Ah biz kadınlar.
"Kızılcık Şerbeti" dizisinde konular öyle güzel işleniyor ki, hangi detayından bahsetsem şaşırıyorum.
Mesela bu haftanın diğer önemli detayı da dizinin anneannesi Sönmez'in (Aliye Uzunatağan) sözleriydi.
Kızı için kurduğu "Hayatı boyunca ıvır zıvır, işe yaramaz adamlarla birlikte oldu. İlk defa karşısına böyle kelli felli bir adam çıktı. İsmi var, gücü var" demesinin ardından Kıvılcım kardeşini koruyarak, "Alev bunlardan etkilenir mi? Kendi ayakları üzerinde duran şimdiye kadar kimseye minnet etmemiş güçlü bir kadın o" demesine karşı, "Ama biz kadınlar" diye durdurdu. Ve devam etti; "Biz kadınlar çok güçlüyüz. Ama zayıf bir tarafımız var. Duygular işe girince biz kadınlar şaşırıyoruz"
Bingo!!!
Aynen öyle
Maalesef kadın ne kadar güçlü de olsa
Ne kadar kendi ayaklarının üzerinde de dursa
Yıllarca kendi parasını kendi de kazansa
İstediği her şeyi de yapsa
Öyle biri gelir ki, tüm gücünü, kuvvetini alıverir. O duygu bir kez o kadının yüreğine girsin tamam. Hiç olmayacak birine aşık olur ve o güç bir anda bitiverir.
Hiç yapmayacaklarını yapar.
Hiç olmayacaklara kanar.
Hiç olmaması gereken kişinin yanında duruverir.
Ve işte o zaman da ne güç kalır ne de kuvvet.
Dizide Alev (Müjde Uzman) karakteri satır aralarında, aslında olmayacak bir ilişkiye çekilip gideceğinin de sinyali veremiyor değil. Düşünün evin babası, yeğeni Doğa'nın kayınpederi ona olan aşkını itiraf ediyor ve o da etkileniyor. Yani, adam "Karımı boşarım seni alırım" dese gidecek.
Alev öyle bir karakter ki o an, "Tamam ben herkese karşı savaşırım. Tamam, ben üstesinden gelirim" diyecek kadar cesur.
Kısaca önümüzdeki bölümlerde bunu da görebiliriz. Şaşırmam.
Ama üzülen Alev olacaktır gibi geliyor bana.
Tahminlerim var, gelişmelerle alakalı ama tabii izleyip göreceğiz. Bakalım Alev'i de neler bekliyor.
ORUÇ BÖLÜMÜ.. 9
Orucun Mâna Ve Tarifi. 9
Orucun Tarihçesi. 9
Orucun Gayesi. 9
Orucun Çeşitleri. 10
1. Orucun Farz Oluşu. 10
2. "Oruca Dayanamayanlara Fidye Lâzımdır" Âyeti Kerimesinin Neshi. 13
3. Âyyetinin İhtiyar Ve Hamileler Hakkında Sabit Olduğu. 15
4. (Ramazan) Ayı 29 Gün Olur. 17
5. Hilali Gözetleyenler Tesbitte Hata Ederse (Ne Yapmalı). 21
6. Hava Kapalı Olur Da Hilal Görülmezse Ne Yapılır?. 22
7. "Hava Kapalı Olduğu Zaman Otuz Gün Oruç Tutunuz" Diyenler. 23
8. (Şabanın Sonunda Oruç Tutmakla) Ramazan'ı Karşılama (Önüne Geçme). 24
9. Hilal Bir Memlekette Başka Ülkelerden Bir Gece Önce Görüldüğü Zaman (Ne Yapılır?)25
Şek Günü Oruç Tutmak Mekruhtur. 27
Şabanı Ramazana Ulayan Kimse Hakkında Varid Olan Hadisler. 28
(Şabanı Ramazana Ulamanın) Mekruh Olduğu. 29
İki Kişinin Şevval Hilâlini Gördüklerine Dair Şahitlikleri. 30
Bir Kişinin Ramazan Hilalini Gördüğüne Şahitlik Etmesi. 32
Sahur Yemeğinin Önemi. 34
Sahura Ğadâ (Kahvaltı) Diyenler. 34
Sahurun Vakti. 35
Kap Elinde Yiyip İçerken Ezanı Duyan Kimse Ne Yapmalıdır?. 40
Oruçlunun İftar Vakti. 40
İftarda Acele Etmek Müstehaptır. 41
İftar Ne İle Açılmalıdır?. 43
İftar Esnasında Söylenecek Şey. 44
Güneş Batmadan Önce Orucu Açmak. 45
Visal Orucu. 46
Oruçlunun Gıybet Etmesi. 48
Oruçlunun Dişlerini Misvaklaması. 49
Oruçlu Hararetten Dolayı Vücuduna Su Dökebilir Ve İstinşakta Mübalağa Edebilir Mi?51
Oruçlunun Kan Aldırması. 52
Oruçlunun Kan Aldırması Konusunda Ruhsat. 54
Ramazanda Gündüz İhtilâm Olan Oruçlu. 56
Oruçlunun Uykudan Önce Sürme Çekmesi. 57
Oruçlunun Kendi İsteği İle Kusması. 58
Oruçlunun (Hanımını) Öpmesi. 60
Oruçlunun Tükrüğünü Yutması. 62
Karısını Öpmenin Genç Oruçluya Mekruh Oluşu. 63
Ramazanda Geceyi Cünûb Olarak Geçirmek. 63
Ramazanda (Gündüz Oruçlu İken) Karısıyla Cinsî Temasda Bulunanın Ödeyeceği Keffaret65
Kasden Oruç Bozan Hakkındaki Ağır Tehdîd. 73
Unutarak Yiyen Oruçlunun Durumu. 73
Ramazan Orucunun Kazasını Geciktirmek. 74
Oruç Borcu Olduğu Halde Ölen Kimsenin Durumu. 75
Yolculukta Oruç. 77
(Yolculukta) Oruç Tutmamayı Tercih Etmek. 80
Yolculukta Oruç Tutmayı Tercih Edenler. 82
Yolcu Yola Çıktığında Orucunu Ne Zaman Açar?. 83
Açıklama. 83
Oruç Açmayı Mümkün Kılan Yolculuğun Mikdarı. 84
"Ramazanın Tamamını Tuttum" Diyen Kişinin Durumu. 85
Ramazan Ve Kurban Bayramlarında Oruç Tutmak. 86
Teşrik Günlerinin Orucu. 88
Sadece Cuma Günü Oruç Tutmanın Yasak Oluşu. 89
Sâdece Cumartesi Günleri Oruç Tutmanın Yasak Oluşu. 90
Sadece Cuma Ve Cumartesi Günleri Oruç Tutmakta Ruhsat. 91
Bütün Sene (Nafile) Oruç Tutmak. 93
Haram Aylarda Oruç. 97
Muharrem Orucu. 98
Şaban Ayının Orucu.
Şevval Ayının Orucu.
Şevval Ayında Altı Gün Oruç Tutmak.
Peygamber (S.A.) Nasıl Oruç Tutardı?.
Pazartesi Ve Perşembe Günlerinde Oruç Tutmak.
Aşr (Ongun) Orucu.
Zilhiccenin On Gününde Oruç Tutmamak.
Arafe Günü Arafatta Oruç Tutma.
Aşurâ Günü Orucu.
Aşûre'nin (Muharremin) Dokuzuncu Gün(ü) Olduğuna Dair Rivayetler.
Aşure Orucunun Fazileti.
Bir Gün Oruç Tutup Bir Gün Tutmamak.
Her Ay Üç Gün Oruç Tutmak.
(Her Ay Üç Gün Oruç Tutmanın) Pazartesi Ve Perşembe Günleri Olduğunu Söyleyenler
Hz. Peygamber (S.A.)'In (Üç Günlük Oruç İçin) Ayın Herhangi Bir Bölümüne İtina Etmediğini Söyleyenler.
Oruca Niyet.
Geceleyin Niyeti Terk Konusunda Ruhsat.
Nafile Orucu Bozana Kaza İcabettiğini Söyleyenler.
Kadın Kocasının İzni Olmadan Oruç Tuta Bilir Mi?.
Ziyafete Davet Edilen Oruçlu (Ne Yapmalıdır?).
Yemeğe Çağırıldığı Zaman Oruçlu Ne Demelidir?.
İtikaf
İ'tikâf Nerede Olur?.
İ'tikâfta Olan Kişi Herhangi Bir İhtiyacı İçin Evine Gidebilir.
İ'tikâfta Olan Kimse Hasta Ziyaretinde Bulunabilir.
Mustehaza İ'tikâfta Kalabilir.
Bu konu Süneni Ebû Dâvud nüshalarının çoğunda "Talâk" bahsiden sonra'ya alınmıştır. Hattabi'nin, şerhine esas aldığı nüshada ise, "zekât” bahsinden sonra almıştır. "İslâmiyet beş esas üzerine bina edilmiştir"
hadisindeki sıraya göre, Hattabi'nin tesbîtinin daha uygun olması gerekir. Çünkü adı geçen hadiste İslâm'ın esasları; Şehâdet getirmek, Namaz kılmak, Zekât vermek, Oruç tutmak ve Haccetmek, şeklinde sıralanmıştır. Nitekim, İmam Müslim ve Tirmizî, kitaplarını tertib ederlerken bu sırayı takib etmişlerdir. Nesaî ve İbn Mâce ise, "Oruc"u "Namaz"ın peşinde ele almışlardır. Buna sebeb bu ibadetlerin her ikisinin de bedenî olmaları olsa gerektir. İmam Buharı ise, Oruç konusunu "Hac" bahsinden sonra ele almıştır. Hem hac hem de zekât mâlî ibadet olduklarından bunları peşi peşine almıştır.
Oruç, İslamî ibâdetlerin üçüncüsüdür. Orucun arapçası "savm" veya "siyâm"dır. Sözlükte, "kendini tutmak" ve "susmak" manalarına gelir. Bazı müfessirler bu kelimenin, Kur'ân-ı Kerim'de; "sabretmek" manasına geldiğini söylerler ki, bu da, "nefsi zabt etmek, sebat etmek, tahammül etmek" demektir. Bu mânâlar, İslâm dinindeki oruç mefhumunun ne olduğunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Şer'î bir terim olarak oruç, "ikinci fecirden itibaren güneş batıncaya kadar oruç niyetiyle, yemekten, içmekten ve cinsî temastan nefsi alıkoymak" şeklinde tarif edilir.
Bilindiği gibi sürekli tekrarlanan beşeri arzular üçtür:
1. Yemek,
2. İçmek,
3. Cinsî münâsebette bulunmak.
İşte Oruç, belirli bir zaman süresince nefsin bu isteklerinin terkedil-mesi oluyor. O halde orucun hakikatinin "nefsânî heveslerden, hayvânî arzulardan kendini alıkoymak, ihtiras ve hevâyı frenleme öğretisi" olduğunu söylemek mümkündür. Ancak bu dış isteklerden başka, iç arzulardan ve fenalıklardan kalbi ve dili korumak da "havâss" için, orucun hakikatına dahildir.
Oruç ibâdeti sadece îslâma has değildir. İslamdan evvel gelmiş geçmiş tüm semavî dinlerde oruç vardı. Bakara suresinin âyetinde bu hakikat şu şekilde ifadelendirilmiştir;
"Ey iman edenler, oruç sizden evvelkilere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı. Umulur ki siz (günahlardan) sakınırsınız.”
Hz. Musa, Tur'da 40 gününü aç ve susuz geçirmiştir. Bunun için Yahudiler, genellikle Hz. Musa'nın hatırasına hürmeten 40 gün oruç tutarlar. Fakat bilhassa gün oruç tutmak tüm Yahudiler için farzdır. Bu da Yahudi senesinin 7. ayı olan "Teşrin" ayının gününe rastlar. Yahudîlerde bundan başka da oruçlar vardır. Meselâ keder orucu bunların en mühimler indendir.
Hıristiyanlıkta da oruç vardır. Bunlar da oruç iki ve dört gün olarak konulmuştur. Hz. İsa ormanda 40 gün oruç tutmuştur.
Hz. Yahya ve onun ümmeti de oruç tutarlardı.
Bunlardan başka Hindu ve Zerdüşt dinlerinde de oruç vardı. Arabistan halkıda câhiliyye devrinde oruçtan haberdâr idiler. Muharrem'in günü olan o Aşûre gününde Mekkeli araplar oruç tutarlar ve Kabe'ye yeni örtü örterlerdi. Ayrıca Recebü'l-esam ve Şehr-i Mudar dedikleri Recep ayında da oruç tutarlardı.
Orucun Müslümanlar içinde farz olduğu, kitap sünnet ve icma ile sabittir. Orucun farz oluşunu inkâr eden kâfir olur.
Müslümanlar için ilk farz olan orucun H. 2. yılında farz kılınan Ramazan ayı orucumu, yoksa daha önceden müslümanlar için farz olan bir oruç var mı idi konusu İslam âlimleri arasında ihtilaflıdır. Bu sahadaki farklı görüşler ve deliller, üzerinde durduğumuz konunun birinci babında ortaya konulacaktır.
Orucun gayesi takvadır. Yani kişinin, nefsî isteklerinden kendi arzu ve dilemesiyle kendini alıkoyması, gönlünün çektiği şeylerden kendisini sakındırmasıdır. Bu gaye yukarıda aldığımız Bakara suresinin âyetinde açık olarak görülmektedir.
İnsanoğlu nefis sahibidir. Nefsin yemek, içmek, sevmek, eğlenmek vs. gibi bir çok istekleri vardır. Üstelik bu istekler funduszeue.infoı arkası kesilmez. Birisi elde edildiğinde hemen bir başkası istenir. Bu isteklerin en Önde geleni de yukarıda işaret edildiği gibi mîde ve cinsel dürtülerle ilgilidir.
Her iki faaliyetde insanın fıtri yapısında vardır, tabiîdir. Fakat, yeme içme olayı ve cinsel istekler, kişinin egosuna (iç ben) bırakıldığı takdirde normaliteyi çok çabuk aşarlar. Çünkü anormal ortama geçmeye oldukça müsaittirler. Bunun için nefsi isteklerin disiplin ve terbiyesi şarttır. Bu disiplin ve terbiye Allah'ın emirleri ve yasaklarıyla gerçek kıvamını bulur. Oruç'da diğer ibâdetler gibi ve özellikle disiplinize edici bir yapı taşımaktadır. Orucun Allah'ın emirlerine boyun eğme konusunda terbiye ediciliği kaçınılmazdır. Oruç kulun kulluğunu göstermesidir. Rabbinin emrine uymak için en büyük arzularını terkettiği bir imtihandır. Ancak şunu hatırlatmak gerekir ki, oruç Allah'a karşı vücuda işkence etmek, onu zahmete sokmak değildir. Onun için İslâmda visal orucu (iftar etmeden peşi peşine oruç tutmak) mekruhtur. Kur'an-ı Kerim'in her neresinde oruç emredilmişse, hemen peşinden "Allah size kolaylık diler, zorluk dilemez." şeklinde ifadeler getirilmiştir. Ayrıca; "Allah bir kimesye gücünün yetmeyeceğini teklif etmez." kaidesi İslâmın temel prensiplerindendir. Eğer oruçtan maksat, eziyet çekmek olsaydı, hastalar, yaşlılar, zayıflar, yolcular, hamileler, emzikliler, mücâhidler hayız ve nifas hâlinde olan kadınlar oruç konusunda mazeretli kabul edilmezlerdi. Çünkü bu durumda olanlar için oruç kuvvetli ve sıhhatli olanlardan daha büyük eziyet ve zahmet olurdu.
Hindu yokîleri iftar etmeden 40 gün aç kalırlar, Yahûdilerde de orucun gayesi cefa çekmek şeklinde ifade edilmektedir. tslâmî oruçta da gayenin yukarıdakilerle aynı olduğunu düşünmek yanlıştır. Yukarıda işaret edildiği gibi İslâmi orucun hikmet ve gayesi, kişinin takvaya ermesi, nefsini terbiye edip nefsânî isteklerini düzene koymasıdır. Ayrıca oruç varlıklılara, yoksulların hallerini bilme ve düşünme imkanım sağlar. Mü'min-lerin gönüllerindeki şefkat ve merhamet duygularını arttırır. Yardımlaşma şuurunu geliştirir. Zâten Allah'ın hiç kimsenin aç ve susuz kalmasına ihtiyacı yoktur. Gaye günâhtan sakınmaktır. Kulluk ve emre itaattir.
İslâm dininde oruçlar hükümleri itibarıyla dört çeşittir:
a. Farz Oruçlar: Ramazan orucu ve keffâret oruçları farzdır. Ramazan orucunu zamanında tutmak, muayyen bir farz, kazaya kalan ramazan orucu ve keffâret olarak tutulan oruçlar ise, muayyen olmayan farz oruçlardır.
b. Vacib Oruçlar: Nezir (adak) oruçlarıdır. Belirli bir günde tutulmaları nezredilmişse, muayyen vâcib; günü belirtilmeden mutlak olarak herhangi bir zamanda tutulmaları adanmışsa, muayyen olmayan vâcib oruç olur.
c. Nafile Oruçlar: Farz ve vacip olmadan Allah'ın rızasını elde etmek için tutulan oruçlar nafile oruçlardır. Bunlar sünnet, müstehab ve mendup isimleri ile anılırlar. Aşure (Muharremin günü) ile ondan bir önceki ve sonraki günlerin oruçları Eyyâm-i biyz (her ayın 13, 14 ve günü) oruçları müstehab oruçlardır.
d. Mekruh Oruçlar: Oruç tutulması mekruh olan günlerde tutulan oruçlar mekruhturlar. Bu oruçlar tahrimen mekruh ve tenzihen mekruh olmak üzere ikiye ayrılırlar. Ramazan bayramının birinci günü, kurban bayramının dört günü tutulan oruçlar tahrimen mekruh; Nevruz ve Mihrican günleri kasden tutulan oruçlar, yalnız cuma veya cumartesi günleri yada sadece aşure günü tutulan oruçlar tenzihen mekruh oruçlardandır.
Âlimler Ramazan orucu farz kılınmadan önce müslümanlar için farz olan bir orucun olup olmadığında farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Cumhura göre müslümanlar için farz olan ilk oruç, ramazan orucudur. Ramazandan önce onlar için hiçbir oruç farz edilmemiştir. Ramazan orucu hicrî ikinci senede Şaban ayında farz kılınmıştır. Bedir savaşından bir ay ve bir kaç gün öncesine rastlar. Kıblenin değişmesinden sonra farz edilmiştir. Cumhurun görüşlerinin delili, Hz. Muaviye'den rivayet edilen şu hadistir: Rasûlullah şöyle buyurdu: "Bu gün aşure günüdür, o günün orucu size farz kılınmamıştır, ama ben oruçluyum artık dileyen oruç tutsun dileyen tutmasın"
Ancak Fethu'I-Bârî'de bu hadisin, Ramazan orucundan önce, farz olan bir orucun bulunduğuna delâlet etmediğine işaret ile şöyle denilmektedir:
"Bu hadîsle aşure orucunun farz olmadığına hükmedilmiştir ama, hadis ona delâlet etmez. Çünkü maksadın aşure orucu, ramazan orucu gibi devamlı olarak farz edilmemiştir, şeklinde olması da muhtemeldir."
Hanefilere göre müslümanlara farz kılınan ilk oruç aşure orucudur. Sonra her on günde bir gün olmak üzere her ayda üç gün oruç farz kılınmıştır. Daha sonra bu neshedilmiş yatsı namazından sonra başlayıp güneşin batması ile sona ermek üzere ramazan orucu farz kılınmıştır. Daha sonra bu da neshedilip bu günkü şekli ile ikinci fecirden güneşin batmasına kadar devam eden ramazan orucu sabit olmuştur, Taberînin, Muaz b. Cebel (r.a.)'den rivayet ettiği şu haber Hanefîlerin görüşlerinin en açık delillerindendir; "Rasûlullah (s.a.) Medine'ye teşrif edip aşure günü ve her ayın üç gününde oruç tuttu. Sonra Allah Ramazan orucunu farz edip "Ey iman edenler! Oruç sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı" mealindeki âyeti indirdi."
Yine Taberî yukarıdaki âyet hakkında Ibn Abbas'ın; "Oruç her ayda üç gün idi, sonra Allah'ın ramazan orucu hakkında indirdiği âyetle bu oruç neshedildi" dediğini nakleder.
Buhârî'nin rivayet ettiği şu hadisler de Hanefilerin delilleri arasında-dır.
Hz. Aişe (funduszeue.info) şöyle der: "Kureyş, Câhiliye devrinde aşure günü oruç tutardı. O gün Rasûlullah (s.a.) da oruç tutardı. Medine'ye geldiğinde de aşure günü oruç tuttu ve (ashabına) tutmalarım emretti. Ramazan orucu farz edilince aşure orucunu terketti. Artık isteyen o gün oruç tuttu isteyen terketti"
Yine Hz. Aişe (funduszeue.info) şöyle der;
"Rasûlullah (s.a.) aşure günü oruç tutulmasını emretmişti. Ramazan orucu farz edildikten sonra, dileyen tutar, dileyen tutmazdı."
Seleme b. Ekva (r.a.)'den rivayet edilmiştir, der ki:
"Rasûlullah (s.a.) Eşlem (kabilesin)den bir adama, insanlara, "kim bir şey yemiş ise, gününün geri kalanında yemeyi terketsin, kim de birşey yememişse oruç tutsun, çünkü bu gün aşure günüdür." diye ilan etmesini emretti."
îbn Abbâs (r.a.)'dan rivayet edilmiştir: "Ey iman edenler! Oruç sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı" (İslamın başlangıcında) Hz. Peygamber (s.a.) devrinde insanlar yatsı namazını kıldıkları zaman, kendilerine yemek, içmek ve kadınlar(a temas) haram edilmişti, Ertesi akşama kadar oruç tutarlardı. Bir adam kendisine hıyanet edip yatsı namazım kıldığı halde, karısıyla temasta bulundu ve orucu kesmedi. Allah azze ve celle bu olayı diğer insanlar için bir kolaylık ruhsat ve menfaat kılmayı dileyip, "Allah sizin nefislerinize güvenemeyeceğinizi biliyordu" buyurdu. Bu, Allah (c.c.)'ın insanları faydalandırdığı onlara ruhsat verdiği ve kolaylaştırdığı şeylerdendir.
Münzirî hadisin senedinde, Ali b. Hüseyin b. Vakit olduğu için bu hadisin zayıf olduğunu söyler.
Musannif bu hadîsi şerif ile Müslümanlara farz olan ilk orucun, metnin başındaki âyetle farz kılman ramazan orucu olduğuna işaret etmek istemiştir. Rasûlullah (s.a.)'a farz olan orucu soran bir bedeviye efendimizin "Ramazan orucu" diye cevap vermesi de bu görüş sahiplerine delil olmuştur. Ancak hadîsin metninden önce verdiğimiz hadisler göz önüne alınınca, bu hadisin ramazandan önce farz olan bir orucun olmadığına delil teşkil etmediği görülür. Çünkü o hadislerin tümü, ramazan orucu farz kılınmadan önce aşure orucunun farz olduğuna, bu farzın ramazan orucu ile neshedildiğine delâlet etmektedirler.
Hafız îbn Hacer Fethül-Bârî'de bu delillere temas ederek şöyle der;
"Bu hadislerin tümünde aşure orucunun farz olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü o günün orucu sabittir. Ayrıca o günün orucunun emredilmesi, bu emrin herkese teşmili-, yemek yemiş olanların günün geri kalanında oruç tutmakla emrolunması, annelerin çocuklarını emzirmemeleri emrinin ilâvesi ve Sahih-i Müslim'deki İbn Mes'ud (r.a.)'ın Ramazan (orucu) farz kılınınca, aşure terkedildi" şeklindeki sözlerinin hepsi orucunun farz olduğunu gösterir."
Hadisin başındaki âyet-i kerime orucun Hz. Adem'den bize kadar tüm ümmetlere farz olan bir ibâdet olduğunu bildirmektedir. Aslında oruç zor bir ibâdettir. Özellikle yazın sıcakların fazla, günlerin uzun olduğu .yerlerde orucun vereceği sıkıntı herkes tarafından bilinir. Allah teâlâ bu sıkıntıyı iki yönden hafifletmektedir:
Bunlardan birincisi, orucun sadece bir ümmete değil, tüm ümmetlere farz edilmesidir. Çünkü güçlük genel olduğu zaman kolaylaşır "Herkesle gelen düğün bayramdır."
İkincisi de orucun zamanının değişmeyen güneş takvimine göre değil, her yıl 10 gün önce gelen kameri takvime göre farz kılınmış olmasıdır. İslâmın oruç ayım tesbit için kamerî takvimi seçmesi, eski geleneği sürdürmek için değil, sadece adaleti temin etmek içindir. Bir kamerî ay 29 gün 12 saat 44 dakika ve 3 saniyedir. Buna göre bir kamerî yıl , gün olmaktadır. Bir güneş yılı ise, gün 5 saat 46 dakika ve 49 saniyedir. Bu durumda iki sene arasında 10 günden daha fazla bir fark ortaya çıkmakta, bu fark da 33 sene bir ramazan ayının ayrı bir zamana rastlamasına sebeb olmaktadır. Bu ise, ilâhî bir lütuf ve büyük bir adalettir. Çünkü bu sayede 33 yıl oruç tutan bir müslüman, senenin kısa, uzun ve orta her gününde oruç tutmuş olmaktadır. Dünyanın bir bölgesinde yaşayanlar devamlı surette kışın kısa, bir bölgesinde yaşayanlar da devamlı olarak yazın uzun günlerinde oruç tutmak durumunda kalmamaktadırlar. Böyle olmayıp da faraza oruç temmuz ayma mahsus olsa idi, kuzey küre-dekiler, devamlı yazın sıcak ve uzun günlerinde güney küredekiler ise, kışın kısa ve serin günlerinde oruç tutacaklardı.
İşte bu iki hâle cenab-ı Hakkın bahşettiği sabırda eklenince orucun güçlüğü ortadan kalkmakta, bazılarının zannettiği gibi dayanılmaz bir ibâdet olmadığı ortaya çıkmaktadır.
Mevzûmuzu teşkil eden hadisle ilgili geçen âyet-i kerîmede: orucun bizden öncekilere farz kılındığı gibi bize de farz kılındığı ifâde edilmektedir. Buradaki benzetme orucun vakti, miktarı ve keyfiyeti yönünden değil, farz oluşu itibariyledir. Nitekim Hz .Adem'e farz olan oruç, "Eyyâm-ı Biyz" (her ayın 13, 14, günlerin)da,Hz. Musa'nın orucu da aşure günü idi. Ancak bazı âlimler benzetmenin aynı zamanda miktar ve vakit yönünden de oludğunu söylerler. Nitekim ramazan orucu hiristiyanlara da farzdı. Bâzan ramazan sıcak günlere rastlıyor ve bu bir takım zorluklara sebep oluyordu. Bunun üzerine hıristiyan âlimleri toplandılar ve ramazanı devamlı olarak mutedil bir mevsim olan ilkbahara aldılar. Bu yaptıklarına keffâret olarak da 20 gün daha ilâve edip 50 gün oruç tutmaya başladılar.
Hadîs-i Şerifte ifâde edildiğine göre, islâmm ilk günlerinde oruç, yatsı namazı kılındıktan sonra başlar, ertesi gün güneş batmcaya kadar devam ederdi. Bir kimse faraza akşam herhangi bir sebeple bir şey yemeden yatıp uyuşa artık bir daha yiyip içemez, ertesi günü akşama kadar aç kalırdı. Bundan sonra gelecek olan hadîs-i şerifte anlatılan hâdise bu durumun güzel bir ifadesidir. Üzerinde durduğumuz hadîs-i şerifteki hâdise, îbn Ce-rir ve İbn Ebî Hâtim'in rivayetlerinden anlaşıldığına göre, Hz. Ömer (r.a.)'in başından geçmiştir. Adı geçen sahâbî bir ramazan gecesi yatsıyı kıldıktan sonra evine dönmüş, hammıyla cinsel tamasta bulunmuştu. Bunun üzerine pişman olup ağlamaya başladı. Aynı hal, Ka'b b. Malik'in başına da gelmişti. Hz. Ömer vaziyeti Rasûl-i Ekrem'e haber verince efendimiz:
“Ömer! bu sana yakışmazdı" buyurdu.
Bunun üzerine müslümanlara bir ruhsat ve kolaylık olmak üzere: "Allah sizin nefislerinize güvenmeyeceğinizi biliyordu", mealindeki âyet-i kerimeyi indirdi. Bu âyetin sonunda Cenab-ı hak, fecrin beyazlığı siyahlığından ayrılıncaya kadar yenilip içilebileceğini haber vermektedir. Böylece akşam güneşin batması ile fecrin doğuşu arasındaki sürede yemek, içmek ve cinsî temas gibi oruca aykırı hareketler müslümanlara helal kılındı. Böylece oruç, şimdiki şeklini almış oldu.
1. Oruc dinler arası ortak bir ibâdettir.
2. İslamın başlangıcında oruç yatsı namazından ertesi gün güneş batıncaya kadar devam ederdi. Sonradan bu durum hafifletildi ve güneşin batmasından fecrin doğuşuna kadar oruca aykırı hareketler helal kılındı.
el-Bera (b. Azib r.a.)'dan; demiştir ki: (Rasûlullah (s.a.)ın ashabından) bir kimse oruç tutup da (iftar zamanı iftar etmeden) uyuduğu zaman, ertesi gün akşama kadar bir şey yemezdi. Ensar'dan Sırma b. Kays (r.a.) oruçlu olarak hanımına gelip:
Hazır yemeğin var mı? diye sordu. Hanımı: Yok ama, şimdi gider getiririm, deyip gitti, Sırma (r.a.) (o esnada) uyuya kaldı. Hanımı geldi ve:
Tüh! Sana yazık oldu, dedi (ertesi) gün yarı olunca Sırma (açlıktan) bayıldı, (üstelik) O gün tarlasında çalışıyordu. Bu hal Rasûlullah (s.a.)'a haber verildi. Bunun üzerine, "Oruç gecesi kadınlarınıza yaklaşmak size helâl kılındı" mealindeki âyet indi.
Râvi el-Berâ b. Azîb âyeti (son kelimesi olan); "fecirden"e kadar okudu.
Hadis-i şeriften anlaşılıyor ki orucun ilk günlerinde sahâbîler Ramazan orucunu tuttuklarında iftar vakti gelinceuyumadıkça kendilerine yeme, içme ve kadınlarla temas helaldi, ama iftar açmadan uyudukları takdirde ertesi gün güneş batıncaya kadar bunların hiçbirisi caiz olamazdı. Hadisin Nesâî'deki rivayetinde uyumak akşam yemeğinden önce olmakla kayıtlandırılmıştır. Hadisenin çeşitli kitaplardaki rivayetlerinden yeme, içme ve cinsî temasa mâni olan şeyin uyku olduğu ve uyumanın akşam yemeğinden Önce ya da sonra olması arasında fark olmadığı anlaşılmaktadır. Bundan evvelki hadiste yeme içmeye mâni olan şeyin yatsı namazı olarak kayıtlandırüması bu hükme aykırı olmaz. Çünkü o kaydın, uykunun yatsı namazındansonra daha çok kendini hissettirmiş olması yönünden galibe nazaran olması ihtimali vardır. Yukarıdaki hadisin bazı rivayetlerinde Hz. Ömer'in hanımına yaklaşmak istediği zaman, onu "ben uyudum" dediği, Hz. Ömer'in ise bunu hanımının isteksizliğine hamledip "hayır uyumadın" diyerek temas ettiği bildirilmektedir. Bu rivayet de o zamanlar ramazan gecesi yeme-içme ve cinsî temasa mâni olan hâlin yatsı namazı değil, uyku olduğunu göstermektedir.
Üzerinde durduğumuz hadisin baş tarafı, anlatılacak bir hâdiseye hazırlık teşkil etmektedir. Metinde görüldüğü gibi bu hâdise Sırma b. Kays'in başından geçmiştir. Mezkur sahâbînin ismi Buhâri ve Tirmizî'funduszeue.infoyetlerinde Kays b. Sırma, Nesaî'de ise Kays b. Ömer şeklinde geçmektedir. Bu farklı rivayetler, âlimlerin mezkur sahabinin adı üzerinde araştırma yapmalarına sebep olmuştur. Ebu Nuaym'ın ve Eş'as b. Suvar'ın rivayetleri de Ebû Davud'un tesbiti gibidir. Vahidî'nin Esbâb-ı NuzûTdaki tesbiti de aynıdır. Menhel sahibi doğrusunun Sırma b. Kays olduğunu, Kays b. Sırma şeklindeki rivayetin makbul; Kays b. Ömer şeklinde olanının ise, hatâ olduğunu söyler.
Sırma b. Kays (r.a.) çiftçilikle uğraşan bir sahabi idi. Akşam üzeri yorgun bir vaziyette evine gelmiş, hanımından yiyecek birşeyin olup olmadığını sormuştur. Ebû Davud'un rivayetinde sofrada hazır bir yemeğin bulunup bulunmadığından bahsedilmesi söz konusu değildir. Taberi'nin rivayetinde ise, hanımının önce hurma getirdiği, Sırma (r.a.)'nin ise, 'hurma içimi yakar, bu hurmayı unla değiş de bir yemek yap" dediği, hanımı gidince uyuya kaldığı söylenmektedir. Hanımı dönünce Allah'a isyan etmemek için yememiş, aç olarak orucunu devam ettirmiştir. Ancak ertesi gün tarlasında çalışırken açlıktan bayılıp düşmüştür. Burada tarlasında çalıştığı bildirildiği halde Taberi'nin rivayetinde, Medine'nin bahçelerinden birinde ücretle çalıştığı söylenmektedir. Fakat bu bir zıddiyet değildir. Çünkü "tarlasında" sözündeki izafet mülkiyet için değil, ihtisas içindir. Mânâ "işinde çalışırken" demektir. Hz. Sırma (r.a)'nın başına gelenler Hz. Peygamber'e haber verilmiş, bunun üzerine, "Oruç gecesi kadınlarınıza temas etmeniz size helal kılındı." mealindeki âyet inmiştir. Bakara suresinin âyeti olan bu âyetin tamamının meali şöyledir; "Oruç tuttuğunuz günlerin gecesi kadınlarınıza yaklaşmanız size helâl kılındı. Onlar sizin örtünüz, siz de onların örtülerisiniz. Allah nefsinize güvenemeyeceğinizi biliyordu, bu sebeple tevbenizi kabul edip, sizi affetti. Artık onlara yaklaşabilirsiniz. Allah'ın sizin için takdir ettiğini dileyin. Fecirde beyaz iplik siyah iplikten ayrılıncaya kadar yiyin için sonra orucu geceye kadar tamamlayın. Mescidlerde itikâfa çekildiğinizde kadınlarınıza yaklaşmayın. Bunlar Allah'ın sınırlarıdır, onlara yaklaşmayın. Allah insanlara yasaklardan sakınsınlar diye âyetlerim böylece apaçık bildirir."
Buhârî'nin rivayetinde ise, âyetin hadisimizin metnindeki kısmı inince sahâbiler son derece sevinmişler, bunun üzerine âyetin yemek içmekle ilgili bölümü gelmiştir. İbn Hacer bu rivayetle ilgili olarak şöyle der; "Geceleri cinsî temas helal olunca yemek ve içmek öncelikle helal olur. Sahâ-bîler onun için âyetin inmesi ile sevinip ruhsatı anladılar. Bundan sonra da ruhsatın açıkça bilinmesi için âyet-i kerimesinin tamamı indi."
Bu hadis, mezkûr âyet-i kerimenin iniş sebebini Sırma b. Kays hadisesini, bir Önceki hadis ise, Hz. Ömer'in başından geçen olayı göstermektedir. Kimi âlimler her iki olayın da âyet-i kerimenin inmesine sebep teşkil ettiğini söylerler. İbn Cerir et-Taberî Süddî'den naklettiği bir rivayette Sırma b. Kays hâdisesini, Ebû Kays b. Sırma adını vererek anlattıktan sonra, Ömer b. el-Hattab (r.a.)'vn da cariyesine temas etmiş olduğunu Hz. Ömer'in, Ebu Kays'ın sözünü işitince onun hakkında birşey geleceğinden çekinerek yaptığını Hz. Peygambere haber verdiğini söyler. Taberî'nin ifâdesine göre Hz. Peygamber (s.a.) Hz. Ömer'i, "Bu sana yakışır mıydı, ya Ömer?" diye kınamış ve arkasından mezkûr âyetin, kadınlara temasla ilgili kısmını okumuştur. Sonra da Ebu Kays'a dönüp yemek içmekle ilgili bölümü okumuştur.
Bazı âlimler ise, âyetin Sırma hadisesi üzerine fakat onun ve başkalarının hakkında geldiğini söylerler. Hz. Ömer de âyetin kendileri hakkında inenlerden biridir.
Seleme b. el-Ekva (r.a.)'dan; demiştir ki: Şu "Oruca dayanamayanlara, bir yoksul doyurma fidyesi (vermeleri) lâzımdır." âyet-i kerimesi inince, bizden dileyen oruç .tutar, dileyen de fidye verirdi. (Bu hal) bundan sonraki âyet inip de bu âyeti neshedinceye kadar devam etti.
Hadis-i şerifte bahsi geçen Bakara Sûresinin âyetine müfessirler iki farklı mânâ vermişlerdir. Bunlardan birısmı nin mensup olduğu if al babının hemzesini izale ve nefy manasına alarak ya da fiilin başına bir lâ takdir ederek "oruca dayanamayanlar" şeklinde anlamışlar, bazıları ise tam aksi ile yani oruca gücü yetenler şeklinde izah etmişlerdir.
Seleme b. el-Ekva (r.a.)'nin bildirdiğine göre yukarıda mevzu-u bahs edilen âyet-i kerime gelince, genç ihtiyar, hasta sıhhatli gibi bir ayırım olmadan müslümanlardan isteyenler oruçlarını tutuyor, isteyenler de oruç tutmayıp her gün için bir fakire bir fidye yani bir fitre (Hanefilere göre, buğdaydan yarım sa’ arpa, kuru üzüm ve hurmadan 1 sa' miktarı veriyordu. Bu hal bir sonraki âyet-i kerime (Bakara Suresi ) ininceye kadar devam etti. Bu âyetin içerisindeki "içinizden kim o aya yetişirse, onu (orucunu) tutsun" kavli şerifi, önceki âyeti neshetti.
Nesh: "Sözlükte ibtal etmek, izâle etmek", ıstılahta ise, "şer'î bir hükmü başka bir delille kaldırmak" demektir. Bu aklen caiz olduğu gibi, şer'an da vaki'dir. Nesh icma ile sabittir.
Müslümanların ilk günlerde oruç tutmak ya da fidye vermek arasında muhayyer tutulmalarındaki hikmet, onların henüz İslama tam olarak ısınmış olmamaları ve uzun müddet oruçlu kalmaya alışmamış olmalarıdır. Nitekim Taberi'nin Amr b. Mürre'den rivayet ettiği bir hadiste (ki bunu bir benzeri Ebû Davud'un Ezan bahsinde Muazdan rivayet ettiği no'-lu hadisin içinde, de mevcuttur.) Bu durum şu şekilde ifade edilmektedir; "Rasûlullah (s.a.) Medine'ye gelince onlara (müslümanlara) farz olarak değil, nafile olarak her ay üç gün oruç tutmalarını emretti. Sonra Ramazan ayı orucu indi. Ancak onlar oruca alışık bir topluluk değil idiler. Bu yüzden oruç onlara zor geliyordu. Oruç tutmayanlar, yoksullara yemek yediriyorlardı. Sonra "Sizden kim o aya yetişirse onu (orucunu) tutsun, kim de hasta olup, yahut bir yolculukta bulunursa başka günlerde, oruç tutmadığı günler sayısınca (orucunu kaza etsin)" âyeti indi. Artık ruhsat sadece hastalar ve yolcular için öldü; Biz ise, oruç tutmakla emrolunduk."
Buhârî'nin rivayetine göre ashab-ı kiramdan îbn Abbas (r.a) bu âyetin neshedümediğini "oruca dayanamayanlardan maksadın, ihtiyarlar olduğunu söyler. Bu durumda olanlar, oruç tutamazlarsa, her gün için bir yoksul doyururlar. Nitekim yine Buhârî'nin rivayetine göre Hz. Enes ihtiyarladığında bir veya iki. sene oruç tutamamış bunun yerine her gün için bir fakir doyurmuştur. Buhârî, İbn Abbas'ın bu âyeti, "zorla oruç tutabilenler" şeklinde okuduğunu haber vermektedir.
Ancak ulemanın cumhuruna göre bu ayet-i kerime mensuhtur. Aynî bu konuda şöyle der: "Netice şu nesh, sıhhatli olan ve yolcu olmayan kimseler için kendilerine oruç farz kılınmak suretiyle sabit olmuştur. Oruca dayanamayanlar, bilhassa yaşlılar ise, oruç tutmayabilirler. Kendilerine kaza da gerekmez. Ancak oruç tutmadıkları takdirde hali vakti yerinde olanların fakir doyurmaları gerekir mi, gerekmez mi? Bu konuda iki görüş vardır:
Birinci görüşe göre ihtiyarlar, çocuklar gibidir; oruç tutmadıkla için yoksul doyurmazlar. Şafiî'nin iki görüşünün birisi böyledir.
İkinci görüşe göre ise, her gün için bir fakir doyurmaları gerekir. Ulemanın ekserisi bu görüştedir. Sahih olan da budur.
İslâmın ilk devirlerinde müslümanlar oruç tutmak, ya da fidye vermek arasında muhayyer idiler. Bilâhare bu ruhsatı veren âyet, bir başka âyetle neshedildi.
İbn Abbas (r.a.)'den rivayet edildiğine göre;
"Oruca dayanamayanlara bir yoksul doyumu fidye vardır." (âyet-i kerimesi inince) ashabtan yoksul doyurmak suretiyle fidye vermek isteyen fidye verir ve orucu tamam olurdu. Bunun üzerine cenab-ı Allah (c.c);
"Bununla beraber kim gönül isteğiyle bir hayır yaparsa işte bu onun için daha hayırlıdır. Oruç tutmanız, sizin hakkınızda (yemenizden ve fidye vermenizden)hayırlıdır." buyurdu. Yine Allah (c.c); "Öyleyse içinizden kim o aya yetişirse, onu (orucunu) tutsun. Kim de hasta olur, yahut bir sefer üzerinde bulunursa o halde başka günlerde, oruç tutamadığı günler sayısınca (orucunu kaza etsin)" buyurdu.
Metindeki "orucu tamam olurdu" ifâdesi, oruç tutmasa da kendisine tam bir oruç sevabı verilirdi. Oruç tutmuş gibi olurdu manasınadır.
Hadis-i şerifin zahiri îbn Abbas'ın da âyet-i kerimesinin neshedildiği fikrinde olduğu izlenimini vermektedir. Fakat Bu-hârî'nin rivayetine göre İbn Abbas'ın aksi görüşte olduğu bir önceki hadisin şerhinde söylenmişti.
Hafız İbn Hacer el-Askalanî, Fethü'l-Bârî'de bu konuda şöyle der:
"Bütün bu haberlerâyet-i celilesinin neshedilmiş olduğunda birleşmektedir. Ancak İbn Abbas buna muhalefet etmiş ve âyetin neshedilmediği görüşünü savunmuş, fakat bu âyetin ihtiyarlara ve benzerlerine has olduğunu söylemiştir. îbn Abbas'ın cumhura muhalefeti konusundaki bu rivayetlere iki ayrı açıdan bakmak mümkündür;
1. İbn Abbas âyet-i kerimeyi; şeklinde okumuştur. Buna göre mânâ "orucu zorla tutabilenler" şeklinde olur. (Önceki hadisin şerhinde de işaret edildiği gibi) İbn Abbas; "Bu âyet neshedilmiş değildir, "zorla tutabilen"den maksat ihtiyarlardır. Onlar her gün için bir yoksul doyururlar görüşündedir.
îbn Hacer der ki; İşte îbn Abbas'ın görüşü budur. Ancak ulemâmn çoğu aksi görüştedir. Ebû Davud'un hadisindeki if'âl babından değil şeklindedir. Süyûtî'nin Dürrü'l-Mensûr'daki, "İbn Abbas diye okudu bu da, "güçlüğe katlandı, zorla yapabildi" mânâlarına gelir," ifadesi de buna delalet eder.
2. İbn Abbas'ın "mensuh değildir" sözünden maksat, ihtiyarlar yönündendir. Ama başkaları için mensuhtur. Süyûtî' Dürrü'l-mensûr'da bu konuda şöyle der: "İbn Ebî Hatim, Nehhâs ve İbn Merdûye İbn Abbas'ın şöyle dediğini haber verdiler; âyeti indi, artık dileyen oruç tutuyor, dileyen, de tutmayıp bir yoksul doyuruyordu. Sonra âyeti inip öncekini neshetti. İhtiyar bu neshten müstesnadır. O isterse, hergün için bir yoksul doyurup oruç tutmaz."
Süyûtî'deki bizzat İbn Abbas'tan nakledilen bu sözler, ikinci şıkta söylenenlerin isabetine açık bir delildir. Bu durumda İbn Abbas'ın görüşü de cumhurun görüşüne uygun düşmektedir.
Musannif hadis-i şerifi işte bu açıdan ele alarak kitabına almış olmalıdır. İbn Abbas'ın da önceleri âyetin neshedilmediğini söyleyip, sonraları cumhurun görüşüne dönmüş olması mümkündür.
Bu izahlara göre, İbn Abbas'ın zikrettiği âyetlerden ilki olan âyeti iki hükmü içine almaktadır. Bu hükümler şunlardır:
a. Oruca zor dayanabilenlerin oruç tutmayıp fidye vermeleri caizdir. Dilerlerse, oruçta tutabilirler.
b. Ancak bu durumda olanların oruç tutmaları, kendileri için daha hayırlıdır. Bu iki hüküm ihtiyarlarla ilgilidir.
İkinci olarak ele aldığı âyeti de aynı şekilde iki hükmü içine almaktadır:
1. Fazla yaşlı olmayan erkek ve kadın Ramazan'a erişen her müslümana oruç farzdır.
2. Kendisine orucun zarar verdiği hasta veya yolcular, ramazanda oruç tutmayabilirler. Bu durumda olanlar sonradan oruçlarını kaza ederler.
Emzikli veya hâmile olan kadınlar da çocuklarına veya kendilerine zararın gelmesinden korkarlarsa, bunlar da aynı âyetin hükmü ile oruç tutmayabilirler.
Çünkü âyette anılan hastalık değil, zarar veren hastalıktır. Sanki hastalığın zikredilmesi, orucun zarar verdiği herşeyden kinayedir. Emzikli veya hamile olanlarda bu zarar bulunduğu için âyetteki ruhsatın hükmü altına girerler. Ayrıca Rasüİullah (s .a.) bir hadisinde şöyle buyurur:
"Allah (c.c.) misafirden namazın yarısını, hamile ve emzikliden de orucu kaldırmıştır. Onlar tutmadıkları oruçlarım kaza ederler."
İbn Abbas (r.)'dan; demiştir ki: (Bu âyet) hâmile ve emzikli için sabittir, (neshedilmemiştir).
Bu rivayet âyet-i kerimesinin, hâmile ve emzikli kadınlar hakkında sabit olduğuna, onların oruç tutmayarak, fidye verebileceklerine işaret etmektedir.
Hadisin zahiri, hamile ve emziklilerin, çocuklarına bir zarar geleceğinden korkarlarsa, oruç tutmayıp fidye verebileceklerine delâlet etmektedir. Bu İbn Abbas, İkrime, Katâde ve İbn Ömer'in de görüşlerim teşkil etmektedir.
İbn Cerir et-Taberî'nin, Said b. Cübeyr'den naklettiği bir habere göre İbn Abbas şöyle demiştir; "Hamile kendi canı için, emzikli de çocuğu için korkarlarsa, ramazanda oruç tutmazlar. Her günün yerine bir yoksul doyururlar ve bu oruçları kaza etmezler."
Yine İbn Cerir, Nafi kanalıyla İbn Ömer'den de buna benzer haberler nakletmiştir.
Hanelilerle Ebu Sevr'e göre, hâmile ve emzikli kadınlar, kendilerine veya çocuklarına bir zararın gelmesinden korkarlarsa, oruç tutmazlar, imkân bulduklarında kaza ederler, ayrıca fidye vermeleri gerekmez. Çünkü bunlar, hasta gibi bir özürden dolayı oruç tutmamışlardır.
Hasta veya yolculukta olan kimse başka günlerde, oruç tutamadığı günler sayısınca (kaza etsin)" âyetinde, özürlü oldukları için oruç tutamayanlardan sadece kaza etmeleri istenmekte, fidyeden bahsedilmemektedir.
îmam Mâlik, hâmile konusunda Hanefilerle aynı görüşte ise de, emzikli hakkında farklı düşünmüştür.
İmam Malike göre emzikli eğer, çocuğuna ya da kendisine bir zararın gelmesinden korkar, çocuğuna süt annesi tutacak para da bulamazsa, oruç tutamaz. Sonradan hem kaza eder hem de hergün için bir fidye verir.
İmam Şafiî ve Ahmed b. Hanbel'e göre hâmile veya emzikli kendi canlarına veya kendileri ile birlikte çocuklarına bir zararın gelmesinden korkarlarsa oruç tutamazlar, sonradan sadece kaza ederler. Ama korkuları sadece çocukları açısından ise, hem kaza etmeleri hem de hergün için bir fidye vermeleri gerekir.
Bunların kazayı gerekli kılmaları hâmile ve emziklinin hastadan daha düşkün olmaları, fidyeye gerekli görmeleri de onların oruca muktedir olmaları yönündendir. Delilleri, âyet-i kerimesidir.
Fidyeyi gerekli görmeyip sadece kaza ile iktifa edenler, bu gurubun görüşlerini şu şekilde cevaplandırmışlardır:
1. âyetinde, nun başında gizli bir lamelif vardır o zaman mana "orucadayanabilenler"değil, "dayanamayanlar" olur. Bu caizdir. Kur'an'da başka örnekleri vardır.
2. Böyle bir takdir yapılmasa bile yine onlar için delil olamaz. Çünkü hemen sonra gelen "oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır" nazmının delaleti ile anlaşılıyor ki oruçla birlikte fidye vermek tamamen arzuya bırakılmıştır, ikisini bir araya toplamanın gerekliliği istenmemektedir.
3. Bu âyet; âyetiyle neshedilmiştir.
4. Eğer fidye gerekli olsaydı, tutulmayan orucu telâfi için vâcib olacaktı. Kaza ile bu telafi mümkün olduğuna göre ayrıca fidyeye gerek yoktur. Nitekim hastaya ve müsafire fidye emredilmem iştir.
Oruç tutamayacak derecede ihtiyar olanlar oruç tutmayabilirler. Bunlar ulemânın büyük çoğunluğuna göre tutamadıkları hergün için bir fidye verirler. Ancak imâm Mâlik, bu durumda olanların fidye vermeyeceklerini söyler. İmam Şafiî'nin bir görüşünün böyle olduğu da Önceki hadisin şerhinde belirtilmişti.
Fakat bu görüş selefin icmâ'ına muhaliftir. Nitekim ashâb-ı kiram çok ihtiyar olanlara fidyeyi gerekli görmüşlerdir.
âyet-i kerimesi (hakkında) İbn Abbas (r.a.)'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir:
(Bu âyet), oruca dayanabilen yaşlı erkek ye yaşlı kadın için, oruç tutmayıp her günün yerine bir yoksul doyurmalarına ruhsat teşkil etmektedir.
Yine bu âyet, korkmaları halinde hâmile ve emzikliler için (de bir ruhsat) idi.
Ebû Dâvud, "Korkmalarından" maksadın çocukları hakkında olduğunu (bu durumda) oruç tutmayıp yoksul doyuracaklarını öyledi.
İbn Abbas'tan nakledilen bu rivayetin zahiri âyet-i kerimesine muhalif görünmektedir. Çünkü bu âyette bir anlayışa göre, oruca gücü yetenlerin oruç tutmaları halinde bir fakir doyumu fidye vermeleri istenmektedir. İhtiyarlar ise, âyette mevcut değildir. İbn Abbas'ın Ebû Dâvud'taki rivayeti ise, yukarıdaki âyet-i kerimenin sadece ihtiyarlarla hâmile ve emzikliler hakkında olduğu izlenimini vermektedir. Rivayet bu şekliyle ve numaralı hadislere de ters düşmektedir. Çünkü oralarda, burada geçen âyet-i kerimedeki ruhsatın genel olduğu fakat sonradan neshedildiği ifâde edilmektedir. Bu durum, üzerinde olduğumuz rivayette bir hazf olduğunu gösterir. Nitekim Taberî'nin aynı senetle İbn Abbas'tan yaptığı rivayet bunu açıkça ortaya koymaktadır.
Taberi'nin rivayeti şöyledir: "Oruç tutmaya gücü yeten ihtiyar erkek ve kadınların, isterlerse oruç tutmayıp her gün için bir yoksul doyurmalarına ruhsat verilmişti. Daha sonra bu, âyet-i kerimesiyle neshedildi. Ancak ruhsat, oruca gücü yetmeyen ihtiyarlar ve (çocukları ya da kendileri için) korkmaları halinde hamile ve emzikliler hakkında sabit kaldı."
İşte Taberî'nin bu rivayeti gözönüne alınınca Ebû Davud'un rivayetinde bir hazf olduğu ve bu hazfın, yerine konması halinde ne âyetle ne de başka bir hadisle tezat teşkil etmediği ortaya çıkar. O halde Ebû Dâvud'daki rivayeti Taberi'den nakledilen şekilde anlayıp değerlendirmek gerekecektir.
Hadiste, "Oruca dayanabilen ihtiyarlar" ifadesi vardır. Ebû Davud'un tüm rivayetlerinde bu ifade böyledir. Yani hiç bir nüshada "oruca dayanamayan" mânâsını verecek tarzda, bir İâilâvesi yoktur. Bu durum üç ayrı yönden ele alınarak rivayetin, âyetlerle ve diğer hadislerle münâsebetinin uyumu ortaya konulmuştur.
a. Yukarıda işaret edildiği gibi ayeti oruç tutabilen ihtiyarlar içîn ruhsattı, sonradan bu hüküm neshedildi, sadece oruca dayanamayan ihtiyarlar için sabit kaldı.
b. "Oruca dayanabilen" manasına gelen sözünün başında bir olumsuzluk edatı lâvardı, hadisi yazan kâtip onu unuttu, yahul da buradaki lâ mukadderdir.O zaman ifâde, şeklindedir. "Oruca dayanamayanlar" mânâsındadır.
c. Buradaki "oruca dayanabilenden maksat, güçlükle dayanabilendir.
Bu te'villere daha önce geçen hadislerin şerhlerinde de işaret edilmişti.
İbn Abbas'tan gelen rivayette, hâmile ve emziklilerin korkmaları halinde bu âyetteki ruhsatın şümulüne girecekleri belirtildiği halde, korkunun hangi yönden yani kendileri yönünden mi, yoksa çocukları yönünden mi olduğuna dair bir açıklık getirilmemiştir. Ebû Dâvud, "yâni çocukları açısından korkarlarsa (oruç tutmayıp yemek yedirirler)" diyerek bu kapalılığa açıklık getirmiştir.
Bu ve bundan evvelki bâblarda geçen hadislerden elde edilen neticenin özeti şudur;
âyeti hakkında iki görüş, vardır:
1. Bu âyet mutlak olarak oruç tutmaya gücü yeten ve yetmeyen herkes için ruhsattı. Sonra oruca dayanabilenler hakkında "Sizden aya erişenler onu (orucu) tutsun" âyeti ile neshedildi. Oruca gücü yetmiyenler için yemek yedirme hükmü sabit kaldı. Bu anlayış ulemanın cumhurunun görüşüdür.
İçlerinde Mâlik, Ebû Sevr ve Davud'un da bulunduğu bir grup âlim ise, yemek yedirmenin herkes için neshedildiğini, oruca dayanamayan ihtiyarların da yemek yedirmeyeceklerini söylerler.
2. Âyet, oruca dayanabilen ihtiyarlar, hamileler ve emzikliler hakkındadır. Bilâhere oruca dayanabilenler hakkında neshedilmiş, dayanamayan ihtiyarlarla hâmile ve emzikliler hakkında ruhsat devam etmiştir. İbn Ab-bas, Katâ'de ve İkrime bu görüştedirler.
İbnCerîr'in ifâdesine göre, bir başka grub da bu konuda şöyle derler: "Bu âyet neshedilmemiştir. Hükmü indiğinden beri kıyamete kadar bakîdir.
"Oruca dayanabilenler" den maksat, gençliklerinde ve sağlıklarında oruca dayananlardır. Bunlar, ihtiyarladıkları, hastalandıkları ve oruç tutamaz hale geldikleri zaman, "bir fakir, doyumu fidye"nin hükmü altına girerler."
1. Hâmile ve emzikliler, kendileri veya bebekleri yönünden bir zararın gelmesinden korkarlarsa oruç tutmayabilirler. İttifakla bu günlerini kaza funduszeue.info keffâretin gerekli olup olmadığında ihtilâf vardır. Tafsilat önceki hadisin şerhinde geçti.
2. Oruca dayanamayacak derecede ihtiyar olanlar oruç tutmayıp her-gün için bir fidye verirler. Fidyenin ölçüsü Hanefilere göre buğday ve buğday unundan yarım sa';arpa, hurma ve kuru üzümden bir sa' veya bunların kıymetidir. Şafiî'ye göre halkın yediği gıda maddesinden bir müd(avuç)dur. İmam Malik'e göre fidye vermek müstehaptır.
İbn Ömer (r.a)'dan demiştir ki; Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdu;
"Biz ümmî bir milletiz, yazmayı ve hesabı bilmeyiz. Ay (parmakları ile işaret ederek) şöyle, şöyle, şöyledir."
(Ebü Dâvûd dedi ki, Râvi) Süleyman üçüncü işarette bir parmağını yumdu, yani (ay) yirmi dokuz veya otuzdur.
Rasûlullah'ın hadis-i şerifteki "biz" kelimesinden kasdı, arap milletidir.
Ümmî, okuma yazma bilmeyen, anasından doğduğu gibi kalan demektir.
Hz. Peygamber önce, "biz ümmî bir milletiz" buyurmuş, sonra da ümmiyi beyan etmek üzere "okuma ve hesap bilmeyiz" sözlerini ilâve etmiştir.
Hesaptan maksadın sayma olduğunu söyleyenler olduğu gibi, yıldızların hareketlerinin hesabı yani yıldızlar ilmi olduğunu söyleyenler de vardır.
Hz. Peygamberin arap milletini tümüyle okuma yazma ve hesap bilmemeye nisbet etmesi, genel bir değerlendirmedir, "Tümüyle okuma yazma bilmeyiz" manasına değildir. Çünkü içlerinde okuma yazma bilen ve hesaptan anlayanlar vardı.
Hadis-i şerifteki ifâdeye göre Rasûlullah (s.a.) efendimiz önce kendilerinin ümmî bir toplum olduklarını ifade etmiş sonra da elleri ile işaret ederek ayın 29 gün olduğunu bildirmiştir. Ebû Davud'un beyânına göre râvi Süleyman b. Harb iki defa her iki elinin parmaklarını tümüyle açarak üçüncüsünde de bir parmağını yumarak Hz. Peygamber'in "böyle böyle böyle" tarzındaki ifadesini tarif etmiştir. Buna göre ay 29 gün olmuş olur.
Müslim'in rivayetine göre İbn Ömer hadisi haber verirken bizzat Rasûlullah'ın, üçüncü işarette bir parmağını yumarak 29'u gösterdiğini daha sonra her üç seferinde de tüm parmaklarıyla işaret ederek otuzu ifâde ettiğini söyler.
Ebû Davud'un rivayetinde otuzu işaret eden bölüm kısa geçilmiş, sadece otuza temas edilmekle yetinilmiştir. Otuz ifâdesi Ebû Davud'un bir izahıdır.
Müslimdeki rivayetin yardımı ile de diyebiliriz ki Hz. Peygamber bir ayın kaç gün olduğunu anlatırken önce, parmaklarıyla 29'u sonra da 30'u işaret ederek bazan böyle bazan da böyle olur buyurmuştur.
Hattâbî örfe ve galib âdete göre ayın genelde otuz, yirmi dokuzun ise, bazan olduğunu Rasûlullah'ın yirmi dokuzu beyân ederken galibe değil, nâdire işaret ettiğini söyler.
İbn Battal ve diğer bazı âlimler bu hadisi izah ederken şöyle derler:
"Biz öyle bir milletiz ki oruç ve diğer ibadetlerin vakitlerini tayin için bize hesap ve yazıyı bilmeyi gerektiren şeyler teklif edilmemiştir. Bizim ibâdetlerimiz açık bâzı alametlere bağlanmıştır. Bunları bilme konusunda hesap âlimler ile başkaları denktir."
1. Ramazan ayı bazan yirmi dokuz, bazan da otuz gündür.
2. İşaretle hüküm sabit olur.
Hattâbî bu esastan hareketle parmakları ile üçü işaret ederek karısına sen boşsun diyen kişinin, üç talak verdiğine hükmedileceğîni söyler.
İbn Ömer (r.a.)'dan; "Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdu” demiştir:
"Ay yirmi dokuz (gün)dür. (Ramazan) hilali(ni) görünceye kadar oruca başlamayınız, (Şevval) hilâli(ni) görünceye kadar da oruca son vermeyiniz. Eğer hava kapalı olursa ayı otuz gün olarak takdir ediniz. (Şabanı otuza tamamlayınız)."
Nâfi dedi ki; Şaban'ın yirmi dokuzu olduğu zaman, îbn Ömer için hilâl gözetlenirdi. Eğer hilâl görülürse ne alâ (oruca başlardı), hilâl görülmez ve gözetleyenin önünde bir bulut ve toz olmazsa İbn Ömer oruç tutmazdı. Ama eğer gözetleyenin önünde bir bulut ve toz olursa oruç tutardı.
îbn Ömer (Ramazanın sonunda) herkesle beraber oruca son verir, bu hesabı tutmazdı.
Rasûl-i Ekrem'in "ay yirmi dokuzdur" buyurması, önceki hadisin şerhinde de beyân edildiği gibi her ayın dâima yirmi dokuz gün olduğuna delâlet için değildir. Maksat "ay bazan yirmi dokuz gün" veya "ayın en az müddeti yirmi dokuz gündür'* mânâsında-dır. Nitekim Rasûlullah'tan bu mânâyı açıkça ifade eden haberler gelmiştir. Bir önceki hadisin Müslim'deki rivayetinin yanı sıra Ebû Dâvud'da numara ile gelecek olan rivayet bunu açıkça ortaya koymaktadır. Tirmizî'nin de rivayet ettiği işaret edilen haberde İbn Mesûd (r.a.), Rasû-lullah (s.a.)'le birlikte yirmi dokuz gün olduğu gibi otuz gün de oruç tuttuklarına işaret etmiştir.
Fahr-i kâinat efendimiz ayın müddetini beyan ettikten sonra, ashâb-ı kirama Ramazan hilâlini görmedikçe oruca başlamamalarını , Şevval hilalini görmedikçe de bayram yapmamalarını emretmiştir. Tabiatiyle bu havanın açık olduğu, hilâlin görülmesine mâni olacak bulut vs. gibi bir engelin bulunmadığı durumlardadır.
Hadis-i şerifte oruca başlama veya son vermenin hilalin görünmesine bağlanması her kişiye tek tek gerekli olan bir şey değildir. Hilali görüp şahitlik yapmaları ile ru'yetin tahakkukuna hükmedileb ileceği kişilerin görmesi, başkaları için de görme yerine kâimdir. Konunun tafsilatı Bab'-da gelecektir.
Hadisteki bu ifadelerin zahiri Ramazan hilalinin görülmesi ile oruca başlamanın, Şevval hilalinin görülmesi ile de son vermenin gerekli olduğuna delâlet etmektedir. Hilal güneşin batımından önce görülürse, ister Öğleden önce ister sonra olsun bununla ne oruca başlanır, ne de oruçtan çıkılır. Bu hilâl ertesi güne aittir. Bu görüş ulemanın cumhuruna aittir. Hanefî imamlarından Ebû Yusuf'a göre zevalden önce görülen hilal, oruca başlamaya veya son vermeye sebeptir.
Hanefî mezhebine göre dünyanın her hangi bir yerinde hilâl görülürse, nerede olursa olsun, bundan haberdâr olan kişi oruca başlar ya da son verir. Şafiî mezhebine göre, hilâlin görüldüğü yere .'ye kadar yakın olanların oruca başlamaları gerekir, daha uzaktakilere gerekmez.
Hz. Peygamber (s.a.) hadis-i şerifin devamında ashabına havanın kapalı olması halinde ayın takdir edilmesini emretmiştir. Bu takdirin ne şekilde olacağı Ebû Davud'un bazı nüshalarında belirtilmediği halde, bazı nüshalarında otuz gün kaydı yer almıştır. îmam Buhâri'nin İbn Ömer, Ebu Hureyre ve îbn Abbas'dan ayrı ayrı rivayet ettiği hadislerde havanın kapalı olduğu günlerde, yapılacak takdirin Şabanı otuza tamamlamak suretiyle olacağı açıkça belirtilmektedir. İleride gelecek olan ve numaralı hadisler de aynı sonucu açıkça vermektedir.
İçlerinde Ebû Hanife ve arkadaşları, imam Şafiî, İmam Mâlik, Evzâî ve Süfyân es-Sevrî'nin de bulunduğu Cumhuru ulema, hadis-i şerifteki takdiri yukarıdaki manada anlamışlardır.
Ancak Ahmed b. Hanbel buradaki takdirden muradın, hilalin bulutun altında bulunduğunun kabulü olduğunu söyler ve görüşüne bu hadisin devamında belirtilen İbn Ömer'in uygulamasını esas alır. Çünkü burada havanın kapalı olması halinde İbn Ömer'in oruç tuttuğu belirtilmektedir.
Cumhur bu görüşe yukarıda işaret ettiğimiz rivayetlere dayanarak katılmamış ve muteber olanın, râvinin tatbikatı değil, rivayetinin olduğunu söylemişlerdir.
Hattâbî buradaki takdir konusunda şu açıklamayı yapar:
"Ay (ramazan)ı takdir ediniz" sözünün mânâsı, (Şabanı) otuz gün sayınız, demektir. Bazı âlimler bu takdiri ayın burçlardaki hareketini hesab etmek şeklinde te'vil etmişlerdir, ama evvelki görüş daha uygundur. Bir başka rivayette Rasûlullah (s.a.)'ın "Hava kapalı olursa, otuz gün oruç tutun" buyurması buna delildir. Ulemanın çoğunluğu bu görüştedir. Hz. Peygamberin şek günü orucunu yasaklaması da bu görüşe güç katar"
Şâfiîlerden İbn Süreye, tabiûndan Mutarrıf b. Abdullah ve hadis âlimlerinden İbn Kuteybe'nin hadis-i şerifteki takdirden maksadın ayın burçları ve hareketinin hesabı olduğu görüşünde oldukları nakledilmiştir. Ama diğer âlimler, bu naklin doğru olmadığını söylemektedirler. İbn Abdil-Berr, Mutarrıf'tan böyle bir rivayetin sahih olmadığını, İbn Kuteybe'nin ise, bu gibi konularda yetkili olmadığını söyler. İbn Süreyc'den yapılan rivayet konusunda da İbn Abdilberr şöyle der: "Şafiî'nin bizdeki kitaplarında olan görüşü, Ramazan'ın kabulünün hilâlin görülmesi veya âdil birinin şehâdetinden ya da Şaban'ı otuza tamamlamaktan başka bir yolla sahih olmayışıdır. Bu da fukaha'nın cumhurunun görüşüdür".
Şafiî âlimlerinden Remlî, Minhac şerhinde, "âdil bir kimse hilali gördüğünü söylerse, buna karşılık hesap âlimleri o gün hilalin görülmesinin mümkün olmadığını iddia etseler, hesap âlimlerinin dinlenmeyeceğini, çünkü şâri'in buna itimad etmediğini söyler.
Remlî, hesap âliminin hesabının kendisi için muteber olduğunu söylemişse de, imam Nevevî ve İmamu'I-Haremeyn, şerîatin genel kaidelerinden hareketle bunu reddetmişlerdir.
İmam Mâlik, İbn Dakiki'i-Iyd, Mazirî ve İbnu'l-Münzir de hesabın geçerli olmadığı konusunda açıkça görüş bildirenlerdendirler.
İbnu'l-Arabî, Şafiîlerden îbn Süreyc'in hilalin sübûtunda hesabın muteber olduğuna dair. olan görüşünü naklettikten sonra, bunun bir kısım insanların oruca ay ve güneşin hareketini hesabederek, bir kısmının da hilali görerek başlamalarım gerektirdiğini, bunun ise, mümkün olmadığını söyleyerek, İbn Süreyc'in görüşünü reddeder. İbnu'l-Arabî bu konuda beş görüş ortaya çıktığına işaret ederek bunları şöylece özetler:
1. Hesapla oruç tutmak caizdir, fakat farz yerine geçmez.
2. Oruç caizdir ve farz yerine geçer.
3. Hesap uzmanı için oruç caizdir ve farz olarak geçerlidir. Müneccim, için geçerli değildir.
4. Hem hesap uzmanı, hem müneccim hem de başkaları için caizdir. Ancak bu, müneccimi değil, hesap uzmanını takliden olur.
5. Mutlak olarak herkes için caizdir.
Hanefî fıkıh kitaplarından Dürrii'l-Muhtar'da "Mezhebe göre âdil de olsalar muvakkıtların sözüne itibar edilmez" denilir.
İbn Âbidin bu ibarenin haşiyesinde şunları kaydeder: "Muvakkıtların sözüne itibar edilmez sözü, insanlara orucun gerekli olmasında itibar edilmez demektir. Mirac'da muvakkitlerin sözüne itibâr edilemeyeceğinde ic-ma olduğu ve bizzat müneccimin de kendi hesabına göre amel etmesinin caiz olmadığı söylenir. Nehir'de de vakit uzmanlarının sözünün bağlayıcı olmadığı ifâde edilir. İzah'da da belirtildiği gibi âdil de olsalar essah olan onların sözüne itimad edilmemesidir. Şafiîlerden imam Sübkî'nin muvakkitlerin sözüne itibar edileceğine dair olan görüşü sonraki âlimlerce reddedilmiştir"
İbn Âbidin'den nakledilen bu ifadelerden de anlaşıldığı gibi, Şafiîlerden İmam Sübkî hesabın kat'î olduğunu iddia eden ve hesap uzmanlarının hesabına itimad edileceğini savunanlardandır.
Fukahâdan Muhammed b. Mukâtil hesap âlimlerinin ittifak etmeleri hâlinde sözlerine itimad eder, onlara danışırdı. Kadı Abdülcebbâr da "Müneccimlerin sözüne itibarda beis yoktur" der.
Yukarıya aldığımız hadis rivayetleri ve ulemanın büyük çoğunluğunun ifadelerinden, günlerin başlama ve bitiminde esas olanın hesap değil, hilalin görülmesi olduğunu ortaya koymaktadır. Tabi bu sözlerin söylendiği devrelerde şimdiki dakik âletler bulunmadığı gibi astronomi ilmi de bu kadar ilerlemiş değildi.
Ramazan'ın veya bayramın başlamasında esas, hilalin görülmesidir. Çünkü açık nassların gereği budur. Ancak hilali gördüğünü iddia eden kişinin âdil olması, hava açıksa görenin bir-iki kişi değil, bir çok kişi olması gerekir. Dolayısıyla hilalin doğuşunun ilânında bu hususların gözö-nünde bulundurulması icabeder.
Şunu da belirtmek gerektir ki, ilim ve tekniğin ilerlediği devrimizde, hüsnü niyyet ve samimiyetle yapılan hesabın, şaşması pek mümkün değildir. Buna göre hesabın sonucu ve hilalin görülmesinin aynı güne rastlaması gerekir. Eğer bu uyum sağlanamıyorsa ya hilali gördüğünü iddia edenler yalan söylüyorlar, ya da hesabı yapanların sü-i istimali söz konusudur.
Hilalin görülmesinde itibar çıplak gözedir. Teleskop veya başka bir âletle gözetilmesi şartı yoktur.
Hadisin devamında Nafi'nin bildirdiğine göre İbn Ömer, Şa'ban'ın yirmi dokuzu olunca hilali gözetlemek üzere adam gönderirdi. Ömrünün sonuna doğru gözlerini kaybettiği için bizzat kendisi gözetleyemiyordu. Giden gözetleyici hilali görürse oruca başlardı, göremezse, ve hava da açık ise oruç tutmaz, bulutlu jse, tutardı. Çünkü hilalin bulutun arkasında olması muhtemeldir. Ahmed b. Hanbel'in bu konuda İbn Ömer'e uyduğunu yukarıda söylemiştik.
Ebu Hanife ve arkadaşları İmam Malik, Sevri ve Evzaî'ye göre bu durumda Ramazan diye oruç tutmak caiz değildir. Şâfiîlere göre ne ramazan için ne de nafile olarak oruç tutulamaz. Ancak kaza veya keffâret olarak tutulabilir. Tafsilat "şek günü oruç tutmak mekruhtur" başlığı altında gelecektir.
1. Ay bazan yirmi dokuz, bazan otuz gün olur.
2. Oruca ya hilalin görülmesi ya da Şaban ayının otuza tamamlanması ile başlanır. Bazı âlimler bu durumda havanın kapalı veya açık olmasını farklı mütalaa etmişlerdir. Tafsilat şerhte geçmiştir.
Eyyüb es-Sahtiyanî şöyle demiştir.
Ömer b. Abdilaziz Basrahlara:
"Rasûlullah (s.a.)'dan bize ulaştığına göre" diyerek (yukarıdaki) İbn Ömer hadisinin bir benzerini yazdı ve şunları ilave etti;
"En güzel şekliyle orucun (vaktini) tayin, Şaban hilâlini şöyle şöyle gördüğümüz zamandır inşallah. Eğer Hilali şöyle şöyle değilde bundan önce görürseniz durum başka"
Rivayetten anlaşıldığı üzere Ömer b. Abdilaziz, Basralılara bir haber göndererek bundan önceki haberde İbn Ömer'den rivyet edilen hadisin benzerini Rasûlullah'tan naklen bildirmiştir. Sonunda da havanın kapalı olması halinde takdirin nasıl yapılacağını izah etmiştir. Ancak bu izah, metinde oldukça kapalı bir şekilde geçmektedir. Sarihler Ömer b. Abdilaziz'in bu sözünü şu şekilde açıklamışlardır: Eğer Şaban ayının hilâli, Receb'in yirmi dokuzuncu günü görünürse, Şaban otuz güne tamamlanır. Şabanın hilali Receb'in otuzuncu günü görüldüğü takdirde ise, Şaban ayı yirmi dokuz gün olarak hesaplanır.
İbn Mesud (r.a.)'dan demiştir ki: "(Vallahi) Rasûlullah (s.a.)'la birlikte (Ramazan'ı) yirmi dokuz gün tuttuğumuz, onunla birlikte otuz gün tuttuğumuzdan daha çoktur."
Bu hadis Ramazan ayının hem yirmi dokuz, hem de otuz gün olduğunu, hattâ otuz günün, yirmi dokuz olandan daha az olduğuna delalet etmektedir.
Dârekutnî'nin Hz. Aişe'den rivayet ettiği şu haber de aynı manayı ifâde etmektedir:
Hz. Aişe (funduszeue.info)'ye:
Ey Mü'minlerin annesi, Ramazan ayı yirmi dokuz gün olur mu, diye soruldu.
Rasûlullah (s.a.)'la birlikte onu yirmi dokuz gün tutuşum, otuz gün tutuşumdan daha fazladır, dedi.
Ramazan ayı yirmi dokuz gün olabilir ve bu otuz günden daha çoktur.
Ebu Bekre (r.a.)'den; Rasûlullah (s.a.)'ın şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir;
"İki bayram ayı eksik olmazlar, onlar Ramazan ve Zülhiccedir."
Bu hadis-i şerifte belirtilen noksanlıktan ne kast edildiği konusunda farklı görüşler ortaya atılmıştır. Bunların belli başlıları şunlardır;
1. Sevap yönünden biri diğerinden noksan olmaz.
2. Bu ifâdede, Zilhicce'nin onunda amelin üstünlüğüne ve Zilhicce'-nin sevap itibariyle Ramazan'dan daha aşağı olmadığına işaret vardır.
3. Bu iki ay, aynı senede eksik olarak bulunmazlar. Birisi yirmi dokuz olursa, öteki otuz olur. Bu izah ekseriyete nisbetledir. Çünkü her ikisinin de yirmi dokuz olduğu zamanlar da olur.
4. Bu aylar gün itibarıyla noksan bile olsalar, sevap yönünden noksan değildirler.
Hadd-i zâtında Ramazandan sonraki ay bayram ayı olduğu halde, hadiste ramazana bayram denilmesi, bayrama yakınlığından dolayıdır.
Hadis-i şerifte diğer aylar dururken ramazan ve Zilhicce aylarının mevzu-ı bahs edilmesi birisinde oruç diğerinde hac ibâdetleri olduğu içindir. Diğer aylarda yapılan ibâdetin sevabının eksik olacağına işaret değildir. Maksad, Ramazan ister tam olsun ister eksik, arafattaki vakfe ister Zülhicce'nin dokuzuna rastlasın, ister başka güne rastlasın, sevabının tam olacağının beyanıdır. Tabii bu, hilali araştırmada kusur olmadığı takdirdedir.
Hadis-i şerif Ramazan ayını yirmi dokuz gün tuttuğu için sevabın az olduğu korkusuna kapılan ve hava kapalı olduğu için hilalin tam tesbit edilememesinden dolayı Zülhicce'nin onuncu günü vakfe yapanın vakfesinin sahih olmadığını zannedenlere bir tesellidir. Böyle bir yanlışlık olsa da ecrinden tam istifâde edileceği açıktır.
Ramazan zannıyla Şevval ayını oruçlu geçirenin tuttuğu oruç, Ramazan ayı yerine geçer. Şaban'da tutulduğu takdirde ise, bu Ramazan orucu yerine geçmez. ladesi gerekir. Aynı şekilde Zülhicce'nin onuncu günü yapılan vakfe dokuzuncu günün vakfesi yerine geçer. Sekizinci güri yapılan vakfe ise kâfi değildir. İmkân olursa, ertesi gün kaza edilmelidir. Aksi halde hac sahih değildir.
Sevap yönünden tam ayla eksik ay arasında fark yoktur. “Mükafat meşakkate göredir”sözü ekseriyete işarettir.
Hammâd b. Zeyd, Ebû Hureyre (r.a)'den rivayetinde, Peygamber (s.a.)'ide zikrederek (Hadisin merfu olduğuna işaret etti, ona göre RasûluIIah -s.a.-) şöyle buyurdu;
"ve Ramazan bayramınız; orucu açtığınız gün, kurban bayramınız kurban kestiğiniz gündür, ar af al1 in tamamı vakfe yeridir. Mi namn tamamı kurban kesme yeridir. Mekke'nin tüm geniş yolları da kurban kesme yeridir. Müzdelife'nin hertarafı da vakfe yeridir."
Hadisin Tirmizî'deki rivayetinde: "ve Ramazan bayramı, orucu açtığınız gündür" sözünden önce oruç, oruç tuttuğunuz gündür" cümlesi vardır. Buna göre Ebû Dâvud'taki "ve Ramazan" cümlesindeki atıf edatının atfedildiği cümlenin burada olmadığı halde Tirmizî'deki,cümlesinin olduğu anlaşılıyor.
Dârekutnî'nin Ebû Dâvud'taki senetle yaptığı rivayet, Ebû Davud'un, rivayetin tamamını almadığını göstermektedir. Dârekutnî'nin rivayeti şöyledir:
"Ay yirmi dokuz gündür, hilali görünceye kadar oruca başlamayınız, ve hilali görünceye kadar bayram yapmayınız. Eğer hava kapalı olursa sayıyı otuza tamamlayın. Ramazan bayramı oruca son verdiğiniz gündür.”
Dârekutnî'nin bu rivayetine göre Ebû Dâvud'taki "ve Ramazan bayramınız" sözünün burada mahzuf olan, "eğer hava kapalı olursa, sayıyı otuza tamamlayın" cümlesine ma'tuf olması gerekir. Dârekutnî'nin, bu hadisi Ebû Dâvud kanalıyla rivayet ettiği göz önüne alınırsa, sonraki takdirin daha isabetli olduğu ortaya çıkar.
Tirmizî bu hadisin akabinde şu açıklamada bulunmuştur:
"Bazı âlimler bu hadisin mânâsının oruç ve bayramın cemaatle ve insanların çoğunluğu ile birlikte yapılacak olduğunu ileri sürmüşlerdir. Kastedilen mânânın Şaban'ın son günü mü yoksa Ramazan'm ilk günümü olduğunda tereddüt edilen şek gününde Oruç tutulmayacağına işaret olduğunu söyleyenler de vardır. Buna göre Şevval hilalini gördüğü halde haberi kabul edilmeyen kimse, ancak herkesle beraber bayram yapabilir.
Hattâbî hadise daha değişik bir mânâ vermiştir. Hattabî'nin bu konudaki sözleri de şöyledir:
"Hadisin mânâsı, içtihadı konularda insanların hatalarına bakılmaz. Eğer bir toplum araştırdıkları halde hilali ancak ayın otuzuncu gününden sonra görseler ve sayı tamamlanmadıkça bayram yapmasalar, sonra da ayın yirmi dokuz gün olduğu anlaşılsa, onların oruç ve bayramlarından dolayı hiç bir günah yoktur. Aynı şekilde arefe gününde de hatâ etseler, onlara iadesi gerekmez"
Hadisin devamında Kurban bayramının da herkesin kurban kestiği gün olduğu belirtilmektedir. Buna göre bir kimse Zülhicce ayının hilalini Zülka'denin yirmi dokuzuncu günü güneş battıktan sonra görse, fakat Kadı onun sehâdetini kabul etmese, o zat herkesle birlikte birgün sonra kurban kesecektir. Kendi görüşünü esas alarak bir gün önce kurbanını kesemez.
Hadisin sadece Ebû Davud'un rivayetinde bulunan son bölümünde arafat'ın tamamının vakfe yeri; Mina'nın tümünün ve Mekke'nin büyük yollarının kurban yeri; Müzdelife'nin tümünün de yine vakfe yeri olduğu bildirilmektedir. Yani Zilhicce'nin dokuzuncu günü zevalden bayram günü fecre kadar Arafat'ın herhangi bir yerinde bir an durmak yeterlidir. Bizzat Rasûlullah (s.a.)'ın durduğu yerde durmak şart değildir. Yalnız başka bir hadiste, Arafat'ın batısına düşen Urane (veya Arane) vadisi ile Müzdelife'deki Muhassir'in vakfe mahalli olmadığı belirtilmiştir. Bu hadisle birlikte düşünülünce üzerinde durduğumuz hadisi "Urane vadisinin dışında Arafat'ın tamamı ve Muhassir hâriç Müzdelife'nin her tarafı vakfe yeridir" şeklinde anlamak gerekir. Hanefi fıkıh kitaplarında da bu husus açıkça görülür. Haddi zatında haccı ilgilendiren bu mesele hac bahsinde geçmiş bulunmaktadır.
1. Hilaliaraştırarakoruçtutan bayram yapan veya kurban kesen toplum hata da etse günahkar olmaz.
2. Mina ve Mekke'nin tamamı kurban yeri, Müzdelife ve Arafat'ın her tarafı da vakfe mahallidir.
Dokuz yıldır haftada iki gün o eve gidiyordu. Evin hanımının üçüncü eli gibiydi. Gece misafir geldiğinde bile çağırırlardı. "Sen olmasan ben ne yaparım Pakize" derdi hanımı. Gündüz evi temizler, hanımın yemeğini önüne koyar, akşam olunca misafirlere hizmet eder sonra evinin yolunu tutardı.
Dokuz yılın ardından ilk defa bu Ramazan, hanımı kükredi. "Ben senin oruç tutmanı istemiyorum Pakize. Orucunu git evinde tut.!"
Neye uğradığını bilemedi. Söyleyecek hiçbir şey yoktu. Abdestini almış çoraplarını giyiyordu ki kadın tekrar bağırdı: "Bir de namaz çıktı başımıza. Cennetin kapılarını açmışlar bekliyorlar. Aman buyur Pakize diye herkes kapıda. Gör bakalım sen mi gideceksin cennete ben mi?"
"Orasını Allah bilir" dedi kadın. Namaza durup durmamakta kararsız. Ramazan haricinde hanımının aklına bir şey gelir, işten kaytarmak için namaza sığınıyor der diye vakit namazlarını eve gidince kılıyordu. Oruçlu iken yemek yiyerek geçireceği vakitte namazını kılabileceğini düşünmüştü. Hanımın bir de başımıza namaz çıktı demesinden ürküp namaza durmaktan vazgeçti. En çok verdiği parayı haram etmesinden korktu. Elinin emeğiydi. Beli-dizi ağrıya ağrıya, kirleri ağarta ağarta kazanıyordu o parayı ama yine de korktu kazandığının haram edilmesinden. O geri çekildikçe öteki üstüne üstüne hücum etti. İyi kadındı halbuki. Yardımseverdi. Halden anlardı. Sokak kedilerine bile yiyecek taşırdı. N'olmuştu böyle!
"Sen oyunu da AKP'ye vermişsindir. Senin gibi uzun etekleri yerleri süpürte süpürte dolaşanların hepsi verdi. Sizin yüzünüzden her şey"
Pakize iyice korktu. Hanımını, dokuz yıllık hanımını hiç böyle görmemişti. Hızlı hızlı ve olabildiğince itinalı temizliğe devam etmek istedi. Sanki temizlenecek olan ev kendi evi değilmişcesine peşinden dolaşıp işini engellemeye çalıştı hanım. Öfkesine karşılık öfke bulamayınca başka bir perdeden konuşmayı denedi. "Ben sana acıyorum Pakize. Yazık değil mi sana?" Pakize evin beyinin oruç tuttuğunu biliyordu. "Sen hastasın mesul değilsin. Kefaretini ödersin. Ben tutmak zorundayım. Hem Basri ağabey her gün ta karşılara gidiyor çalışmaya. Bütün gün insanlara laf anlatıyor. Ama maşallah yine de tutuyor orucunu."
"O da başka bir salak. Sizin tuttuğunuz orucun kimseye faydası yok. Kendiniz için de zararlı. Ben seni böyle halsiz halsiz iş yaparken görmeye dayanamıyorum. Tutmayacaksın oruç! Salı günü geldiğinde oruç olmayacaksın. Patronların sözü dinlenir. Ben patronsam benim dediğim olacak. İşte bu kadar!!!"
İçine taştan bir kütle oturdu Pakize'nin. Ne iftarı iftar oldu, ne sahuru sahur. Kocasına açtı konuyu. Eve bakan Pakize idi. Dört eve daha temizliğe gidiyordu ama hiçbirisi Basri Bey'lerin evi gibi sürekli değildi. Basri beylerden gelen para maaş gibiydi onlar için. "Düşünecek bir şey yok" dedi Pakize'nin kocası. "Günahı onun boynuna. Ramazan bitince ona gitmediğin günler yavaş yavaş ödersin borçlarını. İşsiz kalmak var. Gelme bir daha derse halimiz ne olur?"
Pazartesiyi Salıya bağlayan gece Pakize'nin gözüne bir yudum uyku girmedi. Dokuz yaşından bu yana ilk defa hiçbir mazereti olmadığı halde oruca niyet edememek içini dağlayıp geçti. Oruç tutmasına yasak koyan evin kapısına geldiğinde rüzgara tutulmuş kavak gibi sallanıyordu. Hanımı yapılacak işlerden önce "kahvaltı hazırla" emrini verdi. Oruç tutup tutmadığını test etmek için "şu zeytinin tadı bana bir tuhaf geldi. Bir de sen bak" dedi. Pakize zeytini ağzına aldı. Çiğnedi. Boğazını yırtarak geçen zeytinden sonra yutkunup "bana da bir tuhaf geldi" dedi. Hanım tuhaf gelen zeytinden iştahla yemeye devam etti.
Akşam olmadı. Eşyalar elinden kaçıp kaçıp gitti Pakize'nin. Oruç tutarken kanatlanmış gibi iş yapan bedeni pas tutmuş bir demir yığınına döndü.
Bir suçlu gibi oturdu iftar sofrasına. Kocası ve oğlu iştahla orucunu açarken onun boğazından su bile geçmedi.
Cami'ye gidip teravih için saf tutmak istedi bir an önce. Tövbe ettikçe içini daha derin bir yangın sarıyordu. Hanımı hastalandığında günlerce hastanede refakatçi kalmıştı bir sandalye tepesinde. O vakitler gözünü açtıkça "Ä°yi yürekli Pakize'm benim" diyordu. Åimdi ne olmuÅŸtu?
Kim fetva verirse versin. Kalbi fetva vermiyordu. Cuma günü için kesin kararlıydı. Orucunu tutacaktı. Yine de emlakçılık yapan İlahiyat Fakültesi mezunu Ali Bey'e akıl danışmaya gitti. Çöp almak için kapılarını çaldığında, utana sıkıla bir bir anlattı hanımının "patronların sözü dinlenir. Git orucunu evinde tut" emrini.
İlahiyat Fakültesi mezunu emlakçı Ali Bey hiç düşünmeden cevap verdi. "Tabi tabi tutmayabilirsin. Sen köle hükmünde sayılırsın bu durumda."
Önemli not:
Oruç tutmayanlar her vesile ile oruçluların kendilerini rahatsız ettiğini anlatır. Her yıl muhakkak oruç yediği için dayak yiyen öğrenci hikayesi yer alır gazete sayfalarında. Siz oruç tutması engellenenlerin hikayesine ne kadar aşinasınız? Diyanet yetkilileri, program yapan Hoca efendiler, sunucular ne kadar aşinasınız İnsan Haklarının herkes tarafından kabul edildiği günümüzde, köle hükmünde tutulan müminlerin haklarına ne kadar aşinasınız?
« Geri Dön
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Bizi her zamanki güler yüzlü tavrı ve herkesi kendisine hayran bırakan müthiş zarif, tevazulu haliyle karşıladı. Cemalnur Hoca yeni kitabı “Namaz”ın raflarda yerini almasının mutluluğunu yaşıyordu. Ben sordum, hoca da sağ olsun kırmadı, yorulmadı, hepsini birer birer yanıtladı. Sohbetimize oğlu Kerim Güç de katıldı. Bana da ancak üç günde toparlayabileceğim harika bir tasavvuf sohbetini sizlerle paylaşmak kaldı. Cümleten hayırlı Ramazanlar
* İslam’ın beş şartından biri olan oruç farizasını yerine getirdiğimiz, 11 ayın sultanı Ramazan’dayız
- Ne mutlu bize oğlum! Ramazan, Allah’ın lütfuyla bütün ayların üzerinde şifa ve rahmet veren aydır. O kelimedeki her harfin bile ayrı bir manası vardır. R harfiyle başlar mesela, bu rahmet demektir. Allah’ın nurunun üzerimize yağacağı anlamına gelen N harfiyle de biter. Aslında Allah’ın üstün kıldığı ve biz kullarına fırsat olarak tanıdığı bir aydır Ramazan
* İçimizdeki adına nefs denilen ve sürekli başımıza belaya sokan hain şeyle savaşma fırsatından mı bahsediyorsunuz?
- Allah’ın Samet adından yani muhtaç olmamaktan bahsediyorum. Recep; insanın kendisiyle yüzleştiği, yıl boyunca yaptığı hataları, yanlışlıkları görebildiği ve kendisinin Allah katındaki değerini hissetmesi gereken aydır. Şaban, onları düzeltmek için yapılması gerekenlerin araştırıldığı aydır. Ramazan ise huzura ve mutluluğa kavuşabilmesi için Allah’ın Samet sıfatını giymemiz gerektiğini öğreten aydır. Kendisinin hiçbir şeye ihtiyacı olmadığı gibi, kullarına “Bir gün için benim Samet elbisemi giyin. Yemeye, içmeye hiç ihtiyaç duymadan tüm günü geçirmeye çalışın” diyor.
GIYBET VE KALP KIRMAK RAMAZAN’I SAKATLAR
* Ama bu ateşten gömlek gibi bir şey
- Tabii oğlum ama her şeyden önce bu elbiseyi gerçekten giymeyi istemek lazım. İstek ve arzuları kısıtlamak, az konuşmak, gönül kırmamak, dedikodu yapmamak, gün boyunca yemekten, içmekten ve cinsellikten uzak durmak gerekiyor. En önemlisi de özellikle gıybet ve kalp kırmanın Ramazan ayını sakatladığını bilmek lazım. Hepimizin Ahlak-ı Muhammed’i yani peygamberimizin ahlakında yaşamamız gerekiyor.
* Neler yaparak, Samet sıfatını giyip O’nun ahlakında yaşayabiliriz? Bu imkansız değil mi?
- Allah’ın istediği gibi bir gün geçirip, kendimizi mürit olma gayretine girerek İrademizi, nefsani arzu ve isteklerimizi zapt-u rabt altına alarak Dediğim gibi Ramazan’ın en büyük hikmeti; Samet’i yani Allah’ın ihtiyaçsızlık ve muhtaç olmama sıfatını giyme halidir. Bu şekilde de fakirin halini bilmenin, fakirle fakir olmanın zevkini yaşarız. Yemeye, içmeye ara verip açlığın tadına varırız. Allah, “Akşamları fazlaya kaçmadan orucunuzu açın” diye buyurur. İnsanların yokluk, hiçlik durumunda neler yaşadığını anlamamız için az ve ölçülü yemeliyiz. Mevlana’nın Hüsamettin Çelebi’ye “Gene yemek yedik, maneviyatımız sustu. Artık konuşmayalım” dediği gibi bizim de maneviyatımızı doyurmamız lazım önce.
* Maddi dünyada maneviyatımızı kısıtlamayacak kadar mı beslenmeliyiz yani?
- Aynen öyle! Sahura kalktığımız için uykumuzdan da tasarruf ediyoruz. Ama aslında maneviyatımızı güçlendiriyoruz, ailemizle paylaşım içine girip, dert dinleyip, sevdiğimiz insanlarla soframızı paylaşıyoruz. Fakire ikram etme zevkini yaşayıp, asıl fakirin kendimiz olduğunu hissediyoruz.
* Önce canan, sonra can
- Ne güzel söyledin Zaten başkasına faydalı olmak, kişinin kendi ihtiyacını da gidermesi demektir. Üç Aylar’dan Recep’in Allah’a ait olduğu söylenir. Şaban, Peygamber’imizin ayıdır. Ramazan ise hasadın toplandığı, kulun ayıdır. Peygamberimizin bu mübarek günler için çok da güzel bir hadisi vardır; “Gecenin son üçte birinde Allah gönüllere gelir, ne yapıyorsunuz bir isteğiniz var mı diye sorar” diyor.
* Bu Ramazan’a mı özel, yoksa her gece mi geliyor?
- Allah her an bizimle ama bu hadis sabah namazının saatine dikkat çekiyor. Yani duaların makul olduğu zaman dilimine Ramazan da Üç Aylar’ın en sıkıntılısıdır. Onun da en zor kısmı son 10 günü yani yine son üçte biridir. Ne zaman ki nefs en çok sabra alışır, Kuran manevi olarak kalplerimize iner.
O GECE FURKAN DEĞİL KURAN’IN MANASI İNER
* Kuran’ın indiği kesin bir tarih yok mu peki?
- Hayır yok, Peygamberimiz herkes bu geceyi kutlasın diye Ramazan ayının son 10 gününde indiğini söylemiştir. Hicri takvim olduğu için her sene değişiyor tarih. Her değiştiğinde de çok enteresan bir biçimde bir mübareğin doğum gecesine denk geliyor. Hatta ulemalar, o senenin nasıl geçeceğini, hangi geceye denk geldiğine göre değerlendirirlermiş. Burada önemli bir nokta var; o gece Furkan değil Kuran’ın manası iner.
* Burayı biraz daha açar mısınız hocam?
- Kuran-ı Kerim’in iki manası vardır. Allah Bakara Suresi’nde “Sana öyle bir peygamber yolladım ki kitabı ve hikmeti öğretecek” der. Hem kitabı hem de hikmet kısmını öğrenmek gerekir. Kitap, Furkan yani Kuran’ın şeriat kısmıdır. Hikmet ise hakikat! Kuran’da her şeyin ötesinde Allah’ın ismini taşıyan her yaratılmışın güzel olduğu, yanlış ve abesin de bize göre olup Allah’a göre olmadığı yazılır. Bu yazılanları kalbimizle idrak edersek hikmete ermiş oluruz. Orucu layıkıyla tutarsak, kalplerimize Kuran’ın hikmeti iner ve idrak etmeye başlarız.
KALP KIRMAKLA, KABE’Yİ YIKMAK AYNI ŞEYDİR
* Sadece günün belli saatleri arasında aç kalmak ve su içmemekten ibaret değildir herhalde oruç?
- Söylediklerin herkesin bildiği yememek, içmemek gibi bazı şer’i kurallar Bunlara tüm gün uysan da, eğer sinirli davranışlar sergilersen orucun zedenlenmiş olur.
* Ramazan’da sinirine hakim olamayanın vay haline o zaman
- Bak sana çok güzel bir hikaye anlatayım. Hz. Hüseyin, köleliğin yavaş yavaş kalktığı yıllarda Arap emirlerine yemek daveti veriyormuş. Kaynar çorbayı getirirken kölesinin ayağı takılmış ve Hz. Hüseyin’in üzerine dökmüş. Araplar kölenin hemen öldürülmesi gerektiğini söylemişler. Müslüman köleyse Hz. Hüseyin’e bakıp “Allah azabını yeneni sever” demiş. Canı yanan Hz. Hüseyin sevgilisi Allah’ın sözünü duyunca gülmeye başlamış ve “Yendim ya köle” diye cevap vermiş. Kölenin şımarıp bu sefer de “Allah affedeni sever” demesi üzerine, ağzından “Affettim ya köle” cümlesi dökülmüş. “Allah ihsan edeni sever” deyince de köleyi azad etmiş.
* Köle de cin gibiymiş maşallah!
- Ama o gitmemiş. “Senin gibi en öfkeleneceği zamanda bir Allah cümlesiyle öfkesini yenmesini bilen hür insanın huzurundan uzak olmak, bir köle için nasıl azad edilmek olur” demiş! O yüzden insanın her zaman kendini zapt etmesi çok önemli. Hele ki Ramazan’da kalp kırarsanız, tuttuğunuz oruç zedelenir. İnsan-ı kamiller kalp kırmanın, Kabe’yi yıkmayla aynı şey olduğunu söylerler.
* Dilimizle de mi oruç tutacağız yani?
- Tabii ki Dedikodudan da uzak durulması gerekir. Öte yandan “Zina yapan için ‘Allah affetsin’ diye dua edebiliriz ama yalan söyleyenler için bir şey yapılamaz, Müslüman değildir” diye hadis var. Dedim ya bunları yapmak orucu zedeler. Kendini tutamayanlar ya evlerine kapansın ya da kulağına kulaklık takıp izole kalmayı denesin.
YALANIN BEYAZI, PEMBESİ, MORU OLMAZ OĞLUM!
* Ya yalan söylemek zorunda kalırsak?
- Bunu yaparken doğruyu, ilmi siyaset halinde konuşmak lazım. Padişahın huzuruna bir falcı çıkmış ve “Oğlunuz sizi öldürecek” demiş. Tez kellesi alınmış. Bu olay kez tekrarlanmış. Bu sefer bir başka falcı gelmiş ve “Padişahım size müjdeli bir haberim var. Hiç evlat acısı görmeyeceksiniz” demiş. Doğruları tak tak söylemek zorunda değiliz. Bazı şeyler illa söylenecekse de kalp kırmadan, en yumuşak haliyle dile getirmek gerekir. Yalanın pembesi, moru, beyazı olmaz oğlum.
* Diyelim ki bunların hepsini başarıp kazasız belasız iftara ulaştık. Soframız nasıl olmalı? Peygamber Efendimiz nasıl açarmış orucunu?
- İlk zamanlar çok fakir oldukları için midesine çift taş bağlarlarmış 40 gün üst üste yemek yemeden oruç tuttuğu da olmuş. Çok az yemek yermiş, genellikle anlamı sabır olan hurma ile günü geçirirmiş. Bir de manası birlik olan zeytin olurmuş sofrasında.
* Şimdinin iftarları gibi pastırmalar, börekler yokmuş yani o zaman
- Olsa da Peygamberimizin tercih edeceğini zannetmiyorum. 40 gün üst üste et yememeye dikkat ediyorlarmış. Konuyla ilgili Hz. Ali’nin “Üst üste et yiyenin bütün manevi manası kesilir” diye sözü var.
* Neden?
- Çünkü et vahşileştirir. Üst üste yemek doğru ve iyi değildir. Arka arkaya yenecekse de kuzu ve koyun gibi eti yumuşak hayvanlar tercih edilmeli. Bunun yanında deniz ürünleri kişiye dokunmuyor ve susatmıyorsa tüketilebilir. Hz. Ali ile Hz. Fatma’nın, Hz. Hasan’la Hz. Hüseyin’e günlerce yemek veremedikleri, sadece su içirdikleri zamanlar var. Diğer yandan peygamberimiz çok yaratıcı olduğu için, kızının düğününde sütten yaptığı yoğurdu hurmayla birleştirip bir tatlı da icat etmiş. Bak sana bir hikaye daha anlatayım
* Buyrun hocam, o güzel sözlerinizle röportajımız daha da tatlansın
- Eyvallah Hz. Ali, bir gün Hz. Muhammed’e en sevdiği peygamber hurmasından almış. Tam yiyecekken kapıya bir dilenci gelip hurma istemiş. O da hiç düşünmeden hepsini vermiş. Hz. Ali pazara gidip tekrar hurma almış. Aynı dilenci gelip yine hurma istemiş. Bu olay üç kere tekerrür edince Peygamber kapıyı açıp “Oğlum sen bu işin ticaretini mi yapıyorsun?” diye sormuş. Hemen Allah’tan ayet inmiş, “Sen sorgulayamazsın, sadece vermekle yükümlüsün ya Muhammed” diye İşte bu kadar güzel bir din bizimkisi
UYUYARAK ANCAK SINAVLARINDAN KAÇARSIN
* Peki iftarlarda verilen davetler için neler düşünüyorsunuz?
- Hz. Muhammed bütün davetlere de icap edermiş. Ramazan ayının içinde olmayan bir gün çok fakir bir adam Peygamberimizi yemeğe çağırmış. Efendimizin yanındakilerden biri de oruç tutuyormuş. Hz. Muhammed ona, “Adam seni de davet etmiş. Orucunu sonra tutarsın, bugünlük boz ki kalbi kırılmasın” demiş. Buradan anlıyoruz ki oruçtan kasıt zaten kalp kırmamayı öğrenmek. Bütün ibadetler insanı insan yapmak içindir. Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmaktır, yoksa O’nun bizim yaptığımız ibadete ihtiyacı yok. Ayette de “Ben seni oruç tutar, namaz kılarsın diye bırakır mıyım sanıyorsun. Seni çeşitli şeylerle imtihan ederim” diye buyuruyor.
* Ama açlık ve susuzluk da bir imtihan değil mi?
- Tabii ki açlık ve susuzluk çok önemli imtihanlar Ramazan orucu da bu konuda en büyük lütuf Yaşadığın felakete ne kadar dayanıyorsan sende o kadar Allah’ın manası hakim demektir. Mevlana bir gün çöldeyken müridi “Ölmek üzereyiz, aç kaldık” demiş. Mevlana, “Sana bir şey olmaz. Allah sevdiğini aç bırakır. Sen ümit kesmişsin, ümit kesene bir şey olmaz” diye cevap vermiş. Bu yüzden bütün dinlerde susma orucu çok önemlidir. Çünkü insanın ağzı susarsa ruhu konuşmaya başlar. Hıristiyan ve Museviler de bunu yapıyor ama neden yaptığını bilmiyor. Bize de emir gelmiş. Biliyoruz ama yapmıyoruz (gülüyor).
* Orucu uykuya tutturanlar bu sınavın neresinde kalıyor size göre?
- Uyuyarak oruç tutan da var, zayıflamak için niyetli olan da Onlar için Allah’ın ne takdir ettiğini bilemeyiz ama orucu verimli hale getirmek gerekir. Uyuyarak sınavlarından ancak kaçarsın. Oysa orucun amacı nefsimizle savaşmak!
ZENGİN İFTAR SOFRALARI NEFSİMİZİ HOŞLANDIRMAKTAN BAŞKA İŞE YARAMIYOR
* Peygamber Efendimizin yolundan giden bir nesil olarak günümüz insanı çok değişti
- Hem de nasıl! Bir Ramazan’da Medine’de Peygamber Efendimizin torunlarının sofrasında bulundum. Bizi oturdukları evde ağırladılar. Hanımlar sofrada oturuyor, beyler hizmet ediyordu. “Her şeyi siz mi yaptınız?” diye sorduk beylere. “Evet, biz peygamber torunuyuz, hizmeti severiz” dediler.
* Hz. Muhammed’in torunlarının sofrası kendisininki gibi mütevazı mıydı?
- Bunu söylerken zamanın şartlarını da hesaba katmak gerekir ama haklısın ondan daha iyi olduğunu söylememek imkansız. Masada neredeyse bir kuş sütü eksikti. Mesela Peygamber Efendimiz sade ama çok şık giyinirlermiş. Torunlarından Musa Kazım Hazretleri’ni gören biri “Çok şaşaalı giyiniyorsunuz” diye hafif sitem eder gibi konuşunca “O da bu devirde yaşasa böyle giyinirdi” diye cevap vermiş. Tabii ki elimizdekileri iyi kullanacağız ama en önemlisi ikramlarınızı mümkün olduğunca fakirlere verebilmemizdir.
* Eşe dosta değil
- Arada yapılabilir ama gösteriş için hazırlanan iftarların bir sevabı olmadığını bilelim. Bizim nefsimizi hoşlandırmaktan başka işe yaramıyor. Halbuki Ramazan’da nefsimizi adam etmeye çalışıyoruz.
* Bir çorba, biraz kahvaltılık yeter de artar yani
- Çok doğru Çorbasını yapıp, kahvaltılıklarını koysun ama parası yoksa en pahalı pastırmayı alıp “Bak ben de bunu alabiliyorum” demeye çalışmasın. İftar davetlerinin asıl amacı insanlar arasındaki yakınlığı artırmaktır. Biz de her sene çocuklarla aramızdaki bağı güçlendirmek için iftar veririz. Bu şekilde onlar eğlenirken oruç tutmaya da özeniyorlar. Ben de benzer bir iftar yemeğinde etkilenip 5 yaşında oruç tutmaya başlamıştım.
* Hazır laf açılmışken, ilk oruç ne zaman tutulmalı?
- Çocuğun yaşı kadar bünyesi de çok önemli Ama insanoğlunun 7 yaşında öbür alemlere yani asıl memleketine özlemi başlar. Ben öğrencilerime, sıla hasretine geçtikten sonra çocuklarınıza “Yarım gün oruç tut, diğer yarısını ben satın alacağım deyin” önerisinde bulunuyorum. Bu şekilde teşvik edebiliriz. Ama şimdi oruç tutma süresi uzun o yüzden zorlamamak lazım. Peygamberimiz “Sabah namazına kaldırın çocuklarınızı” diyor. Biz emre uyup tebliğ ederiz ama zorlayıp nefret ettirmeyiz. Ana baba ibadeti çok zevkli yaparsa, çocuk özenip başlıyor zaten.
* Peki hasta olanlar ve oruç tutmayanlar ne yapacak?
- Bu konuda şöyle bir yöntem izlenmelidir. Gittiğin gerçek bir Müslüman doktorsa ve “Oruç tut” derse, senin hastalığının bir geçerliliği yoktur. Ya da üç farklı doktora gidersin. Eğer onlardan ikisi “Oruç tutabilirsin” derse, yine gönül rahatlığıyla bu ibadetini yerine getirebilirsin.
* Yine de tutamıyorsak?
- Az önce de söylediğim gibi Allah’ın bizim orucumuzdan çok, fakirin bizim paramıza ihtiyacı var. Eğer tutamıyorsan bir fakire 30 gün boyunca iftar ya da onun karşılığında doyacak parayı da verebilirsin. Unutmamak lazım, şeytan adama “Bugün oruç tut” demiş. Adam şaşırmış “Sen şeytansın, neden bana oruç tutturup sevap kazanmamı istiyorsun” diye sormuş. Şeytan “O kadar üzüldün ki oruç tutamadığın için, bütün tutulan oruçların sevabını Allah sana nasip etti de ondan” demiş.
* Bir de 11 ay boyunca alkol alıp Ramazan’da içmeyenler var
- Böyle güzel bir ayda akıllı insanların cehennemi olan içki, sigara gibi alışkanlıklarımızdan vazgeçebilmemiz, aslında bizim onlara hiç ihtiyacımızın olmadığının kanıtıdır. O’nun istemediği bir şeyi oruç tutamasa bile Ramazan’da bırakmak şüphesiz ki Allah için çok değerlidir. Gerisini de Allah bilir O’nunla, kulu arasına girilmez
* Ve yargılayamaz da değil mi?
- Aynen öyle Adam sinirlenir, öfkelenir ben de “Ay ne biçim oruç tutuyor?” funduszeue.infoşam öyle bir gönül alır, karşısındakini öyle bir memnun eder ki bir anda benim derecemin üzerine çıkar. O zaman da ben utanırım. İbn-i Arabi hazretleri ayağını Kabe’ye doğru uzatan bir kadın görmüş. “Ne edepsiz kadın, Allah bana bir kudret verse ilk iş bu kadını buradan atarım” demiş.
Kadın İbn-i Arabi hazretlerine “Allah bana bir kudret verse, şu mübarek yerde içinden başkası için kötü şeyler geçenlerin hepsini buradan atarım” demiş. O yüzden diğer insanlardan önce kendimize bakacağız.
KERİM: “TASAVVUFUN ANGELINA JOLIE’SİYLE YAŞIYORUM”
* Kerim’in annesi olmak nasıl bir duygu?
- Kerim’in annesi olmak zor değil. Çünkü o çok imanlı biri Allah’a karşı vazifelerinde ihmal yok. Dönem dönem birbirimize ters düşsek de imanlı olduğu sürece başımın üstünde yeri var. Ayrıca da itiraf edeyim, gelinimi biraz daha çok seviyorum. Ondan Allah razı olsun.
* Kerim’in başınızın üstünde yeri olmadığı gün var mı?
- Bugüne kadar görmedim ama yarın bir gün Allah’ın istemediği bir şey yapar, birini kırar, kul hakkı alırsa işte o zaman aramıza mesafeler girebilir. Çünkü annem de “Birinizin Allah’ın istemediği bir şeyi yaptığını görürsem Hürriyet Gazetesi’ne ‘Bunlar benim çocuğum değil’ diye ilan veririm” derdi (gülüyor). Onu şimdi daha iyi anlıyorum. Ben bir güç değilim, doğruyu gösteririm ve o ne isterse yapar. Sonuçta yaptığının neticesini kendi yaşayacak.
* Zor değil mi bu kadar bilgili ve her şey konusunda yorumu olan bir annenin oğlu olmak Kerim?
- Kerim: Beni çok kıskanan, yerimde olmak için çıldıran insanlar var. Ama onlar da haklı, düşünsene abi, tasavvufun Angelina Jolie’siyle yaşıyorum! Onlar beni, çocuğu olduğum için kıskanıyor, ben de Angelina Jolie’yi diğer insanlarla paylaşmak zorunda olduğum için
* Senin çocuğun olduğunda annenden öğrendiklerini uygulayacak mısın?
- Kerim: Çocuğum olmadığı için bu söylediklerim biraz “Bekara eş boşamak kolay” deyimi gibi gelebilir ama ona baskı yapmayacağımdan eminim. Çünkü annem de bana hiçbir zaman baskı yapmadı. Ben daha çok çevreden gelen baskıları yaşadım.
* Hocam baksanıza oğlunuzun hayatı sizinkinden daha zormuş vallahi
- Oğluma kul hakkı yememesini öğütledim hep. Geri kalanların inan ki hiç önemi yok. Biz de annemiz tarafından baskıyla yetiştirilmedik. Hep “Erkek arkadaşınız olacak, tabii ki evleneceksiniz. Sizde o idrak ve edep yoksa zaten sizi düzeltemem. Her yerde ve her şeyde Allah’ı görün” derdi.
- Kerim: Boşuna biz en özgür muhafazakarlarız demiyoruz abi (gülüyor). Hocam Kenan Rifai Hazretlerinin dediği gibi “Biz ne ondan ne bundanız. Hem ondan hem bundanız”
* Birbirinize hiç kızdığınız olmuyor mu?
- Birbirimize ara sıra kızarız ama üç dakika sonra yine can ciğer oluruz. Benim yapımda herhangi bir şeyi çok uzatmak yok. Kerem’e arada sırada kızmamım nedeni bilinçaltımda onun mükemmel olmasını istemem de olabilir Bilmiyorum, hayat onun hayatı, müdahale etmiyorum.
* Peki siz kendi kendinize kızıyor musunuz?
- Kendimle ilgili insanlara doğru örnek olmak için giyim tarzıma kadar pek çok şeyi değiştirdim. Kimse din aleyhine yanlış düşünsün istemem. Allah bin kez razı olsun eleştiren de çok ama elimden geldiğince en güzelini yapmaya çalışıyorum. Kendim vicdanen rahatsam, geri kalan eleştiriler beni hiç ilgilendirmiyor. Benim tek isteğim Hakk’ı memnun etmek
* Kullarının söylediklerine kafayı çok da takmamak mı lazım?
- Gözümüzü kula dikersek, o zaman hayat bize zindan olur. Halbuki, bu dünyada hiçbir insanı tam mutlu edemeyiz. Eskiden kahverengi gözlü kayınvalidemin yanında yeşil renk gözleri övsem “Acaba kırdım mı?” diye düşünürdüm. Sonra “O da buna alınmamayı öğrenecek” dedim ve rahatladım. Sen vazifeni yap, Allah’ı memnun et o yeter! Bunu yaptığın zaman hür oluyorsun. Yunus Emre “Arı namusu terk etmeyen, Allah’a ulaşamaz” der. Yani başkalarının namus anlayışına göre hareket etmeyecek, Allah ahlakının yanında Peygamber ahlakını örnek alacaksın.
HER İNSANIN İÇİNDE CENNET VE CEHENNEM VAR
* Anlattıklarınızla bir kere daha İslam’ın ne kadar hoşgörülü bir din olduğunu gördük ama diğer yandan kendilerine Müslüman diyen IŞİD var
- Her insanın içinde cennet ve cehennem var. İçinde cehennem ateşi yanan insanlar, bunu dışarı çıkarmak için harekete geçerler. Yaptıklarına da komünizm, faşizm, kapitalizm yani -izm ile sona eren bir kılıf hazırlarlar. Bir de din adına böyle şeyler yapanlar var ki, onlar kendilerinin temize çıktığını düşünürler. Bu ezelden beri uygulanan bir yöntem. Haçlılar da, Hitler de bunu kullanmış
* Hâlâ da kullanıyor
- Hep olacak! Ama çok büyük günah işliyorlar. Ben IŞİD’i Müslüman olarak addedemiyorum. İnsan öldürmek en büyük günahtır. Dinimizde savaş korunmak için yapılır. Gerçek Müslümanlık nefsiyle mücadele edip, insanlık alemini kucaklayan, Peygamberin yaşadığı gibi herkesin yoluna hürmet eden, onların hata yapmalarında da hak tanıyandır. Bununla yaşamadığımızdan bugün sıkıntı içindeyiz.
* Hepimizin kitabı, peygamberi aynıyken bunlar nasıl olabiliyor Aynı şey mezhepler arasındaki çatışmalarda da yok mu?
- Mezheplere bölünmekte bir hata yok. Yollar vardır. Sen St. Benoit’da okumak istersin, ben Robert Kolej derim. Her ikisi de aynı matematiği, fiziği öğretir ama kendi yöntemiyle Mezhebi böyle gördüğün zaman bir mahsuru yok. Bu bakış açısıyla alakalı. Herkes karşısındakinin benimsediği yola hürmet ederek istediği yolu seçebilir. İbn-i Arabi’nin camisindeki dört duvarın dibinde dört ayrı mezhep aynı anda eğitim görüyor. Hepsi birbirine karışmış durumda. Bundan daha güzel bir örnek olabilir mi!
ÇOCUĞUM ÖLDÜĞÜNDE ANNEM ÜZÜLMESİN DİYE AĞLAMADIM
* Hangisi daha zor; Meşkure Sargut’un kızı olmak mı, Kerim gibi güçlü bir karakterin annesi olmak mı?
- Meşkure Sargut’un kızı olmak çok zordu. Ama zoru sevdiğimden bu benim için aynı zamanda inanılmaz da zevkliydi. Kardeşimin “Annemle babam bizden hata yapma hakkını kaldırdılar” sözü aslında öyle bir kadının çocuğu olmayı çok net şekilde özetliyor. İnan ki oğlum bir an bile mutsuz ya da huzursuz olamazdık. Kendi çocuğum öldüğünde annem üzülmesin diye ağlamadığımı bilirim.
* Bu anlattıklarınız bana sanki farklı bir dünyaymış gibi geliyor
- Evladımı kaybettiğimde tabii ki acı çektim, hem de öyle yanıyordu ki içim onu bastırsın diye ateşle elimi yaktığımı bile hatırlıyorum. Fakat hiçbir zaman huzursuz, mutsuz olmadım.
Daha küçücük bir çocukken bile anneme “Hastayım” dediğimde, “Aa ne demek hastayım! Hastalık Allah’ın selamıdır, misafiridir. Haydi hemen secde et” derdi.
Sonunda annemi anladım ve mutlu oldum. Bugünkü huzurumu tamamen ona borçluyum. Böylece içimde cehennem hiç kurulmadı. Allah beni seçip evlat acısı vermiş, demek ki dayanabileceğimi biliyor diye düşünüyor insan.
YENİ KİTABI ÇIKTI
Cemalnur Sargut’un yeni kitabı “Gözlerin Nuru Namaz” geçtiğimiz günlerde okurla buluştu.
#İzzet apa#Cemalnur Sargut
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
119709 119710 119711 119712 119713
çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası