ne yapacağını bilememek / İngilizce - Türkçe Sözlük | İngilizce - Türkçe Çeviri

Ne Yapacağını Bilememek

ne yapacağını bilememek

Dünya Bizim Kültür Portalı

Bir süre önce böyle bir şey söylense, nasıl yani Müslüman insan değil mi, o da tabii ki bunalıma girecek diye cevap verirdim. Fakat artık öyle düşünmüyorum. Çünkü bunalım dediğimiz şey, insanın ne yapacağını bilememesidir. Bir nevi boşlukta olmaktır. O güne kadar yapılan, inanılan şeylerin boş olduğunu sanmaktır. Hiçbir şeyden tat almamaktır. Oysa Müslüman için böyle bir şey mümkün mü?

İnsan neden o güne kadar yaptığı şeylerin anlamsızlığından söz etmeye başlar? Başarısızlık diyebiliriz bu sorunun cevabına kısaca. Başarısızlık duygusu yoğun bir şekilde yaşandığında her şey durdu sanılabilir. Örneğin iş yerinde amirinden fırça yemek veya verilen görevi hakkıyla yerine getirememek. O da olmadı, verilen görev hakkıyla yerine getirilmiştir ama aksi giden bir şey olmuştur. Yapılan bütün işler yerle bir olmuş veya amirlerince veya muhataplarınca görülmemiş, dolayısıyla takdir edilmemiştir. Başka bir örnek ise, yıllarca birlikte hareket edilen, çok sevilen dostla aranız acımasızca açılmıştır. Onca yaşananlar belki de bir hiç uğruna unutulmuştur. İnsan vefasızlık ve nankörlük karşısında ne yapacağını bilmeyebilir, daha da ötesi kahrolabilir. Bunlar gibi binlerce başarısızlık örnekleri sıralanabilir. Şu da vardır, çok arzulanan bir şey yapılamamıştır. O zaman da insan boşluğa düşer, kendini yetersiz görür. Görüleceği üzere başarısızlık kelimesine hemen her bitkinliği, tükenmişliği, yorulmayı, acıyı, yani insanın büyük bir kayaya toslamasını ekliyoruz. Bu tür durumlarda insan ister istemez bunalım denilen, boşluk, anlamsızlık, kendine dönük öfke, ne yapacağını bilememek, çaresizlik gibi duygulara kapılabilir. Fakat Müslüman için de öyle midir?

Allah’a karşı sorumluluğu ekseninde bu dünyayı düşünen kişidir Müslüman

Öyledir aslında. Müslüman’ı fazla büyütmemek, olduğundan farklı göstermemek, insan olmanın çaresizliklerinden, acziyetinden soyutlamamak lazım. Yine de diyoruz ki tüm bunlar Müslüman’a yakışmıyor. Neden? Çünkü Müslüman için asıl olan, Allah’a karşı sorumluluğudur. Allah’a karşı sorumluluğu ekseninde bu dünyayı düşünen kişidir Müslüman. Yaptığı iş, arkadaşlarıyla ilişkisi, akrabalarıyla görüşmesi, başarısı veya başarısızlığı, öbür dünyanın kıstaslarına göre değerlendirilebilir. Yoksa hiçbir Müslüman’a “dünya cenneti” vaat edilmemiştir. Müslüman’ın dünya cenneti için çalışmak gibi bir vazifesi de yoktur. O Allah’ın rızasını kazanmak için Kur’an-ı Kerim’e ve hadis-i şeriflere uygun bir hayat yaşar. Bunun sonucunda ortaya bir “dünya cenneti” çıkar veya çıkmaz, bilinemez. Fakat amaçla aracı karıştırmamak gerekir. Müslüman’ın amacı dünya cenneti yaratmak değildir. Onun tek amacı Allah’ın rızasını kazanmak, ona layıkıyla kul olmak, bunun için de iyi bir Hz. Muhammed ümmeti olmaktır.

Bu yüzden Müslüman, boş duramayan insandır. Müslüman’ın tembellik yapmak gibi bir lüksü yoktur. Mesela sabahtan akşama kadar uyuyamaz Müslüman. Onun için farz kılınmış beş vakit namaz vardır. O, günün belirli vakitlerinde abdest alacak ve namazını kılacak. Bunu da öyle üstünkörü yapamaz. Usulünce yapmakla mükelleftir. Baştan savma bir namazla, örneğin sadece farzını kılıp, sünnetini terk ederek namazını kıldığında, Müslüman’da bir eksiklik duygusu meydana gelecektir. Veya tekbiri düzgün getirmeli, niyet etmeden namaza başlamamalı, rükuu, secdeyi usulünce yapmalıdır. Tabii hangi mezhebe bağlıysa, o mezhebe göre yapmalıdır. Yani Müslüman’ın en baş vazifesi, hayatının anlamı burada gizlidir. Diğer işler, tüm bunların yedeğindedir. Onlarla iç içedir. Onlardan sonra gelir. Ve Müslüman için diğer işler, bu asıl vazifeler yerine getirilmeden pek bir anlam ifade etmez. Dediğimiz gibi Müslüman’ın hedefi, sonsuzdadır. Öbür dünyadadır. Bu dünyayla kayıtlı değildir. Bu şekilde Müslüman aslında bu dünyanın ayak bağı olmasından azadedir. Kendiliğinden böyledir.

Okunan ezanla birlikte kendine gelebilendir Müslüman

Dünya işlerini küçümsediğimiz sanılmasın. Veya ibadetlerle bu dünya işlerini birbirinden ayrı düşündüğümüz, ayırmaya çalıştığımız da sanılmasın. Aksine Müslüman için her şey İslam’la bağlantılıdır. Bu yüzden mesela mutasavvıflar Allah’la kul arasındaki ilişkiyi çok incelikli bir şekilde inceler ve anlatırlar. Peki Müslüman sadece ibadet esnasında mı Yaratıcıyla ilişki içindedir? Hayır, aksine Müslüman uyurken bile Allah’la bağlantısının kopmadığını bilendir. Yaptığı işlerde adaleti gözetirken de öyledir. Arkadaşlarıyla ve iş yerindeki insanlarla ilişkisinde haksızlığa kaymamak için gösterdiği hassasiyetin temelinde de Allah’la olan ilişkisi, teknik terimle “Tanrı tasavvuru” etkilidir. Hatta ibadetlerinin yerli yerince, usulünce olup olmadığını, hayat gailesi çekerken, ibadetleri dışında neler yaptığına bakarak, insanlarla kurduğu iyi veya kötü ilişkiyi gözeterek, değerlendirerek yeniden düşünmek fırsatını yakalar. Bir mutasavvıfa sormuşlar, “Allah’la aranın iyi olup olmadığını nasıl anlarsın?” diye. Mürşit hemen cevaplamış, “Eşimle çocuklarımın bana itaat edip etmemesinden anlarım.” Bu, çok önemli bir veridir. Çünkü Allah’la olan ilişkimiz, her şeyle kurduğumuz bağı belirler.

Görüleceği üzere bütün dünya Müslüman’ı terk ettiğinde bile Müslüman’ın yapacağı o kadar çok iş vardır ki onun boşlukta durmasına, kafasını yorganın altına gömmesine veya televizyon karşısında saatlerce uyuklamasına engeldir. Daha doğrusu Müslüman için Allah tarafından belirlenen yükümlülükler onu boşluk duygusundan, nefsiyle baş başa kalmasından, kendini koyvermesinden korur. Ve çok şükür ki ne yapmalıyım şimdi diye kara kara düşünmesinden, ucu bucağı olmayan acılar çekmesinden, anlamsız çıkmazlara girmesinden kurtarır. Çünkü Müslüman’ın her zaman yapacağı bir şey vardır. Belki o an, bir şok hali yaşanabilir. İnsan yıkılabilir, yıkılmaz demiyoruz. Fakat okunan ezanla birlikte kendine gelebilendir Müslüman. Hemen kolları sıvayıp, abdest almaya gider. Ve her şeyin hayırlısını dileyerek namazını eda eder. Gün boyunca dilinden duayı eksik etmez. Namaz için evinden çıkıp camiye doğru yürümesi bile Müslüman’ın kendine gelişidir.

Veya Ramazan ayında Müslüman, gün boyunca oruca layık bir şekilde hareket etmesi gerektiğini bilir. Kötü konuşmaz, dedikodu yapmaz, işiyle meşgul olur, ani çıkışlardan, öfke patlamalarından olabildiğince uzak kalmaya çalışır. İyi düşünmeye, güzel bakmaya çalışır. Bunların hepsi bir çabadır, imtihandır, mücadeledir. Müslüman keyfine göre yaşayamaz. Nefsine dur demelidir. Tüm bunlar onun için hem zihinsel hem de bedensel çalışma halidir. Bunları durdurmadığı, isyana sürüklenmediği, Allah’la olan bağını görmezden gelmediği sürece boşluğa düşmez, anlamsızlık veya boşa çalışıp çabalıyorum duygularına kapılmaz. Çünkü Müslüman için hiçbir şey boş ve anlamsız değildir. Çektiğimiz sıkıntılarda, uğradığımız felaketlerde veya yaşadığımız güzelliklerde Allah’ın Müslüman’a gönderdiği bir işaret mutlaka vardır. İşaretler, temiz bir zihin ve kalp gerektirir. Bunun da ibadetler dışında hiçbir şeyle sağlanamayacağı bilinir.

Ayrıca o işaretlerin içinde belki de ne yapılacağı bilinemeyen konu ve olaylara dair cevaplar gizlidir. Müslüman bunları okumayı bilir. Bunlarla teselli olmayı, ondan da önemlisi, kalbini ferah tutmayı bilendir.

Ömer Yalçınova yazdı

Yorumunuz Onaylanmak Üzere Gönderildi

Hayatta ne yapacağını bilememek... Gençliğin varoluşsal sancıları

18 yaş, çocukluğun sınırı kabul ediliyor. Çocukluktan çıkmak, genç olmak, yetişkin olmak nedir?

Öncelikle şunu söyleyeyim, çocuk-ergen terapisti değilim ancak temel psikoloji bilgisi dâhilinde söyleyebilirim ki “Kim genç, kim çocuk, kim ergen?” sorularıyla ilgili olarak söz konusu grupların neredeyse hepsinin kafası karışık. Örneğin bir çocuğa sorduğumuz zaman “Ben çocuk değilim!” diye itiraz edebilir ancak enteresan bir şekilde, ergenler “Ben ergenim” diyerek, bir grup olarak kendilerine çok güzel sahip çıkıyorlar. Yani “Ergenim, ergenlik döneminin getirdiği sıkıntıların da farkındayım. O yüzden lütfen beni ergenlik paketi dâhilinde, bütün olarak kabul edin” diyorlar. Kısacası kafası karışık grupların içinde, kafalarının gerçekten karışık olmasına rağmen kendilerine en iyi sahip çıkan ve kendini en iyi tanıyan grup bile diyebiliriz ergenlere…


Gençler grubuna ise ben ergenleri pek dâhil etmek istemiyorum. Tabii ki bu benim kişisel görüşümdür. Dediğim gibi, bilimsel açıklamalar mutlaka vardır. Ama varoluşçu ekolden bir psikolog olarak benim görüşüm, ergenliğin bittiği yerde gençliğin başlaması ve yetişkinliğe kadar -artık bu yetişkindir diye ne zaman diyebiliriz, o da ayrı bir tartışma konusu- o gün gelene kadar o gruba “gençler” diye hitap etmek. Yani o kadar sınırları belli olmayan, “şu yaşta başlar, şu yaşta biter” diyemeyeceğimiz bir grup ki, bana kalırsa önümüzdeki bir kitleye “gençler” diye hitap edildiği zaman herkes birbirine bakabilir. Bir de ruhu genç olanlar var, kendini öyle hissedenler…



Yani gençlik dediğimiz zaman sınırı pek de belli olmayan, nerede başlayıp nerede bittiği belli olmayan bir kitleden bahsediyoruz. Ama aşağı yukarı toplumsal standartlara uyacak bir tanım bulacak olursak “ergenliğin bittiği, yetişkinliğin başladığı yere kadar olan grup” diyebiliriz. Enteresan bir şekilde, gençlik yetişkinliğe geçene kadar ne kadar uzadıysa, ergenlik başlangıcı da biraz erkene geldi. Bana kalırsa 16 sonrası ve çok enteresan gelecek belki ama 35’in ortasına kadar gençlik dönemi devam ediyor.


Neden 35 yaş? Doğum yaşı arttı, eğitim yaşı uzadı. Ekonomik ortamdan dolayı mecburen ailelerinin yanına taşınanlar da var. Bunlarla mı bağlantılı?

En uç noktayı söylemeyi tercih ediyorum çünkü “Şu yaştayım ama birçok şeyimi oturtamadım. 35 yaşındayım ama hala ne istediğimi bilemiyorum” denilen zaman bile artık ileri gittiği için 30-35 yaş için, uzamış hali için söylenebilir. Ama “yetişkinliğe kadar” diyorsak, yetişkinliği de tarif etmemiz lazım. Ailenizden fiziksel anlamda koptuğunuz anlamda, kendi başınıza hayatınızı gayet rahat idame ettirecek duruma geldiyseniz yetişkinsiniz demektir. Bir de bunun manevi tarafı var.




Ekonomik mecburiyetler dolayısıyla bir insan ailesinin yanına dönmüş olabilir. Bu bir yaşam olayıdır. Bir zorluk dönemidir. Bu desteği insan belki 50 yaşında da almak zorunda kalabilir, değil mi? Sanırım bunu hariç tutuyoruz.


İnsanın ailesinden duygusal olarak kopması kimsenin istediği bir şey değil ama “Yetişkinim” dediğiniz zaman başınızın çaresine bakabiliyorsunuzdur. Bunun altyazısı budur. Hani anlaşmaların en altında küçücük puntoyla yazar, onun gibi… Yetişkinlik sözleşmesinin altında, “Ben yetişkinim diyorsan kendi başının çaresine bakacaksın” yazar.


Hatta ufak çocuklar da arada “Ben kendim giderim!” der. Hadi çık git, bakalım gidebiliyor musun? Bu ifadenin arkasında durabilmemiz lazım. Neye dayanarak duracağız? Hem manevi olarak başımızın çaresine bakabiliyor olmanız lazım hem de somut olarak bakabiliyor olmanız lazım.


Ekonomik olarak destek almak bir süreliğine kendi omurgasını sağlamlaştırana kadar aileden veya bir başkasından destek almak muhtaçlık değildir, çünkü bir hedef var. “Kendi başıma hayatımı sürdürmek için bunu alıyorum” diye bir hedef varsa eğer yetişkinlik başlamış bile olabilir.


Yani destek almak bilerek, bilinçli bir plan dahilinde kullanılan bir araç gibi olursa elbette ki yetişkinliğin bir parçası da olabilir, öyle mi?

“Hedef ve plan” dediğiniz anda zaten yetişkinliğe doğru giden yol önünüzde açılmış demektir. O zaman da gençliği arkanızda bırakıp yavaş yavaş yetişkinliğin getirdiği sorumluluklara hazırsınız demektir. Hazır olmak kavramıyla ilgili bir şey aslında… Gençlik de bu anlamda bir hazırlık dönemi, yetişkinliğe hazırlık dönemi.





Gençlik dönemi dendiğinde yaşlar ve planlar birbirine karışıyor. Bazı aksaklıklar olduğunda da panik duygusu gözlemleniyor. 19 Mayıs haftasında HTHayat genç editörleriyle sohbet etmiştik. Biri tıp, biri hukuk öğrencisi, biri güzel sanatlardan yeni mezun gençleri dinledik ve bazı şeyler öne çıktı.


Genç insanlar 2 yıllık yoğun bir pandemi sürecinden çıktılar. Doyamadıkları bazı gençlik halleri var. Öte yandan kendilerine bir gelecek inşa etmeye çalışıyorlar. Üstüne de dünyanın halinin sorumluluğu onlara yükleniyor.


Bunu aslında “İhale bize mi kaldı?” diye görebilirler. Baştan söyleyeyim, o zaman daha çok acı çekerler. Ben varoluşçu ekolde çalışıyorum ve biz varoluşçu ekole mensup olanlar, negatif gibi görülen şeylere “Neler öğrenilebilir?” gözüyle bakmayı tercih ediyoruz. Türkiye’nin ve dünyanın durumu, insanlığın geleceği harika bir noktada diyemeyiz elbette. Ancak benzer şeyler ilk defa bu yüzyılda olmuyor. Tarihe baktığımız zaman defalarca “Yandık, bittik, Dünya battı” gözüyle bakılabilecek; gerçek, ciddi, büyük ölçekli yıkımların yaşandığı dönemleri görüyoruz. İkinci Dünya Savaşı en yakınımızdaki örneklerden biri, çok uzak bir zamanda değil. Burada sadece gençler, çocuklar, yetişkinler, yaşlılar olarak ayırmamak lazım diye düşünüyorum. Çünkü derler ya “Dünyanın binbir türlü hali var” Evet, dünyanın her zaman çok güzel halleri yok. Ortam her zaman kişisel gelişimimize, ruh halimize çok iyi gelecek şekilde gelişmeyebilir, oluşmayabilir.


Burada sorulacak şu bence; bir başkasının sorumluluğunu üstlenmekten ziyade “Bu şartlarda ne yapacağım? Değiştirebileceğim şeyler var mı? Değiştiremeyeceğim şeylere dayanacak gücüm var mı?” Nietsche’nin meşhur sözü vardır. “Nedenini bilen nasılına da katlanır, nasıl olacağını da bilir” gibi…


Gençleri konuşurken bunu özellikle konuşmak istedim. Kaç yaşında olursanız olun, çocukluktan bile başlayabilirsiniz, doneleri kazanmaya, bu şekilde şekillenmeye başlayabilirsiniz. Kendini tanımak, kapasitesini bilmek, yapabileceklerini, hareket ettirebileceği taşları, hangi kayanın altına elini sokabileceğini, gücünün neye kadar yeteceğini test ede ede gitmek çok önemli bir şey. Kendini tanımakla, kapasiteni ve enerjini tanımakla ilgili bir şey. Kaç yaşında olursanız olun, kendi kapasitenizi, yapabileceklerinizi ve etkileyeceğiniz çevre çapını biliyorsanız eğer, “Dünyayı sen kurtaracaksın” gibi, bu tip söylemler sizde bir etki oluşturmaz. Çünkü yapabileceğiniz şeyleri biliyorsunuz. Kimse size gelip de “Bu ülkeyi sen kurtaracaksın” diyemez, kaldı ki desin, orada gönül rahatlığıyla diyebilirsiniz ki “Yok artık… Benim de gücüm belli. Elimden şu gelir, bu gelir, evet, yaparım” dersiniz ama öncelikle kendiniz için yapıyorsunuz bunları. Kendi geleceğiniz için, kendi mutluluğunuzu ve tatmininizi sağlamak için meslek seçiyorsunuz, sınavlara giriyorsunuz, okullara gidiyorsunuz. Bunlar öncelikle kendiniz için…


Birey birey bakalım, makrodan mikroya gidelim; mutlu ve tatmin olmuş şekilde kendi kendine yaşayan bireylerin oluşturduğu bir toplum da zaten intihar aşamasında değildir.


Böyle bir toplum doğal olarak yükselir ve mutlu bir topluma dönüşür.

Yani şartlar ne kadar yıkık dökük olursa olsun, bakın İkinci Dünya Savaşı da değil, kendimizden örnek vereyim. Bizim tarihimizde de çok önemli bir Kurtuluş Savaşı var. Nasıl ki Avrupa İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kendini yeniden inşa ettiyse biz de Türkiye Cumhuriyeti olarak küllerinden doğmuşuz. Hiçbir şey yokken bütün bunlar yapılmış. Oradan da şunu çıkarabiliriz. Gerçekten de insan ne istediğini bilirse, insanın hedefi kesinse ve gözünde netse içindeki o şevkle, motivasyonla gerçekleştirebileceği somut şeyler kendisinin bile şaşıracağı şeyler olabilir. Ama bunun için çok güçlü bir içsel netlik ve güçlü bir motivasyon şart. “Ne yapabiliriz?” sorusuna “Mutlaka bunları kazanmaya çalışın” diye cevap verebilirim.


Peki nasıl?

Bu da maalesef sadece deneyerek oluyor.




Eylem gerekiyor, değil mi? Susadıysak su içmeye yönelmemiz gibi… Buraya kadar tamam ancak o içsel gücünü hissedemeyenler ne yapabilir? Varoluşçu ekolün penceresinden bakarsak, sorumluluğun oldukça fazlasının bireyde olduğunu anlıyorum. Çok da mağdur olamıyoruz, değil mi?

Dış dünya koşulları ne şekilde olursa olsun, ‘ne var, ne yok?’ diye baktıktan ve adını koyduktan sonra “Şimdi ne yapabilirim?” diye dönmek kişinin kendi sorumluluğu sanırım.


Gençlerin en büyük sorumluluğu “Ne yapabilirim?” diye kendilerine sormak. Bu yeter. Bir ülkenin, ekonominin, toplumsal çöküşün vs sorumluluğunu tek başına gençler üstlenemez. Bunun aksini iddia edenlerin de bir adım geri durması gerektiğini düşünüyorum. Hiçbir şeyin geleceğe yönelik sorumluluğu küçük bir gruba yüklenemez, böyle bir şey olamaz.


Ama en azından kendileri için, kendi içinde netlik kazanmak için çalışsınlar. Bu kısa bir sürede yapılabilecek bir şey değil. Bunun için bütün gençliklerini harcasınlar. Şartlar onlara ne kadar öyle gösterirse göstersin, içinde yaşadığımız hız çağı, fast food gibi terimlerle her şeyin hızlı olması gerektiği gibi bir algı oluşturuyor ve bu algı adeta pompalanıyor. Bu anlamda gençlere sorumluluk veremem. İnsanların bunu böyle algılaması için çok ciddi bir çalışma var. Pazarlama stratejileri ve diğer her şey hızlı ve tüketmek üzerine… Bu noktalarda uyanık olmalarını rica ediyorum. Hazır gençlik dönemi de bu kadar uzamışken, yetişkin olma yaşı bu kadar ileri gitmişken bol bol vakitleri var. Asıl önemli şey, “Bu hayatta beni ne mutlu eder? Ne tatmin eder? Bir bakayım. Deneme-yanılma yöntemiyle bulmaya çalışayım” diye bakmak. Şimdi imkânlar eskiye göre daha geniş. Kariyer günleri, okullarda çalışan çok kapasiteli ve donanımlı rehber öğretmenler, meslek seçiminde donanımlı olan eğitim kurumları var. Bunlardan faydalanabilirler. Yaz tatillerinde ve kısa tatillerde kendilerine staj imkânları yaratıp gözlerinin takıldığı, içlerinin çekildiği işlerle ilgili içsel, içeriden bilgi edinebilirler.


Bir gelecek vizyonu oluştururken ortaya çıkan düşünce balonları içinde sadece meslek seçimi ve kariyer olmuyor. Çocuk sahibi olmak, aile olmak gibi kavramlar da var. Partner seçimi o kadar önemli bir konu ki… Yetişkinliğe geçildiği zaman pek çok kişinin “Ben bunları hallettim” dediğini sanmıyorum, çok konu var ve bunlar gerçekten zor konular. Bu konularla ilgili olarak kendilerine vakit vermeleri lazım. Çünkü kendini tanımayan insanın mesleki olsun, özel hayata dair olsun kendine uygun olanını bulması çok zor.


Yıllar sonra düzen değiştirmek, yenisini kurmak çok daha zor.

Daha yavaş ilerlemeli. Partner seçimi, meslek seçimi, bunlar önemli konular. Bana kalırsa “Gençlik dönemini ne ile geçireceksiniz?” diye sorulursa bu konularla ilgili sohbetlere katılmak, yayınları takip etmek, staj imkânlarını yakalamak, içeriden bilgi edinebilecek fırsatları kovalamayı tavsiye ederim. Çünkü insan kendisi gibi olmayanla karşılaştığı zaman ne istediğini anlıyor. Bu çok enteresan bir şeydir. Karşınızda bir diğeri olmadan kendinizi tarif edemezsiniz, tanımlayamazsınız. Bütün gün aynadaki aksınıza baktığını düşünün, dünyayı da ondan ibaret zannedersiniz. Bir başkasıyla, bir farklılıkla yüzleşmeniz lazım ki beğeniyor musunuz, beğenmiyor musunuz diye anlayabilesiniz.



Belki deneyimlediği ve gördüğü şeylere bakarak “bunu istemiyorum” diyebilir veya küçük bir ilham alabilir. En azından etkileşime girmeli… Pandemi online etkileşimi adeta patlattı. Yüz yüze etkileşimden çok faydalanamadıklarından dem vuruyorlar ancak deneyimler kazanmak için de imkânlar çeşitlendi. Ne var ki gençlerin ekonomik kaygıları da çok yoğun… Eğitimini yarıda bırakan ve para kazanma isteğiyle eğitimini donduran gençler duyuyorum. Maddi zorunluluklar bir yana, bir heves ve telaş da yaşanabiliyor. Bir hıza kapılma hali de olabilir mi?


Bu biraz da zaman içinde kazanılan bir deneyim. “Bir şeyler kaçıyor” hissiyatı ve yetişme isteği o yaşlarda hep vardır. Belli bir yaştan sonra enerji de kalmıyor. Gençler için “kanı kaynıyor” denmesinin sebebi bu, çünkü enerjileri gerçekten de var. Beş yere birden koşacak enerjileri var. Peki bunu yapmak lazım mı? “Lazım değil ama enerjim var, çok istiyorum, hepsini denemek istiyorum” diyorsa deneyebilir. Enerjisi varsa deneyebilir, ne güzel.


Bir şey kaçırma hissi varsa ona biraz bakmak lazım. Örneğin yıkılmış ülkelerden, savaşlardan çıkan insanlara baktığımızda yaşa bağlı olmadan ve sadece fiziksel değil, psikolojik olarak da enerjilerinin kalmadığını görüyoruz. Ancak varoluşçu pencereden bakınca, insan iradesi dediğimiz mekanizma o kadar güçlü ki, size nereden çıktığını bilmediğiniz bir depodan enerji veriyor. Eğer ki özgür iradeniz yönünde hareket ediyorsanız…


“Yapmalıyım, mecburum” hissi, birinin dürtmesi hissi ayrı bir şey; bir şeye çekilmek ayrı bir şey. Eğer ki bir şey size büyü gibi cazip geliyorsa, “Bunu yapmalıyım” hissiyatıyla bir yere doğru yöneliyorsanız, o enerjiyi 45 yaşında da bulursunuz. Ama o size çok cazip gelmeli. Bu his, tutkuyla bir şeye doğru gitme hissi insana inanılmaz derecede enerji veren bir durumdur. Bu ikisini ayırmak lazım.


Maddi sıkıntılar nedeniyle süregelen eğitim planına ara vermeyi anlarım. “Dünyanın bin türlü hali var” dediğimiz hallerden biri başınıza gelmiştir ve o sıralarda ara verirsiniz, bu olabilir. Ancak burada hayat bitmez. Örneğin çok enteresan bir şey olur, okuduğunuz bölümle alakası olmayan ve mecburen girdiğiniz işi seversiniz. “Bu yolu sevdim” diyebilirsiniz. 3-5 yıl o yolda ilerleyebilirsiniz. Deneyim kazanırsınız, para kazanırsınız, maddi olarak bundan faydalanabilirsiniz. Sonra dersiniz ki “Ben o okuduğum bölümden de uzaklaşmadım, ona da devam etmek istiyorum.” Emin olun ki onun da bir yolunu bulursunuz. Kulağa çok klişe geliyor ama “Bizim zamanımızda yoktu” dedikleri gibi online eğitimler gerçekten de yoktu. Bir konuda bir şey yapmak istiyorsanız onunla ilgili bir araştırma yapma imkânınız çok. İmkâna ulaşmak için seçenekleriniz de çok.



Gençlerle yaptığımız yayında “Size ne iyi gelirdi?” sorusuna cevap olarak en çok “Umut” çıktı. Umuda ihtiyaçları var ama etraflarındaki yetişkinlerden umut dolu bir şeyler duymadıkları müddetçe içsel anlamda bir yönlerini kaybediyorlar. Yine bir yolda gidiyorlar aslında…

İnsanlara bazı şeyleri kabul ettirmek ve yaptırmak için bütün dünyada, biraz da siyaseten kullanılan bir strateji vardır, ortamı çok karanlık göstermek. Bütün dünyada, bütün zamanlarda bu bir propaganda stratejisidir. Bu ortam yaratılır ki alternatif olarak sunulacak her ne ise ona kurtarıcı gözüyle bakılsın. Bu bir hazırlıktır. Umutsuzluk da insanları her şeyi yapacak, irade gücünü, kendi muhakeme gücünü kaybedecek noktaya, kafası karışık hale getiren kuvvetli bir duygudur. Ortada hiç umut edecek bir şey olmayabilir ancak Pollyanna gibi, kendinize umut için bir ‘ışık deliği’ açmanız lazım. Sırf gençler için söylemiyorum.


Bu bir 'Kendine yardım' stratejisi mi?

Kötü ve sıkıntılı bir duruma düşüldüğü zaman herkesin kullanabileceği kendi kendine yardım stratejilerinden biridir; içeri ışık girecek bir delik açmanız lazım. İster matkapla, ister tırnaklarınızla o deliği açmanız lazım. Çünkü o sorunun, o sıkıntının içinde olan sizsiniz ve örneğin ben oradayım. Dışarıda ışık olduğunu biliyorum. Yani ışık var… O deliği açsa, azıcık da olsa ışık gireceğini ben biliyorum. O yüzden diyorum ki, “Kendinize umut yaratabilirsiniz.” İçinde bulunduğunuz durumda, Nietsche’nin de söylediği gibi, eğer nedenini biliyorsanız, nasıl’ı ile de bir şekilde baş edersiniz. Onun da bir yolunu bulursunuz. Dolayısıyla umut, size dışarıdan tepsiyle sunulacak bir şey değil.


Mutluluk içimizde gibi klişe bir laf olacak belki ama maalesef umut da öyle. Umut size tepsiyle sunulmayacak. Umudu da biraz kendi yaratıcılığınızla, analiz gücünüzü kullanarak –ki gençlerin analiz gücü ve potansiyeli, artısıyla eksisiyle bir konuyu değerlendirme becerileri inanılmazdır- ihtiyaçları olan umudu da rahatça kendilerine yaratabilirler. Ancak şunu da kabul etmek gerek ki dışarıda iyi bir şey görmek çok zor. İnsanlar arasında konuşulan ve gençlerin yolda yürürken duydukları şeyler bile iç açıcı değil, adeta bir bombardıman gibi. Ancak böyle anlarda bir can simidi gibi bir şey olarak hep tarihe bakmak lazım. Şu anda konuşulan kadar kötü olsak çoktan dünyanın ve insanlığın batmış olması lazımdı.


Yaşam bir şekilde devam ediyor…

İnsanlık bitmiyorsa, insan olarak her şeye dayanabiliyorsak, demek ki bunun bir formülü var. Bunun formülü de umutlu ve motive olmak, ne istediğini bilmek. İnsan çok enteresan bir varlık. Küçücük bir şeyle dünyası yıkılabilir ama o küçücük ışık deliğinden gördüğü şey için bütün dünyayı ayağa kaldırabilir.


Peki umudu nasıl yeşertecek, nasıl irade sergileyeceğiz? Gençler özgür iradelerini nasıl harekete geçirebilir? Motivasyon düşüklüğü için ne yapmalı?


Röportaj: Senem Tahmaz






nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası