FAUST (GOETHE, Alman-Romantik)
Eserde insanın iyi yaratıldığını, kötü şeyler yapsa da sonunda mutluluğu yakalayacağını söyleyen Tanrı ile bunun tersini savunan Mefistofeles iddiaya girer. Bunun için bütün bilimleri araştırmış, kendisini büyüye vermiş Faustu seçerler. Umduğunu bulamadığı için intiharın eşiğine kadar gelen Fausta Mefistofeles kendisini tanıtır ve onunla da iddiaya girer. Faustu içinde bulunduğu bunalımlı hayattan alıp değişik dünyalara sürükleyen Mefistofeles sonunda iddiayı kazanmıştır.
Ayrıca bakınız ⇒ Goethe Kimdir? Hayatı, Edebi Kişiliği, Eserleri
HACI MURAT (TOLSTOY- Realist Rus Yazar)
Hacı Murat, büyük Rus yazarı Tolstoyun olgunluk dönemi romanları arasında yer alıyor.
Hacı Murat, on dokuzuncu yüzyıl Kafkas halkları arasında efsaneleşen, Şeyh Şamille davalıdır. Hacı Murat, yurt edinme, hayata tutunma, bağımsızlık, tutsaklık, ihanet ve iktidar sarmalında biçimlenen bir davanın kahramanıdır. Zayıflıklarının ve gücünün farkında bir kahraman, acımasız bir coğrafyanın geniş yürekli insanları arasındaki iktidar mücadelesinde taraf olmak zorunda kalmıştır; Rusları da sevmez, Şeyh Şamili de
Ayrıca bakınız ⇒ Tolstoy Kimdir? Hayatı, Edebi Kişiliği, Eserleri
ANNA KARENİNA (TOLSTOY)
Anna Karenina, Rusların kendi ülkelerini ve dönemin aristokratlarını en doğru yanlarıyla yansıtan bir romandır. Anna Kareninanın ana teması her şeyden önce Rus ailesidir. Bu romanda Tolstoy, dürüst bir evliliğin açık mutluluğuyla evlilik dışı bir aşkın yol açtığı düş kırıklıklarını ve düşüşleri karşılaştırmaktadır. Anna Karenina, dönemin üst kademedeki bir memurunun karısıdır. Onu, hovarda Vronski ile kurduğu ilişkide hazin bir son beklemektedir. Bunun karşısında Kiti ve Levinin arasındaki sağlam temellere dayalı aşk, Anna Kareninanın kendini beğenmişliğini ve temsil ettiği aristokrasinin köksüzlüğünü ortaya koymaktadır.
SAVAŞ VE BARIŞ (TOLSTOY)
Savaş ve Barış, zamanın Rusyasını iyisiyle kötüsüyle anlatan bir eser. İnsanın olduğu yerde eksik olmayan aşk, hırs, iyilik ve düşmanlık ve entrika. Bir yanda ne için yapıldığı bir türlü bilinmeyen ve onca insanın ölmesine sebep olan savaşlar; diğer yanda barışın küçük bir sınıfın daimi kaderi oluşu. Savaşta da barışta da dürüstlüğü ilke edinmiş kahramanlar
Hep aykırı bir tip olan Piyer Bezukof ve onun şahsında iyiliğin üstünlüğü Kadınların genel konumları ve çıkar çevrelerinin ince hesapları kanlı sargılar içindeki bütün bu bozuk insan etleri cümlesiyle özetleyebileceğimiz Savaş. balolar. partilerle süslenen barış Kısacası; Strakofun deyimiyle Hayatın, zamanın Rusyasının, tarihin, sınıf kavgalarının olağan üstü bir tablosu; insana insanlığa ait ne varsa; insanın mutluluğunun ve büyüklüğünün; felaketinin ve küçüklüğünün anlatıldığı bir eserdir Savaş ve Barış.
İNSAN NE İLE YAŞAR (TOLSTOY)
İnsan Ne ile Yaşar?: Allah, vazifesi olmasına rağmen yeni doğum yapmış bir annenin ruhunu -merhametine yenik düştüğü için- alamadan dönen meleğini üç şey öğrenmesi için insan suretine büründürerek dünyaya gönderir: İnsanın içinde ne barındırdığını öğren, İnsana neyin verilmediğini öğren ve İnsanın ne ile yaşadığını öğren. Bu üç bilgiyi edindiğinde, yani insanı tanıdığında melek Rabbinin sonsuz merhametini de kavradığı için tekrar semaya yükseltilir.
SUÇ VE CEZA (DOSTOYEVSKİ, Rus Realist)
Suç ve Ceza, kötülüğü ve kötülük sonucu insan vicdanın yaşadığı azapların her türlü hukuki cezadan daha etkin olduğunu anlatan, Dostoyevskinin büyük eseri Toplumdaki çarpık adalet anlayışını Raskolnikov karakteriyle irdeleyen Dostoyevski; kötülüğü ve kötülük sonucu insan vicdanının yaşadığı azapların her türlü hukuki cezadan daha etkin olduğunu ileri sürer. Raskolnikovun öyküsü aslında biraz da her insan içinde var olan gizli bir yanının öyküsüdür.
KARAMAZOV KARDEŞLER (DOSTOYEVSKİ)
Küçük bir Rus köyünde toprak sahibi olan Fedor Pavloviç Karamazovun dehşetli, esrarengiz ölümü, kısa sürede yalnız yaşadığı beldenin değil bütün Rusyanın ilgiyle takip ettiği bir dava haline gelir. Ölümden, toplumda hiç sevilmeyen, ömrünü ilkesizlikler üzerine kurmuş maktûlün büyük oğlu Dimitri Karamazov mesul tutulmaktadırNe var ki; insanın bilgiyle donatılmış aklı ve maddi deliller, hayatın karışık ve akıl almaz oyunları karşısında çoğu zaman aciz kalmakta ve kader ağlarını örmektedir
KUMARBAZ (DOSTOYEVSKİ)
Generalin evinde özel öğretmen olan Alexis Ivanovitch, sevgilisini borçtan kurtarmak için girdiği kumarhanede, kazanmak ya da kaybetmekten daha önemli bir şeyi, içindeki kumarbaz ruhu fark eder. Ve bu farkedişin ardından rulet masaları başında yitirilen işin, aşkın hatta bizzat hayatın öyküsü başlar.
ANA (Maksim GORKİ, Sosyalist Gerçekçi Rus Yazar)
Maksim Gorkinin en önemli eseri olan Ana romanında Çarlık Rusyasında başlayan sosyal uyanışın mücadelesi anlatılmaktadır. Eser, yeni doğmakta olan bir toplumun düşüncesini, görüş ve anlayışını yansıtır bizlere. Gorkinin insanla sosyal şartlar arasındaki çelişkiyi ve anlaşmazlığı belirtmek için en çok başvurduğu yol, doğrudan doğruya olayların gerçekçi bir metotla anlatma hikayesidir.
EKMEĞİMİ KAZANIRKEN (Maksim GORKİ)
Maksim Gorkinin ayrılmaz bir bütün oluşturan üç özyaşam öyküsü romanı, yazarın çocukluk ve gençlik yıllarına olduğu kadar yüzyılın bitiminde Rus küçük burjuva katmanlarının hayatına da alabildiğine nesnel bir ayna tutar. Büyük kentlerin uzağında, dünyaları küçük, hayata yönelik talepleri ve ihtiyaçları sınırlı, basit, dini inanç ile batıl inancın karışımından oluşmuş bir tutuculuğun zemininde ayakta durmak için çalışan bu insanların arasında var olma ve oradan çıkışın öyküsü Ekmeğimi Kazanırken, yazarın henüz bir çocukken dış dünyayı tanımaya ve hayata çok zor şartlarda tutunmaya çalışan insanların mücadelelerine tanık olma sürecini anlatır. Yazarın, ninesinin koruyuculuğu ile dış dünyanın acımasızlığı arasında gidip geldiği bu yıllarda, hayatının ikinci bir sığınağı da uzak akrabalarından bir mimarın yanıdır.
YÜZBAŞININ KIZI (PUŞKİN, ROMANTİK RUS)
XVIII. yüzyıl Rusyasının büyük ustası Puşkin, onu izleyen çağdaşları ve bütün bir dünya edebiyatı üzerinde derin etkiler bırakmıştır. Puşkinin akıcı, süssüz ve berrak diliyle anlattığı ayaklanması, akıllardan silinmeyecek bir tablo çizer gözler önüne. Pugaçevin önderliğindeki isyancıların renkli yaşamlarından sahneler, o güne dek kimsenin cesaret edemediği ölçüde gerçekçi bir biçimde çizilir. Bütün bunların ortasında, tüm engellere karşın kendini korumayı başaran tertemiz bir aşk filizlenir.
MEYHANE (Emile ZOLA, Naturalist Fransız Yazar)
Kendi Yorumuyla;
Meyhane bir gazetede yayınlandığı zaman görülmemiş bir insafsızlıkla saldırıya uğradı, mimlendi, kendisine yakıştırılmayan suç kalmadı. Yazar olarak benimsediğim amaçları burada iki satır içinde açıklamak gerekli mi, bilmem. Kenar semtlerimizin kokuşmuş ortamında bir işçi ailesinin kaçınılmaz düşüşünü tasvir etmek istedim. İçkinin ve aylaklığın sonu, aile bağlarının çözülümüne, fuhuşun pisliklerine, dürüstlük duygusunun giderek yitirilmesine, sonuç olarak da yüz karası bir rezillik ve ölüme varıyor. Sadece eylemsel bir ahlak dersidir bu kitap.(Emile Zola)
NANA (EMİLE ZOLA)
Nana, bir fahişedir. İlk önceleri bir tiyatro oyuncusu olan Nana daha sonra fahişe olur ve hayatı bir düşüş içine girer. İlk basıldığı gün on binler satan ve Fransayı ayağa kaldıran Nana eleştirmenler arasında da büyük ayrılıklara ve tartışmalara yol açmıştı. Bu romanda Zola, bir kadının, bir rejimin (II. İmparatorluk Fransası) ve bir toplumun çürüyüşünü resmediyor. Bu resimde cinsellik, tarih ve mit hep birlikte yaşıyor ve tükeniyor; aynı anda ve aynı kötü ağız kokusu içinde.
GERMİNAL (EMİLE ZOLA)
Emile Zola, Germinali gerçek yaşamdan kurgulayarak, yani içinde yaşayarak, gözlemleyerek kaleme almıştır. 9 Şubat te Anzin Maden Ocaklarında bir grev patlak verir. Zola soluğu hemen orada alır. Orada günlerce kalır. Not defteri elindedir; sorar, araştırır, gözlemlerde funduszeue.infoedeki maden işçileri ile konuşur. Kazılan yeni galerilere olsa olsa altmış santimlik deliklerden girilir. Maden ocağından çıkan işçilerin tanınmayacak durumda olduklarını görür. Güldükleri zaman zenci sanırsınız.
Ocak çevresinde barakaları, barakaların içinde açlık sınırında insanları, ocaklardaki kâr hırsı ile ihmal edilmiş kolan lambaları, kazaları, ölümleri ve işçi sınıfının direnişini anlatır. Bu öyle bir kavgadır ki; sımsıcak ekmeğin kokusunu ve ılık ılık akan terin, kanın kokusunu ve bu amansız kavgayı içiçe ve usta kurgularla soluk soluğa, sanki olayın içindeymişsiniz gibi yaşatır size Zola. Aşkı, sevgiyi ve sevdayı ekmek kavgası ile ilmik ilmik işleyen dev bir roman çıkar karşınıza. Öyle bir romandır ki, bir tarafta işçi sınıfıyla örgütlü mücadele durur, diğer tarafta kuyuya yerleştirilmiş bir anarşist dinamitle birden savrulursunuz. Son nefeste dahi sevginin doruğa çıktığına ancak Germinalde tanık olabilirsiniz. Etienne ve Catherine arasındaki ilişki, aynı zamanda bir mücadele içindeki aşkı da anlatır. Maden işçilerinin duyguları, kararmış yüzlerinden sımsıcak bir sel gibi akar yüreklere. İnsanca bir yaşam kavgası ve aşklarıyla, o dönemki gerçek maden işçilerinin yaşamını ortaya koyar Zola.
KIRMIZI VE SİYAH (STENDHAL, REALİST FRANSIZ)
Stedhalin yaşanmış bir ya da iki olayı birleştirerek kaleme aldığı bu romanın baş kahramanı Julien Sorelin yazar ile birçok yönden örtüştüğü ileri sürülür. Orta sınıftan bir genç olan Julien, papaz okuluna devam ederken çocuklarına ders verdiği belediye başkanının karısı ile dedikodulara yol açan bir ilişki kurar. Parise gider. Orada da kendine kapılarını açan aristokrat bir ailenin kızı ile yaşadığı aşk, onu hayatın girdaplarına sürükleyecektir. Gururlu, kibirli, asi, ödünsüz bu genç adam, kendi bireysel değerleri soylu sınıfın değer yargılarına çarptıkça geri püskürtülür. Hastalıklı gibi görünen psikolojisi, belki de toplumsal yarılmışlıklara bir isyandır.
Hayatı, yanından ayırmadığı iki bavuluna sıkıştırmış, ömrünün son yıllarını küçük bir İtalyan kentinde konsolosluk görevinden aldığı üç beş kuruşla sürdürmek zorunda kalmış Henri Beyle (Stendhal), aynen Julien Sorel gibi ödünsüz, aşkı, ömür boyu aşkı aramış, kendini kabul ettirmek istemiş ve hep yalnız kalmış, istediği, düşündüğü gibi değil, yaşayabildiği gibi yaşamıştı.
PARMA MANASTIRI (STENDHAL)
Parma Manastırında, Rönesans sırasında bir İtalyan prensliğinde yaşanan entrikalar anlatılır. Romanın kahramanı Fabrice Del Dongo, özgürlüğüne düşkün, romantik, sıra dışı, aşka bağımlı bir soyludur ve bu özellikleri toplum kurallarına ters düşmektedir. Manastırı, bir yanan karşı konulmaz tutkulara dönüşen karmaşık duygusal ilişkileri anlatırken, bir yandan yüzyılın ilk yarısındaki İtalyan ve Fransız toplumlarını amansız bir eleştiri süzgecinden geçirir.
MADAM BOVARY (funduszeue.infoRT, REALİST İNGİLİZ)
yüzyıl romanının en başarılı örneklerinden birisidir Madam Bovary. Hem ele aldığı konu, hem de Flaubertin üslubudur metni çarpıcı kılan. Anlatılan, Emma Bovarynin trajik hayat hikayesi ve karşılıksız aşkları gibi görünmekle birlikte Flaubert, Emmanın şahsında, yüzyıl Fransız kadınının kıstırılmış hayatını, evlilik müessesesinin insan doğasına aykırılığını, toplumsal değer yargılarının ve ahlak anlayışının ikiyüzlülüğünü ele alır.
Emma Bovary, okuduğu romanların etkisiye aristokrasiye ve büyük burjuvaziye hayranlık duyan, aristokrasinin bir parçası olmayı hayal eden ve buna ulaşmak için, çabalayan, bu sınıfa giremese de, en azından onlara yakın olmayı arzulayan bir kadındır. İçten yapılmış bir pazarlık değildir onunkisi ama bir üst sınıfa dahil olabilmesinin tek yolunu o sınıftan erkeklerle birlikte olmakta bulmuştur. Pasif, silik, Emmanın isteklerini karşılamaktan uzak biri olan Charles ise karısının hırsı nedeniyle felakete sürüklenir.
VADİDEKİ ZAMBAK (BALZAC, REALİST FRANSIZ)
Vadideki Zambak, Balzacın olgunluk çağının en önemli eserlerinin başında gelir. Kocasıyla mutlu olmayan ama ona ihaneti de insana saygı açısından kendine yalkıştıramayan Henriette ve cocukluğunun bütün acılarını onun dizinde bir ana sevgisiyle karışık huzur içinde gideren Felix, çağlar boyunca insani sevgilere ve fedekarlıklara örnek olacak karakterlerdir. Romanın olayları yılları arasında geçer. Eser, köy hayatı sakinleri arasında yer alırsa da kahramanları sadece birer köylü değildirAynı zamanda, Balzacın cocukluğunda çektiği acıların ve yıkıntıların bütün izlerini bu romanda göreceksiniz.
GORİOT BABA (BALZAC)
Altmış dokuz yaşlarında bir ihtiyar olan Goriot Baba te iş hayatını bıraktıktan sonra Madam Vauquerin pansiyonuna çekilmişti. İlk önce şimdi Madam Couture tarafından işgal edilen tutmuş ve beş liranın eksikliği veya fazlalığı kendisi için hiçbir önem arz etmeyen bir adam sıfatıyla bin iki yüz frank pansiyon parası vermeye başlamıştı. Madam Vaupuer bu apartmanın üç odasına peşin alınmış bir para mukabilinde çeki düzen vermiş ve bu para sarı bez perdelerden, Utrecht kadifesiyle örtülü cilâlı tahta koltuklardan, çirişle yapıştırılmış birkaç resimle şehir civarındaki meyhanelerin beğenip kabul etmedikleri duvar kâğıtlarından mürekkepli kötü bir takımı güya ki kapamıştı. O zamanlar hürmetle Mösyö Goriot diye anılan Goriot Baba kötüye kullanılmaya müsait cömertliği yüzünden zamanla sıfırı tüketmiş, bu işten anlamaz bir sersem olarak görülmeye başlanmıştı
İKİ ŞEHRİN HİKAYESİ (Charles DİCKENS, REALİST İNGİLİZ)
Bay Lorrynin maceralı Dover seyahati, Doktor Manettein Bastilleden kurtulması, Doktorun güzel kızına âşık Sydney Carton ve Charles Darnayin Fransız İhtilâlinin korkunç girdabında yaşanan hazin öyküleri İki Şehrin Hikâyesi Charles Dickensın, Fransız ihtilali sırasında iki şehri; Londra ve Parisi anlattığı, ilk sayfalarından itibaren merak ve korku dolu sahnelerle örgülediği soluk soluğa bir dönem romanı
BÜYÜK UMUTLAR (Charles DİCKENS)
Romanda, ergenlik dönemine yeni bir adım atan Finnin ulaşılmaz bir kadına olan büyük aşkı konu ediliyor. Dickensın romanları içinde konu ve işleyiş açısından bambaşka ve üstün özelliklere sahip bir roman. Kısa adı Pip olan Phillip, küçük bir çocukken anne ve babasının mezarı başında kaçak bir mahkumla karşılaşır. Ablasının mutfağından yiyecek çalarak bu mahkuma yardım eder. Kaçak mahkum Pipin ona yaptığı yardımı unutmaz.
OLİVER TWİST (Charles DİCKENS)
Oliver Twist, Londra yakınlarındaki yoksullar evinde dünyaya gelir. Çok zor şartlar altında yoksulluk içinde yaşar. Bir gün kimsesiz çocuklara hırsızlık yaptıran bir sokak çetesinin eline düşer. Oliveri şimdi tehlikelerle dolu yeni bir hayat beklemektedir.
BEYAZ DİŞ (Jack LONDON, REALİST AMERİKA)
Beyaz Diş:
Kuzeyin ormanlarında yaşam kavgası Açlık ve hayatta kalma çabası Beyaz Diş, bir kurt kırması; damarlarında hem kurt hem de köpek kanı taşıyor. Ormanda yapayanlız, hayatta kalmaya çalışıyor. Bir gün, o ana dek yaşadığı mağaranın duvarını geçip hayata atılıyor ve her şeyi en baştan keşfetmeye koyuluyor. Vahşî doğanın çetin şartları, yaratılışındaki sertliği gün geçtikçe daha çok besliyor. Ve sonunda Beyaz Diş, amansız bir kurt oluyor. Derken efendiyi, yani insanı tanıyor.
ÖLÜ CANLAR (GOGOL, REALİST RUS)
Ölü Canlar:
Çiçikov, kısa yoldan zengin olma peşine düşmüş bir düzenbazdır. O zamanın Rusyasında bir insanın itibarı ve zenginliği, sahip olduğu canlarla doğru orantılı olduğu için Çiçikov, ölmüş fakat kayıtları henüz nüfus kütüğünden silinmemiş canları kâğıt üzerinde kalır ve bu şekilde zengin olma hayalleri kurar.
Gogol, Çiçikovun dolaştığı bölgelerde karşılaştığı insanlar üzerinde dönemin Rusyasının bozuk düzenini acımasızca eleştiriyor ve Rus insanının tahlilini yapıyor bu eserde. Ölü Canlar, tamamlanamamış olmasına rağmen Dünya Klasikleri arasında müstesna bir yere sahip.
ÇANLAR KİMİN İÇİN ÇALIYOR (Ernest HEMINGWAY, REALİST AMERİKA)
İspanyada yaşanan acımasız bir iç savaş Cumhuriyetçi- Faşist kavgasının yol açtığı yıkım Oluk oluk akan insan kanı.. Özel bir görevle İspanya ya gelen Amerikalının başından geçenler ve yaşadığı tutkulu aşk. İnsanoğlunun vahşilikte ve barbarlıkta hayvanları bile gölgede bıraktığını gözler önüne seren acı panaromalar. En hızlı savaş taraftarlarının ve savaşı bütün korkunçluğuyla yaşayanların barış özlemi
SEFİLLER (Victor HUGO, ROMANTİK FRANSIZ)
Sefiller: 19 sene süren pranga mahkumiyetinden sonra şartlı olarak tahliye edilen JEAN VALJEAN, toplumdan dışlandığını görür. Sadece Digne piskoposu kendisine iyi davranır; buna karşın zorlu acı yıllar geçiren Valjean piskoposun bazı gümüş eşyaları çalarak ona ihanet eder. Valjean polis tarafından yakalanır ve geri getirilir. Piskoposun kendisini kurtarmak için yalan söylemesi ve buna ek olarak iki değerli şamdan hediye etmesi Valjeanı çok şaşırtır. Böylece Valjean hayatına yeni bir başlangıç yapmaya karar verir.
FARELER VE İNSANLAR -ÖZET- (John STEINBECK, REALİST AMERİKA)
Fareler ve İnsalar: George ve Lennie çiftliklerde dolaşarak işçilik eden iki arkadaştır. George ufak tefek, canlı, yanık tenli, keskin bakışlı bir adamdır. Lennie ise iri bir insandır. Ölgün gözler düşük ama geniş mi geniş omuzlara sahiptir. George ve Lennie iki zıt kutup oldukları halde aralarında büyük bir dostluk vardır. Bu büyük dostlukta, birlikte hep çalışarak çiftlik ararlarken kat ettikleri yollar boyunca kendini göstermiştir. Birbirlerine çok bağlanmışlardır.
George akıllıdır, işini bilir. Tabiatı sever. Lennie ise dev kuvvetine sahiptir. Fakat ruhen çocuktur. Halleri davranışları çocukçadır, aptalcadır. Lennienin yumuşak bulduğu her şeyi okşama alışkanlığı vardır. Bu ikisi Soledad kasabasının çiftliğinden bir iş haberi alırlar ve hemen yola koyulurlar. Oraya vardıklarında bu çiftliğin patronu bunları pekte iyi karşılamaz. Patronla kalmayıp birde patronun oğlu çıkar başlarına dert. Kendisi ufak tefek olduğundan Lennie gibi iri vücutlu insanlara gıcık kapar ve bu tip insanları hiç sevmez. Adamın adı Curleydir. Ama Curleynin başında da bir dert vardır. Yeni evlendiği karısı. Çiftlikte oynaşmadığı adam kalmadı, derler onun için ve gözünü yeni gelen George Ve Lennieye dikmiştir. Özellikle Georgeun çiftlikteki en iyi arkadaşları Slimdir. Çiftliğin bunağı ise Candy denilen bir eli bileğinden kesilmiş olan bazıları için işe yaramayan yaşlı bir adamdır. George ve Lennienin planları bu çiftlikte bir ay çalışıp kendilerine bir çiftlik satın almaktır. Tabii Candyi ve Candynin biriktirdiği parasını yanların alarak.
Üç kişinin hayali; kendi topraklarını işlemek, kimsenin emri altına girmemektir. Lennienin tek isteği ise evlerindeki tavşanlara bakmaktır. Çiftlikte birde seyis vardır. Ama zenci olduğu için diğer çalışanlar tarafından dışlanıyordur. Çiftlikte akşamüstü iş bittikten sonra nal oyunu oynanır. Milletin tek eğlencesi bu oyundur. O sırada Lennie samanlıkta Slimin ona verdiği köpekle oynuyordur. Ama daha önce fareyi severken öldürdüğü gibi bu köpek yavrusunuda oracıkta aşırı sevmekten öldürmüştür. Daha sonra Lennienin yanına Curleynin karısı gelir. Lennie kadınla biraz konuştuktan sonra kadın aynen benim saçım da yumuşaktır saçımı okşa demiştir. Lennie tuttuğu saçı bırakmadığı için kadın korkuya kapılmıştır ve çığlıklar atarak samanlığı ayağa kaldırır. Lenniede buna sinirlenerek kadının ağzını kapatır ve onu nefessizlikten öldürür. Oradan hızlıca kaçar. Bunun üzerine çiftlikteki herkes başta Curley olmak üzere Lennieyi aramaya çıkarlar. Lennie ise daha önceden başlarına bir olay gelirse George ile anlaştıkları çalılıkların arkasına kaçmıştır. Georgeu buldukları yerde öldüreceklerini bilmektedir. Lennie çocuk ruhlu olduğu için kendini savunması çok zordur. George kahrolurken Lennienin saklandığı yere gelmiştir bile. Lennie elindeki küçük ölü köpek yavrusuyla onu beklemektedir. George Lennienin arkasına ona hüzünlü hüzünlü bakar. Lennie sahip olacakları evi ve bakacağı tavşanları hayal ederken bir el silah sesi duyulur. Curley ve çalışanlar yanlarına geldikleri zaman Lennieyi yerde ölü olarak yattığını görürler ve Georgea aptal aptal bakarlar. George olayın etkisinden kurtulamaz ve teselli için Slimle birlikte olay yerinden uzaklaşır.
DÜNYA NİMETİ (Knut HAMSUN, NORVEÇ)
Dünya Nimeti, de çıktı. Issız toprakları canlandırmak için insan gücünün verdiği imtihanları, tabiat kuvvetleriyle çetin savaşları hikâye eden bu roman, katı ve boş topraklara düşen alın terlerinin önce kıt kanaat, giderek cömert hasadını, bu başarıdaki büyük hazzı dile getirir. Bu kitapta Hamsun yüzyıl insanının destanını yazmış. Önüne bir model almadan, başaran insanın büyüklüğünü gözler önüne sermiştir..
Roman, cahil bir göçmen olan İsakın basit, cahil karısı İngerle birlikte, çorak ve haşin toprakları sabırla nasıl bereketli, yeşil bir yurt parçası haline getirdiğini anlatır.
VE O HİÇBİR ŞEY DEMEDİ (Heinrich BÖLL, ALMAN)
Evlilikte yakınlaşma ve yabancılaşma temasını işleyen Ve O Hiçbir Şey Demedi, romanın iki kahramanının sesleriyle ulaşır okura. Her ikisi de değişimli olarak içsel ve dışsal yaşantılarını anlatırlar. Böylece bu iki kişinin birbirine koşut giden yaşamları ve aslında birbirine ulaşmaya çabalayan bu insanların yalnızlığı açığa çıkar. Küçük bir kiralık odada karısı ve üç çocuğuyla bir arada yaşamanın sıkıntısına katlanamayan Fred Bogner, onlardan ayrılır. Kiliseye ait bir büroda telefoncu olarak çalışmaya başlar. Savaş sonrası Almanyasının bir büyük kentinde sokakları arşınlar, içer ve oyun makinelerinde zaman öldürür. Karısıyla bir otelde geçirdiği hafta sonundan sonra ise kesin ayrılık kaçınılmaz görünür. Ancak çok geçmeden Bogner sevmekten asla vazgeçemediği karısında yepyeni bir insan bulur. Savaş sonrası Alman edebiyatının en gerçekçi ve en sarsıcı romanlarından biri olan Ve O Hiçbir Şey Demedi, Alman yazar Heinrich Böllü üne kavuşturan roman olarak bilinir.
BABASIZ EVLER (Heinrich BÖLL, Alman Yazar)
Yazar; romanı, savaşın dehşetini değişik bir bakış açısından sergiler. Kitapta savaş,cephelerden değil, fakat sonrasında, savaşın bitiminin ardından, o savaşta ölmüş babaların ve kocaların geride bıraktıkları insanların evlerinden yola çıkarılarak anlatılır. Bu bakış açısından dış dünyada bitmiş olan savaş, babasız ve kocasız kalmış olanlar için hala belki de çok daha korkunç bir biçimde sürmektedir.Çocukların dulların yeni yalnızlıkları, genelde yıkıma sürüklenmiş bir toplumda bireysel yıkımların üstesinden gelebilmenin zorluğu ve kimi zaman da olanaksızlığı, savaştan sonraki savaşın temel sorunlarıdır. Heinrich Böllün Babasız Evleri, barışla son bulamayan savaşların sonrasız öyküsüdür.
CEMİLE (Cengiz AYTMATOV, KIRGIZ)
Çok güzel bir kız olan Cemile, asil ve soylu bir aileye gelin olur. Fakat bir süre sonra eşi ikinci dünya savaşına asker olarak göfunduszeue.infoçliğini ve gelinliğini yaşayamayan Cemile küçük kayını ve köye savaştan sakat olarak dönmüş olan Mehmet ile beraber cepheye erzak taşımaya başlar. Cephede bulundukları sırada Mehmet, sürekli Cemilenin dikkatini çekmektedir.
Çünkü Cemile eşinde bulamadığı ilgi ve yakınlığı Mehmette bulmaktadır. Daha sonra ikisi arasında bir aşk başlamaktadır. Bir süre sonra eşi savaştan köye döner. Cemile ise bu durum karşısında Mehmetle birlikte köyü terk eder.
BABALAR VE OĞULLAR (TURGENYEV, RUS-REALİST)
Eserlerinde umut, çaresizlik ve hüsran gibi duyguları yoğun olarak işleyen Turganyev romanlarının zirvesini oluşturan Babalar ve Oğullarda adeta yaşadığı bunalımlar çağının insan ruhundaki akislerini çizer. Eserlerinde zıt kişiliklerin, mutlulukla mutsuzluğun, maddeyle ruhun, iyiyle kötünün çarpışmasını da bütün şiddetiyle hisettirir.
Babalar ve Oğullarda Turganyev; Nihilist (hiçbir iradeye boyun eğmeyi ilke olarak kabul etmeyen görüşlerin genel adı) bir kişilik olan Bazarovun dünyada varolan bütün kuruluşların yıkılması gerektiğini savunarak neredeyse iki kere ikinin dört etmemesi gerektiğini hayal ederken düşünce yapısının tam tersi duygularla oradan oraya savruluşunu izletiyor bize. O kadar ki aşkı bile inkar eden bu kişi bir kadına aşık olduğunu anlayınca kendini inkar etme durumuna düşüyor.
Eserin Adı : Eylül
Yazarı : Mehmet Rauf
Sadeleştiren : Günümüz Türkçe’siyle Kemal Bek
Yayınevi : Özgür Yayınevi
ESERİN KONUSU : Süreyya ve onun karısı Suat ve akrabaları olan Necip Bey ile aralarında geçen olayları anlatmaktadır.
ÖZETİ :
Süreyya ve karısı Suat’ la birlikte babasının evinde oturmaktadır. Ama bu halden memnun değildirler. Babası hem yaşlı, hem dediği dediktir. Onun yüzünden her yaz bir tane taş ocağına benzeyen köye gelirler ve orada sıkıntıdan patlarlar. Suat bu arada başka olaylardan da sıkılmaktadır. Suat’ ın kardeşi Hacer akrabası olan Necip Bey’ le gönül eğlendirmektedir. Hacer evli ve eşi de onun için herşeyini verecek nitelikte bir eştir. Daha sonraları Suat ile Süreyya birlikte mutlu bir şekilde yaşayabilmenin yolunu aramışlar ve bulmuşlardır. Suat Hanım gizlice babasından para isteyip eşi için bir yalı kiralar. Kocası bu duruma çok sevinir.
Necip de hem dostları hem de akrabaları olarak Suat ve Süreyya’ nın yanına gelir. Süreyya için yelkenle gezmek ve balık tutmak vazgeçilmez bir zevktir. Süreyya bu alışkanlıklarını sürdürürken Suat da Necip’le birlikte piyano çalmaktadır.
Baş başa geçen bu uzun yaz tatilinin sonlarında Necip Bey bir şeylerin olduğunu, Suat Hanım’a aşık olduğunu anlar. Bu durumdan kurtulmaya çalışsa da başarılı olamaz. Sonunda çare olarak onların yanından ayrılmaya karar verir. Giderken Suat’ın eldivenlerinden bir tanesini izinsiz olarak hatıra olması için alır.
Daha sonraları Necip’in tifo hastalığına tutulduğu öğrenilir. Süreyya ve Suat buna çok üzülürler. Tehlike devresi geçince Necip’in yanına giderler. Necip hastalığın etkisiyle sinir yorgunluğu içerisindedir. Hacer Necip’in hastalığı sırasında yanında bulunmuş ve o sıralarda Necip’in kendiden geçmiş olduğu zamanda yastığının altından bir bayan eldiveni bulmuştur. Hep birlikte hasta hakkında konuşurlarken Necip’in annesi eldiveni gösterir. Suat kendi eldivenini görünce şok olur ve olayı anlar fakat kimseye sezdirmez. O sırada Necip’te sapsarı olur utancından ve çaresizliğinden ne yapacağını bilemez.
Necip hastalıktan sonraki iyileşme devresini yalıda geçirilmek üzere mecbur edilir. Halbuki O, onlardan kaçmak için uğraşmaktadır.
Bir yaz sessiz ve olaysız bir şekilde geçmiştir. Eylül gelince Süreyya konağa gider. Bu gidiş beklenen bir gidiş değildir. Suat bu duruma anlam veremez. Daha gitmeden önce kışı bile beraber geçireceklerini söylemiştir. Ama Süreyya bir şeyler sezmiş olup, o yüzden gitmiştir.
Konağa geri dönülür. Necip artık eskisi kadar yalıya gelmemektedir. Hele Hacer’in davranışları , onların her bakışlarından anlam çıkarmaya çalışan tavrı her ikisini de deliye döndürür. Birbirlerini buldukları anda , ister istemez kaybedeceklerdir. Suat kendisinden kalan , Necip’in aldığı eldivenin diğerini de verir. Bunun sebebi ise artık hayatın Suat için yaşamaya değer bir tarafı kalmamasıdır.
O gece konakta yangın çıfunduszeue.infoi bir telaş ve korku alıp götürür. Canlarını zor kurtarırlar. Ama Suat ortalıklarda yoktur. Süreyya alevlerin içine doğru Suat diye inlemektedir. Ama cesaret edemez. Necip bir haykırışla içeriye fırlar . İki birlikte, çöken tavanın altında can verirler.
Kişiler ve Özellikleri:
Suat : Kocası Süreyya ile mutlu bir evlilik sürdürürken Necip Bey’e aşık olur.
Necip : Akrabaları olan Süreyya ve Suat’ın yanına gelip , Suat’a aşık olan bir adamdır.
Süreyya : Suat’ın kocasıdır. Onun için yelkenle gezmek ve balık tutmak vazgeçilmez bir zevktir.
Hacer : Suat’ın kardeşi ve Necip ile gönül eğlendiren bir kadındır.
Dil ve Üslup: Her hangi bir propaganda amacı gütmeden Servet-i Fünûn döneminin ağır üslubuyla yazılmıştır. Fakat diğer Servet-i Fünûn edebiyatçılarından daha sadedir. Eylül’e bir bakıma betimleme romanı da diyebiliriz. Daha çok ruh betimlemeleriyle çevre betimlemeleri vardır. Bu nedenle olay betimlemeleri değil ruhsal çözümlemeler ön plandadır.
Olayların betimlemesi çok yapılmamış olduğundan ruhsal çözümlemelerle kitap gelişmiştir. Roman boyunca Necibin ikilemi işlenmiştir. Bu ikilem trajik çatışma yaratacak düzeydedir. Bu yasak aşkla Necibin en sevdiği dostuna ihanetiyle dünyada en yüce varlık olarak yücelttiği Suat’ı kirletmiş olacaktır. Fakat sevdiği kadından vazgeçmesi ile de acı çekmektedir. Sonunda kader ağlarını örecektir. Suat ise bilerek yada farkında olmaksızın usandığı, ruh coşkusu için uzaklaşmak istediği dingin aile yaşamını özlemeye başlamıştır.
Bu duygular iki gencin aşk ateşini daha da artırmaktadır. Ancak imkansızlıklar yüzünden her ikisi de ölümle aşklarını ebedileştirmeyi düşlemektedirler.
İşlenen Temalar: Eylül’de işlenen tema tek kelimeyle anlatılmak istenirse; yasak aşk demek yeterlidir. İki gencin bir birlerine olan sonsuz sevgisi yalnızca gözlerinde ve ruhlarında kalmıştır. Onlar her şeye rağmen aşklarını yaşamış ve en nihayetinde birlikte bitirmişlerdir.
Kanaatim: Mehmet Rauf’un Eylül’ü tam anlamıyla psikolojik roman olduğundan anlaşılması ve anlatılması zordur. Kişiler olayı yani aşkı öyle derin yaşar ki bu duygulara kelimelerle değer biçilemeyebilir. Bu romanda anlatılan aşk her yönüyle çıkmaza sürüklenen ve acı veren ancak tüm zorluklara karşı mutluluğu hissettiren özel bir güzelliktir.
Yazar Hakkında Kısa Bilgiler: Mehmet Rauf (), 12 Ağustos 'te İstanbul'da doğdu. 23 Aralık 'de yine İstanbul'da yaşamını yitirdi. Türk edebiyatında psikolojik roman türünün ilk örneklerinden olan "Eylül" isimli romanıyla tanınır. İlk ve orta öğrenimini İstanbul Balat'taki mahalle mektebiyle, Soğukçeşme Askeri Rüşdiyesi'nde yaptı. Bahriye mektebini bitirdi, deniz subayı oldu. 'te staj için Girit'e, 'te Kiel kanalının açılış töreni için Almanya'ya gönderildi. Trabya'da elçilik gemilerinin irtibat subaylığına atandı. Üç kez evlendi. 'den sonra bahriyeden ayrılarak sadece yazarlık yaptı. arasında "Mehasin", arasında "Süs" adlarında iki kadın dergisi yayımladı. Bir süre ticaretle uğraştı. Hayatının son yıllarını yoksulluk içinde geçirdi. İlk hik3ayesini 16 yaşındayken yazdı. "Düşüş" adlı bu hikâye Halit Ziya Uşaklıgil'in İzmir'de çıkardığı "Hizmet" gazetesinde yayımlandı. Mektep ve Servet-i Fünun dergilerindeki yazılarıyla tanındı. Asıl ününü Servet-i Fünun'da tefrika edilen "Eylül" adlı romanıyla yaptı. 'da basılan bu roman, Türk edebiyatındaki ilk psikolojik romandır. Konusu karı-koca-aşık üçlü ilişkisi olan bu romanda, sade ve akıcı bir dille psikolojik çözümlemelere yer verdi. Bu başarıyı diğer eserlerinde gösteremedi.
Mehmet Rauf'un Eserleri
ROMAN:
Eylül ()
Genç Kız Kalbi ()
Karanfil ve Yasemin ()
Son Yıldız ()
Kan Damlası ()
Halas ()
ÖYKÜ:
İhtizar ()
Son Emel ()
Bir Aşkın Tarihi ()
İlk Temas, İlk Zevk ()
Eski Aşk Geceleri ()
OYUN:
Ferdi ve Şürekası ()
Cidal ()
Sansar ()
DÜZYAZI-ŞİİR:
Siyah İnciler
Mehmet Raufun yazmış olduğu Eylül Türk edebiyatında ilk psikolojik roman olarak kabul edilir. Eser, ilk olarak Servet-i Fünun dergisinde yılında tefrika edildi. de kitap olarak okuyuculara ulaştı. Eser, sayfadır.
Romanın Özeti
Süreyya, karısı Suadla birlikte babasının köşkünde yaşamaktadır. Rahatına düşkün bir adam olan Süreyya, bir dairede memurdur. Yaz aylarını babasının Bakırköydeki şehre uzak bağ evinde geçirmek zorunda olduğu için sıkıntılıdır. Sürekli yaz mevsimini Boğaziçinde bir yalıda geçirmenin hayalini kurar. Ancak aldığı maaş bu hayalini gerçekleştirmek için yeterli değildir.
Süreyyanın halasının oğlu Necib, arada sırada köşke misafir olarak gelmektedir. Necib, çalışmadan geçinen, vaktinin çoğunu eğlence yerlerinde geçiren, evlenmekten kaçan bir gençtir.
Suad, kocasına sevgiden çok şefkat ve sadakatle bağlı bir kadındır. Evliliklerinde eski heyecanların kalmadığını hisseden Suad, kocasını mutlu etmek için bir şeyler yapmak ister. Suad, Süreyyanın hayali olan Boğaziçinde bir yalı kiralamak için kocasından gizli babasına bir mektup yazarak para ister. Süreyya, Boğaziçinde bir yalı kiralayabileceğini öğrenince çok sevinir. Güzel bir yalı kiralar ve oraya taşınırlar.
Bir süre sonra Süreyya, Beyoğlunda alışveriş yaparken Necibe rastlar. Necibi yalıya davet eder. Necip Boğazdaki yalıya gider. Süreyya, misafirine heyecanla yalının güzelliklerini anlatır. Suad, Necibe kendi elleriyle yemekler hazırlar. İkisi de Necibin yalıya gelmesine çok sevinir. Necib, bu mutlu çifte imrenerek bakar ve kendini yalnız hissederek, yaşantısını bir cehenneme benzetir.
Necib, ara sıra yalıya misafir olarak gelir. Süreyya ile Suad, Necibin gelmesine çok sevinirler. Gitmesini geciktirmek için tuhaf bahaneler uydururlar. Suad, uzun bir aradan sonra yeniden piyano çalmaya başlar. Kocasının müziğe karşı en ufak bir ilgisi yoktur. Necib ise aksine derin bir müzik birikimine sahiptir. Birlikte piyanonun başında vakit geçirirler.
Süreyyanın denize karşı aşırı bir tutkusu vardır. Bir sandal satın alarak gezintilere çıkar. Suad, baş dönmesi ve mide bulantısı nedenleriyle bu gezintilerde kocasına eşlik edemez. Süreyyanın karısına karşı tavırları günden güne değişmeye başlar.
Necib, içindeki sıkıntıyı atmak için yeni arkadaşlar edinir. Fakat aradığı huzuru bir türlü bulamaz. Aklına Boğazda yalıda geçirdiği günler gelir. İçinde garip bir huzur duyar. Suad için aldığı yeni notalarla yalıya gider. Bazı günler Necib, Süreyya ile denize açılır. Evde kaldığı zamanlarda ise Suad ile piyano başında vakit geçirir. Necib, geçmişte pek çok kadınla ilişki yaşadığı için kadınlara karşı önyargılı ve güvensizdir. Evleneceği kadının tıpkı Suad gibi olmasını ister.
Bir akşam Necib, Suadın bir delikanlıya gülümsediğini görür ve şüphelenir. Yalıdan kaçar ve bir süre kendine gelemez. Ancak şüphelerinin yersiz olduğunu anlar. Suadı haksız yere suçladığı için pişmanlık duyar.
Necib, yalıda uzun süreli kalmaya başlar. Suadla daha da yakınlaşırlar. Necib, sürekli Suadı düşünmeye başlar. Duyguları zamanla öyle yoğunlaşır ki Suadı deliler gibi sevdiğini kendisine itiraf eder.
Suad ise kocasının ilgisizliği, anlayışsızlığı ve gereksiz şeylerle meşgul olmasından dolayı her geçen gün kendini biraz daha yalnız hisseder. Bundan sonraki yaşamının hep böyle sıkıcı geçeceğini düşünerek karamsar ve üzgün bir ruh hali içersine girer.
Necib, bir akşam yalıdan çıkmak üzereyken piyanonun üzerinde Suadın şemsiyesini ve eldivenlerini görür. Eldivenlerden birini cebine koyar.
Bir gün Süreyya Necibin tifoya yakalandığını, ölümle pençeleştiğini söyler. Önceleri Necibin hastalığına karşı duyarsız kalan Suad, iki hafta geçince dayanamaz ve bağ evine gider. Necibin yastığının altında bir süre önce kaybolan eldivenini görünce her şeyi anlar. İçindeki mutluluk, korku, heyecan duyguları birbirine karışır. Necib ise yeniden sevdiği kadının yanında olmasından dolayı mutludur. Duygularını Suada söyleyeceği günün hayalini kurar.
Sonbahar gelir. Bir gün Suad, Necibin yanına gelerek sıkıntısının sebebini sorar. Necib, içindeki duyguları daha fazla saklayamaz ve Suada olan aşkını ilan eder. Suad, bir süre suskun kalır. Necib, yaptığından utanır, suçluluk duyar. Ancak yalıdan ayrılırken Suadın ısrarla kalmasını istemesi onu tekrar umutlandırır, kuşkularını bir anda yok eder. Necib, seviliyor olmanın verdiği mutluluk ve heyecanla yollarda dolaşmaya başlar.
Suad, iç dünyasında sürekli gelgitler yaşamaktadır. Bir tarafta yaşadığı aşk ve heyecanı daha önce hiç tatmadığını, diğer taraftan evli bir kadın olduğu gerçeğini düşünerek kendisinden nefret eder. Çınar ağaçlarından düşen sarı, kurumuş, çürümüş yapraklara bakarak kendi hayatını sonbahara benzetir.
Süreyya, Suad ve Necib sık sık gezintiye çıkar. Çelişkili ve karmaşık duygular yaşayan iki sevgili ilişkilerinin duygusal düzeyde kalmasına karar verirler. Necib ve Suad aldıkları bu karardan sonra bir süre mutlu yaşarlar. Fakat Necib, Süreyyayı kıskanmaya başlar. Suad da koca baskısına maruz kaldığı ve sık sık tartıştıkları için evliliğinden tiksinir.
Süreyyanın kız kardeşi Hacer, Necib ile Suad arasında bir ilişki olduğuna inanır. Bu yüzden de her fırsatta bunu ortaya çıkarmak için türlü oyunlar oynar, onları sıkıştırır ve ağızlarından laf almaya çalışır.
Necib, bir şeylerin yolunda gitmediğini hissetmektedir. Ancak Suadın neler düşündüğünü, aralarında ne gibi bir sorun olduğunu çözemez. Necib, konağa her gelişinde belli bir umut taşımaktadır, ancak Suadın suskun halini ve ilgisizliğini görünce kaçmak, uzaklaşmak ister. Bir süre konağa uğramaz. Kendini içki ve eğlenceye verir. Suad ise merak ve kaygı içinde onu beklemektedir. İkisi de acı çekmektedir.
Necib, bir gün içkili olarak konağa gelir. Ateşi olduğu için konakta kalır ve bir doktor çağırırlar. Konaktakiler düğüne gittikleri için Suad ile Necib yalnız kalır ve her ikisi de büyük bir heyecanla aşklarını dile getirir. Necib, her şeyi unutup uzaklara kaçmayı teklif eder. Suad ise buna hakları olmadığını söyler. Necib, Suadla vedalaşarak konaktan ayrılır, yağmurun altında ağlayarak yürür. Suad da Süreyya ile geçireceği mutsuz günleri düşünerek uzun uzun ağlar.
Bir gece konakta yangın çıkar. Dumanlar ve alevler konağın her tarafını sarar. Herkes büyük bir panikle dışarı kaçar. Suad, ortalıkta yoktur. Süreyya ve Necib, Suadın içerde olabileceğini düşünerek konağın kapısına gelirler. Necib, Suadın sesini duyar gibi olur ve içeri girer. Tam bu sırada tavan çöker, her ikisi alevler içinde kalır.
Kişiler
Suad
Kültürlü, duygusal, içedönük, müzikten ve piyano çalmaktan hoşlanan bir kadındır. Aradığı mutluluğu evlilikte bulamamış, yalnız ve içe dönük biridir. Beş yıllık bir çabadan sonra evliliğin temeli sayılan sevgi, heyecan ve ortak zevklerinin olmadığının farkına varır. Aradığı mutluluğu ve heyecanı evlilikte bulamayan Suad, Neciple yasak aşk yaşamaya başlar. Ancak bu onu mutlu edeceği yerde karmaşık duygulara ve karamsarlığa sürükler. Evliliği ile aşkı arasında çaresiz kalır.
Süreyya
Suadın kocasıdır. İki küçük aileyi içinde barındıran konakta sorumsuz bir biçimde yaşamaktadır. Denize tutkundur. Yaz aylarını Boğaziçinde bir yalıda geçirmek, sandal gezintileri yapmak en önemli zevkleri arasındadır. Yıllar ilerledikçe karısına olan ilgisini kaybeder. Kendini oyalayacak basit uğraşlarla vakit geçirir. Suadın tersine müzikten hiç anlamaz. Sorumsuz ve ilgisiz bir koca görünümündedir.
Necib
Süreyyanın halasının oğludur. Otuz yaşlarında, henüz evlenmemiş, yakışıklı, kibar, duygusal, müzik ve eğlence hayatını seven bir gençtir. Pek çok kadınla ilişkisi olmuş ancak aradığı aşkı bir türlü bulamamıştır. Suadın bir kadında aradığı tüm özelliklere sahip olduğunu düşünür. Sürekli evlilikten kaçan kadınlara güvenmeyen ve önyargılı yaklaşan Necib, Suadın farklı olduğunu düşünür ve ona karşı duygularını gizleyemez. Suadın evli olmasından dolayı karmaşık duygulara kapılır; aşk, pişmanlık, karamsarlık, heyecan mutluluk, huzur, sıkıntı, kıskançlık, hayranlık gibi birbiriyle çelişkili duyguları bir arada yaşar.
Hacer
Süreyyanın kız kardeşi, Fatinin karısıdır. Kocasını sevmeyen, onu hor gören, onunla pek ilgilenmeyen bir kadındır. Necibe karşı tek taraflı bir ilgi duyar. Görgülü bir aileye mensup olmasına rağmen alaycı ve kıskanç bakışlarıyla etrafındakileri tedirgin eden bir yapıya sahiptir. Eğlenceyi seven, neşeli, hoppa bir kadındır. Evli olmasına rağmen bekâr bir kadının davranışlarına sahiptir.
Fatin
Hacerin kocasıdır. Sırf rahat yaşamak için Hacerle evlenmiştir. Ailede hiç kimsenin saygı göstermediği biridir. Konakta rahat ve sorumsuz bir biçimde yaşayarak Hacere sözde kocalık etmektedir. Paraya düşkün biridir.
Romanın Konusu
Romanda; aradığı aşkı ve evleneceği kadını bir türlü bulamayan Necib ile aradığı mutluluğu evliliğinde bulamayan Suadın yasak aşkı anlatılır. Yani romanın konusu yasak aşktır. Bu temel üzerine kurgulanan roman; aile kavramı, mutsuz evlilikler, ahlaki değerler, insani duygular ve dönemin İstanbul yaşamını da derinlemesine işlemektedir.
Romanın Türü
Türk edebiyatının Batılı anlamda ilk psikolojik romanıdır. Kişilerin psikolojik tahlillerine uzun uzun yer verilmiştir.
Mekân
Romanın geçtiği mekânlar; köşk, yalı, İstanbul Boğaziçi, Beyoğlu ve İstanbulun bazı adalarıdır.
Zaman
Olaylar yazın ve yaz sonu, eylül ayında geçmektedir. Romanda mutsuz, karamsar ve ne istediğini bilmeyen kişiler anlatıldığı için, eylül ayıyla bu kişilerin ruhsal durumları arasında benzerlik kurulmuştur. Eylül ayı hem gerçek hem de simgesel anlamda tasvir edilmiştir.
Romanda Anlatıcının Bakış Açısı
Roman, ilahi (hâkim ) bakış açısıyla anlatılmıştır. Anlatıcı, yaşanmış ve yaşanacak her şeyi bilir, görür ve duyar. Bu, kişilerin akıllarından geçeni okumaya ve psikolojilerini yansıtmaya kadar uzanır. Anlatıcı, olayların dışında durur. Olaylara ve kahramanlara hâkimdir. Olayların nasıl gelişeceğini önceden bilir ve görür. Olayları anlatırken üçüncü tekil şahıs ağzından konuşur.
Dil ve Anlatım
Eser, Servet-i Fünun neslinin dil ve anlatımını devam ettirir bir anlayışla yazılmıştır. Yazar, kendine has sanatlı söyleyişlerin yanında kelimeleri de seçerek anlatmak istediklerini çarpıcı bir biçimde aktarır. Romanda uzun, bağlı ve sıralı cümlelere çokça yer verilmiştir.
Roman, teknik bakımdan çok ileri bir seviyededir. Kişiler arası denge ustalıkla kurulmuş, olaylar yer yer simgelerle anlatılmıştır. Romanda özellikle kişilerin evlilikleri, soysal yaşantıları ve ruhsal (psikolojik) durumları üzerinde ayrıntılı olarak durulmuştur. Olayların gelişimi sırasında semboller kullanılır. Bu semboller okuyucuya gelecek hakkında birtakım ipuçları verir.
Genel Değerlendirme
Roman, yazarın en başarılı eseri kabul edilmektedir. Romanda en çok aile hayatı üzerinde durulur.
Yazar, eserindeki kişilerin ilişkilerini; bu ilişkilerin niteliğini ve gelişimini anlatır. Kişiler arasındaki neden sonuç ilişkisini iyi kurar.
Yazar bu romanıyla gerçeğe dayanan, sağlam yapılı, kişilerin psikolojilerini ayrıntılı olarak inceleyen, kusursuz bir eser yaratmaya çalışmıştır.
Romandaki kişilerin günümüz toplumuna pek uymadığını, ancak romanın geçmiş dönemlerdeki insanların yaşam tarzı ve psikolojik yapılarını çok başarılı bir biçimde anlatması bakımından mutlaka okunması gereken romanlarımızdan biri olduğu söylenebilir.
Romanı ölümsüz kılan ve klasikler arasına sokan ruhsal tahlillerdeki başarısıdır. Ayrıca Türk edebiyatındaki ilk psikolojik roman olma özelliği de esere ayrı bir önem kazandırmaktadır.
Mehmet Rauf
Hayatı
Mehmet Rauf, 24 ağustos te İstanbulda dünyaya geldi. Kütahyalı Ahmet Hafız Efendinin oğludur. Dört yaşında Balat Mektebinde öğrenimine başladı. Yedi yaşında Eyüp Rüştiyesine, on yaşında Soğukçeşme Rüştiyesine devam etti. yılında Heybeliadadaki Bahriye Mektebinden mezun oldu. Bu yıllarda İngilizce ve Fransızca öğrendi. Tiyatroyla ilgilendi.
yılında staj için Girite gönderildi. Stajının bir bölümünü Almanyada tamamladı. Dönünce İstanbul Tarabyada elçilik gemilerinin irtibat subaylığı görevine getirildi. Bir Zambak Hikâyesinin yayınlanması üzerine subaylıktan çıkarıldı. Bundan sonra hayatını kalemiyle kazandı. Hikâye, roman ve oyunlar yazdı.
Mehmet Rauf, yılında Ayşe Sermet Hanımla evlendi. Bu evlilikten iki kızı oldu. da İzmirde ikinci evliliğini yaptı. Bu evliliğinden de bir kızı oldu. da Muazzez Hanımla üçüncü evliliğini yaptı. Bu evliliklerinden çocukları olmadı.
Mehmet Rauf, de hastalandı. Beş yıl boyunca acı çektikten sonra Cerrahpaşa Hastanesinde hayata gözlerini yumdu. Maçkadaki aile mezarlığında toprağa verildi.
Edebi Kişiliği
Mehmet Rauf, yazma çalışmalarına Bahriye Mektebinde öğrenciyken başladı. O dönemde Danaet yahut Gaskonya Korsanları adlı bir macera romanı ve Ruzname-i Hayatım adıyla anılarını yazdı. Bu döneminde Alphonse Daudet, Emile Zola, Gustave Flaubert gibi yazarları okudu. Bu realist yazarlara özenerek Canfeza adlı bir hikâye yazdı.
Edebiyat dünyasına, Halit Ziyaya gönderdiği Düşmüş adlı hikâyesinin Hizmet gazetesinde yayınlanmasıyla girdi. O yıllarda Halit Ziya ile mektuplaşmaya başladı. Onun aracılığıyla Servet-i Fünun edebiyatçıları arasında yerini aldı. Tevfik Fikret, Cenap Şahabettin ve Hüseyin Cahitle tanışıp dost oldu.
Servet-i Fünun dergisinde edebiyat incelemeleri, eleştirinin Batıda gelişimi, Türk edebiyatında hikâye ve roman gibi çeşitli konularda yazıları yayınlandı. Servet-i Fünun ve Resmi Gazeteden başka kendi çıkardığı Mehasin dergisinde küçük hikayeleri yayınlandı. Daha sonra yazar, bunları kitaplaştırdı. Servet-i Fünunun kapatılmasından sonra, yılına kadar durgunluk dönemine girdi.
yılları arasında mensur şiirler ve çeşitli yazılar yazdı. Ezhar adlı karikatür ve hikâye albümüyle, te Süs adlı bir kadın dergisi çıkardı.
Mehmet Rauf. Türk edebiyatında ilk psikolojik roman olan Eylül romanıyla büyük ün kazandı. Bu romanı, yirmi dört yaşlarındayken memur bulunduğu sefaret gemisinin süvarisi ile eşinin ilişkisinden etkilenerek yazdı. Bu kitabını Halit Ziyaya ithaf etti. Eylül Edebiyat-ı Cedide Kütüphanesinin altıncı kitabı olarak yayınlandı. Edebi estetik ve değeri tartışılmaz bu eserdeki tahlilleri Halit Ziya, aynı yerde ve durmadan derinleşen bir burguya benzetti. Bundan sonra Ferda-yı Garam, Karanfilve Yasemin, Genç Kız Kalbi, Böğürtlen, Kan Damlası, Halas adlı romanlarını yazdı. Ancak Eylüldeki başarısına ulaşamadı.
Mensur şiir, hikâye, roman, tiyatro türlerinde otuzun üzerinde eser yazdı. Edebiyat-ı Cedide topluluğu içinde üslubuna en az dikkat eden yazardır. Olayların kahramanları çoğunlukla Mehmet Raufu temsil eden, onun arzu ettiği hayatı yaşayan ve onun duygularıyla hareket eden idealize edilmiş tipler oldu. Romanlarında düşünsel yön az ve dağınık durumdadır. Onun başarısı ince ve güçlü bir biçimde yaptığı ruhsal betimlemelerde görülür.
Eserleri
Romanları
Garam-ı Şebab (, İkdamda tefrika)
Eylül ()
Ferda-yı Garam ()
Menekşe ()
Karanfil ve Yasemin ()
Genç Kız Kalbi ()
Böğürtlen ()
Define ()
Ceriha ()
Son Yıldız ()
Kan Damlası ()
Halas ()
Öyküleri
İhtizar ()
Âşıkane ()
Son Emel ()
Hanımlar Arasında ()
Bir Aşkın Tarihi ()
Menekşe ()
Üç Hikaye ()
Kadın İsterse ()
Pervaneler Gibi ()
İlk Temas İlk Zevk ()
Aşk Kadını ()
Gözlerin Aşkı ()
Eski Aşk Geceleri ()
Mensur şiirleri
Siyah İnciler ()
Oyunları (Tiyatro)
Ferdi ve Şürekâsı (, Halit Ziyanın aynı adlı romanından uyarlama)
Pençe ()
Cidal ()
Yağmurdan Doluya ()
Sansar ()
çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası