” Şarkıda sevgiliye söylenen bir söz bu. Ve yarım kalan bir ilişkide -kim sebep oldu bilinmez- bu cümle ya sitem barındırıyor ya şükran; tam anlamıyorum. Zaten çok da önemli değil. Çünkü bana şu soruyu sorduruyor: Zor günlerimde yanımda kim vardı? Ve aklıma en yakınlarım, ailem, dostlarım, sevdiklerim kadar etkili biri geliyor: Müzik. En kırgın, umutsuz, öfkeli ya da basitçe sıkkın olduğum zamanlarda bir tuşa dokunarak kulaklarıma, oradan kalbime, mideme (çünkü bazen tüm yükler orada birikir ve Rennie dışında bir ilacın o ağrıyı dindirmesi gerekir) ve ardından ruhuma nüfuz eden melodilerin ve sözlerin gücünü düşünüyorum. Bu, anlatılması o kadar zor ve yaşaması o kadar kolay ve mucizevi bir şey ki… Taksi şoförüne sinirlendim çünkü olmayacak sorular soruyordu, işini iyi yapmıyordu, bunun farkında olmayı tercih etmiyordu ve yedi aydır sürdürdüğü bu meslekte Türkiye’nin en meşhur caddelerinden birinin tek yön olduğu bilgisine sahip olmama eksikliğini giderecek ‘dersini çalışma’ eylemiyle ilgilenmiyordu. Ama o sırada radyoda bir şarkı çaldı ve taksi şoföründen yola çıkarak ülke geneline yayabileceğim ‘liyakatsizlik’ çukuruna kafa yormamı engelledi. 

Müzik, üzgün olduğum zaman gözyaşlarımı temizledi; kızgın olduğumda öfkemin başını okşayarak onu yatıştırdı, umutsuz olduğumda yeniden başlayabileceğimi hatırlattı. Baştan sona arındırdı beni. Ülkemizden sıklıkla ‘eğlence mazotu’ sayılan ve ilk kalemde gözden çıkarılan bir sanatın kimi zaman hayat kurtardığını biliyor musunuz? Hayattan vazgeçmeye karar veren insanların bazen o sırada dinledikleri bir şarkı sebebiyle tekrar hayata tutunduklarını duydunuz mu hiç? Ben duydum. İki melodi, üç söz zannedilen ‘şey’in en etkili terapist, antidepresan, yol gösterici, motivasyon koçu olduğuna şahit oldum. Bir şarkıya tutunarak en zor zamanlarını atlatan sayısız insanın hikayesini dinledim. Bazen bir konser sonrası yanıma gelip hayatlarının çok zor bir dönemini bir şarkımla el ele tutuşarak geçtiklerini anlatan dinleyicilerim oldu. Bunun sadece bana özel olmadığını, birçok müzisyenin aynı şeyi yaşadığını biliyordum. Tıpkı birçok müzisyenin bir başka müzisyenin şarkısıyla bunu başardığını bilmem gibi…

İnsanların bir şarkıyı ‘repeat’e alıp saatlerce, günlerce, haftalarca dinlediklerini, içlerindeki zehri bu şekilde akıttıklarını ya da akıtmaya çalıştıklarını biliyorum. Müziğin kudretinin indirgenmeye çalışılan yerden fersah fersah ötede olduğunu da. Biliyorum, biliyoruz. Bunu hiçbir şeyin değiştiremeyeceğini de. Ne hala ’te susturulması, ne aylarca yapılmasına müsaade edilmemesi, ne de ilk kalemde gözden çıkarılması bunu engelleyebilir.

Ülkede bazı şeyler sürekli olarak normalize edilmeye çalışılıyor, daha da çalışılacak. ’te susan müzik, hala susmak zorunda olan müzik, bizim telefonlarımızda, bilgisayarlarımızda, yeri gelince koro halinde bir barda, olmadı kafamızda ve ruhumuzda çalmaya devam ediyor. Çünkü bazen tüm yükler biriktikçe birikiyor. Ve bir ilacın onu yatıştırması gerekiyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Bir seçim daha bitti. “Bir sonraki seçime kadar biraz olsun soluklanabiliriz” diye hayal kuranlara yanıt 31 Mart ’ten geliyor çünkü o gün de yerel seçimler var. 10 ay sonrasından bahsediyoruz ama zaman göz açıp kapayıncaya kadar geçtiğine ve hazırlıklar da birkaç ay öncesinden başladığına göre, nasıl olduğunu bile anlamadan bir seçim maratonuna

Bu yazıyı hayatlarımızın artık “kader anı” olarak kabul edilen o tarihe yani 14 Mayıs’a bir hafta kala yazıyorum. Sohbetlerimize ve WhatsApp gruplarımıza yarı şaka-yarı karamsar tonlarda sıklıkla düşen, “Olmadı yüzerek Yunanistan’a…” “İlk uçakla Avrupa’ya…” cümlelerine karşı “Her şey çok güzel olacak” ve “Birleşe birleşe kazanacağız” cümlelerinin s

Zor bir hafta oldu. Olmaya da devam ediyor. Beklenmedik haberlerin en kötülerinden biriyle, ani bir kayıpla hayatlarımız, sektörümüz alt üst oldu. ’den beri dergilerde, gazetelerde yazan, çok çeşitli mecralarda yöneticilik ve danışmanlık yapan, konserler düzenleyen, projeler üreten müzik insanı, gazeteci, yazar, psikolog Tolga Akyıldız’ın pat d

6 Şubat depreminin ardından Türkiye’nin her köşesine hakim olan dayanışma ruhu müzik sektöründe de dalga dalga yayılıyor. Felaketin ardından göz yaşartıcı bir azimle seferber olan halkın ve duyarlı kuruluşların yardımları bölgeye ulaşırken müzisyenler, organizatörler, mekanlar ve müzik emekçileri de düzenledikleri konserlerle destek toplamaya devam

Çetin Altan’ın 28 Nisan ’ta ülke kaynarken kaleme aldığı köşe yazısı şu cümleden ibaretti: “Bugün canım yazı yazmak istemiyor.” Başka hiçbir şey yoktu köşesinde. Öyle bir yılgınlık, öyle bir tükenmişlik, memlekette olanların ruha kazınmış yarası… 63 yıl sonra aynı duygudayım. Ne yazacağımı bilemeyerek bilgisayarın başına oturdum. Nereye gideceğ

Bundan birkaç hafta önce, salondaki kanepede bilgisayarıma gömülmüşken birden komşunun televizyonundan Fatih Altaylı’nın sesinin geldiğini duydum. Bu durum, ya kulaklarımın çok iyi duyduğunun ya da evin duvarlarının ince olduğunun bir göstergesi olabilir bilmiyorum ama o an bilgisayarda her ne yapıyor isem bırakıp hemen BloombergHT’yi açtım. Bu ace

“İyiyim. Hayır değilim. Her şey çok güzel olacak. Yok olmayacak. Her inişin bir çıkışı var. Bu inişin sonu yok.”  Bunlar Türkiye’de yaşayan sıradan bir vatandaşın bir gün ya da bir hafta içerisinde aklından geçirdiği cümlelerden bazıları. Ve hatta sokağı dinleyen ve izleyen, sosyal medyayı takip eden herhangi biri, yukarıdaki gelgitlerin insanla

“Gülmeye çok ihtiyacım var.” Bu cümleyi kuran en az üç kişiyle birlikte aynı mekânda, Kadıköy Barlar Sokağı’ndaki BKM Mutfak’ın üst katında, İstanbul Komedi Festivali kapsamında sahneye çıkan Yaprak Ünver ve Selin Dilmaç’ın gösterisindeyim. Sahneye çıkar çıkmaz yönelttikleri, “Kimlerdensiniz? Buraya niye geldiniz?” sorularına alçak ya da yüksek ses

Bundan yaklaşık üç ay önce Babylon’dan 28 Ekim için konser teklifi geldiğinde kısa süre içerisinde bir şey fark ettim. Ekim sahneye çıkışımın yılıydı. Aslında baştan alayım… Matematiğim ve zamanın ilerleyen bir şey olduğunu kabul etme duygum o kadar kötü ki, ilk hesapladığımda 10 yıl geçtiğini sanıyordum. Bunun müthiş bir kutlama vesilesi

Tam güvenebilir miyim bilmiyorum ama ölürken hayatımın gözlerimin önünden geçeceğine dair bir ihtimal var. Gerçekleşecek mi? Henüz bilmiyorum. Ama eğer mümkünse, yani gözümden anlar geçecekse, o karelerden biri kesinlikle benim için 90’ların ortasında Beyoğlu’nda, Sıraselviler Caddesi’nde ilk kez Kemancı’ya girdiğim gece olacak.  Reşit olmadan ç

Gülşen’in gündemi darmaduman eden tutuklanma haberiyle ilgili bir şeyler yazmak üzere bilgisayarın başına oturdum. Artık ev hapsi olarak devam eden bu cezanın ne kadar hukuk dışı, karanlık ve keyfi olduğunu yazacak, konunun sahnede müzisyen arkadaşına sarf ettiği cümleden daha derin olduğunu söyleyecek, o cümleyi ayıplamak, eleştirmek yahut ciddiye

Üç sene aranın ardından vereceği ilk festival konserinin hemen öncesinde, Maslak’ta ormanın tam orta yerine yayılan bir kuliste Aylin Aslım’la sohbet ediyoruz. Onunla en son yazında Kaş’ta yüz yüze görüşmüştüm. Büyük şehri terk edip güneye yerleşen müzisyenlerle ilgili hazırladığım röportaj serisinin konuklarından biriydi. Kaş’ı yeni evi olara

Gerçek anlamıyla yıllar süren kuraklıktan sonra müzik sektöründe tomurcuğun, yeşilin belirebildiği bir yaz başladı. Tüm ekonomik zorluklara ve pandeminin etkisini hala tam olarak yitirmemesine rağmen… yazında bir akşam sektörün önde gelen bazı isimleriyle sohbet ediyorduk. Bu işin ’de biteceğini söylediklerinde “Yok artık!” demiştim. Varmı

İnönü Stadı’nda en son 12 yıl önce bir konser izledim. Haziran ’du ve sahneye arka arkaya Alice in Chains, Rammstein, Megadeth, Manowar, Slayer, Metallica ve daha fazlası çıkıyordu. Evet bu efsane bir kadroydu ama ben 29 yıl önce, yazında aynı yerde bir dizi başka efsane ismi çok küçük yaşta izlemiştim. Türk müzik tarihinde stadyum konserl

  Bodrum + gece hayatı + rock müzik. Bu üçü bir araya geldiğinde “eşittir” kısmı size ilk üçte mutlaka Körfez’i verecektir. Barlar Sokağı’nın en eski ve özel barlarından birini… Bir mekânın değil yıllarca, aylarca yaşayamadığı bir dönemde nesilden nesile devam eden bir aile işletmesinin istikrarını çok etkileyici buluyorum. O yüzden itibari

Çocuk gibi sevinmek… Çocukluğa has, yaş ilerledikçe unutulan ya da kaybedilen bir neşe türü. Zıp zıp zıplamak, ağız dolusu gülmek, gözlerinden yıldızlar çıkması… Tanımlamaya çalışmak manasız olsa da, buna benzer bir şeyler. 28 yıllık rock grubu Foo Fighters’ı izlediğim iki sefer de bu neşe türünü hücrelerime kadar hissettiğim anlardı.  26 Mart C

Moda Burnu’nda, her bir köşesinde sanat işlerinin olduğu retro bir apartmanda pazar kahvaltısındayız. Kahvaltı dediğim aslında öğle kahvaltısı yani yabancı arkadaşlarımızın tabiriyle bir tür ‘brunch’. Masada dostlar ve birbirini sevenler var. Ve hiç tükenmeyen bir sohbet. Müzik, konserler, Kadıköy’de akıl durduran kiralar baş konular. Bir konudan d

mor ve ötesi’nin sekizinci stüdyo albümü Sirenler’i (Rakun Müzik) yayınlandıktan iki gün sonra yağmurlu bir günde, Datça-Bodrum yolunda dinledim. Datça’dan Marmaris’e inen kıvrımlı yollarda kâh gri denizi, kâh bulutları, kâh geçen yazki yangında maalesef kül olmuş ormanları arşınlarken uzun zamandır hissetmediğim bir şeyi hatırladım: Sevdiğim bir g

İnsan mutsuz olmak için çaba harcar mı? Dünden beri bunu düşünüyorum. Düşünmeme sebep olan şeyi düşündüğümde durum komik mi trajik mi emin olamıyorum. Çünkü sebep, Cem Yılmaz. Ve gösterisi Diamond Elite Platinum Plus. Niye olduğuna geleceğim ama önce şunu söyleyeyim… İnsanların klavye aracılığıyla birbirini doğramasına sebep olan bir takım kısa

Geçenlerde radyo programım Tematik için çalacağım şarkıların listesini oluştururken -tema, gripten mustaripler için ‘geçmiş olsun’ şarkılarıydı- The Beatles’ın Getting Better adlı şarkısına denk geldim. Önce “Hah!” dedim, “bunu da ekleyeyim. ‘İyileşme’ şarkısı tam da bu listeye göre.” Fakat sözleri baştan sona okumak üzere internete girdiğimde çok

Yıllardan , günlerden 3 Eylül’dü. Artık tarih olmuş bir festivalin, Rock’n Coke’un düzenlendiği Hezarfen Havaalanı’nda The Cure konserinin başlama saatini heyecanla bekleyen bir festivalci olarak alanda dolaşıyor ve bir yandan da ismini kesinlikle hatırlayamadığım bir kanal için dinleyicilerle kısa röportajlar yapıp hangi grubu heyecanla bekled

Yazıma reklamlarla başlamış olacağım ama ilk kitabımın son sayfasını geçen pazartesi bitirdim ve Can Yayınları bünyesindeki Mundi Kitap’ın ellerine teslim ettim. Kafamda uzun zamandır kesilmeyi bekleyen en uzun kurdeleyi kesmiş olmanın verdiği hafiflik ve sevinç bana bir tür ‘tatil ruhu’ yaşatırken, yaz başından beri aynı anda birkaç iş yaptığımdan

14 Ağustos Cumartesi akşamı, Duman’ı izlemek üzere Bodrum Antik Tiyatro’ya doğru yol alıyorum. Bu, bir yıl aradan sonra gideceğim ilk konser. Ve işin garip tarafı, bu gerçeği fark edişim konser gününe rastlıyor. Birkaç dakika boyunca, “Bir dakika ben en son hangi konsere gitmiştim?” diye düşünüp cevabı bulamayınca artık fotoğraflı günlük görevi gör

Artık sezon itibariyle kuru bir tost ve demli çaya bile çılgın fiyatlar ödenen Bodrum’da, deniz kenarında yazı yazıyorum. Karşımda oturan arkadaşım, “Bak şu arkada bir çocuğun elinde gökkuşağı renginde bir oyuncak var” diyerek ileriyi işaret ediyor. Kafamı çeviriyorum, şezlonga yatmış bir kızın elinde ‘baloncuklu renkli oyuncak’ diye tanımlayabilec

Hayatımızın çok garip bir dönemindeyiz. Normal şartlar altında olsak, belki çalışmaktan helak olduğumuz bir haftanın yorgunluğunu atacağımız, önceki gece feneri kim bilir kaçta hangi barda ya da konser mekânında söndürdüğümüz için yaralarımızı saracağımız, Garfield gibi koltuktan koltuğa devrilerek geçireceğimiz bir günü, yani pazar gününü, SP vide

Normal bir dünyada yaşıyor olsaydık, bu mevsimde WhatsApp gruplarında, “Şu festival açıklanmış!”, “Ya buna kesin gidelim!” “Şunu kaçırmayalım!” mesajları, muhtelif afiş görselleri yahut konserlerle ilgili sosyal medya iletileri yağıyor olacaktı. Gel gör ki, uzun süredir normal bir dünyada yaşamıyoruz. Aşısı olan lanet bir virüs kol gezmeye devam ed

Bundan birkaç sene önce bir röportaj için Dalaman’dan Kaş’a doğru yol alırken, transferimizi gerçekleştiren araçta cızırtılı bir radyo frekansından duyduğum şarkılar beni hayrete düşürmüştü. Arka arkaya çalan Alice in Chains ve Pearl Jam’den sonra bir de Temple of the Dog’dan Hunger Strike başlayınca, yanımdaki fotoğrafçı arkadaşımla sohbeti bırakı

Müzik sektöründe çalışan çoğunluk -sayılı sanatçı ve mekânın minimumda ve zarar ederek iş yapmasını bir kenara koyarsak- tam bir yıldır işsiz. Lafın gelişi değil, gerçek anlamıyla işsiz. Evet, tüm dünya darda, bunun tartışılacak yanı yok. Fakat çoğu ülkede darda olanlara devlet yardım elini istikrarlı ve cömert şekilde uzatırken, bir yandan da gidi

İstanbul’da lapa lapa kar yağarken, ben termometrenin 19 dereceyi gösterdiği Bodrum’da yüzümü gökyüzüne dönmüş -ayıptır söylemesi- güneşleniyorum. Birkaç sene önce D vitamininin en çok bileklerden nüfuz ettiğini öğrendiğimden beri güneş altında bileklerimi Örümcek Adam stiliyle tutmayı adet edindim. Bir ara çaprazımdaki pet shop’un önünden dumanlar

Kökleri 20 yıl öncesine dayanan Duman’ın solo albüm çıkarmamış tek üyesiydi Batuhan Mutlugil. Ta ki, takvimler 15 Ocak ’i gösterene kadar. 90’lardan beri kendine has bir yol izleyen grubun ünlü gitaristinin bir albüm hazırlığı içinde olduğunu duyuyorduk. Geçen yaz hız kazanan bu sürecin ilk meyvesi Aralık ’de yayınlanan single Bambaşka oldu

Yıl sonuna geldik ve galiba her şey üç ay içerisinde oldu. ’nin bende bıraktığı his bu. Ne aralık ayında olduğumuzun farkındayım, ne bugüne nasıl geldiğimizin… Üç ay içerisinde her şey paketlenmiş gibi. Ne olduğunu anlayamadan geçip giden bir sene. ‘Hiçbir şey olmasa bile kesinlikle bir şeyler oldu’ senesi. Saat olmadan kendimi eve atm

17 Kasım , saat Yaklaşık bir saat sonra yeni bazı kararlar açıklanacak. Mekânların ve tüm hayatın kapanması, bazı şeylerin eskisi gibi yapılamayacak olması söz konusu. Ve hatta sokağa çıkma kısıtlamalarının gündeme gelmesi. Aylar sonra, daha önce bu yılın bahar aylarında tecrübe ettiğimiz bir süreci tekrar yaşayacağız gibi görünüyor. Ve

Şarkı keşfetmenin bir hikâyesi olduğunda yani o şarkıyı keşfetmek için emek harcadığında, hayatında kapladığı yer de daha derin oluyor. Hakan Kurşun’un Boğazın Üstünde şarkısına bayılıp Kaos kasetini (evet kaset) haftalarca aradığım ve sonunda Beyoğlu’nda bir müzik dükkânında kalan son bir taneyi satın aldığım gün gibi. Aradığımızı saniyesinde buld

Uyumaya çalışıyorum ve ileride deniz kıyısındaki bir bardan çok uzun zamandır duymadığım tanıdık bir şarkı yükseliyor: “A little bit of Monica in my life / A little bit of Erica by my side / A little bit of Rita is all I need / A little bit of Tina is what I see / A little bit of Sandra in the sun / A little bit of Mary all night long / A little bi

Yorgun musunuz? Bedenen mi ruhen mi? Kim ya da ne buna sebep? “Kafamı yastığa koysam üç gün uyurum” diye düşündüğünüz oluyor mu? Ayaklarınızın iş yolunda geri geri gittiği? Belki ev yolunda? Aşk yolunda? Bir türlü iyi haber vermeyen bir dünya ve ülkede hayat yolları giderek daha da daralıyormuş gibi görünüyor mu? Ya da o yolların bunca yürümenin so

İçim sıkışıyor. Kara haberler arka arkaya geldikçe günlerden hangi gün olduğunu anlamanın mümkün olmadığını fark ediyorum. Bugün pazartesi mi, cuma mı, pazar mı? Sabah uyandığımız gün aydın olacak mı? Ülkenin haberleri acıyı iliklerine kadar hissedenler için yine ekstra mesai yapıyor. Sosyal medyada karşıma çıkan cinayet haberleri. Vahşice öldürüle

Müzisyenlerin yer yer emekli, yer yer işsiz gibi hissettiği bir dönemden geçiyoruz. Evde ya da kimi zaman stüdyolarda üretim hala devam etse de yoğunluk az, sahneler ise hepten kapalı. Birkaç ‘arabalı konser’ denemesi yakın gelecek için planlansa da bir mekan ya da festivalde rahatlıkla sahne alabileceğimiz günler şu dağın arkasında. Ve belki de di

Hayatım artık bir kanepe. Enim çarpı boyumdan hallice bir yuva. Onunla yaşıyor, onun üzerinde yiyip içiyor, kimi zaman uyuyor, şu an yazı yazıyor, okuyor, onu seviyor, ondan sıkılıyor ve sonra yine ona sığınıyorum. Yaşayabileceğim tüm duyguları tek minderde eriten, artık neredeyse uzvum sayacağım bir eşya. İçine gömüldüğüm bu güvenli yuvadan göz

Karantinada bir ayı geride bırakmışken, cevabını fazlasıyla merak ettiğim sorulardan biriydi bu. Haftalar içerisinde önce kendime, birkaç kez de arkadaşlarıma sordum. Yapı olarak biraz zor özleyen biriyim. Birilerine, bir şeylere, yurtdışındayken “Ah bir İskender olsa”ya falan gelene kadar sadakatle özlediğim tek şey (tamamen işlevsiz bir eylem ola

Aklımda, “Kim derdi ki seninle bir gün ayrılacağız” şarkısı dönüyor. “Böyle ayrılık olmaz, böyle yalnız kalınmaz…” Salonda dönüp dururken ve “Neden bu şarkı benimle birlikte dönüp duruyor?” diye düşünürken, televizyonda sürekli kırmızı bantların ve ünlemli altyazıların geçtiği haber kanalı açık. Haber izlemekten içim dışıma çıkmış. Üç yıldır hiç te

21 Şubat’ı 22’sine bağlayan gece, yatağa girip ışığı kapatacağıma son bir kez Instagram tarama bataklığına düştüğümde, son yıllarda beni en çok heyecanlandıran sürprizlerden biriyle karşılaşacağımdan habersizdim. Ekranımın en tepesinde Amerikalı oyuncu Jennifer Aniston’ın bir gönderisi vardı. 10 yıl boyunca parçası olduğu, izlenme rekorları kıran F

İnsanların büyük çoğunluğu bir ölüm/felaket haberi aldığında nerede ne yapmakta olduklarını çok berrak şekilde hatırlıyor. Nedenini tam bilmiyorum. Elbette şoke edici bir haberin kuvvetiyle o ânı hafızalarına kazımaları söz konusu ama belki bir yandan bu hatıralar mevcudiyetlerinin, hayatla bağlarının, o an hala yaşamakta olduklarına şükretmenin al

İnanılmaz ama gerçek, yıl Bakalım kaçımız hazırladığımız, hazırlamaya üşendiğimiz için kafamıza listelediğimiz ya da hedefe ulaşma kısmını hayal etme fazından bir türlü koparamadığımız ‘yeni yıl kararları’na harfiyen uyacak? ’nin sonunda görüşürüz. Doğası gereği yılın başında, ortasında ya da sonunda havlu atanlarla dolu olan bu müsabakay

Müdavimleri hatırlar, 90’lı yılların sonunda Sıraselviler’de, kapısının önünde hafta sonları metrelerce kuyruk olan Roxy’de, sabah 4’teki kapanış esnasında hep aynı şarkı çalardı. Mo’ Better Blues adlı bu harika şarkı çalarken, herkes trompet melodisi üzerine bağıra çağıra “kapatıyoruuuz kapatıyoruuuz” diye şarkı söyler, sonra da ışıkları yanan mek

Bu satırları İstanbul-Ankara uçağında yazıyorum. Açılır kapanır masanın üzerinde klavyenin tuşlarını iki büklüm halde tıklatırken, aklıma laptopumun olmadığı bir uçuşta yetiştirmem gereken bir yazıyı cep telefonuma yazdığım gün geldi. Telefonu masaya yatay şekilde koyup klavyesine iki parmak yazarak uçarken, üç saatin sonunda yanımdaki kadın bana d

Kendiliğinden fon müziği olan günler geldi. Sanki pencereden dışarıda, sokakların ve ağaçların arasında görünmez megafonlardan yayın yapan bir radyo var. Ve havalar böyle griyken (bugün çok yağmurlu ve gri) o radyoda sıklıkla ‘sad indie’ çalıyor. Böyle bir liste var Spotify’da, denk gelmişsinizdir. İlk gördüğümde, “İnsan kendine bile isteye niye iş

Memleketten uzaktayım. 20 gün oldu. Saat farkı da sekiz olunca, Türkiye’yle sabah-akşam senkronu hepten şaştı. Orada olan birçok şeyi sonradan öğreniyor, bazı şeyleri ise hiç yakalayamıyorum. Dinamikleri bizimkinden tamamen farklı, başka kuralların ve önceliklerin olduğu bir hayatın içinde her şeyi olabildiğince gözlemlemekle meşgulüm. İnsanların s

Hava sıcak. İnsanoğlumuz ne acayip. Sıcak olur, “Soğuk nerede kaldı!” diye ağlaşır; soğuk olur, “Sıcak nerde!” diye vahlaşır. Hava sıcak ve yazın ortasını geçtik. Artık zamanın geçiş hızını anlama kapasitem lisede sinüs, kosinüsleri anlama seviyeme kadar geriledi (anlamamıştım). Bir bakıyorsun yaz geldi diye seviniyor, kafanı çevirdiğin an yaz b

90’lı yıllarda Kent FM’de yayınlanan Kaybedenler Kulübü’nü takip eden dinleyicilerin bildiği bir soru kalıbıydı “Kim lan bu Erol Egemen?” Kaan Çaydamlı ve Mete Avunduk’un hazırladığı bu kült programda sorulan soru, haftalar, aylar ve yıllar içerisinde bir fenomene dönüşmüş, sorunun öznesi hakkında hiçbir malumat edinilememişti. Bu adam gerçek miydi

Bir mekân bazen sadece adıyla bile ondan hoşlanmanıza neden oluyor. Eskiden Beyoğlu’nun bir ara sokağında ağırbaşlı bir çiçek gibi duran Madrid vardı. Sonra Ağa Cami’nin sokağında bir kartal gibi tepeden size bakan Arsen Lüpen, Tünel’de bir zaman makinesine binmişim de ’lerin başına gitmişim gibi hissettiren Gramofon, masaldan fırlamış gibi dur

Babam gazetedeki vefat ilanlarını her gün tek tek okuyor. İnsanların ölüm haberlerini Facebook’tan duyurduğu, o duyuruların ‘like’landığı, baş sağlığı mesajlarının yorumlar kısmından iletildiği bir çağda babamın her gün haber, ekonomi sayfalarına ayırdığı süre kadar vefat ilanlarına vakit ayırması, kimi zaman hüzünle “A canım benim” diyerek bir tan

Bir cumartesi akşamı, Kadıköy Karga’da oturduğum masadaki sohbetten sıkça uzaklaşıp (hayır Instagram dünyasına değil) Shazam’ın mavi dalgalar yayan düğmesine dalıyorum. “Bu neymiş ya?” diye diye merakla Shazamladığım şarkıların tamamı yeni dönem Türkçe gruplara, müzisyenlere ait. Brek, Hedonutopia, Elz and the Cult… Bazılarının sadece ismi, bazılar

Hep merak etmişimdir, seçim dönemi sokaktan cayır cayır carlayarak geçen bir seçim arabasını duyan hangi insan, “Evet işte bu! Hayatım boyunca oy vermek istediğim parti!” diyerek sandığa koşar? O arabaları hep insanlara benzetirim. Hırçın, agresif, söylemek istediğini ve niyetini sakince değil, cazgırlık yaparak ortaya koyan, elde etmek istedikleri

Kerim Çaplı’yı ilk kez yılında gördüm. Beyoğlu’nda, Batu Abi’nin (Mutlugil) ortağı olduğu Mojo’da Spitney Beers adıyla çalan genç bir gruptuk. İlk dönemler perşembe geceleri (sonradan pazartesiye geçmiştik), Batu Abi’nin grubu Karpuz’dan hemen önce sahneye çıkardık. Kerim Çaplı, Karpuz’un harika performansının müsebbiplerinden biri olarak müth

3 Ocak Perşembe akşamı Can Güngör, Deniz Tekin, Kalben, Nilipek, Özge Fışkın ve Pinhani ile birlikte KadıköySahne’deydim. Bizler sahnede, büyük bir kalabalık mekânın dört bir köşesinde, tek bir amaç için oradaydık: Kadınlar yaşasın diye. O gece bilet alan herkes, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun kadın ve çocuk istismarı davalarındaki

Tanıştığımız âna kadar nedense Bartu Küçükçağlayan için ciddi, asık suratlı değil de gülmeyenyüzlü, az konuşan, böyle sigarasından derin bir nefes çekip üflerken sıkıntıyla bakan, seni göz-eleştirisinden geçirerek tedirgin hissettiren bir adam diye düşünüyordum. Yıllar içerisinde herhangi bir mekanda, kuliste, etkinlikte bir araya geldik mi diye zi

2 Kasım , Moda Sahnesi… Bundan tam 30 yıl önce, “koltukların kırıldığı konser” olarak kayıtlara geçen, yıllardır yaptığım röportajlarda dönemi yaşamış kişilerden çokça dinlediğim tarihi bir müzik etkinliği “aynı gün/aynı yer/aynı kadro” sloganıyla tekrarlanıyor. Pentagram, Metalium ve Metafor’un sahne aldığı efsane Moda konseri. Yaşları 18’den

İlk gençlik yıllarımda hayal ettiğim şeylerden biri, ileride bir gün bir çocuk kitabı yazmaktı. Tahmin edilmesi zor olmayacak şekilde, son derece romantik, havalı ve sanki insanın hayal dünyasını, üzerine ‘büyüme iksiri’ dökülmeden korumasının yolu gibi geliyordu çocuk kitabı yazarı olmak. Hayalimi hiç gerçekleştiremedim. Ama sevdiğim arkadaşlarımd

Hiç böyle düşünmemiştim ama bu yazıyı yazmak için masa başına (artık masa başı da yok, diz üstü bilgisayarla koltuğa) oturduğum vakit düşündüm de, Türkiye’de rock müzik çalan radyo istasyonları arasında yıllardır kesintisiz program yapan tek kadın radyocu Gülşah Güray. Aslında meseleyi kadın-erkek olarak kategorize etmek istemezdim çünkü mesele ‘me

Söylersem zaman daha da hızlanacak diye korkuyorum ama ağustosu yarıladık. Hatta siz bu yazıyı okurken geçmiş olacağız. Eylül ayına varınca durum daha da vahim. Çünkü sonbaharın sınır çizgileri -iklim olarak değilse de psikolojik olarak- 1 Eylül’ün üzerinden geçiyor. Küçükken bir yaz gününü hatırlıyorum. Yazlıktaydık ve günler birbirinin aynı ol

Nilipek ve Can Güngör Müziklerini ayrı, kendilerini ayrı sevdiğim iki isim. Bir kere dinleyip kenara koyulan değil, tekrar tekrar dinlenecek albümler yapıyorlar (hoş, dijital çağda artık kenara koymak değil de, search’te bir daha aratmamak oluyor sanırım), tevazu sahibiler, ilerledikleri yoldan son derece emin görünüyorlar, oldukları gibiler ve

Bir araya geleceğimizi hiç tahmin etmeyeceğim bir yerde, Kapadokya’daki bir otelin peri bacalarını gören terasında Ari Barokas’la sohbet ediyoruz. O akşam Cappadox Festivali kapsamında Duman’la konseri olacak, ben de festivalle ilgili bir video çekimi için bölgedeyim. Bunu fırsat bilip hem birkaç ay önce yayınladığı solo albümü Lafıma Gücenme’yi he

Uzun yıllardır Caddebostan Kültür Merkezi’nin alt katındaki spor salonuna gidiyorum. Grup derslerinin yapıldığı bir stüdyo var, en zorlu Pilates hareketlerini yaparken ansızın içeri gümbür gümbür bir Türk sanat müziği doluveriyor. Bir köşedeki acil çıkış kapısının hemen dış tarafında bulunan bir odada çalışan korolardan geliyor bu şarkılar. Bu duru

“Suitcase Buddha’dan ayrılmış.” Geçen hafta bu haberi duyduğumda, ağzımdan ister istemez, “Dünyanın sonu geldi herhalde!” cümlesi çıktı. Kadıköy gece hayatına hâkim olanların çok iyi bildiği bir ikiliydi Suitcase ve Buddha Bar. Rekor bir süre boyunca, tam 21 yıl, haftada iki kez Barlar Sokağı’ndaki bu mekânda sahne almışlar ve Britpop ağırlıklı rep

Pinhani ile birlikte enstrümanlarla dolu bir minibüste, bol virajlı yollardan geçerek Karadeniz’e doğru yol alıyoruz. Hava pırıl pırıl. Camdan dışarıyı izliyorum. Yemyeşil bayırlar, otlayan koyunlar, çiçek açmış ağaçlar ve renkli evler, kentsel dönüşümden gına gelmiş ruhumda antidepresan etkisi yaratıyor. Grubun kurucusu Sinan Kaynakcı yan koltukta

Erce Kaşlıoğlu’nun hikayesini ilk duyduğumda hem şaşırmış hem de etkilenmiştim. Sıfırdan bir şeyler yaratan ve bunu da belirli bir prensip içerisinde yapan insanlar her zaman ilgimi çeker. Fakat onunla Kadıköy’de, kurucusu olduğu müzik stüdyosu Pür’de buluştuğumuzda ve hikayesinin tamamını dinlediğimde şaşırma ve etkilenme oranım katlandı. Kaşlıoğl

Kadıköy Kadife Sokak’ın Barlar Sokağı olarak anılmadığı, kendi ismiyle bilindiği zamanlar… Birkaç cafe-bar dışında son derece sakin bir atmosferi olan sokağın Dr. Esat Işık Caddesi’ne yakın tarafında, enstrüman çalmayan birinin bile hemen dikkatini çeken bir müzik mağazası açılıyor. Yıl Henüz 20’lerinin başındaki ÖzlemAtav’ın ünlü blues gitar


 

                                    ve bir gün eline
                                    ustura ağzında sınanmamış
                                    allı-pullu mektuplar geçerse
                                    bil ki sevgilim
                                    ben artık elleri üzerinde yürüyen
                                    şaklabandan başka birşey değilim

I

koyu karanlık sulara karışıp gitsin korku
püfür püfür esmesin mayıs rüzgarları
çekin şu kilimi yaprak hışırtısı altından
«yıllar var ki böyle öfkelere dalmışlığım yoktu»

yıllar var ki böyle öfkelere dalmışlığım yoktu
inadına yapış yapış havada bir gülün kokusu
kan kırmızı oturmuşum yüreğimin ortalık yerine
nerdeyse iz basacak gözlerim avuçlarını aç

koyu karanlık sulara karışıp gitsin korku
bana çocuklar betimle sokaklarda büsbütün gülen
kitapların yakılmadığı bir ülke adı söyle kütfen
yıllar var ki böyle öfkelere dalmışlığım yoktu

nerdeyse iz basacak gözlerim avuçlarını aç
iki eli var insanın bayrak tutmak için biri
ötekini neye sayarsanız sayın bıçak mesela
kabına sığmaz uzlaşmaz bir eşkiya bıçak
çardak altı kavun beyaz peynir ekmek ve rakı
bir gün mutlaka evet ama nasıl ey ütopya
cehennem öfkeler yuttum gün yirmidört saat
cennete çevirmek için güzelim yurdumu
çekin şu kilimi yaprak hışırtısı altından
kan denizi uykulara kurşunlar çalıp
düze ineceğim şu belalı başımı alıp
eşkiya oğlu eşkiyayım duvar içre evet
koyu karanlık sulara karışıp gitsin korku

II

canım
sana bu mektubu
gözlerim dolu
yüreğim paramparça yazıyorum
eline geçmeyecek biliyorum
tepeden tırnağa kedere battığım şu saat
bilmek yetmiyor fakat

zulüm kanlı bir kene gibi başımda
korkunç bir işkence sonrası
        uzun sakallarımla oturduğum
                          dört ayaklı masamda
ne karanfil kokulu bir hemşirenin cebine benzeyen zarfım
ne zarfın gül yüzüne kösnül bir öpücük gibi konduracak pulum
ne de sigara kâğıtlarının dar boyutlarında başıboş
                                                              bir hoş
                                                              koşturacak kalemim var

yokluk özrümü kabul etmiyor
satır satır karıştı kanıma bir kere kitap
ve ben metris direnişi içinden gözlerimi ısırarak
                       elimi kanlı etime basarak
                                    yazıyorum bu mektubu

dur canım
hemen kaynayıp kabarmasın yüreğin
bu yazdıklarım
        yazacaklarımın ne ilki
                                ne sonu
sarı saçlarını omzuna vurup
                 okuyamayacaksan mektubumu
          derim ki sana
          sardunya kokulu balkonun kapısını aç
                                               dağlara bak
                           dağlar bir serin
                           dağlar bir derin
                                      bir rahat
iyi dinlemeli dağları
kulak basıp dinler gibi tepinen karnını bir kadının
duyuyor musun çatırdıyor
          nerde bir zincir varsa kolunda insanın

belki bu ses
parıldayan otuziki diş afrika karasında
bu ses belki
dehşetli güzel bir özlemle beklediğimiz haberi
            melez avuçlarından üfüren
            salvador'lu kardeşlerimin sesi
belki kimbilir fakat hayır neden olmasın
bu ses bizim dağlarımızın sesidir
bizim dağlarımız kendi esintisiyle savrulan genç kızlarımıza benzer
ve bizim kızlarımız
korkunç bir sabırla tutuşan bacaklarını gizler

gün gelir güneşli günlere yaslanarak
sıyırırlar eteklerini bellerine kadar
bir anda
birdenbire bacakları arasından
onbinlerce çocuk taşar kente
düşün
bir anda
bir-den-bire
ülkemizde çocuk taşkını

neyse canım
yaralıyım
kanım azaldı
benzim bir güz yaprağı gibi sarardı
oysa sana anlatacaklarım
                  anlatamadıklarım kadar çok
sözü uzatmaya gerek yok
dinle iki gözüm
yüreğinle kafanla dimdik dinle
yıl
10 mayıs berlin
berlin'de faşizm kol geziyor
berlin sokaklarından yüzbinlerce kitap
                         opera alanına akıyor
kitaplar yakılıyor
kitaplar be
kitaplar

kitaplar hiroşima'lı çocuklar
gibi yakılmazdan önce
sermayenin gamalı uşağı goebels
berlin üniversitesi önünde
kırkbin kişiye söylev verdi :
«alman düşmanlarının kitaplarını yakan ateş
yüreklerinizde vatan sevgisini tutuştursun»
ve faşizm
dumanında boğulacağını bile bile
aç bir kurt gibi indi kitapların üstüne

yılında
berlin opera alanı'nda
kitaplar yakılacaktı
inatçı yağıyordu yağmur
koyu mavi gök delirmiş
yığıyordu öfkesini bulut bulut
ve hitler ve flick ve krupp
yani açlık yani savaş yani faşizm
oysa benim
ne berlin üniversitesi kapısından girmişliğim
ne opera alanını sarsarak gezmişliğim
ne de bir hücre evinde kahrolarak
        goebels'i dinlemişliğim var radyodan
gene de mümkün değil acısını duymamak
buruşup kalıyor ağzımda bak
     sana söylemek istediğim en güzel söz
bir düşün
kırkbin insan
kirkbin çift el
                    ayak
                        göz
bu söylevi ağzı açık dinledi
karşı yapının beşinci katında
             genç bir soprano inledi
berlin berlin olalı
böyle kanlı bir gün görmedi

o günden bugüne
senin yaşın benim yaşım
artı çocuk yaşı zaman geçti
geçmedi fakat faşizmin korkusu
çöreklenmiş toprağıma etime
kanımı emiyor sürgit
kanımda boğulacak
itoğlu it

çardak altı kavun beyaz peynir ekmek ve rakı
bir gün mutlaka.. evet ama nasıl ey ütopya
çekin şu kilimi yaprak hışırtısı altından
şili şuramda yanılgı ve tarifsiz bir acı
merhaba allende onurlu ölüm merhaba
su paredon CIA ve richard nixon
hayır sizin duvarınız evet su paredon
kastilya hançeri merhaba merhaba ispanya
uzak asya vietnam merhaba merhaba ho amca
kara öfkem mapusum mandela merhaba
size de merhaba plaza de mayo anaları
şu güzelim dünyamızda savaş ve kıyım
şu güzelim dünyamızda sömürü ve zulüm
şu güzelim dünyamızda işkence ve bin türlü cinayet
yani emperyalizm yani yedi boğumlu akrep
yani şu güzelim dünyamızda gökyüzü kadar mavi
gökyüzü kadar sonsuz bir özgürlük açana dek
davacısıyım bütün kayıp çığlıkların

III

ince uzun kaşlarına devirip kuşkuyu «iyi ama
nedir bu satır aralarında kanayan yıldız» diye sorma
neyse yüzünde gülücük
gökte yıldız o
bilmez miyim
fakat neyleyim
kanlanıp kararınca mektubum
kalmadı başka bir yolum
ve duyunca kitapların geceyi yırtarak gelen
                                    o tarihsel çığlığını
        milyonların adına öfkemi kuşandım
        koğuş duvarını ikiye ayırdım
                                çıktım dışarı

-hıncımı anlatabilsem sana
bir çocuk gibi kahırlanmak istiyorum
bayramlık giysisi olmayan bir çocuk gibi
                                         anlıyor musun
geçti bizden
biliyorum çocuk olamayız artık
kar aklığını tanımadan saçımız
tenimiz buruşmadan
            ite kaka yaşlandık
kahırlanmak istiyorum oysa
bir çocuk gibi-

dışarda birbiri üzerine yığılı yatıyordu kitaplar
koridor boyu uzanıp kıvrılarak akıyordu kan
tek bir acı dalgası vurmuyordu gözlerine
sanki ellerimizden sökülüp götürülmemiş
başları kesilmemiş karınları deşilmemiş de
sanki okunuyormuş gibi güneşli ellerimizde
ayaydınlık ve mutluydu yüzleri

elbet mutlu olacaklar
                ışıyacaklar elbet
gün yirmidört saat metris'te
kolay mı madrit'i yaşamak yeniden
kolay mı bin küsur insanın
tutuklu elleriyle çıplak
et diş tırnak
no pasaran diye haykırması

bin küsur insan
kaynayan kemik tutuşan et
ve birer çift gözden ibaret
onsekizer kişiydiler koğuşlarında
aralarında aşılmaz duvarlar vardı

aşılmaz duvarları sesleriyle aştılar
haykırdılar durmamacasına haykırdılar
külrengi raflarda göbeklerini açmış
harıl harıl direnişi yazıyordu kitaplar

silahlı ve kalabalıktılar
duvarlar onlar adına yükseliyordu
zincirler kilitler sürgüler
tank tüfek ve ölüm
ve bomba ve korku ve zulüm
ve yeryüzünde ve gökyüzünde
bütün öldürüm silahları onlarındı
bizim kenetlenmiş kollarımız
ve kavgasını vediğimiz kitaplarımız vardı

erkekler uzun sakallıydı
kızların al yanaklarında uzatacak sakalları yoktu
yoktu ama
herbiri uzun soluk taşıyordu güvercin göğüsleri içinde
üfürdükçe dağ
             soludukça orman

yangınlı tepeler üzerinde rüzgarlı bulutlar uçarken
dönüyordu tarihin tekerleği fırlayacak gibi milinden
onlar etekleri ve saçları içinde tutsaklığı reddettiler
ve cephe gerisinden önümüze
                       feodal kafalarımızı kırarak geçtiler

metris'in bir ucunda kızlar
bir uzunda biz mapus
aramızda c blok var
c blok'un arka yüzünde
arka yüzünün bir gözünde
i n s a n s ı l a r  yaşar
günde beş vakit secdeye varırlar
yoldaşlarının kanında abdest alıp
ve itirafnamelerini hatmederler
korkunun rahlesine diz kırıp

biz görüşe giderken kızlar
kollarıyla pencereden
yüklü birer dal gibi sarkar
el ederler el ederiz
birini sana benzetirim
severim çünkü hepsini
seni sevdiğim kadar

IV

bir yerlerde bir şarkı söyleniyordur
gitar telinde aşk tınısı
gümüş bir ay oturmuş gitar teline
cırcır böcekleri ve yaldızlı kumlar
kumda esrik kumda yalın ayak
dil diş dudak öpüşüyorlarken tam da
dünyadan ve yurdumdan uzak
yurduma ve dünyaya yakın
kan tadı gibi bir şey ağzımda

omuzların üstünde üç maymun
                                            neden
maymun göz maymun dil maymun kulak
bunca önemli mi kirli havayı soluyor olmak
ne demekse yemek içmek çiftleşmek uyumak
korka korka kapkara umutsuz
                                               ne demekse

sanıldığı kadar uzun değil tüfeklerin namlusu
kurşunların menziline düşmeyen
gece dürbünlerinin kâr etmediği
ölümlerin ve işkencenin kâr etmediği
                                     bir yeri var alnımın
hiçbir nalçalı çizme çiğneyemez umudumu
sanıldığı kadar kolay bir iş değil bu

çekin şiirlerden arabesk gözyaşlarınızı
küçük burjuva kaçkınlarınızı alıp gidin romanlardan
nerde benim sanatım hani o başkaldıran
liselim üniversitelim öğretmenim nerde
nerde benim grevim grev gözcüm nerde
bu işyerinde grev var ne güzel yakışırdı
işyeri duvarlarına dayanışma pankartları
neden cesedimin yüzü kaçırılıyor annemden
annemin çığlığını kimseler duymuyor neden
dörtbir yanım galile galileo
nerdesin ey cordano bruno
el uzatımı kedi köpek ölüsü
                                         bir de insan
çekin şu kilimi yaprak hışırtısı altından

delirmek gibi birşey susun lütfen
kaç lekesiz duvara yapıştı diktatör fotoğraf
bilen var mı kaç göz kaç duvarda kurudu
portreci ressam defol natürmort sen de
sen de daktilo tuşlarında şak-şak'çı aydın
demiri döven ateşi eleyen el
                                       nerdesin ey

iki eli var insanın bayrak tutmak için biri
ötekini neye sayarsanız sayın bıçak mesela
kabına sığmaz uzlaşmaz bir eşkiya bıçak
kolların ucuna beyaz bir bayrak gibi çekilse de
yatırsa da kendi gövdesini musalla taşına
secdeye kapanıp kalksa da kendi ruhu için duaya
yasak bir bildiri gibi taşınacak ceplerde elbet
o en mükemmel ürün
ve o en mükemmel alet

ırmaktırlar belki sağnak yağmurları bekleyen
denizdirler belki ufkunda kasırgalar gizleyen
dağdırlar belki
kalkıp yürüyecek devdirler belki
belki bu yüzden topal karıncanın yürümesi duyuluyordu dışarda
içerde
kızılca kıyamet kopuyordu

kendi ellerimizle kitaplarımızı vermezdik
buyurun alın
               yırtın
                  yakın
              diyemezdik

V

gün olmuş memedin yaşı yirmiyi bulmuş
ağrı'dan kars'tan bitlis'ten van'dan
ak-lı  kara-lı denizden doğu'dan batı'dan
gelmiş gelmiş de metris'e gardiyan durmuş

ayışığı ve dumanlı düşleri
arasından çekilip alındığı gündü
elektrikli elektriksiz copu gördü
bir ağaç köküne benzeyen elleri

neyin kavgasıdır bu pek aklı almadı
delikanlılık da olsa serde
kanlı-bıçaklı sevdalara da düşse
savunmasız birine eli hiç kalkmadı

kızarsa
dertlenirse
severse bir de
toy bıyıklarını çiğner
bir de ateşini karartmadan
ucuz tütün içerdi

herşey erkekçe olsun isterdi
isterdi fakat
metris'te emir
                demir'i daha bir keser
metris'te askerlik ölümden beter
günde iki tayın ekmeğe
bir kap nohuta bulgura
vatan millet sakarya

gardiyan memet
silahı matarası
          kaputu postalı
gönlünde kırık sevdası
«çanakkale içinde aynalı çarşı
ana ben gidiyom düşmana karşı»
             memede benzemiyor sevgilim
memedin yüzü yurduma dönük
yayla bakışları dumanlı ve sönük
memet köyde
memet kentte
işyerinde hapisanede
her yerde
el uzatımı
içimizden biri
dostumuz
kardeşimiz

sokak aralarında memet
ışıklı bulvarda memet
kavşaklarda memet
memet
toprağın yüreği nerde göğsünü parçalayacak
                                           gibi atıyorsa
                                                     atacaksa
        orada nöbete yatar
        memedin elinde amerikan yapısı tüfek
                      dağlarımızda ne arar
memet
memeeet
süngünde ne var
memet
süngünde ne

çocuktur elinde sanki tahtadan tüfek
takılı ucuna çakıyla yontulmuş erik dakı
kentlerde tutmayla biter mi onsekiz aylık nöbet
evlerin sokakların ötesi kırlar tepeler
ayak izleri kan damlası sargı parçası
kar lapa cızırdayarak söner bir izmarit
                                   ete bastırmış gibi
ağacın kovuğu kurdun yatağı didik didik
uykular tetik kaçılır kovalanır cana daralır
kopup gelmiş sanki çocukluktan saklambaç
o çukur senin bu ağaç benim patikaya dikkat
zehir gibi kusar karaşafaklarına kar
senin de kurşunlara göre bir yüzün var
dağ büyük ağaç sık orman bir uğultulu kucak
düşte tarhana çorbası düşte sımsıcak yatak
ey güzel gün ey büyük sabır ey korkunç hasret
durdurabilir mi kar fırtınasını sıcacık bir düş
kıyasıya üşümüş buzdan bir yontu gibi baksana
tavşan kanı ılıcık akıp gitmiş uykusundan
çekin şu kilimi yaprak hışırtısı altından
vurulmuş da gencecik yana yatmış gibi bir dağ
elin tetiğe bulaştığı yere kırağı düşmüş
kim duyar gürültüsünü ey güzel gün ey büyük hasret
kavgadır biter biter bir yerde elbet

çocuktur elinde sanki tahtadan tüfek
takılı ucuna çakıyla yontulmuş erik dalı
yatırmış gövdesini tam onsekiz ay rehin
öder borcunu gün sayarak parmak hesabı

alırlar sonra pusatını elinden cıscıbıl kalır
tezkeresi ve belleğinde bir ömürlük masal
bir çalım uzatır bıyığını saçını sakalını
kahvâne meclisinde adamdan sayılır

erik dalı sanır kan çoğalır
kan geceye taşar
yıkılır birer birer
                      etten
                      ve kemikten yükselen barikatlar
sayfalar savrulur sayfalar uçuşur
sayfalar kana bulaşır
sesler gelir bilmem kaç mapus yılı öteden
vıcır vıcır bir kırlangıç şafağı içinden
duvar uzar
    duvar yükselir
kahrolası duvar

bu gelen sesler sorgulama sesidir
bu gelen sesler insan olan insanı delirtir
ince belli yağız bir attır öfke
toynakları altında gök mavi bir ova yayılır
sarınır terine yemyeşil bir rüzgâr yelesini ayırır
dolu dizgin sürersin kendini sorgu odasına

sorgu odalarından
    sarı saçlarını savurarak
           sen de geçtin bir zaman
korkma
ve anımsa
ağzında haykıracak çığlığı olanın
bir serçe gibi koparılamaz başı

VI

kapının karşısında büyücek bir masa duruyor
masanın üzerinde biri diğerine yabancı iki el
bir kıyım silahına yapışmış gibi terli ve soğuk
iki maroken koltuk
boş bir araba lastiği
ve falaka
ve önünde kör duvarın
patlamış kara kumral tabanları
                          tırnakları dökük ayakların

tavanda bir uzun askı demiri
askı demirinden kayışlar sarkıyor
                  inip kalkıyor
                           kalkıp iniyor
                    kayışlarda kadın ve erkek kolları
irili ufaklı kum torbaları
çocuk yenleri gibi ıslak gözbağları
ve manyetoya bağlı kırmızı uçlu teller
sopalı sopasız işkenceciler
ve diğerleri
gece saat iki

birinci işkenceci gençten yakışıklı
saçlarını ikiye ayırmış ortadan
bacaklarında paçası dar plili bir pantolon
henüz toy eklemlerini birbirinden ayırmakta
parçalamadan bağırsaklarını bir insanı kazığa oturtmakta
                    ve kaldırıp penceren atmakta
takılıp kalmasa aklına yatakta savruluşu sevgilisinin
korkunç bir merakla bekleyecek sonunu işkencenin

ikincisi aksayan bacağıyla allahına yan bakar
bir bit gibi kırsam
        kadınsı omuzları üzerinde yükselen armut kafasını
                  kilosu kadar insan
                  ve kitap
                          kanı akar

üçüncünün en büyük merakı
akıma tutulan cinsel organların
yaralı bir güvercin gibi çırpınması
sabaha kadar bulamazsa eğer bir insan
ya kendinde deneyecek kırmızı uçlu teli
ya bir tutuklu kaldıracak uykudan

bir yanından bakılsa
öbür yanı görünür dördüncünün
ama her kitabı kırk düğümlü ipte
                kırk kez sallandırmaktan yana
fikrimce çok iyi biliyor
kime doğru uçmakta
                «yayından fırlayan ok»

beşincinin yanıbaşında sürükleyecek bir gölgesi bile yok
 

nasıl büyükse cüceler ülkesinde gulliver
öyle büyüktü odanın ortasında çakılı duran
                    gözleri bağlı üç kitap
              biri bilim
              biri felsefe
              biri sanat

içlerinden biri bir yaprağını devirse üzerine cücelerin
bir daha dönmemek üzere gömülürlerdi dibine tarihin
besbelli bekliyorlardı büyük bir sabırla çalmasını o saatin

insan emeğine kan
insan emeğine sömürü
bir sülük gibi yapışınca
başladı kitap kıyımı

isa'yı babasız
isa'yı allem kallem
doğurmanın sırrını bulmazdan önce meryem
yani isa
babasını inkâr
gelmezden çok önce
kötü yola sürüklediği gerekçesiyle gençleri
                  öldürüldü aristofanes

havaning adlı cüce
başlatmak için uygarlığı kendisiyle
ne varsa silip süpürdü çin'den

ne kaldı geriye fırat kıyılarında
havari'nin yaktırdığı kitaplardan
biraz kül biraz duman..
yüreğimde cehennem yangını

homeros konfiçyüs
augustus şair dedem ovidius
boccacio dante montaigne
remarque böll einstein
marx engels lenin
gökçe nazım hasan hüseyin
ve daha binlerce güzelliğim
yakıldı
yırtıldı
yasaklandı
ve kapatıldı ardına demir kapının

silahlar yasaklanmadı hiç
öldürmek öldürülmek yasaklanmadı
sorgu odaları cezaevleri darağaçları
yasaklanmadı sömürgeleştirmek
zincirle doğmak zincirle büyümek
bir gün olsun gülemedim demek yasaklanmadı
yasaklanmadı legal yarı-legal illegal açlık
tekelcinin dünyası savaş yasaklanmadı
yasaklandı fakat kitaplar

insan emeğine kan
insan emeğine sömürü
bir sülük gibi yapışınca
başladı kitap kıyımı

en önce ucuz bir roman kapağı içinde
ne yapmalı duruyordu
iliç belki bu duruma
geniş alnını kaşıyarak gülüyordu

günsel sen güzelim kadın
nasıl da hırslısın çakmak çakmak
iki elinle bastırsan patlayacak
binbir umutla büyüyen karnın

sen bile dayanamadın
ellerimizden sökülüp koparılmana
oblomov hımbıl adam
hırkanı atıp kalktın ayağa

bir yıldız gibi kayardın gavroche
geceleri paris sokaklarında
paris'in sokakları senden sorulurdu
paris'in sokaklarında barikatlar kurulurdu
anımsa paris'te halk ayağa kalkmıştı
fakat ellerinde bir tüfekleri kalmıştı
avına kanatlanan bir şahin gibi sen
tepeden tırnağa isyan tepeden tırnağa yürek
atıldın düşmandan koparmak için birkaç tüfek
vurulup düştün sokakları düştü paris'in
küfret gene küfret gavroche küçüğüm
argo dilini sevsinler senin

bin erkek altından
kızoğlankız kalkan
oynak kalçalı tereza
şafak ucunda gecenin
hedefini şaşmaz tükrüğünü
bir mermi gibi yapıştır
ablak yüzüne işkencecinin

akhilleus peleus'un oğlu
savunuyor diye troya'yı
dur öldürme hektor'u
hektor bir yiğit adam
sen de inat etme Paris
kimi seviyorsa helena
sunsun ona şarabı elinden
hermes haber ulaştır zeus'a
poseidon apollon athene ares
ey tanrılar durdurun savaşı
akhalılar troyalılar gelin
tunç kargınızla kalkanınızla
bükülmez bileklerinizle gelin
gelin hep birlikte gömelim işkenceyi
                      ülkesinde hodes'in

julius fuçik
ibrahim
çilemiz bitmemiş
bitmemiş
kardeşim
 

VII

sevgilim çilemiz bitmemiş delirecek şu duvar
küçük küçük adımlıyordun yasak bir afiş gecesini
konuşmasını öğreniyordu insandan önce duvar
vurup duruyordu caddeye serseri bir ayaz
çılgın gibi bütün ağaçlar nisan sonu muydu?
aklımı-fikrimi çelmiştin bir gelincik açmıştı içimde
toyluk işte bayram yerine gider gibi gelmiştin
anımsa kırmızı boyun atkımı dolamıştım boynuna

kınından fırlamış bir bıçak gibi aykırı güzeldin
bir gelincik açmıştı içimde aklımı-fikrimi çelmiştin
bir gelincik kanatılmıştı sonra kan kırmızı
ayaklarım bir durak erkene almıştı geleceğin yolu
                                                                     ne bilsin
pusu son buluşmamıza ihanetle kurulmuştu
ayrılık bozkır gecelerine kalkan tren gibi bir çığlık
göğsüne göğsümün şeklini basıyordum
                                                  öpüşüyorduk
pusu patlıyordu üstümüze ihanetle kurulan
sen karanlığa koşuyordun
                                  ay buluta

kasıklarımda kan kuruyordu ay buluta koşuyordu
çıkmadı aklımdan saçlarını rüzgâra yatırışın
kapanıp kalmışım beşiktaş'ta bir balıkçı tezgâhına
ellerimin altında ıslak bir kedi miyavlaması
bir tekme buldu ağzımı dişlerimi tükürdüm
ihaneti alıp koydular karşıma seni sordular
ihaneti ülkemi seni ve ölümü düşündüm
yağmurun tıpırtısı gibi kesildi ayak seslerin
ay buluta girdi dedim içimden ay buluta girdi

kaç yaşındaydım yirmi hayır yüz belki bin
rüzgâr gibi öfkeydim asıldım askı demirine
pencereden sarkıttılar inkâr deldim adımı
şakağımda tabanca alıp götürdüler bir ıssıza
ay buluta girdi dedim içimden inkâr geldim adını

münferit filanmış işkence ne büyük yalan
obur köpekler gibi bacaklarımın arasında ceryan
«bana bir aşk masalından şarkılar söyle»
insan ne garip şeyler düşünüyor işkencede
bir kitabın denizlerine inerdik olur olmaz
iskandil düşürerek varırdık hedefe kürek kürek
zorlu birer kartaldık kanat veren gök fırtınalara
biliyorum o tren bir daha uğramaz o gara
bir sır gibi saklanacak son buluşması dudaklarımızın

çığlığıma çığlıklar bulaşıyor yan odadan
çekin şu kilimi yaprak hışırtısı altından
bir el gelip yapışıyor göğüslerine kızın
sunmak için cehennem ağzına elektrik telinin
ayak parmakları el parmakları yani aşk tarağı
sorgucu sorar sorular sorar gün uzar gece uzar
çocuk çığlıkları gelir bir sokak öteden
anne olamayacağı düşer kızın aklına
aşk yuvası yıldırım düşmüş bir kovuk
bir gün mutlaka evet ama nasıl ey ütopya
oyuncak tren yürütür bir evde bir dolu çocuk
gözler trende gözler ray dönemeçlerinde vuut vuut
hayır bu vapurdu tren uzun geceler gibi bir çığlık
biliyorum o tren uğramaz bir daha o gara
bu kollar bir daha dolanamaz boynuna biliyorum
radyatör demirine bağlı bileğimdeki kelepçenin bir halkası
bir halkası güzel günlere
             yok bunun ortası
içimde harman sarıları vızır vızır oğul arıları
içimde bataklık kuşları leş kargaları
içimde tank paletleriyle ilerliyor ihanet
en amansız stalingrad savunması beynimde
bir ucu öldürülmek işkencenin belki kalır belki kalmaz adın
öteki ucu ihanet adın yapışıp kalır belleğine halkın

ayaklarımın dibinde çırpınıyor ağzımdan boşalan kan
çekin şu kilimi yaprak hışırtısı altından
en savunmasız en masum anılarımı yokluyor
belleğime bir sıçan gibi sokulan el
inadına geliyor aklıma unutmak istediklerim
ihanetin menziline girmeyen bir yeri var fakat direncimin
bir kilim gibi katlayıp yaktım geçtiğim bütün yolları
kimliğim ve allahım yoktu sanki hiç yaşamamıştım

kimliğim ve allahım yoktu sanki hiç yaşamamıştım
ekmek yasak su yasak düşlerimde serin bir ırmak
kalkar yanıbaşımdan bir kere kalkmaya görsün halk
güneşli günleri alıp eline göz gez arpacık
bir kere kalkmayagörsün susuyorsa darılma
uyanmamak üzere dalıp gitmek bir uykuya
uyuma ulan uyuma ulan 'lan 'lan
anneni var ya anneni hani baban
                        annem benim
seni de soruyorlar kardeşim seni de sevgilim
sözcüklerle soyuyorlar sizi tarifsiz iğrenç
kurşun döküyorlar beynimin ortalık yerine
çardak altı kavun beyaz peynir ekmek ve rakı
bir gün mutlaka sesli konuş ey ütopya
vakitsiz ötüyordur şimdi kumrular
kırlangıçlar vıcır vıcır kırlangıçlar saçak altı
hercai menekşeler gecede kaç renk gözlerimde kaç
delirecek şu duvarlar mümkünü yok
 

VIII

güneşten topraktan senden ve kitaptan uzak
hangi sözcüğü kaldırsam altında bir kundak
sinsi bir bıçak kolluyor en masum düşlerimi
oturmak istiyor yanağımın çukuruna örümcek
belki bu yüzden yangın gibi birşey ağzımda

herşey benim dışımda herşey benden uzak
ey ütopik hamak ne kadar sıcaksın ve ne kadar rahat
peki ya neden güzel günler derken ben
birdenbire tüfekleşiyor elimde kalem
kıyıları koyları yumuşak başlı dağları
        sevmiyor muyum eskisinden çok
her dalından yaşam ağacının
        koparmayı istemiyor muyum güzel bir an
bir sana bir bana kardeş kardeş dünyamızı
        düşlemiyor muyum ranzama sırtüstü uzanıp
düşlüyorum istiyorum seviyorum fakat
düşlemekle istemekle değişmiyor bu hayat
değişmiyor canım
türkçemizin en güzel en sert ve en yumuşak
                                sözcüğü direnmek'i
öğrenmeden büyük karflerle
                                            yaşayarak

şimdi sen uykunun en derininde
kavganın en serininde olabilirsin
bir kurşunun önünde kurşundan hızlı kaçabilirsin
aldı alacaktır canını yaktı yakacaktır saçını
ve belki herkes kapatmıştır sana kapısını
ve belki senin hiçbir kapıyı çalamıyor elin
fakat şundan emin ol ki sevgilim
ayaydınlık bir kitap gibi
sayfalarını savura aça
metris içinden istanbul'a sarkan çığlığımıza bakıyor
                  güzelim bir dünya

                                                    Mayıs - Nisan
 
 

su paredon : sizin duvarınız ABD emperyelizmi 40'lar Komitesi ve
        CIA eliyle Şili'de karşı devrimi örgütlerken, Allende iktidarının Şili
        halkını kurşuna dizeceğini propoganda ediyor, karşı-devrimciler de
        duvarlara «su paredon» yazıyorlardı.

no pasaran : geçemeyecekler Madrit direnişi sırasında direnişin
        simgesi olan söz.

  'ün Mart, Nisan, Mayıs aylarında, Metris cezaevinde,
        «sakal direnişi» adıyla anılan, sakal-bıyık kesmeme eylemi vardı.

  günsel : Vedat Türkali'nin «Bir Gün Tek Başına» adlı romanındaki
        baş kadın tipi.

  oblomov : Gonçarov'un «Oblomov» adlı romanındaki baş kişisi.

gavroche : V. Hugo'nun «Sefiller» adlı romanındaki genç çocuk.

  tereza : J. Amado'nun «Tereza Batista» adlı romanındaki baş kadın kişi.

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası