doğanın keşfi alexander von humboldt un yeni dünyası / Okunması Gereken Kitaplar - Nermin Mehmet Çekiç Anadolu Lisesi

Doğanın Keşfi Alexander Von Humboldt Un Yeni Dünyası

doğanın keşfi alexander von humboldt un yeni dünyası

“Harikulade bir biyografi Wulf zorlu durumlar ile bilimin muazzam etkisini birleştiriyor.” (Independent)

“Humboldt’un kendisi gibi, Doğanın Keşfi de bilimsel ama son derece eğlenceli.” (The Times)

“Onun keşiflerini yaşatan tasvirleri… zevkli hikayeler… Wulf vahşi maceralardan akademik hikayelere kolayca akıyor ve onun Humboldt’a olan sevgisi gerçekten bulaşıcı.” (Publishers Weekly)

Çağdaşları tarafından Napoleon’dan sonraki en ünlü kişi olarak tanımlanan Humboldt, zamanının en büyüleyici ve ilham verici insanlarından biridir. Varlıklı bir ailenin çocuğu olarak doğan Humboldt kendi başına Dünya’nın nasıl işlediğini keşfetmek için ayrıcalıklı bir yaşamdan vazgeçer. Thomas Jefferson onu “zamanın en büyük değerlerinden biri” olarak tanımlar. Charles Darwin “Humboldt’un Kişisel Anlatısını okumak kadar hiçbir şey benim gayretimi kamçılamamıştı” diye yazar; Humboldt olmadan ne Beagle’a binebileceğini ne de Türlerin Kökeni’ni tasavvur edebileceğini söyler. William Wordsworth’la Samuel Taylor Coleridge’in ikisi de şiirlerine Humboldt’un doğa kavramını katmışlardır. Güney Amerika’yı İspanyol sömürge yönetiminden kurtaran devrimci Simon Bolivar, Humboldt’u “Yeni Dünya’nın kaşifi” diye nitelendirir. Almanya’nın büyük şairi Goethe, Humboldt’la birkaç gün geçirmenin “birçok yıl yaşamış gibi” olduğunu dile getirir.
Doğanın Keşfi, Alexander von Humboldt gibi büyük bir bilim insanını tanımanın yanı sıra, çağdaş doğa ve türlerin ilişkiselliği açısından günümüz doğa anlayışına da ışık tutmaktadır. New York Times tarafından yılının en iyi on kitabı arasında sayılan Doğanın Keşfi, 23 ülkede yayımlandı. Royal Society Bilim Kitabı Ödülü , Costa Biyografi Ödülü , Inaugural James Wright Doğa Yazıları Ödülü , LA Times Kitap Ödülü ve Kraliyet Coğrafya Topluluğu’ndan Ness Award ödüllerini almıştır.

Doğanın Keşfi (Alexander von Humboldt’un Yeni Dünyası)

File loading please wait
Citation preview

Ayrıntı: Bilim:3 Doğanın Keşfi Alexander von Humboldt'un Yeni Dünyası Andrea Wulf Kitabın Özgün Adı The lnvention of Nature Alexander Von Humboldt's New World İngilizceden Çeviren Emrullah Ataseven Yayıma Hazırlayan Selin Aktuyun Son Okuma Mücella Ezgin Bu kitabın Türkçe yayım hakları Ayrıntı Yayınları'na aittir. Bu kitabın Türkçe yayım hakları Anatolialit Agency aracılığıyla alınmıştır.

© Andrea Wulf. Kapak Fotoğrafı ChatchaiWA / RooM / Getty lmages Turkey Kapak Tasarımı Gökçe Alper Dizgi Kani Kumanovalı Baskı ve Cilt Kayhan Matbaacılık San. ve Tic. Ltd. Şti. Merkez Efendi Mah. Fazılpaşa Cad. No: 8/2 Topkapı/İstanbul Tel.: () 31 85 00 66 Sertifika No.: Birinci Basım: Temmuz Baskı Adedi: ISBN Sertifika No.:

AYRINTI YAYINLARI Basım Dağıtım San. ve Tic. A.Ş. Hobyar Mah. Cemal Nadir Sok. No.: 3 Cağaloğlu - İstanbul Tel.: () 15 00 Faks: () 15 11 funduszeue.info & [email&#;protected]

ti funduszeue.info

il funduszeue.info � funduszeue.info

Andrea Wulf

Doğa nın Keşfi Alexander von Humboldt'un Yeni Dünyası

Linnea'ya

Gözlerini kapa ve kulaklarını dört aç; en yumuşak sesten en vahşi gürültüye, en basit tondan en yüksek melodiye, en şiddetli, en tutkulu çığlıktan güzel aklın en narin kelimelerine kadar her yerde konuşan Doğadır ve varlığını, kudretini, yaşamını ve yakınlığını öylesine açığa vurur ki, sonsuzca görünür dünyadan mahrum kör biri bile işitilebilen sonsuz canlılığı kavrayabilir. Johann Wolfgang von Goethe

içi n d eki ler

haritalar



. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 11

yazarın notu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 18 teşekkür . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 19 önsöz

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

23

ı. bölüm yola çıkış: yeni fikirler 1

başlangıçlar 37

2

hayal gücü ve doğa/ johann wolfgang von goethe ve humboldt .. 51

3

bir istikamet arayışında 68 ıı. bölüm varış: fikirleri toplama

4

güney amerika 83

5

llanolar ve orinoco 96

6

andların öbür yakasında

7

chimborazo

8

siyaset ve doğa/ thomas jefferson ve humboldt . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ııı. bölüm geri dönüş: düşünceleri sınıflandırma

9

avrupa . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

10

berlin . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

11

paris

12

devrimler ve doğa/ sim6n bolivar ve humboldt . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

13

londra

14

kısır döngü: merkezkaç hastalığı . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. .



iV.

bölüm

ses getirmek: düşünceleri yayma 15

berlin'e dönüş . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

16

rusya . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .





17

evrim ve doğa/ charles darwin ve humboldt

18

humboldt'un evreni . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

19

şiir, bilim ve doğa/ henry david thoreau ve humboldt

. . . . . . . . . . . . . . . . .

. . . . . . . .



v. bölüm yeni dünyalar: evrilen fikirler 20

tufandan beri en büyük adam . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

21

insan ve doğa/ george perkins ve humboldt

22

sanat, ekoloji ve humboldt/ ernst haeckel ve humboldt

23

korumacılık ve doğa/ john muir ve humboldt . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .



sonsöz . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . resim izinleri

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. . . . . . . . . . . . . .



notlar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . kaynaklar ve bibliyografya . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . dizin

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .



h a rita l a r Humboldt'un Amerikalar Seyahati Humboldt'un Venezuela Seyahati Humboldt'un Rusya Seyahati



15









, 1

i l. -··-ı 1 i '-·-·-·

Yeni İspany a

i

i.�ı

i

t

(

f· -· ·-·v·r-

PASIFIK OKYANUSU



!

'·-·-·-·-·-·-:

Peru o

mil



(

.�

'

i ·'·-

· '·,·,..

ATLANTİK OKYANUSU

Humboldt'un Amerikalar Seyahati

KARAYIP DENiZi

50 mil

Humboldt'un Venezuela Seyahati

u

(

o

mil

yaza rın notu Alexander von Humboldt'un kitapları pek çok dilde yayım­ lanmıştır. Kitaplarından doğrudan alıntı yaptığımda orijinal Almanca (uygulanabildiği yerlerde) ve çağdaş İngilizce baskıları karşılaştırdım. Daha yeni İngilizce baskıların mevcut olduğu durumlarda bunları daha eski baskılarla kıyasladım ve daha yeni baskıların daha iyi çevrildiklerini hissettiğim yerlerde o versiyonu seçtim (ayrıntılar son notlarda mevcuttur). Bazen ya çeviri Humboldt'un düz yazısını yansıtmıyordu ya da tüm cümleler kayıptı, bu durumda yeni bir çeviri yapma özgürlü­ ğünden yararlandım. Diğer aktörler Humboldt'un eserlerine göndermede bulunduklarında onların okudukları baskıları kullandım. Örneğin, Charles Darwin Britanya'da 1 8 1 4 ile arasında yayımlanmış olan Humboldt'un Personal Narrative'ini [Kişisel Anlatı] okumuştu, John Muir ise 1 baskısını okudu (E. C. Otte ve H. G. Bohn tarafından çevrilen).

18 Andrea Wulf Do�anın Keşfi

teşekkü r 20 1 3 yılı boyunca British Library Eccles misafir yazarıydım. Bu, şu ana dek yazarlık kariyerimdeki en verimli yıldı. O döne­ min her anını sevdim. Eccles Center'daki herkese teşekkürler. Özellikle de Philip Davis, Jean Petrovic ve Cara Rodwaye ayrıca British Library'de Matt Shaw ve Philip Hatfıeld'e teşekkürler. Son birkaç yıldır o kadar çok insandan o kadar çok yardım aldım ki cömertlikleri karşısında onur duydum. Bu kitabın araş­ tırmasını ve yazılmasını en muhteşem deneyim haline getiren herkese teşekkürler. O kadar çok kişi bilgisini ve araştırmasını paylaştı, bölümler okudu, adres rehberlerini açtı, araştırmalarımı izledi (pek çok kez) ve beni dünyada pek çok yerde karşıladı ki bu, küresel ağların doğru düzgün bir Humboldtçu deneyminini ortaya çıkardı. Almanya'da Berlin'deki Humboldt Forschungstelle'de Ulrike Leitner ve Regina Mikosch'a; Jena'da Ernst-Haeckel Haus'da Thomas Bach'a; Münih'teki Münchner Wissenschaftstage'de Frank Holl'a; Klassik Stiftung Weimar'da Hona Haak-Macht'a; Direktion Museen/Abteilung Goethe Nationalmuseum'a; Jürgen Hamel'e ve Karl-Heinz Werner'a teşekkür etmek istiyorum. Britanya'da Department of Manuscripts and University Arc­ hives, University Library, Cambridge'de Adam Perkinse; Kent'te Down House'da Annie Kemkaran-Smithe; Nottingham Trent University'deki Sir Joseph Banks Archive Project'te Neil Cham­ bers'a; Richard Homes'a; Darwin Correspondence Project'te Rosemary Clarkson'a; İspanyolca çeviriler için Jenny Wattrus'a; 19

Andrea Wulf Doğanın Keşfi

Library & Archive'da Eleni Papavasileiou'ya; SS Great Britain Trust'a; John Hemminge; Terry Gifford'a ve Bath University'den gelen "okuma grubu" hocalarına; Linnean Society'de Lynda Brooks'a; Keith Moore ve Londra, Royal Society Library and Archives'daki diğer çalışanlara; Wellcome Trust'taki Crestina Forcina'ya ve British Library ile London Library çalışanlarına teşekkür etmek istiyorum. Güney Amerika'da Bogota, Pontifıcia Universidad Javeriana'da Alberto G6mez Gutierreze; Ekvator'daki rehberimiz Juanfe Du­ ran Cassola'ya ve Quito'daki Ministerio de Cultura y Patrimonio arşivleri çalışanlarına teşekkür etmek istiyorum. Ellerinde bulunan eserlerden alıntı yapmama izin verdikleri için aşağıdaki arşiv ve kütüphanelere minnettarım: The Syn­ dics of Cambridge University Library; Royal Society, Londra; Concord Free Public Library, Concord MA; Staatsbibliothek zu Berlin -Preufüscher Kulturbesitz; Holt-Atherton Special Col­ lections, University of the Pacifıc, Stockton, California © 1 Muir-Hanna Trust; New York Public Library; British Library; Special Collections, University of Vermont. 20

Andrea Wulf Do�anın Keşfi

Georgina Laycock, Caroline Westmore, Nick Davies, Juliet Brightmore ve Lyndsey Ng'den oluşan John Murray'deki muh­ teşem ekibe teşekkür etmek istiyorum. Knopf'da Edward Kastenmeier, Emily Giglierano, Jessica Purcell ve Sara Eagle'dan oluşan aynı ölçüde muhteşem ekibe teşekkür etmek istiyorum. Alexander von Humboldt hakkında bir kitap yazmamı on yıldan fazla zaman önce isteyen ve on yıl önce beni ilk kez Venezuela'ya götüren harika arkadaşım ve temsilcim Patrick Walsh'a çok özel ve kocaman bir teşekkür. Bu kitap üzerinde inanılmaz derecede çok çalıştın, belki de satır satır. Sen olmadan bu kitap oldukça farklı olurdu ve bana inanıp mukayyet olduğun için teşekkürler. Sensiz hayatım çok daha az eğlenceli geçerdi ve işsiz olurdum. Ve Humboldt ateşime sabırla tahammül eden arkadaşlarım ve aileme kocaman bir teşekkür. Daha önce pek çok kez olduğu gibi fikirlerimi doğru yöne kanalize eden ve her şeyi bir cümlede özetleyen Leo Hullis. Şampiyonluk sana ait. Annem Brigitte Wulfbir kez daha bana Fransızca tercümeler konusunda yardımcı oldu ve benim için Almanya'daki kütüpha­ nelerden kitap getirip götürdü, babam Herbert Wulf ise birkaç versiyondaki tüm bölümleri okudu ve Weimar ile Jena'ya gel­ diğiniz için teşekkürler. Constanze von Unruh tüm müsveddeyi yeniden okudu. Bu kitap boyunca beni dürüstlük, zeka ve teşvikle yönlendirdi. Her şey ve tüm o akşamlar için teşekkürler. Arkadaşlarımın ve ailemin çoğu düzeltmeler yaparak, yorum­ layarak ve önerilerde bulunarak taslak bölümleri okudu; Robert Rowland Smith, John Jungclaussen, Rebecca Bernstein ve Regan Ralphe teşekkürler. Benimle Yosemite'a gelmesinin yanısıra en muhteşem arkadaş olan ve bana ikinci bir ev veren Regan'a özel bir teşekkür. Çok teşekkür ederim. Oradaki araştırmam boyunca Berlin'deki güzel apartman dairelerinde kalmama izin veren Hermann ve Sigrid Düringer'a da ve barometrelere dair bilgi verdiği için kardeşim Axel'a ve ayrıca Faust hakkındaki yardımları için Anne Wigger'a teşekkür etmek istiyorum. Bü­ yük bir destekçi ve arkadaş olan ve Sandy Kasırgası sırasında 21

Andrea Wulf Do�anın Keşfi

apartmanında karaya çıktığımda çelikten bir kararlılıkla bana bakan Lisa O'Sullivan'a büyük bir teşekkür. Sen şimdi kıyamet takımımın sertifikalı bir üyesisin. En büyük teşekkür tüm müsvedde üzerinde kelime kelime, tekrar tekrar çalışan, parçalara ayırıp sonra toplamama yardımcı olan süper zeki, en iyi ve en eski arkadaşım Julia-Niharika Sene gidiyor. Ve Humboldt'un ayak izlerini takip edecek şekilde tatillerini geçirerek, benimle Ekvator ve Venezuela'ya geldiğin için teşekkürler. Sahiller ve kokteyller yerine tarantulalar ve yükseklik hastalığı vardı. Chimborazo'da metre yükseklikte birlikte durmak hayatımın en güzel anlarından biriydi. Bunu başardık! Orada olduğun için teşekkür ederim. Sensiz bu kitabı yazamazdım. Bu kitap uzun bir süre Humboldt ile yaşamak zorunda kalan harika ve zeki kızım Linnea'ya ithaf edilmiştir. Tüm kız evlatları içinde en iyisi olduğu için teşekkürler. Sen, beni tamamlıyorsun ve mutlu ediyorsun.

22

Andrea Wulf Doeanın Keşfi

on soz Yer yer yalnızca iki inç genişliği olan yüksek dar bir tepe boyun­ ca elleri ve dizleri üzerinde sürünerek ilerliyorlardı. Yol, tabii buna yol denebilirse, ne zaman dokunsanız kayan kumla, oynak taşlarla kaplıydı. Aşağıda solda güneş kalın bulutlar arasında belirdiğinde parıldayan buzla kabuk tutmuş sarp bir uçurum vardı. Sağ taraftaki manzara, metrelik bir düşüşle, pek de iyi sayılmazdı. Burada, koyu ve neredeyse dikey duvarlar bıçak ağızları gibi dışarı fırlamış kayalarla örtülüydü. Alexander von Humboldt ve ona refakat eden üç kişi tek sıra halinde hareket ediyor, yavaşça adım adım ilerliyorlardı. Ada­ makıllı ekipman veya uygun elbiseler olmadan bu tehlikeli bir tırmanıştı. Buz gibi rüz gar elleriyle ayaklarını uyuşturmuş, eri­ miş kar ince ayakkabılarını sırılsıklam etmişti ve buz kristalleri, saçlarıyla sakallarına yapışmıştı. Deniz seviyesinden metre yüksekte, ince havada nefes almaya çabalıyorlardı. İlerledikçe, sivri kayalar ayakkabılarının tabanlarını parçalıyor ve ayakları kanamaya başlıyordu. 23 Haziran 1 'ydi ve bugün Ekvator'da bulunan Quito'nun güneyinden aşağı yukarı 1 60 kilometre ötede neredeyse metre yüksekliğe çıkan And Dağları'nda güzel, kubbe şeklinde sönmüş bir yanardağ olan Chimborazo'ya tırmanıyorlardı. O zamanlar Chimborazo'nun dünyadaki en yüksek dağ olduğuna inanılıyordu. Pek tabii dehşete düşmüş hamalları onları kar hat­ tında terk etmişti. Yanardağın zirvesi kalın bir sisle örtülüydü, ancak Humboldt buna rağmen yoluna devam etmişti. 23

Andrea Wulf Do�anın Keşfi

Önceki üç yıl boyunca Alexander von Humboldt daha önce çok az Avrupalı'nın gittiği toprakların derinliklerine girerek Latin Amerika boyunca seyahat etmekteydi. Bilimsel gözleme kafayı takmış halde otuz iki yaşındaki bu adam, Avrupaöan envaiçeşit en iyi araç gereci yanında getirmişti. Chimborazo'ya tırmanmak için yükünün çoğunu geride bırakmıştı ama yanına bir baro­ metre, bir termometre, bir sekstant, bir suni ufuk ve aracılığıyla gökyüzünün "maviliği"ni ölçebileceği "siyanometre" denilen aleti almıştı. Tırmandıkça, Humboldt uyuşmuş parmaklarıyla araç gereçlerini el yordamıyla arıyor, onları yükseklik, yer çekimi ve nemi ölçmek için dar çıkıntıların üzerine tehlikeli bir şekilde kuruyordu. Rastladığı herhangi bir türü titizlikle listeliyordu: Ne olursa, burada bir kelebek, orada bir çiçek Her şey defterine kaydediliyordu. metre yükseklikte iri bir kaya parçasına yapışmış son bir küçücük yosun parçası gördüler. Bundan sonra organik yaşa­ mın tüm işaretleri ortadan kayboluyordu; çünkü o yükseklikte herhangi bir bitki veya böcek yoktu. Önceki tırmanışlarına eşlik eden akbabalar bile ortada yoktu. Sis, etrafı ürkütücü bir yer haline getirip ortalığı kapladıkça Humboldt tamamen insanla­ rın yaşadığı dünyanın dışına çıkmış gibi hissediyordu. "Sanki" diyordu, "bir hava balonunun içinde kapana kısılmış gibiydik:' Aniden, sis mavi gökyüzüne karşı Chimborazo'nun karla kaplı zirvesini açığa çıkararak yükseklere doğru gitti. "Muhteşem bir manzara!" Bu, Humboldt'un ilk düşüncesiydi ama sonra önle­ rinde devasa bir buzul yarığı gördü. 20 metre genişliğinde ve yaklaşık metre derinliğindeydi. Ama tepeye çıkmanın başka yolu yoktu. Humboldt, yüksekliklerini 59 1 7 metre olarak ölç­ tüğünde zirvenin ancak metre altında olduklarını fark etti. Kimse daha önce bu kadar yükseğe çıkmamıştı ve kimse böy­ lesine ince bir havada daha önce nefes alıp vermemişti. Altında uzanan dağ sıralarına bakarak dünyanın tepesinde dururken Humboldt dünyayı farklı şekilde görmeye başladı. Doğal dünyayı anlama yolumuzu hala etkileyen cesur, yeni bir doğa vizyonunu tasavvur ederek yeryüzünü her şeyin birbirine bağlı olduğu büyük, yaşayan bir organizma olarak gördü.

24 Andrea Wulf Do�anın Keşfi

Humboldt ve ekibi bir yanardağa tırmanırken.

Çağdaşları tarafından Napoleonöan sonraki en ünlü insan olarak tanımlanan Humboldt, zamanının en büyüleyici ve ilham verici insanlarından biriydi. 1 Öa Prusyalı varlıklı bir ailenin çocuğu olarak doğan Humboldt, kendi başına Dünyanın nasıl işlediğini keşfetmek için ayrıcalıklı bir yaşamdan vazgeçti. Genç bir adam olarak hayatını pek çok kez riske edeceği ve yeni bir dünya anlayışıyla geri döneceği beş yıllık bir Latin Amerika keşfi için yola çıktı. Bu, yaşamını ve düşüncesini biçimlendiren bir yolculuktu ve bu, onu dünya çapında efsane haline getirdi. Paris ve Berlin gibi şehirlerde yaşıyordu ama Orinoco Nehri'nin uzak kollarında veya Rusya'nın Moğolistan sınırındaki Kazak Bozkı­ rı'nda aynı ölçüde evindeymiş gibi hissediyordu. Uzun hayatının çoğunda, yaklaşık mektup yazarak ve en azından bunun iki katı mektup alarak bilimsel dünyanın irtibat noktasıydı. Bilgi, Humboldt'un inancına göre, paylaşılmalı, değiş tokuş edilmeli ve herkesin kullanımına açık hale getirilmeliydi. O, aynı zamanda çelişkilerin insanıydı. Sömürgeciliğin ateşli bir eleştirmeniydi ve Latin Amerika'daki devrimleri destekli-

25 Andrea Wulf Do�anın Keşfi

yordu, fakat iki Prusya Kralı'nın saray nazırlığını yapıyordu. Özgürlük ve eşitlik kavramlarından dolayı Birleşik Devletlere hayranlık duyuyordu ama köleliği kaldırma konusundaki ba­ şarısızlıklarını eleştirmeyi hiç bırakmıyordu. Kendisine "yarı Amerikalı" diyordu ama aynı zamanda Amerikayı, "her şeyi sıkıcı bir monotonluğa sürükleyip götüren sıkıcı bir mono­ tonluk" şeklinde nitelendiriyordu. Kendine güveni vardı fakat sürekli olarak yaptıklarının onaylanmasını arzuluyordu. Bilgisi­ nin genişliğinden dolayı kendisine hayranlık duyuluyordu ama aynı zamanda keskin dilinden dolayı korku duyulan biriydi. Humboldt'un kitapları bir düzine dilde yayımlanmış ve o kadar popülerlerdi ki, insanlar bu kitapları satın alan ilk kişiler olmak için kitapçılara rüşvet veriyordu, ama buna karşın o, fakir bir adam olarak ölmüştü. Beyhude bile olsa son parasını gayretli, genç bir bilim insanına verirdi. Yaşamını seyahatler ve aralıksız çalışmayla sarıp sarmalamıştı. Her zaman yeni bir şeyler dene­ yimlemek ve kendisinin dediği gibi, ideal olarak, "üç şeyi aynı zamanda yapmak" istiyordu. Humboldt, bilgisi ve bilimsel düşüncesiyle ünlenen biriydi ama akademik bir beyin değildi. Çalışması veya kitaplar arasında kaybolmasıyla memnun olmayarak kendisini fiziksel uğraşlara atıyor, bedeninin sınırlarını zorluyordu. Venezuela'da yağmur ormanlarının gizemli dünyasının derinliklerine girmeye cüret ediyor ve And Dağları'nda aktifbir yanardağın içindeki alevleri görmek için tehlikeli bir yükseklikte dar kaya çıkıntıları boyunca sürünerek ilerliyordu. Altmış yaşında bir adam olarak bile daha genç arkadaşlarını geride bırakarak Rusya'nın en uzak köşelerine kilometreden fazla bir seyahat yapmıştı. Bilimsel araç gereçler, ölçüler ve gözlemlerle büyülenmişti, bir merak güdüsüyle de hareket ediyordu. Elbette ki doğanın ölçül­ mesi ve analiz edilmesi gerekiyordu ama o, aynı zamanda doğal dünyaya tepkimizin büyük bir kısmının duyular ve duygulara dayanması gerektiğine inanıyordu. "Doğa sevgisi" anlayışını harekete geçirmek istiyordu. Diğer bilim insanlarının evrensel yasalar aradıkları bir zamanda o, doğanın hisler aracılığıyla deneyimlenmesi gerektiğini yazıyordu. Humboldt herhangi birine benzemiyordu; çünkü en küçük ayrıntıyı bile yıllarca aklında tutabiliyordu: bir yaprağın şeklini, 26

Andrea Wulf Do�anın Keşfi

toprağın rengini, hava durumu bilgisini, bir kayanın katman­ larını. Bu olağanüstü hafıza tüm dünyada onlarca yıl boyunca veya binlerce kilometre ötede yaptığı gözlemleri karşılaştırmasını mümkün kılıyordu. Humboldt'un "aynı anda dünyadaki tüm fenomenler zinciri boyunca ilerleme" yeteneği vardı, diyordu bir meslektaşı. Diğerlerinin hafızalarının altını üstüne getirmek zorunda olduğu noktada Humboldt, Amerikalı yazar ve şair Ralph Waldo Emerson'ın hayranlıkla ifade ettiği gibi, "gözleri doğal mikroskop ve teleskop" olan, anında her bilgi ve gözlem zerresini hazır bulan biriydi.

A

!'

Jl>

:E



Andlaröa bitkilerin dağılımı. 27

Andrea Wulf Daeanın Keşfi

Tırmanmaktan bitkin halde Chimborazo'da dururken Hum­ boldt manzaraya tüm dikkatini veriyordu. Burada, bitki ku­ şakları birbirlerinin üzerlerine yığılmışlardı. Vadilerde renkli orkidelerin ağaçlara yapıştığı palmiye ve bambu ormanlarının arasından geçmişti. Daha yukarıda kozalaklı ağaçlar, meşeler, kızılağaçlar ve Avrupa ormanlarından tanıdıklarına benzeyen çalı benzeri sarıçalı/kadıntuzlukları görmüştü. İsviçre dağla­ rında topladıklarına çok benzeyen alp bitkileriyle Kuzey Kutup Dairesi ve Laponya'da gördüğü tiplere benzeyen yosunlara sıra gelmişti. Hiç kimse daha önce bunun gibi bitkilere bakmamıştı. Humboldt bunları sınıflandırmanın dar kategorileriyle değil ama yer ve iklime göre tipler olarak değerlendirmişti. Burada doğayı kıtalar boyunca birbirleriyle uyumlu iklim bölgeleriyle küresel bir güç olarak değerlendiren bir adam vardı: Zamanında radikal bir kavramdı bu ve bugün hala ekosistem anlayışımızı renklendirmektedir. Humboldt'un kitapları, günlükleri ve mektupları zamanının çok ötesinde bir vizyoneri, düşünürü açığa vurmaktadır. O, izotermleri, bugün hava durumu haritalarında gördüğümüz ısı ve basınç çizgilerini keşfetti ve aynı zamanda manyetik ek­ vatoru buldu. Kıvrılarak yerküre boyunca giden bitki örtüsü ve iklim bölgeleri fikrini ortaya attı. Bununla birlikte, en önemlisi Humboldt, doğal dünyayı görme yolumuzu kökten değiştirdi. Her yerde bağlantılar buldu. Hiçbir şey, en küçük organizma bile, tek başına değerlendirilmedi. "Bu muazzam sebep sonuç zinciri içerisinde hiçbir gerçeklik diğer şeylerden soyutlanarak değerlendirilemez" diyordu Humboldt. Bu içgörüyle, yaşam ağını, bugün bildiğimiz şekliyle doğa kavramını keşfetti. Doğa, bir ağ olarak algılandığında kırılganlığı da bariz olur. Her şey birlikte hareket eder. Bir iplik çekildiğinde tüm kilim sökülebilir. 1 yılında Venezuela'da Valencia Gölü'ndeki sö­ mürge çiftliklerinin yıkıcı çevresel etkilerini gördükten sonra Humboldt, insan kaynaklı iklim değişikliğinden bahseden ilk bilim insanı oldu. Oradaki ormansızlaştırma, toprağı çorak hale getirmişti, gölün su seviyesi düşüyordu ve çalılıkların ortadan kaybolmasıyla şiddetli yağmurlar etraftaki dağ yamaçlarında bulunan toprağı sürükleyip götürmüştü. Humboldt, suyu tutma ve toprak erozyonuna karşı öneminin yanısıra ormanın nem ve 28 Andrea Wulf Doğanın Keşfi

serinletici etkisiyle atmosferi zenginleştirme yeteneğini açık­ layan ilk kişi olmuştu. O, insanların iklimin işine burunlarını soktuklarını söylüyor ve bunun "gelecek kuşaklar" üzerinde öngörülemez etkisi olabileceği konusunda uyarıyordu. Doğanın Keşfi bizi bu olağanüstü adama bağlayan görünmez iplerin izini sürer. Humboldt zamanının en büyük düşünür, sanatçı ve bilim insanlarının çoğunu etkilemişti. Thomas Jef­ ferson onu, "zamanın en büyük değerlerinden biri" şeklinde tanımlamıştı. Charles Darwin. "Humboldt'un Kişisel Anlatı'sını okumak kadar hiçbir şey benim gayretimi kamçılamamıştı" diye yazmıştı ve Humboldt olmadan ne Beagle'a bineceğini ne de Türlerin Kökeni'ni tasavvur edeceğini söylüyordu. William Wordsworth'la Samuel Taylor Coleridge'in ikisi de şiirlerine Humboldt'un doğa kavramını katmışlardı ve Amerikanın en saygın yazarı Henry David Thoreau, Humboldt'un kitaplarında nasıl bir şair ve doğacı olunacağına dair ikilemine cevap bulmuş­ tu. Humboldt olmadan Walden oldukça farklı bir kitap olacaktı. Güney Amerika'yı İspanyol sömürge yönetiminden kurtaran devrimci Simon Bolivar, Humboldt'u "Yeni Dünyanın kaşifi" şeklinde nitelendirmişti ve Almanyanın en büyük şairi Johann Wolfgang von Goethe, Humboldt'la birkaç gün geçirmenin "birçok yıl yaşamış gibi" olduğunu ilan ediyordu. 14 Eylül 'da, doğumundan yüz yıl sonra, Alexander von Humboldt'un yüzüncü doğum yıl dönümü dünya çapında kut­ landı. Avrupa, Afrika ve Amerika kıtalarının yanısıra Avust­ ralya'da da etkinlikler vardı. Melbourne ve Adelaide'de insan­ lar Buenos Aires ve Mexico City'de olduğu gibi, Humboldt'un onuruna yapılan konuşmaları dinlemek için bir araya geldiler. Humboldt'un "bilimlerin Shakespeare'i" şeklinde nitelendirildiği Moskova'da ve havai fişeklerle aydınlatılan bir gökyüzü altında toplanan misafirlerin olduğu İskenderiye, Mısır'da kutlamalar vardı. En büyük merasimler San Francisco'dan Philadelphiaya, Chicago'dan Charleston'a ulusun sokak geçitleri, şatafatlı akşam yemekleri ve konserlere tanıklık ettiği Birleşik Devletler'de ger­ çekleştirildi. Cleveland'da yaklaşık insan sokakları doldurdu ve Syracuse'da insan daha uzunluğu 1 .6 kilometreden fazla olan bir yürüyüşe katıldı. Başkan Ulysses Grant şehirdeki 29 Andrea Wulf Do�anın Keşfi

işleyişi durma noktasına getiren eğlence katılımcısıyla Pittsburgh'deki kutlamalara iştirak etti. New York City'de parke taşlı sokaklar bayraklarla donatıldı. City Hall pankartlarla örtülüydü ve evlerin tamamı, Humbol­ dt'un yüzünü taşıyan devasa posterlerin arkasında kaybolmuştu. Hudson Nehri'nde etraftan geçen gemiler bile renkli süslerle donatılmıştı. Sabah vakti binlerce insan New York Times'ın baş sayfasının belirttiği gibi "ünü için hiçbir milletin hak talebinde bulunamayacağı" bir adamı onurlandırmak için Bowery'den başlayıp Broadway boyunca Central Park'a kadar yürüyerek on müzik grubunu takip etti. Öğleden sonranın ilk vakitlerinde seyirci Humboldt'un büyük bronz bir büstü açılırken Central Park'taki konuşmaları dinlemek için toplandı. Akşam karanlık çökerken renkli Çin fenerlerinin altında yürüyen 1 insandan oluşan fener alayı, sokaklar boyunca yürümeye başladı. "Onu hayal edelim" diyordu bir konuşmacı, ''.And Dağları'nın üzerinde dururken, aklı her şeyin ötesine yükselmiş halde:' Dünya çapındaki her konuşma, Humboldt'un doğanın tüm yönleri arasında bir "iç korelasyon" gördüğünü vurguluyordu. Boston'da Emerson, şehrin ileri gelenlerine Humboldt'un, "dün­ yanın harikalarından biri" olduğu söylemişti. "Ünü" diyordu Londra'daki Daily News, "bir bakıma evrenin kendisiyle bağ­ lantılıydı:' Almanya Köln'de, Hamburg'da, Dresden'de, Frank­ furt'ta ve pek çok başka şehirde kutlamalar vardı. Almanya'daki en büyük kutlamalar şiddetli yağmura rağmen insanın toplandığı Humboldt'un memleketi Berlin'deydi. Yetkililer tüm kamu kuruluşlarıyla temsilciliklerinin o gün tatil edilmesi emrini vermişti. Yağmur bardaktan boşanırcasına yağarken ve kuvvetli rüzgar havayı soğuturken yine de konuşmalar ve şarkılar saat­ lerce devam etti. Akademi dünyası dışında neredeyse unutulmuş olmasına rağmen, en azından İngilizce konuşulan çevrede bu böyledir, Alexander von Humboldt'un fikirleri hala dü"şüncemizi biçim­ lendirmektedir ve kitapları kütüphanelerde toz tutarken onun ismi Şili ve Peru kıyıları boyunca akan Humboldt Akıntısı'ndan, Meksika'daki Sierra Humboldt'la Venezuela'daki Pico Humbol­ dt'u içeren, Latin Amerika'daki düzinelerce anıt, park ve dağda her tarafta yaşamaya devam etmektedir. Arjantin'de bir kasaba, 30

Andrea Wulf Daeanın Keşfi

Brezilyada bir nehir, Ekvator'da bir gayzer ve Kolombiya'da bir körfez Hepsine Humboldt'un adı verilmiştir.* Çin'in kuzeyindeki, Yeni Zelanda ve Antarktika'daki dağ sı­ ralarının yanısıra Grönland'da Kap Humboldt ve Humboldt Buzulu vardır. Almanya'daki parklar ve Paris'teki Alexander de Humboldt Caddesi'nin yanısıra Tazmanya ve Yeni Zelanda'da onun adını taşıyan nehirlerle şelaleler bulunmaktadır. Yalnızca Kuzey Amerika'da Kaliforniya'daki Humboldt Redwoods State Park'ı ve Chicago'yla Buffalo'daki parkların yanısıra dört ilçeye, on üç kasabaya, dağlara, körfezlere, göllere ve bir nehre onun adı verilmiştir. Anayasa Kongresi 'larda eyaletin ismini tartışır­ ken Nevada'ya neredeyse Humboldt adı verilecekti. Neredeyse bitkiye ve 1 00 hayvana onun adı verilmiştir, Kaliforniya Humboldt zambağı (Lilium hum boldtii), Güney Amerika Hum­ boldt pengueni (Spheniscus hum boldti) ve Humboldt Akıntısı içinde bulunabilen iki metrelik yırtıcı vahşi hayvan Humboldt mürekkep balığı (Dosidicus gigas) bunlara dahildir. Birkaç mi­ neral onun adını taşır. Hum boldtit'ten Hum bolditin'e kadar ve ay üzerinde "Mare Humboldtianum" adı verilen bir bölge vardır. Herhangi birinden daha çok Humboldt'a yer adı verilmiştir. Ekolojistler, çevreciler ve doğa yazarlarının çoğu farkında olmasa da Humboldt'un vizyonuna dayanır. Rachel Carson'ın Silent Spring'i [Sessiz Bahar] Humboldt'un birbiriyle bağlantılı olma kavramına dayanır ve bilim insanı James Lovelock'un yaşa­ yan bir organizma olarak yeryüzü şeklindeki ünlü Gaia Teorisi, Humboldt'un düşünceleriyle dikkate değer benzerlikler taşır. Humboldt yeryüzünü "iç güçler tarafından can verilip hareket ettirilen doğal bir bütün" olarak tanımladığında Lovelock'un fikirlerini yüz yıldan daha önce dile getirmiştir. Humboldt, Cosmos denen yeni kavramı kitabına başlık olarak vermiştir, ilk önce "Gaa'' kavramını düşünmüştür (ama sonra bundan vazgeçmiştir). Biz geçmiş tarafından biçimlendirilmişizdir. Nicolaus Coper­ nicus bize evrendeki yerimizi gösterdi, Isaac Newton doğanın yasalarını açıkladı, Thomas Jefferson özgürlük ve demokrasi -

• Bugün Latin Amerikaöa bulunan birçok Almanca eğitim veren okul Juegos Humbo/dt-Humboldt oyunları adı verilen iki yılda bir düzenlenen atletizm ya­ rışmaları düzenlemektedir. (y.h.n.)

gibi bazı kavramları bize verdi ve Charles Darwin tüm türlerin aynı atadan türediğini ispatladı. Bu fikirler, bizim dünyayla olan ilişkimizi tanımlar. Humboldt bize doğa kavramımızın kendisini verdi. İroni şuradadır: Humboldt'un görüşleri o kadar aşikar hale gelmiştir ki, onların arkasında bulunan adamı büyük ölçüde unutmuşuz. Ama onun fikirleri ve ilham verdiği pek çok insan arasında doğrudan bir hat bulunmaktadır. Bir halat gibi Humboldt'un doğa kavramı bizi ona bağlar. Doğanın Keşfi benim Humboldt'u bulma girişimimdir. Beni birçoklarının arasında Kaliforniya, Bedin ve Cambridge'deki ar­ şivlere götüren dünya çapında bir seyahat olmuştur bu. Binlerce mektubu okudum ama aynı zamanda Humboldt'un ayak izlerini takip ettim. Humboldt'un haftalarca hayvanları parçalayıp ince­ lediği Almanya Jena'daki anatomi kulesinin yıkıntılarını gördüm ve Ekvator Antisana'da metre yükseklikte, tepemde dört akbaba tur atarken ve yabani atlarla çevrili halde, Mart'ında bir gece geçirdiği yıkık dökük kulübeyi buldum. Quito'da Humboldt'un orijinal İspanyol pasaportunu elime aldım, bunlar tam da onun Latin Amerika'da seyahat etmesini olanaklı kılan belgelerdi. Berlin'de binlerce belge parçası, taslağı ve sayıdan müteşekkil, harikulade bir kolaj olan notlarını içeren kutuları açtığımda onun zihninin nasıl çalıştığını sonunda anla­ dım. Evime daha yakın bir yerde, Londra'daki British Library'de, haftalarca Humboldt'un yayımlanmış kitaplarını okudum, bu kitaplardan bazıları o kadar büyüktü ki, onları güç bela masaya kaldırabildim. Cambridge'de Darwin'in kendi Humboldt kitap­ ları kopyalarına baktım. Bunlar B eagle da Darwin'in hamağının yanındaki bir rafta tuttuğu kitaplardı. Kitaplar, Darwin'in kurşun kalem işaretlemeleriyle doludur. Bu kitapları okumak gizlice Darwin'in Humboldt'la konuşmasını dinlemek gibiydi. Kendimi Venezuela'daki yağmur ormanlarında uluyan may­ munların tuhaf böğürmelerini dinlerken uzanmış ve aynı za­ manda New York Public Library'de bazı belgeleri okumak için seyahat ettiğim Manhattan'da, Hurricane Sandy kasırgası es­ nasında elektriksiz halde yakalanmış buldum. George Perkin Marsh'ın 1 'ların ilk yıllarında Man and Nature'ı [İnsan ve Doğa] -Humboldt'un fikirlerinden esinlenerek yazılmış ve Ame'

32 Andrea Wulf Do�anın Keşfi

rika'nın muhafazakar hareketinin başlangıcına damga vuran bir kitaptır bu- yazdığı Torino'nun dışındaki küçük Piobesi köyünde bulunan onuncu yüzyıldan kalma kulesiyle eski malikaneye hayran oldum. Taze düşmüş karın üstünde Thoreau'nun Walden Gölü etrafında yürüdüm ve Yosemite'te gezdim, kendime John Muir'in şu fikrini hatırlatıyordum: "Evrene giden en açık yol el değmemiş ormanlardan geçer:' En heyecanlı an, Humboldt'un vizyonu için o denli önemli olan dağ Chimborazo'ya en sonunda tırmandığım zamandı. Çorak yamaçta yürürken hava o kadar inceydi ki, her adım sonsuzluk gibi hissediliyordu. Bu, bacaklarım kurşun gibi ağır ve bir şekilde bedenimin geri kalanından bağlantıları kopmuş gibi hissederken yukarı doğru yavaş bir çıkıştı. O Chimborazo'yu yaralı ayağıyla tırmanmıştı (ve elbette benimki kadar rahat ve sağlam yürüyüş botları giymemişti), yanında araç gereçler vardı ve devamlı ölçüm yapmak için duruyordu. Manzaralarla mektuplar, düşüncelerle günlükler arasında geçen bu keşfin sonucu bu kitaptır. Doğanın Keşfi Humboldt'u yeniden keşfetmek ve doğayla bilim panteonunda hakkı olan yeri yeniden teslim etmek için yapmış olduğum araştırmadır. Bu, aynı zamanda doğal dünya hakkında bugün yaptığımız şekliyle neden düşündüğümüzü anlamanın arayışıdır.

33 Andrea Wulf Doganın Keşfi

ı. bölü m yo l a çıkış : yen i fı ki rler

1 baş l a n g ıçl a r Alexander von Humboldt 14 Eylül 1 'da kışları Berlin'de, yaz­ ları şehrin 16 kilometre kuzey batısındaki küçük bir şato olan Tegel'de geçiren, varlıklı bir Prusyalı aristokrat ailede doğdu. Babası Alexander Georg von Humboldt orduda subay, Prusya sarayında nazır ve gelecekteki kral il. Friedrich Wilhelm'in sır­ daşlarından biriydi. Alexander'ın annesi Marie Elizabeth aileye para ve toprak katan zengin bir imalatçının kızıydı. Humboldt adına Berlin'de hayli saygı gösteriliyordu, hatta gelecekteki kral, Alexander'ın vaftiz babasıydı. Fakat ayrıcalıklı yetiştirilmelerine rağmen Alexander ve ağabeyi Wilhelm mutsuz bir çocukluk geçirmişlerdi. Sevgili babaları, Alexander dokuz yaşındayken aniden öldü ve anneleri oğullarına hiç yakınlık göstermedi. Babaları büyüleyici ve dost canlısıyken anneleri resmi, soğuk ve duygusal açıdan mesafeliydi. Anne şefkati göstermek yerine anneleri iki çocuğa özel ders vermesi için onlara hakikat, öz­ gürlük ve bilgi sevgisi aşılayan bir dizi Aydınlanma düşünürü­ nü ayarlayarak, o zaman Prusya'da mevcut olan en iyi eğitimi kendilerine sağladı. Bunlar çocukların zaman zaman bir baba figürü aradıkları tuhaf ilişkilerdi. Özellikle yıllarca eğitimlerini gözeten bir özel öğretmen Gottlob Johann Christian Kunth, onlarda aynı zaman­ da bir bağımlılık duygusunu teşvik ederken, memnuniyetsizliği ve hayal kırıklığını ifade etmenin kendine has bir birleşimini 37 Andrea Wulf Doeanın Keşfi

öğretti. Onlar hesaplamalar yaparken, Latince metinleri çevirir­ ken veya Fransızca kelimeler öğrenirken o arkalarında geziniyor, onları omuzlarından aşağı bakarak gözetliyordu, Kunth sürekli kardeşlerin yanlışlarını düzeltiyordu. İlerlemelerinden hiçbir zaman tam olarak tatmin olmuyordu. Ne zaman bir hata yap­ salar Kunth bunu onu kırmak veya gücendirmek için yapmışlar gibi tepki veriyordu. Çocuklar için bu davranış onlara değnek vurmasından daha acılı oluyordu. Wilhelm'in daha sonra an­ latacağı gibi, her zaman Kunth'u memnun etmek için "devamlı bir kaygı" hissediyorlardı. Bu durum iki yaş genç olmasına rağmen erken gelişmiş kar­ deşiyle aynı dersleri alan Alexander için özellikle zordu. Sonuç kendisinin daha az yetenekli olduğuna inanmasıydı. Wilhelm Latinceyle Yunancada mükemmelleştiğinde Alexander kendi­ sini yetersiz ve yavaş hissetti. O denli çok çabalıyordu ki, daha sonra bir arkadaşına böyle diyecekti, öğretmenleri "onda sıradan entelektüel güçlerin bile gelişip gelişmeyeceğinden kuşkuluydu:'

Schloss Tegel ve konağın etrafı.

Wilhelm, Yunan mitolojisiyle Antik Roma tarihi içinde kendini kaybediyordu ama Alexander kitaplardan tedirgin oluyordu. 38 Andrea Wulf Do�anın Keşfi

Bunun yerine bitkileri, hayvanları, kayaları toplayıp onların taslaklarını çizerek zaman geçirdiği kırsal alanlarda gezinmek için bulabildiği her fırsatta sınıftan kaçıyordu. Cepleri böcekler ve bitkilerle dolu halde geri gelince ailesi ona "küçük eczacı" adını taktı ama onun bu ilgilerini ciddiye almadı. Ailenin söy­ lediğine göre bir gün Prusya Kralı Büyük Frederick, çocuğa adını taşıdığı Büyük İskender gibi dünyayı fethetmeyi planlayıp planlamadığını sordu. Genç Humboldt'un cevabı, "Evet, efendim ama kafamla:' oldu. Yaşamının ilk yıllarının çoğu, daha sonra yakın bir arkadaşına da dediği gibi, onu seven ama anlamayan insanların arasında geçti. Öğretmenleri müşkülpesent; annesi toplumdan ve ço­ cuklarından soyutlanmış şekilde yaşıyordu. Marie Elisabeth von Humboldt'un en büyük kaygısı, diyordu Kunth, Wilhelm'le Alexander'ın "entelektüel ve ahlaki mükemmellikleri"ni sağla­ maktı, duygusal gelişimleri görünüşe göre önemli değildi. "Bin tane kısıtlama içinde yaşamaya zorlanıyordum" diyordu Hum­ boldt ve bir maske altında kendisini saklayarak yalnız yaşıyordu; çünkü her adımını izleyen sert annesiyle kendisi olabileceğini hiçbir zaman hissetmiyordu. Humboldt ailesinde heyecan veya neşenin açığa vurulması kabul edilemez bir davranıştı. Alexander ve Wilhelm birbirlerinden çok farklıydı. Alexander, maceraperest ve dışarıda olmaktan keyif alırken Wilhelm, ciddi ve ders çalışmayı seven biriydi. Wilhelm'in baskın karakteri özdenetimken Alexander, sıklıkla duyguları arasında parçalan­ mış haldeydi. Her iki kardeş de kendi dünyalarına çekilmişti. Wilhelm kitaplarına ve Alexander da ithal Kuzey Amerika ağaçlarının dikildiği muhteşem ağaçlıklar olan Tegel ormanları boyunca yalnız yürüyüşlere dalmıştı. Renkli şeker akağaçları ve görkemli beyaz meşeler arasında gezinirken Alexander, doğayı sakinleştirici ve huzur verici şekilde deneyimledi. Ama yine başka bir alemden gelen ağaçlar arasındaydı ki, uzak ülkeleri düşlemeye başladı. Humboldt, büyüyünce yakışıklı genç bir adam oldu. 1 72 cm boyu vardı ama dik ve gururlu yürüyordu, böylece olduğundan daha uzun görünüyordu. Hafifve çevikti; zekası keskin ve atikti. Elleri küçük ve narindi, bir arkadaşının dediği gibi neredeyse bir kadınınki gibilerdi. Gözleri meraklı ve her zaman uyanıktı. 39 Andrea Wulf Doğanın Keşfi

Görünüşü zamanın ideal ölçülerine tam anlamıyla uyuyordu: darmadağınık saçlar, oldukça etkileyici dudaklar ve gamzeli bir çene. Ama sıklıkla hastaydı, ateş ve nevrasteniden mustaripti, Wilhelm bunun "bir tür melankoli" olduğunu düşünüyordu; çünkü "zavallı çocuk mutsuzdu:· Bu kırılganlığı gizlemek için Alexander ince zeka ve ihtirastan oluşan koruyucu bir kalkan inşa etti. Bir çocuk olarak keskin yorumlarından dolayı kendisinden korkuluyordu, bir aile dost­ ları onu "un petit esprit malin"" şeklinde çağırıyordu, bu ünü hayatının geri kalanı boyunca taşıyacaktı. Alexander'ın en yakın arkadaşları bile kötücül bir özelliğinin olduğunu itiraf ediyor­ lardı. Ama Wilhelm, kardeşinin kesinlikle kindar olmadığını söylüyordu; belki biraz boş biriydi ve parlayıp mükemmelleşmek için derin bir saikle hareket ediyordu. Gençliğinden itibaren Alexander bu boşlukla yalnızlığı, övülmeyi arzulamakla bağım­ sızlığı için hasret çekmek arasında parçalanmıştı. Endişeli ama entelektüel maharetlerine inanır halde onaylanma ihtiyacıy ile üstünlük duyusu arasında gidip geliyordu. Napoleaon Bonaparte'la aynı yıl doğan Humboldt, gittikçe küreselleşen ve erişilebilir hale gelen bir dünyada büyüdü. Kendi­ sine yakışır şekilde, onun doğumundan önceki aylar düzinelerce farklı milletten astronomların Venüs'ün geçişi konusundaki gözlemlerini koordine edip paylaştıkları ilk uluslararası bilimsel işbirliğine tanıklık etmişti. Boylamı hesaplama problemi nihayet çözülmüştü ve on sekizinci yüzyıl haritasındaki boşluklar hızla dolduruluyordu. Dünya değişiyordu. Humboldt yedi yaşına basmadan hemen önce Amerikan devrimcileri bağımsızlıklarını ilan etti ve yirminci doğum gününden kısa süre önce Fransızlar 'da aynı şeyi yaparak kendi devrimlerini gerçekleştirdi. Almanya, hala Fransız düşünür Voltaire'in dediği gibi, ne kutsal ne Romalı ne de bir imparatorluk olan Kutsal Roma İmparatorluğu şemsiyesi altındaydı. Henüz bh millet değildi, birçok devletten oluşuyordu; bunların bir kısmı minik prens­ liklerden, diğerleriyse Prusya'daki Hohenzollern ve nüfuzla toprak elde etmek için savaşmaya devam eden Avusturya'daki Habsburglar'dan müteşekkildi. On sekizinci yüzyılın ortalarında, • Fransızca, küçük şeytani zeka. (ç.n.) 40

Andrea Wulf Doeanın Keşfi

Büyük Frederick'in saltanatı esnasında Prusya, Avusturya'nın en büyük rakibi olarak ortaya çıkmıştı. Humboldt'un doğumu zamanında Prusya, muazzam düzeyde sağlam ordusu ve idari etkinliğiyle biliniyordu. Büyük Frederick mutlak bir hükümdar olarak hüküm sürmüştü sürmesine ama bununla beraber ilköğrenim sistemini ve makul bir toprak re­ formunu içeren bazı reformları da getirmişti. Askeri alandaki hünerleriyle meşhur olan Büyük Frederick müzik, felsefe ve öğrenmeye olan sevgisiyle de tanınıyordu. Fransız ve İngiliz çağdaşları, Almanları sıklıkla kaba saba ve gerici olarak gör­ melerine rağmen Alman devletlerinde Avrupa'nın herhangi bir yerinde olduğundan daha çok üniversite ve kütüphane vardı. Yayıncılık ve süreli yayınlar patlama yaşadığı için de okuryazar oranları hızla artmıştı. Bu esnada Britanya ekonomik açıdan önde gidiyordu. Nö­ betleşe ekim ve yeni sulama sistemleri gibi tarımsal yenilikler daha çok ürün getiriyordu. Britanyalılar "kanal yapma ateşi"ne tutulmuştu, adalarını modern bir ulaşım sistemiyle örüyorlardı. Sanayi Devrimi mekanik dokuma tezgahlarıyla diğer makineleri getirmişti ve imalat merkezleri şehirlerde mantar gibi artıyordu. Britanya'daki çiftçiler, geçimlik tarımdan yeni şehir merkezle­ rinde yaşayıp çalışanları doyurmaya dönüyorlardı. İnsanlar, James Watt'ın buhar motorları ve aynı zamanda Av­ rupa'da ve Kuzey Amerika'da çiçek hastalığına karşı ilk aşıların yapılması gibi yeni tıbbi gelişmeler konusunda olduğu gibi, yeni teknolojilerle doğayı kontrol etmeye başlıyordu. Benjamin Franklin on sekizinci yüzyılın ortasında paratoneri icat ettiğinde insanlık, Tanrı'nın gazabının dışavurumu olarak değerlendiril­ miş olan şeyi uysallaştırmaya başladı. Bu gibi bir güçle insanlar doğaya olan korkularını kaybetti. Önceki iki yüzyıl boyunca Batı toplumunda doğanın karmaşık bir aygıt, bir bilim insanının dediği gibi, "evrenin büyük ve kar­ maşık makinesi", şeklinde çalıştığı fikri baskındı. Nihayetinde, insan çapraşık saatlerle otomat (makine) yapabiliyorsa Tanrı ne büyük şeyler yapabilirdi? Fransız filozof Rene Descartes ve takipçilerine göre, Tanrı bu mekanik dünyaya ilk itkisini ver­ mişken Isaac Newton evreni daha çok ilahi bir saat meknizması 41 Andrea Wulf Doganın Keşfi

şeklinde değerlendiriyordu ve Tanrı da müdahale etmeye devam eden fail olarak bulunuyordu. Teleskop ve mikroskop gibi buluşlar yeni dünyaları açığa çıkarıyordu ve bunlarla doğanın yasalarının keşfedilebilece­ ğine dair inanç ortaya çıkıyordu. Almanya'da filozof Gottfried Wilhelm von Leibniz, on yedinci yüzyılın sonlarında matema­ tiğe dayalı evrensel bir bilim fikrini ileri sürmüştü. Bu esnada Cambridge'te Newton, doğaya matematiği uygulayarak evrenin mekaniğini ortaya çıkarıyordu. Sonuç olarak dünya, insanoğlu bu doğa yasalarını kavrayabildiği müddetçe rahatlatıcı şekilde öngörülebilir olarak görülmeye başlandı. Matematik, nesnel gözlem ve kontrollü deneyler, bu akıl yolu­ nun önünü dünya çapında açtı. Bilim insahları kendi kendilerine ilan ettikleri "bilgi cumhuriyeti"nin vatandaşları oldular ve bu milli sınırları, dini ve dili aşan entelektüel bir topluluktu. Bu insanların yazdıkları Avrupa ve Atlantik etrafında zikzaklar çizerek giderken bilimsel keşifler ve yeni fikirler yayıldı. Bu "bilgi cumhuriyeti" sınırları olmayan, krallar tarafından değil, akılla yönetilen bir ülkeydi. Alexander von Humboldt, bu yeni Aydınlanma Çağı içinde yetişti, Batı toplumları görünüşe göre öz güven ve gelişim yörüngesini aşarak ileri doğru gidiyordu. İlerleme, yüzyılın düsturu olduğundan her nesil bir sonrakine imreniyordu. Hiç kimse doğanın kendisinin yok edilebileceğine dair kaygı duymuyordu. Genç erkekler olarak Alexander ve Wilhelm von Humboldt eğitimin, hoşgörünün bağımsız düşünmenin önemini tartıştık­ ları Berlin'in entelektüel camialarına katıldılar. Kardeşler, okuma gruplarından Berlin'in felsefi salonlarına koşuştururken daha önce Tegel'de oldukça münferit bir şey olan öğrenme eylemi şimdi sosyal bir hal almıştı. Yaz ayları boyunca anneleri sıklıkla iki genç kardeşi özel öğretmenleriyle Berlin'funduszeue.info evinde bıra­ karak Tegel'de kalıyordu. Ama bu özgürlük uzun sürmeyecekti: Anneleri onların memur olmalarını beklediği konusunu açıklığa kavuşturuyordu. Parasal olarak ona bağımlı olan kardeşler onun isteklerine itaat etmek zorundaydı. Marie Elizabeth von Humboldt on sekiz yaşındaki Alexan­ der'ı Frankfurt an der Oder'daki üniversiteye yolladı. Burası 42 Andrea Wulf Doeanın Keşfi

Berlin'e yaklaşık yetmiş mil uzaklıktaydı, taşradaki bu kurumda yalnızca öğrenci vardı ve anneleri burayı muhtemelen aka­ demik yeterliğinden ziyade, Tegel'e olan yakınlığından dolayı seçmişti. Alexander'ın orada bir dönem hükümet yönetimi ve politik ekonomi dersleriyle uğraşarak geçirmesinden sonra onun Alman devletleri içindeki en iyi üniversitelerden biri olan Göttingen'de, Wilhelrn'e katılmaya hazır olduğuna karar verildi. Wilhelm hukuk okuyordu ve Alexander fen, matematik ve dillere odaklanıyordu. Kardeşler aynı kasabada olmalarına rağmen birlikte az zaman geçiriyorlardı. "Karakterlerimiz çok farklı" diyordu Wilhelm. Wilhelm sıkı çalışırken Alexander tropikal kuşakların ve maceraların düşünü kuruyordu. Alman­ ya'yı terk etmeyi istiyordu. Çocukken Alexander her ikisi de dünyayı dolaşmış olan Kaptan James Cook'la Louis Antoine de Bougainville'nin günlüklerini okumuştu ve kendini uzaklarda bir yerde düşlüyordu. Berlin'de botanik bahçesinde tropikal palmiyeleri gördüğünde yapmak istediği tüm şeyler bunları doğal çevrelerinde görmekti. Humboldt'un gençliğindeki bu seyahat tutkusu ondan daha yaşlı bir arkadaşı Georg Forster'la, dört aylık bir Avrupa seya­ hatine katıldığında daha ciddi bir hal aldı. Forster Cook'a dünya etrafındaki ikinci seyahatinde eşlik etmiş olan Alman bir doğa bilimciydi. Humboldt ve Forster Göttingen'de tanışmışlardı. Sık sık bu geziden bahsediyorlardı ve Forster'ın canlı tasvirleri Humboldt'un seyahat arzusunu daha da güçlendiriyordu. 1 'ın baharında Forster'la Humboldt İngiltere, Hollanda ve Fransa'ya gitti ama seyahatlerinin en önemli noktası, orada bulunan her şeyin Humboldt'un uzak ülkeleri düşünmesine yol açtığı Londra oldu. Thames'i dünyanın tüm köşelerinden mal ge­ tiren teknelerle tıklım tıklım halde gördü. Yaklaşık 1 gemi, Doğu Hint adalarından baharatlar, Karayipler'den şeker, Çin'den çay, Fransaöan şarap ve Rusya'dan kereste yüklenmiş halde her yıl limandan giriş yapıyordu. Tüm nehir gemi direklerinden oluşan bir "kara orman"dı. Büyük ticari gemilerin arasında yüz­ lerce mavna, kayık ve daha küçük tekne vardı. Kalabalıklığı ve sıkışıklığı kuşku götürmeyen bu yer, aynı zamanda Britanya'nın emperyal gücünün muazzam bir portresiydi.

43

Andrea Wulf Do�anın Keşfi

Londra ve Thames'ın bir görünüşü.

Londra'da Humboldt botanikçiler, sanatçılar ve düşünürlerle tanıştırıldı. Kaptan William Bligh (kötü şöhretli Bounty gemisi­ nin kaptanı), Cook'un ilk dünya seyahatindeki botanikçisi Joseph Banks ve Britanya'daki en önemli bilimsel topluluk olan Royal Society'nin o zamanki başkanıyla tanıştı. Humboldt Cook'un ikinci seyahatine katılmış sanatçı William Hodges'ın getirdiği baştan çıkarıcı tablolarla taslaklara hayranlık duydu. Humbol­ dt başını nereye çevirse yeni dünyaları hayal ediyordu. Saba­ hın köründe bile gözlerini açtığında gördüğü ilk şeyler kaldığı pansiyondaki yatak odasının duvarlarını süsleyen East India Company gemilerinin gravürleriydi. Humboldt gerçekleşmemiş hayallerini acı vererek hatırlatan bu şeyleri gördüğünde sık sık gözyaşı döküyordu. "içimde" diye yazıyordu, "bana sık sık aklımı yitiriyormuşum gibi hissettiren bir dürtü var:' Üzüntü tahammül edilemez bir hale geldiğinde tek başına yürüyüşlere çıkıyordu. Londra'nın hemen kuzeyinde, Hamps­ tead'de kırlarda yaptığı böyle bir gezi esnasında genç denizcileri çağıran ağaca çivilenmiş bir iş ilanı gördü. Kısa bir an için ar­ zularına bir cevap bulduğunu düşündü ama daha sonra aklına katı annesi geldi. Humboldt, Almanların Fernweh -uzak yerlere gitme isteği- dediği bilinmeyene doğru açıklanamayan bir itki hissetti ama annesine karşı çıkamayacak kadar "iyi bir oğul" olduğunu kabullenmişti. Yavaş yavaş çıldırıyordu, buna inanıyordu ve memleketindeki arkadaşlarına "çılgın mektuplar" yazmaya başladı. "Umutsuz durumum" diye yazıyordu bir arkadaşına İngiltere'den ayrıl­ madan önceki gece, "beni sahip olamayacağım şeyleri istemeye 44 Andrea Wulf Do�anın Keşfi

ve sevmediğim şeyleri yapmaya zorluyor:' Ama hala Prusyalı elitlerin içinde yetişmiş olmanın getirdiği zorunluklara dair annesinin beklentilerine karşı çıkmaya cesaret edemiyordu. Eve dönünce Humboldt'un sefaleti çılgınca bir enerjiye dö­ nüştü. "Sürekli bir itki"yle, diye yazıyordu, eyleme geçmişti, sanki peşinde " domuz" vardı. ileri geri fırlayıp duruyor, bir konudan ötekine atlıyordu. Artık entelektüel yetenekleri ve ağabeyinin gerisinde kaldığını düşünmek gibi konularda endişeli hissetmiyordu. Kendisine, arkadaşlarına ve ailesine ne kadar zeki olduğunu ispat ediyordu. Forster, Humboldt'un "beyninin üzüntü verecek derecede aşırı çalışmış" olduğuna ikna olmuştu ve böyle düşünen tek kişi değildi. Yakın zamanda Alexander'la tanışmış olan Wilhelm von Humboldt'un nişanlısı Caroline von Dachröden'i bu durum endişelendiriyordu. Alexander'ı seviyor­ du ama "sıyıracağından" korkuyordu. Onu tanıyan pek çok kişi bu tez canlı durumundan ve ne kadar hızlı, "at yarışındaymış gibi" konuştuğundan bahsediyordu. 1 yılının sonlarında Humboldt, Hamburg'da ticaret aka­ demisinde finans ve ekonomi çalışmaya başladı. Bundan nef­ ret ediyordu; çünkü uğraştığı her şey rakamlar ve muhasebe defterleriydi. Boş zamanlarında Humboldt bilimsel eserlerle gezi kitaplarına daldı, Danca ve İsveççe öğrendi. İşletme çalış­ malarında daha iyi herhangi bir şeyle uğraşıyordu. Ne zaman yapabilirse Birleşik Devletler'den tütün, pirinç ve çivit getiren büyük ticari gemileri izlediği Hamburg'da Elbe Nehri'nde yürü­ yüş yapıyordu. Limandaki gemilerin görüntüsü bir arkadaşına da dediği gibi, "onu bir arada tutan şeydi, bu onun umutlarının ve düşlerinin sembolüydü:' "Kendi talihinin efendisi" olmak için sabırsızlanıyordu. Hamburg'da çalışmalarını tamamladığında Humboldt yir­ mi bir yaşındaydı. Bir kez daha annesinin isteklerine uyarak Haziran 1 79 1 'de Dresden yakınlarında küçük bir kasaba olan Freiberg'teki prestijli madencilik akademisine kaydoldu. Bu, onu Prusya Madencilik Bakanlığı'ndaki bir kariyere hazır­ layacaktı -annesinin gönlünü almak için- ama en azından bilim ve jeolojideki ilgisini gerçekleştirmesine izin verecekti. Bu, akademi türünün ilk örneğiydi, en yeni jeolojik teorileri madencilik için pratik uygulamalar bağlamında öğretiyordu. 45

Andrea Wulf Doganın Keşfi

Burası aynı zamanda Avrupa'nın her tarafından bazı en iyi öğ­ rencileri ve profesörleri cezbetmiş başarılı bir bilimsel topluluğa ev sahipliği yapıyordu. Sekiz ay içinde Humboldt başkalarının üç yılda tamamladığı bir eğitim programını tamamlamıştı. Her sabah gün doğmadan kalkıyor ve Freiberg civarındaki madenlerden birine gidiyordu. Sonraki beş saati maden ocağının derinliklerinde madenlerin inşasını, çalışma metotlarını ve kayaları inceleyerek geçiriyor­ du. Kıvrak ve ince oluşu örnek toplayıp getirmek için kayaları delerken ve oyarken dar tünellerle alçak mağaralar arasında kolaylıkla hareket etmesine yardımcı oluyordu. O kadar ateşli çalışıyordu ki sıklıkla soğuk veya nemi fark etmiyordu. Öğlen olunca karanlıktan sürünerek çıkıyor, üstündeki tozu temizliyor ve mineraller ve jeoloji hakkındaki seminerlerle ve derslere ka­ tılmak için akademiye koşuyordu. Akşamları ve sıklıkla gecenin geç vaktine kadar Humboldt masasına oturuyor, mum ışığında kitaplarına eğiliyor, okuyup çalışıyordu. Boş vakitlerinde, bitkiler üzerinde ışığın etkisini (veya yokluğunu) araştırıyor ve binlerce botanik numune topluyordu. Ölçüm yapıyor, not tutuyor ve tasnif ediyordu. O bir Aydınlanma çocuğuydu. Freiberg'e vardıktan yalnızca birkaç hafta sonra, kardeşinin Caroline'le olan düğününe katılmak için 1 60 kilometre batıda olan Erfurt'a at sürmesi gerekmişti. Ama sıkça yaptığı gibi Hum­ boldt, sosyal etkinliği veya ailevi törenleri işle birleştiriyordu. Basitçe Erfurt'taki kutlamalara katılmak yerine Thuringia bölgesi boyunca kilometrelik jeolojik bir gezi yapıyordu. Caroline'e çılgın yeni kayınbiraderinin durumu ona yarı eğlenceli yarı endişe verici geliyordu. Onun enerjisi ona keyif veriyordu ama bazen onunla eğleniyordu, tıpkı bir ablanın erkek kardeşiyle yaptığı gibi yapıyordu bunu. Alexander'ın acayiplikleri vardı ve buna saygı duyulmalı diyordu Wilhelme, ama aynı zamanda onun halet-i ruhiyesi ve yalnızlığından kaygı duyuyordu. Freiberg'de Humboldt'un tek arkadaşı hemcinsi bir öğrenciydi, odasını kiraladığı ailenin oğluydu. İki genç adam gece gündüz beraber zaman geçiriyor, çalışıp konuşuyordu. "Kimseyi bu kadar derinden sevmemiştim'' diye itiraf ediyordu Humboldt, ama aynı zamanda böylesine güçlü bir bağ oluşturduğu için kendisine kızıyordu da. Çünkü çalışmalarından sonra Freiberg'i 46 Andrea Wulf Doeanın Keşfi

terk etmek zorunda kalacağını ve sonra daha da yalnız hisse­ deceğini biliyordu. Bununla birlikte akademideki yoğun çalışma, Humboldt okulu bitirip kendisinden yaşlı birçok kişiyi geçerek, yirmi iki gibi şaşırtıcı derecede genç bir yaşta maden müfettişi olduğunda meyvesini verdi. Müthiş başarısından yarı utanmış olmasına rağ­ men uzun mektuplarla ailesi ve arkadaşlarına hava atacak kadar gösterişseverdi de. En önemlisi, bu pozisyonu Brandenburg'da­ ki kömür madeninden Silezya'daki gümüş madenine, Fichtel Dağları'ndaki altın madeninden Polonya'daki tuz madenlerine kadar toprakları, maden ocaklarını ve filizleri değerlendirmek için binlerce kilometre seyahat etmesine olanak sağladı. Bu seyahatler esnasında Humboldt, birçok insanla tanıştı ama nadiren kalbini açtı. Halinden yeterince memnundu, böyle yazıyordu arkadaşlarına, ama elbette ki mutlu değildi. Gece geç vakitlerde, madenlerde yoğun bir gün geçirdikten veya arabasıyla bozuk yollarda dolandıktan sonra geçmiş yıllarda edindiği az sayıdaki arkadaşını düşünürdü. "Lanetli ve her zaman yalnız" hissediyordu. Yolunun üstünde bir yerlerde kirli bir taverna veya meyhanede yeniden tek başına yemek yerken, sıklıkla yazama­ yacak veya konuşamayacak kadar çok yorgun olurdu. Ama bazı geceler o kadar yalnızdı ki, iletişim kurma ihtiyacı bitkinliğini ele geçiriyordu. O zaman kalemini alıyor ve işiyle ilgili ayrıntılı tezler ve bilimsel gözlemlerden, duygusal patlamalarla aşk ve arkadaşlık ifadelerine atlayıp duruyordu. Beraber geçirdikleri vakitlerin hatıralarına hayatının iki yılını vereceğini yazıyordu Freiberg'teki arkadaşına ve onunla "ha­ yatının en tatlı anları"nı geçirdiğini itiraf ediyordu. Gece geç vakitlerde yazılmış bu mektupların bir kısmı duygusal açıdan toydu ve umutsuzca bir yalnızlıkla biçimlendirilmişti. Sayfa­ lar geçtikçe. Humboldt yüreğini boşaltıyor ve sonra "aptalca mektuplar"ını mazur görüyordu. Sonraki gün, dikkatini işine vermesi gerektiğinde her şey unutuluyor ve yeniden yazması sıklıkla haftaları veya hatta ayları buluyordu. Onu en iyi tanıyan az sayıdaki kişi için bile Humboldt sıklıkla anlaşılmaz oluyordu. Bu esnada kariyeri ilerledi ve ilgi alanları genişledi. Humboldt şimdi her sabah toprağın derinliklerine sürünerek girdiklerini gördüğü madencilerin çalışma koşullarıyla da ilgili hale gelmişti. 47 Andrea Wulf Do�anın Keşfi

İş güvenliklerini geliştirmek için, en derin oksijeni az maden kuyularında bile çalışan bir fenerin yanısıra bir solunum maskesi icat etti. Madencilerin "bilgisizliğinden" şoka uğrayan Humbol­ dt, onlar için ders kitapları yazdı ve bir madencilik okulu açtı. Tarihi belgelerin kullanım dışı kalmış veya verimsiz madenler için kullanışlı olabileceklerini fark ettiğinde -çünkü bu belgeler zaman zaman zengin filiz damarlarından bahsediyor veya eski bulguları kaydediyordu- on altıncı yüzyıla ait el yazmalarını çözmekle haftalar geçiriyordu. O denli çılgın bir hızla çalışıp seyahat ediyordu ki, bazı iş arkadaşları "8 bacağı ve 4 kolu" olması gerektiğini düşünüyordu. Bunların tümünün yoğunluğu onu hasta etti, hala tekrar eden ateşler ve sinir rahatsızlıklarıyla savaşıyordu. Bunun sebepleri -böyle düşünüyordu- muhtemelen aşırı çalışmakla madenlerin derinliklerindeki dondurucu koşullarda çok fazla zaman geçir­ mesinin birleşimiydi. Ama hastalığa ve yoğun iş programına rağmen Humboldt yine de ilk kitaplarını yayımlamayı başardı, biri Ren Nehri boyunca bulunan bazaltlar üzerine bir çalışma ve diğeri Freiberg'deki yeraltı bitki örtüsüne dairdi. Bu bitki ör­ tüsü yabani küf ve otlardı. Madenlerde nemli direkler üzerinde çetrefil şekillerde yetişen bitkilere benziyorlardı. O ölçüp gözlem yapabildiği şeylere odaklanıyordu. On sekizinci yüzyıl boyunca "doğa felsefesi" -bugün buna "doğa bilimleri" diyoruz- metafizik, mantık ve ahlak felsefesiyle birlikte felsefe içinde bir disiplin olmaktan, kendi yaklaşım ve metodolojisini gerektiren bağımsız bir disipline evrildi. Bunlara bağlı olarak, yeni doğa felsefesi alanları gelişti ve botanik, zo­ oloji, jeoloji ve kimya gibi ayrı disiplinler şeklinde ortaya çıktı ve Humboldt aynı anda farklı disiplinler arasında çalışmasına rağmen hala onları ayrı tutuyordu. Gelişmekte olan bu uz­ manlaşma, daha da ayrıntılara odaklanan sınırlı bir bakış açısı sağlıyordu ama daha sonra Humboldt'un alametifarikası olan küresel bakış açısını ihmal ediyordu. Bu dönem içinde Humboldt, "hayvansal elektriğe" veya İtalyan bilim insanı Luigi Galvani'den sonra bilindiği şekliyle Galva­ nizme kafayı taktı. Galvani onlara farklı metalleri iliştirdiğinde hayvan kas ve sinirlerinin sarsılmasını başardı. Bu fikirden bü­ yülenen Humboldt içinde kurbağaları, kertenkeleleri ve fareleri ·

48 Andrea Wulf Do�anın Keşfi

kestiği, dürttüğü, kurcaladığı ve elektriğe maruz bıraktığı deneylik uzun bir seriye başladı. Yalnızca hayvanlar üzerinde deney yapmakla yetinmeyerek kendi bedenini de kullanmaya başladı, Prusya boyunca yaptığı iş gezilerinde aletlerini her za­ man yanına alıyordu. Akşamları, resmi işi bittiğinde kiraladığı küçük yatak odalarında elektrikli cihazını kuruyordu. Kalem ve kağıtla birlikte metal çubuklar, pensler, cam levhalar ve her çeşit kimyasalla dolu ufak şişeler masanın üzerine diziliyordu. Bir neşterle kolları ve gövdesi üzerinde kesikler açıyordu. Sonra, açık yaraların üzerine dikkatlice kimyasalları ve asidi ovuyor veya derisine veya dilinin altına metaller, kablolar ve elektrotlar dokunduruyordu. Her kıpırtı, kasılma, yanma duyusu veya acı titizlikle not ediliyordu. Yaralarının çoğu enfekte oluyordu ve bazı günler derisi kan dolu bandajlarla kaplı haldeydi. Vücudu­ nun sokak çocuklarınınki kadar hırpalanmış göründüğünü itiraf ediyordu, ama aynı zamanda büyük acılara rağmen her şeyin "muhteşem" derecede iyi gittiğini not etmeyi unutmuyordu.

Humboldt'un kurbağa bacağıyla gerçekleştirdiği hayvansal elektrik deneyle­ rinden biri.

Deneyleri boyunca Humboldt, bilimsel dünyada tartışılan en ateşli fikirlerden biriyle ilgileniyordu: Organik ve inorganik "madde" ve bunların herhangi bir "güç" veya "aktif öz" içerip içermediği. Newton maddenin, özünde eylemsiz olduğunu ama diğer özelliklerinin Tanrı tarafından ilave edildiği fikrini ileri sürmüştü. Bu esnada, florayla faunayı sınıflandırmakla meşgul

49

Andrea Wulf Doeanın Keşfi

olmuş olan bilim insanları, bitkiler veya hayvanların cansız nes ­ nelerden ayrı olarak farklı bir yasa dizisiyle yönetilebileceğine dair fikirlerden çok, kaosa düzen getirmekle ilgiliydiler. On sekizinci yüzyılın sonunda bazı bilim insanları bu mekanik doğa modelini sorgulamaya başladı. Canlı maddenin varlığını açıklamakta bu modelin başarısız olduğunu belirtiyorlardı ve Humboldt "hayvansal elektrik"le deneylere başladığında gittik­ çe daha çok bilim insanı maddenin cansız olmadığını ama bu eylemi tetikleyen bir gücün var olması gerektiğine inanıyordu. Tüm Avrupa'da bilim insanları hayvanların esasında makineler olduğuna dair Descartes'ın fikirlerini terk etmeye başladı. İskoç cerrah John Hunter'ın yanısıra Fransa'daki fizikçiler ve özellikle Humboldt'un Göttingen'deki eski profesörü bilim insanı Fried­ rich Blumenbach, hepsi yeni yaşam teorileri formüle etmeye başladı. Humboldt Göttingenöe okurken Blumenbach kitabı Über den Bildungstrieb'in,"" gözden geçirilmiş bir baskısını yayımlamıştı. Kitapta, Blumenbach bitki ve hayvan gibi canlı organizmalar içinde birçok gücün var olduğunu açıklayan bir kavramı tanıttı. Bunların en önemlisi Bildungstrieb "biçimlen­ dirici güdü" dediği şeydi. Bu, bedenlerin biçimlenmesini şekil­ lendiren bir güçtü. İnsandan küfe kadar her canlı organizmada bu biçimlendirici güdü mevcuttur, diyordu Blumenbach ve bu, yaşamın yaratılması için temel bir şeydi. Humboldt için, deneylerinde "yaşam süreçlerinin Gordiyon düğümü" dediği şeyi çözmekten daha fazla hayati olan bir şey yoktu.

• Almanca, Biçimlendirici Güdü Hakkında. (ç.n.) 50 Andrea Wulf Do�anın Keşfi

2

haya l g ücü ve doğa johann wolfgang von goethe ve humboldt

1 'te Alexander von Humboldt, karısı Caroline ve iki genç çocuğuyla birlikte Berlin'in kilometre güney batısındaki Jena'da yaşayan kardeşi Wilhelm'i ziyaret etmek için, kısa bir süreliğine deneylerine ve maden denetim gezilerine ara verdi. Jena, aydınlanmış bir hükümdar Kari August'un yönettiği kü­ çük bir devlet olan Saxe-Weimar dukalığında bulunan, içinde yalnızca insanın yaşadığı bir kasabaydı. Orası birkaç yıl içinde Alman idealizmi ve romantizminin doğum yeri olacak bir ilim ve edebiyat merkeziydi. Jena Üniversitesi liberal tutu­ mundan dolayı diğer daha baskıcı Alman devletlerinden ilerici düşünürleri cezbeden, Almanca konuşulan bölgeler içindeki en büyük ve en meşhur yerlerden biri olmuştu. "Başka hiçbir yer­ de özgürlük ve hakikat bu denli hüküm sürmüyordu" diyordu oranın sakini şair ve oyun yazarı Friedrich Schiller. Jena'dan yirmi dört kilometre ötede devletin başkenti ve Al­ manya'nın en büyük şairi Johann Wolfgang von Goethe'nin evinin bulunduğu Weimar vardı. Weimaröa l OOO'den az ev vardı ve o denli küçüktü ki herkes birbirini tanıyordu. Sığırlar parke taşlı sokaklardan sürülüyor ve posta hizmetleri o kadar düzensiz veriliyordu. Goethe'ye Jena'daki üniversitede çalışan arkadaşı Schiller'e mektup göndermek için posta arabasını bek51

Andrea Wulf Do�anın Keşfi

lemek yerine manavının teslimat günlerinde bu işi halletmek daha kolay geliyordu. "Jena ve Weimaröa" diyordu bir ziyaretçi, "en parlak zihinler büyüteç üzerindeki güneş ışınları gibi bir araya geliyordu:· Wil­ helm ve Caroline, Jena'ya 1 baharında taşınmıştı ve Goet­ he'yle Schiller'in arkadaş çevresinin bir parçasıydılar. Schiller'in karşısındaki Pazar meydanında yaşıyorlardı. O denli yakındılar ki, günlük buluşmalarını ayarlamak için pencereden birbirle­ rine el sallıyorlardı. Alexander vardığında Wilhelm Weimar'a acil bir not gönderdi, Goethe'yi Jena'ya davet ediyordu. Goethe geldiği için mutluydu ve her zaman olduğu gibi hemen birkaç blok kuzeyde, pazar meydanından pek uzak olmayan bir yerde bulunan dükün kalesindeki misafir odalarında kalıyordu. Humboldt'un ziyareti sırasında, iki adam her gün buluştular. Canlı bir grup oluşturdular. Gürültülü tartışmalar ve kahkaha sesleri vardı ve bu sıklıkla gecenin geç saatlerine kadar sürüyor­ du. Bu tartışmalarda gençliğine rağmen başı sık sık Humboldt çekiyordu. Botanik, kimya ve Galvanizmin yanısıra, zooloji ve volkanlardan bahsederlerken "O, bizi doğa bilimlerine doğru itiyordu" diye hayranlığını belirtiyordu Goethe ve şöyle diyordu: "Sekiz gün kitap okursan onun bir saatte verdiğini öğrenemez­ sin:' 1 Aralık'ında keskin soğuk vardı. Donmuş Ren Nehri Na­ poleon'un birlikleri için Avrupa'ya savaşa yolunda geçiş noktası oldu. Yoğun kar Saxe-Weimar Dukalığını battaniye gibi ört­ müştü. Ama her sabah gün doğmadan hemen önce Humboldt, Goethe ve birkaç başka bilimsel arkadaş, Jena'nın pazar meydanı boyunca karanlıklar ve kar arasından ağır adımlarla yürüyordu. Kalın yün paltolara sarılmış halde anatomi derslerine katıldıkları üniversiteye yürürken on dördüncü yüzyıldan kalma sağlam belediye binasından geçiyorlardı. Eski şehir duvarının bir par­ çası olan Ortaçağöan kalma yuvarlak taş kuledeki neredeyse boş oditoryumda dondurucu soğuk vardı. Ama alışılmadık derecede düşük sıcaklığın avantajı şuydu ki, kesip inceledikleri kadavralar çok daha uzun süre taze kalıyordu. Soğuktan nefret eden ve normalde sobasının çatırtılı sıcaklığını tercih eden Go­ ethe, bundan daha mutlu olamazdı. Konuşmadan duramıyordu. Humboldt'un varlığı onu güdülüyordu. 52 Andrea Wulf Do�anın Keşfi

Sonra kırklı yaşların ortalarında Goethe, Almanya'nın en ünlü edebi figürü oldu. Tam olarak yirmi yıl önce o zamanın duygusallığını özetlediği, intihar eden zavallı bir aşık hakkındaki Genç Werther'in Acıları'yla uluslararası ünü tavan yapmıştı. Tüm bir neslin kitabı olmuştu ve birçok kişi kendisini romana adını veren ana karakterle özdeşleştiriyordu. Roman, Avrupa dillerinin çoğunda basıldı ve o kadar popüler oldu ki pek çok insan, Saxe-Weimar Dükü genç Karl August da dahil olmak üzere, sarı bir yelek ve dizüstü pantolon, mavi frak, kahverengi botlar ve yuvarlak fötr şapkadan oluşan Werther üniforması giyiniyordu. İnsanlar Werther çılgınlığından bahsediyor ve hatta Çinliler Avrupa pazarına yönelik Werther porseleni üretiyordu. Goethe, Humboldt'la ilk tanıştığında artık Sturm und Drang'ın, "Fırtına ve Coşku" döneminin, baş döndürücü genç şairi değildi. Bu Alman romantiklik öncesi dönem, bireyselliği ve dramatik aşktan derin melankoliye hepsi tutku, his, romantik şiir ve ro­ manlarla dolu aşırı duygu spektrumunu yüceltiyordu. 1 'te Goethe o zaman on sekiz yaşında olan Karl August tarafından Weimer'a ilk davet edildiğinde uzun bir aşk ilişkileri, sarhoşluk ve gösteriş dönemine girmişti. Goethe ve Karl August, Weimar'ın sokaklarında şamata yaparak yürüyor, bazen hayaletlere inanan­ ları korkutmak için beyaz çarşaflara bürünüyorlardı. Tepelerden aşağı yuvarlamak için civardaki bir tüccardan fıçılar çalmışlardı ve köylü kızlarıyla flört etmişlerdi, bunların hepsini deha ve özgürlük adına yapıyorlardı ve elbette, kimse bundan şikayet edemezdi; çünkü işin içinde genç hükümdar Karl August vardı. Ama o çılgın yıllar, teatral aşk ilanları, gözyaşları, bardak kırma­ lar ve civar halk için bir skandal olmuş olan çıplak yüzmeleriyle çoktan geride kalmıştı. 'de, Humboldt'un ilk ziyaretinden altı yıl önce Goethe, Weimar sakinlerini, eğitimsiz Christiane Vulpius'u kendisine sevgili yaptığında bir kez daha şok etmişti. Weimaröa terzi olarak çalışan Christiane iki yıl geçmeden oğul­ ları August'u doğurdu. Gelenekleri ve kötü niyetli dedikoduları yok sayarak Christiane ve August, Goethe'yle yaşadı.

53

Andrea Wulf Do�anın Keşfi

Johann Wolfgang von Goethe l 'de.

Goethe, Humboldt'la tanıştığında durulmuş ve şişmanlamıştı, çift gerdanı çıkmış ve bir tanıdık tarafından midesi acımasızca "hamileliğinin son dönemlerindeki bir kadınınki gibi" şeklinde tasvir edilmişti. Bakışları sönmüş, güzel gözleri "yanaklarının yağı altında" ortadan kaybolmuştu ve birçok kişi onun artık atılgan bir '/\pollo" olmadığını söylüyordu. Goethe hala ona asalet unvanını (Johann Wolfgang von Goethe'nin ismindeki von) veren Saxe-Weimar Dükü'nün sırdaşı ve danışmanıydı. Saray tiyatrosunun yönetmeniydi ve dukalığın madenleriyle imalat sanayinin kontrolünü içeren iyi maaşlı birkaç idari po­ zisyonda iştigal ediyordu. Humboldt gibi Goethe jeolojiyi çok seviyordu (ve madenciliği), o kadar ki özel etkinliklerde genç oğluna madenci kıyafetleri giydiriyordu. Goethe, Almanya'nın entelektüel çevrelerinin Zeus'u olmuş­ tu, tüm diğer şair ve yazarların üzerinde duruyordu ama aynı zamanda bir "soğuk, tek heceli Tanrı" olabiliyordu. Bazıları onu melankolik, bazılarıysa kibirli, gururlu ve sert olarak tanımlı­ yordu. Goethe eğer konu hoşuna gitmediyse hiçbir zaman iyi ·

54

Andrea Wulf Doganın Keşfi

bir dinleyici olmaz ve konuşmaya karşı ilgisizliğini küstahça gösterir veya ansızın konuyu değiştirirdi. Bazen özellikle genç şair ve düşünürlere o kadar kaba davranırdı ki, gençler odadan kaçarak çıkardı. Bunların hiçbirini hayranları umursamazdı. "Kutsal şiirsel ateş': Weimar'ı ziyaret eden Britanyalı bir ziyaret­ çinin dediği gibi; Homer, Cervantes, Shakespeare'de mükemmel şekilde parlamış ve şimdi bunu Goethe'de yapıyordu.

Goethe'nin Weimaröaki evi.

Ama Goethe mutlu değildi. "Hiç kimse benim o zaman ol­ duğumdan daha çok soyutlanmış halde değildi:' İnsanlardan, daha çok doğadan -büyük Anadan- büyülenmişti. Weimar şehir merkezindeki büyük evi, zevklerini ve statüsünü yansıtıyordu. Zarif bir şekilde döşenmişti, sanat ve İtalyan heykelleriyle do­ luydu ama aynı zamanda geniş kaya, fosil ve kurutulmuş bitki koleksiyonları vardı. Evin arka tarafında bilimsel çalışmalar için tasarladığı bir bahçeye bakan Goethe'nin çalışma odası

55 Andrea Wulf Do�anın Keşfi

ve kütüphane olarak kullandığı daha sade odalardan oluşan bir oda takımı vardı. Bahçenin bir köşesinde devasa jeolojik koleksiyonuna ev sahipliği yapan küçük bir bina vardı. Bununla birlikte favori yeri, Dük'ün arsası üzerinde eski şehir duvarları dışında bulunan Ilın Nehri yakınındaki Bahçe Evi'ydi. Ana konaktan yalnızca on dakikalık yürüme mesafesindeki bu küçük sıcak ev, Weimaröaki ilk evi olmuştu ama şimdi kesinti­ siz ziyaretçi akınından uzaklaştığı sığınağıydı. Burada yazıyor, bahçecilikle uğraşıyor veya en samimi arkadaşlarını misafir ediyordu. Üzüm asmalarıyla tatlı kokulu hanımelleri duvarlar ve pencereler boyunca tırmanıyordu. Sebze bostanı, meyve ağaç­ larıyla bir çayır ve Goethe'nin sevgili gülhatmileriyle sıralanmış uzun bir yol vardı. Goethe oraya ilk kez 'da taşındığında yalnızca kendi bahçesini ekmemiş, aynı zamanda kalenin resmi barok bahçesinin düzensiz olarak dikilen ağaç korularının do­ ğal bir his verdiği modaya uygun bir İngiliz manzara parkına dönüştürülmesi konusunda Dük'ü ikna etmişti. Goethe, dün­ yadan gittikçe usanıyordu. Fransa'daki terör egemenliği devriminin ilk zamanlarındaki idealizmini, devrim düşmanları denilen on binlerce toplu idamdan oluşan kanlı bir gerçekliğe dönüştürmüştü. Bu vahşet, devamında gelen Avrupa çapındaki Napolyon Savaşları'nın şiddet atmosferiyle birlikte Goethe'yi hayal kırıklığına uğramıştı, onu "en melankolik ruh hali"ne sokmuştu. Ordular Avrupa boyunca ilerledikçe Almanya'nın yüz yüze kaldığı tehditlerden endişe ediyordu. Bir keşiş gibi yaşadığını söylüyordu ve onu hayatta tutan tek şey bilimsel çalış­ malarıydı. Bilim onun için "bir gemi enkazındaki kalas" gibiydi. Bugün Goethe edebi eserleriyle ünlüdür ama o aynı zamanda botanikle birlikte yeryüzünün oluşumuyla büyülenmiş tutkulu bir bilim insanıydı. Nihai olarak adete ulaşan bir kaya koleksiyonu vardı. Avrupa, savaşların yıkımı içine düşerken o sessizce karşılaştırmalı anatomi ve optik üzerine çalışıyordu. Humboldt'un ilk ziyaretini gerçekleştirdiği yil Jena Üniversite­ si'nde bir botanik bahçesi kurdu. Metamorphosis ofPlants (Bitki­ lerin Metamorfozu) adlı bir makale yazdı, bu makalede bitkiler dünyasının temelini oluşturan arketipik veya ilksel bir biçim olduğunu ileri sürdü. Fikir, her bitkinin böyle bir Urformun* • Almanca ilk biçim/prototip. (ç.n.) 56

Andrea Wulf Do�anın Keşfi

çeşidi olduğuna dayanıyordu. Çeşitliliğin ardında birlik vardı. Goethe'ye göre, yaprak tüm diğer parçaların -taçyapraklarının, çanakların ve diğerlerinin- geliştiği temel biçim bu urformdu. "İleriye ve geriye doğru bitki daima yapraktan başka bir şey değildir" diyordu. Bunlar heyecan verici fikirlerdi ama Goethe'nin birlikte teo­ rilerini geliştireceği bilimsel tartışma arkadaşı yoktu. Bunların tümü Humboldt'la tanıştığında değişti. Sanki Humboldt uzunca bir süredir kayıp olan alevi tutuşturmuştu. Goethe, Humboldt'la birlikteyken aklı tüm işlere çalışıyordu. Eski defterleri, kitapları ve çizimleri çıkarıyordu. Botanik ve zoolojik teorileri tartışır­ larken belgeler masada yığılıyordu. Karalama yapıyor, taslak çiziyor ve okuyorlardı. Goethe sınıflandırmayla ilgilenmiyordu ama hayvanlar ve bitkileri biçimlendiren güçlerle ilgileniyordu, diye açıklıyordu. Canlı bir organizmanın genel biçimini sağlayan içsel güçle -urform- organizmanın kendisini biçimlendiren çevrenin -dışsal güç- ayırımını yapıyordu. Bir fokun, örneğin, deniz habitatına (dış güç) uyum sağlamış bir vücudu vardı, diyordu Goethe ama aynı zamanda onun iskeleti kara memeli­ leriyle aynı genel modeli (içsel güç) gösteriyordu. Fransız doğa bilimci Jean-Baptiste Lamarck ve daha sonra Charles Darwin gibi Goethe de hayvanlarla bitkilerin çevrelerine uyum sağladıkları­ nı fark etti. Urform, diye yazıyordu, tüm canlı organizmalarda başkalaşımın farklı evrelerinde bulunabilirdi, hatta hayvanlarla insanlar arasında bile. Bilimsel düşünceleri hakkında böylesine soluk almadan ateşli bir şekilde Goethe'nin konuşmasını dinleyen Humboldt, ona karşılaştırmalı anatomi üzerine teorilerini yayımlamasını tavsiye etti ve böylece Goethe çılgınca bir hızla çalışmaya başladı, saba­ hın ilk saatlerini yatak odasında bir asistanına dikte yaptırarak geçiriyordu. Hala yatakta, yastıklara dayanmış ve soğuktan ko­ runmak için battaniyelere sarınmış haldeyken Goethe yıllardır yaptığından daha yoğun çalışıyordu. Çok fazla zamanı yoktu; çünkü sabah l O'da Humboldt geliyor ve tartışmalar devam ediyordu. Bu dönemde Goethe, her iki kolunu ne zaman yürüyüşe çıksa sallamaya başlamıştı. Bu durum komşularının endişeli bakış­ larına neden oluyordu. En sonunda bir arkadaşına, birinin 57

Andrea Wulf Doeanın Keşfi

abartılı şekilde kolunu sallamasının dört ayaklı hayvanlardan kalma bir şey olduğunu keşfettiğini açıklıyordu ve bu yüzden bu, hayvanlarla insanların ortak bir atası olduğunun kanıtlarından biriydi. "Bu şekilde daha doğal yürüyorum" diyordu ve Weimar halkının bu oldukça tuhaf davranışı kaba bulmasını daha az umursayamazdı. Sonraki birkaç yıl Humboldt, vakit bulduğu her anda Jena ve Weimar'a seyahat etti. Humboldt ve Goethe uzun yürüyüşlere çıkıyor ve beraber akşam yemeği yiyordu. Deneyler yapıyor ve Jena'daki yeni botanik bahçesini inceliyorlardı. Canlanmış bir Goethe, kolayca bir konudan diğerine atlıyordu: Sabah erken şiir düzeltileri, sonra kurbağa anatomisi Bunlar, Humboldt'un ziyaretlerinden biri sırasında günlüğüne yazdığı tipik konulardı. "Humboldt, fikirleriyle başımın dönmesine yol açıyor" diyordu Goethe bir arkadaşına. Bu kadar çok yönlü biriyle hiç tanış­ mamıştı. "Humboldt'un dürtüsü, bilimsel şeyleri kamçılıyor" diyordu Goethe. Bunu öylesine bir hızla yapıyordu ki, bazen onu takip etmek güçleşiyordu. İlk ziyaretinden üç yıl sonra Humboldt, üç aylık bir ara için Jena'ya geldi. Weimar'a gidip gelmek yerine Goethe birkaç aylı­ ğına Jena'daki Eski Kale'de bulunan odalarına taşındı. Humboldt, "hayvansal elektrik" üzerine bir dizi deney yapmak istiyordu; çünkü bu konu üzerindeki kitabını bitirmeye çalışıyordu. Hemen hemen her gün -sıklıkla Goethe'yle birlikte- kardeşinin evin­ den üniversiteye olan kısa mesafeyi yürüyordu. Konu üzerinde ders vermenin yanısıra anatomi salonunda altı ya da yedi saat geçiriyordu. Sıcak bir bahar günü şiddetli bir fırtına o bölgeyi vurduğunda Humboldt, atmosferdeki elektriği ölçmek için aletlerini kur­ maya dışarı fırlıyordu. Yağmur bardaktan boşalırcasına yağıp gökgürültüsü tarlalar boyunca yankılanırken, küçük kasaba vahşi bir yıldırım dansıyla aydınlanıyordu. Humboldt havasını bulmuştu. Sonraki gün, bir çiftçiyle karısın-ın düşen yıldırım sonucu öldüklerini duyduğunda cesetlerini elde etmek için oraya koştu. Yuvarlak anatomi kulesinde bedenlerini sererek her şeyi inceledi: Adamın bacak kemikleri "av tüfeği saçmalarıyla delik deşik" olmuş gibiydi, diye heyecanla not etti Humboldt, ama en kötü zedelenme cinsel organlardaydı. İlk önce kasık kıllarının 58

Andrea Wulf Doeanın Keşfi

tutuşup yanıklara yol açtığını düşündü ama çiftin zarar görme­ miş koltukaltlarını görünce bu fikirden vazgeçti. Gittikçe kötü kokamaya başlayan ölüm ve yanmış beden kokusuna rağmen Humboldt, bu ürkütücü incelemenin her dakikasından keyif aldı. "Deneyler olmadan var olamam" diyordu. Humboldt'un favori deneyi, Goethe'yle birlikte tesafüden keşfettikleri bir çalışmaydı. Bir sabah, Humboldt cam bir kaba bir kurbağa bacağı yerleştirdi ve sinirlerle kasları sırayla farklı metallere bağladı -gümüş, altın, demir, çinko- ama yalnızca bacakta cesaret kırıcı hafif bir kıpırtı meydana geldi. Bağlayıcı metalleri kontrol etmek için bacağa doğru eğildiğinde bacak o kadar şiddetli sarsıldı ki masadan sıçradı. İki adam da Humbol­ dt tepkimeyi tetikleyen şeyin nefesindeki nem olduğunu fark edene kadar afallamış halde durdu. Nefesindeki minik damla­ cıklar metallere değince kurbağanın ayağını harekete ettiren bir elektrik akımı yaratmışlardı. Bunun bugüne kadar yapmış olduğu en büyüleyici deney olduğuna karar verdi Humboldt; çünkü kurbağanın ayağına doğru nefes vererek sanki "ona hayat üflüyordu:· Bu, yeni canlı biliminin ortaya çıkmasının mükem­ mel bir metaforuydu. Bu bağlamda, organizmaları biçimlendiren "biçimlendirici güdü" ve "hayati güçler" denen güçler hakkında Humboldt'un eski profesörü Johann Friedrich Blumenbach'ın teorilerini de tartıştılar. Bunlardan büyülenen Goethe, Urform hakkındaki bu fikirleri kendininkilere uyguladı. Biçimlendirici güdü, diye yazıyordu Goethe, Urform içindeki belli kısımların gelişimini tetikledi. Örneğin, yılanın çok uzun bir boynu vardır; çünkü "ne madde ne de güç" kollara veya bacaklara boş yere harcan­ mamıştır. Bunun aksine, kertenkelenin daha kısa bir boynu vardır; çünkü onun bacakları da vardır, kurbağanınsa daha da kısa bir boynu vardır çünkü bacakları daha uzundur. Goethe, daha sonra canlı bir organizmanın yalnızca birleşik bir bütün olarak işlev gören parçalardan oluştuğuna dair -Descartes'ın hayvanların makine olduklarına dair teorisinin aksine- inancını açıklamaya devam etti. Daha basitçe ifade edilirse, bir makine sökülüp tekrar toplanabilir ancak canlı bir organizmanın par­ çaları yalnızca birbirleriyle ilişkili şekilde çalışabilirdi. Mekanik 59

Andrea Wulf Doganın Keşfi

bir sistemde parçalar, bütünü biçimlendiriyordu, organik bir sistemdeyse bütün, parçaları biçimlendiriyordu. Humboldt bu kavramı genişletti ve "hayvansal elektrik"e dair kendi teorilerinin yanlışlığı nihayetinde kanıtlanmasına rağmen, bunlar ona doğaya dair yeni bir anlayış olacak şeyin temellerini verdi.* Blumenbach ve diğer bilim insanlarıysa güçler fikrini organizmalara uygularken Humboldt, onları çok daha geniş bir seviyede doğaya uyguladı. Birbirini etkileyen güçlerle canlandı­ rılan birleşmiş bir bütün olarak doğal dünyayı yorumluyordu. Bu yeni düşünme tarzı onun yaklaşımını değiştirdi. Eğer her şey birbirine bağlıysa o zaman bütünün görüntüsünü kaybetmeden farklılık ve benzerlikleri incelemek önemliydi. Karşılaştırma, Humboldt'un doğayı anlamasının başlıca aracı oldu, soyut ma­ tematik veya sayılar değil. Goethe büyülenmişti, arkadaşlarına bu genç adamın entelek­ tüel ustalıklarına ne kadar çok hayranlık duyduğunu anlatıyor­ du. Humboldt'un Jena'daki varlığının Goethe'nin yıllar sonra en verimli dönemine denk geldiği söyleniyordu. O, yalnızca anatomi kulesinde Humboldt'a katılmıyor, aynı zamanda epik şiiri Hermann and Dorthea'yı [Hermann ve Dorothea] yazıyor ve optikle renk hakkındaki teorilerine dönüyordu. Böcekleri inceliyor, kurtlarla salyangozları kesip parçalara ayırıyor ve jeolojideki çalışmalarına devam ediyordu. Geceleri ve gündüz­ leri şimdi işle doluydu. "Bizim küçük akademimiz", Goethe'nin dediği gibi, çok yoğundu. Wilhelm von Humboldt, Goethe'yle tartıştığı Eshilos'un Yunan trajedilerinden birinin manzum çevirisi üzerine çalışıyordu. Alexander'la Goethe, ışığı analiz etmek için optik bir cihaz kurdu ve fosforun ışımasını inceledi. Öğleden sonraları veya akşamları bazen Wilhelm ve Caroli­ ne'in evinde buluşuyorlardı ama daha sık Goethe'nin şiirlerini okuduğu ve diğerlerinin gece geç saate kadar kendi eserlerini sundukları Friedrich Schiller'in Pazar meyClanındaki evinde toplanıyorlardı. Goethe o kadar bitkindi ki, "kendine gelmek" • Humboldt ve Galvani'nin yanıldı ğını hayvan sinirlerinin elektrikle yüklü olmadı ğını göstererek kanıtlayan kişi ltalyan fizikçi Alessandro Volta'ydı. Humboldt'un hayvanlarda ürettiği kıpırtılar aslında metallerin temasıyla te­ tikleniyordu -bu Volta'nın IBOO'de ilk pili icat etmesine yol açtı. (y.h.n.) 60 Andrea Wulf Oo�anın Keşfi

için Weimar'da birkaç huzurlu gün geçirmeyi neredeyse dört gözle beklediğini itiraf ediyordu. "Alexander von Humboldt'un bilgi arayışı o kadar bulaşıcıydı ki, Schiller'e kendi bilimsel ilgileri kış uykusundan uyanıyordu" diyordu Goethe. Schiller, bununla birlikte, Goethe'nin şiir ve estetikten çok fazla kopmasından endişeleniyordu. Hepsinin Humboldt'un suçu olduğuna inanıyordu. Schiller Humboldt'un hiçbir zaman büyük bir şey başaramayacağını da düşünüyordu; çünkü çok fazla konuyla amatörce ilgileniyordu. Humboldt yal­ nızca ölçümle ilgileniyordu ve bilgisinin zenginliğine rağmen eseri "anlam fakirliği" gösteriyordu. Schiller, tek olumsuz ses olarak kaldı. Güvendiği arkadaşı bile bu konuda onunla aynı fikirde değildi. Evet, Humboldt ölçümlere hevesliydi ama bunlar onun daha geniş doğa anlayışları için temel yapı taşlarıydı. Jena'da bir ay geçirdikten sonra Goethe, Weimar'a döndü ama çabucak yeni bulduğu dürtüsünü özledi ve hemen Humboldt'u kendisini ziyaret etmesi için davet etti. Beş gün sonra Humboldt, Weimar'a vardı ve orada bir hafta kaldı. İlk akşam Goethe misa­ firini kendisine sakladı ama sonraki gün kalede Kari August'la öğle yemeği yediler ve devamında Goethe'nin evinde büyük bir akşam yemeği partisi gerçekleşti. Goethe, Weimar'ın sunabileceği şeyleri gösteriyordu: Humboldt'u Rusya'dan daha yeni getirilmiş bazı jeolojik türlerin yanısıra, dükün koleksiyonunda bulunan manzara resimlerini göstermeye götürdü. Hemen hemen her gün Kari August'un, Humboldt'u misafirlerinin eğlendirmek için bazı deneyler yapmaya davet ettiği kaleye yemek yemek için gidiyorlardı. Humboldt'un buna itaat etmesi gerekiyordu ama sarayda geçirdiği zamanın tamamen boşa geçtiğini düşünüyordu. Sonraki ay, Humboldt'un Jena'dan nihai ayrılışına kadar, Goet­ he Weimar'daki eviyle Jena'daki kalede bulunan odaları arasında mekik dokudu. Beraber doğa tarihi kitapları okudular ve uzun yürüyüşlere çıktılar. Akşamları yemeği birlikte yiyor ve en son felsefi metinleri değerlendiriyorlardı. Şimdi sık sık şehir duvar­ larının hemen dışındaki, Schiller'in yeni satın aldığı bahçeli evde buluşuyorlardı. Schiller'in bahçesi, üç adamın arka tarafta küçük bir çardak altında oturduğu minik bir nehirle sınır komşusuydu. Ortadaki yuvarlak taş bir masa gözlükler, yemek tabakları ve aynı zamanda kitaplar ve kağıtlarla doluydu. Hava muhteşem61

Andrea Wulf Doğanın Keşfi

di ve yumuşak, erken yaz akşamlarının keyfini çıkarıyorlardı. Geceleri yalnızca su akışının çağlamasını ve bülbül şarkılarını duyuyorlardı. Goethe'nin günlüğüne yazdığı gibi "sanat, doğa ve akıl"dan bahsediyorlardı.

Schiller (solda) Wilhelm ve Alexander von Humboldt ve Goethe ile birlikte Schiller'in Jena'daki bahçesinde.

Tartıştıkları fikirler Avrupa çapında bilim insanlarıyla dü­ şünürleri meşgul ediyordu: Doğayı nasıl anlamamız gerektiği sorusu. Genel anlamda, bu konuda iki düşünce okulu yarışı­ yordu: rasyonalizm ve empirizm. Rasyonalistler tüm bilginin akıldan ve rasyonel düşünceden geldiğine inanma eğilimindeydi, empiristler ise dünyanın ancak deney aracılığıyla "bilinebilece­ ğini" ileri sürüyordu. Empiristler, duyulardan gelmemiş olan hiçbir şeyin zihinde bulunmadığı konusunda ısrar ediyordu. Bazıları doğduktan sonra insan zihninin yerleşmiş herhangi bir düşünce olmaksızın boş bir kağıt parçası gibi olduğunu ve yaşam süresince yalnızca duyusal deneyimlerden gelen bilgiyle 62 Andrea Wulf Do�anın Keşfi

dolduğunu söyleyecek kadar ileri gidiyordu. Fen bilimleri için bu, empiristlerin her zaman teorilerini gözlemler ve deneylerle test etmek zorunda oldukları anlamına geliyordu; rasyonalistlerse mantık ve akla dayalı bir tezi temellendiriyordu. Humboldt, Goethe'yle tanışmadan birkaç yıl önce Alman filozof Immanuel Kant, yaklaşık yıl önce yaşamış Koper­ nik'inki kadar radikal olduğunu cesurca öne sürdüğü felsefi bir devrimi ilan etmişti. Kant, rasyonalizmle empirizm arasında bir pozisyon alıyordu. Onları anladığımız şekilde doğa yasa­ ları, yalnızca zihnimiz onları yorumladığı için var oluyordu, diye yazıyordu Kant ünlü Critique ofPure Reason'da [Saf Aklın Eleştirisi] . Tam olarak Kopernik'in güneşin bizim etrafımızda dönemeyeceği sonucuna varmış olması gibi aynı şekilde, doğa anlayışını nasıl oluşturduğumuza dair düşünceyi tamamen değiştirmek zorundaydık, diye yazıyordu Kant, Dış ve iç dünya arasındaki ikilik, binlerce yıldır filozofları meşgul eden bir konuydu. Bu, şunu soran bir soruydu: Bah­ çemde gördüğüm bu ağaç, ağacın ideası mıdır, yoksa gerçek ağaç mıdır? Doğayı anlamaya çalışan Humboldt gibi bir bilim insanı için bu en önemli soruydu. İnsanlar iki dünyanın vatandaşları gibiydiler, hem dış dünya demek olan Ding an sich'i (kendinde şey) hem de insanın algısının iç dünyasını (şeylerin insanlara nasıl "göründüğü") işgal ediyordu. Kant'a göre, "kendinde şey" asla gerçek anlamda bilinemezdi, iç dünyaysa her zaman özneldi. Kant'ın masaya getirdiği, transendental seviye denen şeydi. Bu kavram bir nesneyi deneyimlediğimizde "şeylerin bize görün­ düğü şeklinde" olması demekti. Aklımız kadar duyularımız da kendileri aracılığıyla dünyayı algıladığımız hafif renkli gözlükler gibidirler. Doğayı düzenleme ve anlama tarzımızın saf akla -sınıflandırmaya, eylem yasalarına- dayandığına inanabilsek de Kant bu düzenin renkli gözlükler aracılığıyla zihnimiz tara­ fından biçimlendirildiğine inanıyordu. Biz doğaya bu düzeni dayatıyoruz, doğa bize bunu dayatmıyor ve bununla "Ben" yaratıcı ego oldu; "kendinde şey"in "hakiki" bilgisine asla sahip olamayacağımız anlamına gelse de bu neredeyse doğanın yasa yapıcısı gibi bir şeydi. Sonuç vurgunun Ben'e doğru kaymasıydı. Humboldt'u ilgilendiren daha çok şey vardı. Kant'ın Köni­ gsberg'teki (O zamanlar Prusya'da bulunan, bugün Rusya'ya 63

Andrea Wulf Do�anın Keşfi

ait Kaliningrad) en popüler ders dizilerinden birisi coğrafya üzerineydi. Kırk yılı aşkın süre Kant bu ders dizilerini kırk sekiz kez verdi. Physische Geopraphie'sinde [Fiziki Coğrafya] , ders dizi­ lerine bu ad veriliyordu. Kant bilginin, içinde bireysel gerçeklerin anlamlandırılmak için daha geniş bir çerçeveye uydurulması gerektiği sistematik bir inşa olduğu konusunda ısrar ediyordu. Bunu açıklamak için bir ev imgesini kullandı: Tuğla tuğla ve parça parça inşa etmeden önce tüm binanın nasıl görüneceğine dair bir fikir sahibi olmak zaruriydi. Bu sistem kavramı Humboldt'un daha sonraki düşüncelerinin temel taşı oldu. Jenaöa bu fikirlerden kaçış yoktu, herkes bunlardan bahsedi­ yordu. Britanyalı bir ziyaretçi küçük kasabanın "yeni felsefenin en moda merkezi" olduğunu söylüyordu. Goethe, Kant'a hayran­ lık duyuyordu ve tüm kitaplarını okumuştu. Wilhelm o denli on­ dan büyülenmişti ki Alexander, kardeşinin SafAklın Eleştirisi'ni "ölümüne çalışacağından" endişe ediyordu. Jena Üniversitesi'nde okuyan Kant'ın çömezlerinden biri, Schiller'e Kant'ın gelecek yüzyılda İsa Mesih kadar ünlü olacağını söylüyordu. Jena çevresindekileri en çok ilgilendiren şey iç ve dış dünya arasındaki bu ilişkiydi. Nihayetinde bu, şu soruya yol açıyordu: Bilgi nasıl mümkün olur? Aydınlanma sırasında iç ve dış dün­ ya tamamen iki ayrı öz olarak değerlendiriliyordu ama daha sonra Samuel Taylor Coleridge ve Ralph Waldo Emerson gibi Amerikan transendentalistleri insanın bir zamanlar -ortadan kaybolmuş uzun bir Altın Çağ boyunca- doğayla bir olduğunu ilan edeceklerdi. Yeniden tesis etmeye çalıştıkları şey bu kayıp birlikti, bunu yapmanın tek yolunun sanat, şiir ve duygular aracılığıyla olacağı konusunda ısrar ediyorlardı. Romantiklere göre doğa ancak içe dönerek anlaşılabilirdi. Humboldt, Kant'ın teorilerine dalmıştı ve daha sonra çalışma odasında filozofun bir büstünü bulunduracaktı, onu büyük bir filozofolarak çağırıyordu. Yarım yüzyıl sonra hala dış dünyanın yalnızca onu "kendi içimizde" algıladığımız kadar var olduğunu söyleyecekti. Bu, zihnin içinde biçimlendirildiği gibi doğa anla­ yışımızı da biçimlendiriyordu. Dış dünya, fikirler ve duygular "birbirine karışıyor" diye yazacaktı Humboldt. Goethe de bu benlik ve doğa, öznel ve nesnel, bilim ve hayal gücüne dair fikirlerle boğuşuyordu. Örneğin, içinde rengin 64

Andrea Wulf Doganın Keşfi

nasıl algılandığını tartıştığı bir renk teorisi geliştirmişti, bu içinde gözün merkezi konuma geldiği bir kavramdı; çünkü dış dünyayı içe getiriyordu. Goethe, nesnel gerçekliğe ancak öznel deneyimleri (örneğin, gözün algılaması aracılığıyla) gözlem yapanın muhakeme gücüyle birleştirerek ulaşılabilineceğinde ısrar ediyordu. "Duyular aldatmaz" diye ilan ediyordu Goethe, "aldatan şey yargılardır:' Öznellik üzerindeki bu artan vurgu Humboldt'un düşüncesini radikal bir şekilde değiştirmeye başladı. Jena'da geçirdiği zaman onu salt empirik araştırma yapmaktan kendi doğa yorumunu yapmaya götürdü. Bu kesin bilgisel bilgileri gördüğü şeylere verdiği duygusal tepkilerle bir araya getiren kavramdı. Hum­ boldt, uzun zamandır yakın gözlemin, titiz ölçümlerin önemine inanmaktaydı -Aydınlanma yöntemlerini sımsıkı kucaklıyordu­ ama şimdi bireysel algı ve öznelliği değerlendirmeye başlıyordu. Yalnızca birkaç yıl önce, "Canlı fantezi kafamı karıştırıyor" şek­ linde bir itirafta bulunmuştu ama şimdi doğal dünyayı anlamak için hayal gücünün rasyonel düşünce kadar gerekli olduğuna inanıyordu. "Doğa duygu aracılığıyla deneyimlenmelidir" diye yazıyordu Goethe'ye; bitkileri, hayvanları ve kayaları yalnızca sınıflandırarak tanımlamak isteyenlerin "bunun yakınına dahi yaklaşamayacağı"nda ısrar ediyordu. Yine bu zamanlarda her ikisi de Erasmus Darwin'in popüler şiiri Loves of the Plant'ı [Bitki Sevgisi] okudu. Charles Darwin'in dedesi olan Erasmus, şiirinde Linnaeaus'un bitkilerin cinsi sınıflandırma sistemini kara sevdalı menekşeler, kıskanç çu­ haçiçekleri ve utangaç güllerle dolu mısralara dönüştüren bir hekim, mucit ve bilim insanıydı. Boynuzlu salyangozlar, çırpınan yapraklar, gümüş rengi ay ve "yosunlarla süslenmiş yataklar'öa aşk yapmakla dolu olan Loves of the Plants İngiltereöe en çok konuşulan şiir olmuştu. Kırk yıl sonra Humboldt, Charles Darwin'e doğa ve hayal gücüne duyulan karşılıklı hayranlığın "güçlü ve üretken" oldu­ ğunu kanıtladığı için büyüfunduszeue.infoına ne kadar hayranlık duy­ muş olduğunu yazacaktı. Goethe, bu şiirden pek de etkilenmiş değildi. Şiirin fikrini sevmişti ama onun dile getiriliş biçimini çok bilgiççe ve biçimsiz bulmuştu, Schillere dizelerin herhangi bir "şiirsel duygu'öan yoksun olduğu yorumunu yapmıştı. 65 Andrea Wulf Doğanın Keşfi

Goethe sanatla bilimin evliliğine inanıyordu ve bilime karşı uyanmış olan büyülenmesi -Schiller'in korktuğu gibi- onu sanatsal faaliyetlerden alıkoymadı. Çok uzun zaman boyunca şiirle sanat "en büyük hasımlar" olarak değerlendirilmişti, di­ yordu Goethe ama şimdi edebi eserlerini bilimle doldurmaya başlamıştı. Goethe'nin en ünlü oyunu Faust'ta dramın ana aktörü huzursuz bilgin Heinrich Faust şeytanla, Mefıstofeles'le, sonsuz bilgi karşılığında bir anlaşma yapar. Faust I ve Faust II olarak iki ayrı bölüm halinde 1 ve 1 basılan eseri Goethe, sıklıkla Humboldt'un ziyaretlerine denk gelen yoğun faaliyet dönemle­ rinde yazdı. Faust, Humboldt gibi, oyunun ilk sahnesinde ilan ettiği şekilde bilgi için amansız bir uğraşla, "ateşli bir huzursuz­ luk"la güdülenmişti. Faust üzerine çalıştığı zamanlarda Goethe, Humboldt hakkında şunu söylüyordu: "Böylesine bilinçli şekilde kanalize edilmiş bilgiyi akıl çoğulluğuyla birleştiren birini hiç tanımamıştım:' Bu sözcükler Faust'u tasvir etmiş olabilirdi. Hem Faust hem de Humboldt çılgınca eylemin ve araştırmanın anlam getireceğine inanıyordu -ve her il

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası