ben gelmedim dava için ekşi / Oktay Ekşi: Ahmet Kaya nerede linç edilmiş, kendisine 'yaratık' dediğim o yazıyı hak etti!

Ben Gelmedim Dava Için Ekşi

ben gelmedim dava için ekşi

purut avukatlık bürosu

  • silinen entrilerin içeriğini az çok kestirebiliyorum. muhtemelen şirketle ilgili olumsuz görüşler bildirilmiş üç beş bir şey. tabi kim kimle ne kadar bağlantılı bilmiyorum, ama internette özellikle ekşi sözlük'ün de başını çektiği siteler olarak hep biz sansüre karşıyız diye yürüdük, ettik eyledik.

    neticede internette yazılan, söylenen şeylerden ağızlar çok yandı ve hep sansüre karşı net bir tavır koyuldu. ancak gel gör ki eğer söylendiği gibiyse bu durum daha kötü. bakın silinen entrilerin içeriğini bilmiyoruz az çok kestiriyorum diyorum. yani en fazla ne olabilir kimse küfür, hakaret etmemiştir değil mi bir şirkete. yani muhtemelen memnun olmayan düşüncelerini yazmıştır. e bu sözlüklerin amacı ne peki? az çok bir şey alırken, yaparken buraya başvurup müşteri memnuniyeti hakkında fikir sahibi olmuyor muyuz, ben yapıyorum böyle. evet işte buna bile ticari imajı zedeledi diye dava açılıp siliniyorsa ben bunu internette değil direkt yaparım. yarın bir arkadaş burayla ilgili bir şey sorduğunda yapma, etme, bulaşma derim ki şirketle ilgili zerre bilgim yok. bu tutum karşısında diyorum bunu. bir şirket yaptığı işte herkesi memnun edemez tabi ki ama müşteriler memnun değilse bunu ifade ettiler diye kalkıp böyle silme yoluna da gitmez.

    hani sansür diye zırladınız, ettiniz filan ama bahsi geçtiği gibiyse sizde sansürcüymüşsünüz be kardeş.

    itü sözlük yazarları ve yönetimin yerinde ben olsam o başlıktaki tüm olumlu entrileri de silerim. evet işin birde bu yönü var arkadaş olumlu entriler duruyor olumsuzlar siliniyor yiyorsa ikisi silinsin. ne diyordum ben olsam yerlerinde tüm entrileri siler tek entri yazar. altına sansürcüler diye eklerdim, sansürlendik derdim. buna da bir şey diyemezler herhalde.

    neyse bakalım yarın çaylak oluruz filan şimdi, ya da elime bir mahkeme celbi ulaşır hukukta iyi değilim direkt sıçarım.

  • gerektiğinde adamın donuna kadar alabilecek firma. e günümüz türkiye'sin de güçlünün yanında yer almak en mantıklısı(!). en çok merak ettiğim şey olur da bir gün ekşi sözlüğe sansür gelirse verecekleri tepkidir. yüzleri kızarır mı acaba?

  • rakı masasına 2. lazım olsa da uğranmayacak bü-rö (yazıldığı gibi tam da).

    sokaktan adam çevirmek daha hayırlı sanki.

  • (bkz: itibar koruma büro amirliği)

  • kardeşler kuruyemiş ve 33 tantuni'den daha yaratıcılık yoksunu bir isme sahip kuruluş.

  • hakkında kötü bir entry yazılırsa, ticari itibarı zedeleneceği için ilgili entrynin silinmesi çok muhtemel olan büro.

  • sevgili itü sözlük yazar ve okurları,

    purut avukatlık bürosunun sayın avukatları tarafından geçtiğimiz aylarda tarafımıza yapılan başvuruda müvekkil şirket "bilge adam" başlığı altındaki birçok girinin yayından kaldırılması talep edilmiş, ancak tarafımızdan kaldırılması talep edilen içeriğin sözlük yazarlarının şikayetçi şirketle ilgili deneyimlerini aktarmasından ibaret olduğunu düşündüğümüzden herhangi bir işlemde bulunmamıştık.

    purut avukatlık bürosu sayın avukatları tarafından yapılan başvuru üzerine istanbul sulh ceza mahkemesi ilgili içeriklerin şirketin "ticari itibarını zedelediği" gerekçesiyle kaldırılmasına karar vermiş olduğundan, şikayetçi şirket hakkındaki 23 adet giriyi yayından kaldırmak durumunda kaldık. mahkeme kararının içeriğine aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz

    funduszeue.info&#x;lgeadam/funduszeue.info

    (wondrous=itü sözlük admini arkadaş)

    ayrıca (bkz: bilge adam)

  • stajyer alımı yapıp yapmadıklarını merak ettiğim büro.

    çağlayan adliyesi yolunda entry girerken dürüm yiyip dilekçe yazabilirim.

  • funduszeue.info'teki ilanına göre şu sıralar yıl tecrübeli avukat arayan bürodur.

  • web sitesi yapım aşamasındaymış. büronun patronu, ekşi sözlük, tema vs. işleri ile uğraşmaktan, kendi söküğünü dikememiş demek *. sayfanın rengi de, hiç yabancı gelmedi *. kanzuk bey, işleriniz kolay gelsin.

    funduszeue.info

  • FET&#; mağduru askeri &#;ğrenciler dava hazırlığında

    ANKARA - BURCU ÇALIK

    Türk Silahlı Kuvvetleri'nden Ayrılan ve Atılan Askeri Öğrenciler Platformu üyesi yaklaşık 2 bin genç, 15 Temmuz gecesi Fetullahçı Terör Örgütü'nün (FETÖ) darbe girişimi içinde yer alan ve yıllar önce kendilerinin de Kara Harp Okulu'ndan atılmasına veya ayrılmasına sebep olan komutanlara karşı yeni bir hukuk mücadelesi başlatma kararı aldı. 

    Platform üyesi 25 yaşındaki Hakan Ekşi, 'de Kara Harp Okulu'na alındığı dönemde paralel yapı mensupları tarafından uğradığı baskıları ve FETÖ'ye karşı başlatacakları yeni hukuksal girişimleri AA muhabirine anlattı.

    Platformun yaklaşık 2 bin mağdur üyesi olduğunu belirten Ekşi, "Platform olarak yeniden bir hak arama mücadelesi başlatacağız. Bizlerin askeriyeden ayrılmasına sebep olan paralel yapı mensuplarından tekrardan şikayetçi olacağız. Var olan davalara müdahil de olabiliriz, dava da açabiliriz. Hukuksal anlamda ne gerekiyorsa yapacağız. Bunun peşini bırakmayacağız." dedi.

    Maltepe Askeri Lisesi'ni 'de bitirmesinin hemen ardından Kara Harp Okulu'na alındığını belirten Ekşi, ilk gün komutanların kendilerini isim isim çağırarak iki gruba ayırdığını ve o andan itibaren sistematik bir şekilde ayrımcılığa maruz kaldıklarını anlattı.

    Ekşi, kendisinin de içinde bulunduğu yaklaşık öğrenciye çok büyük psikolojik baskı yapıldığını iddia ederek, "Kara Harp Okulu'ndayken diğerlerinin yattığı zamanlarda biz şınav çekiyorduk, yerlerde sürünüyorduk. İnanılmaz bir psikolojik baskı vardı. Başımızdaki komutan her seferinde bize 'dışarı gidin limon satın.' gibi sözler sarf ediyordu. Şınav çektirilirken sırtımıza basarak söylüyorlardı bu sözleri. Devamlı 'Buradan ayrılın yoksa sizinle daha çok uğraşacağız' sözlerini işitiyorduk. Yemek yiyemiyorduk, su içemiyorduk. Bir yudum su bulsak dahi yetecek vaziyete gelmişti. Arkadaşımız gidip tuvaletten su doldururdu, 20 kişi bir şişe suyu paylaşmaya çalışırdık." diye konuştu.

    Ekşi, bu baskıya 5 gün dayandıktan sonra sinir krizi geçirerek okuldan ayrılma kararı aldığını ve 30 bin lira tazminat ödemek zorunda bırakıldığını aktardı. Okulda yıl kalarak ayrılan veya çeşitli nedenlerle atılan arkadaşlarının da bulunduğunu söyleyen Ekşi, 'de Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde bu konunun araştırılması için bir komisyon kurulduğunu fakat o dönem sonuç alınamadığını dile getirdi.

    Ekşi, o dönem yaşadığı hayal kırıklığını, "En sonunda ağlayarak babamı aradım ve 'gel beni kurtar' dedim. Bir hayalim vardı benim, bir gün bu ülkenin Genelkurmay Başkanı olmak istiyordum. Kendi emelleri için hepsini yıktılar. Ben de bir yıl üniversite sınavına hazırlandıktan sonra bilgisayar mühendisliğini kazandım. Şimdi orada okuyorum ama yaşadıklarımı asla unutamıyorum." sözleri ile özetledi.

    "Bir senelik teğmenlerin yarısından fazlası paralel yapının adamıdır"

    Kendilerine tüm bu eziyetleri yapanların şu an FETÖ'nün darbe girişiminde gözaltına alınan komutanların içerisinde yer aldığını anlatan Ekşi, sözlerini şöyle sürdürdü:

    "İçlerinde mutlaka paralel çete üyeleri vardı. Herkes kendi adamını almaya çalışıyordu. Bizim gibi emeği ile girenleri de bertaraf etmek istiyorlardı. Bu nedenle bana ve diğer arkadaşlara büyük baskı uyguladılar. Onlara göre bizler askeriyeden atılması gereken adamlardık. Yarısından fazlasının paralel yapı mensubu olduğuna eminim. O dönemde de bunu çoğu kez dile getirdik, cemaat mensupları, cemaatin abileri olduklarını söylemek istedik ama sonuç alamadık."

    "İadeiitibar istiyoruz" 

    FETÖ'nün darbe girişimi sonrasında platform olarak yeni bir mücadele süreci başlatma kararı aldıklarını açıklayan Ekşi, "Darbe girişimini duyduğumuz anda birçok vatandaş gibi babamla ben de dışarı çıktık. Biz o dönemlerde de bu adamları çok anlatmaya çalıştık. Kendi idealleri için bizlere, gencecik insanlara bunları yapanlar, kendi halkını da vurur. Her şeyi yaparlar. Bizim yaşadıklarımızdan sonra bunların böyle şeyler yapması hiç şaşırtıcı gelmedi. Dediğim gibi biz de gerekirse davaya müdahil olmak gerekirse dava açmak da dahil tüm süreçlerde hukuk mücadelemizi vereceğiz. Sadece Kara Harp Okulu olarak düşünmeyin, aramızda tüm askeri okullar var. Bunun peşini bırakmayacağız." değerlendirmesini yaptı.

    Ekşi, Türk Silahlı Kuvvetleri'nden atılan ve ayrılan tüm mağdur gençlerin iadeiitibar istediğini ve bu konu ile ilgili gerekli girişimleri de yapacaklarını sözlerini ekledi. 

    Muhabir: Burcu Çalık

    Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.

    Oktay Ekşi: Ahmet Kaya nerede linç edilmiş, kendisine 'yaratık' dediğim o yazıyı hak etti!

    Fethullah Gülen cemaati bünyesindeki yayınlara da uzanan 14 Aralık operasyonu, mazi muhasebesini birbirine karşıt mahalleler açısından karşımıza getirdi. Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı, kimi haber ve yazılar gerekçe gösterilerek gözaltına alındığında basın özgürlüğü elbette savunuldu, ama Zaman'da geçmişte mağdur edilen insanlar hakkında yapılan yayınlar da hatırlatıldı.

    Gözaltına alınmadan önce Dumanlı'yı Gülen cemaati medyasının amiral gemisi olan Zaman'da ziyaret ederek sürpriz yapan "son başyazar" Oktay Ekşi için de maziye seferler yapıldı, yapılıyor.

    Oktay Ekşi, malum, laik mahallenin en kalıcı, en simgesel figürlerinden. 

    19’unda stajyer olarak Anadolu Ajansı’nda başladığı gazeteciliği bıraktığında, 78 yıllık ömrünün yaklaşık yarısını Hürriyet’in başyazarı olarak geçirmişti. 

    İstikrarına rağmen, Ekşi, ismi, tartışmalı yazılarla da anılan bir başyazar.

    “Alçakları tanıyalım” diyerek askerin Şemdin Sakık'a atfederek servis ettiği kurgulanmış ifadeye dayanarak “PKK’dan para alan gazeteci, yazar ve işadamları olduğunu” da yazdı, Meclis’e başörtülü geldiği için Merve Kavakçı’yı intihar bombacısına da benzetti. Lince rağmen Magazin Gazetecileri Derneği gecesi için Ahmet Kaya’yı hedef alarak “Kardeşsen kardeşliğini bil” derken bazı yazarları, köşesinde “liberal geçinen faşist” diye anarak “ulusal değerlere sahip çıkmamak”la suçladı. 

    En çok bu çıkışları nedeniyle olsa gerek, Ekşi, kimi zaman askeri ve hükümetleri eleştirse de, “rejimin teminatı” olarak görüldü. Diğer yandan Ekşi, gazeteciliği daha geniş bir paranteze yayarak Basın Konseyi ve Dünya Basın Konseyleri Birliği’nin kurucularından oldu. Ekşi’nin yalnız son üç yılda başkanı olmadığı Basın Konseyi, refleksleri yer yer devletinkilerle paralel bulunsa da, meslek ilkelerinin kabulü ve yaygınlaşması için Türkiye’nin basın tarihinde yer tutan örgütlenmelerden biri oldu. 

    Oktay Ekşi, serüvenini sadece gazetecilik çizgisi üzerinde izlediğimiz bir isim değil. Henüz 29 yaşındayken, Anayasası’nı hazırlamak için oluşturulan Kurucu Meclis’e girmek için “Basın Temsilcisi” oylamasına aday oldu ve Kurucu Meclis’in en genç üç üyesinden biri oldu. ’te Erdal İnönü’nün teklifiyle SODEP’in kurucu üyesi oldu. Aynı sene SODEP’ten ayrılan Ekşi, Güneş ve Milliyet gazetelerinde çalıştıktan sonra ’da AKP yönetimine yönelik kullandığı “analarını satan zihniyet” ifadesini içeren yazısına kadar Hürriyet gazetesi başyazarlığını sürdürdü. Ekşi, “yazısının sıkıntı yarattığını gördüğünü ve profesyonel bedel ödemek için hazır olduğunu” söylediği Aydın Doğan’ın “Beni rahatlatırsınız” demesi üzerine istifasını verdi ve iki ay sonra CHP’ye katıldı. ’e gelindiğinde, Ekşi, bu kez en yaşlı üye sıfatıyla Meclis’e geçici başkanlık yaptı.

    Yazılarındaki üslubun aksine yüz yüze ilişkilerde kaşlarını kolay çatmayan bir insan Oktay Ekşi. Kamuoyuna yansıtmasa da cemaatle teması 14 Aralık’tan öncesini dayanan Ekşi’ye Fethullah Gülen ile tanışıklığını, Zaman için yaptıklarını Basın Konseyi Başkanı olarak Özgür Gündem için yapıp yapmadığını ve kendisinin “günah” listesi olarak andığı yazılarını sormak için kapısını çaldık. Zamanını ve sabrını esirgemeyen, ancak uzun mazisi nedeniyle soracak soruların bitmediği Ekşi’nin T24’e verdiği cevaplar şöyle:

    ‘Ekrem o tarihte medya imamı gibi davrandı’

    - Sizi Zaman gazetesine götüren ne oldu?

    Beni hayrete düşüren, gitmemin niye bu kadar ilgi çektiği. ’de Basın Konseyi’ni kurduğumuzda ilan ettiğimiz temel ilkelerden biri, iletişim özgürlüğüne nerede, nasıl, kim tarafından müdahale edilirse edilsin ona karşı çıkmaktı. Konsey olarak daha önce sahip çıkılmamış gazetecilere her fırsatta sahip çıktık. Galiba meslek dünyamız dahil kamuoyu, bu geçmişi dikkate almıyor. Ben 23 sene bu konseyin başkanlığını yaptım.

    - Basın Konseyi Başkanı olarak “medya imamı” dediğiniz Ekrem Dumanlı’ya sahip çıkıyor oluşunuz insanları şaşırtmış olabilir mi?

    O yazı, Basın Konseyi Başkanı olarak değil, Hürriyet’in başyazarı olarak yazdığım bir yazıydı. O tarihte Ekrem’in köşesinden vaaz veren tavrının böyle tanımlanması gerektiğine hâlâ inanıyorum. (Ekşi, ’da haber için Muhsin Yazıcıoğlu’nun helikopterinin düştüğü yere giden CHA muhabiri Lütfi Aykurt’un, dönüş yolunda asker tarafından helikoptere alınmaması olayına tepkiden bahsediyor - T24) Bunu söylememe rağmen bugün Ekrem’in yanına gitmeme şaşıranlar duygularıyla bakıyor.   

    - Zaman’a gitmeden Kılıçdaroğlu’ndan onay aldınız mı?

    Ne alakası var, hiç böyle bir şey olabilir mi?

    - Dönüşünüzde bu bir sıkıntıya yol açtı mı veya ziyaretiniz parti içinde tartışıldı mı?

    Tartışılsın, terazi çok.

    - Ertesinde Fethullah Gülen ile telefon görüşmeniz oldu mu?

    Aklıma bile gelmedi, onun da aklına gelmemiştir.

    - Dumanlı ve Hidayet Karaca’ya yapılanlar bir kenara konulduğunda, siz cemaatin faaliyetlerini meşru buluyor musunuz?

    Meşru olup olmadığı yargının tartacağı bir şey. Gönül ister ki bağımsız bir yargı olsun, ben de kararına inanayım. Ama bağımsız yargı dün de yoktu, bugün de yok.

    - Oktay Ekşi’nin cemaatin faaliyetlerini nasıl değerlendirdiğini merak ediyoruz.

    Yayında, eğitimde iddialılar; devlet kadrolarına girme konusundaki iştahlı faaliyetleri düşündürtecek türden. İsmailağa veya diğer cemaatlerden farklı olduklarını herkes gibi ben de görüyorum. Ama o faaliyetin meşruiyetten çıkıp çıkmadığını elimde veri olmadığı için bilemem.

    ‘Gülen kasetinin montaj olduğuna kani değilim'

    - Biz mi rast gelmedik yoksa siz mi Gülen cemaati hakkında köşenizde kalem oynatmadınız?

    Yazdım ama bugünkü kadar aktüel hale gelmediği için ihtiyaç olduğu kadar yazmışımdır.

    - ’den itibaren yazdıklarınıza baktığımızda bir yazınız dışında Gülen’e veya cemaatine değindiğinizi görmedik, ’da Gülen’in ünlü montaj kaseti yayımlandığında dahi.

    Temmuz’un ilk cumartesi günü, ’den beri kesintisiz olarak sürdürdüğümüz Mesudiye Kurultayı öncesinde, Haziran sonlarında Mesudiye’ye giderim. Oradayken kaset çıkmış, haberim yoktu çünkü gittiğimde ne yazı yazarım, ne gazete alırım.

    - Döndüğünüzde kıyametin koptuğunu görmeyecek kadar da izole bir konumda değilsiniz.

    Her şeyin aktüel bir değeri var. “10 gündür Mesudiye’deydim, başa alıyorum” gibi bir başyazı olmaz. Ama çok sonra duydum ki o esnada yazmadığım için Gülen dünyasında lehime değerlendirmeler olmuş, duyunca hayret ettim. Siz bugün mesela kaset montaj diyorsunuz ama ben buna şahsen kani değilim.

    ‘Hürriyet’in başyazarı kamuya ‘Hocaefendi ile yemek yedim’ der mi?’

    - Siz her ne kadar “Döndüğümde aktüel değildi” deseniz de Gülen’in yıllarca birlikte anılacağı ve çok konuşulacak kaset hakkında yazmamış olmanızın sebebi, Faruk Mercan’ın Gülen biyografisinde yer alan, “Ağustos, ’da Aysel Ekşi ile icap ettiğiniz Gülen’in akşam yemeği daveti” olabilir mi?

    O zamanlar cemaatin eğitim seferberliği, gazetecileri gezdirme, GYV’nin Abant toplantıları gibi faaliyetleri söz konusuydu. Bunlar kapsamında “Fethullah Hocaefendi’nin bir yemeği var, katılır mısınız” denilerek iki kez davet edildim ancak katılmadım. Üçüncüsünde, hem reddetmek kaba olacağı, hem Tufan Türenç’in “Abi ben de gittim. Sen gazetecisin, onunla da yemek yersin, suçluyla da, devlet başkanıyla da” sözleri aklıma yatınca, hem de eşim gitmekte sakınca görmeyince gittik. Altunizade’de bir binaya, X-rey’den geçirilerek girdikten bir süre sonra Hocaefendi geldi, Aysel elini uzatınca Hoca tereddüt etti. Aysel, “65 yaşında bir kadınım, elimi sıkmamanızı yadırgadım” deyince “Saygısızlıktan değil, yetiştiğimiz terbiye nedeniyle” karşılığı verdi. Sofrada Prof. İlter Turan, Mithat Bereket, Halit Refiğ ve eşleri de vardı. Yemek yedik, sonrasındaki sohbet de off the record’du, sohbet ettik, ayrıldık.

    - Gazeteciler, sohbetlerin tamamını olmasa da katıldıkları özel yemekleri yazmaz mı? 

    Hürriyet’in başyazarı “Hocaefendi ile yemek yedim” diye kamuoyunun karşısına mı çıkar? Olur mu öyle şey! Beş gün önce Hidayet Karaca’ya gittim, kimsenin haberi oldu mu?

    - Yazsanız ne olurdu?

    O, Hürriyet başyazarının karşısındakine fazla paye vermesi olur. Siz olsaydınız yazar mıydınız?

    - Yazar olarak o yemeğe gidildiyse görüşmenin kayda geçmesi gerektiğini düşünüyorum.

    Tufan da, başkaları da yazmadı.

    - Gülen cemaati kadar etkili bir aktör hakkında kalem oynatmamak da “fazla paye vermemek” için miydi?

    Bu tartışma ’de başladı biliyorsunuz, ben ’da ayrıldım.

    - Bu ittifakı, başta Zaman olmak üzere pek çok mecra dillendiriyordu.

    O zamanki görüntü nedeniyle “Fethullah Hocaefendi’nin şu kadar ülkede okulu var, oh oh ne kadar iyi”, “Şöyle Türkçe öğretiyorlar, oh oh” diyen biri olmam gerekiyordu ki yazayım.   

    - Aksi bir tutum da söz konusu olamaz mıydı? Örneğin, sizce cemaat “cumhuriyetin temel değeri” dediğiniz laikliğe karşı mı?

    Bu grubun laik cemiyete sempatiyle yaklaşacağını düşünmüyorum ama buna dair elimde bir şey yok. Şu dakikaya kadar o konudaki boyutlarını ortaya çıkardıklarına kani değilim.

    - ’de Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın idamlarını anarken şu cümleyi kuruyorsunuz: “Nurcular başta olmak üzere ‘laik cumhuriyet’e karşı eğilim sahipleri, özellikle Adnan Menderes'i yere göğe koyamadılar.” 

    10 bin yazı yazdım, bunu hatırlayamadım ama ben her zaman anti-laik faaliyetlerin tehlike teşkil ettiğini yazdım.

    - Sizce Gülen cemaati cumhuriyete bir tehdit mi?

    Suçlamalara, iddianameye göre bana bir yer mi belirleyeceğiz? Ben gazeteci Ekrem Dumanlı’nın katılmadığım görüşlerini özgürce ifade edebilmesi için oraya gittim. Dumanlı’nın başka bir etkinliği var mı veya Hoca’yla bağı ona bir şeyler yaptırmış olabilir mi bilemem ama olduğunu da zannetmiyorum. Ben herkesin düşüncelerini serbestçe ifade etme hakkının yanındayım.

    ‘Bombalandığında Özgür Gündem’e gitseymişim demiyorum’

    - Özgür Gündem bombalandığında gazetenin ofisine gitmiş miydiniz?

    Özgür Gündem o tarihte açık bir PKK propagandacısı bir yayın idi. Gidip de “Geçmiş olsun arkadaşlar” dediğimi hatırlamıyorum. Ama Basın Konseyi olarak ve yazar olarak çok ciddi tepki gösterdiğimi hatırlıyorum. 

    - Bugünkü Özgür Gündem sizce “PKK propagandası” yapmıyor mu?

    Bir yayın organı… Bilmiyorum, çünkü takip etmiyorum.

    - Bakış açınızdan yola çıkarak söyleyeceğiz; KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu bugün gazetenin yazarları arasında. O zaman ile bugün arasındaki fark ne?

    O zaman TSK ile PKK arasında çok ciddi bir çatışma vardı. Bugün Türkiye ayrı bir konjonktürü yaşıyor; devlet onlarla müzakere yapıyor.

    - Devlet müzakere yapabildiği için mi fikriniz değişti?

    Konjonktür değişti.

    - Prensibiniz, devletin bir adım arkasında mı konumlandı?

    Belki müstakil değerlendirme size böyle düşündürüyor olabilir.

    - Bugün baktığınızda “Keşke Zaman’a gittiğim gibi Özgür Gündem’e de gitseydim” diyor musunuz?

    Hayır. Genci, çocuğu, kadını öldüren bir terör örgütü var, onun uzantıları var, onun sözcüsü olduğunu iddia eden ve bu yüzden bombalanan bir yer var. Bu noktada gazeteci Oktay Ekşi ne yapabilir? İfade özgürlüğüne şiddet kullanarak engel olunduysa buna tepki gösterebilir. Bunu da yapmışım. Gidip sarılıp birlikte gözyaşı dökme beklentisi var idiyse o fazla olurdu.

    ‘Anter Kürt ırkçısıydı, bunu yazmasa mıydım!’

    - Bir savunmasında kabul ettiği günlüklerinde yazdığına göre, komutana “28 Şubat benzeri durum, diyorsunuz ama bu kez atılacak adım sonuç alıcı olmalı. Süreye yayılınca görünen ortada” diyebilen Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan için Silivri Cezaevi’ne gittiniz.

    Balbay’ın anılarını siz okumuşsunuz. Mustafa’nın komutanlarla yakın ilişkide olduğu bilinmeyen bir şey değil ki. Uğur Mumcu da öyleydi. Beni ilgilendiren Balbay’ın ifade özgürlüğünün kısıtlanmış olması. Ahmet Şık, Nedim Şener, Barış Pehlivan, Barış Terkoğlu ve Soner Yalçın’ı da ziyaret ettim. Masum olduğuna inandığım kişilere insani destek vermek düşüncesiyle paşalara da gittim. Madem incelediniz, değerlendirmenizin objektif olabilmesi için ekleyeyim. Ape denilen Musa Anter’in öldürülmeden önceki son yazısı benim “ne kadar alçak olduğum”la ilgiliydi. Ama onun öldürülmesine sanıyorum en fazla tepki veren gazeteci ben oldum.

    - Tepki koydunuz ancak tepki koyarken, 21 Eylül tarihli yazınızda şunu söylemeyi ihmal etmediniz: “Her satırında kin dolu bir Kürt ırkçılığı gördüğüm…”

    Doğrudur, öyleydi rahmetli. Yazmasa mıydım? Kendi dünyasında çok saygı görürdü ama acımasız bir dili vardı.

    - Böyle bir ülkede Anter’e “Kürt ırkçısı” demek cinayeti meşrulaştırma zemini yaratmıyor mu?

    Zannetmiyorum, o sizin değerlendirmeniz. O düşüncelerini ifade ederken ne kadar özgür hissediyorsa ben de o hakkı kullanarak yazmışım.

    ‘’Faşist Oktay’ dediler ama cinayetlerin bittiğini görmediler’

    - Ne kadar eşittiniz; sizin tabirinizle, öldürülen “cumhuriyet değerlerine sahip” gazetecilerle öldürülen Kürt gazeteciler arasında, başta sayıca, ciddi bir fark yok mu? 

    Hasan Fehmi Bey’den başlayarak, ’dan itibaren öldürülen gazeteciler ’ü bulur. Onların içinde ’de, gazetelere yansıdığı kadarıyla 12 gazeteci öldürüldü. Hiç kimse onlarla meşgul olmazken Turgut Kazan, ben ve Fikret İlkiz, Basın Konseyi olarak Güneydoğu’ya  gittik; gazetecilerle, mağdurlarla görüştük. 12 gazeteciden 9’unun JİTEM türü yapılanmalarca öldürüldüğü kanaatine vardık. 3’ü hakkında netleşemediğimizi belirttik. Raporun objektif olması için Bölge Valisi Ünal Erkan’ın da düşüncesini alınca “faşist Oktay” olduk. Halbuki ben Uluslararası Basın Enstitüsü’ne (IPI), New York’a yani Gazetecileri Koruma Komitesi’ne (CPJ) telefon ettim. Buraya inceleme için geldiler. Hem IPI, hem CPJ tepkilerini koydular ve öldürmeler bitti. Bunu kimse görmedi.

    - Fotoğrafı eksik vermemek adınaKürt gazetecilerin öldürülmesi hakkında “Ama onlar militan” diyebilen Demirel’i köşenizde eleştirdiğinizi de ekleyelim. Ve Ferda Çetin’in Nuçe TV Yayın Koordinatörü’yken Tuğçe Tatari’ye söylediklerini aktaralım:

    “Bombalama olayından çok kısa bir süre sonra Çiller’in İçişleri Bakanlığı’na, jandarmaya ve istihbarata yazdığı ‘gizli belge’ elimize geçti. Belgede ‘Özgür Ülke gazetesinin bölücü yayınları hukuki yollarla etkisiz kılınması uzun zaman alıyor, hızlı bir şekilde bertaraf edilmesi’ isteniyor. O belge elimize geçince Oktay Ekşi’ye gönderdim. O günlerde Basın Konseyi Başkanı’ydı. Baktım hiç ses çıkmıyor, başladım aramaya. En sonunda telefonuma çıktı. ‘Belgeyi gördünüz mü?’ diye sordum ‘Evet kardeşim ne varmış o belgede’ dedi. ‘O belgeden çok kısa bir süre sonra gazetemiz bombalandı biliyorsunuz’ deyince ‘Ben okudum, o belgede bombalayın yazmıyor’ diye cevap verdi. Belge 27 Kasım tarihli, bizim gazete 3 Aralık’ta bombalandı.” 

    Benim için tamamen yeni şeylerden bahsediyorsunuz. Bu arkadaş bunu galiba sallamış.

    - Siz hatırlamıyor olabilir misiniz?

    Kaç sene geçmiş, mümkün ama bu arkadaş rüyasını paylaşmış gibi geliyor. “O belgede bombalayın yazmıyor” demek yapıma aykırı. Muhtemelen Basın Konseyi olarak da ertesinde bildiri yayımlamışızdır.

    ‘Hapisteki gazetecilerin’ sayıları neden uyuşmadı?

    - Hakkınızdaki bu alıntı da Umur Talu’nun Ekim, tarihli bir yazısından:

    “Şimdi Ekşi’nin (bu kez haklı olarak) iktidara vurduğu hususlar, yine Ekşi tarafından ‘hapisteki gazeteci sıfatlı kişiler’ vurgusuyla söylendi: Nisan 98’de (CPJ, hapiste 29 gazeteciyle Türkiye’yi birinci gösterince): ‘Gerçekleri yansıtmıyor. Türkiye dünyada en fazla gazeteci hapseden ülke değil. Gazetecilik işlevi nedeniyle 11 kişi hapiste. Sadece Beşikçi fikirleri yüzünden. Diğer 10’u ceza hak ediyor ama hapis değil. 18’ininki ise gazetecilikle ilgisiz.’ Ekşi’nin CPJ muhalefeti, , , raporlarını sansürle, şöyle sözlerle sürdü: ’31 kişiden sadece biri hapiste gazeteci sayılabilir. Gerisi yasadışı örgüte üyelik, yardım, yataklık iddia ya da hükümleri.’” Talu’nun belirttiği gibi, “Onlar gazeteciler değil, terörist” diyen Erdoğan’ın söylemini görünce “Geçmişte öyle yapmamalıydık” diyor musunuz? 

    Hayır, demiyorum. Bakın, ’de Hasan Cemal beni aradı, “CPJ’den bir heyet gelecek, Türkiye’deki hapisteki gazetecilere sahip çıkmak istiyorlar” dedi. Onlar yetkililerle görüşmek üzere geldiklerinde, ellerindeki 78 sayısının doğru olmadığını düşündüğümü kendilerine söyledim. Bu konu üzerinde Türkiye’deki meslek kuruluşları değil de CPJ’in rapor hazırlamasından rahatsızlık duydum. Nitekim sonraki yıllarda tek tek olayları inceleyerek kendim rapor hazırladım. CPJ heyetiyle Ankara’da adalet bakanını, başbakanı ve cumhurbaşkanını ziyaret ettik. Mesut Yılmaz bizi ciddiyetle dinledi, sonra sözünü tuttu. Sorumlu yazı işleri müdür sıfatı taşıyanların affını sağlayacak yasa çıktı.

    Rapor çalışmalarım ’ya kadar devam etti. Adalet Bakanı’ndan içeride bulunan, kimliği gazeteci görünen kim varsa dosyalarını yollamasını istedim. İçeridekilerin yakınlarına ve avukatlarına da, dosyaya dair bildiklerini paylaşmaları için çağrı yaptım. Ve dosyaları üç kategoriye ayırdım: 1- Olay açıkça gazetecilikle ilgili değil, 2- Gri alan: Gazetecilikle ilgili görünüyor, iddia suçlayıcı; örneğin muhabirin çekmecesinde belge çıkıyor. Bu bana göre normal, polise göre suç, 3- Gazeteci.

    Raporu açıklarken de 1-Bu ilgi alanımızda değil, 2-Bunda resim net değil, 3- Gazeteci olarak ayırdık. Umur’un dediği doğrudur, CPJ’inkilerden düşük çıktı bizim sayılar. Benim dikkatimi çeken şu oldu: Bir gerçek ortaya çıksın diye iki ayımı verirken medya, buna Hürriyet de dahil, hiç bir gazete veya TV ilgi göstermedi. İlgisizliğin yanı sıra bakanlığın verdiği son belgeler de eksik çıkınca ’da bunu yapmayı bıraktım. 

    - Örneğin, molotof atmayıp da gri alanda bıraktığınız gazeteciler neyle suçlanıyorlardı? Yayın içeriği de bu suçlamalara dahilse Oktay Ekşi olarak karşı çıktığınız fikirlerin sahiplerini de gri alanda bırakmış olabilir misiniz?

    Alakası yok! Ape’yi anlattım. Açık bir örnek… İnsanların görüşlerine katılmayabilirim ama görüşlerini açıklama hakkını savunurum.

    ‘Ahmet Kaya o yazıyı hak etti, pişman değilim’

    - Ahmet Kaya’nın sahnede söyledikleri yüzünden linç edildiği gün konuşma hakkını savunmadınız.

    Ben Ahmet Kaya’nın konuşmasının içeriğini eleştirdim, konuşma hakkını değil.

    - İçeriğini eleştirirken söyledikleriniz şu oldu: “İnsanlar eğlenmeye gelmişken bu söylenir mi”, “Amacı tahrik etmek”…

    O yazı benim “büyük günahlarım”dan biridir.

    - Günah olarak görüyor musunuz yazınızı?

    Hayır, hiç. Ahmet Kaya sonradan kahramanlaştırıldı. Kaya’nın o gün verdiği resim benim yazdıklarımı hak eden bir resim idi. Bundan dolayı da hiçbir üzüntüm veya pişmanlığım yok.

    - Musa Anter’e “Kürt ırkçısı” diyen siz, Ahmet Kaya için “insan olarak hiçbir ‘artı'sı olmadığı fizyonomisinden akan bir tip”, “yaratık”, “türkücü olmasaydı bar fedaisi olurdu” deyince neden “Türk ırkçısı” olmuyorsunuz?

    O yazı çok eleştirilince dönüp baktım. Ahmet Kaya’nın adı bile geçmiyor o yazıda.

    - Yazınızı böyle mi savunuyorsunuz?

    Hayır, şunu söylüyorum: O yazıyı herkes Ahmet Kaya’ya yamadı. Ben de “değildir” demiyorum.

    - Ve?

    Dediklerimde kararlı ve ısrarlıyım, Ahmet Kaya o yazıyı hak etmişti. O konjonktürde yapılanlara itiraz etmeyenler birileri Ahmet Kaya’yı kahramanlaştırınca, o yazı Ekşi’yi lanetlemenin aracı haline geldi. O zaman nerdeydiler?

    - Kimseyi savunur bir konumda değilim, size sorum şu: Musa Anter’e “Kürt ırkçısı” diyen siz, Ahmet Kaya için bu sözleri sarf ederken neden ırkçı sayılmıyorsunuz?

    Tavrı oydu… Çok zaman oldu; şu anda neyi, neden söylediğim bağlamını hatırlamıyorum.

    - “Tavrı” dediğiniz nedir? Kürtçe klibi yayınlayacak bir televizyon kanalı aradığını söylemesi mi? Size burada problemli gelen ne?

    Kürtçe klibi eleştirdiğimi söylüyorsanız yanılıyorsunuz, ben o yazıda tavrı eleştirmişim.

    ‘Nerede linç edilmiş Ahmet Kaya?’

    - Kaya’yı “medeni” olmamakla, “aklının erip ermediği belli olmamak”la itham ediyorsunuz. Eleştirinin ötesine geçip aşağılamaya evrilebilecek tehlikeli kelimeleri Hürriyet’in başyazarı olarak kullanıyorsunuz. 

    Size göre öyleymiş. Yazı yazma stilimi mi eleştiriyorsunuz?

    - Ahmet Kaya’nın bu düşüncelerini Magazin Gazetecileri Derneği’nin düzenlediği bir gecede söylemesi sizce neden sorun? 

    O zaman yanlış bulmuşum. O bir şey söylemiş, ben de yanlış demişim. Bugün de söylediklerimi doğru buluyorum.

    - O yazıda “İkincisi ‘hoş vakit geçirmek’ için geldiklerini bile bile bu sözleri söylemenin oradaki insanları tahrik edip olay çıkarmaktan başka bir amacı olabilir mi” diyorsunuz. Ahmet Kaya’nın kendisini linç ettirdiğini mi savunuyorsunuz?

    Hayır, öyle bir iddiam yok. Makaleyi beğenmeyebilirsiniz, haksızlık olarak da görebilirsiniz buna saygım var ama “Bunu niye böyle dedin de böyle demedin” dediğinizde anlamakta zorlanıyorum. “Bunun daha iyisi olmaz mı?”, olabilir. “Beethoven daha iyi besteleyemez miydi?”, besteleyebilirdi. Ne yapalım, gerçek bu! 

    - Şu an bir gazeteciyle konuşuyorum ve Akit’in yayın koordinatörüne Ermeniler için kullandığı ifadeleri sorduğum gibi şimdi de size, sizin kullandığınız ifadeleri soruyorum. Özellikle Ahmet Kaya linç edilirken “Bu yaratık kardeş ise kardeşliğini bilmekle yükümlüdür” diyebildiğiniz için.  

    Nerede linç edilmiş Ahmet Kaya? Maalesef Paris’te vefat etti.

    - Magazin Gazetecileri Derneği’nde sözleri ardından marş okunması, üstüne çatalların fırlatılması sizce…

    Orada olaylar yaşanmış, bitmiş. Ben yazdım diye o olaylar olmadı. Aksi olmuş gibi soruyorsunuz. Ben yaşananı önemli bir olay olarak görmüşüm ve sütunuma almışım. Olan bu. Şimdi gelip “O cümleyi neden öyle kurdunuz?…”

    Yazı işlerine gelen haberin sağlığı tartışılmaz mı?

    - Siz “Yaratık kardeşliğini bilmekle yükümlü” diyerek Ahmet Kaya’yı karşınıza alıp kendinizi onu yargılama pozisyonuna koyuyorsunuz, ötesine geçerek henüz dava sonuçlanmamışken Kaya’nın “PKK’ya para toplamak için konser verdiği” hükmünü veriyorsunuz. 

    Eldeki bilgi oymuş.

    - Açabilir misiniz?

    Bilgi yazı işlerine geldiği zaman o habere olgunlaşmış gözüyle bakarsınız. Muhabir elinden geleni yapmıştır, istihbarat şefi habere bakmıştır ve redaktör gözden geçirmiştir. Gazetenin başyazarı bir habere dair özel olarak yazı işleri müdürüne şunu söyleyebilir: “Bunu gözüm tutmadı, üzerinde durulsa.” Ama o haberin sağlığını tartışmaz, tartışırsa tüm o mekanizmaya saygısızlık olur. Hayatım boyunca bunu yapmadım, hiçbir haberime de böyle muamele yapılmasına razı olmadım. Ahmet Kaya hakkında da yazı işlerine gelmiş bilgiye dayanarak yazıyorum. 

    - Yargı sonuçlanmadan, önünüze gelen bilginin mutlak olduğunu mu düşünürsünüz?

    O bilgi mutlak değildir ama ona dayanmaya mecburum, gazeteci erişebildiği gerçeklerle kayıtlıdır.

    - Yazar, elinde olmayan bilgileri de düşünerek olaya temkinle yaklaşmaz mı?

    Bu herhalde gazetecilik dünyamıza yeni gelmiş bir uygulama. Sizin kuşak bunu getirdiyse mutluluk duyarım. Ama gazeteci nihai gerçeği ortaya çıkaran değildir, daha sonra çıkan bilgiler nedeniyle o tarihte yazdıkları gerçeğe uygun çıkmayınca gazeteciyi mahkûm edemezsin.

    - Ahmet Kaya’dan bağımsız olarak soracağız; köşenizde mesafe koymadan itham ettiğiniz bir kişi hakkında yanıldığınızı söylemek gazetecinin borcu değil mi?

    Size şunu anlatayım. Mayıs, ’te Hürriyet başyazarlığından ayrılarak SODEP’in kurucuları arasına girdim. Washington muhabirimizin haberine dayanarak Büyükelçi Şükrü Elekdağ hakkında ağır eleştiriler içeren yazım hakkında bir süre sonra bir mektup geldi. Elekdağ, mektupta “Ben böyle bir şey yapmadım” diyordu. Dediklerine hak verdim ama artık sütunum yoktu. Başka bir gün, Alman bir vakfının organize ettiği bir sempozyuma katılmak için gittiğim Almanya’da, tanınmış hukuk hocası Hüseyin Hatemi, “Bana çok büyük bir haksızlık yaptınız” dedi; “Beni terörist ilan ettiniz. Doğrusu neden söz ettiğini anlamadım. Dönünce verdiği tarihe baktım. Humeyni tarafından Türkiye’ye ‘adam öldürsün’ diye gönderilenlerden birinin ismi de meğer Hüseyin Hatemi’ymiş. Onu yazmışım ama bu yazı Hatemi Hoca’nın başına iş açmış. Fırsat bulunca bunların ikisini denk getirerek “Bu işi yapıyoruz ama tüm iyi niyete rağmen hata yapabiliyoruz” dedim, bu iki örneği verdim ve özür diledim.

    ‘Aptallığımdan aldatıldım, daha akıllı olsam…’

    - Önünüze gelen bilgiyi, devlet makamına geçmeden önce süzgeçten ne kadar geçirdiğinizi sormadan önce kısa aralıklar ile geri adım attığınız birkaç örnek: 

    1- Ağustos, Şırnak Katliamı hakkında 20 Ağustos 92’de “Martta PKK bozguna uğratıldığından beri Şırnak Güneydoğu’nun en sakin ve huzurlu yerlerinden biri oldu.(…) Şırnak Emniyet Müdürü istediklerinde kahvede tavla oynayabildiklerini söyledi” diyorsunuz ve kamu görevlilerinden alıntıyla “PKK baskını intikam ve prestij baskını” dedikten sonra “Devlet Şırnak’ta PKK’ya yeni bir ders daha vermeli” ifadesini kullanıyorsunuz. 24’ünde, gazetelerde katliama dair sorular çıkmaya başladıktan sonra “ PKK’lı olduğunu söylemiştiniz, hani neredeler” diye soruyorsunuz.

    Elime gelen bilgi o koşullarda inandırıcı geldiyse ona dayalı yazabilirim.

    - Devlet size inandırıcı gelecek bilgi yaratamaz mı?

    Olabilir, Irak’ta kitlesel imha silahlarını yokken var ettiler, devletlerin böyle marifetleri var.

    - Örneklere devam edeceğiz:

    2- Ferda Balancar ve Alper Görmüş’ün yazılarından alıntıyla: Umut operasyonunun başlatılmasından (6 Mayıs ) 10 gün sonra kaleme aldığınız satırlar: “() O nedenle Ahmet Taner Kışlalı’nın kızları Altunay ile Dolunay’ın dünkü çağrıları dikkate alınmalı - katiller Türkiye’ye teslim edilmez veya tarafsız bir mahkemede yargılanmalarına İran izin vermezse - bu konu bireysel sorumluluk bazında değil İran devletinin sorumluluğu bazında değerlendirilmelidir.” 10 Mayıs tarihli yazınızın başlığı ise ‘Bu Savcıyı Kim Tayin Etti?’, girişinde Mumcu cinayetinin yine aydınlatılamadığı belirten bir cümle yer alıyor.”

    3- Andıç: Nisan, ’de “PKK’nın uşağı yazar ve gazeteciler var” dediğiniz ve “Sıra kulaklarından tutup adalete gönderilmelerine veya kamuoyuna teşhir edilmelerine geldi” sözleriyle bitirdiğiniz “Alçakları tanıyalım” yazınız. Hedef gösterilen Cengiz Çandar, Mehmet Ali Birand’a yapılanlar ve Akın Birdal’a suikast girişiminden sonra, Şemdin Sakık o ifadesinin kurgu olduğunu söyleyince özür dilediniz.

    Keşke Aydın Bey’e söyleseydiniz, o kadar çalıştırmazdı beni. (Gülüyor)

    - Siz bu yazdıklarınızı hata olarak görüyor musunuz?

    Aslında sizin bana ne sorduğunuzu anlayamıyorum. Ama aradan yıllar geçtikten sonra bir yazımdan cımbızla aldığınız bir cümleyi soruyorsunuz. Ben de hatırlamıyorum. İnşallah siz de en az 10 bin yazı yazarsanız ve yazdıktan sonra karşınıza sizin gibi genç gazeteci gelir ve size 22 sene önce yazdığınız yazının a harfinin neden b olmadığını sorar. “Hata ettiğim zaman bunu itiraf ettiğime örnek veriyorum, neden hatanızdan çabuk döndün, diyorsunuz. Dönmesem, neden hatanızdan dönmüyorsunuz sorusu çıkıyor!

    - Şekilden ziyade merakımız, benzer hatalarınıza rağmen kendinize “Dikkat” demek yerine neden önünüze gelen bilgiye güvenmeye devam ettiğiniz. 

    Kusura bakmayın! Benim hayattan aldığım ders bu kadarmış.

    - Şu an yaptığımız sizi inciten bir sorgulama mı?

    Hayır, başta sorma hakkınıza saygı duyduğumu söyledim. Bakın bu verdiğiniz örnekleri ben hata olarak kabul etmiyorum. Eğer yanlışımı iki gün sonra fark ettim ve yazdımsa bence okuyucuya “İki gün önce şu değerlendirmeyi yaptım, o zaman böyle okudun ama belli ki aldanmışım, aldatılmışım” diyerek doğru bir iş yapmışım.

    - Sorgulamaya çalıştığımız “Aldatılmışım” diyerek geçtiğiniz edilgen pozisyon. Neden birileri sizi aldatabiliyor?

    Aptallığımdan. 

    - Estağfurullah.

    Daha nasıl açıklayacağız ki, daha akıllı olsam aldatılmazdım. Ben o zaman gerçeği öğrenme adına bir şeyler yapmışım. Becermişim, becerememişim, yanlış insana sormuşum, doğru insana sormuşum, ama bir hata yapmışım. Sonra da bir değerlendirme sonucu o yazı çıkmış. Hata olduğunu fark edince de bunu söylemişim. Şimdi 20 sene sonra hangi lokantada, hangi yemeği yerken ağzınızın tadının böyle olduğunu soruyorsunuz. Sorunuzu dahi anlayamadım.

    ‘Hiçbir devlet babayiğidi bana talimat verecek cesarete sahip değil’

    - Kaynaklarınız genellikle devlet miydi?

    Hayır. Ne alakası var? Sorunuz “Asker talimat verir, bunlar yazar”, “postalcı” gibi iğrenç iddiaların uzantısı gibi geldi.

    - Devletin içine askeri de sokuyoruz ama daha fazlasını kapsıyor.

    Hiçbir devlet babayiğidi bana talimat verecek cesarete dahi sahip değil. Kimse bir tane örnek gösteremez! Örneğiniz varsa okuyucunun önüne koyun.

    - “Talimat” köşeleri keskin bir ifade, ama biraz önce “Yanıltılmışım”, HaberTürk’te katıldığınız bir programda da 28 Şubat dönemi için “Kullanılmışım” dediniz.

    Aktüel dergisi bu ifadeyi “Biz maşa gibi kullanılabilen mahlukatız” gibi yayımladığı için davalık oldu ve tazminata mahkum oldu. Böyle bir şey mümkün değil. Gazeteci gerçeğe bağlılık esasına dayalı olarak elinden gelen her şeyi yapmalı. O sırada seni aldatan olabilir. Sana düşen onu olabildiğince sıfıra yaklaştırmaktır.   

    - Elinizden geleni yaptığınız konusunda içiniz rahat mı?

    Tabii. Hepsinde o itinayı gösterdiğimi düşünürüm, belli ilkeler içinde. İlkelerden kastım, “Muhabir arkadaşım görevini yapmıştır, haberi doğru bir şekilde masaya getirmiştir.”

    "'Andıç' haberinin doğruluğundan kuşkulanmadık"

    - Andıç’ta masaya haberi getiren muhabir miydi?

    Yazı işlerine gelmiş haber, tekrar ediyorum, benim için doğrudur. ‘Doğru mu değil mi?” diye sorgulama hakkında sahip değilim. Önüme “Şemdin Sakık ifadesinde gazeteciler, işadamları PKK’ya yardım ediyor” diyen haber gelmiş. Bu haberin yanlış olabileceğine dair aramızda hiçbir konuşma geçmedi. Geçmesi için de sebep yok çünkü zaten belli ki resmi kaynaktan - yani savcı, emniyet, hakim, her neyse - gelebilir bu bilgi, yoksa gelemez. Ortada o dediğiniz türden isim yok, cisim yok, bir suçlama var, ben de diyorum ki “Bu alçakları tanıyalım.”

    - Faili meçhuller işleyebileceğini köşenizde sorgularken devletin resmi makamlarının verdiği bilgiye soru işaretiyle bakmadınız.  

    Hiçbir devlet temiz değil, bizimki dahil. Ama samimiyetle söylüyorum, gelmiş bilgi doğru olduğuna inandığım bir bilgiydi.

    - Gazetecilik deneyiminiz süresince devletten gelen bilgilere bakışınız nasıl evrildi?

    Ben her zaman kuşku duyanlardan biriyim. Ama tekrar ediyorum, masaya gelmiş bilgi benim için doğrudur.

    - Devlet tufaya düşürmeye çalışırken bu dediğiniz “bile bile lades” değil mi?

    Benim aptallığıma verin. (Gülüyor.)

    - Bunu yineleyerek top gelirken yana kaçmış olmuyor musunuz?

    Size daha ne diyeyim? Elimdeki verilere dayanarak değerlendirme yapmışım. Hatalı değerlendirme derseniz, teşekkür ederim, hak verirsem özür dilerim.

    - Mehmet Barlas’ın bile kovulduğu bir medyada hiç kovulmamış olmayı siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

    Mehmet Barlas’ın meslek ve kişilik çizgisinde ne olduğunu takip etme gibi bir merakım olmadı.

    - Emin Çölaşan’ın Hürriyet’ten ayrılması ardından kaleme aldığınız 19 Ağustos tarihli yazınızdan: “(…) ne Emin Çölaşan’a, ne bana ne de başka bir yazara baskı yahut yönlendirme söz konusudur. Buna karşılık biz de ‘ertesi gün kovulmayı’ göze almadan yazı yazmayız. Profesyonel kalitemizi -o her ne ise- bu cesaret belli düzeyde tutar.” En kovulmamış yazarlardan biri olarak…

    Keşke kovulsaydın mı diyorsunuz? (Gülüyor) Demek ki kovacak kadar yetenekli bulmamışlar beni. Bakın ben, kendi hesabıma işimi tüm meslek yaşamım boyunca samimiyetle ve doğru biçimde yaptığımı düşünüyorum.

    - İstifanız saydığımız örneklerde değil, “analarını satan zihniyet” ifadeniz ardından geldi. Şu yorumu yapan birine ne dersiniz: “Hürriyet’teki işinizden örneğin Kürtlere dokununca değil ama iktidara dokununca olursunuz”?

    Öyle bir değerlendirme yapan varsa yapsın, ben yapmam.

    - “Vay şerefsiz” başlığı atmanın, bir Kürt siyasetçiye atılan yumruğu “adaletin tokmağı” olarak yazmanın sizce bedeli olmamalı mı?

    Biri bu başlıktan rahatsız olursa, Basın Konseyi’ne gider, “Bence etik değil, şikayetçiyim” der ve o merci bunu değerlendirir, hak verilirse “Kusur var, kınamak lazım” denilir.

    ‘Özerklik Şartı’nı CHP hayata geçirirse…’

    - Nuriye Akman’a ’de verdiğiniz söyleşide CHP’nin seçim beyannamesiyle çok örtüştüğünü söylüyorsunuz. Avrupa Konseyi’nin imzaya açtığı Yerel Yönetimler Özerklik Şartnamesi hakkındaki çekincelerin kaldırılması maddesine katılıyor musunuz?  

    Bu beyanda beni rahatsız eden bir şey yok.

    - 18 Ocak ’de DTP’ye yönelik şu ifadeleri kullanıyorsunuz: “Yerinden yönetim" mi istiyorsunuz? O zaman, yerel yönetimlerin bu ülkeyi bölmeye değil, bütünlüğünü korumaya çalışacağını nasıl garanti ediyorsunuz? Sadece Türkiye devletinin değil, uluslararası camianın da ‘terör örgütü’ dediği PKK’ya mensup kişilere hizmet sunan belediye başkanlarına bir kere olsun ‘Yaptığınız yanlıştır’ dediniz mi ki, şimdi ipin ucu onlara teslim edilsin istiyorsunuz?” Özerkliğe yönelik bakışınız değişti mi?

    Orada duyarlılığım belli, parçalanmayı önleyecek garanti veriyor musunuz diyorum.

    - Garanti arayışınız sonlandı mı?

    CHP’nin Türkiye’nin üniter devlet yapısını bölme politikası olduğuna ilişkin bir düşüncem olsa orada bulunmam.

    - Ne istendiğini değil, bunu kimin dillendirdiği mi önemli sizin için?

    Öyle, DTP’nin mazisine bakıp kuşku duymuşum ki bunu söylüyorum. Avrupa Yerel Özerklik Şartı’nı CHP hayata geçirirse bu Türkiye’nin üniter yapısını bozacak bir sonuç vermez. Bu güvene sahibim.

    ‘Ajitasyon aracı olmasaydı üniversitede türbanı savunurdum’

    - Oktay Ekşi’nin başörtüsüne bakışı yıllar içinde değişti mi?

    Başörtüsü değil de türban meselesi. Bu, Türkiye’de bir ajitasyon aracı olarak kullanılmasaydı benim yazarlıktaki tavrım daha yumuşak olurdu. Üniversitelerde türbanın serbestçe kullanılmasını açıkça savunurdum.

    - TESEV’in tarihli “Başörtüsü Yasağı ve Ayrımcılık” raporunda bir kadın sizin Necla Arat’la ikna odasına girdiğinizi söyledi. Bu doğru mu?

    O garip yalan söylediğini sonra kabul etti. Ben ne üniversiteye girdim, ne ikna odası gördüm. Ayrıca oradaki Necla Arat ismi de doğru değil, Nur Serter’le karıştırıyor. A’dan Z’ye yalan bu.

    - Siz ikna odalarına karşı mısınız?

    Nur Seter’in açıklaması şöyle: “Ben o çocukların eğitimden mahrum kalmamaları için mülakatım oldu.” İyi niyetli de olsa, bence hiç yapmasa daha iyi olurdu. Oktay Ekşi’nin “Alçakları tanıyalım” yazısı gibi, ikna odaları da ikide bir Nur Serter’in önüne çıktı.  

    Bakın, türban meselesini yıllık çağdaş Türkiye modeline karşıtlık aracı olarak kullandılar. Şimdi de devlet memurları arasında serbest bırakıldı, 18 yaş altındaki kesime belli bir giyim empoze ediliyor. Ben bunlara karşıyım.

    ‘Türbanlı vekillere Kavakçı’ya baktığım gibi bakmıyorum’

    - Meclis’te başörtülü kadınların varlığı için ne düşünüyorsunuz?

    Mesele yapmıyorum dersem daha doğru olur.

    - “Merve olayı, devlete yönelik bireysel bir başkaldırı teşebbüsü ile kendi temel felsefesinden ve kimliğinden fedakârlık yapmamaya kararlı olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti arasındaki son raundu bekliyor. Merve kızımız, kiminle dans ettiğini o zaman öğrenecek” dediğiniz günlerden farklı mı düşünüyorsunuz yoksa aynı duygulara kapılarak mı bakıyorsunuz başörtülü vekillere?

    Çağdaş Türkiye’ye karşıt bir mesaj verdiklerini düşünüyorum. Ama Merve Kavakçı’ya o günlerde duyduğum antipatiyle mi bakıyorum bugün diye sorarsanız tabii öyle bakmıyorum. Konjonktür değişince elbet bakışlarınız da değişiyor, oraya demir atmıyoruz. Ama Merve olayında militan bir tavır vardı. Leyla Zana’ya da tepki gösterdim ben.

    - Söyleşiyi okudukça oluşabilecek Kürtler ve din konularına yaklaşımınızın devletin bakışıyla örtüştüğü…

    Sizin HDP’ye yakın bir bakışınız mı var?

    - Soruları bir kategoriye mi sokmak istiyorsunuz?

    Hayır, size özel bir soru sordum.

    - Cevap vermemeyi tercih ediyorum.

    Buyrun sizi dinliyorum.

    ‘Devlet talep etmek Kürtlerin hakkı’

    - Bahsettiğimiz algıya karşı resmi söylem ile hangi noktalarda ayrıldığınızı söyler misiniz?

    ’lerden ’e kadarki dönem ile AKP dönemi söylemi derece farklı, hangisinden bahsediyorsunuz.

    - Ağırlıklı olarak ilk dönemi kast etsek de, ’e, yeri geldiğinde Kürtlere bakış gibi AKP’yi de zaman zaman kapsayan söylemden bahsediyoruz. 

    Her devlet gibi Türkiye’nin de kendi koruma içgüdüsünden kaynaklanan refleksleri vardır. Bunlar söz konusu olduğunda dün, bugün, muhtemelen yarın da aynı tür tepkilerle karşılaşacaksınız. Somut örnek vereyim; Nisanı’nda yaşanan olay, yani Ermeni aydınlarını bir gece evinden toplayıp götürerek infaz etmek bir devlet için son derece ayıp bir olaydır. Bunu savunan birisi değilim, yapanları sonuna kadar lanetleyelim. Ama olaylar bundan ibaret değil, ’ten itibaren devletine karşı çıkmış silahlı isyanlar da var. Benim şahsi kanaatim bunun bir mukatele yani karşılıklı öldürme olduğu.

    Turgut Özal’a, başbakanken çıktığımız Göcek Körfezi gezisinde “Katılır mısınız” diyerek “Bu olay Osmanlı döneminin olayı, neden biz savunmak mecburiyetinde kalıyoruz ve soykırım mı, değil mi kavgası veriyoruz” diye sordum. “Haklısınız” deyince “Ben bunu size atfen yazabilirim” diye sordum, olumlu yanıt alınca da yazdım. İki gün geçmedi, Kenan Evren Özal’ı Köşk’e çağırdı ve Özal çıkışta benim yazdığım sözlerini kastederek  “Bu da nereden çıktı, biz hükümet olarak böyle bir kanaate sahip değiliz. Biz ‘soykırım yok’ diyoruz” dedi.

    Öteki meselelerde de kimseyle uyuşmak gibi bir derdim yok. Ama devletin önemini bilirim. Ne güzeldir Kanuni Sultan Süleyman’ın şu dizeleri “Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi / Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.” Devletin olmadığı yerde milletin neye döndüğünü Irak’ta görüyorsunuz.      

    - O zaman “Kürtlerin de devleti olmalı” diyor musunuz?

    Bunu talep etmek hakları. Bunun yeri var, yeri yok. Dünyada 5 bin lisan konuşuluyor, hepsinin devlet olma şansı veya imkanı yok. Yine de bunu isteyenlere bunu meşruiyet çizgisi içinde yapmaları şartıyla saygı duyarım. Onu gerçekleştirme çabaları meşruiyet dışında bir çizgiye kayarsa “Kusura bakma” diyenlerden biri olurum. 

    mobing yapan amir ile mücadele yöntemi

    • daha kelimeyi bile düzgün yazamayan adamlar burada asıyor kesiyor istifa ediyor ya çok gülüyorum size :)

      edit: eksik harf

    • yahu zaten köle gibi çalıştırıyorsunuz , millet köle gibi çalışıp asgari ücret almaya bile razı en azından mobbing yapmayın sonra da neden beyin göçü var diyorlar hem işverenlerin ve patronların paragözlüğü hem çok yoğun bitmek bilmeyen çalışma saatleri hem de üzerine mobbing olunca kim neden bu ülkede çalışmak ister ki

    • işinizi iyi biliyorsanız bir nebze şanslı olabileceğiniz mücadele ama bu mücadeleyi kazanma tarafı tamamen soru işareti.

      daha önce de burada kısmen yazmıştım, istifa süreçlerinde. türkiye'nin en büyük şirketlerinden birine transfer olmuştum. yani şu an başvuru yapsam da alınmayacağım (tamamen torpil işliyor) şirket, beni transfer etmişti.
      gel zaman git zaman yönetim tamamen değişti ve dışarıdan gelenlere nefretle bakılmaya başlandı. birilere düğmeye basmıştı ve topluca bezdirme politikası uygulanıyordu benim gibi dışarıdan gelenlerin birçoğu zaten istifa edip gitti.
      bense umursamadım. sistemimi mi bozmadılar, elemanlarımın yerlerini mi değiştirmediler, tecrübesiz çocukları amirim diye başıma mı koymadılar, bendeki işleri alıp pasifize mi etmediler yapan da müdürüm.
      ilk başta küsmek ya da daha doğrusu mücadele etmeden ve daha iyisini bulmadan ayrılmak kendi egomda uzun süre onarılamayacak yaralar açacağı için fevri karar veremezdim

      laf taşıyan elemanlardan biriyle şehir dışına çıkmıştık ağzımı arıyor güya, ne düşünüyorum diye. ben de lafın direkt kadına (müdür) gideceğini bildiğim için la ben böyle yılar mıyım amk, maaşım yatıyor iş de yapmıyorum, sikmişim gerisini. tutmaz bu işler bende dedim. sonra çat, alınan işler geri verilmeye başlandı ama hala çoluk çocukla muhattap oluyorum.

      beni transfer etmelerinin temelinde, istedikleri konuyu çok iyi biliyor olmam yatıyordu. yani benim çeyreğimi bilen yok o konuda karar verilmesi gerekiyor, diyorum amirim karar versin sikimde olmaz. ben anlamıyorum e çocuk bırak o konuyu, bir sikim bilmiyor zaten ((şu yavşağa da parantez açayım, bu orospu çocuğu da torpilli ve normalde benim ekipteydi ama ne konuşursak gidip müdüre üflüyormuş. hatta bir işçi vasıtasıyla iftira da attı bana. ortaya çıkınca işçilerin elinden ben aldım yine, anasını sikiyorlardı yoksa bana iftira attığı için.)) gidiyor müdüre iş yapmıyor değilim, yapamıyorum diyorum yani. ben de boş durmayıp başka departmanlarla transfer görüşmesi yapıyorum akdlalksş diğerleri beni almak için ik'ya talepte bulunuyor ama kaşar vermiyor. ik da zaten pasifize ekibinin başında geliyor. danışıklı dövüş

      en sonunda müdür çağırdı beni, eziyet olurum minvalinde konuşma yaptı. ben de eziyet olmazsanız amınıza koyayım minvalinde cevap verdim. anlamadıkları şuydu, oradakilerin hayatları oraya bağlıydı. ama benim bakış açım 'ulan amcıklar bu yaşıma kadar sizle mi geldim de bu yaştan sonra size minnet edeyim' olduğu için çok da sikimde değildi açıkçası. kadın sen bilirsin görüşeceğiz seninle dedi, ben de arayı soğutmayalım deyip çıkıp gittim yanından.

      arayı soğut(a)madı. çağırdı tekrar kapakçığım senin istediğin gibi olacak aramızdaki buzları eritelim dedi. ben de verdiğiniz işleri yapıyorum zaten benim tarafımda bir sorun yok sizde neden böyle bir izlenim oluştu anlayamadım deyince, ağzımı bozdurma şimdi direkt benimle çalışacaksın tamam dedi. ben de siz nasıl uygun görürseniz dedim ayrıldım yanından

      velhasıl sonrasında mutsuz bir şekilde (kovulacaklarını biliyorum ama göremiyorum diye üzgünüm) devam edip, çok şükür çok daha iyisini bularak işten ayrıldım departmanda herkese ayrılırken de; tüm personellerime (laf taşıyanlar da dahil), şu kadının ve avanesinin götlerine teneke bağlanarak şuradan ayrıldıklarını göremiyorum ya ona üzülüyorum, lütfen bu söylediğimi unutmayın ve o gün geldiğinde fırsatı olan kameraya çeksin benim için diyerek veda etmiştim. o zaman yadırgamışlardı hatta gidiyor ya amk sallıyor işte falan diye düşünenler de olmuştur çünkü o zaman kime sorsanız, herkes kovulur ama o kadına dokunulamaz derdi. ama ben ilahi adalete inanırım
      bu konuşmadan yaklaşık 1,5 - 2 sene sonra personellerimden biri aradı beni, en çok üzüldüğün şey oldu şef dedi. ama vardiyası tutmadığı için vedalaşamamış kadınla ve kameraya çekememiş kadının bilgisayarını bilgi işlem kitlemiş, idari binaya çağırmışlar ve özel eşyalarını al yarım saat içinde çek git demişler aynı şeyleri, aynı gün bu üzerime getirdiği karaktersiz için de yapmışlar ve otoparkta vedalaşmak zorunda kalmışlar elemanlarla tazminatsız çıkış bir de

      biraz dağıldı sanırım. konunun ana fikri, ilahi adalet diye bir şey var gençler (siz isterseniz karma diyin, isterseniz başka bir şey) en azından bununla biraz da olsa motive olabilirsiniz diye düşünüyorum.

    • umarım yukardaki yazarın amirlerinin başına gelen benim başımdaki amirlere de gelir.

    • bugün itibariyle mobbing davasını kazandım, kesinlikle baskıya boyun eğmeyin ve savcılığa gidip suç duyurusunda bulunun. adalet yerini buluyor.

      emsal karar

      bir diğer emsal karar ise pandemi döneminde üniversiteye dikilmeye çalışılan arş.gör.ün üniversitede bulunma zorunluğunun olmaması üzerine kazanılmış. kendileri ay üniversiteye uğramayanlar 3 gün gelmedi diye hemen soruşturma açıyor. umarım bu haksız soruşturmalara karşı bir yaptırım olur ilerde.

      emsal karar

    • şak diye bastım istifamı. sikerler be sizinle mi uğraşıcam ben bunun için mi okudum diye. dava açacaktım ama psikolojim cidden iyi değil hiç uğraşıp da kendimi daha fazla stres sahibi yapmam. bu arada cidden önlüğümü çıkartıp sikerler be yeter dedim çıktım. üzerimi değiştirip döndüm ben gidiyorum dedim bulaşıkçı ablaya sarıldım tek normal insan oydu vedalaştım çıktım gittim. şu gastronomiyi he üniversiteye açıp tuhaf tuhaf tipleri ortalıkta gastronomi mezunuyuz diye gezdirdikleri zaten sinirlerimi bozuyor bir de bu alaylıyız diye gezen tayfa beni delirtiyor. ulan göt mobing uyguluyorsun bu suç diyorum o ne diyo amk ayısı. lütfen tez zamanda mutfaklar sadece el becerisi anlamında eğitimli değil gerek insan ilişkileri gerek yasal haklar cezalar bilmem ne gerekse de gıda güvenliği açısından eğitimli insanlarlarla dolu olsun amin. göte göt derler yani mobingse mobing başlarım senin ustalığına da çevrene de sana da açın davayı sürünsün köpekler.

    • arastirma gorevlisiyim. bir hocanin yaptigi yasal olmayan bir uygulamayi reddettigim icin mobing goruyorum. egitim hakkim engelleniyor. ne yapacagim bilemiyorum. ugrastigim kisinin eli kolu uzun herkes neler yaptigini biliyor fakat kimse bir sey yapamiyor. basina gelmis yol gosterebilecek olan varsa lutfen iletisime gecelim . tesekkurler

    • kaçabiliyorsanız kaçın. bu korkaklık yahut pasiflik değil. sistem bozuksa, balık baştan kokmuşsa bir çok olasılık boşa düşüyor. ya açıktan savaşmanız ve gtünüzü sürekli kollamanız, teyakkuz halinde olarak hataya mahal vermemeniz ve karşı tarafa koz yaratmamanız gerekli ya da ortamı terk etmeniz. insan ömrü kısa ve hayat bir de bu tip mücadeleler için fazlasıyla zor. itle dalaşmaktansa çalıyı dolaşmak iyidir. bu her zaman her zorlukta kaçın, mücadele etmeyin demek de değil ama yel değirmenlerine savaş açmak da beyhude bir çabadan öteye gitmez, yorulan siz olursunuz. sisteme göre tavır alın, her ihtimali gözden geçirin, bilanço yapın, strateji oluşturun. bazen bir savaşı kazanmanın en iyi yolu hiç savaşa girmemektir. pirus zaferiyle kazanılmış bir savaş aslında kaybedilmiştir, unutmayın.

    • en güzeli posta koyup gitmek. mümkün ise rakip firmaya.

    • mobbing uyguladığına dair kanıtları toplayıp üst yönetime bildirmek. üst yönetime bildirim yapıldığı halde gereği yapılmazsa onlar acısından da hukuki sorumluluk ortaya çıkacağı için mutlaka gerekli aksiyonları alacaklardır. yine değişen bir şey olmazsa iş mahkemesinde mobbing davası açılır ki bu davalarda her zaman çalışan haklı bulunur.

    ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
    takip etmek için giriş yapmalısın.

    nest...

    çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası