doktorların hastaları muayene ederken kullandıkları alettir / (DOC) Medical in Rome | Evangelia Bülbüloğlu - funduszeue.info

Doktorların Hastaları Muayene Ederken Kullandıkları Alettir

doktorların hastaları muayene ederken kullandıkları alettir

Stetoskop

Stetoskop, vücut içinde oluşan sesleri dinlemek için kullanılan tıbbi bir cihazdır. Stetoskop genelde üç ana kısımdan meydana gelir;

  • Diyafram,
  • Tüp (elastik boru şeklinde)
  • Kulaklık

Bazı stetoskoplarda ayrıca çan denilen ve alçak perdeden sesleri yükseltmeye yarayan bir kısım da bulunur. Diyafram, stetoskobun tüp kısmının ucunda bulunan ve dinlenmek istenen bölgeye değdirilen yassı koni şeklinde bir parçadır. Bu parçanın içinde ortamdan yalıtılmış bir zar vardır. Yüzeydeki sesle titreyen zar konik parça içindeki havaya basınç uygular ve bu basınç tüp içinden kulaklığa kadar ulaşır ve uygun yapıdaki kulaklık parçaları, sesi kulak içine yayar. Basit bir mantıkla çalışan stetoskop, bir nevi mekanik yükselticidir.

Stetoskopla en çok dinlenen sesler şunlardır;

  • Kalbin atışı
  • Akciğerlerin çıkardığı sesler
  • Bağırsaklarda ve midede ortaya çıkan sesler
  • Nabız

Ayrıca kan basıncını ölçmek için de kullanılır.

Stetoskop ile vücuttaki sesleri dinleme işine oskültasyon (auscultation) denir. Oskültasyon, tecrübe gerektiren bir teşhis yöntemidir. Stetoskop ile kulağa ulaşan sesin normal olup olmadığını anlamak, eğitim ve deneyim gerektirir. Mesela kalpten yayılan birçok ses vardır ve bu seslerin bazısı insandan insana farklılık gösterebilir.

Tarihçe[değiştir

T.C. İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ ESKİÇAĞ DİLLERİ ENSİTİTÜSÜ KLASİK FİLOLOJİ BÖLÜMÜ ESKİ YUNAN DİLİ VE EDEBİYATI ANABİLİM DALI ROMA DÖNEMİNDE TIP Seminer Tezi Vangelia Bülbüloğlu Tez Danışmanı: Doç. Dr. Hamdi Şahin İstanbul 1 ÖNSÖZ Biliyorsunuz ki tıp, sağlık hayatta kalma tüm canlılar için temeli oluşturan ve önemi ilk sıralardaki konulardan biridir. Zira sağlık olmadan hiçbir şey yapılamayacağını her gün gazetelerden ve pek çok teknolojik aletlerden öğrenmekteyiz. Hele ki günümüz hastalıklarının arasına adeta bir modaymış gibi oturan kanserin her gün yüzlerce can almaya devam ettiğini duyar ve şahit olurken… Ne yazık ki arkadaşlarımız, yakınlarımız ailemiz veya sevdiklerimizin başına gelebilecek kadar yakınımızda bir hastalık. Tabii sadece kanser değil en basit hastalıklar bile dikkate alınmalı başa çıkılabilir hale getirilmelidir. Bunun için illa doktor olmaya gerek yok. Anlatmaya çalıştığım kısım böyle hayati konularda az da olsa bilinçlenmek. Bu yüzden de Roma’da Tıp adlı bu seminer çalışması tezimi seçmeme yardımcı yukarıda saydığım sebepler, tıbba olan merakım ve eski dönemlerde sınırları ve günümüz bakış açısıyla yetersiz koşullarda tıbbın nasıl uygulanabileceği soruları oldu. Her zaman olduğu gibi beni cezbeden bir konu olması dışında çalışılıp araştırılması, üzerinde çalışılması bol bir konu olduğundan da tercih ettiğimi itiraf etmem gerekir. Bunun hem artıları hem de eksileri olduysa da Roma döneminde tıpta ne gibi şeylerin yapıldığını ne kadar yol kat edildiğini, önemli ve önemsiz şeyleri genel bir bakış açısıyla da olsa ele almayı başardığımı umuyorum. Öncelikle ilk defa böyle bir çalışma yapıp, tez nasıl yazılır? Sanal ortamda bu tür yazılar nasıl ele alınır? Bunları öğrenmemizi ve cesaretlenmemizi sağlayan Doç. Dr. Hamdi ŞAHİN hocamıza teşekkürü bir borç bilirim. Kullandığım kaynakların ve ana dilimin yunanca olması dolayısıyla, kendim yaptığım çevirilerde yunanca olarak anladığım lakin Türkçesini bulamadığım kelimeleri bulmamda sabırla yardımcı olan annem Elizabet ERTAMBAK’A, tez yazım sürecimde geç vakitlere kadar beni kollayan, doyuran ve tüm ihtiyaçlarımı tek bir sitem etmeden karşılayan fedakâr babaannem Angeliki’ye çok teşekkür ederim. Onların, üzerimde olağan emeklerine karşılık bu tezi hazırlayarak onları onurlandırabileceğimi inandığımı belirtmek isterim… Saygılarımla İstanbul 2 İçindekiler Tablosu Tez Kapağı………………………………………………………………………………………………… ……………………………… Önsöz…………………………………………………………………………………………… …………………………………………….2 İçindekiler………………………………………………………………………………………… ……………………………………….3 Kaynakça……………………………………………………………………………………… ……………………………………………4 SAĞLIK VE TIBBA DÜNDEN BUGÜNE BAKIŞ 6 Tıbbın Doğuşu 6 Toplum Sağlığı 10 Halka Açık Hamamlar 12 Roma Dönemi Tedavi Mekanları 13 Diğer Kamu Sağlık Hizmetleri 19 Doktorlar ne Öneriyordu…………………………………………………………………………………………… …………… Roma Dönemi Hastane Yapısına Genel Bir Bakış……………………………………………………………………… ROMADA TIP NASIL UYGULANIRDI? . 22 Uygulamalı Tıp, Bitkisel ve Diğer İlaçlarla Tedavi Yöntemleri…………………………………………………… Roma Döneminde Tıp Aletleri………………………………………………………………………………………………….. 23 İhtisaslar……………………………………………………………………………………… ………………………………………… Göz Doktorları……………………………………………………………………………………………… ………………………… Jinekoloji……………………………………………………………………………………… ………………………………………… Cerrahi………………………………………………………………………………………… ………………………………………… 3 Tıbbi Ücretler………………………………………………………………………………………………… …………………………38 ROMA DÖNEMİNDE ÖNEMLİ HEKİMLER Hippokrates…………………………………………………………………………………………… ……………………………………… Theophrastos………………………………………………………………………………………… …………………………………………43 Galenos………………………………………………………………………………………………… ………………………………………… Efesli Soranos………………………………………………………………………………………………… ……………………………… 4 KAYNAKÇA  IVANOVİTCH ROSTOVTZEFF MİCHAEL, Ρωμαική Ιστορία, Çev: Καλφόγλου Β, Παπαζήση Yayınevi,  MANGO CYRIL, Ιστορία του Βυζαντίου, Çev: Όλγα Καραγιώργου, Oxford University Press, Çeviri Yayınevi Νεφέλη, Atina  BAYKAN DANIŞ, ‘’ Roma Dönemi Tedavi Mekânları ‘’, Trakya Üniversitesi Sosyal Birimler Enstitüsü, İsmail Fazlıoğlu Anı Kitabı, /3.  ARIHAN SEDA KARAÖZ, ‘’ Antik Dönemde Tıp ve Bitkisel Tedavi ‘’, Ankara Üniversitesi,  GRİMAL PİERRE, Η Ρωμαική Αυτοκρατορία 27 Π.Χ Μ.Χ, Çev: Χοροσκέλης Δημήτρης, ΘΥΡΑΒΕΝ Yayınevi  PROF. DR. ERDOĞAN YALAV, Tanrısal Gücün Elçileri, Antikçağda Tıp Aletleri, Amerikan Hastanesi Yayınları,  SOYDAN NURAY,’’ Roma Tıbbı ve Kadın Hastalıkları’’ İstanbul Üniversitesi,  KOBANER MEHMET GAZİ, ‘’Roma Dönemi Çukurova’sında Sıtma’’ ( Malari İn The Roma Era İn Cukurova), İstanbul Üniversitesi,  EROĞLU SERPİL, ‘’ Sardis, Roma-Bizans Toplumlarında Diş Hastalıkları ve Ağız Sağlığı’’,( Dental Diseases and Oral Health At The Sardis Population),  AKTAŞ ŞABAN, ‘’ Antik Dönemde Tıp’’,  KRUG ANTJE, ‘’ Heilkunst und Heilkult Medizin Der Antike München’’  SİEGRİST, H. Anfaenqe Der Medizin Stuttgart’’  Dr. Hakan Yaman, ‘’Anadolu Tıp Tarihinin İzleri’’ Ankara  Die Gynakologie Des Soranus Von Ephesus Geburtshilfe, Frauen und Kinder Krankenheiten, Diatetik Der Neugeborenen, Almanca E-Kitap.  VORTAQE KLİNİSCHER, Die Gynakologie Des Soranus Von Ephesus, Almanca E-Kitap  BAYKAN DANIŞ, ‘’ Allianoi Tıp Aletleri’’ ( Surgical İnstruments From Allianoi), İstanbul Üniversitesi,  BAYKAN D. “Antik Çağ’da Balkanlarda Tıp Uygulamaları / Medical Applications at Balkans in Ancient Times” 5. Balkan Tıp Tarihi ve Etiği Kongresi Özet ve Bildiri Kitabı / 5th Balkan Congress on the History & Ethics of Medicine Abstract and Proceedings Book, (Ed. Demirhan Erdemir, A. vd.) İstanbul,  THOMAS PH. Graeco-Roman Medical and Surgical Instruments. J. Coll. Gen. Practit,; 6:  AKARSU SEDA, AKARSU BABÜR MEHMET, TIRPAN AHMET ADİL, ‘’.Roma Döneminden Ortaçağ’a Tıp Aletleri’’ (Medical Tools from Roman Period to Medieval ), Selçuk Üniversitesi,  POLİTZER A, History of Otology: From Earliest Times to the Middle of the Nineteenth Century, Vol. I. Phoenix, Columella Press,  MİLNE JS, Surgical Instruments in Greek and Roman Times, Oxford, Clarendon Press,  KUZU ZERRİN, ‘’Laodikeia Hamamları’’( Baths of Laodikeia), İstanbul Üniversitesi,  BENDİCK JEANNE, Tıbbın Kapıları Galen, Çev: Ebru Solmaz Duman, Yurt Kitap Yayın, 5  Yrd. Doç. Dr. MEHMET KARATAŞ, Roma Tıbbı, Tıp Tarihi ve Etik Ad,  Yrd. Doç. Dr. TAMER AKÇA, Roma Tıbbı,  BAYAT ALİ HAYDAR, Tıp Tarihi,  YEGÜL, F,Antik Çağ’da Hamamlar ve Yıkanma. Çev. Erten, E. Homer Kitapevi, İstanbul,  YEGÜL, F: Baths and Bathing in Classical Antiquity, Mit, New York  PLİNİUS (Gaius, Secundus), Naturalis Historia: Plinius, Natural History, Çev. H. Rackham, Harvard Üniversitesi Yay. Londra,  VİTRİVİUS, De Architectura Libri Decem: Mimarlık Üzerine On Kitap, (Çev. Güven, S.), Şevket Vanlı Mimarlık Vakfı Yay. İstanbul,  VİTRİVİUS, On Architecture, Çev. Granger, F. Harvard Üniversitesi Yay., Londra,  BLİQUEZ, L.J: Roman Surgical Instruments and other Minor Objects in The National Archaeological Museum of Naples, Philipp von Zabern, Mainz. .  KÜNZL, E: “Instrumentenfunde und Arzthäuser in Pompeji: Die medizinische Versorgung einer römischen Stadt des 1. Jhs. n. Chr.” Sartoniana 11,  KÜNZL, E: “Lawrence J. Bliquez und die medizinischen Instrumente aus Pompeji: Die medizinische Versorgung einer römischen Stadt im 1. Jh. n. Chr.” JRA 12,  EREN, N: Çağlar Boyunca Toplum Sağlık ve İnsan, Ankara.  ERGEÇ, R: Eskiçağ Tıbbı ve Zeugma Antik Tıp Aletlerİ Nabız Dergisi 6,  LEWİS.P.,Tıp Tarihi, (Çev. Güdücü, N.) İstanbul.  JACKSON, R. “The Domus ‘del chirurgo’ at Rimini: An Interim Account of the Medical Assemblage” JRA 16,  FAGAN, G. Bathing in Public in The Roman World, Londra.  FONTANİLLE, M.-T. “Les Bains dans la Médicine Gréco-Romaine” Revue Archéologique 21,  DVORJETSKİ, E. “Medicinal Hot Springs in the Greco-Roman World” The Roman Baths of Hammat-Gader (Ed. Hirschfeld, Y.) Kudüs,  ALLASON JONES, L. “Health Care in the Roman North” Britannia 30,  MALİSSARD, A. Les Romains et L’Eau, Les Belles Lettres, Paris,  THORPE, M. Roma Mimarlığı, Çev. Akbulut, R. Homer Kitabevi, İstanbul.  AKARSU SEDA, AKARSU BABÜR MEHMET, TIRPAN AHMET ADİL, ROMA DÖNEMİ’NDEN ORTAÇAĞ’A TIP ALETLERİ, Medical Tools from Roman Period to Medieval  SAĞLIK VE TIBBA DÜNDEN BUGÜNE BAKIŞ TIBBIN DOĞUŞU Hastalık amilleri insanın ortaya çıkışından önce de mevcuttu. Günümüze ulaşan fosiller, hastalıkların milyonlarca yıl değişmediğini göstermektedir. Tıbbın ne zaman başladığı sorusuna ise cevap vermek güçtür. Tıp, insanlığın şifaya koşan tabii içgüdüsünden doğmuş; insanın yarasını deşmesiyle ve hasta organını kesip atmasıyla değil, bilakis sarmasıyla başlamıştır. Dolayısıyla, hekimlik yeryüzünün en eski mesleklerinden biridir. Hayvanlar, milyonlarca yıldır devam eden içgüdüleri 6 sayesinde hayatta kalmış, nesillerini devam ettirmiş ve hastalıklarını tedavi etmişlerdir. Mesela; Gözlerinde katarakt oluşan keçiler, hasta gözlerini çalılara sürterek opak hale gelmiş lenslerini çıkarırlar. Fazla yemek yiyen leylekler, gagalarına aldıkları suyu rektumlarına boşaltıp lavman yaparak karınlarındaki şişkinliği giderirler. Çoban köpekleri, kusmaları gerektiğinde kenarları tüylü otları yerler. Derilerine parazit yerleşen mandalar çamur banyosu yaparak temizlenirler. Tabiatın zor şartlarında içgüdüleriyle yaşayan hayvanlar, ehlileştirildiklerinde bu özelliklerinin bir kısmını kaybederler. Hayvanlarda biyolojik bir güç olan içgüdü insanda yerini zekâya bırakır. Hayvanlar biyolojik evrimlerini tamamlayarak doğdukları halde, insan yavrusu, cenin (fetüs) halinde, embriyolojik olarak gecikmiş doğduğundan biyolojik olarak diğer omurgalılardan zayıftır. Doğumu takip eden yıllık dönemde çevresine uyum sağlar. Bu durum, toplum hayatı, eğitim ve kültürü doğurmuştur. Toplumsal örgütlenme güçlenip üretim imkânları çoğaldıkça insanın hayvani içgüdüleri zayıflamış, deneme-yanılmalar sayesinde zekâ ve iradesi kuvvetlenmiş, heceli sesler çıkarabilmesi dili doğurmuştur. İnsan, düşünebilme, konuşabilme, dik duran başı, gözü ve kulağıyla üç boyutu kavrayabilme, ileri-geri, aşağı-yukarı, sağa-sola hareket edebilme ve evreni süjeden bağımsız görebilme kabiliyetine sahiptir. En önemli özelliği bilici (homo sapiens) olmasıdır. Aklını ve elini kullanarak objeleri kendine elverişli hale getirmesi, yani veri objelerini yapma objeler haline dönüştürmesi bu gücün sonucudur. Bir başka deyişle, yapıcı/imal edici (homo faber) bir varlıktır. Hayvanların içgüdüleri çeşitli şekillerde yapıcıdır. Mesela, kunduz yalnızca yeraltında bölmeli evini yapabilir. Maymunda alet yapma gücü yoksa da sınırlı kullanma gücü vardır; bu güç aşağı seviyede bir zekâyla işlendiği için biliciliği doğurmaz. Hayvanların ustalığı içgüdüsel olduğu için ilerlemez. Zamanla insanlar, faydalı ve zararlı bitkilerin tabiatta yaşayan hayvanlar tarafından ayır edilebildiğini fark etmiş, hasta hayvanların hangi bitkileri yediğini gözlemlemiş ve bunları kendi hastalıklarında kullanmaya başlamışlardır. Ancak, faydalıyı zararlıdan ayırma sürecinde çok sayıda insan zarar görmüştür. Böylece ilk insanlar kendilerinin hem hekimi hem eczacısı olmuş; yaralarına bitki lifleriyle ağaç yaprakları bağlamış, kırıklarını ağaç dalları ve çamurla sabitlemiş, ağrıyan yerlerine güneşte ısıttıkları taşları koymuşlardır. Bin yıllar içinde tedavi metotları, kabile şefleri, rahipler, büyücüler gibi bu işe yatkın ve meraklı kimselerin elinde toplanmıştır. Bazı kabilelerde veraset yoluyla büyücü hekim olunurken, bazılarında bu göreve deforme 7 vücutlular, saralılar gibi olağanüstü özelliği olanlar seçilmiştir. Yapıları geliştikçe hastalıkların sebeplerini düşünmeye başlayan insanlar, gözle görülebilen sebeplerden kaynaklanmayan tıbbi problemleri açıklamakta aciz kalmış, bunları yıldızların durumu, güneş ve ay tutulması, şimşek çakması gibi tabiat olaylarına bağlamışlardır. Bu inanışlar insanın, su, ağaç, toprak gibi bazı nesneleri tabulaştırmasına yol açmış; totem sembolü olarak yaptırılan muskalar, dövmeler ve hastalığa yol açtığı düşünülen kötü ruhların bedenden uzaklaştırılması gibi tedavi yolları ortaya çıkmıştır. Yazının bulunmasıyla, o güne kadar birikmiş tıbbi bilgiler kaydedilmeye başlamış ve sosyal hayatın merkezi konumundaki tapınaklarda koruma altına alınmıştır. Tabletlerin tapınak dışına çıkarılmasının yasak olması ve rahipler dışında çok az kimsenin yazıyı bilmesi sonucunda tıp, din adamlarının yürüttüğü bir meslek olmuştur. Tıp tarihine genel olarak bir göz gezdirdikten sonra esas konumuz olan Roma’ya doğru bir adım atalım; Yapılan araştırmalar, incelemiş olduğum tezler ve makaleler sonucunda Roma dönemi tıbbının en temel karakteristiği halk sağlığı konusundaki sorunlara anlayış olmuştur. Iustinianus’un hukukundaki ‘’kanun’’ ifadesinin Romalıların insan üzerindeki algısında tıbbi anlamda da etkileri olmuştur. Zira bu anlayış o dönemde temel anlamda kendisini hamamlarda, sarnıçlarda ve hastanelerde göstermiştir. Bu nedenle de Romalıların su tedarikini ve akışını sağlayan sistemleri mükemmeldi. Ayrıca kullanılmış suyun aktığı sistemler ve kanalizasyonlar mevcuttu. Tabii ki bahsettiğimiz tedavi uygulamak konusundaki ilk insanlar değildirler. Onlardan pek çok yüzyıl önce şu anki tıp anlayışından farklı fakat bir temel ve başlangıç göstergesi olarak antik Yahudileri gösterebiliriz ve bunların ayrıntılı biçimlerine eski ahitte rastlamaktayız. Bir fikir almak adına eski ahitte bakıldığında… Levililer () ‘’ « Αν κάποιος αγγίξει ένα πράγμα ακάθαρτο, είτε ψοφίμι ακάθαρτου θηρίου… είτε ψοφίμι ακάθαρτων ερπετών και δεν το αντιλήφθηκε, εντούτοις θα είναι ακάθαρτος κι ένοχος ».’’ (Καραγιώργου ) yani her kim ki ölü bir yaratığın leşine ölü bir böcek leşine veya temiz olmayan herhangi bir şeye dokunur, o vakit hem suçlu hem de kirlidir cümlelerine devamında ise ‘’Ή αν αγγίξει ανθρώπινη ακαθαρσία, οποιασδήποτε μορφής και αν ήταν η ακαθαρσία του, διαμέσου της οποίας κανείς μολύνεται και δεν το αντιλήφθηκε, Όταν αυτός το γνωρίσει, τότε θα είναι ένοχος».’’ Yani eğer herhangi bir şekilde insan dışkısına dokunur ve bundan dolayı ölür de farkına varılmazsa o vakit bunu ortaya çıkaran da suçlu bulunacaktır. Tüm bu örnekleri ele alarak diyebiliriz ki; o dönemin şartlarında sağlık olarak algılanan durum çok sert noktalar ile belirlenmiş ve tıbbın temel ilkelerinden biri olarak temizlik unsuru 8 öne sürülmüştür onlara göre bu unsurun tıp konusunda en büyük mantığının önlem olduğunu söyleyebilmekteyiz. Yine eski ahitte biraz aşağıdaki satırlarda kendi halkı ve ülkesi dışına ( söz konusu yer İsrail’dir ) çıkar ve yabancı birinin kanını içerse o kişi kendi topraklarından men edilecektir demektir. Buradaki tutum kendi halkları dışındaki insanları kirli ve bu mantıkla da sağlıksız gördüklerini aklımıza getirmektedir. Bu sınırlama, Yunanlıların kendi dilleri haricinde başka diller konuşanlara ‘’barbaroi1’’olarak adlandırmalarını anımsatmaktadır. Tabii bu kan içme olayı sadece sağlık konusunu içermez ahittin diğer sayfalarına ve bu konunun devamına bakılınca olayın dini boyutlarının olduğu da anlaşılmaktadır. Temeldeki mantık insanın et yiyen bir canlı olmasından kaynaklanır fakat bir şekilde bunu izole edebilmeyi böyle başarmışlardır ve diyebiliriz ki bunu günümüz standart Yahudi dini kanunlarına da oturtmuşlar bunun sonucunda da başlıca temizlik olarak sünneti görmüşlerdir. Konuya ayrıntılı olarak değindiğimizde Yahudiler ile Romalılar arasında bu konuda pek çok benzerliklere rastlanır fakat bunu yapmalarındaki sebepler farklıdır. Yahudiler ’in bunu sağlıktan çok dini koşullara oturtmuş olduğunu, Romalıların ise sosyal yükümlülük olarak gördüğünü rahatlıkta söyleyebilmekteyiz. Dönemin koşullarında çok ilkel şartlarda bile olsa tıbbın gelişimi için uğraşmaları sanırım en önemli kısımdır. Bu konuda da tıp ile ilgili en önemli bilgileri içeren ve ilk el kitabı Ebers papirüsü2 Mısır’da yapılan kazılarda ortaya çıkmıştır. M.Ö. ’lü yıllarda yazılan bu papirüsler de tıp alanında Mısırlıların ne kadar ilerlediğini göstermektedir. Beyin kıvrımları ile ilgili çizimler, beyin omurilik sıvısı, beyin zarı hakkında detaylı 1 Barbaroi: οί βάρβαροι, ο βάρβαρος sözcüğünden gelip Türkçeye ne dediği anlaşılmayan konuştuğu dil bilinmeyen anlamına gelir. Yunanlılardaki bu mantık da Yunancanın dönemin hâkim dili olmasından kaynaklanır onların zaten başka bir dil öğrenmelerine ihtiyaç yoktur bundan ötürü yunanca konuşmayan herkes barbaroi olarak nitelendirilmektedir. GÜLER ÇELGİN, Eski Yunanca Sözlük, 2 Ebers Tıp Papirüsü, MÖ yıllarında yazıldığı sanılan ve Mısır'da bulunan bir yazmadır. Adını kendini yılında dünyaya duyuran Antik Mısır uzmanı George Maurice Ebers'ten almıştır. İçerdiği yaklaşık reçete ile eski çağ hekimliğine ışık tutan Ebers Papirüsü, Teb kentinde bir mumyanın kucağında bulunmuştur ve bugün Leipzig Üniversitesi Kütüphanesi'nde korunmaktadır. Timsah ısırmasından, ayak tırnağı ağrısına kadar çeşitli tedavileri anlatan, sinek, fare, akrep gibi zararlılardan arındıran reçeteler ile pek çok büyü formülünü içfunduszeue.infoşım sistemi, kan damarlarının tüm vücudu sardığı, kalbin kanı dağıtan bir merkez olduğu gibi bilgileri içermesi, o dönemde tıbbın ulaştığı seviye hakkında şaşırtıcı ipuçları vermektedir. 9 bilgiler bu papirüslerde anlatılmaktadır. Buna örnek olacak fotoğrafı hemen aşağıda görebilmekteyiz: Belirli kavimlerin tıp şartlarına bakmaya devam edersek biraz önce sözünü ettiğimiz antik yunan tıbbında zaten Hygeia 3adında bir hekim tanrıça olduğunu görüyoruz. Bu kelime anlam bakımından sağlık demektir ve Türkçeye geçen hijyen (sağlık bilgisi) kelimesi de kökünü buradan alır. Tapınaklarda, hamam, terleme, müshil ile iç temizlenmesi gene bu dönemin tıbba hediyesidir. Hastaya bakılan yerlerin havadar ve güneş alan yerlerde olması ve ilk hastaneler gene bu dönemde ortaya çıkmıştır. Yunan tıbbı İskenderiye’de doruğa ulaşmış ve ardından Roma uygarlığını da etkilemiştir. Roma tıbbının Etrüsk ve Yunan uygarlıklarından geliştiği düşünülmektedir. Zamanla Roma döneminde hasta yatağa yatırılarak kontrol edilmeye başlanmıştır. Fakat şunu da belirtmek gerekir ki Romalılar tıp konusundan çok politika, felsefe, mimarlık gibi alanlarla ilgilenmişlerdir. Roma’da hekimlik mesleğini genellikle hatta çoğunlukla Yunanlılar tarafından yapıldığını söyleyebiliriz. Araştırmalara göre de üst sınıfa mensup Romalıların ailelerine bakan kendilerine özel hekimleri vardı (köle konumunda). Yine kısa bir değinme yapmak gerekirse Hititler ve Asurlar gibi Mezopotamya 3 Hygeia: Adı sağlık anlamına gelen Hygeia hekim tanrı Asklepios’un kızı ve yardımcısıdır. Yalnız hasta insanlara değil hayvanlara da bakar dertlerine deva hastalıklarına ilaç bulur. Hekimlikle ilgili bütün tanrılar gibi o da yeraltı simgeleri taşır ve özellikle yeraltı yaratıklarının en özgürü olan yılanla bir arada gösterilir. Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü. 10 uygarlıklarında tıp çok gerilerde kalmıştır. Büyü ve hurafeler ile hastalıklar tedavi edilmeye çalışılmıştır. Bu nedenle tıp bilimi en ilkel hali ile kalmıştır. TOPLUM SAĞLIĞI Roma imparatorluğunda yemek pişirme, ısınma, temizlik gibi bazı temel işler İmkânlar sınırlı olduğu için neredeyse hiç yapılamamıştır. Ayrı bir mutfak, tabandan ısıtma, özel tuvalet ve banyo, su tesisatı gibi imkânlara yalnız zenginler sahip olabildiğinden insanların çoğu daha azıyla yetinmek zorunda kalmıştır. Tuvaletlerin genellikle mutfakta olması başta askarit gibi bağırsak hastalıkları olmak üzere birçok hastalığın yayılmasını kolaylaştırmıştır. Temizlenmek, egzersiz yapmak, dostlarla görüşmek için hamamlara gidilmiştir. Hamamların, temizlenme ve sosyal ilişki ortamı ve tıbbi tedavi merkezleri olduğu söylenebilir. Erken çağlardan itibaren, özellikle Asklepiades zamanında, hekimler sağlığı korumak ve hastalıkları iyileştirmek için banyoyu tavsiye etmiştir. Romalılar, geçmişte çoğunun yanında yerel bir tanrının veya kutsal bir ruhun bulunduğuna inanılan kaplıca ve mineralleri koruyup geliştirmiştir. Roma imparatorluğunda, ekserisi Yunan hekimler tarafından yürütülen tedavi hekimliği ihmal edilse de, koruyucu hekimlik alanında ve tıbbi organizasyonlarda önemli gelişmeler sağlanmıştır. Daha Etrüskler zamanında ateşli hastalıklar ile bataklıklar arasındaki ilişki tespit edilmiş ve bataklıkların kurutulması için büyük gayret gösterilmiş; M.Ö. 6. yüzyılda, Roma’nın büyük ana lağım şebekesi Cloaca Maxima4 inşa edilmiş M.Ö. ’de, kişi başına günde yaklaşık litre düşebilecek miktarda su, kanallar ve kemerlerle uzak mesafelerden getirilmiştir. Su sağlama yollarından biri de yeraltı kanallarıdır. Mükemmel hesaplanmış teknikler kullanılarak, ters yönlü sifonlarla, farklı derinliklerde inşa edilen su 4 Cloaca Maxima, dünyanın en eski kanalizasyon sistemlerinden biridir. Antik Roma'da, yerel bir bataklığın drenajı ve döneminde dünyanın en kalabalık şehirlerinden birinin atık sularının tasviyesi için yapılmış olup, atık suları şehrin içinden akan Tiber Nehri'ne taşırdı.İsmin tam olarak anlamı en büyük lağımdır. Efsanelere ışığında, MÖ 'lerde Roma Kral’ı Lucius Tarquinius Priscus'un emriyle inşa edilmiş olması olasıdır. Bu halk yapımı eser büyük ölçüde, Etrüsk'lü mühendislerin ve Roma'nın en fakir sınıfından çok sayıda yarı-mecburi işgücünün yardımıyla bitirilmiştir. Yazıtlardan ve ipuçlarından anlaşıldığı kadarıyla orijinalinde, akıntılarla ve komşu tepelerin ağaçlarıyla şekillendirilmiş açık bir drenaj kanalı olup, ana Forum'a doğru kanallar açılmış oradan da Tiber Nehrine bağlanmıştır. Bu açık kanalların üzeri zamanla şehrin değerini arttıran boşluklar oluşturacak şekilde azar azar kapatılmıştır. Her iki teorinin de doğru olması mümkündür ve sistemin bazı alçak bölümlerinin gösterdiği gibi destek yapıları zamanında, zemin seviyesin altındaydılar. THE CLOACA MAXIMA AND THE MONUMENTAL MANIPULATION OF WATER IN ARCHAIC ROME, John N. N. Hopkins 11 depolarının bir kısmı yakın zamana kadar kullanılmıştır. Roma İmparatorluğu zamanında Roma şehir merkezi haritası, Cloaca Maxima'yı gösteriyor Cloaca Maxima’nın eski hali 12 Bu günkü haliyle 13 Cloaca Maxima'nın dış duvarları.  HALKA AÇIK HAMAMLAR 14 Hamamların görkemli kalıntıları Roma döneminde tıbbi faaliyetlerin, dinsel ritüeller için değil halk adına yapıldığının kesin bir göstergesidir. Roma Cumhuriyeti döneminde Romalılar, sanki askeri bir idmanmışçasına günde üç defa Tiber nehrini yüzerek geçmeye tabi tutuluyorlardı. Cumhuriyet düştükten sonra, imparatorluğun korunması adına nöbetçilere ihtiyacı yokken, halka açık, vatandaşların rahatlıkla kullanacağı hamamlar oluşturuluyor ve bu şekilde askerler inzivaya çekilmiş oluyordu. Bu tür hamamlar Roma şehri içinde üç yüzden fazlaydı ve zenginlerin evlerinden günlük, üç milyon litre su tedarik edilerek, bu sular şehre dokuz farklı sarnıçtan getiriliyordu. Tabii fakir kesime su tedariki sağlanamıyordu lakin bunun yerine onlara tahsil edilmiş halka açık hamamlar vardı. Bu hamamlarda öncelik belirli asil ailelere veriliyordu çünkü onlar herkes ile beraber yıkanmaktan hoşnut değildiler. Zamanla asil sınıfa mensup aileler de diğer yabancı ve alt seviyedeki kişilerle hamamları paylaşmaya alıştılar. Bu tür durumlar, tarihin her döneminde asil aileler için her ne kadar adi ve uygunsuz sayılsa da bunlardan ayrılan tek bir imparatorluk Elogabalus’lardı.5 Hemen şunu da belirtmek gerekir ki bu hamamlar mimari açıdan değerlendirildiklerinde basit inşa edilmiş yapılar olmadığı gözle görülür bir gerçektir. Fakat değinilmesi gereken husus şudur: Caracalla hamamı bizim gözümüzün önünde canlanan hamam figüründen çok farklıydı. 5 Elagabalus’lar Varius Avitus Bassus ve aynı zamanda Varius Avitus Bassianus Marcus Aurelius Antoninus olarak da bilinen, Severus hanedanına mensup, – yılları arası Roma İmparatoru olarak tanınır. Elagabalus en tartışmalı Roma İmparatorlarından biridir. Saltanatı sırasında Roma dinsel geleneklerine ve cinsel tabulara büyük bir aldırmazlık örneği gösterdi. Elagabalus adı, Semitik tanrı Ēl'in bir tezahürü olan El-Gabal'ın Latinleştirilmiş formudur. Roma Panteonu'nun baş tanrısı Jüpiter'i ‘’Deus Sol Invictus’’ yani "mağlup edilemeyen tanrı, Güneş" anlamına gelen yeni tanrı ile yer değiştirdi. Elagabalus, Roma yönetiminin üyelerini kendi yaptığı gibi "Sol Invictus" dinsel ayinlerinin kutlamalarına katılmaya zorladı. Elagabalus, çağdaşları arasında, ardılları tarafından "abartılmaktan" hoşlanması, tuhaflıkları, çürüme ve bağnazlığıyla çok ünlü olmuştur. Bu propaganda işe yaramış ve böylece erken dönem Hristiyan tarihçiler tarafından en çok sövülen Roma imparatoru ve Yüzyıl sonlarında da ‘’Decadent movement’’ kahramanı haline gelmiştir. 11 Mart yılında 19 yaşında iken vefat etmiştir. IVANOVİTCH ROSTOVTZEFF MİCHAEL, Ρωμαική Ιστορία ( Roma Tarihi ) ’Decadent movement’’: Yüzyılda Batı Avrupa’da sanat ve edebiyat hareketi, Britannica. 15 Burada merkezi hemen hemen yüz metre kare büyüklüğünde bir bahçe vardı. Gerçekten halkın vücut temizliğini sağlaması adına inşa edilen kısımlar dışında bu binada spor salonları, amfi tiyatrolar, platformlar, eğlence yerleri ve bir takım başka yerler vardı ki bu yerler sayesinde bu hamamlar bizim bildiğimiz basit havuz mantığından çok daha başka bir konuma ulaşmıştı. ROMA DÖNEMİ TEDAVİ MEKÂNLARI Günümüze ulaşan yazılı kaynaklar ve arkeolojik buluntular, Antik Çağ’da tedavi konusunda bizi bilgilendirmektedir. Hastalıkların, ‘’tanrıların laneti’’ ya da ‘’cezası’’ olarak yorumlandığı dönemlerde6, tedavi anlayışının kökeni din ve büyüye dayanıyordu. Anatominin öğrenilmesiyle tıbbî bilgi ve uygulamalar artmış, özellikle Roma Dönemi’nde önemli ilerlemeler kaydedilmiştir. Tapınak tıbbî olarak da adlandırılan cerrahi müdahalesiz alternatif tıp, M.Ö. 3. ve kültürlerinde yaygınken, Yunan ve Roma’da sağlık tanrısı Asklepios kültüne bağlı bir ekol olarak sürmüştür. Geleneksel uygulamaların, bazen başarılı olduğunu, şifa bulan hastaların tapınaklara sundukları adak ve yazıtlardan anlaşılmaktadır. Tedavi ve tıp eğitimi konusunda ünlenen Aleksandreia ekolü, akılcı tıbbın savunucusu olarak, doğru sonuca varmak için kadavra, bazen de canlı üzerinde çalışmakta sakınca görmemiştir. 6 Mezopotamya, Mısır, Hitit ve kısmen Yunan medeniyetlerinde hastalık bu şekilde yorumlanmıştır. Ayrıntılı bilgi için: Eren ; Ritner ; Sayılı ; Serdaroğlu 16 Akılcı tıp, deneye dayalı gözlem esasına inanmamıştır. Ampirik (deneysel) görüş ise, deneyimi önemsemeyen tıp felsefelerine karşı çıkmış, tıbbın iklim, kişi ve diğer pek çok şeye göre değişiklik gösterebileceğini savunmuştur. Aleksandreia ekolü, akılcı tıbbî deneyime dayalı olarak geliştirilip iki metodu birleştirmeyi başaramamıştır. Kos’lu Hippokrates’e (M.Ö), atfedilen Corpus Hippocraticum, Aleksandreia kütüphanesinde toplanarak derlenmiş tıp konulu Yunanca ruloların kopyasıdır. Bu eserin, hem akılcı uygulamaları, hem de batıl önerileri içermesi nedeniyle, Hippokrates tarafından yazılmadığı bilinmesine karşın ne yazık ki yeni araştırmalarda dahi Corpus Hippocraticum’daki uygulamaların M.Ö. 4. Yüzyıllarda yapıldığını zannetme hatası sürmektedir. Aslında kaleme alınışı Hippokrates zamanından yaklaşık 4 asır sonradır. Hekimlik yaptığı kesin olmayan, ansiklopedi yazarı Aulus Cornelius Celsus’un (M.S. 1. yüzyıl) De Medicina isimli eseri, dönemin entelektüel okuyucusuna ve hekimlere hitap etmiştir. 17 ciltlik dev eserin yazarı Galenos (M.S. ), Pergamon ‘da doğmuş, Smyrna ve Aleksandreia’da mesleğini geliştirmiş7, bin yılı aşkın tıp alanındaki tek otorite olmuştur. Orduyla dolaşan8 Anazarba’lı Pedanios Dioskourides M.S. 1. yüzyılda çoğu bitkisel ilâç ham maddelerini içeren ve tıbbın ham maddeleri anlamına gelen ‘’Materia Medicayı’’ kaleme almıştır. Savaş ve hızla yayılan salgın hastalıklar, tıp ve tedavi yöntemlerinin gelişiminde önemli rol oynamış; Yunancada iatros, Latincede medicus olarak adlandırılan hekimlik mesleği oluşmuştur. Hekimlerin mesleğe dair bir belge veya diploma alınabileceği, resmi kurum bulunmadığı için herkes kendisine hekim diyerek ortaya çıkabiliyordu. Roma Dönemi’nde, köleleri, saray mensuplarını, imparatorları, asker ve gladyatörleri ve belediyeler tarafından görevlendirilerek yoksulları tedavi eden ve değişik tedavi yöntemleri uygulayan ayrı hekimler vardı. Bunlar arasında, göz, kulak, diş, kadın hastalıkları gibi özellikli konuların uzmanları, alanları farklı cerrahlar, su ve şarap tedavisi uygulayıcıları sayılabilir. Antik Çağ’da uygulanan tedavi çeşitlerini psikoterapi, hidroterapi, fizik tedavi ve tıbbî müdahaleler olarak bölümleyebiliriz. Psikoterapik tedavi, telkin, müzik dinletileri, tiyatro oyunları ve kitap okuma ile destekleniyor, dinsel tedavi ve inkübasyondan (istihareye yatma) yardım alıyordu. Hidroterapide şifalı olduğuna inanılan su, vücudun yaralı yerlerine kompres yapılır ya da hastaya içirilirdi; ürolojik ve 7 Lewis 8 Mez-Mangold 17 romatizmal rahatsızlıklarda hastalıklı bölge suya daldırılıyordu.9 Vücudun hareket etmesi esasına dayalı fizik tedavi yönteminde ise, gerektiğinde soğuk ve sıcak su tedavisi, çıplak ayakla yürüyüş, spor, çamur ve güneş banyosu uygulanmaktaydı. Antik Çağ’da tedavi şekline göre muayene ve müdahalelerin gerçekleştiği farklı sağlık mekânları da kullanılmıştır. Roma Dönemi’nde sağlıkla ilişkili mekânlardan ilk akla gelenler, Asklepieionlar ile hamam ve kaplıca gibi su tedavisi mekânlarıdır Su tedavisi mekânları ve Asklepieionlar’da psikoterapi, hidroterapi ve fizik tedavi yöntemleri uygulansa da, cerrahiyi de içeren asıl tıbbi müdahaleler hekim evleri ya da muayenehanelerinde ve valetudinarium (valentudinaria) denilen askeri hastanelerde gerçekleştiriliyordu. Asklepieionlar sağlık tanrısı Asklepios ’un yurdu/evi olarak tanımlanan, tapınak tıbbının uygulandığı hastanenin, rüya odalarının, hamam ve açık alanların bulunduğu yapılar grubudur. Tedavi Asklepiades denilen rahip hekimler tarafından gerçekleştirilirdi. Roma ordusunda tıp subayları (sıhhiyeciler) yer almaktaydı. İlk gezgin hastane olarak Romalılar tarafından icat edilmiştir. Bu kurumun askerlere ve sivillere de hizmet verdiği bilinmektedir. Psikoterapi ve telkin ağırlıklı bu tedavi merkezlerinde rüya odaları önemli rol üstlenmiştir; hasta, temizlik sonrası bu odalara alınarak istihareye yatırılırdı. Hastanın gördüğü rüyalar rahip hekimler tarafından yorumlandıktan sonra tedavisine karar verilirdi. Epidauros, Pergamon, Kos, Knidos, Korinthos ve Atina’da Asklepieionlar bilinmektedir. Asklepieionlar’da tedavi amaçlı olarak su kullanımına da sık rastlanmaktadır. Pergamon Asklepeion’unda içme suyu tedavisi, çamur banyosu ve açık hava banyosu biliniyorsa da11hidroterapi amaçlı bir hamam veya kaplıcadan bahsetmek mümkün değildir. Asklepieionlar’da şifalı olduğuna inanılan kutsal çeşmeler de bulunmaktaydı Sağlık amaçlı, su kullanım mekânlarının isimlendirilmesinde termal, ılıca, kaplıca ve hamam 9 Capua 10 6 Fagan ; Yegül ; Yegül ; Brödner ; Laine ; Laine 11 Bayatlı 12 Ginouvés 18 kelimelerinin birbirinin yerine anlam farkı gözetmeden kullanılması yerine ‘’ΘΕΡΜΑΙ/ thermai’’ kökünden gelen ısı anlamına gelen bu sıfat kullanılmıştır. Fakat kullanılan termal yerine, doğal sıcak su kaynağı için ılıca, bu kaynak için inşa edilen yapı için de kaplıca13 kelimeleri tercih edilmelidir diye düşünülmüştür. ‘’Hamam’’ sözcüğü ise doğal sıcak su kaynağı olmayan yapay ısıtmalı yapıları tanımlamaktadır. Antik Çağ’da suyun seçimine ve taşınmasına önem verildiğini görmekteyiz. Kişisel banyolar zamanla genel havuz ve kaplıcalara dönüşmüştür. Akşamları nadiren kullanılan ve özgür vatandaşlara ücretsiz14 olan hamam ve kaplıcalardan sabahları kadınlar, akşamları ise erkekler yararlanabiliyorlardı Başta da belirttiğim gibi kaplıca ve hamam yapıları, giriş / soyunma (apodyterium), soğukluk (frigidarium), ılıklık (tepidarium), sıcaklık (caldarium), terleme (laconicum), yüzme havuzu (natatio) gibi ana bölümler ve yakın çevresindeki kütüphane ile galeri, park, eğitim, spor, toplantı ve tören alanlarından oluşmaktaydı Roma kaplıcaları, tabanın altındaki kısa tuğla dikmeler (supensura) arasında sıcak hava dolaşım esasıyla (hypocaust) ısıtılırdı. Doğal sıcak su kaynakları, zamanla kutsal17 sayılmaya başlanan tedavi mekânları haline gelmiştir Antik 13 Bazı sözlüklerde ılıca ile eşanlamlı verilen kaplıca, kapalı + ılıca birleşiminden geldiği için ılıca üzerine inşa edilen yapı anlamı taşımaktadır. 14 Thorpe 15 Yegül 16 Fagan 17 Aupert ; Chevallier ; Croon 18 Fontanille ; Argoud ; Ginouvés, ; Licht ; Porter 19 Çağ’da sıklıkla sağlık amaçlı olarak doğal sıcak su kaynaklarından yararlanılmıştır Özellikle Roma Dönemi’nde sıcak su kaynakları daha çok değer kazanmıştır20 ve askeri kamp yerleri için tercih nedeni olmuştur. Ordu, ele geçirdiği yerlerdeki sıcak su kaynaklarına yeni kaplıcalar inşa etmiştir. Doğal sıcak su kaynakları ve yapıları, tedavinin yanı sıra, yorgun ve yaralı askerlerin dinlence, moral ve eğlence merkezi haline de gelmiştir. Roma Dönemi’nde halk sağlığına verilen önem nedeniyle suyolu, kaplıca, lağım ve kanalların periyodik denetimleri kurallara bağlanmıştır. Hamam ve kaplıcalarda her zaman olmasa da muayene ve müdahale amaçlı özel sağlık mekânları da yarılmıştır Sivil hastane fikri Roma Dönemi’nde henüz uygulanmasa da, askerler, valetudinariumlarda tedavi edilebiliyordu. Ordunun yüksek sınıfı tıbbi yardıma rahatça ulaşabilirken,22 normal askerlerin bu şansı daha azdı. Savaş zamanlarında, işleyişi kolaylaştırmak için, yaralıları arazideki askerler iyileştirmeye çalışır, ancak hasta veya ağır yaralılar valetudinariuma yerleştirilirdi. Bulgaristan’ın Tırnova bölgesindeki Novae Roma lejyon yerleşiminde bir valetudinarium ve askeri kullanıma yönelik bir hamam yapısı birlikte tespit edilmiştir. Novae kazılarında ele geçen Asklepios büstü ve Asklepios’a ithaf edilen sunaklar yerleşimin sağlık kültüyle olan ilişkisini de ortaya koymaktadır. Valetudinariumlar genellikle Roma lejyon yerleşimlerinde özgün bir mimariye sahip yapılardır. Yerleşimlerde veya hamam yapılarıyla birlikte olan valetudinariumlar ise yine aynı planda ancak daha ufak ölçeklidir. Ana plan dörtgen orta avlu etrafında bir ya da birden çok sıra halindeki oda dizilerinden oluşur. Lejyon dışındaki valetudinariumlar tek oda sırasından oluşan bir plandadır. Galenos’un; Pergamon ’da gladyatör cerrahlığını 19 Dvorjetski 20 Malissard ; Pasquinucci-Alessi ; Heinz 21 Künzl 22 Allason-Jones 20 Pergamon ’un neresinde ve nasıl bir mekânda yaptığı konusunda bir kesinlik olmamakla birlikte, tedavi yerinin Allianoi’da olası valetudinarium yapısı olduğu teklifim23 geçerliliğini korumaktadır. Plan açısından bakıldığında da Allianoi’daki bu yapı gerek yerleşimlerdeki gerekse hamam veya kaplıca yapısı yakınındaki valetudinariumlar gibi orta avlu etrafında sıralanan odalardan oluşmakta olup lejyon valetudinariumlarından ufak ölçektedir. Roma Dönemi hekim evi ya da muayenehanesi denildiğindeki ilk çağrışım genelde Pompeii’dir. Nisan ’de Pompei’de Casa del Chirurgo olarak adlandırılan evde bulunan kontekst, ’de H. Eschebach’ın araştırması ve Benedetto Vulpes’in çizimleriyle tanınmaktadır yılında L.J. Bliquez Napoli Milli Müzesi tıp âletleri kataloğunu ve dokümantasyonu yaparak Casa del Chirurgo hakkında bilinenlerin çoğunu değiştirmiş ve çok önemli yeni sonuçlar elde etmiştir Bliquez’e kadar Pompeii’den bilinen 19 hekim muayenehanesi sayısının aslında 25 olduğu kesinleşmiştir. Muhtemel doğumevi Casa del Medico Nuova I olarak tahmin edilmektedir. Gladyatörler kentin güneyinde, gladyatör okulu (ludus gladiatorius) civarında ve şehrin kuzeyinde yoğunlaşıyordu. Nerdeyse tüm bir insulayı kaplayan gladyatör kışlasının köşesindeki hekim evi Casa del Medico dei Gladiatori olarak adlandırılmıştır. Gladyatörler kışlası çaprazında Medico Nuovo II olarak adlandırılan bir hekim evi daha vardır. Medico Nuovo II hekiminin, jinekoloji ve göz hastalıkları da dâhil çeşitli çalışma alanları olduğu âletlerden anlaşılmıştır. Bahsedilenlerin haricinde tıp aletlerinin ele geçtiği çok sayıdaki diğer evler olasılıkla, kendilerine ait özel hekim barındıran zenginlerin olmalıdır Antik Marcianopolis (Varna/Bulgaristan) kalıntılarında tespit edilen bir hekim evi tabanında çok sayıda tıp aleti ele geçmiştir Bu mekânda hekimlik hizmeti veren kişinin, litotomi, üroloji, jinekoloji, kemik cerrahisi ve oftalmoloji konularında 23 Baykan ; Baykan a; Baykan b. 24 Künzl 25 Bliquez 26 Künzl 21 uzmanlaştığı anlaşılmıştır Çanakkale Ayvacık ilçesinde bulunan ve Antik Çağ’da Apollon Smintheia Pauleia spor oyunlarının da düzenlendiği Apollon Smintheus Tapınağının hemen kuzeyinde de M.S. 2. yüzyıla ait ve tabanı mozaik kaplı bir hekim evi tespit edilmiştir. En önemli hekim evlerinden biri de, yaklaşık tıpla ilişkili aletle ele geçen (İtalya) Rimini Hekim Evi’dir ‘’Tabernae Medicae’’ isimli küçük dükkânlarda, Antik Çağ’da günümüz eczanelerinin görevini üstlenmiş ve medicamenta olarak adlandırılan ilâç, zehir ve kozmetik karışımları tedavi amaçlı imal edilmiştir. Ecza konusundaki en önemli otorite sayılan Pedanios Dioskourides haricinde Gaius Plinius Secundus da, Naturalis Historia’da farmakolojinin malzemelerinden bahsetmiştir (Plin. funduszeue.info XX-XXXII). Farmakolojiye ait arkeolojik veriler, nadiren bulunan ilaç ve ham madde kalıntıları haricinde, karışım tablaları, merhem çubukları, ölçek kaşıkları, ilaç kutu ve kaplarıdır. En tanınmış Tabernae Medicae mekânları Pompeii’den bilinmektedir; yılında yapılan kazılarda eczayla ilişkili 70 kadar kap ve âletten bahsedilen iki katlı Aulus Pumponius Magonianus evinin önünde bir de dükkânı bulunmaktadır; ayrıca Capitol Tapınağı’nın batısında bulunan haplar ve kavanozlarda kurumuş sıvılar küçük bir eczanenin varlığına işaret eder. Fonksiyonu ve sahibinin adını mozaikteki yazıttan bildiğimiz ancak yapı içerisinde ele geçen konteksti daha sonraki bir kullanıma ait bir Tabernae Medicae mekânı da Perge’de saptanmıştır. Son yıllarda Tekirdağ’da Heraion Teikhos, Gaziantep’te Zeugma ve Batı Anadolu’da bazı kazılar Anadolu’nun tıp ve cerrahi tarihi açısından önemini, antropolojik ve arkeolojik verilerle ortaya koymaktadır. Kazıları ile yılları arasında, Yrd. Doç. Dr. Ahmet Yaraş başkanlığında sürdürülmüş ama ne yazık ki günümüzde Yortanlı sulama göledi altında bırakılmış olan Allianoi’da doğal sıcak su tedavisinin uygulandığı kaplıca, eczayla ilişkili buluntu ve mekânlar, cerrahi müdahaleyi kanıtlayan zengin buluntular, hastane yapısı ve sağlık kültüne ilişkin buluntular ele geçmiştir. Tıp aleti yönünden en az Pompeii kadar zengin 27 Kirova 28 Baykan 29 Jackson 22 Allianoi, yüzlerce tıp aleti ve Galenos’un gladyatörleri tedavi ettiği hastane yapısıyla tıp tarihi açısından Anadolu’nun şimdiye kadar tespit edilen en önemli yerleşimidir. Roma Dönemi’nde tedavinin şekli ve yeri, hastanın sosyal seviyesine göre değişmekteydi. Yüksek sosyal seviyedeki zenginler, yaşadıkları büyük evler içinde kendi aile hekimlerine özel bir mekân ayırarak kendilerini tedavi ettirebiliyorlardı. Yaşam alanları bu denli geniş olmayan zenginlerse eve çağırılan uzman hekimler tarafından tedavi oluyorlardı. Orta halli kişiler ise, belirlenmiş bir kamu mekânı veya hekim evinde ayrılan bir odada tedavi hizmeti alabiliyorlardı. Bazı küçük yerleşimler devamlı olarak bir hekim bulunduramadıklarında, gezici hekimler belli aralıklarda yerleşimi ziyaret ederek tedavi ihtiyacını karşılıyordu. Muayene ve cerrahi operasyon, ek güç gerektiren zahmetli bir iş olduğu için yardımcılarla çalışılırdı. Yardımcıların, hastayı hazırlamak, tıbbî âletleri getirmek, müdahale edilecek yeri açıkta bırakarak vücudun kalanını örtüp sabitlemek gibi görevleri bulunmaktaydı. En azından, hasta, hekim ve yardımcı olmak üzere üç kişiyi alacak yeterli büyüklükte bir mekân operasyon odası olarak kullanılabilirdi. Genel anlamda Roma Dönemi tedavi mekânlarına bakılacak olursa, geleneksel ve psikoterapi esaslı Asklepieionlar ve daha çok hijyen amaçlı kullanılan hamam ve kaplıcalar cerrahiyi de içeren tıp uygulamalarının dışında tutulmalıdır. Roma Dönemi’nde, ilaç ve merhemlerin hazırlanarak bazen de uygulandığı Tabernae Medicaelar dahi günümüzdeki tıp anlayışına Asklepeion ve hamam ve kaplıcalardan daha yakındır. Günümüzün tıbbi müdahale kavramını karşılayan ve cerrahi müdahaleyi de içeren uygulamaları yapıldığı mekânlar ise sadece hekim muayenehaneleri ve valetudinariumlardır. Hekim muayenehanelerinin bazen kişilere özel evlerin odalarında, bazen hekimlerin kendi evlerinde bazen de kamusal alanda ayrılmış mekânlarda görüyoruz. Valetudinariumlar ise her zaman asker veya özel kişilerin girebildiği genellikle lejyon veya özel amaçlı yerleşimlerde karşımıza çıkmaktadır. DİĞER KAMU SAĞLIK HİZMETLERİ Roma şehri kanalizasyonlarının ana kanalı, halk sağlığı projesi adına çok iyi tasarlanmış öyle ki yıl kullanılmıştır (Cloaca Maxima). Bu kanalizasyon dışkılar için sınırlandırılmış ve edindiğimiz bilgilere göre sürgün edilmiş bir babanın oğlu olan Tarcinius Maximus V tarafından yaptırılmıştır (M.Ö ). Dönemin en büyük problemi kentin surları dışında 23 defnetme, ölüleri veya herhangi bir varlığın cesedini gömmek idi. Bunların çözümleri tüm temizlik kuralarına tamamıyla uygun biçimde ve on iki levha kanunlarına30 uyularak bulunuyordu, sözü geçen on iki levha kanunu Roma hukukunun kodu sayılmaktadır ve M.Ö 5. Yüzyılda yazılmıştır. On iki levha kanununun yazımında Ephesos’lu felsefeci Hermodorus’un da katkıları büyüktür. Görülüyor ki, kentsel planlama ve bir evin temizliği konusunda Roma’daki yetkili hükümet makamları önde geliyordu. Augustus döneminin önde gelen en ünlü mimarlarından Bitroubios, altıncı kitabı Περί Αρχιτεκτονικής31 özel binaların temizlik gereksinimleri konusuna adamıştır. 30 On iki levha kanunu: Yunanca teriminin adı Δωδεκάδελτο’dur. 31 Mimarlık hakkında 24 DOKTORLAR NE ÖNERİYORDU? Flavius Claudius Iulianus’un ünlü Yunan doktoru Oribasius’un imparatorluk içinde yaşayan halk konusundaki en büyük şikâyeti, yedikleri yemekler hususunda sabit bir oranları olmamasıydı. Bu konuya bir kanıt aranırsa Apicius’un reçetelerine başvurabilir ve Athenaios’un Deipnosophistai eserindeki açıklamalarına değinmek yeterli olacaktır. Bunlara bir göz gezdirmek gerekirse; değişik tariflerle pişirilmiş balıklar, olağan ve olağan dışı yöntemlerle hazırlanmış etler, karanın ve denizin en nadir rastlanan mahsulleri, tüm sebzeler, salçalar ve pizzalar yani kısacası diyebiliriz ki masalarında eksik olacak hiçbir yiyecek yoktu ve konukların memnun kalmaması imkânsızdı. Tabii ki tüm bunlara eşlik eden en önemli şey sınırsız şaraptı. Bu davetlerin masalarında mutlaka yanınca tütsü kokusu bırakan mumlar olurdu. Şunu da belirtmek gerekir ki bu symposionların davetlileri daima kültürlü, bilge insanlar olurdu. Oribasius’un genel olarak şikâyetleri bu yemek âlemi konusundaydı ve saydığımız çeşitler ve yaptıkları âlem de düşünülünce şikâyetlerinde haklı görünmektedir. Fakat doktorların tavsiyeleri çok başkaydı: Athenaios Attalos sağlıklı olmak isteyen bir adamın günlük uygulaması gereken diyetini titizlikle kaleme almıştır ve bu tavsiyeleri sadece komut vermekten ibaret değildi bilimsel açıklamalar ve yorumlar ile desteklenmişti. ROMA DÖNEMİ HASTANE YAPISINA GENEL BİR BAKIŞ Roma imparatorluğu zamanında Vintonissa olarak adlandırılan İsviçre’nin Vidima kentinde bir Romalı lejyonlar sınıfı vardı. İşte tam olarak bu bahsettiğimiz yerde büyük bir arkeolojik kazı yapılmış ve roma dönemine ait büyük bir hastane buluntusuna rastlanmıştır. Hastanenin içinde iki sıra oda bulunmuştur, bu odalar büyük ve küçük olmak üzere ortalarından uzun bir koridor ile ayrılmak üzere düzenlenmiştir. Bütün odaların kapıları koridora bakıyordu sadece bazıları istisna olarak yan odalardan girişlere sahipti. Ayrıca tüm odaların kendilerine ait ısıtma sistemi vardı. Bir varsayım ve hesaplama ile odaların 60 tane ver her birinin 3,5x4,7 boyutlarda olduğu düşünülerek bu hesaba göre odalara sekiz yatak sığacağı aşikârdır. Netice hastanın burada kalabileceği görülür. Vintonissa’nın bekçileri hemen hemen on bin erkeğe yakındı ve yatak hesaplamamız % dir ve bu askeri güçle eşdeğer bir güç ünitesidir. Hastanenin iç kısmına gelirsek meydan denilecek bir merkezi yerde dış muayenehane ve ameliyathane bulunuyordu hastanenin bulunması dışında ameliyathane aletleri de bulunmuştur. Fakat kazıda hastaneye ait iki bölüm kayıptır: birincisi hamamlar, ikincisi de 25 doktorların kalabileceği lojmanlardır. Bulunan hamamlar da hastaneden daha uzak bir yerde fakat yine hastaneye yakın sayılacak Vintonissa’nın merkezindeydi. Bütün kazı tamamlanınca da ne yazık ki doktorların lojmanlarına ulaşılamamıştır. Tahmini olarak lojmanların hastanenin tam karşısında var olan sütunlu avluda olduğu düşünülmüştür Daha sonradan yapılan kazının üstü ne yazık ki yeniden kapatılmıştır. 32 Bahsedilen sütunların hastanenin giriş bölümünü oluşturduğu düşünülür. 26 ROMADA TIP NASIL UYGULANIRDI? UYGULAMALI TIP, BİTKİSEL VE DİĞER İLAÇLARLA TEDAVİ YÖNTEMLERİ Daha önceki bölümlerde de değindiğimiz gibi Roma’da yunan tıbbı tanınmadan önce bir sağlık geleneği yoktu. Seneca’nın Lucianos’a yazdığı Mektubundaki ifadesine göre dönemin tıp bilimi bazı otların hemostatik özellikleri ile ortaya çıkıyordu. Hasta kendini atalarından kalma kocakarı ilaçlarından kaçınarak tedavi ederdi. Asklepiades’ in ortaya çıkması ile tıp çok büyük başarılara adım atmıştır. Asklepiades mesane hakkında açıklamalarda bulunmuş ve hastalığın hücre akımının durmasından kaynaklı bir sonuçla ortaya çıktığını keşfetmiştir. Onların açıklığından ve netliğinden emin olmak adına bir dizi komplike tedavi yöntemleri ve dengeli bir diyet programı önerdi (söz konusu tedavi yöntemlerinin çoğu beden egzersizlerinden oluşuyordu), Asklepiades bu yöntemlerle olağanüstü tedavi başarılarına imza atmıştır ve bu başarılar sayesinde de ünü artmıştır. Onun terapist olarak ününün ve ona duyulan saygının artmasında başka etkenler de vardır: Onun düzgün karakteri, ikna etme ve analiz etme kabiliyeti, hastaları ve şahsi ilişkilerindeki sınırları bilme ve bu sınırı sağlayabilme gücü… Asklepiades’ in hastaları için genel tavsiyeleri; belirli çalışma ve makul miktarda dinlenme saatleri yaratmalarıydı, bu saatler hamamlara gitmekle, masajlar yaptırmakla, belirli beden egzersizleri ve düzgün bir diyet reçetesi ile tamamlanmalıydı. Bu yöntemlerle hastaları üstünde çok daha kolay ilerleme kaydettiğini ve daha iyi sonuçlar aldığını belirtmektedir. Fakat bu görüşleri yüzünden güya Hipokrat yemini olan meslektaşları olarak nitelendirdiği kişilerle büyük sorunlar yaşıyordu. Yaşadığı ayrımlara geçmeden bir parantez açmak gerekirse dönemin en büyük sağlık problemi genel olarak yenilen yiyecekler ve bilinçsizlik sonucu bağırsak problemleri idi. Tekrar konumuza dönecek olursak; Asklepiades tam da bu bağırsak konusu yüzünden meslektaşları ile ayırım yaşıyordu. Zira o bu uygulamalarının hem hastalarının bedenlerini hem de zihinlerini dinlendirdiğini ve kuvvetlendirdiğini düşünüyor ve yaptıklarından emindi. Fakat diğer doktorların bağırsak sorunu için çözümleri günümüz lavman yöntemi33 yani laksatif etkinin arındırılması idi. Asklepiades bu yöntemin hastalara eziyet etmekten başka bir şey olmadığına inanıyordu. Ayrıca kullandıkları diğer yöntemler kusmayı sağlayacak ilaçlar ve kan vermekti. Buna 33 Lavman, kolon yani kalın bağırsaklarımızı temizlemenin en etkili, doğal ve kolay yoludur. 27 karşılık Asklepiades’ in tedavi yöntemleri sadece teorik veya sözlere dayalı değildi, onun bu yöntemler konusunda belirli bir deneyimi ve çalışmaları vardı ki bu çalışmalar çok akılcı yöntemlerle hazırlanmıştır. Bu düşüncelerine değer veren, hak veren başka Romalı yunan doktorlar da vardı. Örneğin bunlardan biri Athenaios diğeri ise Agathinus’tur. Agathinus oğlunu tedavi etmek isterken termal hamamların uygulamaya konması konusundaki hatası yüzünden trajik bir deneyim yaşamış ve bunun sonrasında kendi ile büyük bir savaş ve yargılama sürecinden geçmiştir. Bu tedavilerin olduğu dönemin hemen akabinde maden suları ile hamam terapileri başlamıştır. Bu yöntemin yaratıcısı da Yunan Arkhigenes’tir. Kendisi Agathinus’un öğrencisi ve Traianus döneminin seçici kişilerindendir. Onun tedavi yöntemlerinin içinde kükürt, demir ve bikarbonat hamamları yani bir nevi günümüz kaplıcaları vardı. Patolojik tedavilerin yanında ameliyat konusunda da büyük başarılar yaşanmıştır. Buradaki yöntemler derin ve yararlı anatomik bilgileri barındırıyordu bu konuda da önde gelen dünya doktorları İskenderiyeliler idi. Bu bölümde de son olarak değineceğimiz narkoz yöntemidir. Günümüz şartları ile konuşursak oldukça ilkel bir narkoz yöntemine sahiptiler. Belirli meyvelerin sularından ıslatılmış olan ilaç süngeri ya ağıza ya da buruna yerleştiriliyor bu da uykuya sebep oluyordu. Bu şekilde cerrahlar olağan bir kanamayı durdurabiliyor, uzuv kesilmesi yapabiliyor, herhangi bir ur alınması ve kemiklerini rezeksiyonu gibi müdahalelerde işe yarıyordu. ROMA DÖNEMİNDE TIP ALETLERİ Hippokrates, Herophilos, Dioskourides, Soranus, Celsus, Galenos gibi Antik Dönem hekimleri tedavide cerrahiyi ikinci planda tutmuşlar, diyet ve farmasötik tedaviyle cevap alınamadığı durumlarda cerrahiye başvurulması gerektiğini savunmuşlardır. Kimi durumlarda da hastalığın tahribatının giderilmesi çabaları genişletici, kazıyıcı, delici, kesici, dağlayıcı tipte aletlerin yapımına neden olmuştur. Hippokrates’e göre dağlama; farmakolojik tedavi ve cerrahi müdahalenin yetersiz kaldığı vakalarda uygulanan bir metottur. Hippokrates ’in bu teoremi hem kendi döneminde hem de daha sonraki dönemlerde benimsenmiş ve Ortaçağ’ın sonlarına kadar uygulama bulmuştur. Platon tıp biliminin beş türü olduğunu belirtmiş ve bu beş türün içinde kesme ve koterizasyonu tanımlamıştır. Peloponnesos’lu Archagathus’un (M.Ö. 3. yüzyılın sonu) adı, kesme ve yakma (koterizasyon) işlemlerini sıklıkla uygulaması nedeniyle cellada çıkmıştır. Albucasis (Abu al-Qasim Khalaf ibn al-Abbas Al-Zahrawi/ – ) ise koterizasyonu cerrahi dışındaki hastalar için de uygulamıştır. Antik Dönem ’in tıp 28 bilgisi göz önünde bulundurulduğunda, cerrahi aletlerin birbirinden farklı ve çok işlevli formları, bu aletlerin tek bir amaca hizmet için yapılmadığının göstergesidir. Bu noktadan hareketle özellikle ergonomik dizaynlarıyla alet sayısını azaltarak, sterilizasyonu ve taşınması kolay hale getirilen, ameliyat esnasında zaman kaybını ortadan kaldıran çift yönlü cerrahi aletler, dönemin cerrahlarının sahip oldukları bilgi birikimlerinin ve tecrübelerinin en somut kanıtlarıdır. Bu grubun en sık rastlanan örneklerini sapı dilatatör, delici, spatül olarak, kaşık kısmı; ilaç ölçümü, ilaçların yara üzerine tatbiki, kürete etme gibi prosedürlerde kullanım gören, değişik formlardaki kaşıklar oluşturmaktadır. Koleksiyonda bulunan ilk eser, Roma Dönemi’ne tarihlenen, 2,5 cm. x 12,5 cm. ölçülerinde, kemikten yapılmış, sapı dilatatör olarak kullanılan, yuvarlak formlu ilaç kaşığıdır. 1. Resim kemik ilaç kaşığı Diğer bir çeşit ise oval formlu ve derin oyulmuş uç kısmı fistül34 içine sokulup kazımaya yarayan, 4,8 cm. uzunluğundaki bronz kaşıktır. Aletin sapının yer yer eğrilmiş olması, bu kısım için önerilen kullanım şeklini doğrulamaktadır. Yine uç kısmı bir apseyi delip açmaya ya da bir fistülü genişletmeye yarayan, sapı dilatatör olarak kullanılabilen 12,1 cm. uzunluğundaki bronz alet bu gruba dâhil 34 Cilt ve bağırsak arasında normalde olmaması gereken bir bağlantının (kanalın) oluşmasına fistül denir 29 edilebilir. Bu aletin sivri uçlu baş kısmı, ilk batırışta hem delmekte hem de kesi yaratmakta, ikinci batırışta apse açmak için gerekli olan “+” veya haç işareti sağlamaktadır. Şekil 3 bronz kesici Şekil 2 bronz kaşık 30 Diğer bir grup ise Roma Dönemi’ne tarihlenen, delici/genişletici işleve sahip aletlerdir. Resim 4’teki aletimiz baş kısmı çatallı, burgu işlevi olan sivri bir uç kısmına sahip, kemikten yapılmış, 17 cm. uzunluğunda bir delicidir. Bu burgulu uçlu delici, çatallı baş kısmıyla tel sürükleyici/ ip sürükleyici olarak da kullanılabilmesi nedeniyle çift fonksiyonlu bir aparattır. Antik kaynaklarda, pek çok hastalıkta göğüs ve karın bölgesinin delinip, sıvı ve cerahatin akmasının35 temin edildiği bilgisi mevcuttur. Şekil 4 kemik, burgu delici Kemik malzemeden yapılmış üç delici/ genişletici aletimiz daha bulunmaktadır. 6 cm. (Resim 5) ve 6,9 cm. (Resim 6) uzunluğundaki aletlerden farklı olarak 11,5 cm. uzunluğundaki delici aletin baş kısmı stilize horoz şeklinde betimlenmiştir (Resim 7). 14,9 cm. uzunluğundaki üst kısmı kırık, sap kısmı kademeli bronz alet (Resim 8) ile baş kısmındaki sarmal yivlerin altında ip deliği olan, 8,6 cm. uzunluğunda, bronz delici/iğne ise bu grubun son örneğini oluşturur 35 Kemik ve eklem ilhitabları 31 (Resim 9). Aletin üzerindeki delik (göz), bir alet kutusuna monte etmek veya duvara asmak için olabileceği gibi deri dikmek için iplik taşıyıcı olarak kullanılması amacıyla açılmış olabilir. Resim 10’daki aletimiz ise Roma Dönemi’ne ait, 2,3 cm. x 8,3 cm. boyutlarında, üzeri sarmal yivli, içi oyuk, silindirik formlu kemik alettir. Boru biçimli bu aletin, anüsü kapalı doğan çocuklarda (anus imperforatus) delik açıldıktan sonra kapanmaması amacıyla deliğin içine sokulan ve dışkının dışarı çıkmasına mani olmayan bir alet olması muhtemeldir. 32 Şekil 5 kemik delici, genişletici Şekil 6 kemik delici ve genişletici 33 Şekil 7 kemik, iğne delici 34 Şekil 8 bronz delici, genişletici Şekil 9 bronz delici iğne 35 Şekil 10 kemil aleti Antik Dönem hekimleri, mikrop barındırmayan ve paslanmayan yapıları nedeniyle iltihap riskini en aza indirgeyen, gümüş ve altından yapılmış cerrahi aletlerin özellikle yüz ve boyun bölgesinde yapılacak operasyonlarda kullanımını tavsiye etmişlerdir. Ayrıca gümüşün kolay eğilip, bükülebilir bir metal olması, sonda, şırınga ve benzeri aletlerin yapımı için uygun malzeme özelliği taşımaktadır. Hippokrates gümüş tüplü jinekolojik şırıngalardan, Celsus gümüş kat eterlerden ve sondalardan, Galenos gümüş kanüllerden, Albucasis gümüş kat eterlerden, şırıngalardan ve kanüllerden, İbn Sina (Avicenna) gümüş şırıngalardan ve kat eterlerden, Marcellus Empiricus (Marcellus Burdigalensis) gümüş alet kutularından bahsetmiştir. Tıp aletleri üzerine özenle işlenmiş, Sağlık Tanrısı Asklepios’a ait sözler ya da Asklepios ’un kutsal hayvanlarının tasvirleri, Antik Dönem tıbbının pagan inançlarından sıyrılamadığının somut delilleridir. Özellikle Asklepios ‘un kutsal hayvanları olan yılan ve 36 horoz, cerrahi aletlerin büyük bir çoğunluğunun formlarını oluşturmuş veya bu aletlerin ve aletlerin korunduğu kutuların üzerlerini süslemiştir. Böylece tıpkı Asklepeionlarda uygulanan tedavi metotlarının temelini oluşturan; Asklepios ‘un iyileştirici gücüyle tedaviye dair inanç sisteminin farklı bir stili olarak, üzerlerindeki kutsal bezemeler ya da formlarıyla tanrısal güce sahip hale getirilen bu aletlerin şifa vereceğine inanılmıştır. Ancak unutulmamalıdır ki, kutsallaştırılmış olsalar da değişik formlardaki bu aletlere insan vücudunda uygulanacakları yere göre şekil verilmiş olması birinci planda tutulmuştur. Resim 11’deki yılan formlu, 8,4 cm. uzunluğunda, Roma Dönemi’ne tarihlenen aletimiz ise gümüş bir stiledir. Alet, üretim amacının dışında gireceği kanala adapte edilmek için eğilmiş ve daha verimli bir şekilde kullanılmış olabilir. Aletin yapıldığı malzemenin gümüş olması, fistül traktına uygun bir şekil almasını sağlaması açısından bu kanıyı güçlendirmektedir. Şekil 11 gümüş stile 37 Resim 12’deki aletimiz ise 21 cm. uzunluğunda, Roma Dönemi’ne tarihlenen, bronz iki strigilistir. Strigilislerin atletler tarafından güneş ışınlarından korunma amaçlı vücuda sürülen zeytinyağını temizlemek için kum havuzlarına girdikten sonra vücuda yapışan kumu sıyırmakta kullanıldığı bilinmektedir. Strigilislerin tıbbi amaçlarla yardımcı alet olarak kullanım gördüğünü antik kaynaklardan öğreniyoruz. Farklı boyutlarda yapılan, orak formlu bu kazıma aletinden, yağların veya sıvı ilaçların aletin sivri ucu kullanılarak hastalıklı bölgeye akıtılması suretiyle, bir nevi enjektör gibi faydalanıldığı Celsus, Galenos, Marcellus Empiricus, Scribonius Largus gibi hekimler tarafından detaylı olarak açıklanmıştır. Galenos strigilis üzerinde hayvan yağlarını ısıtma işlemine tabi tuttuktan sonra kulak gibi vücut açıklıklarına uyguladığını aktarmıştır. Celsus ise sıvı ilaçları kulak içine strigilis vasıtasıyla akıttığını anlatmıştır. Şekil 12 bronz strigilis Koleksiyonun son eserlerini; Bizans Dönemi’ne ait pişmiş topraktan yapılmış, 14,1 cm. x 1,8 cm. x 0,7 cm. ebatlarında bir merhem hazırlama/ pansuman kabı (Resim 13 ve 14) ile Ortaçağ’a tarihlenen bronz bir kemik kırığı tespiti aleti oluşturmaktadır. Kırık olmasına rağmen uzunluğu 8,4 cm. olan aletin kollarının esneklik verecek yapıda olmaması, bu dönemde kullanılan çok değişik formlara sahip kemik kırığı tespiti aletlerinden biri olduğunu düşündürmektedir (Resim 15). 38 Şekil 13 pişmiş toprak pansuman, merhem kabı Şekil 14 pansuman kabı Şekil 15 kemik kırığı tespit aleti İHTİSASLAR 39 Doktorların ihtisaslarına göre ayrılmalarına ilk olarak Mısır tıbbında rastlamaktayız. Roma döneminde ihtisaslar öyle büyüyor ki dönemin tüm tiyatro yazarları ve senaristlerinin ironi malzemesi haline geliyor, tıpkı günümüz şartlarında aynı konunun mizah yazarları veya çalışanları için oluşturduğu tükenmez bir kaynak olduğu gibi… Hâlbuki Cicero’nun zamanında ve söylediklerine göre dâhiliyeciler, cerrahlar ve göz doktorları vardı tüm bunlar yazar Martiales dönemine denk geliyordu ve ihtisas alanlarının ne kadar çok olduğunu bazı yazılarından kanıtlarda bulabileceğimiz söylenmektedir. Tabi özel doktorlar da unutulmamıştır özellikle sinirsel hastalıkları tedavi etmek adına devlet doktorları değil özel doktorlar bulunurdu. Fakat bunlara istisna olarak bir dahi ve yetenek abidesi sayılan Asklepiades’i sayabiliriz. Burada kullandığımız ‘’özel’’ kelimesi günümüz hastane şartlarında algılanan paralı bakım ile farklı anlamlar içermektedir. Özelin anlamı doktorun istediği yani sevdiği alan üstünde çalışması dışında en çok para kazandıran alan üzerinde çalışmayı seçmeleridir. Tabi bu her doktor için geçerli değildir ama Asklepiades ’in sinir hastalıkları konusundaki ihtisası tamamıyla ekonomisini ve cebini düşünmesinden kaynaklıdır. GÖZ DOKTORLARI Bu dönemde en önemli ihtisas alanlarından biri de göz üzerinedir ve bu alanda çok ciddi çalışmaları yapıldığını ve dönemin göz doktorlarından ciddi boyutlarda verimli ürünlerin kaldığını görüyoruz. Bunların içinde elimize ulaşan yaklaşık mühür vardır. Bunlardan bazıları kare sert bir maddeden oluşan yazıt tipli tabelalardı, bunların üzerinde doktorların adı yazardı adeta günümüz reçetesini andıran doktorun tavsiyeleri ve bu tabelanın kullanışı yazardı. Bunlar genelde sabitlenecek ve asılacak şekilde hazırlanırdı, ortalık bir yere halkın görebileceği ve faydalanabileceği şekilde yapılırdı. Bu mühürlü tabelalara daha çok imparatorluğun batı ve güney batı tarafındaki taşralarında rastlanmıştır. Bu tabelalara göre bu göz ihtisasının Romalı doktorlar arasında çok yaygın olduğunu öğreniyoruz fakat bu tabelalar kanun böyle öngördüğünden bu taşralara konmuştu ve bulundukları yerler yeşillik hatta ova tarzında yerler olduğundan bu tedavilere en uygun yerler olup olmadığı konusunda ciddi soru işaretlerinin oluşmasına sebep olmuştur. Fakat belki de bu alandan genel dolaşımın ve göze yararı olacak ilaçların sağlanabilmesi için gerekli bitkiler bulunabilirdi. Son olarak da göz doktorlarının özellikle Romalı halkı kayırarak ve onlara özel muamele göstererek görevlerini yaptıklarını öğreniyoruz. 40 JİNEKOLOJİ Konunun geneli çok geniş ve kapsamlı olacağından dolayı bulduğum ufak bir yunanca metni kendim bizzat çevirerek yazmak isterim. Jinekoloji veya diğer adıyla kadın hastalıkları konusunda çalışılmış başarılı tezler vardır fakat konu çok ayrıntılı ve çok bölümleri kapsamaktadır. Günümüz hastalıklarında olduğu gibi kistler, adet sancılar çocuk doğurmak veya aldırmayı istemek konusunda belirli sıkıntılar tüm bunlar o dönem için güç şeylerdi. Döneme damga vuran ünlü yazarların yaratıları dışında kadın hastalıkları ile ilgili yapılan işlemler konusunda pek çok tanık ve şahitlik bulunduğu söylenemez. Bunun sebeplerinden birinin dönemden kaynaklı daha mutaassıp bir anlayışın yaygın olduğu, kadının bu tür şeyleri ulu orta yaşayamadığını düşündüğümdendir. Diğer bir sebep ise dönemin kadın hastalıklarını tedavi etmek konusunda faydalandıkları en büyük unsur büyülerdir. Buradaki büyü kelimesinin aklımızı karıştırabileceği konusunda siz okurlar ile hem fikirim… Zira burada aklımıza bu büyüler kara büyü mü, iyileştirme büyüsü mü gibi sorular gelmektedir. Bu büyüler konusunda abartılı olarak şarlatan denilecek kadar durumun bayağılaştığını görüyoruz diğer yandan tam tersine bu işi ciddi olarak belirli bir yardım ve iyileştirme çerçevesinde yapanlar bunun eğitimini alan ona göre operasyonlar bilen profesyonel insanlardı. Burada bahsettiği insan tanımı günümüz tanımında aklımıza eril bir görüntü getirse de Yunancada insan her iki tarafı da kapsayabileceğinden zannederim ki bu kişiler kadındır. Tabii ki bu erkek hekim olamayacağı anlamına gelmemektedir. Bu dönemde yine çok önemli yazarlardan çok netlikle yazılmış ve önemli bilgiler sunan özetler görmekteyiz. Yukarıda bahsettiğimiz büyüler arasında en sık yapılan ve en önemli büyülerden biri sayılan kürtaj büyüsüydü. Yazının devamında kürtajlar fark edildiğinde devletinin sıkı ve ağır kanunların uygulandığını ve insafları olmadığı bahsedilmektedir. Bu da akla kürtajın bu yıllarda yasak olduğunu anlamamıza yardımcı olmaktadır. CERRAHİ Yazılı belgelere ve arkeolojik kazılara bakıldığında doktorun mesleğini icra ettiği alan oldukça tanıdık bir yerdi. Pompei’de yapılan bir kazı sonucu ortaya çıkan bir doktorun evi bize onun günlük yaşamını ve bir gün içinde yaptığı her şeyi takip edebilme, öğrenebilme şansı vermiştir. Öncelikle evde doktorun kendi özel yaşamına ait yerleri vardı: mutfak, kitaplık, yatak odası, çalışma odası balkonu vs. Tüm bu alanlar muayene odasının yakınlarında toplanmıştı, burası günümüz dili ile meydan sayılabilecek ve herkesin kolay 41 ulaşabileceği bir yerdi. Doktor gününün büyük bir bölümünü burada geçirir ve hastalarını kabul ederdi. Muayenehanesinin dışında evini ziyaret eden hastalar da olurdu veya çok acil olan rahatsızlıklar için onu evlerine çağırırlardı. O halde doktor buradan çıkıp kontrolleri veya acil hastalarına giderdi. Yanında alet dolusu koca bir çanta ve sayıları azdan çoğa giden pek çok öğrencisi olurdu. Dönemin meşhur doktorları veya daha fazla ün yapmak isteyen doktorlar sağlıklı bir muayene yapamayacak kadar kalabalık bir öğrenci grubu ile hastalarına giderlerdi. Martiales de bu konu hakkında elbette ki asla lafını esirgememiştir: ‘’Hastaydım ve sen beni muayene etmeye geldin Simake, yanında belki yüzden fazla da yardımcın vardı, dışarıda esen poyraz yüzünden buz kesmiş yüzden fazla el vücuduma dokunup durdu, sen gelmeden evvel ateşim yoktu ama şimdi var’’. Peki, bu alet çantasının içinde ne vardı? Kremler sürmek için kaşıklar, masaj ihtiyacı olan hastalar için özel eldivenler, neşterler, tamponlar, yaralar üstünde çalışırken açık durabilmesi için sabitleyiciler, jiletler ve aklınıza gelebilecek her şey. Bu aletler konusunda kazılardan elimize zengin bir hazine ulaştığını söyleyebiliriz. Bu aletlerin dış görünüşleri günümüz aletlerinden çok farklıydı muhtemelen hastanın dikkatini de çekmeyi başarıyordu. Dikkat çekici diğer bir unsur ise aletler konduğu depoların düzenlenmiş hali idi. Bu konuda günümüzde de bir şey değişmemiştir, düzgün dizayn edilmiş ve zengin aletleri olan cerrahiler, muayenehaneler hasta üzerinde elbette ki fazladan bir artıya sebep olmaktadır. TIBBİ ÜCRETLER İlk başta muayene ücretleri cüzi rakamlardı. İ.S 1yüzyıldan itibaren muayene ücreti 2 drahmi olmuştur fakat daha sonrasında bu ücretler daha da artmış ve işinde usta olan hekimler dönemin milyonerleri olmuştur. Claudius zamanından tanıdığımız Doktor Stertinus yıllık Euro kazanıyordu. Kardeşi ise Stertinus Ksenophon öldükten sonra günümüz parası ile Euro miras bırakmıştır. Valentinianos devletin doktorlarına kimsesiz ve durumu olmayan kişileri bedava muayene etmeleri emrini verdi. Zira zengin hastalardan kazandıkları ile hayatlarından belirli zamanlar da ayırarak yeni işler kuracak veya başka ihtisaslar konusunda eğitim alacak kadar imkânları bulunuyordu. 42 ROMA DÖNEMİNDE ÖNEMLİ HEKİMLER HİPPOKRATES (~ M..Ö ? - ? ) Hippokrates yaklaşık M.Ö. yıllarında Kos (İstanköy) adasında doğmuş, daha sonra Thessalia’ya yerleşmiş ve yaklaşık M.Ö. ’de, Larissa’da yaşlı ve soylu bir adam olarak ölmüştür. Hippokrates “Asklepiades ailesine” mensuptu. Bu aile pek çok doktor bulunduran ve köklerinin, büyük hekim Asklepios’a dayandığını iddia eden bir aileydi. Hippokrates doğduğu yerde eğitim görmüş, hayatı boyunca ün sahibi olmuş ve bu ününü günümüze kadar taşımıştır. Yunan dünyasının büyük kısmını gezmiş ve “Hippokrates Koleksiyonu” veya “Hipokratik Corpus” olarak bilinen tıp eserlerine büyük katkıda bulunmuştur. Hippokrates’in yaşadığı, M.Ö. 5yy, düşünce ve aklın filizlendiği ve Buda, Sokrates, Ksenophon, Phidias ve Platon gibi pek çok düşünürün yaşadığı bir dönemdi. En erken ve en güvenilir otoriteler Platon, Aristoteles ve Aristoteles’in öğrencileridir. Onlara göre Hippokrates doktorluk yapan, tıp öğreten ve büyük saygı duyulan bir kişidir. Onun doktrinleri ile ilgili kesin olan çok az şey günümüze ulaşabilmiştir. Pek çok bilim adamının ve araştırmacının Hippokrates’in orijinal eserlerini ve öğrettiklerini bulma çabalarına rağmen ona ithaf edilenlerin çoğu anonimdir ve Hipokratik Corpus (küre – bütünlük) olarak bir araya toplanmaktadır Hippokrates’in zamanında önde gelen başka birçok hekim vardı. Khrysippos (heykelinin uzun süre Hippokrates’e ait olduğu düşünülmüştü) büyük saygı duyulan bir filozof-hekimdi. Knidos’lu çağdaşı olan Euryphon en az onlar kadar meşhurdu ve “Knidos Tıp Yazıları” olarak bilinen eserlere önemli bir katkıda bulunmuştur. Hippokrates ’ten daha sonra yaşamış olan Kos adasının önemli bir başka hekimi Praksagoras’ın yetiştirdiği öğrencisi Herophilos M.Ö. funduszeue.info’ın İskenderiye okulunun ünlü anatomist ve yazarı olmuştur. Hipokrat, Khrysippos ve Praxagoras bazı yazarlara göre, bir tedavi metodu olarak diyeti (dietetics) keşfeden ve uygulayanlar olarak gruplanırlar. Ancak tüm bu isimler arasında Hipokrat’ın ismi en öne çıkan ve parlayandı. Gerçekler abartıldı, hikâyeler üretildi ve efsaneler yaratıldı. Bunlardan bazıları gerçek olabilir, en azından bazı 36 Lyons & Petrucelli s. 43 kısımları gerçek olabilir ancak diğerleri tamamen eklemedir. Bu efsanelerden bazıları bahsetmeye değerdir çünkü Hippokrates’i takip eden yüzyıllarda zihinlerde bıraktığı başarının etkisini göstermektedir Makedonya’da Kralının hastalığını tedavi etmiştir. Knidos’un önde gelen hekimi Euryphon ’un tespit edemediği hastalığı bulmuş ve bunun psikolojik kökenli olduğunu tespit etmiştir. Hippokrates Abdera’da, Demokritos’u tedavi etmek için çağrılmıştır. Atom teorisini bilime kazandıran büyük Demokritos’la olan iletişimi Hippokrates’in bir filozof olarak da çizdiği imajı bize göstermektedir. Anadolu’da vebayı durdurmak için çağrılması üzerine Hippokrates evinde kalmayı ve halkına yardım etmeyi tercih etmiştir. Onun vatandaşlık bilinci Perslerin, Yunanlıların düşmanı olması nedeniyle Kral Artakserkses’i reddetmesi ile sonuçlanmıştır. (Perslerle savaş Hipokrat’ın yaşadığı zamana yakın yıllarda gerçekleşmiştir). Hatta bazı efsaneler üretilmiştir. Örnek olarak onun mezarının üzerinde bir arı kovanı oluşmuş ve bu kovanın balının büyük şifa gücü varmış. Rivayete göre Hippokrates adada, kendi özerkliğini korumak için Asklepios tapınağını ateşe vermiştir (o zamanlar Kos adasında hiçbir Asklepios tapınağı bulunmamasına rağmen). Hippokrates’in dış görünüşünün nasıl olduğuna dair pek çok bulgu vardır. Bunlardan birçoğu etkileyici bir yüz ve vücut sergilemektedir. Ancak döneminden çok az Yunan heykeli zamanımıza ulaşmıştır. Eldekilerin büyük çoğunluğu Roma kopyasıdır. Hippokrates’i betimlediği söylenen pek çok antik büst farklı zamanlarda yapılmıştır ve onun etkileyici bir görüntüye sahip olduğunu iddia eder. Aristoteles’e göre ise Hippokrates kısa boyluydu, ancak tüm zamanların bu en büyük hekiminin portresi muhtemelen ününe yakışır bir biçimde yakışıklı ve etkileyici olarak yapılmıştı. Günümüzde yapılan bazı araştırmalarda Kos adasında bulunan ve üzerinde Hippokrates adını taşıyan paralardaki resimler Ostia adasında bulunan heykelin birbirine benzediği bulunmuştur. Bu nedenle bu ikisinin Hippokrates’in gerçek görüntüsüne yakın oldukları kabul edilmektedir Hippokrates’in tıp alanında başarılı olması bir takım eleştiriler almasına neden olmuştur. Onu eleştirenler bazen, bireyi tedavi etmekten çok genel bilgi üretmekle suçlamışlar ise de, Hippokrates ekolünün hedefini yüksek tuttuğu açıktır. Hippokrates ve onu izleyen hekimlerde bilimsel tıbbın Batı’daki ilk işaretlerinin görüldüğü doğrudur. Hippokrates, bilimsel yöntemleri kullanmıştı. Hükümleri dikkatli ve ölçülüydü. O 37 Canning , s. 38 Lyons & Petrucelli s. 44 zamanlar hüküm süren batıl inançları, konu ile ilgisi olmayan tüm felsefi düşünce ve sözleri reddetmişti. Bundan başka Hippokrates, tedavi ettiği vakaların kayıtlarını tutmuş, bu kayıtlarda, başarı ve başarısızlıklarını gerçek bir bilim adamına yaraşır tarzda vermişti. Gerçekten de tıbbi rapor tutma geleneğini Batı’da ilk başlatan Hippokrates’tir. Ancak bu gelenek kendisinden sonra Batı’da ne yazık ki devam ettirilememiştir. Milattan sonra dokuzuncu yüzyılda İslam medeniyetinde yeniden canlanmış ise de Avrupa’da on altıncı yüzyıldan önce uygulanmamıştır Hipokrat Yemini “Hekim Apollon Asklepios, Hygeia panacea ve bütün Tanrı ve Tanrıçalar adına. Ant içerim, onları tanık ve şahit tutarım ki, bu andımı ve verdiğim sözü gücüm kuvvetim yettiği kadar yerine getireceğim. Bu sanatta hocamı, babam gibi tanıyacağım, rızkımı onunla paylaşacağım. Paraya ihtiyacı olursa kesemi onunla bölüşeceğim. Öğrenmek istedikleri takdirde onun çocuklarına bu sanatı bir ücret veya karşılık almaksızın öğreteceğim. Reçetelerin örneklerini, ağızdan bilgileri şifahi malumatı ve başka dersleri evlatlarıma, hocamın çocuklarına ve hekim andı içenlere öğreteceğim. Bunlardan başka bir kimseye öğretmeyeceğim. Gücüm yettiği kadar tedavimi hiç bir vakit kötülük için değil yardım için kullanacağım. Benden zehir isteyene onu vermeyeceğim gibi, böyle bir hareket tarzını bile tavsiye etmeyeceğim. Bunun gibi bir gebe kadına çocuk düşürmesi için ilaç vermeyeceğim. Fakat hayatımı, sanatımı tertemiz bir şekilde kullanacağım. Bıçağımı mesanesinde taş olan mustariplerde bile kullanmayacağım. Bunun için yerimi ehline terk edeceğim. Hangi eve girersem gireyim, hastaya yardım için gireceğim. Kasıtlı olan bütün kötülüklerden kaçınacağım. İster hür ister köle olsun erkek ve kadınların vücudunu kötüye kullanmaktan sakınacağım. Gerek sanatımın icrası sırasında, gerek sanatımın dışında insanlarla münasebette iken etrafımda olup bitenleri, görüp işittiklerimi bir sır olarak saklayacağım ve kimseye açmayacağım.” Bu yemin, en çok Hippokrates’in adıyla bilinir ve onunla ilişkilendirilir. Yüzlerce yıl tıp öğrencileri bu yemini (bazı farklılık ve uyarlamalarla birlikte) söyleyerek mezun olmuşlardır. Ancak muhtemelen bu yemin, Hippokrates öğretisinin bir parçası değildi ayrıca yemin Kos adasındaki bütün hekimler tarafından söylenmiyordu. Hippokrates’in prensipleri ve uygulamaları ile de bazı farklılıklar içeriyordu. En büyük çelişkilerden birisi yeminin kürtajı 39 Ronan sf. 45 yasaklamasıdır. Oysaki Hipokratik Corpus pek çok kürtaj uygulamasını ve metodunu barındırmaktaydı. Açık olarak görülen durum, yemindeki yasaklamanın o zaman ki halkta bir yankı bulmadığıdır. Kürtaj, Grek zamanında da Roma zamanında olduğu kadar yaygındı. Çocuğun doğar doğmaz ölüme bırakıldığı bir zamanda, embriyoyu öldürmenin yasaklanması pek mantıklı gözükmemektedir. Yemindeki ikinci çelişki, intiharın engellenmesidir. Hastalıktan veya acıdan kurtulmak için intihar oldukça kabul gören ve yerel yönetimler tarafından da serbest bırakılan bir uygulamaydı. Antik dinler de intiharı engellememekteydi. İntihar edenlerin öldükten sonra yargılanacaklarına dair herhangi bir inanç bulunmamaktaydı. Bu nedenle kanunlar ve dinler tıpçıyı bu konuda ne isterse yapabileceği bir serbestlik vermiştir. Hipokrat yeminindeki ilkeleri savunan tek felsefi dogma Pythagorculuktur. Tüm Grek felsefi okulları arasında Pythagorculuktur intiharı ve kürtajı hoş görmemiştir. Ayrıca Pythagorcu düşünce kan akıtmaya yönelik cerrahi uygulamalara da karşı çıkmıştır. Bunun gibi pek çok açıklama yapılabilir. Muhtemelen yemin hiçbir zaman Hippokrates’in bağlı olduğu Kos veya Knidos sisteminin bir paçası olmamıştı. Bir görüşe göre yemin Hippokrates ’ten değil Pythagor ekolünden köken alıyordu ve daha sonradan Hippokrates Koleksiyonunun içerisine yerleştirilmişti. Yeminin ana hatları Pythagor ’un, vücudun içinde veya dışında hiçbir hayatı sona erdirmeme ve kan akıtmaya karşı olan tutumuyla uzlaşmaktadır. Özet olarak bu ünlü yemin Hippokrates öğretisinden esinlenilmiş olmasına rağmen çelişkili ifadeler taşımasından ötürü Hipokrat’ın kaleminden çıkmış değil, ancak ona atfedilmiştir. Bu yemin pek çok doğrulama ve yasaklar içerir. Yemin Tanrılara, öğretmenlere ve gelecekteki öğrencilere yemin ederek başlar. Yasaklar ise hastaya zarar verme, öldürücü ilaçlar, kürtaj, cerrahi, hasta ve hasta yakınlarıyla cinsel ilişki ve hastanın sırlarını koruma üzerinedir. Görevler saflık ve kutsal bir hal ile yapılmalıdır der 40 Lyons & Petrucelli s. 46 Şekil 16 ’de Lyons’ta yayınlanan bir resimli el yazmasından Hippokrates Galenos ve Avicenna THEOPHRASTOS (M. Ö. - ) İlkel insan çevresindeki resimlerken hayvanları çizmiş, bitkileri ise ihmal etmiştir. Bunun nedeni açıkça, bitkilerin toplanması, hayvanların ise avlanmasıdır. Hayvanlar ile olan ilişkiler insanları çok daha fazla etkilemiştir. Çünkü bitkileri toplamak ne bir zorluk ne de hayvan yakalamak için yapılan dualar veya büyülerden birine ihtiyaç duyuyordu. Ancak erken kültürlerden bazılarında buna istisnai durumlar gözlemekteyiz. Girit’te Knossos sarayının fresklerinde bazı tıbbi kullanımı olduğu tahmin edilen bitki resimlerini ve Thebes’ten bitkileri görmekteyiz Bitkilere olan bu yetersiz sayılabilecek ilgi Antik Yunan dünyasının her konuda olduğu gibi botanikte de gösterdiği çaba ile tersine dönmüştür. Doğa bilimlerinin pek çok alanında değerli çalışmalar vermiş olan Theophrastos “Botaniğin Babası” olarak bilinmektedir. M.Ö. dolaylarında Midilli Adası’nda Eresos’ta doğan Theophrastos Aristoteles’ten on üç yaş küçüktü. Theophrastos, otuz beş yıl yönettiği Lykeion’u Aristoteles’ten devralmadan önce, yirmi yıl boyunca onunla çalıştı. Aristoteles doğa bilimlerinin ve morfolojinin kurucusudur. Onun Atina’da bir ilaç dükkânı vardı ve her ne kadar doğa bilimlerinde bir deha 41 Wheelwright s. 76 47 idiyse de bitkilerin tedavide kullanımları ile ilgili de kitap yazmıştır İnsan ırkının bu büyük “Babalarının” gerçekten de ne kadar büyük olduklarını anlamakta bazen zorlanırız. Theophrastos aralarında ünlü hekim Erasistratos’un da bulunduğu iki bin kadar öğrenci yetiştirdi. Atina’da kazandığı saygınlık o kadar büyüktü ki, daha sonraları dinsiz olduğu iddiasıyla aleyhinde açılmak istenen dava teşebbüsleri başarısız olduğu gibi, filozoflar aleyhindeki bir kanun da iptal edildi. Theophrastos, Aristoteles’in öğrettiklerinin hepsini olduğu gibi benimsemedi; bazı konularda kendi fikirleri vardı; Aristoteles’in bazı görüşlerini hep eleştirmiş gibi görünmektedir. Böyle olması da doğaldı. Eğer bir öğrenci hocasının bütün görüşlerini körü körüne kabul ederse, bu hoca ne kadar parlak olursa olsun, bilimde ilerleme olamazdı. Bu tutumun herhangi bir tatsızlık veya gücenme yaratmamış olması da Aristoteles’in ve Lykeion’un büyüklüğünün ve başarısının bir ölçüsüdür. Theophrastos hangi konuları sorguladı? Aristoteles’in evrenle ilgili birçok fikri onda şüphe yaratmıştı. Örneğin, eğer göklerin en dıştaki küresi bir “ilk hareket ettirici” tarafından döndürülüyor ise, niçin bazı gök cisimleri diğerlerinden daha hızlı hareket etmekteydi? Niye gök cisimlerinin hareketi, Ay altı küresindeki cisimle geçmemekteydi? Gözlemlediği bazı olaylar için Aristoteles’in verdiği açıklamaları da sorguladı: gelgit olayının sebebi neydi? Eğer doğa, yaratıklar için en iyi olanı istiyorsa, geyikler niçin kendilerine zararlı olan boynuzlara sahipti. Bu gibi sorular, çoğunlukla yeni araştırmalar için ilgi çekici noktalar ortaya koydu. Ancak Theophrastos, yalnızca eski fikirleri sorgulayan bir kişi değildi; kendisi bugün özellikle verimli katkıları sebebiyle hatırlanmaktadır. Maalesef, yazılarının ancak bir bölümü günümüze gelmiştir; yine de bunlar, onun en az üç sahada öncülük etmiş olduğunu açıkça göstermektedir. İlk olarak, bilim tarihine ilk katkıda bulunanlardan biriydi. Doğa Filozoflarının Görüşleri adlı kitabı daha sonraki birçok yazar için kaynak teşkil etmişti. İkinci olarak, mineraloji konusunda yetenekli bir uzmandı. Yaptığı denemeler onu Platon ve Aristoteles’in benimsemiş olduğu temel sınıflandırmanın doğruluğunu sorgulamaya sevk ettiyse de, Aristoteles’in mineraller, maden cevherleri ve taşlar üzerine başlatmış olduğu araştırmaları sürdürdü. Ayrıca, çok çeşitli maddenin tam tanımını verdi, bunların ateşe nasıl tepki gösterdiğini, dokunulduklarında nasıl olduklarını, renklerini ve diğer özelliklerini tanımladı ve böylece Batı’daki ilk metodik mineraloji çalışmasını hazırladı 42 Wheelwright s. 77 43 48 Robert Thom’un çizimine göre “Theophrastos öğrencilerine ders veriyor” Theophrastos ’un üzerinde çalıştığı üçüncü ve en önemli konu botanikti. Elde ettiği sonuçları Bitkiler Üzerine Araştırmalar adlı eserinde topladı. Bu eserde, Batı’da Atlantik’ten başlayarak Doğu Akdeniz kıyılarına kadar uzanan bir bölgeye ve hatta birkaçı da Hindistan gibi uzak bir ülkeye ait yaklaşık kadar bitki türünü ve çeşidini, gerek kendi temin ettiği gerekse gezginlerin ve başka kişilerin naklettiği bilgileri kullanarak kaydetti. Tabii ki, bu durum eserde bitkilerle ilgili bazı hikâyelerinde yer aldığı anlamına gelmekteydi. Theophrastos insanlık tarihinde ilk kez çiçekli ve çiçeksiz bitkileri birbirlerinden ayırmıştır. Bunun yanı sıra bir ağacın yıllık halkalarını ayırt etmiş ve çok daha sonra Goethe’nin belirttiğinin aynı şekilde petallerin (çiçek taç yapraklarının) aslında sadece renk ve şekil olarak dönüşmüş yapraklar olduklarını belirtmiştir. Diğer taraftan, bazı gözlemlerini araç gereç yokluğundan dolayı iyi yapamadığı da doğrudur; Aristoteles gibi Theophrastos ‘un da büyüteci yoktu. Botanikteki çalışmalarının o güne kadar yapılmış olanlardan önemli bir farkı, bitkileri sınıflandırma yönteminde görülür. Theophrastos, sonraki botanikçilere büyük yarar sağlayacak bir yöntem geliştirdi. Ayrıca, bu bilgileri tarafsız bir yaklaşımla topladığı gibi, onları tenkitçi gözle tartıştı ve elindeki bilgiler yetersiz olduğunda herhangi bir hüküm vermekten kaçındı Theophrastos Ronan , s. 44 Jackson , s. 71 49 bitkileri; ağaçlar, bodur ağaçlar, çalılar ve otlar olarak ayırdı, yabani ve yetiştirilmiş varyeteler arasındaki genel ve çok özel farkları kaydetti. Ayrıca, bitki özsularını, tıbbi bitkileri, çeşitli ağaçlardan elde edilen odun tiplerini ve bunların kullanımlarını da tartıştı. Bunlara ek olarak her bitkinin bazı kendine has özellikleri olduğunu aktarmış ve bu bilgiler daha sonraki “herbal”lerin oluşturulmasında temel olmuştur. Fakat en önemlisi, bazı kelimelere özel teknik anlamlar verdi. Örneğin bizim bugün kullandığımız “perikarp” (meyve kabuğu) terimini “pericarpion” olarak tohum muhafazası için kullandı. Ve bu tutum, gerçek botanik bilimine doğru çok önemli bir adımdı. Bitkileri mükemmel bir şekilde tanımladı. “perikarp” için petalli ve petalsiz çiçekler için, yüksek bitkilerdeki dokular (parankima ve prosenkima) çiçek örtüsünün gelişmesi ve çiçeklerin çiçek durumlarındaki (infloresans) dizilişi için verdiği tanımlar değerlerini bugüne kadar korumuştur. Ayrıca, Angiospermler (kapalı tohumlu bitkiler) ile Gimnospermler (kozolakgiller gibi açık tohumlu bitkiler) arasında, daha da önemlisi, monokotiledonlar (buğday ve arpa gibi tek çenekli bitkiler) ile dikotiledonlar (bezelye ve fasulye gibi iki çenekli bitkiler) arasında ayrım yaptı, bunları tanımladı. Bu sonuncular için verdiği tanımlar on yedinci yüzyıla kadar verilen en doğru tanımlar olarak kaldı GALENOS (M.S. ) Galenos (Cladius Galenos) , M.S. ’da Anadolu’daki büyük kültür merkezlerinden biri ve Roma İmparatorluğu’nun en zengin bölgesi olan Pergamon’da (Bergama) doğmuştur. Bir mimar olan babası Nikon, Bergama’nın üst kesiminden geliyordu. Galenos, varlıklı ailesinin ona sağladığı bütün ayrıcalıkları kullandı. İlk çalışmaları Yunan dili, retorik felsefe hakkındaydı ve bunlarla Aristoteles’in eserleri üzerine otorite oldu. On altı 45 Ronan , s. 50 Yaşındayken tıp öğrenmeye başladı. Önce Bergama’da seçkin bir hekim olan Satyros ile çalıştı. Sonra Smyrna ’da (İzmir) anatomi öğrendi. Daha sonra Korinthos’a ve önde gelen tıp merkezlerinden biri ve övgüyle söz ettiği okulun bulunduğu yer olan İskenderiye’ye gitti. Çok hevesli bir öğrenciydi. On iki yıl süren bu uzun tıp eğitimi alışılmış bir durum değildi ve onun tüm Yunan ve Romalı hekimlerden ayrı bir konuma getirdi. Yirmi sekiz yaşında Bergama’ya dönen Galenos, Asya’nın başrahibi tarafından bir gladyatör okuluna cerrah olarak atandı. Galenos, bu görev sayesinde anatomik bilgi ve deneyimini genişletecek şekilde çok sayıda yara görmüş, operasyon yapmış, diyet ve egzersizde uzmanlaşmıştır. M.S. ’de Roma’ya gittiğinde, çoktan ünlü bir filozof hekim olmuştu ve başkentte kaldığı sürece hem iyi bir pratisyen hem de mükemmel bir tıp bilgini olarak ününü sağlamlaştırdı. Robert Thom’un çizimine göre Galenos’un ilaç hazırlaması Büyük çabası ve başarısı onun Marcus Aurelius’un hekimi pozisyonuna getirdi. Yazdığı 83 tedavi metodu günümüze kadar ulaşmıştır. Galenos’un bir dükkânı vardı ve bu dükkânda pek çok ülkeden droglar satılmaktaydı. Mısır ve Yunan arasındaki artan ticaret Büyük İskender’in Hindistan kapılarını Yunana açmasıyla büyük bir bitkisel ticareti mümkün kılmıştır. Kargolar garip maddeleri de taşımaktaydı: Sırtlan safrası, timsah ve kaplumbağa kanı, geyik idrarı, kertenkele kafası vs. Farmasötik bileşikler bazı hekimlerde endişe uyandırmaktaydı çünkü büyüsel amaçlarla da kullanılmaktaydılar. Roma İmparatorluğunun sınırlarını genişletmesi egzotik ürünlerin ticaretinde daha büyük bir artışa neden olmuş ve çeşitli ürünlerin hekimlerin kullanımına daha çok imkân vermiştir. Ancak bu ticaret ve bitkisel ürünlerin satışındaki 51 hareketlilik bazı hilekârların sahtecilikleri için fırsat yaratmaktaydı. Onun hileye karşı kendi bitkilerini yetiştirmesi, karışımları büyük bir titizlikle hazırlaması nedeniyle günümüzde dahi “galenik” ilaç terimi kullanılmaktadır Bazı tıbbi bileşikler Roma’ya Mısır ve Yunanistan’dan gelmekteydi. Bazı karışımlar “Hiera Picra” yani “kutsal acı” adıyla bilinir ve her derde deva olduklarına inanılırdı. Wootton’a göre (Chron. Pharm.) Galenos’un orijinal Hiera Picra’sı Sokotra sarısabırı, tarçın, mastika, Asarum (yılanyastığı otu), Xylobalsumum, safran ve bal karışımından oluşmaktaydı. Bu karışım yüzlerce yıl devam etti ve bazı revizyonlara gitti ancak aloelerin (sarısabır otu) miktarı değişmedi. En son yılında formül, sadece aloe ve yabani tarçına indirgendi. Bu kutsal acılar ancak gizli tıbbın bir patenti olarak kaldı ve daha sonraları büyük paralar ödenerek elde edilebildi. Galenos çağının bilimi gereğince hem hekim hem de kimyacıydı. Drog anlamına gelen Latince kelime medicina’dır. O dönemde henüz eczane olacak dükkânlar yoktu sadece bitki ilaçlarının satıldığı apothecary’ler mevcuttu. Four Thousand Years of Phramacy adlı kitabında Dr. La Wall’a göre Galenos Unguentum refriferans veya soğuk krem adı verilen bir su-badem yağı emülsiyonunu (karışımı) beyaz mum ve kokulu güllerle hazırlamıştır. Haşhaş kafalarından elde edilen basit bir ekstrede ise meconion (mekon), bir haşhaştan elde edilmektedir. Galenos ilk deneysel fizyolog olarak kabul edilmektedir. Pneumonia ve pleurisy arasındaki farkı keşfetmiş, verem üzerine pek çok gözlem yapmış, empatiyi unutmamış ve kendisini hastanın yerine koymuştur. Mithridates’in fikirlerine o da katılmış ve bir gün zehirlere karşı bağışıklığın mümkün olabileceğine inanmıştır. Theriac’lar o çağda geniş olarak kullanılmaktaydı ve genellikle değerli taşlarla karıştırılırdı. Bu uygulama eski Mısırdaki “ilacın etkisinin değerli taşlarla artacağı” inancından kaynaklanmaktaydı. Galenos, Roma’da nüfuzlu bir hükümet üyesi olan Flavius Boethus ile tanıştırıldı. Boethus, genç adamı, anatomi ve fizyoloji konusunda kitaplar yazması, anatomi konusunda halka açık dersler vermesi ve uygulamalı gösteriler düzenlemesi yönünde teşvik etti. Bu dersler büyük ilgi gördü ve zamanla imparatorluk ailesinin doktoru oldu. Fırsatları kullanmasını iyi bilen bir kişi olduğu kadar, çok başarılı bir doktordu. Prognozda (hastalığın seyrini tahmin etme) zayıf olmakla İlaçlara olan yaklaşımı pek bilimsel olmamakla beraber, bunların etkileriyle ilgili deneyleri destekledi. Belki de Bergama’da gladyatör hekimliği yaptığı için cerrahlıktan hoşlanmamaktaydı. Cerrahlık tecrübesi başlangıçta yaraları dikmekten ibaretti ve cerrahiyi daha sağlam temellerle oturtmak isteyen Erasistratos’un öğrencileriyle ters düştü. Halka açık dersler vermesine ve eserler yazmasına 46 Trease , s. 10 52 rağmen, bilgisini başkalarına aktarma arzusu duymamış gibi görünmektedir. Zira hiç öğrencisi olmamıştır. Galenos’un başarılı bir hekim olduğunu söylemek mümkündür ancak meslektaşlarını ve öğrencilerini aşağı görmesi onun en azından bu konuda kötü anılmasını sağlamıştır. Nasıl bir kişilik bozukluğu olduğunu anlamak zor olmakla birlikte bir sorunu olduğu kesindir. Galenos sürekli olarak öğrencilerine saldırıp, onların kabiliyetsiz olduklarını, kendisinin teşhis ve tedavi kabiliyetiyle kimsenin boy ölçüşemeyeceğini söylerdi. Galenos’un yazdığı kadar incelemenin çoğu bir yangında kaybolmuştur. Çalışmalarının listesini çıkarma alışkanlığı olduğu için, kurtarılan 83 inceleme yazısının ona ait oluğu kesin olarak bilinmektedir. Bu değerli ve çalışkan doktor söylediklerini kaydetmeleri için bir dizi yazıcıyı işe almıştır. Anatomi hakkındaki düşüncesinin çoğu “Anatomi Üzerine” adlı 16 ciltlik çalışmasında toplanmıştır. Anatomi bilgisi, insan iskeletleri üzerine yaptığı incelemelerle, gladyatörler üzerine yaptığı ameliyatlarda edindiği deneyimlere ve hayvan kadavralarında yaptığı incelemelere dayanır. Ancak hayvanlarda gözlemlediklerinin insanlarda aynı olduğunu düşünme yanılgısına düşmüştür. Örneğin bir dananın beyninde gözlemlediği “rete mirabilis ”in (harika ağ) insanlar için yaşamsal bir işlevi olduğunu düşünmüştür. Oysa insanlarda “rete mirabilis” yoktur. Galen kemikler üzerine takdire değer açıklamalarda bulunmuş, kaslar üzerine kusursuz çalışmalar yapmış, beyni, sinirleri ve damar sistemini de ayrıntılı olarak ele almıştır. 53 Robert Thom’un çizimine göre Galenos’un tedavisi Galenos, tıp için mantığa dayalı bir sistemin gerekliliğini savunurken, aynı zamanda, hastaları birey olarak iyileştirmenin değerini de arttırmıştır. Saygı duyduğu eski tıp otoritelerinin hiç birini gözü kapalı benimsememiş, daima kendi araştırmalarına uygun olarak onların vardığı sonuçları düzeltmiş, yenilemiş ve değerlendirmiştir. Tıbba en önemli katkısı, uzun eğitimi süresince yoğunlaşmış olduğu anatomi ve fizyoloji alanlarında olmuştur. Başarısının anahtarı keskin bir zekâ ve disseksiyona dayalı gözlemleridir. İnsan disseksiyonu yapmış olduğuna dair kesin bilgi yoksa da, şans eseri eline geçen insan kadavraları ile çalıştığını düşündürecek ipuçları bırakmıştır. Normal olarak yazdıkları, “insana yakın” bulduğu hayvan türleri olan maymunlar, köpekler ve domuzlarda yaptığı çalışmalardır. Galenos pek çok hayvanın üzerinde anatomi çalışmıştır: Maymun, domuz, koyun, inek, kedi, köpek, at, aslan, kurt, en azından bir adet fil, pek çok sayıda kuş ve balık. Domuzlara değişik şeyler yedirdikten sonra anatomik incelemeler yapmıştır Yunan bilimin ilk zamanlarından başlayarak tartışmaları aydınlatma ve kuvvetlendirme aracı olarak analojinin esasları yaygın olarak geçerli olmuştur. Galenos buna özellikle önem veriyor ve büyük başarıyla uyguluyordu. Kendi kuram ve 47 Trease , s. 10 54 araştırmalarını sunduğu kitapların dışında, özel bir konu üzerine, var olan bilgileri toplayıp değerlendirdiği kitapları da vardır. Anatomik İşlemler ve İyileştirme Yöntemleri Üzerine, Hippokrates ve Karışımları Üzerine, kitabı buna örnek olarak verilebilir. Bu kitaplar, çalışan hekimler için, Yeni Başlayanlar İçin Nabız, Yeni Başlayanlar İçin Kemikler Üzerine, İnsan Vücut Kısımlarının Önemi, Hippokrates ve Platon Doktrinleri Üzerine, İnsan doğası üzerine gibi bazı kitapları da tıp öğrencileri için ders kitabı olma özelliği taşımaktaydılar. Galenos’un teşhis konusundaki üstünlüğünün bir bölümü fiziksel işaretleri tanıyabilmesinde yatar. Bu işaretlerden bazıları karakteristik durumların göstergesidir. Galenos yaptığı keskin gözlemlerle daima hayranlık uyandırmıştır. Göğüsteki yaradan kaçan havanın ciğerin delinmiş olduğunu gösterdiğini söyleyebiliyor; böbreklerden kaynaklanan kanamayla, idrar torbasından kaynaklanan kanamayı ayırt edebiliyordu. Galenos’un uyguladığı tedaviler “contraria contraiis” – karşıtlar terapisi- fikrine dayanıyordu. Eğer hastalığa neden olan soğuksa sıcak tedavi uyguluyor; vücudun fazla yük altında olduğunu düşündüğü durumlarda ise müshil veriyordu. Galenos rejimlerin ve ilaçların yanı sıra, fizik tedavi ve diğer yardımcı yöntemlerden de çokça yararlanmıştır. Galenos’un sistemi, Platon’un üçlü ruhuna – besleyici, hareket ettirici ve akıl veren – olan inancı yüzünden daha da karmaşık hale gelmiş olmakla beraber, zekice bir sistemdi. Bu sistem esasta şunları söylemekteydi: karaciğer ve toplardamarlar vücudu besler (besleyici ruh); akciğer, sol karıncık ve atardamarlar, hayat veren ruhu ve iç ısıyı vücudun her yerine taşır; beyin ve sinirler, özel bir psişik ruh sayesinde duyuları ve kasların hareketini düzenler. Galenos, tahminen M.S. ’da öldü. Zengin ve başarılı bir hekim olduğu halde anısına yapılmış tek bir heykel bile olmaması şaşırtıcıdır. Alışılagelmiş olduğu üzere varlıklı insanlar tarafından onun için yazılmış övgü kitabeleri de Bergama’da ya da başka bir yerde bulunamamaktadır. Bu durum için birçok açıklama yapılabilir. Bir gün bu tür bir buluntunun ortaya çıkarılması olasıdır. Galenos, ona miras yoluyla kalan servetin büyük kısmını kitapları ve yazmalarına harcamıştır. Galenos’un kayıp yapıtları büyük oranda yazma yöntemi ile ilgilidir. O, çalışmalarını kendisi yazmaz yazdırırdı. Yapıtlarının belli kısmında araştırmalarının kaynaklandığı ve geliştiği başka tıp otoritelerinin fikirleri bulunur, daha sonra da kendi kuramı yer alırdı. Geniş özel kütüphanesi için ödünç aldığı kitapları da kopyalattığı olurdu. 55 EFESLİ SORANOS (M.S. ) Roma İmparatorluğu döneminde doğum, ebelerin becerilerine ve büyülere bırakılmıştı. Sezaryen yöntemini bulmuşlardı ama sadece ölü ya da ölmekte olan kadınlar için kullanıyorlardı. Sezaryen dışında ise hiçbir obstetrik yöntemi bilmiyorlardı. Bunun nedenlerinden biri, Hippokrates okulunun genital organlar hakkındaki bilgisinin eksik olmasıydı. Ayrıca anatomi konusundaki fikirlerinin bulanık olması nedeniyle de döllenmenin fizyolojisi hakkında kesin bilgilere sahip değillerdi. Buna rağmen, ceninin alabileceği değişik konumları ve konumlardan bazılarının doğumu nasıl zorlaştırdığını biliyorlardı. Tarihin ilk büyük doğum uzmanı Efesli Soranos’dur. Metodist okulunun bir üyesi olan Soranos Roma’ya yerleşmeden önce bir süre İskenderiye’de hekimlik yapmış48 ve Traianus ve Hadrianus dönemlerinde de Roma’da çalışmıştır. Galenos’un doğduğu yıllarda ise ölmüştür Bugün obstetrik babası olarak kabul edilir. “Kadınların Hastalıkları Üzerine” adlı kitabı on beş yüzyıl boyunca ders kitabı olarak okutulmuştur. Bu kitapta Soranos, kadın genital sistemini ayrıntılarıyla tanımlamış; rahmi, cinsel birleşme ve adet kanaması sırasında açılan kâse biçiminde bir alete benzetmiştir. Doğum kontrolü için pamuk, merhem ve yağlı maddeler öneriyordu. Ancak mekanik yollarla bebeğin alınmasına karşıydı. Soranos, adet kanamasını, gebe kalmayı ve adet görmeme durumlarını da tanımlamıştı. Kadının adet görmemesinin, gebelik ya da emzirme gibi fiziksel nedenleri olabileceği gibi genital yolun iltihaplanmasından ya da çok ağır seyreden hastalıklardan da olabileceğini belirtmişti. Soranos ayrıca rahimden olan kanamalar ve adet sancıları için de reçeteler düzenlenmiştir ‘’Hippokrates’in Yaşamı” adlı kitabı onun yazdığı sanılmaktadır. Bandajlar Üzerine ve Kırıklar Üzerine adlı iki kısa incelemesi vardır. Bunlardan ikincisi, muhtemelen kayıp yapıtı Cerrahinin bir parçasıdır. Bir tıp yazarı ve hekim olarak Soranos’u değerlendirmek için daha çok jinekoloji ve diğer bilimsel incelemesi ‘’Akut ve Kronik Hastalıklar Üzerine’’ temel alınmaktadır. Biyolojik ve tıbbi bilimler konusunda yirmi kadar eser bırakmasına karşın, 48 Lewis , s. 36 49 Jackson , s. 84 50 Lewis , s. 36 56 bunların pek azı orijinal dilleri olan Yunanca ’da korunabilmiştir. Doğum sırasında ortaya çıkabilecek sorunlar üzerine çalışmış, doğum sonrası kadının sağlığının yanı sıra, yeni doğmuş bebeklerin sağlığını, büyümesini ve bakımını incelemiştir. Soranos’a göre emzirme üçüncü güne kadar başlamamalı, bebek ilk iki gün sulandırılmış ve kaynatılmış bal ile beslenmeliydi. Soranos annenin sütünün gelmediği zamanlarda neler yapılabileceğini anlatmıştır. Sütten kesilme, diş çıkarma ve çocuklara yürümeyi öğretme konusunda önerilerde bulunmuştur. Son olarak, çocuk hastalıkları hakkında bazı bilgiler vermiş, koruma ve tedavi yöntemlerinden söz etmiştir Soranos tıptaki Metodist okulun en sadık üyelerindendi. Bunun etkisi, özellikle hastaları akut ve kronik olarak ikiye ayırmasında ve kronik hastalıklarda, örneğin dismenorede52 döngüsel tedaviyi seçmesinde görülebilir. Asklepiades ’in bazı hastalıkların tedavisinde kullandığı mekanik yaklaşımları o da uyguluyordu. Bunlardan bir sandalye ya da arabada sallanma yöntemi, en çok kullandığıydı. Çok yetenekli ve yaratıcı bir düşünürdü ve bütün büyük hekimler gibi o da kendisini kısıtlamamış ve karşılaştığı her durumu gözlemleriyle çözme yolunu seçmiştir. Sonuç olarak Jinekoloji, antik çağın en etkili ve anlamlı tıbbi yapıtı olmuştur. Bu yapıt, dört kitaptan oluşuyordu. İlk iki kitap, bir ebede bulunması gereken nitelikler ve “Normal Durumlar” üzerineyken, diğer iki kitap “Anormal Durumlar” üzerineydi. “Normal Durumlar” dişi genital organının tanımını, dişi cinsel işlevlerinin temizliğini, gebeliği, normal doğum, loğusalık, çocuk bakımı ve hastalıklarını kapsıyordu. “Anormal Durumlar” diyetle tedavi edilebilecek kadın hastalıkları ile cerrahi ya da ilaç gerektiren kadın hastalıkları olarak ikiye ayrılmıştı. Dört kitap da mantıklıydı ve genelde iyi tedaviler ve pratik öğütler öneriliyordu. Açık ve öz yazılmıştı ve hepsinden önemlisi, büyücülüğü ciddi olarak yeriyordu. Büyüyü eleştirmekle birlikte, büyü inançlarını ve uygulamalarını destekleyen Plinius ’un tersine Soranos ’un büyüyü reddi sabit ve kesindi. Tıpta büyüyü reddetme nedeni, faydasız olmasının dışında genellikle tehlikeli uygulamalar gerektirmesiydi. Yazdığı metin birkaç noktada kararsızlıklar içeriyordu ama halk tıbbını genelde zararsız kabul ediyordu Soranos, kendisinden önceki tıp otoritelerinin yöntem ve fikirlerini olduğu gibi kabul etmedi. Hatta Hippokrates, Diokles ve Asklepiades gibi en seçkin tıp yazarlarından farklı düşünmekten çekinmedi. Galenos’un tersine bu farklılıkları, kesin ve 51 Lewis , s. 36 52 Dismenorede: Ağrılı adet görme 57 nesnel bir şekilde ortaya koyarken, duygusal terimler, yıkıcı dil ve kişisel hırçınlıklardan kaçındı. Kendi şüpheciliği sarsılmazdı, ancak yeterince gerçekçi ve hastalarının gereksinmelerine duyarlı olup, bu tip desteklerden olabildiğince psikolojik yardımı da göz ardı etmiyordu. Galenos’un şiddetle karşı çıktığı Metodist kavramlara dayanmasına karşın, onun yapıtlarını önemli kabul etmesi, Soranos ‘un tıp dünyasındaki konumunun iyi bir göstergesidir. Galenos’un daha sonra yapacağı gibi, Soranos kendisinden önce yazılmış en iyi metinleri bir araya getirdi ve bunlara kendi deneyim ve araştırmalarını ekledi. Jinekoloji adlı yapıtı, her şeyden çok pratik yapısı nedeniyle çok önemliydi ve Yunanca, Latince çevirisiyle Roma İmparatorluğu’nun hem doğusundaki hem de batısındaki tıbbi düşünceyi etkiledi Soranos’un Jinekolojisinin de resimli olduğu ve Muscio’nun kitaplarında yer alan bazı rahim ve in utero (rahim içinde) fetüs çizimlerinin bu kitaptan aldığı sanılmaktadır. Soranos’un Jinekolojisinin özellikle de hasta açısından sevindirici olduğunu tahmin etmek güç değildir, çünkü acı verici ve hoş olmayan yöntemlerden özenle kaçınıyordu. Daha da önemlisi, obstetrik tekniği açısından mükemmeldi ve önerilen teknikler denendikçe, ebeler ve hekimler açısından ne kadar değerli bir yapıt olduğu daha iyi ortaya çıkıyordu. Kadın anatomisini özellikle de uterusu (rahimi), o dönemin birçok yapıtından çok daha iyi anlatıyordu. Ne sıklıkla olduğunu bilmemekle beraber, Soranos’un insan kadavralarında disseksiyonu yaptığını biliyoruz. Çalışmalarını sürdürdüğü İskenderiye’de disseksiyon yapılıyordu, ancak metodistler, dogmatizm ekolünün gereksiz bir bilimsel araştırması olarak gördükleri disseksiyonu reddediyorlardı. Büyük olasılıkla bu nedenle Soranus, insan anatomisi üzerinde yapılmış eski bilimsel incelemelere özelliklede Galenos’a kadar önemini korumuş olan Herophilos ’un çalışmalarına dayanmıştır. Soranos, kadın pubis kemikleri arasında bulunan ve doğumda pelvis (kalça) kemiklerinin genişlemesini sağlayan kıkırdaksı eklemi ilk fark eden yazardır Soranos ve Galenos, uterusun karın içerisinde serbest hareket edebilen bir organ olduğunu ve yer değiştirme ya da dönemleri nedeniyle ağrılara neden olabileceği şeklindeki 53 Jackson , s. 84 54 M.S. 7. yy ‘da yaşamış Yunan tıp otoritesi olan Aiginalı Paul’un yapıtındaki jinekoloji bölümüSayesinde Soranos ‘un Jinekolojinin bir bölümü de Arap tıbbına girdi. Bundan kısa bir süre sonra Muscio adlı bir yazar tarafından Latince ’ye çevrildi. Bu kitap Ortaçağ boyunca popüler olmaya devam etti ve Almanca, Fransızca, İngilizce, Hollandaca ve İspanyolca çevirileriyle Rönesans sonrası dönemde tıp literatüründe yer aldı. 58 tuhaf inanışı yıktılar. Platon gibi bazı yazarlar, rahmin hayvana benzer yapısı olduğuna inanıyorlardı. Soranos ve Herophilos overleri ve fallop tüplerini tanımlamış olmasına karşın ikisi de bunların işlevlerini ve ovulasyon sürecini fark etmemişlerdi. Soranos döllenmeyi ve gebeliği ayırt edebilmişti ama döllenmeyi tanımlamak halen çok zor oluyordu. Bir kadının döllenmiş olup olmadığını anlamaya yönelik çeşitli belirtiler ve yöntemler kullanılıyordu. Soranos birçok belirtinin bir araya gelmesine dayalı değerlendirmeden yanaydı, ama menstürel döngünün kesilmesi gibi bazı belirtilerin ortaya çıkması için, gebeliğin ilk zamanlarına dek beklenmesi gerekiyordu. Bu durum, aşırı kısa ve aşırı uzun sürdüğü bildirilen bazı gebelikleri açıklamaktadır. Aynı şekilde bu, Soranos’un başka yazarlarca da kabul edilen en uygun döllenme zamanıyla ilgili garip saptamasını açıklamaktadır. “Döllenme için en uygun zaman, menstrüasyonun bitip kesildiği günlerdir… Çünkü bunun öncesinde menstrüasyonun nedeniyle aşırı yüklenmiş ve yanıt veremez haldedir… Sonuç olarak en uygun zaman mensesin kesildiği günlerdir.” Ebelerin durum ve yetenekleri de hekimlerinki gibi değişiklik gösteriyordu. Bazı ebeler köyün “bilge kadını” iken az sayıdaki bazı ebeler de yetkisi olan seçkin otoritelerdi. Bazıları köle – ebe olarak çalışmaya başlıyor, özgürlüklerini kazandıktan sonra da ebelik yapmaya devam ediyorlardı. Bazıları yetmiş yaşında ölümüne dek mesleğini yapan Romalı ebe Claudia Trophima gibi yaşlıydı. Bazıları ise, özgürlüğünü kazanan yirmi bir yaşında ölene dek ebelik yapmayı sürdüren Romalı Poplica Aphe gibi çok gençti. Daha önce de görüldüğü gibi, bir ebenin görevi gebelik ve doğumdan öte, kadın hastalıklarını da kapsıyordu. Soranos’a göre, bir ebenin doğurmuş olması gerekli değildi, ama okuryazar olması şarttı. 55 Jackson , s. 86 59

kaynağı değiştir]

Şekil Elektronik stetoskop şeması
Şekil Örnek elektronik stetoskop çıktısı

Mekanik stetoskoplar hafif ve taşınabilir oldukları için kullanımları kolaydır ancak sadece uzman kişiler tarafından yorumlanabilecek veri sunar. Elektronik stetoskoplar ise elde edilen veriyi kullanıcıya yorumlanmış bir şekilde sunabilmektedir.

Elektronik stetoskoplar fazla yaygınlaşmamıştır, gelişmekte olan bir teknolojidir ve pahalıdır. Doktorlar mekanik stetoskopları tercih etmektedir.

Elektronik stetoskopların çalışma prensipleri

Elektronik stetoskop, sesi öncelikle bir dönüştürücü yardımıyla elektriksel bir niceliğe dönüştürür. Havanın titreşimini elektrik işaretlere dönüştüren basınç algılayıcıları kullanılarak vücuttaki sesler elektronik ortama aktarılır. Bu iş için mikrofonlar kullanılır. Kullanılan mikrofonların yalıtılmış olmaları gerekir, çünkü ortamdaki sesler vücuttan gelen sese eklenerek çıktıyı bozar.

Mikrofonla gerilime dönüştürülen ses çok zayıf ve gürültülüdür. Çeşitli filtre ve yükselteç devreleriyle iyileştirilen işaret (sinyal) daha sonra çıktı (ses, görüntü, teşhis sonuçları vs.) olarak sunulmak için örneksel (analog) veya sayısal (dijital) bir sisteme aktarılır. Sayısal verinin işlenmesi daha kolay olduğu için elektronik stetoskoplar genelde sayısal olarak tasarlanır. İyileştirilmiş işaret önce örneksel-sayısal çeviriciyle sayısal değerlere dönüştürülür ve daha sonra da bir işlemci tarafından işlenerek çıktı halini alır.

İşaret çözümlemesinde sayısal işaret işleyicilerden (İng. Digital Signal Processor) yararlanılması çıktının kalitesini artırır. Sayısal işaret işleyici yardımı ile veriler üzerinde filtreleme-yorumlama vs. her türlü işlem kolayca yapılabilmektedir.

Stetoskop: Doktorların vazge&#;emediği cihaz

Haberin Devamı

Kâğıt ruloyla hem kalp atışlarını hem de nefes alışverişini duyabildi. Kâğıt yerine ahşaptan yaptığı borularla denemeler yapan Laennec, çam ağacının iyi sonucu verdiğini buldu. Evindeki atölyesinde, 30 santimetre uzunluğunda ve 3,5 santimetre çapında boru şeklinde çamdan bir dinleme cihazı yaptı. Cihazın bir ucu kulağına uyacak boyutta, diğer ucu da huni şeklindeydi. Cihazın huniye benzeyen ucunu; hastaların sırtına veya göğsüne bastırıp, diğer ucunu kulağına dayayarak kadın hastalarını da muayene etmeye başladı.

Duyduğu seslerin özelliklerini ve hastalıklara koyduğu tanıların kayıtlarını tuttu. Yeni cihaza bir isim ararken; sonometre ve tıbbi kornet gibi isimleri düşündü ama sonunda, Yunanca göğüs ve görme anlamındaki kelimelerden stetoskop adını türetti. Dr. Laennec, stetoskop yapım tekniğini ve stetoskopla hastalıkların nasıl teşhis edileceğini anlatan Tıbbi Oskültasyon adlı kitabını ’da yayımladı. Kısa sürede stetoskop; tüm dünyada yaygınlaştı ve ’de İrlandalı A. Leared, stetoskopu iki kulakla dinlenebilir hale getirdi.

Haberin Devamı

Amerikalı G. P. Camman, ’de diyafram taktığı stetoskopu modern formuna kavuşturdu. Stetoskoplar, ’lardan itibaren yeni malzemeler çıktıkça daha da geliştirildi.

Son yıllarda Doppler stetoskop ve elektronik stetoskoplar yapıldı. Elektronik stetoskopta, sesler elektronik veriye dönüştürülerek birkaç kat yükseltilebiliyor. Acil durumlar ve gelişmekte olan ülkeler için 3D yazıcılarla çok ucuz plastik stetoskoplar yapılmaya başlandı. Bu sayede, modern cihazları olmayan bölgelerdeki hastaları muayene ve tedavi etme olanağı doğdu.

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası