kuran celiskiler / KUR-AN'DAKİ ÇELİŞKİLER |1 - Din ve Mitoloji

Kuran Celiskiler

kuran celiskiler

Son Yazılar

Birçok durumda kurandışı kaynakların etkisiyle yapılmış mealler , o mealleri okuyan insanlarda kuranın kadınlara dayak atılmasıyla ilgili bir ruhsat verdiğin zannedilir..oysa geçekten durum böyle midir?.Sözkonusu ayete bakalım. Erkekler kadınları gözetmekle yükümlüdür. Zira Allah, her birine farklı yetenekler ve özellikler vermiştir. Nitekim erkek evin geçiminden sorumludur. Erdemli kadınlar (Allah’ın yasasına) boyun eğer ve Allah’ın korumasını emrettiği…

25 Ağustos 2015 in Kuran'daki Çelişki İddiaları.

  Hazreti Ayşe’nin yaşını bahane ederek peygamberimize saldıran ve Kuran’da çocuk yaşta evliliğin serbest olduğunu iddia eden kişilere hatırlatılması gereken ilk konu, hükümlerin yalnızca Kuran’dan öğrenileceği ve Kuran’la mutabık olmayan kaynaklara itibar etmemeleri gerektiğidir. Allah, ”Biz kitapta hiçbir şeyi noksan bırakmadık…” (En’am Suresi, 38) buyurur. Noksanı olmayan Kuran’da, evlilik gibi önemli bir konunun zamanına da…

25 Ağustos 2015 in Kuran'daki Çelişki İddiaları.

Dininden dönen kişiye mürted denir. Ortodoks İslam anlayışında dininden dönenin cezası ölümdür. Bu Kuran dışı uygulamaya, “Dinini değiştireni öldürün” (Buhârî, Cihâd, 149) sözde hadisini delil gösterirler. Ancak hüküm konuları, farzlar, haramlar, cezalar… sadece Kuran’dan öğrenilir. Karşılığı Kuran’da olmayan veya Kuran’la çelişen söz, peygamberimize ait değildir. Allah “…Kendi hükmünde hiç kimseyi ortak kılmaz.” (Kehf suresi 26)…

25 Ağustos 2015 in Kuran'daki Çelişki İddiaları.

Kuran, Allah’ın insanları güzel ahlaka iletmek için indirdiği Hak Kitaptır. Bu ahlak, sevgi, merhamet, hoşgörü ve sözün en güzel olanını esas alan temeller üzerine kurulmuştur. ”İslam” kelimesi Arapça ”barış” kelimesinden türemiştir. Allah İslam’ı, insanların sevgi ve barışa dayalı bir yaşam sürmeleri için göndermiştir. Ey iman edenler, hepiniz topluca “barış ve güvenliğe (Silm’e, İslam’a) girin ve…

25 Ağustos 2015 in Kuran'daki Çelişki İddiaları.

İslam’a göre bir konunun aslını öğrenmek istiyorsak Kuran’ bakmamız gerekir. İslam’a göre Allah sadece Kuran’ı koruyacağını ve aynı zamanda Kuran’da insanlardan istediği her şeyi bildirdiğini haber vermiştir; Rabbinin sözü, doğruluk bakımından da, adalet bakımından da tastamamdır. O’nun sözlerini değiştirebilecek yoktur. O, işitendir, bilendir. [En’am Suresi (6/115] Dolayısıyla Kuran harici bir hüküm geçersizdir. Hatta Kuran’da açıkça…

25 Ağustos 2015 in Kuran'daki Çelişki İddiaları.

Ateist ve gelenekçi din anlayışına sahip arkadaşların, erkeğin kadına üstün olduğuna delil olarak gösterdiği iki ayet vardır. Konuyla ilgili olarak ilk önce Nisa Suresi 34. ayeti inceleyelim. Erkekler kadınlar üzerine hakimdirler. O sebeble ki Allah onlardan kimini (erkekleri) kiminden (kadınlardan) üstün kılmışdır. (Nisa Suresi, 34) Ayette geçen ”erricalü kavvamune alennisai” ifadesi, ”erkekler kadınları gözetir” ya…

25 Ağustos 2015 in Kuran'daki Çelişki İddiaları.

Kuran’da borç hususunda yapılan şahitlikte bir erkeğe karşı iki kadın olması, bazı ateist arkadaşlar tarafından İslam’da kadının değersiz olduğu şeklinde yorumlanıyor. Oysa anlaşılanın aksine, ilgili ayete kadının rahatı ve konforu gözetiliyor. Şimdi ayeti inceleyelim… .Ey iman edenler, belirli bir süre için borçlandığınız zaman onu yazınız. Aranızdan bir katip doğru olarak yazsın, katip Allah’ın kendisine öğrettiği…

25 Ağustos 2015 in Kuran'daki Çelişki İddiaları.

Kadının, erkeğin “Kaburga Kemiğinden” yaratılması efsanesi, KURAN DIŞI bir inanıştır. Mitolojik kökenli bu yanlış, yalan hadis ve menkıbelerle dini bir gerçekmiş gibi gösterilmeye çalışılmaktadır. Oysa Kuran’da her iki cinsiyetin tek nefisten yaratıldığı çok açık ve net olarak anlatır. Kuran dışı kaynakların etkisiyle yazılmış meallerin de düzeltilmesi gerekmektedir. Kadın erkeğin kaburga kemiğinden yaratılmamıştır. İkisi de aynı…

24 Ağustos 2015 in Kuran'daki Çelişki İddiaları.

Ateistlerin sıkça sorduğu sorulardan biri de İslam’da neden kadın peygamber olmadığıdır. Kadın peygamber olmadığı için, İslam’ın erkek ve kadına eşit bir bakış açısına sahip olmadığını iddia ederler. Peygamberler Hak dini tebliğ için gelirler. Kendilerinden önce gelen peygamberlerin tebliğ ettiği, ancak müşrikler tarafından özünden uzaklaştırılan dini özüne döndürmekle görevlidirler. Peygamberlerin dini tebliğ sırasındaki en saldırgan muhatapları…

8 Ağustos 2015 in Kuran'daki Çelişki İddiaları.

Dağların Sabit Olması Kuran’da dağların önemli bir jeolojik işlevine dikkat çekilmektedir: Yeryüzünde, onları sarsmasın diye, sabit dağlar yarattık… (Enbiya Suresi, 31) Dikkat edilirse ayette, dağların yeryüzündeki sarsıntıları önleyici özelliğinin olduğu haber verilmektedir. Kuran’ın indirildiği dönemde hiçbir insan tarafından bilinmeyen bu gerçek, günümüzde modern jeolojinin bulguları sonucunda ortaya çıkarılmıştır. Eskiden dağların sadece yeryüzünün yüzeyinde kalan yükseltiler…

20 Şubat 2015 in Kuran'daki Çelişki İddiaları.

Kuran’da hata aramaya çalışanların amatörce demagojilerinden biri de Kuran’daki “elçinin sözü” ibaresinin saptırılmasıdır. İlgili ayet şu şekildedir; Hiç şüphesiz o (Kur’an), şerefli bir elçinin kesin sözüdür. [Hâkka Suresi (69/40] Aslında ayetten tek başına Kuran’ın bir “elçi” tarafından aktarılan söz olduğu sonucu çıkmaktadır. Ancak ayetin devamına bakalım. O, bir şairin sözü değildir. Ne az inanıyorsunuz? Bir…

20 Şubat 2015 in Kuran'daki Çelişki İddiaları.

  Sonra o su damlasını bir alak (embriyo) olarak yarattık; ardından o alak’ı (hücre topluluğu) bir çiğnem et parçası olarak yarattık; daha sonra o çiğnem et parçasını kemik olarak yarattık; böylece kemiklere de et giydirdik; sonra bir başka yaratışla onu inşa ettik. Yaratıcıların en güzeli olan Allah, ne yücedir. (Müminun Suresi, 14) Kuran’da çelişki olduğunu…

6 Şubat 2015 in Kuran'daki Çelişki İddiaları.

İnsanın yaratılışı hakkında bir çok ayet vardır. Bu ayetlerde Allah, insanın farklı şeylerden yaratıldığını ifade etmektedir. Bazılarında insanın topraktan bazılarında kuru balçıktan bazılarında sudan bazılarında ise alaktan yaratıldığı ifade edilmektedir. Bu farklı ifadelerin olması, bir çelişki gibi gösterilmeye çalışılsa da, burada bir çelişki yoktur. Bu farklı anlatımların hepsi gerçeği ifade etmektedir. İnsanın yaratılışı farklı adımlarda…

22 Ocak 2015 in Kuran'daki Çelişki İddiaları.

  Lokman Suresinde geçen bir ayet ve bu konuda rivayet edilen bir hadise dayanarak 5 konunun kesinlikle bilinemeyeceği söylenmektedir. Fakat günümüzdeki teknolojik gelişmelerin ışığında bilinemeyeceği iddia edilen konulardan bazılarının bilindiği ortaya çıkmaktadır. Hatalı yorumlarla yola çıkıldığında bilim ve Kuran ayetleri arasında bir çelişki varmış gibi zannedilebilir. İlk başta bu iddianın kaynağı olan hadisi ve ayeti görelim…

6 Ocak 2015 in Kuran'daki Çelişki İddiaları.

Miras paylaşımıyla ilgili iki ayette çelişki olduğu iddiası vardır. Bu iddiaya göre Bakara Suresinin 180. ayetinde varise vasiyetin hak olduğu söylenirken, Nisa suresinin 11 ve 12. ayetlerinde ise miras paylaşımında bazı oranlar bildirilmektedir. Ayetler dikkatli okunduğunda, iki olay arasında bir çelişki olmadığı görülür. Ayetler şöyledir. Sizden birine ölüm yaklaştığında, bir mal bırakacaksa anaya babaya, yakınlara,…

5 Ocak 2015 in Kuran'daki Çelişki İddiaları.

  Kehf suresi 86. ayetindeki “onu kara çamurlu bir gözede batmakta (Mağrib) (مغرب) buldu,” ifadesinden yola çıkarak Kur’an’da güneşin suyun içine battığını söylendiği iddia edilmektedir. Yine bu ayetlerdeki ifadeden dünyanın düz olduğu sonucunu çıkartmaktadırlar. Oysa diğerleri gibi bunlar da doğru olmayan iddialardır. Bu eleştirilerdeki en büyük hata kelimelerin anlamlarını kavrayamamak ve anlayış eksikliğidir. Kehf suresinin…

4 Ocak 2015 in Kuran'daki Çelişki İddiaları.

Kitap Ehli Dost Olamaz mı? Kitap Ehlinden Kadınlarıyla Evlenilir Ama Dost Olunamaz mı? Bir kısım insanın iddia ettiği gibi kitap ehlini dost edinmeyip düşmanlık beslemek ve onlarla muhatap olmamak Kuran’a ve adetullaha aykırı bir tutumdur. Bu kişilerin iddialarını dayandırdıkları Maide Suresi 51. ayette Rabbimiz ‘Ey iman edenler, Yahudi ve Hıristiyanları dostlar (veliler) edinmeyin; onlar birbirlerinin dostudurlar.…

30 Aralık 2014 in Kuran'daki Çelişki İddiaları.

Kur’an’daki savaş ile ilgili ayetler inkarcılar tarafından kasıtlı olarak çarpıtılıp kullanılmaya çalışılmaktadır. Ayetlerdeki ifadeler metnin ana akışından koparılarak farklı yorumlanır. Oysa bu ayetler Kur’an’ın genel mantığı ve konunun akışına göre değerlendirilse durum daha bir açıklık kazanacaktır. Tevbe suresinde ki ayet şöyledir: Kendilerine kitap verilenlerden, Allah’a ve ahiret gününe inanmayan, Allah’ın ve Resûlü’nün haram kıldığını haram…

29 Aralık 2014 in Kuran'daki Çelişki İddiaları.

  Bakara Suresi 178’de: “Ey iman edenler öldürülenler hakkında üzerinize kısas farz kılındı;  hüre hür, köleye köle, kadına kadın. Ancak öldüren, öldürülenin kardeşi tarafından bağışlanırsa, örfe uygun şekilde diyeti güzellikle ödemelidir.  Bu Rabbinizden bir hafifletme ve esirgemedir. Bundan sonra kim haddi aşarsa onun için can yakıcı bir azap vardır.” Ayetin bağlamı dikkate alınmadan, sözcük anlamı…

26 Aralık 2014 in Kuran'daki Çelişki İddiaları.

Kuran ayetlerinde farklı farklı konularda örnekler verilmektedir. Bunlardan bir tanesi de gemilerin rüzgarların etkisiyle deniz üzerindeki hareketleridir. Şura Suresindeki ayette Rabbimiz şöyle buyurmaktadır. Denizde yüksek dağlar gibi seyreden gemiler O’nun ayetlerindendir. Eğer dileyecek olsa, rüzgarı durdurur, böylece onun üstünde kalakalırlar. Şüphesiz, bunda çokça sabreden, çokça şükreden kimse için gerçekten ayetler vardır. (42 Şura Suresi, 32-33)…

24 Aralık 2014 in Kuran'daki Çelişki İddiaları.

  Bazı Kuran ayetlerinde neden biz ifadesinin kullanıldığı tam olarak anlaşılamadığından bu konu bir takım soruları beraberinde getirmektedir. Bu konu şu şekilde ele alınabilir. Kuran’da Allah kendisi için birinci çoğul şahıs olarak “Biz” ifadesini de, birinci tekil şahıs olarak “Ben” ifadesini de kullanır. Bu Arapçanın dil özelliğinden kaynaklanır. Arapçada ve başka bazı dillerde de azamet,…

21 Aralık 2014 in Kuran'daki Çelişki İddiaları.

Allah’ın kelamında çelişki ve hata bulmaya kendisini şartlamış bazı kişilerin değişik sanal kanallarda ( hep de aynı ezber örnekten yola çıkarak ) miras ayetlerinin uygulanması halinde geriye kalan mirasın hatasız paylaşılamadığı iddia ediliyor ve hatta bu hatayı fark eden sözümona Hz.Ömer’in kendi bulduğu AVL-AVLİYE sistemiyle bu durumu kurtarmaya çalıştığı ekleniyor. Rivayet kültüründen kaynaklı bu saçmalıkların…

17 Aralık 2014 in Kuran'daki Çelişki İddiaları.

Geleneksel ekol ve ateizm ;“ Kuran’da tecavüz cezasına karşılık herhangi bir ceza uygulaması bulunmadığına” dair iddialar ileri sürmektedir. Oysa, iddia edilenin aksine Kuran’da tecavüze teşebbüste dâhil olmak üzere tecavüz suçunu işleyen için HAPİS CEZASI uygulaması vardır. Konuyu çok fazla uzatmadan direk olarak durumu Kuran’a arz edelim ve Kuran’ın bizler için sunduğu insanlık örneğine bakalım; Öncelikle Kuran’da…

10 Aralık 2014 in Kuran'daki Çelişki İddiaları.

Maide suresi 38. ayetin hırsızın elinin kesilmesini emrettiği söylenir. Bu ayete bakalım. Acaba öyle mi? Ayeti incelemeye sondan başlayacağız. وَالسَّارِقُ وَالسَّارِقَةُ فَاقْطَعُواْ أَيْدِيَهُمَا جَزَاء بِمَا كَسَبَا نَكَالاً مِّنَ اللّهِ وَاللّهُ عَزِيزٌ حَكِيمٌ جَزَاء cezaen; karşılık demektir. بِمَا كَسَبَا Bima keseba; yaptıklarından dolayı. نَكَالاً Nekalen; caydırma olarak. مِّنَ اللّهِ Min Allahi; Allah’tan demektir. O halde ayetin…

4 Aralık 2014 in Kuran'daki Çelişki İddiaları.

Nuh Tufanı’nın varlığını inkar edenler, bu iddialarına delil olarak dünya çapında bir tufanın varlığının imkansız olduğunu söylemektedirler. Ayrıca böylesine bir tufanın gerçekleşmemiş olduğu iddiasını, inkarlarına bir gerekçe olması amacıyla da öne sürmektedirler. Oysa, Allah’ın indirdiği ve tahrif edilmemiş tek kutsal kitap olan Kuran’ı Kerim’de Tufan olayı, Tevrat ve çeşitli kültürlerde bahsedilen Tufan efsanelerinden çok daha…

23 Kasım 2014 in Kuran'daki Çelişki İddiaları.

Bazı kişiler tarafından samimi olarak sorulsa da, genelde İslam’da açık arama maksadıyla sorulan bu soru aslında birkaç teknik bilgi eksikliğinden kaynaklanır. Allah, ayetlerinde namaz ve oruçla ilgili vakitlerin anlaşılması için Güneş hareketlerinden zaman tarifi yapmıştır. Kutuplarla ilgili “6 ay gündüz 6 ay gece” tabiri aslında yanlıştır. Doğrusu “6 ay aydınlık 6 ay karanlık günler”dir. Hatta…

21 Kasım 2014 in Kuran'daki Çelişki İddiaları.

Ateist arkadaşların en çok takıldığı, dile getirdiği ve inkarlarına sebep gösterdikleri  ayetlerden biri, Tevbe suresi 5. ayettir. Burada geçen “müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün” ifadesini alıp, “İslam (haşa) vahşet ve savaş dinidir” diye lanse ederler. Oysa Tevbe suresinin ilk ayetlerinde müşriklerin anlatıldığı bölüm, hoşgörünün en üst seviyesinin tecellisidir. Konuya girmeden önce şirk ve müşrik kelimelerinin tarifini…

21 Kasım 2014 in Kuran'daki Çelişki İddiaları.

Saat yaklaştı, Ay yarıldı. Her ne zaman bir işaret (ve/veya mucize) görseler yüz çevirip, ”Bu süregelen bir sihirdir” derler. (Kamer Suresi, 1-2) Dünyanın sonunun yaklaştığını bildiren alametlerden biridir ayın yarılması. Kuran, gelecek zaman ile ilgili haberleri genellikle geçmiş zaman kipi ile bildirir. Gelecekte o olayın mutlaka olacağını ve Allah’ın bunu bildiğini vurgulayan bir anlatım biçimidir…

21 Kasım 2014 in Kuran'daki Çelişki İddiaları.

Ateist arkadaşların en çok takıldığı ayetlerden biri, Peygamberimizin, evlatlığı olan Zeyd’in eşi ile evlenmesi konusu. Bu ayete bakarak Kuran’ın, Hz Muhammed’in şahsi menfaatleri doğrultusunda yazdığı bir Kitap olduğunu söylerler. (Haşa) Öncelikle ateistlerin ateizmi çok iyi bilmedikleri kanaatindeyiz. Çünkü ateizm literatüründe “ahlak” kavramı yoktur ve ahlakı temellendiremez. Ateizm ve ahlak arasında asla bir korelasyon kurulamaz. Ateizm ahlak kurallarına…

17 Kasım 2014 in Kuran'daki Çelişki İddiaları.

Rivayete göre Yahudi kabilelerinden olan Beni Kurayza, İslam’ı yok etmek üzere Medine’ye başarısız bir saldırıda bulunan Kureyşlilerin ve müttefiklerinin tarafını tutmuştur. İslam’a karşı yapılan bu en ciddi saldırı başarısızlıkla sonuçlanmış ve sonrasında Beni Kurayza Peygamber tarafından kuşatma altına alınmıştır. Beni Nadir gibi, Beni Kurayza teslim olduklarında, Beni Nadir’den farklı olarak, kendi müttefiklerinden Evs kabilesinin bir…

16 Kasım 2014 in Kuran'daki Çelişki İddiaları.

Gökleri ve yeri hak olarak yarattı. Geceyi gündüzün üstüne sarıp-örtüyor, gündüzü de gecenin üstüne sarıp örtüyor… (Zümer Suresi, 5) Kuran’ın evreni tanıtan ayetlerinde kullanılan ifadeler oldukça dikkat çekicidir. Üstteki ayette “sarıp örter” olarak tercüme edilen Arapça kelime “yukevviru”dir. Bu kelimenin Türkçe karşılığı, “yuvarlak bir şeyin üzerine bir cisim sarmak”tır. (Örneğin Arapça sözlüklerde “başa sarık sarma”…

15 Kasım 2014 in Kuran'daki Çelişki İddiaları.

Bu durum Arapçanın özelliğinden kaynaklanır. Her dilin kendine göre bir tabir şekli vardır. Akıl kelimesi Türkçeye geçmiş olan Arapça bir kelimedir. Akıl kelimesinin asıl anlamı “bağlamak”tır. Akıllı insan yanlış yapmamak doğru davranmak için kendini bağlar. Türkçede akıl kelimesinin karşılığı “us” kelimesidir. Uslu çocuk dediğimiz zaman terbiyeli ve güzel davranan çocuğu kastederiz. Akıllanma, uslanma, iyi davranma…

15 Kasım 2014 in Kuran'daki Çelişki İddiaları.

Bakara-285‘te Peygamberler arasında fark olmadığı söylenirken, aynı surenin 253. ayetinde; “İşte bu peygamberlerin bir kısmını diğerlerine üstün kıldık..” denir. Bakara-285. Peygamber de, iman edenler de O’na indirilene inandı. Hepsi de Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman etti. “O’nun peygamberlerinden hiçbirinin arasında fark görmeyiz. İşittik ve itaat ettik. Affını dileriz ey Rabbimiz, Dönüş sana’dır” dediler. Bakara-253. İşte…

14 Kasım 2014 in Kuran'daki Çelişki İddiaları.

Ahkaf suresi 15. ayetinde insanın anne karnında taşınması ve sütten kesilme süresinin toplam olarak otuz ay olduğu belirtilirken , Lokman suresi 14. ayetinde ise sütten ayrılma süresinin iki yıl içinde olduğu geçer. Önce ayetleri yazalım…… Biz insana, ana ve babasına iyilik etmesini öğütledik. Anası onu zahmetle taşır, zahmetle doğurur. Ana karnında taşınması ile sütten kesilmesi otuz…

13 Kasım 2014 in Kuran'daki Çelişki İddiaları.

Nasih, hükmü kaldıran ayet, Mensuh ise hükmü kaldırılan ayet manasına gelir. Nasih, ayeti hükümsüz bırakmak, hükmün içini boşaltmaktır. Allah, ayetlerini güçsüz bırakanlar için Sebe Suresi 38’de şöyle diyor: ”Ayetlerimizi etkisiz bırakmak için çaba harcayanlar; işte onlar da azabın içine getirilmişlerdir.” Nasih Mensuh felaketine inanan kişiler, bazı ayetlerin hükmü var ama ayeti yok, bazısı da ayeti…

10 Kasım 2014 in Kuran'daki Çelişki İddiaları.

Kuran’da çoğu peygamberle ilgili aşağıdaki ifade geçer. “Bana gerçekten müslüman olanların ilki olmam emredildi ve: Sakın müşriklerden olma.” (denildi.) [En’am Suresi (6/14] “O’nun hiç bir ortağı yoktur. Ben böyle emrolundum ve ben müslüman olanların ilkiyim.” [En’am Suresi (6/163] “Doğrusu biz, iman edenlerin ilki olduğumuzdan dolayı Rabbimizin bizim hatalarımızı bağışlayacağını umuyoruz.” [Şuara Suresi (26/51] “Ve ben,…

4 Kasım 2014 in Kuran'daki Çelişki İddiaları.

Ateist arkadaşlar Kuran’daki 6 günde yaratılış konusunu çelişkili görürler. Bir ayette ”yeri göğü ve ikisi arasındakileri 6 günde yarattım” der. Diğer ayette ”yeri iki günde” yarattığını bildirir. Başka ayette ”göğü iki günde” yarattığını bildirir. Bir başka ayette de ”yerde sarsılmaz dağlar ve rızıkları dört günde” yarattığını bildirir. Bu ayetlere bakarak 2 gün yer, 2 gün…

3 Kasım 2014 in Kuran'daki Çelişki İddiaları.

Bu iddianın ilk çıkış noktası İslam’a eleştiri getirmek isteyen bazı fanatik Hristiyanlardır. İslam dini karalama çalışmasıyla bu iddiaları ortaya atmaktadırlar. Buna göre Allah ismi, Kuran’ın gelişinden önce de vardı. Araplar, İslam dininden önce de Allah’ı biliyorlardı. Bu iddiaya göre Allah yani “El- İlah” Ay tanrısının adıydı. İslam inancı da Ay kültünden gelmekteydi. Bu iddiaların ışığında…

2 Kasım 2014 in Kuran'daki Çelişki İddiaları.

Bu iddiada Kuran’daki iki ayette geçen zamana dikkat çekilmiştir. Ayette geçen süreler farklı olduğu için çelişki olduğu iddia edilmeye çalışılmıştır. Ayetler şu şekildedir: Gerçekten, senin Rabbinin katında bir gün, sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir. (22 Hac Suresi – 47) Burada Allah katında bir günün insanların saymakta olduğu bin yıl gibi olduğu bildiriliyor. İkinci ayet…

2 Kasım 2014 in Kuran'daki Çelişki İddiaları.

Hristiyan ve Yahudilerle ilgili ayetlerdeki ifadeler arasında bir çelişki olduğu iddia edilmektedir. Bazı ayetlerde Yahudi ve Hristiyanlardan bazıları övülürken, bazı ayetlerde ise eleştirilmektedir. Bu ayetlerde geçen ifadeler metnin genel akışından koparılarak yorumlandığında yanlış sonuçlara ulaşılmaktadır. Oysa ayetler konu bütünlüğü için de değerlendirilse ortada hiçbir çelişki olmadığı görülecektir. Her şeyden önce bilinmesi gereken gerçek, Allah Katında…

2 Kasım 2014 in Kuran'daki Çelişki İddiaları.

Ayetlerin konu akışından kopartılmasıyla ayetlere farklı anlamlar yüklenmesi, Kuran’a karşı getirilen eleştirilerde çokça uygulanan bir yöntemdir. Bu örnekte de aynı yöntem uygulanarak görüntüde bir çelişki yaratılmaya çalışılmaktadır. Oysa ayetlerde söylenen ifadeler konu bütünlüğü içinde değerlendirildiğinde durumun çok daha farklı olduğu görülür. Bu iddiaya konu olan ayetler şunlardır: Yerin, göklerin egemenliğinin Allah’a ait olduğunu ve Allah’tan…

2 Kasım 2014 in Kuran'daki Çelişki İddiaları.

Şirk koşanların durumuyla ilgili ayetlerde bir çelişki olduğu iddiası vardır. Fakat yine burada da ayetlerin akışı kesilerek belli kısımları alınıp farklı şekilde yorumlanmaya çalışılmaktadır. Ayetleri konu akışıyla okunduğunda durumun farklı olduğu anlaşılacaktır. Ayetler şöyledir. Hiç şüphesiz, Allah, kendisine şirk koşanları bağışlamaz. Bunun dışında kalanlar ise, (onlardan) dilediğini bağışlar. Kim Allah’a şirk koşarsa elbette o uzak…

2 Kasım 2014 in Kuran'daki Çelişki İddiaları.

  Kuran’a karşı getirilen iddialardan birisi de Firavun’un boğulması hakkındadır. Bu iddiaya göre bazı ayetlerde Firavun’un boğulduğu söylense de bazılarında kurtulduğu söylenmektedir. Bu konudaki iddia da tıpkı diğerleri gibi gerçeği yansıtmaz. Bu konuyla ilgili ayetler şöyledir: “Göklerin ve yerin Rabbi’nden başkasının bu delilleri indirmediğini iyi biliyorsun. Firavun, seni mahvolmuş biri olarak görüyorum!” Onları yeryüzünden kaldırmak…

2 Kasım 2014 in Kuran'daki Çelişki İddiaları.

Meryem’in meleklerle konuştuğundan bahsedilen ayetlerde bir yerde tek melek olduğu diğer yerde çoğul bir ifade olduğu dolayısıyla bu iki ayet grubu arasında bir çelişki oluştuğu iddia edilmektedir. Bu iddianın doğrusunu öğrenmek için ilk önce ayetlere bakalım: Sonra onlardan yana (kendini gizleyen) bir perde çekmişti. Böylece ona ruhumuz (Cibril’i) göndermiştik, o da, düzgün bir beşer kılığında…

2 Kasım 2014 in Kuran'daki Çelişki İddiaları.

  Yılan mı Ejderha mı?…Kuranda yapılmış bir hata mı bu?..Ayrıca müteşabih bu ayetlerin başka yorumu olabilir mi? Musa kıssasıyla ilgili iki ayette geçen ifadeler de çelişki olduğu iddiası vardır. Ayetler şu şekildedir: Böylelikle (Musa) asasını fırlatınca, anında apaçık bir ejderha oluverdi. (7 Araf Suresi, 107) Böylece, onu attı; (bir de ne görsün) o hemen hızla…

2 Kasım 2014 in Kuran'daki Çelişki İddiaları.

  Kuran’daki ayetlerde birbirleriyle akrabalık bağları olan peygamberler hakkında bilgiler vardır. Örneğin bir ayet şöyledir. O’na (İbrahim’e) İshak ve Yakub’u bağışladık. Soyuna peygamberlik ve kitap verdik. Ödülünü bu dünyada verdik ve ahirette de erdemlilerle birlikte olacaktır. (29 Ankebut Suresi, 27) Başka bir ayette ise her kavme bir elçi gönderildiği şöyle ifade edilir: Her bir toplum…

1 Kasım 2014 in Kuran'daki Çelişki İddiaları.

  Bu konuda eleştiri yapılmaya çalışılan Nisa Suresindeki iki ayettir. Önce bu ayetlere bakalım: Her nerede olursanız, ölüm sizi bulur; yüksekçe yerlerde tahkim edilmiş şatolarda olsanız bile. Onlara bir iyilik dokunsa: “Bu, Allah’tandır” derler; onlara bir kötülük dokunsa: “Bu sendendir” derler. De ki: “Tümü Allah’tandır.” Fakat, ne oluyor ki bu topluluğa, hiç bir sözü anlamaya…

1 Kasım 2014 in Kuran'daki Çelişki İddiaları.

Cehennem ehlinin hesap günü kitaplarının verilmesiyle ilgili ayetlerde bir çelişki olduğu iddia edilmektedir. İnşikak ve Hakka surelerindeki konuyla ilgili ayetler şöyledir: Kimin de kitabı ardından verilirse, (84 İnşikak Suresi, 10) Kitabı sol eline verilen ise; o da, der ki: “Bana keşke kitabım verilmeseydi.” (69 Hakka Suresi, 25)  İnşikak suresinin 10. ayetinde kitabı ardından verilenlerden söz…

1 Kasım 2014 in Kuran'daki Çelişki İddiaları.

Naziat ve Fussilet surelerinde geçen ifadelerden yola çıkarak iki farklı yerde yerin ve göğün yaratılışıyla ilgili farklı bir sıralamanın olduğu iddia edilmektedir. Bu farklılığın bir çelişki olduğu söylense de, gerçek iddia edildiği gibi değildir. Aslında yerler ve göklerin yaratılmasında bir sıralama yoktur. İkisi de aynı anda yaratılmıştır. Enbiya suresindeki bir ayette şöyle bildirilmektedir: O inkâr…

1 Kasım 2014 in Kuran'daki Çelişki İddiaları.

Bu iddiaya göre Tarık suresindeki 7. ayette geçen ifadede meninin kaburga ve bel kemiği arasından çıktığı fakat bunun bilimle çeliştiği söylenmektedir. Çünkü bilimsel olarak meninin testislerde üretildiği bilinmektedir. İlk başta bu konuyla ilgili ayetlere bakıp sonra üzerinde tartışalım. Tarık suresindeki ayetler şöyle: İnsan bir baksın, hangi şeyden yaratıldı. Dökülüp atılan bir sudan yaratıldı. Bel kemiği…

1 Kasım 2014 in Kuran'daki Çelişki İddiaları.

Son Yazılar

kuran-tesbih-ve-ay

A- Kur’an’ın Kendi İçindeki Dinî Çelişkiler:

Kur’an’ın hemen her suresinde bir çelişki bulmak mümkündür. Uzun surelerde ise onlarca çelişkiye rastlanabilir. Çelişkiler; bir ayette söylenenin başka bir ayette değiştirildiği, farklı ya da tersinin söylendiği tutarsızlıklardan, ayetlerdeki akıldışı, mantıkdışı, bilimdışı yanlışlardan, Tevrat ve İncil’e uymayan hatalı hükümlerden ve bilgilerden oluşur.

1- Hesap gününde Allah’tan başkası şefaat edebilir mi?

Edemez / Bakara-48: Kimsenin kimseden faydalanamayacağı, kimseden bir şefaat kabul edilmeyeceği, kimseden bir fidye alınmayacağı ve yardım görülmeyeceği günden korunun.

Edebilir/ Meryem-87: Rahman’ın katında söz almış olanlardan başkaları şefaat hakkına sahip olmayacaklardır.

Edebilir diyen diğer Ayetler: Enam-51, İnfitar/ 18-19
Edemez diyen diğer ayetler: Bakara-123, Zuhruf-86, Secde-4

2- Kötülük Allah’tan mı gelir?

Nisa -78. Nerede olursaniz olun, sağlam kaleler içinde bulunsanız bile, ölüm size yetişecektir. Onlara bir iyilik gelirse: “Bu Allah’tandır” derler, bir kötülüğe uğrarlarsa “Bu, senin tarafındandır” derler. De ki: “Hepsi Allah’tandır”. Bunlara ne oluyor ki, hiçbir sözü anlamaya yanaşmıyorlar?

Nisa-79. Sana ne iyilik gelirse Allah’tandır, sana ne kötülük dokunursa kendindendir. Seni insanlara peygamber gönderdik, şahid olarak Allah yeter.

3- Müslüman olmayanlar cennete gidebilir mi?

Gidebilir/ Bakara-62. Şüphesiz, inananlar, Yahudi olanlar, Hıristiyanlar ve Sabiilerden Allah’a ve ahiret gününe inanıp yararlı iş yapanların ecirleri Rablerinin katındadır. Onlar için artık korku ve üzüntü yoktur. (Ayrıca Maide-69 )
Gidemez/ Ali İmran-85. Kim İslam’dan başka bir din ararsa, (bilsin ki o din) ondan kabul edilmeyecek ve o ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır. (Ayrıca tevbe-30)

4- Cennetin genişliği ne kadardır?

Göklerle yer kadar/ Ali İmran -133. Rabbinizin bağışına, genişliği göklerle yer arası kadar olan ve Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için hazırlanmış bulunan cennete koşun.
Gökle yer kadar/ Hadid-21. Rabbinizden bir bağışlanmaya ve eni, gökle yerin genişliği kadar olan, Allah’a ve Resulüne inananlar için hazırlanan cennete yarışırcasına koşun. İşte bu, Allah’ın lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah, büyük lütuf sahibidir.

5- İlk müslüman kimdir?

Enam-163′e göre Muhammed.
Araf-143′e göre Musa.
Ali İmran-67′ye göre İbrahim.

6- Kur’an’daki Gaflar: (Allah’a ait olmadığı açık olan Ayetler)

Hud-2. Allah’dan başkasına kulluk etmeyin. Ben size O’nun tarafından müjde vermek ve uyarmak için gönderilmiş gerçek bir peygamberim.

Şura-10. Hakkında ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyin hükmü Allah’a aittir. İşte bu, Rabbim Allah’tır. Yalnız O’na tevekkül ettim ve ancak O’na yöneliyorum.

Tevbe-30. Yahudiler, “Uzeyir Allah’ın oğlu” dediler, Hıristiyanlar da “Mesih Allah’ın oğlu”, dediler. Bu onların kendi ağızlarıyla uydurdukları sözlerdir. Daha önce inkara sapmış olanların sözlerine benzetiyorlar. Allah onları kahretsin, nasıl da saptırıyorlar!

Zariyat-51. Allah ile beraber başka bir tanrı edinmeyin. Zira ben size O’nun tarafından gönderilmiş açık bir uyarıcıyım.

En’am-104. Rabbinizden size gerçekleri gösteren deliller geldi. Artık kim gözünü açar hakkı idrak ederse kendi yararına, kim de (hakkın karşısında) körlük ederse kendi zararınadır.Ben başınızda bekçi değilim.

En’am-114. Allah’tan başka bir hakem mi arayayım ki size, her muhtaç olduğunuz şeyi bildirip açıklayan kitabı, o indirmiştir. Kendilerine kitap verilenler de bilirler ki o, senin Rabbin tarafından gerçek olarak indirilmiş bir kitaptır; artık şüphe edenlerden olma.

Bu ayetlerden Kur’an’ı yazanın Muhammed olduğu açıkça belli oluyor. Hitap eden Allah değil, Muhammed. Belli ki gaf yapmış, “De ki” ekini unutmuş.

7- İblis melek midir, cin midir?

Bakara-34′e göre melek, Kehf-50′ye göre ise cindir.

Bakara-34. Hani meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik de İblis hariç bütün melekler hemen saygı ile eğilmişler, İblis (bundan) kaçınmış, büyüklük taslamış ve kâfirlerden olmuştu.

Kehf-50. Hani biz meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik de İblis’ten başka hepsi saygı ile eğilmişlerdi. İblis ise cinlerdendi de Rabbinin emri dışına çıktı. Şimdi siz, beni bırakıp da İblis’i ve neslini, kendinize dostlar mı ediniyorsunuz? Hâlbuki onlar sizin için birer düşmandırlar. Bu, zalimler için ne kötü bir bedeldir!

8- İslam’da Vasiyet geçerli midir?

Bakara-180′de ölümü yaklaşanlar için vasiyet etmek şart koşulmuşken, Nisa/ 11-12 ayetleriyle vasiyetin bir hükmü
kalmamış, miras taksimi zorunlu kılınmıştır.

Bakara-180. Sizden birinize ölüm gelip çattığı zaman, eğer geride bir hayır (mal) bırakmışsa, anaya, babaya ve yakın akrabaya meşru bir tarzda vasiyette bulunması -Allah’a karşı gelmekten sakınanlar üzerinde bir hak olarak- size farz kılındı.

Ayete ilaveten, Muhammed’in Veda Hutbesinde şöyle dediği yazılıdır:

“Mirasçı için ayrıca vasiyet etmeye gerek yoktur.”

9- Allah’ın katına olan mesafe-zaman çelişkisi:

Secde 5. Allah, gökten yere kadar her işi düzenleyip yönetir. Sonra (bütün bu işler) sizin sayageldiklerinize göre bin yıl tutan bir günde O’nun nezdine çıkar.

Mearic 4. Melekler ve Rûh (Cebrail), oraya, miktarı (dünya senesi ile) ellibin yıl olan bir günde yükselip çıkar.
Bu çelişkiye bir de Allah katındaki zaman çelişkisini ekleyelim:

Hac-47. Senden çabucak azabı getirmeni istiyorlar. Allah, asla vaadinden caymaz. Doğrusu Rabbının katında bir gün; saydıklarınızdan bin yıl gibidir.

10- Allah herşeyi bilir mi?

Gaybı bilen yalnızca Allah’tır” ayetlerine rağmen Enfal/ 65-66 da Allah’ın bir müslümanın kaç düşmana bedel olduğunu ancak savaştan sonra bilebildiği anlaşılıyor.

Enfal-65. Ey Peygamber! Müminleri cihada teşvik eyle. Eğer sizden sabredecek yirmi kişi olursa ikiyüze galip gelirler ve eğer sizden yüz kişi olursa kafirlerden bin kişiye galip gelirler. Çünkü onlar hakkı ve akıbeti düşünmeyen anlayışsız bir kavimdirler.

Enfal-66. Şimdi Allah sizden yükü hafifletti ve sizde bir zaaf olduğunu bildi. O halde sizden sabredecek yüz kişi olursa ikiyüz düşmana galip gelirler, sizden bin kişi olursa Allah’ın izniyle ikibin düşmana galip gelirler. Allah sabredenlerle beraberdir.

11- Evlilikte Peygambere tanınan ayrıcalık:

Ahzap-50. Ey peygamber! Biz bilhassa sana şunları helal kıldık: Mehirlerini vermiş olduğun eşlerini, Allah’ın sana ganimet olarak ihsan buyurduklarından sahip olduğun cariyeleri, amcalarının kızlarından, halalarının kızlarından, dayılarının kızlarından, teyzelerinin kızlarından seninle beraber hicret etmiş olanları, bir de mümin bir kadın kendini peygambere hibe ederse, peygamber nikah etmek istediği takdirde, onu başka müminlere değil de sadece sana mahsus olmak üzere helal kıldık. Onlara eşleri ve cariyeleri hakkında neyi farz kıldığımızı biliyoruz. Bunlar sana hiçbir darlık olmaması içindir. Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.

12- Allah ve melekleri, Muhammed’e salat eder mi?

Ahzap-56. “Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber’e salat ediyorlar. Ey iman edenler! Siz de ona salat edin, selam edin.”
ayetinde Allah’ın peygambere salat ettiği ifadesi büyük çelişkidir.

Salat = Namaz, dua

Bu ayetteki salat’ın namaz anlamına gelmediğini, destek anlamı taşıdığını öne sürenler de vardır. Bu da apaçık olduğu söylenen ayetler üzerinde bırakın sıradan insanları, İslam alimlerinin dahi anlaşamadığını gösterir.

13- Allah gönderdiği kanunları, hükümleri değiştirir mi?

Bakara-106. “Herhangi bir Ayet’in hukmunu yururlukten kaldirir veya unutturursak, onun yerine daha hayirlisini veya benzerini getiririz. Allah’in herseye gucunun yettigini bilmezmisin? “

Hac-52. Senden önce hiçbir resûl ve nebî göndermedik ki, bir şey temenni ettiği zaman, şeytan onun bu temennisine dair vesvese vermiş olmasın. Ama Allah, şeytanın vesvesesini giderir. Sonra Allah, âyetlerini sağlamlaştırır. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Nahl-101. Biz bir âyeti değiştirip yerine başka bir âyet getirdiğimiz zaman -ki Allah, neyi indireceğini gayet iyi bilir- onlar Peygamber’e, “Sen ancak uyduruyorsun” derler. Hayır, onların çoğu bilmezler.

Rad-39. Allah, dilediğini siler, dilediğini de sabit kılıp bırakır. Ana kitap (Levh-i Mahfuz) O’nun yanındadır.

Aşağıdaki ayetlerde ise farklı söylenir;

Fatır-43. “… Hayır! sen Allah’ın kanununda değişiklik bulamazsın. Sen Allah’ın kanununda asla bir döneklik bulamazsın. “

Feth-23. “… Allah kanununda hicbir degişiklik bulamazsınız. “

14- Tanrı’nın kitabı düzensiz, karmaşık olabilir mi?

Kur’an’ın genelinde konu karmaşası ve uyumsuzluk vardır. Bir konudan bir başka konuya atlanır. Örneğin Bakara suresinde boşanma konusu işlenirken aniden namaz kılma ve usülleri anlatılmaya başlanır. Ardından tekrar hukuk konularına dönülür.
(Bakara/ 237-238-239)

Birçok surede aynı anlatımlar tekrarlanır. Bu durum Kur’an ayetlerinin karışık ve düzensiz toplandığını gösterir ki Allah’ın koruması altında olan bir kitabın böyle düzensiz olması bir çelişkidir.

15- Edison, Einstein, Ebu Talip vb. ebedi cehennemlik mi?

Ali İmran-115. Onlar ne hayır işlerlerse karşılıksız bırakılmayacaklardır. Allah, kendisine karşı gelmekten sakınanları bilir.

Bakara-217. Sizden kim dininden döner de kafir olarak ölürse öylelerin bütün yapıp ettikleri dünyada da, ahirette de boşa gitmiştir. Bunlar cehennemliklerdir, orada sürekli kalacaklardır.

Tevbe-17. Allah’a ortak koşanların, inkarlarına bizzat kendileri şahitlik edip dururken, Allah’ın mescitlerini imar etmeleri düşünülemez. Onların bütün amelleri boşa gitmiştir. Onlar ateşte ebedi kalacaklardır.

Müslümanların yaptığı zerre kadar işler karşılıksız kalmayacakken, inanmayanların bütün amelleri boşa gidecek ve sonsuza kadar cehennemde işkence görecekmiş. Tanrı böyle haksızlık yapar mı?

16- Şüphesi, çelişkisi olanın soru sorması yasak!

Maide-101. Ey iman edenler! Size açıklandığı takdirde sizi üzecek olan şeylere dair soru sormayın. Eğer Kur’an indirilirken bunlara dair soru sorarsanız size açıklanır. (Halbuki) Allah onları bağışlamıştır. Allah çok bağışlayandır, halimdir (hemen cezalandırmaz, mühlet verir.)

Maide-102. Sizden önceki bir millet o tür şeyleri sordu da sonra o yüzden kafir oldu.

Allah’ın soru sorma yasağı koyması kadar saçma bir hareket olabilir mi? Böyle bir saçmalığı, sorular karşısında kendine güvenemeyen insan yapar.

17- Kur’an apaçık anlaşılır bir kitap mı?

Şuara-195′te Muhammed, “uyarıcılardan olabilsin diye” Kur’an’ın “apaçık bir dille” indirildiği; Zuhruf/ 2-3 ‘te daha açık olarak, ” Apaçık Kitaba yemin olsun ki şüphesiz biz O’nun düşünüp anlayasınız diye ” indirildiği;
Fussilet-44′te Kur’an ayetlerinin uzun açıklamalı olmadığı;
Yusuf-12′de Kur’an’ın, herkesçe “okunup anlaşılması için” indirildiği; Duhan-58 ‘de, herkese öğüt alsınlar diye kolaylaştırıldığı söylenir.

Ancak Kur’an anlaşılmaz bir yığın ayetle ve kavramla doludur. Anlaşılabilmesi için eski Kureyş Arapçasının, hadislerin, peygamberin ayrıntılı hayatının, dönem tarihinin iyi bilinmesi gerekir. Orucun kaç gün olduğu, namazın kaç vakit olduğu bile açıkça belirtilmemiştir.

18- Kıble, İslam’ın ilk yıllarında neden Kudüs’tü?

Müslümanlar kıble olarak önce Kudüs’ü sonra Kabeyi seçmişlerdir.
Bu durum Bakara/ 142-145 ayetlerinde açıklanır.

Bakara-142. İnsanlardan bazı beyinsizler; «Onları daha önce yöneldikleri kıbleden çeviren sebep nedir?» diyecekler. De ki; «Doğu da Batı da Allah’ındır. O dilediğini doğru yola iletir.»

Kıble değişikliği bir çelişkidir ve Yahudilerle yaşanan çekişme neticesinde çıkmıştır.
Halbuki madem önceki toplumların ve peygamberlerin de namaz kıldığı iddia edilir, öyleyse onların kıblesi neyse yine o olmalı ve hiçbir şartta değişmemeliydi.

19- Ganimetlerin tamamı mı yoksa 1/5′i mi?

Enfal-1.’de “ganimetler Allah’ın ve peygamberindir” denirken,
Enfal-41′de “ganimetlerin beşte biri Allah’ın ve peygamberindir” denir.

Enfal-1. (Ey Muhammed!) Sana ganimetler hakkında soruyorlar. De ki: “Ganimetler, Allah’a ve Resûlüne aittir. O hâlde, eğer mü’minler iseniz Allah’a karşı gelmekten sakının, aranızı düzeltin, Allah ve Rasûlüne itaat edin.”

Enfal-41. Şunu da biliniz ki, ganimet olarak aldığınız her hangi bir şeyden beşte biri mutlaka Allah içindir. (…)

20- Peygamberler eşit mi yoksa üstün olanı var mı?

Bakara-285 ‘te Peygamberler arasında fark olmadığı söylenirken, aynı surenin 253. ayetinde; “İşte bu peygamberlerin bir kısmını diğerlerine üstün kıldık..” denir.

Bakara-285. Peygamber de, iman edenler de O’na indirilene inandı. Hepsi de Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman etti. “O’nun peygamberlerinden hiçbirinin arasında fark görmeyiz. İşittik ve itaat ettik. Affını dileriz ey Rabbimiz, Dönüş sana’dır” dediler.

Bakara-253. İşte peygamberler! Biz, onların bir kısmını bir kısmına üstün kıldık. İçlerinden, Allah’ın konuştukları vardır. Bir kısmının da derecelerini yükseltmiştir. (…)

21- Kur’an Mekke ve çevresine mi yoksa tüm insanlara mı?

Enam-92. Bu da kendisinden öncekileri doğrulayan mübarek bir kitaptır ki, beldelerin anası (Mekke) ile onun çevresindekileri uyarman için indirdik. Âhirete inananlar, ona da inanırlar; onlar, namazlarına da dikkatle devam ederler.

Kalem-52. Oysa Kuran, alemler için bir öğütten başka bir şey değildir.

22- Cehennemde kapışma?!

Alak/ 15-18. And olsun ki onu perçeminden, yalancı ve günahkar perçeminden cehenneme sürükleriz. O zaman taraftarlarını çağırsın. Biz de zebanileri çağıracağız.

Ayet, Ebu Cehil için söylenmiş. Güçsüz bir insanın “Allah benden yana” demesine benziyor. Yani insan sözü.

23- Hitap çelişkisi: ( Ben, Biz, O, Allah)

Kur’an’da ayetlerin çoğunda Allah 3. şahıs, bazılarında 1.şahıstır. Kimi ayetlerde çoğul “biz” ifadesi, kimilerinde ise tekil ifade mevcuttur. Örneğin Hac/ 34-35 de şahıs zamirinde tam 6 kez değişiklik yapılır. Allah’tan hitap bir kitapta hep aynı zamir kullanılmalıydı.

24- Bu ayette melekler mi konuşuyor?

Zuhruf-11′de de ilginç bir kurgu vardır:
“O suyu gökten bir ölçüye göre indirir. Biz onunla ölü memleketi diriltiriz”.
Suyu indiren Allahsa, ölü memleketi dirilten kim?
Kur’an’ı Allah gönderdiyse bu “biz” diyen kimler?

25- Allah mı şair? Muhammed mi?

79 ayetlik Rahman suresinin 31 ayeti aynıdır. ” Öyleyse Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz” ayeti sürekli tekrarlanmıştır. Benzer tekrarlara başka surelerde de rastlanır. Bu acaba Muhammed’in mi yoksa Allah’ın mı edebi özelliği, keyfiyetidir?

26- Kıyametin saatini Allah bilmiyor mu?

Füssilet-47. Kıyametin ne zaman kopacağına ilişkin bilgi ona (Allah’a) havale edilir.
Anlaşılan melekler Allah’tan daha iyi biliyor herşeyi.

27- Allah kimin neye taptığını bilmiyor mu?

Sebe-40. O gün Allah, onların hepsini toplayacak; sonra meleklere: Size tapanlar bunlar mıydı? diyecek.
41. (Melekler) derler ki: “Seni eksikliklerden uzak tutarız. Onlar değil, sen bizim dostumuzsun. Hayır, onlar cinlere ibadet ediyorlardı. Onların çoğu cinlere inanıyordu.”

28- Allah insan gibi yemin eder mi?

Naziat suresi de şöyle başlar: “(1) Canları boğarcasına şiddetle çekip alanlara and olsun, (2) Canları kolaylıkla alanlara and olsun, (3) Yüzüp yüzüp gidenlere and olsun, (4-5) Yarıştıkça yarışan ve işleri yöneten meleklere and olsun “.

Ayrıca Kur’an Allah’ın yeminleri ile doludur. Arapların çok yemin ettiği özelliği bilinir de Allah’ın bu kadar çok yemin etmesi anlaşılmaz. Yoksa bu yeminler Muhammed’in yeminleri midir?

29- Allah küfreder mi?

Enam-108′de “Allah’tan başkasına tapanlara sövmeyin; sonra onlar da bilmeyerek Allah’a söverler.” denmesine rağmen;

Bakara-171, Araf-179, Furkan-44, Tevbe-28, Bakara-65, Maide-60, Cuma-5, Araf-176 da farklı inançlardakilere hayvan, eşek, köpek, domuz, pislik, maymun diye sövülmüştür.

30- Büyüyünce hayırsız evlat olacağı sanılan çocuğun öldürülmesi:

Kehf-80. ” Oğlana gelince, onun ana-babası mümin kimselerdi. Çocuğun onları azgınlık ve inkara sürüklemesinden korktuk.”

Hiçbir suçu olmayan bir çocuğu, ilerde anne-babasına karşı kötü davranma ihtimali nedeniyle öldürmek ne derece haklı bir gerekçedir?
Sanki bütün hayırlı anne-babaların hayırsız çocukları öldürülüyormuş gibi aktarılan bu maval doğru mudur?

31- Muhammed’in onca eşine ilaveten evlatlığının eşiyle evlenmesi:

Ahzap-37′ de hoşlandığı evlatlığının karısı Zeynep’le evlenebilmesi için, ahlaki bir adet olan evlatlığın öz evlat gibi görülmesi kuralının kaldırılması etik açıdan yanlış değil midir?

32- Allah’ın velisi var mı yok mu?

İsra-111. Ve de ki: “Övgü, allah’adır. O çocuk edinmemiştir, yönetimde ortağı ve zillettten ötürü de bir veliside yoktur.” O’nu alabildiğine Yücelt.
Yunus-62. Uyan! Allah velilerine ne korku vardır, ne de onlar mahzun olurlar!

33- Yaratan mı? Yaratanlar mı?

İhlas-1. De ki; O Allah bir tektir.

Saffat-125. Yaratanların en iyisini bırakıp da Ba’l’e mi taparsınız?

Yaratanların en iyisi Allah’sa diğer yaratanlar kim?

34- Allah yardıma muhtaç mıdır?

İhlas-2. Allah eksiksiz, sameddir (Bütün varlıklar O’na muhtaç, fakat O, hiç bir şeye muhtaç değildir )

Muhammed-7. Ey iman edenler! Eğer siz Allah’a yardım ederseniz O da size yardım eder, ayaklarınızı kaydırmaz.

35- Yer ve gök kaç günde yaratılmıştır?

6 günde : (Araf-54) (Yunus-3) (Hud-7) (Furkan-59)
8 günde : (Füssilet/ 9-12)

36- Kölelik evrensel mi?

Nahl-75. Allah, hiçbir şeye gücü yetmeyen, başkasının malı olmuş bir köle ile katımızdan kendisine verdiğimiz güzel rızıktan gizli ve açık olarak harcayan (hür) bir kimseyi misal verir. Bunlar hiç eşit olurlar mı? Doğrusu hamd Allah’a mahsustur. Fakat onların çoğu (bunu) bilmezler.

Kur’an’daki ayetler evrensel ise; İnsanlar arasında ayrım, köleliğin kaldırılmamış olması yanlış değil midir? Bu durumda kölelik kıyamete kadar meşrulaştırılmış olmuyor mu?

37- Kur’an’da neden sadece İsrail’e gönderilen peygamberler var?

Kur’an’da bildirilen peygamberlerin nerdeyse tamamının Yahudi olması, her kavme peygamber gönderildiği belirtilmesine rağmen başka milletlerden tek örneğin olmaması nasıl açıklanabilir?

38- Musevilere “Yahudi” denmesi:

Enam-146. Yahudilere tırnaklı hayvanların hepsini haram kıldık.

Kur’an’da Musevilerden Yahudi diye bahsediliyor. Halbuki o dönemde Yahudi olduğu halde Hristiyan olanlar çok. Madem ki “Hristiyan” yani “İsacı” diyor, “Musevi” yani “Musacı” da denebilirdi. Bu genelleme yanlıştır. Günümüzde de Yahudi olanlar içinde ateisti, dinsizi, Hristiyanı, müslümanı, Budisti vardır.

Ayrıca bir millete bir gıdanın yasaklanıp, diğer milletlere serbest bırakılmasının mantığı olabilir mi?
Örneğin “Türklere balık yemeyi yasakladık” dense bu kabul edilebilir mi?

39. İnananlar Muhammed’in kulu mu?

Zümer-10. Kul ya ıbadillezıne amenütteku rabbeküm lillezıne ahsenu fı hazihid dünya haseneh ve erdullahi vasiah innema yüveffes sabirune ecrahüm bi ğayri hısab

Ayet, “De ki ey inanan kullarım” ile başlıyor.

De ki: ‘Ey iman eden kullarım, Rabbinizden sakının. Bu dünyada iyilik edenler için bir iyilik vardır. Allah’ın arz’ı geniştir. Ancak sabredenlere ecirleri hesapsızca ödenir.’

Muhammed, inananlara “kullarım” diye sesleniyor. Bazı meal tahrifatçıları bu hatayı kamufle edebilmek için mealin başın “Bizim adımıza de ki” ya da “tarafımdan söyle” gibi ilaveler yapmışlar. Halbuki Arapçasında bunlar yok. Bazıları da “Kullarım” değil, “kullar” olarak çevirmiş.

Eğer Kur’an’ı Allah gönderseydi ayette Allah’ın “de ki” demeyip direk kendisinin söylemesi gerekirdi. Ya da “İnanan kullarıma de ki” şeklinde olmalıydı.

Aynı ifadeyi Zümer-53′de de görmekteyiz:

Zümer-53. De ki: “Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”

40- “Günah Çıkarma” Kur’an’da da var!

Tevbe-102. Onlardan (Münafıklardan) bir kısmı ise, günahlarını itiraf ettiler. Bunlar salih amelle kötü ameli birbirine karıştırmışlardır. Umulur ki Allah tövbelerini kabul eder. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
103. Onların mallarından, onları günahlarından arındıracağın ve temizleyeceğin bir sadaka al ve onlara dua et. Çünkü senin duan onlara huzur verecektir. Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.

41- Meleklerden peygamber olur mu?

Muhammed’e inanmayanlar ” Elçi olarak bize bir melek gelmelsi gerekmez miydi” derler. Buna şu yanıt verilir:

İsra-95. De ki: “Eğer yeryüzünde, (insanlar yerine), yerleşip dolaşan melekler olsaydı, elbette onlara gökten bir melek peygamber indirirdik.”

Mantıklı. Dünyada insanlar yaşadığına göre melekten peygamber olmaz.
Gelgelelim meğer öyle değilmiş. İsra-95′de melekten peygamber olamayacağı söylenirken;
Bakın aşağıdaki ayette ne diyor:

Hac-75. Allah, meleklerden ve insanlardan peygamberler seçmiştir; şüphe yok ki Allah, duyar, görür.

42- Cehennemde sadece ne yenir? Zakkum mu? Darı dikeni mi?

Duhan/ 42-43-44. Doğrusu (cehennemde) günahkarların yiyeceği zakkum ağacıdır; karınlarda suyun kaynaması gibi kaynayan, erimiş maden gibidir.

Gasiye suresi 6. ayeti öyle demez.

Leyse lehüm ta’amün illa min dariy’ın.

Onlar için darı dikeninden başka bir yiyecek yoktur.

Zakkum ağacı ile darı dikeni çok farklı bitkiler olduğuna göre ayetler arasında çelişki mevcuttur.

Ayrıca bakınız:

Ateizmportal2

Bunu beğen:

BeğenYükleniyor...

İlgili

Bu yazı Islam Dini içinde yayınlandı. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Kuran'daki Çelişkili Ayetler

  • Yarbay
    4925 Mesaj
    Konu Sahibi
    Önemli Not: Bu yazılanları okumadan önce at gözlüklerinizi çıkarmanız ve objektif bir bakış açısına sahip olmanız önemle rica olunur.
    Çelişki 1
    Bakara/256: Dinde zorlama yoktur.
    Tevbe/5: Müşrikleri, puta tapanları bulduğunuz yerde öldürün.
    Gördüğünüz üzere Allah, hem dinde zorlama olmadığını, herkesin inanmak konusunda özgür olduğunu hem de inanmayanları bulduğumuz yerde öldürmemizi emrediyor.
    Çelişki 2
    Yunus/99: ''Rabbin dileseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi inanırdı. Öyle iken insanları inanmaya sen mi zorlayacaksın?"
    Tevbe/29: "Kendilerine kitap verilenlerden Allaha ve ahiret gününe iman etmeyen, Allahın ve resûlünün haram kıldığını haram saymayan ve hak din İslamı din edinmeyen kimselerle elleriyle cizyeyi verinceye kadar savaşın."
    Yunus suresinde gayrimüslümlerin inanmaya zorlanmaması emrediliyor. Tevbe suresinde ise yine inanmayanlarla savaşılması gerektiği emrediliyor.
    Çelişki 3
    Ariyat/56: ''Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.''
    Araf/179: ''Andolsun, biz cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışızdır.''
    Allah da çok kararsız gözüküyor değil mi? Ayrıca siz kimsiniz? Allah bir şeyi yaratmak için başka bir arkadaşına mı ihtiyaç duyuyor yoksa?
    Çelişki 4
    Bakara/256 'Dinde zorlama yoktur...'
    Nisa/89 'Onlar sizin kendileri gibi kafir ve böylece eş olmanızı isterler. Allah yolunda göç etmedikçe onlardan dost edinmeyin. Bunu kabul etmez de yüz çevirirlerse onları tutun, bulduğunuz yerde öldürün...'
    Tevbe/5 'Hürmetli aylar çıkınca allah'a eş koşanları nerede bulursanız öldürün. Yakalayıp hapsedin. Gelip geçecekleri bütün yolları tutun. Fakat tövbe ederler, namaz kılarlar ve zekât verirlerse onların peşini bırakın...'
    Enfal/65 'Ey peygamber inanları savaşa teşvik et. Eğer içinizden sabırlı yirmi kişi bulunursa onların iki yüzüne galip gelir. Ve eğer sizden yüz kişi olursa, kafirlerin binini yener. Çünkü onlar hiçbir şeyden anlamaz güruhturlar.'
    Enfal/66 'Şimdi allah yükünüzü hafifletti. Bildi ki sizde muhakkak bir zaaf var. Artık sizden sabırlı ve metanetli yüz kişi olursa iki yüzünü yenerler. Eğer sizden bin kişi olursa, Allah’ın izniyle iki bine galebe çalarlar. Allah sabır ve sebat edenlerle beraberdir.'
    Yorumsuz…
    Çelişki 5
    Araf/7:54. Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş'a istivâ eden, geceyi, durmadan kendisini kovalayan gündüze bürüyüp örten; güneşi, ayı ve yıldızları emrine boyun eğmiş durumda yaratan Allah'tır. Bilesiniz ki, yaratmak da emretmek de O'na mahsustur. Alemlerin Rabbi Allah ne yücedir!
    Yunus/10:3. Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra da işleri yerli yerince idare ederek arşa istiva eden Allah'dır. Onun izni olmadan hiç kimse şefaatçı olamaz. İşte O Rabbiniz Allah'tır. O halde O'na kulluk edin. Hâlâ düşünmüyor musunuz!
    Hud/11:7. O, hanginizin amelinin daha güzel olacağı hususunda sizi imtihan etmek için, Arş'ı su üzerinde iken, gökleri ve yeri altı günde yaratandır. Yemin ederim ki, (Resûlüm!): "Ölümden sonra muhakkak diriltileceksiniz" desen, kâfir olanlar derhal "Bu, açık bir büyüden başka bir şey değildir" derler.
    Furkan/25: 59. Gökleri, yeri ve ikisinin arasındakileri altı günde yaratan, sonra Arş'a istivâ eden (ona hükmeden) Rahmân'dır. Bunu bir bilene sor.
    Yukarıdaki ayetlerin tümünde, yer ve göğün altı günde yaratıldığı söyleniyor. Halbuki, aşağıdaki ayetlerde ise, yer ve göğün sekiz günde yaratıldığı anlaşılıyor ki, bu ayetlerle yukarıdaki ayetler bir çelişki içindedir..
    Fussilet/41:9. De ki: Gerçekten siz, yeri iki günde yaratanı inkâr edip O'na ortaklar mı koşuyorsunuz? O, âlemlerin Rabbidir.
    Fussilet/41:10. O, yeryüzüne sabit dağlar yerleştirdi. Orada bereketler yarattı ve orada tam dört günde isteyenler için fark gözetmeden gıdalar takdir etti.
    Fussilet/41:12. Böylece onları, iki günde yedi gök olarak yarattı ve her göğe görevini vahyetti. Ve biz, yakın semâyı kandillerle donattık, bozulmaktan da koruduk. İşte bu, azîz, alîm Allah'ın takdiridir.
    Yer(2 Gün)+Gıdalar(4 Gün)+Gökler(2 Gün) = 8 gün
    Gördüğünüz üzere burada da bir çelişki mevcut.
    Kuran’da daha bir çok çelişki vardır ama şimdilik bunlar yeterli diye düşünüyorum.

    ALINTI







  • Süresiz olarak uzaklaştırıldı.
  • Yarbay
    2038 Mesaj
  • Yarbay
    2038 Mesaj
  • Yarbay
    5891 Mesaj
    güneşe doğru sabit bir rota çizin ışık hızında gidin. geldiniz güneş yok. 8 dakika önceki yerindesiniz ve güneş yok. uzay zamanda çelişki bulduk.

    uzay zamanda da yanlış mı var diyeceğiz.

    suyun içine bir cisim attık, cisim kırıldı, mekanı ve zamanı farklı oldu. cisme el uzattığımızda cisim orada değil. çelişki mi oldu.

    dünya yuvarlak o yüzden new yorku göremem. new yorktan canlı yayında A şahsını gördük. ya da telefonla konuştuk. çelişki var deyip tv yi mi telefonu mu kapatıyoruz.

    .....................

    kabul edilebilen çelişkilerin varlığı kabul edilemez çelişkiler doğurmaz. çelişkinin anlamını değiştirir. çelişki varsa giderilmesi gerekir.

    bulduğunuz çelişkileri gidermek o çelişkinin mantığını ortaya koyar.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi HADO77 -- 11 Ekim 2017; 17:14:1 >
  • Yüzbaşı
    486 Mesaj
  • Yüzbaşı
    374 Mesaj
    quote:

    Orijinalden alıntı: HADO77

    güneşe doğru sabit bir rota çizin ışık hızında gidin. geldiniz güneş yok. 8 dakika önceki yerindesiniz ve güneş yok. uzay zamanda çelişki bulduk.

    uzay zamanda da yanlış mı var diyeceğiz.

    suyun içine bir cisim attık, cisim kırıldı, mekanı ve zamanı farklı oldu. cisme el uzattığımızda cisim orada değil. çelişki mi oldu.

    dünya yuvarlak o yüzden new yorku göremem. new yorktan canlı yayında A şahsını gördük. ya da telefonla konuştuk. çelişki var deyip tv yi mi telefonu mu kapatıyoruz.

    .....................

    kabul edilebilen çelişkilerin varlığı kabul edilemez çelişkiler doğurmaz. çelişkinin anlamını değiştirir. çelişki varsa giderilmesi gerekir.

    bulduğunuz çelişkileri gidermek o çelişkinin mantığını ortaya koyar.




    buradaki çelişkileri (bana göre çelişki değil) neden-sonuç ilişkileri ile açıklayabiliyor ve gerçekliğe ulaşabiliyoruz. Aynı neden-sonuç ilişkisini kullanarak, konu sahibi arkadaşın bahsettikleri üzerinde herhangi bir gerçekliğe ulaşabiliyor muyuz?
    1. numaralı çelişki üzerinde düşürsek nasıl bir sonuca varıyoruz.
    İki ayeti okuyunca, Kuran ın ilk indiği zamanlarda insanlara şirin gözükmek ve taraftar çekmek adına yumuşak gözüktüğünü ancak ilerleyen zamanlarda müslümanların güçlenmesi üzerine karşıt görüşün veya azınlığın yok edilmesi aşamasına gelindiğini düşünüyorum. Mesajınızdan her ayetin indiği zamana göre değerlendirilmesi gerektiğini mi anlamamız gerekiyor. Eğer öyleyse Kuran a göre ulaşılan son gerçekliğe göre mi davranmamız gerekiyor. Son kanun ile önceki arasında çelişki varsa sonraki kanun uygulanır mantığı ile mi bakmamız gerekiyor.
    Sanırım konu sahibi arkadaşta benim gibi Kutsal kitabın her durum ve aşamada aynı ilke ve prensipler üzerinde tutarlı olmasını bekliyor.




  • Yarbay
    5891 Mesaj
    1126001 kullanıcısına yanıt
    ilgi için teşekkürler.

    şimdi dünya yuvarlak new yorktaki adamı gördüm dedim ki; o tv kapanacak. dünya yuvarlakken asla.

    böyle mi yapıyoruz? aklı selim davranıp hatta çelişkiyi görmeyip mutlu mesut tv yi seyrediyoruz.

    dünyanın şekli gereği gözümüzün görmemesi gereken şeyi ilimle açıklıyoruz.

    ilim olmasa böyle bir şey olmazdı diyoruz.

    demek ki bir süreçten geçiyoruz. kitabın akli bir süreçten geçmeyeceğine dair bir ayet var mı?

    ancak akıl sahipleri anlar diyor.

    bu akıl statik mi? yani aklettim ALLAHU var dedim ve dükkanı kapatım artık temelim yani.

    düşünmek mi, yanıldın bro bundan sonra asla, mı demeliyim?
  • Yarbay
    5891 Mesaj
    abi bu kadar mı yalnızlık olur. dünyada sahibi olduğum bir şizofrenim var onunla da anlaşamıyoruz, dersek ne olur.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi HADO77 -- 11 Ekim 2017; 20:16:19 >
  • Binbaşı
    1959 Mesaj
    Şimdi bir adam hırsız diyelim



    Siz bu adama kızıp yakaladığınız yerde öldürüyorsunuz bu suçmu?



    Evet tabiki suç,sanane elalemin hırsızından?



    Peki yine aynı hırsız elinde bıçakla senin yatak odana kadar geldi sende o anın verdiği panikle adamı öldürdün



    Suçmu?



    Büyük ihtimal beraat edersiniz, çünkü olay tamamen meşru müdafa.



    Eee hani hırsız öldürmek suçtu?



    Çelişkiye gel

    Ayetleri yorumlarken ve bir anlam çıkarırken dikkat edin sadece o ayate değil ondan önceki ve sonraki ayetlere,hatta surenin tamamına hatta kur'anın tamamına bakın

    siz inanmasanız da bunlar insan sözü değil tüm evrenin,eksinin,artının,sıfırın,birin,atomun,ışığın,karanlığın her şeyi yaratıcısı olan Allah'ın kelamıdır.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi fakir-bir-kul -- 12 Ekim 2017; 1:8:39 >




  • Yarbay
    2038 Mesaj
  • Yarbay
    4925 Mesaj
    Konu Sahibi
    quote:

    Orijinalden alıntı: WILDBOYS

    O ayetleri mantıkla açıklamanın imkanı yoktur

    Mantıkla açıklanamayacak bir kitabı neden gönderiyor ? Sorgulayan bir canlı yaratıp onun sorgulamasını engellemek nasıl bir yöntemdir ?
  • Binbaşı
    1959 Mesaj
  • Yüzbaşı
    374 Mesaj
    quote:

    Orijinalden alıntı: HADO77

    ilgi için teşekkürler.

    şimdi dünya yuvarlak new yorktaki adamı gördüm dedim ki; o tv kapanacak. dünya yuvarlakken asla.

    böyle mi yapıyoruz? aklı selim davranıp hatta çelişkiyi görmeyip mutlu mesut tv yi seyrediyoruz.

    dünyanın şekli gereği gözümüzün görmemesi gereken şeyi ilimle açıklıyoruz.

    ilim olmasa böyle bir şey olmazdı diyoruz.

    demek ki bir süreçten geçiyoruz. kitabın akli bir süreçten geçmeyeceğine dair bir ayet var mı?

    ancak akıl sahipleri anlar diyor.

    bu akıl statik mi? yani aklettim ALLAHU var dedim ve dükkanı kapatım artık temelim yani.

    düşünmek mi, yanıldın bro bundan sonra asla, mı demeliyim?




    Kitabın daha doğrusu Allah ın emir, yasak ve tavsiyelerinin akli bir süreçten geçmesi gerekir mi? Başlarda huzur, kardeşlikten söz ederken sonradan neden çatışmacı bir tavır sergileniyor. Müşriklerde Allah ın kulu değil mi, zaten onlar cehennem azabıyla cezalanrılmayacak mı?
    Yukarıdaki mesajımda dediğim gibi önce dinde zorlama yok denip sonradan gücü elde edince öldürün denmesi günümüzün politik söylemlerine benziyor. Dönemim müşrikleri hani zorlama yoktu, şimdi zorla müslüman yapmaya çalışıyorsunuz diyip yalancılıkla suçlayamazlar mı?




  • Binbaşı
    1048 Mesaj
    Cımbızlama yöntemiyle herkes istediği kitaptan istediğini çıkarabilir. Zaten metnin altında alıntı olduğu yazıyor. Yani bu cımbızlama da başka yerden cımbızlanmış.

    Bu bölümde açılan "bug"lu" çelişki"li başlıklara alışkınız. Bunlar samimi bir sorgulamanın ürünü olsalardı buna sevinirdim. Çünkü, dini inanç veya inançsızlık ciddi bir konudur. Din konusundaki tutumunu, ailesinin, sosyal çevresinin, toplumsal yönelimlerin etkisiyle değil de, ciddi sorgulama, araştırma, düşünme sonucu belirleyen kişi neye inanıyor/inanmıyor olursa olsun gözümde saygıyı hak eder. Ama bunlar cımbızla yapılamaz.

    Cımbızlamayı metot edinen hayatı boyu kılla tüyle uğraşır durur.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi yuksek -- 12 Ekim 2017; 16:22:24 >
  • Teğmen
    232 Mesaj
    1126001 kullanıcısına yanıt
    dinde zorlama yok bu doğru o yüzden zaten cizye talep ediliyor. eyer zorlama olsaydı cizye istenmezdi.

    diğer konuya gelince bir şeyin temelini oluşturken temel taşlar vardır buda inanç ve sabırdır. bu başlangıcır bunu durup bekleyip güçlenelimme açıklamak hiç akılcı değildir.
    yani size sürekli saldırı ve taciz söz konusu olduğunda bunu bertaraf etmek istersiniz. genel anlamda o dönemde böyle olmuştur.

    o gün o topraklara adım atılan heryerde islam ferdi veya toplumsal olarak benimsenmiştir. günümüzde de aynı şekilde devam etmektedir.

    süreçleri tane tane işlemektense toplu olarak ele almak daha akılcı olur kaanatindeyim.

    "zorlama yoktur" "bulduğunuz yerde öldürün" arasında ki fark mekan zaman olay olarak bakınca insana anlamsı o kadar da zor gelmiyor.

    eyer gerçekten akılcı iseniz akılcı olarak ele alabilirsiniz. fakat bunu samimane duygularla yaptığınız zaman bir anlam kazanacaktır.




  • Yarbay
    5891 Mesaj
    1126001 kullanıcısına yanıt
    ilgi için teşekkürler.

    kitabın siyasi politik söylemlere katık yapılmasına karşıyım. mesela aynı kitaba bakıp farklı anlayışlar ortaya koymak insanların değil kitabın inhirafı imiş gibi okunuyor ki mezhebsel farklar bundan kaynaklıdır.

    insan inhirafa düşebilir akli okumayı farklı şekilde yapabilir. bu okunan eserin yorumudur denemez. bu insanın kitabı yorumudur.

    kitabın sert tutum sergilediği konuları tartışmalıdır. insanlar ilk zamanlardan bugüne rahat yaşamlar sergilediler günümüzde bu durum daha net. kimsenin gökten taş yağdığını gördüğünü zan etmiyorum. yani ilaha nispetle kitap okunsa idi gayet demokratik olarak okunabilirdi.

    insanın ise daha sert yaptırım peşinde koştuğu görülüyor. diyelim ki biz fikir birlikteliğine vardık kafiri tanımladık diyelim.

    peki bir hayat kadının kafir tanımı nedir?

    şimdi kafiri tanımlarken hataya düşmemiz olası zira bizler iyi ailelerin temiz anadolu evlatlarıyız. doğu batı farketmez.

    peki kafirliğin muhattabı olduğumuzu düşündüğümüz şeyler neler?

    derli toplu düşünülürse insan denen öğede kadın denen öğenin korunumunda oldukça farklı tutumlar sergilenmiş olmalı ki kitap sert diyelim.

    diynin kafir mümmin ve hak yolcusunu bir rasul aleyhisselam anlatabilir. bir kafiri mümmini hakkı koruyanı bir hayat kadını da anlatabilir.

    kitabı anlamak rasulu aleyhisselam anlamaktır. onu anlarsanız sertliğe şeditliğe gerek yoktur.

    ancak bir hayat kadının anlattığı reelize hayatlar o sertliği ve şeditliği doğurabilir.

    ..........................................

    yukarıdaki şeyler kitabın ana hatlarından benim yorumlarım. genel anlamda insan denen varlığın kökeni insana karşı tatlı-sert tavrı gerektiriyor. insanların katliamcı ve soykırımcı yönleri var. sırplar bu konuda meşhurdur. bunların kitabı yok ve bununla eğitilmiş bir nesil vardı. şimdikini bilmem ama önceki jenerasyon tam bir ...... dır.

    kitap niye sert derken kitapsızlık argumanı bakımından insanın haysiyetini hedef alan bir yapıda neden değil?

    bu sorular bir açıdan karşılıklılık içerir.

    ............................

    sonuç olarak kitabı indiren ve onun elçisi olan kavramlar var. bunların yapısı niteliği bize anlatıldığı kadarı ile biliniyor.

    bizler de bakıyoruz doğru nedir yanlış nedir diye.

    ancak şunu unutmayalım kadın denen nesnenin korunumu esası denen şey zamanla bana göre değişkenlik göstermiş olmalı. kitapta da bu eksen üzerinde bir ivme var olmak durumunda. bunu araştırıcılar daha iyi kavramıştır diye düşünmek durumundayım. benim böyle bir araştırmam olmadı.

    ...............................

    kitabı okumada metod denen şey önemlidir. oku yaradan rabbin adıyla..... oku ama okuduğun eserde yaradan rabbin adını ara-yücelt- anla manasına bak. şimdi kitabı anlamak ile iman farklı ise anlamak için dahi yaradanın kimse onun adına okuma referansı mevcut.

    ben anne ve babamı beni oluşturan güç seçtim. onun yani annemin veya babamın adına okuyorum. o ne demiş veya bir mesele hakkında ne demiş olabilir? yanlışı doğrusu ne? bu benzer düşünüş şekilleri olmalıdır.

    benim yaradanım bing bangtir dedik. big bangın meseleye bakışı nedir?

    totalde kitap insanın yaratıcı benimsemesine göre farklı anlam ve şekil kazanacaktır.

    islamın kitabını yaradanın adıyla okumak ise apayrıdır. o teala eş edinmez evladı ailesi yoktur. ne demek bu? bize nazaran kadın denen nesneye yaklaşım sergilemeyen bir yücelik. bu okuyuşta ilahın kitabı öncelikle insanı dışında tutup tanımlama yapan ve sonrasında bu tanıma insanı yerleştiren kitaptır. islami anlam ve mealdeki yaratıcının zati ve subuti sıfatları çerçvesinde kitap okunursa meal denen şeyin ne kadar farklı olacağını düşünün.

    kitaptaki kainata dair ayetler ve kitapta insana ve canlılara yönelmiş ayetler gibi iki ayrı başlık mevcut. aslında ilahi kata göre bu ayrım mümkün değil. öncelikle kainatın anlam ve mealinden başlanarak insana bir yönelim olmalı idi.

    .........................

    bu düşünüşte kainatın o muhteşem zorluklarını idrakte zorlanan insanın kendisine kainat şablonu konunca ben zorlandım- kandırıldım- yanıltıldım demesi kitabın kişiye olan uyumu ile ilgilidir.

    mealler sizi yanıltmasın onlar bizim sözlerimiz benim bahsettiğim zorluk başka. hiç birimiz bir kadınsız yapamadığımız gibi onsuz da anlam kazanamıyoruz. peki ilahı anlayacaksak ilahın da bu zorunluluklara bakışı nediri anlamak gerekmez mi?

    hayır biz ilahı anlamak istemiyoruz. bu apaçıktır. ancak onlar ki akledemez mi ya kainattan da mı ders almayacaklar.

    şimdi kainatın kara deliği paralele evreni patlamaları cafcafı cefcefi denen şeyin insanik şablona uygulandığında insanın yaratıcı vasfıyla gördüğü taş toprağı inkarı yaradana yönelmiş olamaz.

    ..........................

    şimdilik kısa keselim.




  • Süresiz olarak uzaklaştırıldı.
    Sen Allah mısın ? Resmen Allah gibi düşünmeye çalışıyorsun ? Allah olamayacagına göre mantıken onun gibi de düşünemezsin öyle değil mi ? Şahsen ben çelişki diye bahsettiklerini okuyup ne kast edilmiş olabileceğinı kestirebiliyorum. Ama sen kuran-ı kerimi zaten "eheheheh Allah yok zaten şunu okuyayım da çelişkileri bulayım" diye açtığın için okuduğun herşeyi bir çelişki olarak yorumlayabilirsin.
  • Süresiz olarak uzaklaştırıldı.
    Death Note kullanıcısına yanıt
    Kuranı aklın ile anlarsın eğer iman edersen mantık ve aklın birleşiminde herkesin anladıklarından fazlasını da anlayabilirsin.
  • Yarbay
    5819 Mesaj
    Konudaki savunma tezlerinin hepsi anadoludaki eğitimsiz memet dayının "gulaanın arkasını görebiliyon mu göremiyon ama var" teziylr eşdeğer. Mantıklı açıklama yapabilen ne yazık ki yok.
  • yeni mesaja gitYeni mesaj

Benzer içerikler

Kur’an’daki bilimsel hatalar, çelişkiler iddiasına cevap

Benzer içerikli yazılara, ‘Ateistlere cevap, Ateizmin ve deizmin sorularına karşı iddialar ve izahlar, Kur’an ve mecaz, Müşkilü’l-Kur’an, Kur’an ve bilime zıt ayetler iddiasına cevaplar’ adlı yazılardan ulaşılabilirsiniz.

.

Kur’an’da çelişki yoktur!

Yüce Yaradan, “Kur’an’ı   düşünmüyorlar mı? Eğer o  Allah’tan  başkası  tarafından  indirilmiş   olsaydı, onda birbirini tutmayan çok şeyler  bulunurdu.” (Nisa, 82) buyurmaktadır. Ateistler ise Kur’an’da birbiri ile çelişen, birbirine zıt ve çelişkili ayetler olduğunu ileri sürmektedirler. Hâlbuki“Çelişki bulundu zannedilen ayetlerde, yeterli bilgiye sahip olunduğunda hakiki anlamda bir ihtilafın söz konusu olmadığı ortaya çıkmaktadır.” (Flamur Kasami, Kur’an’da çelişkili gibi görünen ayetler, s. 119) “Kur’an semasının yıldızları olan ayetler, gökte intizamsız görünen yıldızların hali gibidir. Üstünkörü bakan, bilgisiz biri onların dağınık zanneder, onların aralarındaki münasebetleri bilen bir astronomi uzmanı ise, nasıl dakik bir saat gibi işleyen bir nizamla yürüyüp kâinattaki ahengi ve dengeyi sağladıklarını bilir.” (Dr Sabri Demirci, Kur’an’da çelişkili ayetler meselesi, s. 12) Çelişkili olduğu iddia edilen Kur’an ayetlerinin “öncesi veya sonrasının okunması, aynı konudaki ayet ve hadislerin bir arada değerlendirilmesi, yapılan çevirilerde kelimelerin karşılıklarının Türkçeye tam anlamı ile aktarılamaması,  ayetlerin neden indiğinin (sebebi nüzul) bilinmesi veya Arap dili edebiyatının bazı inceliklerinin bilinmesi” durumunda, çelişkili zannedilen ayetlerde bir sorun olmadığı kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Bu nedenledir ki, “Kuran’ın indiği ortam, dil üstatlarının nitelik ve nicelik açısından zirvede olduğu bir ortamdır. Tarihi hiçbir kayıtta onlardan tek bir kişinin, ‘Kur’an dilinin bozuk olduğunu’ söylediğine rastlanılmamaktadır.” (Prof. Dr. M. Halil Çiçek, Müşkilu’l-Kur’an’ı Yeniden Değerlendirmek, s. 29, 32) Zaten aşağıda bu konuda bol bol örnek görecek, hemen hemen tüm çelişki iddialarının bu kurallar uygulanınca ortadan kalktığı görülecektir! Kur’an’daki bazı ayetler ise, Kur’an’ın ‘müteşabih’ olarak adlandırdığı ayetleridir ki, onları da İslam âlimleri ‘Müşkilü’l-Kur’an’ adlı eserlerde ele alarak tek tek açıklamış ve aralarında bir çelişkili olmadığını ortaya koymuşlardır. (Bu konuda ‘Müskilü’l-Kur’an’ adlı yazımıza bakılabilir.) İbni Kuteybe hicri üçüncü asırda İslam düşmanlarının “ayetleri yerinden/bağlamından saptırıp onu asli mecrasından ayırarak” Kur’an’da çelişki bulmaya çalıştıklarını ifade etmektedir. (Kuteybe, T. Müşkilu’l-Kur’an, s. 22) O zaman olduğu gibi günümüzde de oryantalist ve ateistler benzer çaba içine girmişler ama hepsi İslam alimlerinin titiz çabaları ile hezimete uğramıştır. İslam alimleri bu konuda o kadar ileri gitmişlerdir ki, “Kur’an ilminin en büyük değeri ve zevki, uyumlu çeşitlilik içinde müteşabih ayetleri muhkem olanlarla kıyaslayarak Kur’an ayetlerinden Allah’ın hükümlerini okuyup bulmaktır.” (Zemahşeri, el-Keşşaf, I/563) demişlerdir. Kısaca ortada ne bir sorun vardır ne de ateist veya oryantalistlerce ortaya çıkarılan, Müslümanların gizlediği gizli saklı bir konu. Aslında ortadaki tek sorun, İslami kaynaklarda zaten bulunmakta olan cevaplardan ümmetin haberdar olmamasıdır, ‘OKU’mamasıdır!

Reel veya sanal alemde 2023 tarihi ile, 33 senedir karşılaştığım iddia ve ithamları derleyip cevaplarımla aşağıda siz okuyucuya sunuyorum.

Ankebut, 13 ve Fatır, 18. ayetler çelişiyor mu? Bir kişi başkasının günahını yüklenir mi yüklenmez mi?

“Andolsun, onlar mutlaka kendi yüklerini ve kendi yükleriyle beraber nice ağır yükleri yükleneceklerdir.” (Ankebut,13); “Hiçbir günahkâr başka bir günahkârın yükünü yüklenmez.” (Fatır, 18; Necm, 38) Başkasının günah işlemesine neden olmak (Ankebut, 13) ile kendi günahından başkasının sorumlu olması (Fatır, 18; Necm, 38) farklı şeylerdir. Normal şartlarda tabii ki bir insanın günahını başkası yüklenmez. Yani, Hıristiyanlıktaki asli suç veya babasız doğan çocuklara yapılan sıfatlamaları İslam asla kabul etmez. Suçun şahsiliği esastır. Ama nasıl ki kanunlarda ‘suça teşvik’ diye bir madde varsa aynı durum ayetlerde de söz konusu olmaktadır. Ankebut, 13. ayet, ‘kötülüğe neden olmak, kaynaklık teşkil etmek, kötülüğe ön ayaklık yapanın alacağı günah yükünden’ (Taberi, VIV/94-95; Razi, VV/18) bahseder ki bu konuda başka ayet ve hadisler de vardır: “Kıyamet günü kendi günahlarını ve ilimsizce saptırdıkları kimselerin günahlarından bir kısmını taşımaları için bunu söylerler.” (Nahl, 25), “Kim güzel bir (işte) aracılık ederse, ona o işin sevabından bir pay vardır. Kim de kötü bir (işte) aracılık ederse, ona da o kötülükten bir pay vardır. Allah’ın her şeye gücü yeter.” (Nisa, 85); “Kim İslam’da iyi bir çığır açarsa açtığı çığırın ecri ve kendisinden sonra, onunla (o çığırla) amel edenlerin ecirleri, sevaplarından hiçbir şey eksilmeden ona aittir. Kim de İslam’da (Müslümanlar içinde) kötü bir çığır açarsa, açtığı çığırın günahı ve kendisinden sonra onunla amel edenlerin günahları, günahlarından bir şey eksilmeden ona aittir.” (Riyâzu’s-Salihîn, 19, bab. 172. hadis, s. 158) Kısaca, kimse başkasının günahını yüklenmez (Fatır, 18; Necm, 38), eğer başkasının günah işlemesine neden olmuyorsa! (Ankebut,13)

Muhammed yalan söylüyorsa veya yanıldıysa bunun cezasını kim çekecektir?34:50’de Muhammed: “Ben eğer sapmışsam ancak kendi aleyhime sapmış olurum. Eğer hidayete ermişsem bu da rabbimin bana vahyettiği sayesindedir. Şüphesiz o hakkıyla işitendir, kuluna çok yakındır.” der. bu sav, Kur’an’daki birçok diğer savla çelişmektedir, örneğin “inkar edenler iman edenlere, “yolumuza uyun da sizin günahlarınızı yüklenelim” derler. Halbuki onların günahlarından hiçbir şey yüklenecek değillerdir. Şüphesiz onlar kesinlikle yalancılardır.” (29 :12) yani Muhammed insanları yanılttıysa, günahı sadece onun boynuna olmayacak, yanılttığı insanlar da günaha girecektir. Muhammed’in iddia ettiği gibi günahı sadece kendi boynuna olmayacaktır. Kur’an kendiyle çelişmektedir.

Hiç bir kimse başkasının işlediği bir suçtan sorumlu değildir. Temel kural budur: “Her kim zerre kadar iyilik yapmışsa onu görür, kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onu görür.” (Zilzal, 7-8), “Hiç bir günahkâr, başkasının günahını çekmez. Eğer yükü ağır gelen kimse onu taşımak için (başkalarını çağırsa) onun yükünden hiç bir şey (alınıp) taşınmaz. Akrabası dahi olsa (kimse onun yükünü taşımaz).” (Fatır, 18), “De ki; Âllah’a itaat edin! Peygambere itaat edin! Eğer yüz çevirirseniz, bilin ki o peygamber; kendisine yükletilenden ve siz de kendinize yükletilenden sorumlusunuz.” (Nur, 54), “Ey iman edenler! Rabbınıza karşı gelmekten sakının! Babanın oğlu, oğulun da babası için bir şey ödeyemeyeceği günden korkun!” (Lokman, 33) Ama bazen insanlar kendi yaptıkları günahların sorumluluğu kadar başkalarını kötülüğe yönlendirmeleri halinde onlarında günahlarından bir kısmını da yüklenirler. Hukukta da bu böyle değil midir? Suçlu kadar ama ona yardım yataklık yapan da ceza alır. (TCK M 39) “Kıyamet günü kendi günahlarını ve ilimsizce saptırdıkları kimselerin günahlarından bir kısmını taşımaları için (bunu söylerler). İyi bilinsin ki, işledikleri suç ne kötüdür!” (Nahl, 25) Aynı şey güzel şeyler için de geçerlidir: Efendimiz (sav) şöyle buyuruyor“Her kim İslam içinde güzel bir çığırı açarsa ve bu güzel çığır kendisinden sonra da tatbik edilip sürdürülürse, kendi sevaplarından hiçbir şey eksilmeksizin, onu sürdürenlerin sevaplarının benzeri, kendisi lehine yazılır. Ve her kim de İslâm içinde kötü bir âdet çıkarır ve bu kötü âdet kendisinden sonra da sürdürülürse, kendi günahlarından hiçbir şey eksilmeksizin onu sürdürenlerin günahlarının benzeri de o kimse üzerine yazılır.” (Müslim, İman, 15; Tirmizi, İlm, 14) Kısaca Kur’an’dan hüküm çıkarılmak isteniyorsa o konu ile ilgili tüm ayetleri bir araya getirip sonra bir hükme varmaya çalışmalıdır. Aradan, seçmese, cımbızla genel içeriğinden koparılarak alınan ayetlerden ancak ateistçe sonuçlara ulaşılır. Bu arada ateist merak etmesin, Hz resul kimseyi aldatmamıştır! Ayrıca ateistler asıl kendi ideolojilerini takip edenlerin sonunu düşünsünler!

Kaç tane melek Meryem’le konuşuyordu?

“Meryem’e ruhumuz (Cibril’i) göndermiştik.” (Meryem, 19); “Hani melekler: “Meryem, şüphesiz Allah seni seçti, seni arındırdı ve âlemlerin kadınlarına üstün kıldı” demişti.” (Ali İmran, 43) Kur’an bizlere Hz Meryem’in sadece bir kere meleklerle konuştuğunu söylememekte aksine meleklerin birden fazla Hz Meryem’e görüldüğünü açıkça ifade etmektedir. “Zekeriyya, Meryem’in yanına mihraba her girdikçe yeni bir yiyecek bulur ve: ‘Ey meryem, bu sana nereden?’ derdi.” (Ali İmran, 37) Bu ayet bize meleklerin devamlı Meryem annemizle irtibatlı olduğunu açıkça bildirir. Yukarıdaki ilk iki ayet bize iki farklı zaman ve mekândan bahsetmektedir. Meryem suresindeki ayetlerde Meryem’in Cebrail ile karşılaşmasında söz edilir. Ali İmran suresindeki ayetlerde ise anlatılan farklı bir olaydır. Bu başka bir yerde, başka bir zamanda Meryem ile meleklerin konuşmasından behsedilmektedir. Dolayısıyla bir yerde çoğul  meleklerden söz edilmesi diğer yerde ise tek ruhtan (Cebrail) söz edilmesi arasında bir çelişki yoktur. Zaten iki Cebrail olduğuna dair hiçbir rivayetlerde İslami eserlerde geçmez.

Allah’ın bir günü dünyadaki kaç güne eşittir?

“Gerçekten, senin Rabbinin katında bir gün, sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir.” (Hac, 47); “Gökten yere her işi O evirip düzene koyar. Sonra (işler,) sizin saymakta olduğunuz bin yıl süreli bir günde yine O’na yükselir.“ (Secde, 5); “Melekler ve Ruh (Cebrail), O’na, süresi elli bin yıl olan bir günde çıkabilmektedir.” (Mearic, 4)  İlk ayette ‘Allah katındaki’ bir günden; İkinci ayette ise ‘yükselen işlerden’; Üçüncü ayette ise, ‘Meleklerin ve ruhun’ çıkışından bahsedilmektedir. Dolayısı ile farklı iki konu ve farklı iki zaman söz konusudur. Bir ateistte aklınca espri (!) yapmış; “Cebrail, Hz Muhammed daha doğmadan 50.000 yıl önce yola çıkmış olmalı.” diye. Hâlbuki mesafe insan için 50.000 yıl olabilir ama melek için bu süre 1 gündür. Herhalde ayetler okunurken sadece rakamlara odaklanıldığından ve rakamlar arasında bir fark çelişki gibi algılanmaktadır. Hâlbuki ayetlerde anlatılan zamanlar kadar olaylarda farklıdır. Ayette geçen Arapça kavram, “Ke elfi senetin” şeklindedir. Arapça, ‘ke’ bağlacı ‘gibi’ anlamındadır ve teşbih için kullanılır, ‘gibi, kadar’ manasındadır. Yani, ‘50.000 yıl gibi, kadar’ şeklindedir ayet ki bu da izafiliğe işaret eder! İzafiyet teorisine göre bir cismin hızı arttıkça, onun için zaman yavaşlar. Örneğin 30 yaşında iki ikiz kardeş düşünelim. Birisini bir uzay gemisine koyalım. Işık hızında ya da buna yakın bir hızla bu uzay gemisinin bir saat gittiğini düşünelim. Bu gemi dünyaya geri döndüğünde gemideki kişi için zaman sadece bir saat geçmiş olsa da, yeryüzünde geçen zaman 30-40 yıl arasında olacaktır. Uzay gemisindeki ikiz kardeş hala 30 yaşında iken, yeryüzünde yaşayan kardeşi 60 yaşına gelmiş olacaktır. Yani, geçen süre ‘yeryüzündekine göre 30 yıl süren bir saatlik gemi yolculuğu’ söz konusudur. Melekler nûr (ışık), işler ise maddi bir yapıya sahip olmadıkları için insanlara göre çok daha hızlı yol alabilmektedirler. “Görelilik kuramı mutlak zamanı çöpe attı. Bir çift ikizi düşünelim. Diyelim ki ikizlerden biri dağın tepesinde yaşasın, ötekisi deniz yüzeyinde. İlk ikiz (yani dağın tepesinde yaşayan) ikincisinden daha çabuk yaşlanacaktır. Yani yeniden karşılaştıklarında öbüründen daha yaşlı olacaktır.” (Stephen Hawking, Zamanın Kısa Tarihi, s.54)

Yer ve gök kaç günde yaratılmıştır?

“Gökleri ve yeri altı günde yarattık da en küçük bir yorgunluk çekmedik.” (Kaf, 38 Ayrıca; A’raf, 54; Hud, 7; Yunus, 3) Kur’an’da göklerin ve yerin altı günde yaratıldığı ifade edilir. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi Kur’an’ın terimlerini yine Kur’an’ın bütünlüğünü göz önüne alarak ancak doğru şekilde anlayabiliriz. Kur’an’ın ayetleri birbirini açıklar. Kur’an’da gün kelimesi birçok anlamda kullanılmıştır. Sadece ‘gündüz veya sadece gece’ anlamında kullanıldığı gibi ‘an, devir’ anlamlarında da kullanılmıştır. (Yardımcı Doçent Doktor Abdülcelil Candan, Kur’an okurken zihne takılan ayetler, Müşkilü’l Kur’an, s. 402) “M.S. 16. Yüzyıl müfessirlerinden Ebu’s-Suud; ‘yaratılışa, her zaman kullandığımız anlamdaki günler halinde değil, ‘dönemler’ halinde gerçekleşmiş gözüyle bakmalıdır.’ demektedir.” (Maurice Bucaille, Müsbet ilim yönünden Tevrat İnciller ve Kur’an, s. 221)“Gün diye tercüme ettiğimiz kelimenin aslı ‘yevm’ Arapça’da ‘güneşin doğuşundan batışına kadar olan zaman dilimi’ manasına geldiği gibi, ‘ne kadar zaman olursa olsun herhangi bir vakit dilimi’ anlamında da kullanılmaktadır.” (Rağib el- Isfehani, el-Mufredat fi Garibil Kur’an, Darul Kalem, I/894) Kur’an’da gün kelimesinin çeşitli uzunluktaki “zaman devresi” anlamında kullanılmış, ‘gün’ kelimesi de bazı yerlerde ‘devir’ anlamında kullanılmıştır.” (Maverdi, en-Nüket, II/229; İsfahani, Müfredat, “yvm” maddesi) Arapça’daki yevm/gün kelimesi, “24 saatlik zaman birimi dışında dönem, çağ, zaman” anlamlarına da gelir. (E. W. Lane Arabic English Lexicon (1863), sayfa 3064, ayrıca bakınız:  The Hans Wehr Dictionary of Modern Written Arabic, sayfa 1110) Kur’an’da genel, statik, tek ve sınırlı bir yevm kavramı yoktur. Araplarda gün/yevm kelimesinin çoğulunu (Eyyamu’l-Arab) “Arab’ın hadiseleri” diye yani ‘olaylar’ anlamında kullanırlar. Eski Araplar, yevm kelimesinin çoğulu olan “eyyam” kelimesini ‘devlet ve yönetim zamanı’ manasında kullanmıştır (Ferâhîdî, Ebû ‘Abdirrahmân el-Halîl İbn Ahmed, Kitâbu’l-‘Ayn, nşr. Mehdî el-Mahzûmî-İbrâhîm es-Semerrâî, VIII/433; ez-Zebîdî, IVV/115-116; İbn Manzûr, VII/649) Kur’an’ın geneline baktığımız zaman  “yevm” kelimesinin Kur’an’daki ağırlık merkezinin göreceli olduğu görülmektedir. Kur’an’da yevm kelimesi ile “mutlak zaman” (Râzî, tefsir, VVXIII/155; Yazır, I/82)  anlamında da kullanılmıştır. Mesela, “Yer başka bir yere, gökler de (başka gökler) haline getirildi gün” (İbrahim, 48)  ayetinde geçen gün kavramının gündüz yahut gece veyahut da hem gündüz hem gece olması mümkün değildir (Râzî, VIV/115-116) Çünkü bu ayette, kıyametten bahsedilmekte dolayısı ile günü meydana getiren kozmik yapı bozulmuş olmaktadır. Yine “Kıyamet gününü gördüklerinde (dünyada) sadece bir akşam vakti ya da kuşluk zamanı kadar kaldıklarını sanırlar” (Naziat, 46) ayetindeki gün kelimesinin de 24 saat ifade etmediği ortadadır. “Sura üflendiği gün” (Enam, 73); “Allah sizi çağıracağı gün” (İsra, 52); “Kıyamet koptuğu gün” (Rum, 55); “Hesap günü” (Yasin, 54) ayetleri içinde aynı durum söz konusudur. Kur’an’da yevm kelimesinin kapsadığı zaman; ‘an’ (Rahman, 29; Râzî, Tefsir, VII/101), ‘gün, ay, yıl, asır, devir ve bilinen-bilinmeyen zaman ölçülerinden herhangi biri’ (Yazır, Tefsir 1/82) anlamlarında olabileceği gibi; ‘fetih günü’ (Secde, 28, 29); ‘çetin gün’ (Müddessir, 9); ‘göç günü; konaklama günü’ (Nahl, 80) tamlamalarında da gün kelimesi bilinen 24 saat anlamından çok farklı manalarda kullanılmıştır. Ali İmrân sûresinin 140. ayetinde geçen “eyyam” kelimesi de yine 24 saat anlamında olması imkânsızdır: “Eğer siz bir yara aldıysanız bilin ki o topluluk da benzeri bir yara almıştı. O günleri biz insanlar arasında döndürüp duruyoruz” (Kurtubî, IV/140; Yazır, II/1182) Kısaca Kur’an da yevm/gün kelimesine mutlak zaman anlamı kazandıran bir kullanımı kesin olarak ortaya koymak mümkün değildir.  (Dr. Faiz kalın, Felsefe ve bilimin ışığında Kur’an’da zaman kavramı) Dolayısı ile Kur’an’da “Gün, belirli devir, dönem veya süreler.” (Yardımcı Doçent Doktor Abdülcelil Candan, Kur’an okurken zihne takılan ayetler, Müşkilü’l Kur’an, s. 402) anlamında kullanılmıştır ki, bu “Ayetteki gün kelimesi devir anlamındadır.” (Flamur Kasami, Kur’an’da çelişkili gibi görünen ayetler, s. 137)  

Konumuza devam edelim: “De ki: “Gerçekten siz mi ‘yeri iki günde yaratanı’ inkâr ediyor ve O’na birtakım eşler kılıyorsunuz? O, âlemlerin Rabbidir.” (9) “Yeryüzünde onun üstünde sarsılmaz dağlar var etti, onda bereketler yarattı ve isteyip arayanlar için eşit olmak üzere oradaki ‘rızkları dört günde takdir etti.” (10) “Sonra, duman halinde olan göğe yöneldi’; böylece ona ve yere dedi ki: “İsteyerek veya istemeyerek gelin.” İkisi de: “İsteyerek (İtaat ederek) geldik” dediler.” (11) “Böylece onları ‘iki gün içinde’ yedi gök olarak tamamladı ve her bir göğe emrini vahyetti. Biz dünya göğünü de kandillerle süsleyip-donattık ve bir koruma (altına aldık). İşte bu, üstün ve güçlü olan, bilen (Allah)’ın takdiridir.” (12)  (Fussilet, 9-12) 9. ayette yerin yaratılmasının iki günde olduğu bildirilmektedir. 10. ayette ise dağların ve besinlerin takdir edilmesinin 4 günde olduğu söylenmektedir. ‘Yerin ve göğün yaratılış süreci beraber gerçekleşmiştir.’ Allah göklerin ve yerin birleşik iken onları birbirinden ayırdığını başka bir ayette şöyle bildirmektedir: “O inkâr edenler görmüyorlar mı ki, (başlangıçta) göklerle yer, birbiriyle bitişik iken, biz onları ayırdık.” (Enbiya, 30) 11. ayete bakarsanız burada ‘duman halinde olan göğe’ yönelindiğinden  söz edilir. Bu ifadeden de anlaşılacağı gibi ‘bir gök vardır, daha önceden yaratılmıştır.’ Dolayısı ile bundan sonra bir ‘yaratma söz konusu değildir.’ 12. ayette zaten yaratılan yani var olan göğün 7 kat olarak ‘düzenlenmesinden’ söz edilmektedir. Bu 12. ayette geçen ifade ‘yaratmaktan farklıdır.’ 9. Ayette yaratmak için “haleka” fiili kullanılırken, 12. ayette yaratma değil ‘düzenleme anlamına gelen “Kazâhune”  kelimesi kullanılır. Yani burada yaratılmış bir şeyin daha sonradan ‘düzenlenmesi’ söz konusudur.  Bu düzenleme 2 gün sürmüştür. Bu bir ‘yaratılma değil bir düzenlemedir.’ Zaten kullanılan farklı kelimeler de bunu açıkça göstermektedir. Düzenleme, 6 günde yaratmanın dışındaki bir süreci ifade etmektedir. ‘Yaratılmanın olduğu kısım 9. ve 10. ayette bildirilen 6 günde tamamlanmıştır.’ Fussılat 9-12. Ayetlerde anlatılan özetle şudur: İlk iki günde yer yaratılmaya başlanmıştır. Sonraki dört günde yeryüzündeki dağlar oluşmaya başlarken bir yandan da atmosfer oluşmaya başlamıştır. Toplam olarak yerlerin ve göklerin yaratılması bu 6 günde meydana gelmiştir. Sonra yaratma süreci bitmiş ve düzenleme süreci başlamış, gökyüzü 7 kat olarak düzenlenmiştir. Ek bilgi: Müslim’de geçen ve yeryüzündeki ‘topraktan insan, mekruh, bitkilere dek’ yaratılışı günlere dağıtan hadisi (Müslim, Sıfatu’l-Kıyame 27, 2789) Ali ibn el Medeni, Buhari ve diğer bazı hadis âlimleri eleştirmiş, peygamberin sözü olamayacağını ifade etmiş (İbn Kesir, III/178, 166; El-Bidaye, I/17-18) hadisin genel muhtevasının israiliyat kaynaklı. (İbrahim Canan, Kütüb-ü Sitte, 5/353) olabileceği ifade edilmiştir. Farklı bir rivayete göre (Ramuz el e-hadis, 279. sayfa, 1. Hadis; TDV İslâm Ansiklopedisi, sebt maddesi) ise cumartesi günü yaratma eyleminin pazardan başlayıp Cuma gününe kadar sürdüğü ifade edilir, cumartesi günü yaratmadan bahsedilmezki, rivayetin klasik Tevrat kaynaklı (Tekvîn, 2/1-2) israiliyat olduğu açıkça görülmektedir.

Gök mü yer mi önce yaratıldı?

“Yerin üstünde sarsılmaz dağlar var etti, onda bereketler yarattı ve isteyip arayanlar için eşit olmak üzere oradaki rızkları dört günde takdir etti. Sonra, duman halinde olan göğe yöneldi; böylece ona ve yere dedi ki: “İsteyerek veya istemeyerek gelin.” İkisi de: “İsteyerek (İtaat ederek) geldik” dediler.” (Fussilet, 10-11); “Ey inkârcılar! Sizi yaratmak mı daha zor yoksa göğü yaratmak mı? Onu Allah bina etti.” (Naziat, 27); “Bundan sonra da yeryüzünü yayıp döşedi.” (Naziat, 30) Fussilet ve Naziyat suresinde geçen ifadelerden yola çıkarak yerin ve göğün yaratılışıyla ilgili farklı bir sıralamanın olduğu iddia edilmektedir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, ‘Yerler ve göklerin yaratılmasında bir sıralama yoktur. İkisi de aynı anda yaratılmıştır.’ Enbiya suresindeki bir ayette şöyle bildirilmektedir: “O inkâr edenler görmüyorlar mı ki, göklerle yer, birbiriyle bitişik iken, biz onları ayırdık.” (Enbiya, 30) Görüldüğü hem gök hem de yer birlikte vardı; zaten yaratılmıştı. ‘Yaratılışlarında bir sıralama olmadığı gibi, zaten yaratılanın,  birlikteyken ayrılması söz konusudur.’ Fussılat 10. ayete bakarsak yerin yaratılmasından söz edilir. 11. ayette ise “sonra duman halinde göğe yöneldi” ifadesi vardır. Yani burada ‘göğün daha sonradan yaratılması söz konusu değildir. Gök zaten vardır. Eğer 12. ayete bakarsanız konu şöyle devam eder:  “Böylece onları iki gün içinde yedi gök olarak tamamladı ve her bir göğe emrini vahyetti. Biz dünya göğünü de kandillerle süsleyip-donattık ve bir koruma (altına aldık). İşte bu, üstün ve güçlü olan, bilen Allah’ın takdiridir.”  (Fussilet, 12) ‘Burada duman halinde var olan gök, yerin yaratılmasından sonra 7 kat gök olarak ‘düzenlenmiştir.’ Burada ‘bir yaratılış değil sadece düzenleme’ söz konusudur. Naziyat suresindeki ayetlere bakarsak da benzer bir duruma şahit oluruz. 27. Ayette ‘göğün yaratılmasından’ bahsedilir. Bunlar anlatıldıktan sonra ise yer ile ilgili şu bilgi verilir: “Bundan sonra da yeryüzünü yayıp döşedi.” (Naziat, 30) Burada da yerin yaratılmasından söz edilmez. ‘Yer zaten vardır.’ Burada söz edilen, ‘yerin düzenlenmesidir.’Yani bir yaratılış yoktur. Naziyat ve fussilet surelerindeki ayetlerde anlatılan ‘yer ile gökler birlikte yaratıldığıdır.’ Daha sonra da yer ve gök düzenlenmişlerdir. Naziat, 30. Ayet ve Big-bang konusuna ileride değineceğiz!

Yedi gök tabiri yanlış mı? Aslında atmosfer 5  tabakadan mı oluşuyor?

“Allah, yedi göğü ve yerden bir o kadarını yaratandır.” (Talak 12; Fussılat, 12) Atmosfer 5 büyük katman ve 2 ara katmandan oluşur. Atmosfer, mekânsal olarak beş ana mekândan fakat görevsel ve yapısal olarak yedi tabakadan oluşur. Fussılat, 12. Ayette, “Böylece onları, iki günde yedi gök olarak yarattı ve her göğe görevini vahyetti.” belirtildiği gibi, yedi tabakanın her birinin ayrı bir görevi olduğu ifade edilmektedir. Yani Kur’an görevsel olarak yedi tabakadan bahsediyor ki, bilim de bugün Kur’an’ı doğrulamaktadır! Ara iki katmanın Allah tarafından kendilerine ‘vahyedilen’ görevleri: Ozonosfer:  Ozon tabakası olarak da bilinir. Güneş’ten gelen morötesi ışınlardan olan UV-B ve UV-C gibi canlılar için öldürücü olan zararlı ışınları tutar. Bu tabaka delinmiş, incelmiştir. Bunun sonucunda güneş yanıkları, deri kanseri çoğalmış, gözlere zarar vererek (katarakt gibi) insanlarda bağışıklık sisteminin zayıflamasına neden olmuştur. Ayrıca tarımsal üretimi azalmış ve deniz besin zincirini bozularak balık nüfusunu etkilenmiştir. İyonosfer: elektromanyetik dalgaları, radyo dalgalarını yansıttığı için yeryüzündeki haberleşmeyi mümkün kılmaktadır. Ayrıca yüce Yaradanımız göklerin 5 kat yaratıldığını söylese, ateistler bu defa: “Ama iki de ara katman var, Allah bilmiyoooo…” diye itiraz edeceklerdi. Ayet, baştan genel ve kapsayıcı olanı bizlere bildirmiştir. Tabii şimdide ateist arkadaşlar: “Gökler 5 katman, 7 değil” diyorlar ama bu ‘İtiraz, önyargı, hata/eksik arama, taassup’ onların iç sorunu. Benim şahsi görüşüm, hem atmosfer hem evrenin 7 kat olduğu şeklindedir: “Kastedilen 7 gök çok kapsamlı olup, bizim gözlerimizle veya son teknoloji ürünü cihazlarla görebildiğimiz yıldızlar, gezegenler, galaksiler birinci kat göğü teşkil ediyor olabilir.” (Furkan Şahin, Yüksek lisans tezi, Yeryüzünün ve göklerin yaratılmasıyla ilgili âyetlerin modern ilmî veriler ışığında yorumlanması, s. 126)

A’raf 190, Hz Âdem mi? Şirke düşmüş mü oluyor?

A’raf, 189-190: “Sizi bir tek candan yaratan, kendisiyle ‘mutlu olsun diye’ ondan da eşini yaratan O’dur. Erkek eşiyle beraber olunca kadın hafif bir yük yüklenir, onu bir süre taşır; hamileliği ağırlaşınca rableri olan Allah’a şu sözlerle yakarırlar: “Andolsun, bize kusursuz bir çocuk verirsen kesinlikle şükredenlerden olacağız! Fakat Allah onlara kusursuz bir çocuk verince, Allah’ın kendilerine verdiği bu nimet hakkında (sanki nimeti veren Allah değilmiş gibi) O’na ortaklar koşarlar. Allah, insanların ortak koştuğu şeylerden münezzehtir.”; Rum, 21: “Kendileri ile ‘huzur bulasınız diye’ sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır.” A’raf 190, Rum 21 ile anlam olarak paralellik içerir ve her iki ayette de ‘insan cinsinden’ bahsedilir. Tüm insanların atası aynıdır. Hepsi tek özden yaratılmıştır. Sonra insan türü erkek ve kadın olarak birlikte olunca, çocuk doğmadan önce anne baba, “sağlıklı olsun yeter” derler. Sonra çocuk olunca, Allah’ın hediyesi olduğunu unutup, onu evrimsel sürecin sonucu olan bir canlı gibi görüp onun yetişmesinde dini prensipler gözetilmeyen bir çizgiye kayılır. Allah’ın yaratılış ve insanca yaşayışa uygun kurallarını unutulur ve şirk düşer.  Zaten İblis’in kibirlenmesi ve Hz Âdem sonrası cinayet olayı naslarda (Ayet ve hadislerde) detaylı olarak anlatılırken, şirk gibi vahyin indirilmesinin en büyük nedeni ve Allah’ın asla af etmediği en büyük günahı -haşa- Hz Adem işlese idi, mutlaka detayları ile olay bizlere aktarılırdı! Çünkü ilahi vahyin temel hedefi, şirki ortadan kaldırmaktır! “Kıssanın Hz Adem ve Havva’ya ait olduğunu söyleyen hadis israiliyyattandır. İnsanların genel durumları ile ilgilidir ayet. Ayetin öncesinde bunu doğrulamaktadır.” (Abdülcelil Candan, Kur’an okurken zihne takılan ayetler, s. 230)  

Ölürken ruhu kim alır?

“De ki: “Size vekil kılınan ölüm meleği, hayatınıza son verecek, sonra Rabbinize döndürülmüş olacaksınız.” (Secde, 11) Herkese tek melek vekil kılınmakta  ve o melek  bizzat canı almaktadır. Bu yüzden buradaki ölüm meleği ifadesi tekildir. “Öyleyse melekler, yüzlerine ve arkalarına vura vura canlarını aldıkları zaman nasıl olacak?”  (Muhammed, 27) Burada canları alınan birçok inkârcıdan söz edilmektedir. Onların canlarını alanda birçok melek vardır. Her biri için vekil kılınmış ölüm meleği farklı olduğu için çoğul bir ifade burada kullanılmıştır. Zaten, Enfâl, 50; Nahl, 33. ayetlerde birden fazla ölüm meleğinden bahsedilmektedir. Kur’an’da ve sahih hadislerde Azrail ismi geçmese de tüm bu ayetleri bir arada düşündüğümüz zaman, “Azrâil olarak bilinen meleğin ruhları almakla görevli melekler topluluğunun reisi olduğunu veya meleklerden yardımcılarının bulunduğunu söylemek mümkündür.” (Kur’an Yolu Tefsiri, IV/352) “Allah, öleceklerin ölümleri gelince canlarını alır.”  (Zümer 42) ayetine gelince; vekilin asıl gibidir. Bir mahkeme bir mahkuma ölüm cezası verse, cezayı bizzat yargıç infaz etmez, cellat bu işi yapar. Her ne kadar öldüren cellat ise de, emri veren işin sahibidir. “Allah yarattığı şeyleri zahiri sebeplere bağlamıştır.” (Sabri Demirci, Kur’an’da çelişkili ayetler meselesi, s. 106) “Ölüm zahiren ölüm meleği Azrail’e bırakılmıştır ve onun yardımcıları başka melekler vardır. Kulun eceli gelince Allah, ölüm meleğini onun ruhunu almasını emreder.” (Demirci, s.124-125)

Şer-kötülük Allah’tan mı gelir?

Nisa Suresi, 78 ve 79. ayetler ve açıklaması “Kötülük Allah’tan mıdır? Kötülük/şer Allah’a izafe edilebilir mi?” başlıklı yazımızda ele alınmıştır.

Ahirette insanların aralarında konuşma olacak mı?

“Kimi kimine dönüp sorarlar.” (Tur, 25); “Sûra üflendiğinde artık ne aralarında akrabalık bağları kalacak ne de birbirlerine soru sorabilecekler!” (Mü’minun, 101) Mü’minun 101’de henüz cennete girilmemiş sadece sura üflenmiş ve daha sevap ve günahlar tartılmamıştır. Tur 25’de ise sevap günahlar tartılmış ve insanlar yaptığı işlere göre cennet ve cehenneme konulmuştur ve bu ayette konuşmanın olduğu yer de cennettir.  (Sabri Demirci, Kur’an’da çelişkili ayetler meselesi, s.182); “Müminun suresi, 101. ayet; Saffat suresi, 50. Ayet: İlk ayet sure üfürüldüğü zamandan, ikinci ayette ise, cennetliklerden bahsetmektedir.” (Abdülcelil Candan, Kur’an okurken zihne takılan ayetler, s. 334; Halil Çiçek, Müşkilu’l-Kur’an’ı Yeniden Değerlendirmek, s. 64) Yani iki farklı alan ve zaman söz konusudur!

Kıyamet günü Allah insanlara soru soracak mı, sormayacak mı?

İbni Abbas: Allahu Teâla onlara, ‘şunu şunu yaptınız mı?’ diye sormayacaktır. Zira O bunları onlardan daha iyi bilmektedir, o yüzden Allahu Teâla, “İşte o gün insanlara da cine de günahı sorulmaz” (Rahman, 39) buyurmuştur. Fakat niçin şunu şunu yaptınız? diye sorgulayacak (Sabri Demirci, Kur’an’da çelişkili ayetler meselesi, s.180-181; Flamur Kasami, Kur’an’da çelişkili gibi görünen ayetler, s. 165), bilmek değil hesap için sorguya çekileceklerdir. (İbni Kesir, Tefsir, IV/468,469; Zemahşerî, IV/53) “Rabbine andolsun ki yaptıklarından dolayı muhakkak surette onların hepsini sorguya çekeceğiz!” (Hicr, 92; Ayrıca; Saffat, 24)

Hüküm gününde inkâr edenlerin kitapları hangi tarafından verilir?

“Kimin de kitabı ‘ardından’ verilirse” (İnşikak, 10); “Kitabı ‘sol eline’ verilen ise; o da, der ki: “Bana keşke kitabım verilmeseydi.” (Hakka, 25) İnşikak suresinin 10. ayetinde kitabı ardından verilenlerden söz edilmektedir. Burada cehennem ehlinin kitabının arkalarından uzatıldığı anlaşılmaktadır. Hakka suresinin 25. ayetinde ise kitabın cehennem ehlinin sol ellerine verileceği söylenmiştir. Bu iki ayet arasında hiç bir çelişki yoktur. Birinde kitabın uzatıldığı yön yani arkalarından uzatılmasından söz edilmiştir, diğerinde ise kitabın cehennem ehlinin sol ellerine verilmesinden söz edilmektedir. Yani cehennem ehlinin kitabı arkalarından uzatılarak sol ellerine verilecektirÇelişki bir yana iki ayette söylenen ifadeler birbirini tamamlamaktadır.


Allah verdiği sözleri zaman içerisinde değiştirebilir mi? -Nesh Konusu –

“Biz bir ayetin yerine başka bir ayeti getirdiğimiz zaman -ki Allah neyi indireceğini çok iyi bilir- “Sen sadece uyduruyorsun” dediler. Öyle değil, fakat onların çoğu bilmezler.” (Nahl, 101) Burada ayetin değiştirilmesinden kastın ne olduğu hemen bir sonraki ayette açıklanmaktadır: “İman edenlere sebat kazandırsın, Müslümanlara rehber ve müjde olsun diye rabbin tarafından bir gerçek olmak üzere ‘Kur’an’ı’ Ruhu’l-kudüs’ün indirdiğini söyle.” (Nahl, 102) Yani Kur’an ayetler arasında bir değişiklik değil, Kur’an’ın önceki kitapların yerine gönderilmesinden söz edilmektedir. İmam Ebü’l-Hasan el-Mâverdî’de, Kur’an’daki bir ayetin başka ayetle değiştirilmesi değil, “Tevrat ve İncil’deki bir hükmü Kur’an’ın bir âyetiyle değiştirmesinin kastedildiğini” (Nüket ve’l-uyûn, III/214) ifade etmiştir. Aynı durum ehli kitap inananlarında da gerçekleşmiştir: Hz. İsa, Hz. Musa’ın dininde yasak olan bazı şeylere cevaz vermişti: “Benden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı olarak ve (daha önce) size haram edilenlerden bir kısmını helâl kılmak üzere gönderildim.” (Ali İmran, 50) Allah’u Teâla, bazı toplumlara, onlara özel imtihan için bazı kurallar koymuş, daha sonra gelen (bilindiği gibi Kur’an dışındaki tüm ilahi kitaplar belli bir topluluklara özel gönderilmiştir) bir başka ilahi kitap/suhuf ile bu imtihan konusu hüküm değiştirilmiştir. Ama Kur’an, tüm insanlığa gönderilen evrensel son ilahi kitaptır. Bu nedenle hükümleri sonsuza dek baki, geçerlidir; değişmeyecek, değiştirilemeyecektir!

Bakara 106 ile Fatır 43. Ve Fetih 23 ayetler çelişkili değil mi?

“Biz bir ayetin hükmünü diğer bir ayetle değiştirirsek veya unutturursak (geri bırakırsak), ondan daha hayırlısını yahut onun benzerini getiririz.” (Bakara, 106); “Hâlbuki kötü tuzak, sadece hazırlayanın ayağına dolanır, sadece onu perişan eder. Onlar daha öncekilerin uğradıkları fecî âkıbetten başka bir şey mi bekliyorlar? Sen Allah’ın nizamında hiçbir değişiklik bulamazsın!” (Fatır, 43); “Eğer (o Mekkeli) kâfirler sizlerle savaşsalardı, arkalarını dönüp kaçar, sonra da ne kendilerini koruyan, ne de destek olan hiç kimse bulamazlardı. Allah’ın öteden beri câri olan kanunu budur. Ve sen Allah’ın nizamında hiçbir değişiklik bulamazsın.” (Fetih, 23) Her 3 ayette Türkçe’ye ‘değiştirme’ anlamında çevrilse de Arapça asıllarında farklı kelimeler kullanılmıştır. Bakara, 106. ayette ‘Nesh’ kelimesi geçerken, diğer iki ayette ‘tebdîl’ (Fetih, 23) ve ‘tahvîl’ (Fatır, 43) kavramları geçer. Nesh’ten kasıt, ‘aynı doğrultuda ama daha iyiye devam eden bir süreç’ kastedilir. Mesela içkinin haram olması 4 aşama ile gerçekleşir ve her ayette içki haram olsa da uygulama alanı genişletilir. Fetih, 23 ve Fatır, 43. ayetlerde ise ‘sünnetullah’tan bahsedilir ve bunlarda bir tebdil/tahvil yani değişim olamayacağının altı çizilir. Sünnetullah, Allah’ın değişmeyen kurallarıdır. Bunlar, fiziki, biyolojik, toplumsal kurallar yanında, Allah’ın daima iyinin yanında olup, zalimlere karşı olması gibi prensiplerden; iman, ibadet, ahlak gibi kurallara dek, tüm bu tarih boyunca hiç değişmeyen kuralları kapsar. Bu iki ayette de, ‘kâfirleri mutlaka kötü sonun beklediğinin değişmez bir kural olduğu’ ifade edilir. “Onlar ki, iman etmişler ve takvâya ermişlerdir, işte onlara hem bu dünya hayatında hem de âhirette müjdeler olsun! Allah’ın sözlerinde değişme olmaz; öyleyse en büyük kazanç budur.” (Yunus,  64) ayetinde de ‘tebdil’ kelimesi geçer ki, ayet zaten kendisini açıklamakta, “Cenâb-ı Hakk’ın, imanlı takva sahibi kullarına verdiği müjdeler O’nun birer vaadidir ve O mutlaka vaadini yerine getirecektir.” anlamına (Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 117) gelmektedir.

Bakara 106’da değişiklikler olabilir denildiği halde, Fetih 23, Fatır 43’de ise Allah’ın kanununda değişiklik olamaz denilmesi, ayetler arasında bir çelişki anlamına mı gelir?

Bakara, 106: “Biz herhangi bir âyetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya onu unutturur (ya da ertelersek), yerine daha hayırlısını veya mislini getiririz. Allah’ın gücünün her şeye hakkıyla yettiğini bilmez misin?”; Fetih, 23:  “Allah’ın, öteden beri süre gelen kanunu budur. Allah’ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın.”; Fatır, 43: “Sen Allah’ın kanununda hiçbir değişiklik bulamazsın. Sen, Allah’ın kanununda hiçbir sapma bulamazsın.” Bakara suresinde bir ayetin hükmünün değişiminden bahsedilir. Allah bir hükmü değiştirebilir, mesela içki ayeti: Allah kademeli olarak içkiyi yasaklamıştır ve aşama aşama bu yasağı toplum hayatına yansıtmıştır. Ayetin hükmü değişir ama Fatır ve Fetih surelerinde belirtildiği gibi Allah’ın kanununda -sünnetullah’ında- asla değişiklik olmaz; İçki haramdır! Ayrıca Kur’an’da sünnetullah evrendeki yasalar, tabiat kuralları anlamında da kullanılır ki, bu kuralların değişmezliği ve evrenselliği tartışılmazdır:   “Biz, her şeyi bir kadere (bir düzene, ölçüye, plana) göre yarattık.” (Kamer, 49) ; “O, her şeyi yaratmış ve yarattığı o şeyleri bir ölçüye göre takdir etmiştir. ” (Furkan, 2); “Allah herşey için bir ölçükoymuştur.” (Talak ,3) 

İçki konusu

İslam alkollü içecekleri 4 aşamada yasaklamıştır. “Hurmalıkların ve üzümlüklerin meyvelerinden kurdukları çardaklarda hem sarhoşluk verici içki, hem güzel bir rızık edinmektesiniz. Şüphesiz aklını kullanabilen bir topluluk için, gerçekten bunda bir ayet vardır.” (Nahl, 67) Nahl suresindeki bu ayette bir durum tespiti vardır. Meyvelerden hem sarhoşluk veren şeyler üretildiğinden hem de güzel rızk üretildiğinden söz edilmektedir. İçki içmek helaldir diye bir ifade yoktur. Sadece bir durum tespiti söz konusudur. Fakat burada asıl üzerinde durulması gereken şeyin, Kur’an’da ‘Güzel şeyler ile sarhoşluğun ayrı olarak’ zikredilmesidir. “Ayette bu tür içkileri ‘ahlaken kınayıcı bir îmanın bulunduğundan’ şüphe yoktur. Bu ayette içki yasaklanmamış ama “güzel bir rızka” karşıt manada gösterilmiş, böylece Allah’ın onu güzel görmediğine işaret edilmiştir. (Elmalılı, Hak Dini Kur’ân Dili, I/3107) “Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki: “Onlarda hem büyük günah, hem insanlar için (bazı) yararlar vardır. Ama günahları yararlarından daha büyüktür.” ( Bakara, 219) Bilimsel temelde benzer şeyi Y. Z. Auckland Üniversitesinden Rod Jackson’da ifade etmektedir: “Alkolün olumlu etkisi, ne miktarda tüketilirse tüketilsin, olumsuz etkisinden fazla değildir.” (Jackson R., Broad J., Connor J., Wella S., Tıp dergisi, Lancet, 2005, IV/369) Bakara suresindeki bu ayette de içkinin bazı faydaları olabileceğini fakat günahının yararından daha fazla olduğu bildirilmektedir. İçkide günah bulunduğu, dünyevi yararı -zevki ve alış verişinden elde edilen kârına- rağmen terk etmenin iyi olacağı,herkesin içki içtiği bir toplumda içkinin zararlı olduğu zihinlere yavaş yavaş yerleştirilmeye başlanıyordu. “Ey iman edenler, sarhoş iken, ne dediğinizi bilinceye ve cünüp iken de -yolculukta olmanız hariç- gusül edinceye kadar namaza yaklaşmayın.” (Nisa, 43) Bu ayet ise, zihinlerdeki bilginin pratik hayata aktarılmasında ilk adımları attırmaktadır. Artık günde 5 kere içkiden uzak durulmaya çalışılacaktır. “Ey iman edenler, içki, kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak şeytanın işlerinden olan pisliklerdir. Öyleyse bunlardan kaçının; umulur ki kurtuluşa erersiniz.” (Maide, 90-91) Son nokta konulmuş, zihinler ve bedenler artık haramı kabul edecek kıvama gelmiştir. Bu ayetle artık içkinin haram olduğu ilan edilmektedir. Son ayet inince ne oldu? Sahabelerden Hz. Enes anlatıyor: Biz içki âlemindeydik. Ben dağıtıyordum. Bir adam geldi “İçki haram edildi” dedi. Arkadaşlar derhal “şu içki kaplarını dök, temizle” emrini verdiler. O haberden sonra kimse ağzına içki almadı. (Nesaî, Eşribe 51) içkinin haram kılındığı haberi üzerine Müslümanlar ellerindeki bütün içkileri dökmüş (Buhârî, Mezâlim, 21; Beğavî, Meâlim, I/250; Zühaylî, et-Tefsîru’l-Vecîz, 124) Medine’nin sokaklarında içki akmıştır. (Buhârî, Tefsîr, 5/11; Müslim, Eşribe, Bab: 1, hadis no: 3)  İslam’da içkinin tüketimini yasaklamakla kalmamış üretiminden satışına kadar bütün mesleklerin kazancının haram olduğunu bildirip yasaklamıştır. (İbn-i Mâce, EşribeVVV/7) “Sarhoşluk veren her içki haramdır.” (Buhari, Eşribe 4; Müslim, Eşribe 67,68; Tirmizî, Eşribe, 1); “Bir şeyin çok miktarda alınması insana sarhoşluk veriyorsa, onun azı da haramdır.” (Ebû Dâvud, Sünen, II/294) Sonuç olarak bu ayetlerin hiçbiri diğeriyle çelişmez. Bunlar birbirini tamamlayan ayetlerdir. Nesh  olayını tedricilik  olarak ele alıp “Toplum  zihnen ve bedenen aşamalı olarak içkinin  yasak olmasına alıştırılmış ve son aşamada da içki haram kılınmıştır.” Amerika’lı bir Ordinaryüs Profesörün sözü ile devam edelim: “Hz. Muhammed Kur’an vasıtasıyla içkiyi men etmiş ve asırlarca büyük insan kütlelerini içkinin zararlarından korumuştur. Bu netice 20. asırda ileri Amerika’da her çeşit popagandaya ve fenni ilerlemeye rağmen elde edilememiştir.” (Ord. Prof.Dr. Julius Hırsch, Hıfzıssıhha Ders Kitabı, No: 34, s. 242) Başa önersek, İçki, hicretin 4. yılında haram kılınmıştır. İçki’nin haramlığı hakkında, Mekke’de bir ayet, Medine’de 3 ayet inmiş ve bu kademeli haram kılma metodu ‘başarılı’ olmuştur! Ve 1300 sene sonra; Amerika 13 yıl (1920-1933) boyunca uyguladığı de her türlü polisiye tedbire rağmen içki yasağında başarıya ulaşamamıştır! Harcanan yüz milyonlarca dolar, binlerce hapis ve yüz milyonlarca dolar para cezasına verilmesine rağmen! Kur’an, 13 yıllık işkence döneminden sonra ‘azıcık’ ümmetin nefes aldığı Medine dönemininde 4. yılında bu yasağı ilan ediyor ve tamamen başarılı oluyor. İslam’ın tedricen uyguladığı eğitim ile sonlanan içki yasağı ile polisiye tedbirlerle ABD’de uygulanan içki yasağı ve sonuç: “ Yasak sonunda bitti”

“Kapının önünden, içkinin haram olduğunu ilan eden tellallar geçti adeta Medine sokakları şarap akmaya başladı. Bodley: “Birleşik Amerika ile diğer memleketlerin kanunlar ve maddi cezalarla yapmaya çalıştıkları şeyi, Muhammed bir günah ilan ederek lağvetti.” (Bodley, Hazreti Muhammed, s.105); “Oysa önceki Arap toplumunun içki ile bağı çok güçlüdür, şiirleri bununla doludur.” (Altay Can Meriç, Peygamberliğin ispatı, s. 304) Ateistin iddiasının tuhaf bir diğer bölümü olan, sanki efendimiz de (Haşa) içki içiyordu da kendi bırakamadığı için içkiyi yasaklamadı şeklinde alttan verdiği mesaj ne müşriklerin ne de oryantalistler hiç aklına gelmemiştir o da bizim içimizdeki ateistlere nasip (!) oldu. Bu ayet inince efendimiz -bak ey ateist, bu söz bir hadis, yani bu defa ayet yani Allah değil, efendimiz konuşuyor ve ayeti ‘beyan’ ediyor: “Muhakkak ki Allâh; içkiye, onu sızdırana, sızdırıldığı yere, içene, içirene, taşıyana, satana, satın alana, bedelini ve kazancını yiyene lânet etmiştir!” (Ahmed, I/53; II/351; Nesâî, Eşribe, 1-2; Hâkim, II/305/3101); “İçki her kötülüğün başıdır.” (Ahmed, V/238) ‘Kur’an’ yani Allah azze ve celle, Mekke de toplum hazır değilken yasaklama ayeti inse ve o zaman herkes bırakmasa, bu defa İslam düşmanları ne yazacaktı? Medine’deki ilk üç sene içinde yasaklasa ve içki Medine sokaklarında akmasa idi ne diyeceklerdi? Aktığında dedikleri ortada! Sahi ateist arkadaş, sen hiç hayatında bir kişiye olsun sigara içmeyi bıraktırabildin mi? İçkinin sağlık, psikolojik, akıl, mali, toplumsal, güvenlik konularındaki zararlarının örneklerini ‘Alkol neden yasak’ adlı yazımıza bırakıyoruz.

İçki Allah’ın bir nimeti olarak sadece iyi midir (16:67), hem iyi hem kötü müdür (2:219), yoksa şeytan işi olarak sadece kötü müdür (5:90-91)? Üç yönlü bir çelişki söz konusudur.

İçki kademeli olarak, toplumsal zihin aşamalı olarak inşa edilerek haram kılınmıştır. Nahl, 67: “Hurma ağaçlarının ve üzüm asmalarının ürünlerinden içki ve güzel besinler elde edersiniz.” Ayette içki ile güzel rızık kelimeleri ayrı ayrı zikredilmiştir. Aradaki ‘ve’ bağlacı zaten bunların farklı olduklarını göstermektedir. Bakara 219: “Sana içkiyi ve kumarı soruyorlar. De ki: Bu ikisinde insanlar için büyük zarar ve bazı faydalar vardır; zararları da faydalarından büyüktür.” İçki satarak belki maddi fayda sağlayabilirsiniz ama zararı faydasından daha fazladır denilerek asıl mesaj zaten ayette verilmektedir. İçkinin zararları hakkında ‘Alkol neden yasak’ ve ‘Zemzem şarap bağlamında, İslam ve Hıristiyanlık’ başlıklı yazılarımız öneririz. Maide 90 ve 91. ayetlerle de son mesajı verilmiş ve içki tamamen yasaklanmıştır. Kısaca, İçki ve kumarın son derece yaygın olduğu bir toplumda, ilk ayet ile üzümden hem güzel rızık ‘ve’ ayrıca hem de şarap yapıldığı ifade edilip ilk mesaj verilir. İkinci ayetle şarabın (üretim, satışı esnasındaki maddi) faydası az da olsa var ise de, zararı çok daha fazladır denilerek artık konu toplum gündemine iyice sokulur. Son ayet ile de, sarhoşluk veren tüm alkollü içecekleri yasaklanır. Zaten hiçbir Müslüman’da ayetleri bu bakış açısı ile anlayıp alkol kullanımına ayetlerden cevaz bulmaya çalışmamıştır!

Kur’an’da içki haram kılınırken, cennette içki içilmesinin helal olması çelişki değil midir?

“Takva sahiplerine va’dedilen cennetin misali (şudur): İçinde bozulmayan sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenler için lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır.” (Muhammed, 15) Dünya şaraplarının haram olmasının nedeni içinde alkol olması ve içenleri sarhoş etmesi bunun da aklı kullanmaya engel olmasıdır. Ama cennette içilecek olan şaraplarla ne sarhoş olunacaktır ne de içinde alkol vardır: “İçenlere dokunmaz, ondan sarhoş da olmazlar.” (Saffat, 47); “Kaynağından (doldurulmuş) testiler, ibrikler ve kadehler ki bundan ne başlarını bir ağrı tutar, ne de kendilerinden geçip akılları çelinir.” (Vakıa, 19)  Görüldüğü gibi cennet ehlinin içeceği içeceğin dünyadakilerle hiçbir benzer yönü yoktur.

Bir Müslüman kaç kişiye eşittir?

“Ey Peygamber, mü’minleri savaşa karşı hazırlayıp-teşvik et. Eğer içinizde sabreden yirmi (kişi) bulunursa, iki yüz (kişiyi) mağlup edebilirler. Ve eğer içinizden yüz (sabırlı kişi) bulunursa, kâfirlerden binini yener. Çünkü onlar (gerçeği) kavramayan bir topluluktur.” (Enfal, 65); “Şimdi, Allah sizden (yükünüzü) hafifletti ve sizde bir zaaf olduğunu bildi. Sizden yüz sabırlı (kişi) bulunursa, (onların) iki yüzünü bozguna uğratır; eğer sizden bin (kişi) olursa, Allah’ın izniyle (onların) iki binini yener. Allah, sabredenlerle beraberdir.” (Enfal, 66) İki ayet dikkatli okunduğunda farklı iki durumdan söz edildiği rahatlıkla anlaşılacaktır. Bedir savaşından önce inen Enfal 65. ayette bir Müslüman, inkâr eden 10 kişiye bedel olduğu bildirilmektedir. Bu kişilerin zaafsız olmaları halinde bu oran geçerlidir. Fakat Bedir savaşından sonra inen 66. ayette ise, zaaf halinde olan yüz kişinin, iki yüz kişiyi yeneceği bildirilir. Ayetlerde, Müslümanlar en zor anlarında ilahi yardımla (Enfal, 9-10) kendilerinden 10 kat üstün olan düşmanı alt etmeye kararlı müminler ile, zamanla gevşeyen ama hala kendilerinden sayıca üstün olan düşmanla savaşmaya azimli müslümanların kıyası söz konusudur. İki ayet arasında bir çelişki ya da bir birinin hükmünü kaldırması diye bir şey söz konusu değildir. Zaaf olmaması durumunda 65. ayetteki hükümler geçerli iken, zaaf durumunda ise 66. ayetteki hükümler geçerlidir. Şuurlu mümin 10 kâfire bedelken, bilinç, şuur azaldıkça bu sayı aşağı doğru inmektedir. Tarihte de bunun birçok örneği yaşanmıştır.  Bedir’de 300 müslümana karşı 1000 müşrik; Mute savaşında 3.000 mücahide karşı 100.000 Bizans askeri; Malazgirt: 50.000 müslümana karşı 200.000 Bizans askeri ile savaşıp Allah’ın izni ile savaşları kazanmışlardır.

Allah sadece dilediğini mi doğru yola iletir?

İbrahim, 4. ayet ve içeriği “Allah kalpleri mühürler mi?” başlıklı yazımızda ele alınıp cevaplanmıştır.

Cennetin genişliği ne kadardır?

“Rabbinizden olan mağfiret ve eni göklerle yer kadar olan cennete (kavuşmak için) yarışın; o, muttakiler için hazırlanmıştır.” (Ali İmran, 133); “Rabbinizden olan bir mağfirete ve cennete (kavuşmak için) ‘çaba gösterip yarışın’ ki (o cennet) genişliği gök ile yerin genişliği gibi olup Allah’a ve Resûlü’ne iman edenler için hazırlanmıştır. İşte bu, Allah’ın fazlıdır ki, onu dilediğine verir. Allah büyük fazl sahibidir.” (Hadid, 21) Cennet, mekân olarak tek bir yer değildir. Kur’an’da birden fazla cennet olduğundan söz edilir: “Rabbin makamından korkan kimse için ise iki cennet vardır.” (Rahman, 46); “Bu ikisinin ötesinde iki cennet daha var.” (Rahman, 62. Ayrıca; Şuârâ, 85; Mâide, 65; Tevbe, 21; Yunus, 19; Beyyine, 8; Tevbe, 72; Ra`d, 23; Nahl, 31; Kehf,107; Mü`minun, 11; Secde, 19; Necm, 15; Yunus, 25; En`âm, 127; Fâtır, 35) Bütün ayet, hadis ve İslam âlimlerin yorumlarından Cennet’in birçok tabakası olduğu anlaşılmaktadır. Bu tabakalardan bazılarının daha yüce ve nimetlerinin daha güzel veya daha efdal olması sebebiyle isimleri bize bildirilmiştir. Firdevs Cenneti mertebece en yüksek olan Cennet tabakasıdır. (Taberi, Tefsir, VXI/37-8; Mansur Ali Nâsıf, et-Tâcü’ el-Câmi’ li’l-Usul, fi Ahadisi’r-Rasûl, V/4033; Müslim, İmâre, 116; Nevevi, Şerhu Müslim, VIII/28; Buhârî, Cihad 4) Cennet Tabakaları hakkında İbn Abbas’dan gelen bir rivayette, Cennetin  tabaka sayısı olarak yedi rakamı verilmektedir. (Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl, I/119; Şuârâ, 85; Mâide, 65; Tevbe, 21; Yunus, 9; Beyyine, 8, Ayrıca; Tevbe, 72; Ra’d, 23; Nahl, 31; Kehf, 107; Mü’minun, 11; Secde, 19; Necm, 15; Yunus, 25; En’âm, 127; Fâtır, 35) Cennettin 8  kat olduğu rivayeti de vardır. (İbn Hacer, VII/28; İbn Kayyim el-Cevziyye, Ḥâdi’l-ervâḥ, s. 87-89)  Görüldüğü gibi tüm kaynaklarda birden çok cennetlerden söz edilmektedir. Ayrıca Ali İmran ve Hadid surelerinde geçen cennet kelimeleri ‘marife değil nekra’ olarak vasıflanan kelimelerdir. Marife; Bilinen, tanınan, belirli kelimeleri ifade eder ki, ingilizce’de ‘The’ ile kullanılan isimlerin karşılığıdır. Arapça’da bu isimlerin başına ‘elim lam’ takısı gelir. Nekra ise, belirsiz ve bilinmeyen isimler kastedilir. Bu iki ayette de cennet kelimeleri marife değil nekradır yanı başlarında elim lam takısı bulunmaz. Yani bahsedilen her iki cennette, belirli ve bilinen iki cennet değil, herhangi birer cennettir çünkü bu isimler nekradır!

Cennet’te bir bahçe mi, birden fazla bahçe mi vardır?

‘Cennetin genişliği ne kadardır?’ sorusuna verdiğimiz cevap bu sorunun cevabını da kapsamaktadır.

Allah’a ve ahiret gününe inanmayanlarla savaşmak mı lazım yoksa onları affetmek mi lazım?

“Kendilerine kitap verilenlerden, Allah’a ve ahiret gününe inanmayan, Allah’ın ve Resûlü’nün haram kıldığını haram tanımayan ve hak dini din edinmeyenlerle, küçük düşürülüp cizyeyi kendi elleriyle verinceye kadar savaşın.” (Tevbe, 29) Hem ateist hem oryantalistler her seferinde aynı hatalara düşmektedirler: Kur’an ayetlerindeki ifadeler metnin ana akışından koparılarak farklı anlamlara çekilmeye çalışılmakta ve konu tümüyle farklı şekilde yorumlanmaktadır. Oysa bu ayetler Kur’an’ın genel mantığı ve konunun akışına göre değerlendirilse durum daha net anlaşılacaktır. Ayetteki ifadeye dikkat edilirse burada savaşmanın emredildiği insanlar ‘tüm kitap ehli değildir.’ Ayette ‘ellezî’ bağlacı geçer. Türkçesi, ‘onlar öyle kişilerdir ki’ diye başlayarak, düşman olanlar kimselerin özelliklerinden bahseder. Bunlar kitap verilenlerden bir gruptur. Bunlarla savaşmak istenmesinin nedeni yine onları Müslümanlarla savaşmalarından dolayıdır. Bu ehli kitaptan (Yahudi ve Hıristiyanlardan) ‘Allah’a ve ahiret gününe inanmayan, kendi resullerinin haramlarına uymayan ve hak ehline yaraşır bir biçimde itaat etmeyenlerle’ savaşılır. Hâlbuki herkesin bildiği gibi, ehli kitaptan birçok kişi Allah’a ve ahirete vd. zaten inanır. Zaten bu ayet ateist ve oryantalistlerin anladığı gibi Müslümanlarca da anlaşılsa idi, yüzyıllar boyunca fethedilen ülkelerde İslam şeriatı altında yaşayan tek bir ehli kitabın bile kalmaması, kendileri ile evlenilen ehli kitap kızların zorla Müslüman yapılması vs. gerekirdi. Savaş ile ilgili ayetler Kur’anın bütünlüğü içinde değerlendirmek lazımdır. Bu iddiaların aksine Kur’an’a göre savaş savunma amaçlı yapılmalıdır. Başka insanların topraklarını fetih etmek için yapılan savaş Kur’an’a göre dini bir savaş olamaz. Allah bu tarz bir savaşı yasaklamaktadır. Bakara suresinde şöyle buyrulmaktadır: “Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda savaşın, (ancak) aşırı gitmeyin. Elbette Allah aşırı gidenleri sevmez. Onları, bulduğunuz yerde öldürün ve sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne, öldürmekten beterdir. Onlar, size karşı savaşıncaya kadar siz, Mescid-i Haram yanında onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa siz de onlarla savaşın. Kâfirlerin cezası işte böyledir. Onlar, (savaşa) son verirlerse (siz de son verin); şüphesiz Allah, bağışlayandır esirgeyendir. (Bakara, 190/192) Ayetinde ifade ettiği gibi, karşı taraf savaşı başlatınca savaşılır ve bu savaşta aşırılığa gidilmemesi için de Allah ayrıca inananları uyarır. Savaş esnasında karşı taraf savaşa son verip aman  dilerse, Müslümanlar buna uyar ve savaşa son verirler. Kur’an’da savaş ancak savunma amaçlı olduğunu yukarıdaki ayetlerde görmüştük. “Allah, sizinle din konusunda savaşmayan, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkarmayanlara iyilik yapmanızdan ve onlara adaletli davranmanızdan sizi sakındırmaz. Çünkü Allah, adalet yapanları sever.” (Mümtehine, 8)  Bu ayet, tarihte yaşanmış örnekleri de içeren, “İslam barış dinidir”; “İslam kılıç zoru ile yayılmadı”  ve “İslam savaş hukuku” adlı yazılar eşliğinde daha da iyi anlaşılacaktır.

İnsan neden yaratılmıştır?

İnsanın yaratılış evreleri hakkında birçok ayet vardır. Bazılarında insanın topraktan, bazılarında kuru balçıktan, bazılarında sudan, bazılarında ise ‘alak’tan yaratıldığı ifade edilmektedir. Bu farklı ifadeler bir çelişki gibi gösterilmeye çalışılmışsa da aslında tüm bu farklı anlatımlar gerçeğin farklı ifadelerinden başka bir şey değildir. “İnsanın yaratılışı farklı safhalarla olmuştur.” Bu aşamaların farklılığından dolayı ayetler de bu adımlar, farklı farklı ifade edilmiştir. Şimdi ayetlere teker teker bakalım: Hz. Âdem’in yaratılışı temel olarak topraktandır: “Şüphesiz, Allah katında İsa’nın durumu, Adem’in durumu gibidir. Onu ‘toprak’tan yarattı, sonra ona “ol” demesiyle o da hemen oluverdi.”  (Ali İmran, 59) İnsan vücudunda bulunan elementlerin hemen hemen hepsi toprakta daa bulunmaktadır. Allah toprak ile suyu (Enbiya, 30) birleştirmiş bu balçıktan ilk insan ve eşini (Nisa, 1) yaratmıştır: “Hani Rabbin meleklere demişti: “Ben, kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan bir beşer yaratacağım.” (Hicr, 28)  Bu konu ‘Ahiret, beden, ruh ilişkisi’ ve ‘Hz Adem, Havva ve çocukları, İnsanlık nasıl çoğalmıştır?’ konularında ele alınmıştır. İlk insan Hz Adem ve eşinin yaratılışından sonra genel olarak insanın ayrı bir  yaratılışı vardır.Bu yaratılışın başlangıcı ise  rahimlere dökülen menidir. (Kıyamet, 37; Necm, 46; Vakıa, 58) Ayetlerde ifade edilen insanın bu yaratılışıdır: “Allah sizi topraktan yarattı, sonra bir damla meniden (nutfeden). Sonra da sizi çift çift kıldı.” (Fatır, 11) Sperm yumurta ile birleşince alak (zigot) oluşmaktadır. Bu da insanın yaratılışındaki diğer bir safhadır. İnsanlar bu safhadan geçerek yaratılırlar: “Yaratan Rabbin insanı bir alak’tan yarattı.” (Alak, 2) “Sonra nutfeyi, (rahim cidarına yapışan bir hücre olan), alakaya, bunu da (bir çiğnem et görünümündeki) mudğaya, mudğayı kemiklere dönüştürür, sonra da kemiklere et giydirip, derken yeni bir yaratılışa mazhar ederiz. İşte bak da Allah’ın ne mükemmel yaratan olduğunu bir düşün!” (Mü’minûn, 14) Sonuç olarak İlk insan Hz Adem’in ve insanın ve yaratılışında geçirdiği safhalar düşünüldüğünde yukarıdaki ayetlerin hepsinin bir gerçekliği ifade ettiği ve kesinlikle aralarında bir çelişki olmadığı açıkça görülmektedir.

Allah, insanı “alak” [kan pıhtısı] dan mı (96:1-2), sudan mı (25:54), çamurdan mı (15:26), topraktan mı (30:20) yaratmıştır? Yoksa hiçbir hammadde kullanmadan, sadece “ol” diyerek mi yaratmıştır (3:47)

İlk insanların topraktan ve sonra normal doğum ile çoğaldığından bahsettik. Bu sorudan ise ‘ol’ emrinin mahiyetinin anlaşılamadığı görülmektedir. Öncelikle ‘ol’ emrinin, ‘hammadde’ gerektirmediğini nereden çıkardı bu bu arkadaşımız? Mesele, hammaddeden çok oluşum sürecini kavrayarak çözülebilir. Gerek Ali İmran, 47 ve gerekse aynı surenin 59. Ayette ve hatta daha geniş anlamı ile Yasin suresi 82. Ayette de aynı kalıp geçer: ‘Kun feyekûn’ “Bir şeyi istediğinde, O’nun buyruğu “ol!” demekten ibarettir; hemen oluverir.” Kun; ‘ol’ demektir. Allah, ol emrini verir ve artık o iş Allah için olmuş, bitmiş demektir. Ama bir de olayın biz mahlûkat, yaratılanlar açısından gerçekleşmesi durumu vardır. Mekân gibi zamanı da Allah yaratmıştır ve artık Big Bang teorisi sayesinde bilimsel olarak ta bu kanıtlanmıştır ki, “zaman dediğimiz kavram evrenin var olması ile başlamıştır.” (Alper Bilgili, Bilim ne değildir? s. 109) Ayetin ikinci bölümü ise biz insanlar için olan süreci ifade etmektedir; ‘Feyekûn’: Kâne fiilinin, ‘devamlılık ifade eden geniş zaman kipi’ olan muzari kalıbı ‘bir süreci’ ifade eder. Süreç; zaman, mekâna bağlı olanlar için söz konusudur. Allah ise zaman ve mekanı yaratandır, zaman ve mekandan münezzehtir. Yani, Allah ‘Kun’ emrini verir ve artık Allah (cc) için zaman gibi bir sınır söz konusu olmadığı için onun indinde/katında o iş olmuş bitmiş demektir ama kulları olan bizler için zaman sınırı olduğu için aynı iş bizim için ‘oluş sürecine girmiştir.’ Allah (cc) ol deyince ‘hemen’ olur, biz insanlar için ise o bir süreç gerektirir ki ayette de, muzari fiil kalıbı ile ‘feyekûn; oluyor’ şeklinde bu ifade edilir. Ama ayeti tercüme edenler genellikle yaratıcının indindeki şekli ile ayeti çevirdikleri için, bu detay meallerde bazen atlanmaktadır. (Mustafa Çavdar, Mustafa İslamoğlu, Mehmet Okuyan, Mahmut Özdemir, İsmail Yakıt, Cemal Külünkoğlu, Bayraktar Bayraklı, Ahmet Tekin meallerinde bu detay verilmiştir.)

Kur’an ayetlerinde bildirilen miras paylaşımın da bir hata var mı?

İnternet sitemizde yıllar boyunca İslam miras hukuku ile alakalı, ‘şu paylaşımda hata var!’ diye ortaya atılan birçok örneği ele alıp cevaplarını tek tek verdik. Burada bir veya birkaç örnek vermek yerine bu tür iddiada bulunanların en çok hataya düştükleri ana başlıkları aktarıp, ‘Balık tutmayı’ öğreteceğiz. İslam hukukunda, ölünün mirası ile ilgili haklardan ve mirasın taksiminden bahseden ilme, “Feraiz” denir. Feraiz İslam hukukunda başlı başına bir ilimdir. Diğer ilimlerde olduğu gibi bu ilmin de birçok konuları ve kendine has terimleri vardır. Kur’an-ı Kerim’de, yalnız veya başkaları ile olmalarına göre mirasçıların mirastaki kendi payları belirlenmiştir. Değişik mirasçıların bir arada bulunmaları ile ilgili örneklemeler yapılmamış, detaya inilmemiştir. Bu nedenle, mirasçıların yakınlıkları ve sayılarına göre bazen payda ile pay eşit olmakta, bazen bu eşitlik bozulmaktadır. Paydanın paydan az olması durumunda, her mirasçının kendi hissesi oranında indirim yapılmaktadır. Payın az olması halinde arta kalanın eşler dışında mirasçıların hissesi oranında arttırılarak denklik sağlanmaktadır. Birincisine “avliye”, ikincisine “reddiye” denilmektedir. Avliye/reddiye meselesi bir matematik sorunudur. İslam miras hukukunun sorunu değil, sonsuz sayıdaki alternatiflerin olduğu meselelerde ortaya çıkan ve günümü matematik problemlerin de kullanılan bir usuldür.  Matematikte yaklaşık değer; doğal sayılarda, ondalıklı sayılarda, kareköklü sayılarda, Pi sayısında vs. karşımıza çıkmaktadır.  Avliya/reddiyeden amaç, ‘Kur’an’da verilen payların uygulanabilmesidir’ yani, avliye/reddiye yapıldığında Kur’an’daki hisselerde azalma veya çoğalma olmaz, o oranlar aynen korunur ve uygulanır. Mirasçı, varislerine miras hukukuna göre mirası paylaştırılmadan önce isterse vasiyette bulunabilir, kendisi malının üçte birini (Buhârî, Vesâyâ 3) miras olarak bırakabilir. Geri kalan 3/2, İslam miras hukukuna göre taksim edilir. Zaten Kur’an, temel prensipler kitabıdır. Detaylar ise hadislere ve bunların çizdiği sınırlar içinde içtihatlara bırakılmıştır. Ateist iddia, bazı miras paylaşımlarında, “Payların mirastan fazla geldiği” şeklindedir, doğrusu ise payların, mirastan değil, hesap gereği olarak paydalar eşitlenince paydadan fazla olabildiğidir. Böyle bir “mirasçılar tablosu” karşımıza çıktığında çözüm, paylar toplamının payda olarak alınmasından ibarettir ki buna ‘avliye’ denir. Nisa, 13. ayette zikredilen “Allah’ın hududu/sınırları” ifadesi,orada verilen sayıların sabitliğini değil, onların (üçte bir, dörtte bir gibi) metodolojik olarak hesaplamalarda baz alınmalarının gerekliliğini ve paylaşım tablosu ne olursa olsun, bu ölçülerin değişmezliğini vurgulamaya yöneliktir. Yani, ‘verilen oranlar, hesaplamanın temel oranları olduğunu, bu oranlar baz alınarak hesapların yapılacağına’ işaret etmektedir. Hiçbir artı-eksiye mahal bırakmadan, birçok olasılık ihtimali olan miras paylaşımlarını her seferde tek-değişmez hesap tablosuyla gerçekleştirmek imkansızdır. Bu durum, matematiksel olarak bir kesrin genişletilmesi veya sadeleştirilmesi işlemine denk düştüğü için, kesrin değeri, yani ayetteki ana formül değişmemiş olur. Mesela, 3 ev miras kalmıştır ama 4 mirasçı vardır, burada ‘eşit’ paylaşım beklemek yanlış olur. Sorudaki durumda bundan farklı da değildir. Avliye uygulaması yaparak oranların Kur’an-ı Kerim’deki oranlarda sabit tutulması sağlanmaktadır. Avliye neticesinde dağıtılan oranlar Kur’an-ı Kerim’de belirtilen oranlardan kesinlikle farklı olmamaktadır. İslam hukukunda avliye yapılarak taksim yapılır. Neticede Allah’ın (c.c.) belirlemiş olduğu oranlarda, mirasçılara taksimde bulunmuş olunmaktadır. Ne az ne de fazla çıkmadan! Ortaya çıkan sorunlar, yine ‘ayetler esas alınarak çözümlenmektedir.’

Miras paylaşımı neye göre olur? 

Miras paylaşımıyla ilgili iki ayette çelişki olduğu iddiası vardır. “Sizden birine ölüm yaklaştığında, bir mal bırakacaksa anaya babaya, yakınlara, uygun bir biçimde vasiyet etmesi farz kılındı. Bu, erdemliler için bir görevdir.” (Bakara, 180); “Allah size çocuklarınız hakkında öğütte bulunuyor. Bu paylaşım vasiyetteki payların dağıtılmasından ve borçların ödenmesinden sonra uygulanmalıdır ki kimseye zarar verilmesin. Bu, Allah’tan bir vasiyettir. Allah bilir, şefkatlidir. (Nisa, 11-12) İddiaya göre, Bakara Suresinin 180. ayetinde varise vasiyetin hak olduğu söylenirken, Nisa suresinin 11 ve 12. ayetlerinde ise miras paylaşımında bazı oranlar bildirilmektedir. Bakara suresinin 180. ayetinde vasiyet etmenin bir hak olduğu, herkesin ölümünden sonra mallarının dağıtımı için vasiyet edebileceği ayette bildirilir. Fakat bir insan vasiyet etmeden ölebilir. Bu durumda ise bu kişinin bıraktığı malları nasıl paylaşılacağı Nisa suresindeki ayetlerde ifade edilmiştir. Bu ayetler arasında herhangi bir çelişki olması söz konusu değildir. İki ayette farklı durumlara göre miras hukuku hakkındaki hükümler bildirilmektedir. Ama ikisini de bir arada yapma hakkı da vardır,  malının 3/1’ini ayette belirtilenler haricindeki istedikleri için vasiyet edebilir, geri kalanı ise Nisa suresi gereğince mirasçılar arasında pay edilmelidir. (İbn Mace, Vesâyâ, 5; Zeylaî, Nasbu’r Râye, IV/399, 400)

Zülkarneyn ayeti, Yer düz müdür, Güneş suda mı batmaktadır? 

“Rahman, 33: “Ey cin ve insan toplulukları! Göklerin ve yerin sınırlarını aşıp öteye geçebilirseniz haydi geçin! Ama (tarafımızdan verilmiş) bir güç olmadıkça geçemezsiniz.”; Kehf, 86: “Nihayet güneşin battığı yere varınca, onu kara bir balçıkta batar (gibi) buldu. Orada bir kavme rastladı. Bunun üzerine biz, “Ey Zülkarneyn! Onları ya cezalandıracak veya haklarında iyi davranma yolunu seçeceksin” dedik.”; Kehf, 90: “Nihayet güneşin doğduğu yere ulaşınca, onu öyle bir kavim üzerine doğar buldu ki, onlar için güneşe karşı bir örtü yapmamıştık.”; Şems, 6: “Yere ve onu yayıp döşeyene and olsun.”; Nebe, 6-7: “Biz, yeryüzünü bir döşek, dağları da (yeri tutan) kazıklar yapmadık mı?”; Hicr, 19: “Arzı da yaydık, oraya sağlam dağlar yerleştirdik, orada ölçüleri belli her türden ürünler bitirdik.” Güneş dünyanın bir ucundan doğup diğer ucundan batıyor. Ayrıca yeryüzü düz müdür?

İslam âlimleri ayette geçen ifadenin gerçek anlamda kullanılmadığını zaten ifade etmişlerdir. Ayette, ‘Güneşin yanında bir kavim buldu’ denilmektedir. Güneşin yanında bir topluluk olmadığı zaten bilinen bir husustur. Bu durum tıpkı, denizde yolculuk eden kişinin güneşi, sanki denize batıyormuş gibi görmesine benzer. (Fahrettin Razi, Mefatih’ül-Gayb, XXI/495) Ayette de, “Güneş Kara balçıkta batıyordu denmemiş,  bilakis “Zülkarneyn güneşi kara balçık’ta batarken gördü” denmiştir. (Ebu Said Abdullah Kadı el- Beyzavi, Envaru’t-Tenzil, III/291)  Yani ayette edebî bir anlatım tarzı kullanılmıştır. Rahman, 33. Ayette verilen mesaj şudur: Bir gün gelecek yerlerin ve göklerin sınırları aşılacaktır. Bu, bize verilen etkili ‘güç, bilgi, delil’ demek olan ‘sultanla’ (Hud, 96; A’raf, 71) ancak başarılabilecektir. Yani bu ayette bir gün göklerin sınırlarının aşılacağı anlatılır. Bu da gerçekleşmiştir. Zümer, 5. ayetteki, “O, gökleri ve yeri hikmet ve fayda esasına göre yarattı; sürekli olarak geceyi gündüzün, gündüzü gecenin üstüne sarmaktadır.” denmektedir. ‘Sarmaktadır’ anlamına gelen kelimenin Arapçası, ‘Yukevviru’dur. Fiilin kökü ‘Kevvere’dir ve Türkçede de dünya anlamında kullanılan küre kelimesi de bu kökten gelmektedir. Yani ayet, gece ve gündüzün birbirine sarıldığını, küre diye de çevirdiğimiz ‘kevvere’ fiili ile ifade etmektedir ki, Arapçada bu fiil, ‘Top gibi yuvarlak yapmak, sarığı başa sarmak’ anlamlarına gelir. Gece ve gündüzün küreleşmesi Kur’an’da bu şekilde ifade edilmiştir.

Yasin, 40: “Ne güneşin aya yetişip çatması uygundur ne de gece gündüzü geçebilir. Her biri bir yörüngede yüzüp gider.” Küre ne kadar hızlı dönerse, dönsün karanlık ve aydınlık birbirinin sınırını aşamaz! Kehf, 86. ayet, güneş suda mı batmaktadır? Bu ayette, Zülkarneyn’in gün batımı algısından bahsedilmektedir. Güneşin ufukta batışı tasvir edilmiş, betimlenmiştir. Ayette ‘ve-vecede: Zülkarneyn buldu’ ifadesi geçer. Yani ayet bir doğa olayından bahsetmez, Zülkarneyn’in ‘bakış açısı ile’ olayı tasvir eder, O’nun nasıl gördüğünü bize bildirir. Günümüzde de ‘Güneş battı/doğdu’ ifadesini, hem de her dilde (Mesela İngilizcede, ‘Sunset’ kelimesi aynen kullanılır, İngilizler güneşin ‘battığına’ mı inanmaktadırlar? Fransızca, ‘Coucher de soleil’, Almanca, ‘Sonnenuntergang’, Çince, ‘太阳日落’  vb.) Detayı bir aşağıdaki soru ve cevapta ele aldık! İşin ilginci Kur’an’daki bilimsel ayetleri inkâr edemeyen ateistler, Hz Muhammed’in bu bilgileri Hindistan’dan Yunanistan’a, Amerika’dan Mısır’a dek olan (Matematikten astronomiye, tıptan Jeolojiye dek birçok) bilimsel metinlerden elde ettiğini iddia ederler. Ama burada Hz Muhammed’in güneşin nerede battığını bile bilmediğini iddia ederler. O kadar bilgiyi okuma bilmeyen Hz Muhammed öğrendi de bu basit bilgiyi mi atladı? Yoksa ateistler herhangi bir metot veya olmadan sadece saldırı ve hata arama içgüdüsü ile mi hareket etmektedirler?! Efendimizin okuma yazma bilmediği konusu ‘Ümmi peygamber’ başlıklı yazımızda ele alınmıştır. Şems, 6. ayette, dünya misafirhanesinin insan için hazırlandığı anlatılır. Nebe, 6. ayet, insanın kalacağı mekan ile alakalıdır. Hicr, 19. Ayette ise, eskiden dağların yükseltiler olduğu zannedilirdi fakat günümüzde, ayetinde işaret ettiği gibi köklerinin de olduğu bulunmuştur ve bu kökler sarsıntıları en aza (Enbiya, 31; Lokman, 10; Nebe, 6-7)  indirir ki buna ‘izostazi’ denir. Bu ‘yer düz müdür?’ sorusu, ‘Kur’an’da bilime aykırı olduğu  iddia  edilen ayetler’ başlıklı yazımızda ele alınıp cevaplanmıştır. Tekvir, 1-2: “Güneş dürülüp karardığında, yıldızlar dökülüp söndüğü zaman.” Soru: Sanki yıldızlar tavandan yeryüzüne dökülüyor. Ancak düz yüzeyler dürülebilir. Cevap: Güneşin dürülmesini anlatan kelime ‘Kuvvirat’tır ve sarmak anlamındaki ‘kevvere’ kökünden türemiştir. Yukarıda belirtildiği gibi Küre kelimesi de aynı kökten gelir. Ayrıca, “Zümer, 5.ayette, “Gökleri ve yeri hak ile yaratmıştır. Geceyi gündüzün üzerine sarar; gündüzü de gecenin üzerine sarar.” ayetinde geçen ‘yükevviru’ kelimesi ile türkçede kullanılan küre kelimesi aynı kökten gelmektedir. Bu kelime Arap dilinde, “yuvarlak bir şeyin etrafına bir şey sarmak” anlamına gelmektedir.” (Ömer Faruk Korkmaz, Sorun kalmasın, s. 196) Dolayısı ile düz bir alanın dürülmesi söz konusu değildir. Yıldızların dökülmesi, sönmesini anlatan kelime, ‘İngederet’ kelimesinin kökeni, ‘gedere’ fiilidir. Arapça’da ‘Bulanık olmak’ anlamında kullanılır. Yıldızlarında yakıtı tükenince içe çökerler, gaz devlerine dönüşür, bulut haline gelirler. 

Kur’an, sahip olunan bilgi ölçüsünde kendisini okuyucuya açar! Her okuyan Kur’an’dan alacağını alır ama bu herkesin bilgisi ölçüsünde alacağı bir bilgidir!

Kur’an’da güneşin suyu içinde battığı iddiası mı vardır?

Kehf suresi 86. ayetindeki “Nihayet güneşin battığı yere varınca, onu kara bir balçıkta batmakta buldu.” ifadesinden yola çıkarak, Kur’an’da, ‘güneşin suyun içine battığını söylendiği’ iddia edilmektedir.  Yine bu ayetlerdeki ifadeden ‘dünyanın düz olduğu sonucunu’ çıkartmaktadırlar. Bu eleştirilerdeki hatalar, kelimelerin anlamlarını kavrayamamak ve anlayış eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Bu ayette iki yerde geçen ve Türkçeye  “Batmak” olarak çevrilmiş iki  kelime vardır: “Sonunda güneşin battığı (Arapçası; mağribe) yere kadar ulaştı ve onu kara çamurlu bir gözede batmakta (Arapçası; tağrubu) buldu, yanında bir kavim gördü.” Ayette, ‘güneşin suyun içine batıyormuş’ şeklinde bir ifade olduğunu iddia edilmektedir. Halbuki“güneşin batması” ile, “bir şeyin suda batması” türkçede ‘aynı’ kelime olabilir, fakat bu kelimeler arapçada ‘ayrı’ kelimelerdir. Ateistin bu farkı bilmemesi veya karmaşadan yararlanmak istemesi sonucu böyle bir iddia ortaya atılmaktadır. Güneşin batması “Ğarebe” fiiliyle ifade edilir. Hatta bu kökten türeyen kelimeler Türkçeye‘de geçmiştir. Örneğin “garb” ya da “mağrib” aynı kökten türeyen kelimelerdir, “batı” (yön) anlamlarına gelir. Bir nesnenin suda batmasının Arapçası ise “ğareke” fiilidir ve ‘ğarabe’den farklı bir fiildir. Bu kelime de aslında Türkçeye geçmiştir. ‘Suya gark oldu’ derken bu fiili kullanırız. Kur’an’da da, bir şeyin suyun içine batması anlamında bu kelime kullanılır, mesela Kehf suresinde: “İçindekilerini batırmak (ğarake)  için mi onu deldin?” (Kefh, 71) denmektedir. Demek ki ayet güneşin suda battığını ifade etmemektedir. Güneşin batmasıyla, bir şeyin suda batmasının Türkçede tek bir fiil olan ‘batmak’ fiiliyle kullanıldığını, Arapçada ise farklı iki fiil kullanıldığını görmüş olduk. Dolayısıyla Yukarıdaki ayette de güneşin suyun içinde bir cisim gibi batmasından bahsedilmesi söz konusu değildir. Ayette anlatılan güneşin batışıdır. Aslında Türkçedeki batmak fiilinin Arapça karşılıklarını bilinmese bile, yukarıdaki eleştirileri yapan arkadaşların anladığı gibi anlamak için ancak art niyetli olmak gerekir. Mesela biri “Ben dün deniz kıyısında gittim ve güneşin denizde batışını seyrettim” dese bundan ateistler güneşin suyun içine battığını mı anlarlar?  Ya da “Güneş her sabah doğuyor” derken ateist arkadaş güneşin bir annesi var, her sabah bu anne doğum yapıp, güneşi doğurduğunu mu düşünür? Zaten kelimelerin Arapça karşılıklarına baktığımızda konunun çok açık olduğu anlaşılmaktadır. Güneşin battığı yer olarak ayette geçen kelimenin orijinali  “mağrib” kelimesidir. Bu kelime ‘batıda bir yer’ anlamına gelir. Bu ifade batıda gidilecek en uzak yeri ifade etmektedir. Mesela, Kuzey Afrika ülkesi Fas’a Araplar “Mağrip” adını vermişlerdir. Çünkü batı yönünde gittikleri en son yer Fas’tır. Mesela günümüzde de Türkçede ya da diğer dillerde benzer ifadeler kullanılır. Japonya bir uzak doğu ülkesidir. İngilizcede de Türkçe’dekiyle aynı anlama gelen “Far East” kullanılır.

Önemli not: Yukarıda örneklerde gördüğümüz gibi, Kur’an ayetleri Türkçeye çevrilirken, Arapça fiil kökleri ile Türkçe karşılıkları bazen tam motamot, birebir çevrilememekte, aslında buna fazla da dikkat edilmediği görülebilmektedir. Tabii bunda, ‘bir gün ateistler çevirilerdeki eksik-yanlışlardan hareketle Kur’an’da hata arar’ diye düşünülememesinin de etkisi vardır. İşin daha da trajıkomik tarafı, ateistlere cevap vermek için Arapça asıllı kelimelerin birebir anlamlarına bizler dikkat çektikçe, ateistlerin bunu ‘Bizi kandırmak için kelimelerin anlamları ile oynuyor, anlamlarını değiştiriyorlar’ türü isnatlarına muhatap olabilmemizdir. Örneğin, ‘hasbelkader’ kelimesi, “rastlantı sonucu olarak, rastlantıyla” şeklinde Türkçeye çevirmektedir. Kader kelimesinin tesadüf kelimesi ile açıklanmaya çalışılması, bir araya gelmelerine imkan olmayan iki zıttın birbiri yerine kullanılması kadar absürt bir olaydır. Kader ile tesadüf birbirinin zıttı olan iki ‘alternatif’ kavramdır, birbiri yerine kullanılabilmeleri imkânsızdır! İşte ateistlerin anlamadığı, anlayamadığı ve asla da anlamak istemediği realite; hiç bir çevirinin aslın yerini tutmayacağı, tutamayacağı gerçeğidir! Bir de üstüne bu iki kavramın ayrılığı gerçeğini dile getirmemizi, ‘İslam’ı olduğundna farklı göstermeye çalışmak’ türü ithamlara maruz kalmaktayız. Ey aateist arkadaş, hem bilmiyorsun, hem bilmediğini de bilmiyorsun hem de bilmeye niyetin yok ve üstüne bilgiçlik taslıyorsun! Şurası özellikle bilinmelidir ki; İslam’ın kimseye sevdirilmeye ihtiyacı yoktur! Bizim böyle bir gayretimiz olsa; “hadisleri reddeder, mezhepleri savunmaz, had cezalarını yumuşatır, tesettürü değiştirir, sol veya liberal jargonla konuşur, taaddüd-i zevcat yok der, Hz Âdem’in babası var der, evrimi savunurduk” Biz, İslam’a hizmet edebilme lütfuna sahip olabilirsek, şükrederiz!

Kur’an’a göre yeryüzü düz müdür? Şems,6. ayet: “Yere ve onu yayıp döşeyene andolsun .” ve   Naziat, 30. ayet:   “Ardından yeri düzenleyip döşedi.  ayetlerini nasıl anlamalıyız?

Şems suresindeki 6. ayetteki “tahâhâ” sözcüğü ile Naziat sûresinin 30. âyetindeki “dehâhâ” sözcüğünün anlamları aynıdır. Nasıl ki  aslı “temur” olan sözcük günümüzde “demir” olarak kullanılıyorsa, benzer durum Arapçada da karşımıza çıkmaktadır.  Arap dilinin ünlü sözlük yazarı  meşhur alim İbn-i Manzur’un Lisanü’l-Arab’ı da bunu açıkça dile getirmektedir: Tahâ: “Ferra şöyle açıklamıştır: ‘ طحى – tahâ’ ve ‘ دحى – dehâ’ bir ve aynıdır.” Şimr de şöyle demiştir: “tahâhâ, dehâhâ anlamındadır.  ط – tı harfi,  د – del harfinden dönüşmüştür.” Bu sözcüğün anlamı içerisinde, bitkilerin yeryüzüne yapışması ve yayılması anlamı da mevcuttur. (Lisanü’l-Arab ; V/574) Buradaki mucize, sıradan “yaymak ve döşemek” eylemi için Arapçada “بسط – beseta” ve “وسع – vessea” sözcükleri bulunurken âyette yerkürenin yayılıp döşenmesi için “طحى – tahâ” ve “دحى – dehâ” sözcüklerinin kullanılmış olmasıdır. Çünkü bu sözcükler sıradan ve normal bir yaymayı değil, arzın şekline uygun olan “yuvarlakça yayma”yı  ifade etmektedir. Dehâ: “dahv” sözcüğünün manası, “devekuşu yumurtası” manasındadır. Bu sözcüğün türevleri “devekuşu yumurtası”, “devekuşunun yumurtasını bıraktığı yer” gibi anlamlar taşımaktadır. Bu sözcüğün türevlerinden olan “midhat” sözcüğü, Mekkelilerin yuvarlak taşlar ve ceviz ile oynadıkları, bu günkü golf oyununa benzer bir oyunun adıdır. Bir çukur kazılır, kazılan çukura yuvarlak taş veya ceviz düşürülmeye çalışılırdı. Yuvarlak nesneyi çukura düşüren kişi oyunun galibi, düşüremeyen de mağlûbu sayılırdı. Ebi Rafi’ rivâyetinde, Peygamberimizin torunları Hasan ve Hüseyin’in de bu oyunu oynadıkları anlatılır. “dahv“sözcüğünün türevlerinden olan “medâhî” sözcüğü de, kursa/yufka gibi yuvarlak taşlara verilen addır (Lisanü’l-Arab , III/310-311) “Yuvarlakça yaymak, döşemek” anlamındaki sözcüğün yeryüzü için kullanılması, yeryüzünün insanların ve diğer canlıların yaşamasına ve yiyeceklerini sağlamasına elverişli bir şekilde yaratılmış olduğunu ve şeklinin de tam yuvarlak değil, yuvarlakça olduğunu anlatmaktadır. Dünyamızın şeklinin “kutuplardan basık elipsoit (dönel elipsoit)” olduğunun daha yeni sayılabilecek bir tarihte keşfedildiği hatırlanacak olursa, 14 asır önceden yeryüzünün şekli için “dönel elipsoit”e en benzer yapıdaki devekuşu yumurtasını anlatan bir sözcüğün kullanılması, gerçek ve büyük bir mucizedir. Peki, İslam âlimleri bu ayetten harektle dünyayı nasıl tasavvur etmişlerdir? Fahreddin Razi şöyle der: “Bazı kimselere göre, yerküresinin yayılmış olarak sergilenmesi, onun küre şeklinde olmamasını gerektirir. Bu, yanlış bir düşüncedir. Çünkü yuvarlak bir cisim büyük olduğu takdirde, bir sergi gibi üzerinde yaşanmaya müsait olur.” (Râzî, Mefatihu’l-gayb, II/104; Tefsir-i Kebir, 5, 174, 525) İmam-ı Gazali: “Kіmіlerі de göklerіn yuvarlak (kürevі) olduğunu söylemіştіr. Mühendіslerіn hepsі bu görüştedіr. Biz, bu hususta onlarla aynı görüşteyіz.” (Tefsіr-і Kebіr, XVIII/149) Seyyid Şerif Cürcânî de, kâinatta yuvarlaklığın bir kânun gibi göründüğünü, bundan yerküresinin istisna edilemeyeceğini vurgulamış ve ilgili ayetleri bu çerçevede değerlendirmiştir. (Cürcânî, S. Şerif, Şerhu’l-Mevakıf, II/441- 442) Beydavi ve onu takip eden Nesefi, Bakara Suresi’nin 22. ayetinde yer alan “O, öyle bir Allah’tır ki, yeryüzünü size bir döşek yaptı.” cümlesini tefsir ederken, “Arzın insanlar için döşek gibi yayılıp sergilenmesi, onun küre olduğu gerçeğine aykırı değildir.” (Beyzayi, Envarul Tenzil, I/55; Mecmu’t-tefasir, I/75) demektedirler. İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin de, Dünya’nın şekliyle ilgili “Yeryüzü bir portakal gibi yuvarlaktır.” dediği nakledilir. (Muvaffak, Menakib-u Ebi Hanife, I/161)  “982 yılında Bizans’a elçi olarak giden ünlü İslam âlimi Bakıllani, “Siz de biliyorsunuz ki Dünya yuvarlaktır.” diye söze başlarken 1000 yıl önce yaşamış olan Endülüslü alim İbn-i Hazm, Zümer suresi 5. ayetten hareketle, dünyanın yuvarlak olduğunu açıklamıştır. Kur’an yorumcusu Fahreddin Râzî, “dünyanın küre şeklinde olduğu gerçeğini”  800 yıl önce açıkça ortaya koymuştur.” (Prof. Cağfer Karadaş, Kafama takılanlar, s. 57-58)  Hıristiyan bilim adamı, dünyanın küre şeklinde olduğu görüşünü Müslüman ilim adamlarına borçlu olduğunu itiraf ederken bizdeki ateistler hala İslam’a çamur atma gayreti içindeler. “Toledo’nun 1085 yılında zaptı, Hıristiyan astronomi bilgisine çok ilavelerde bulundu ve dünyanın küre şeklinde olduğu doktrinini canlandırdı.” (Will Durant, The Age Of Faith, s. 341-343) Batının İslam âlemine gerek bilimsel buluşları gerek rönesans’ı borçlu olduklarına dair yazılarımıza, ‘İslam felsefesinin özgünlüğü; İslam ve Rönesans; başlıklı yazılarımızdan ulaşabilirsiniz.’ 

Hicr 19: Biz yeri yaydık, üzerinde sabit dağlar bıraktık…  Yorum 1: “yeri yaydık” ifadesi kesinlikle yeri bir tepsi gibi gösteren bir ifadedir. 2: dağların yerin üzerine daha sonradan bırakıldığı söyleniyor. ama biz biliyoruz ki dağlar volkanik ve tektonik hareketler sonucunda oluşmuş coğrafi yapılardır. öyle gökten zembille inmiş değillerdir. 3-depremi dağlar mı önlüyor şimdi yani, e hadi hiç deprem olmasa neyse de daha 4 yıl önce sallandık.

“Ayetin tam mealinde,  ‘yeri sizin için döşek gibi yaptık-yaydık’ denmektedir. Yani yatakta nasıl insan rahatsa, yeryüzünde de öyle rahat edeceği şekilde yeryüzü yaratılmış denmektedir. Öyle ya, meyve sebze, et süt, yumurta bal… Hiç birini biz tek tek topraktan toplayıp-seçip-eleyip- birleştirip yapmıyoruz.  Bitki topraktaki mineralleri birleştirip meyve sebze yapıyor, göğe yükselen bulutlar uzayda kaybolmayıp yere yağmur olarak iniyor, suyun kaldırma kuvveti denizleri taşımada kullanmamızı sağlıyor, arı tek tek dolaşıp çiçek özlerinden bize bal yapıyor. Allah her şeyden münezzehtir ama mesela, Allah yer çekimi kanununu denize, kaldırma kuvveti yasasını yeryüzüne uygulatsa idi halimiz nice olurdu? Buhar gökte yoğunlaşmasa; yerdeki insan-bitki-hayvan susuzluktan kırılırken başımızın üstünde tonlarca su gezip dururdu!  Gelelim soruya: Ayetteki ‘deha’ kelimesini kökeni dahv’ın anlamı ve içeriği zaten açıklandı.   Zümer suresi 5. ayette gecen “Tekvir” kelimesinin ‘bir şeyin başka bir şeye sarılması’ anlamına geldiğine göre ayette gecen gece gündüzün tekvir edilmesi ile neyin kastedildiği kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Dağların görevine gelince: G. B. Airy ve J. H. Pratt, yüzeydeki düzensizliklerin, yerkabuğunun belirgin kısımlarındaki (dağlar ve düzlükler) kayaların yoğunluklarındaki farklarla dengelendiğini söylerler. Bu denge durumuna “izostesi” adı verilir. (M. J. Selby, Earth’s Changing Surface, Clarendon Press, s. 32) Webster’s New Twentieth Century Dictionary’de (Webster’ın Yeni 20. yüzyıl sözlüğü) bu terim şöyle açıklanır: “Jeoloji’de dağların Dünya yüzeyinin altında oluşturdukları yerçekimsel kuvvet sayesinde yerkabuğunun genel dengesinin sağlanması.” The Earth (Yeryüzü) adlı kitabın yazarı olup aynı zamanda ABD Bilimler Akademisi başkanı olan Frank Pres’te bu görüşü savunur.  Dağların yukarıdan bırakılması konusunu da açıklayalım: Peygamber efendimiz bir hadisinde “ Derdi indiren dermanını da indirmiştir.” buyurmuştur. (Tirmizi, Sünen, VI/383, Tıb,2, Hadis No: 2038 ; Ebu Davud, II/331, Tıp,1, Hadis No: 3855;İbn Mace, Sünen, II/1137,Tıb,1 Hadis No.3436) Hastalık ta tedavisi de gökten inmez. Ama her şey yüce yaratıcıdan bize gönderilmiştir. Yüce makamdan; Yaradandan yaratılana gelen ise indirme kelimesi ile hadiste ifade edilmiştir. Dağlar gibi, depremden uzun süre yaşamaya (Mynet, 11 Aralık 2014) suyun yeryüzünde kalmasını sağlamasından obeziteyi azaltmasına birçok faydası olan nimetler içinde yaratıcı aynı kelimeyi kullanmıştır. Hıristiyan bir oryantalist olan Watt kadar objektif olamayan ateistler Kur’an’da hata arama gayretinden vazgeçmeseler de gerçek her zaman sonunda ortaya çıkmaktadır. M. G. Watt, ‘Hz Muhammed’in Mekke’si’ adlı kitabın 17. sayfasında şöyle demektedir: “Eğer Kur’an, -tesadüfen bile olsa- yeryüzünün Güneş’in etrafında dönüyor olduğunu söylemiş olsaydı, bu, düşmanlarına Kur’an’ı reddetmek için ekstra bir gerekçe sunacaktı. Bunun yerine, oldukça açık ifadelerle Allah’ın yaydıkça yaydığı, düz bir yeryüzünden bahsedilir. Bunu ifade etmek için, birkaç farklı Arapça kelime kullanılmaktadır; ancak bunların hepsi kuşkusuz yeryüzünün düz olduğuna dair özel bir vurgu taşımamaktadır.” 

Bakara 22: O rabbiniz ki yeri size döşek, göğü de size yüksek bir tavan yapmış, Hicr 19: Biz yeri yaydık, üzerinde sabit dağlar bıraktık. Kaf 7: yeri nasıl yaydık. yorum: bu da yeri tepsi yapan bir başka ayet. Enbiya 31: yerin insanlarla sarsılmaması için yeryüzünde sabit dağlar yarattık, yeryüzünde geniş yollar vücuda getirdik ki gidecekleri yeri bulabilsinler. 

Önce tüm ayetlerin tam metinlerini verelim:  “Yeryüzünü uzattı.” (Rad, 3; Kaf, 7; Hicr, 19);  “Yere; nasıl yayılıp döşendi?” (Ğaşiye, 20); “Yeryüzünü yayıp döşedi.” (Naziat, 30). Günümüzden 3.7 milyar yıl önce, şimdikinin sadece %10’u kadar yeryüzünde alan vardı. (von Huene, Roland; Scholl, David W. (1991). “Observations at convergent margins concerning sediment subduction, subduction erosion, and the growth of continental crust”. Reviews of Geophysics. 29 (3): 279–316. Bibcode:1991RvGeo..29..279V. doi:10.1029/91RG00969) Zamanla yeryüzü uzadı ve 3 milyar yıl önce günümüzdekinin % 25’i kadar oldu. 2.6 milyar yıl önce ise günümüzdekinin % 60’ına kadar kıtaların uzaması devam etti. (Taylor, S.R.; McLennan, S.M. (1995). “The geochemical evolution of the continental crust”. Rev. Geophys. 33 (2): 241–265. Bibcode:1995RvGeo..33..241T. doi:10.1029/95RG00262) ve günümüzde de hâlâ kıtaların yani yeryüzünün uzaması devam etmektedir. Tıpkı Kur’an’ın yeryüzünü uzattık demesi gibi. (https://www.bilimveyaratilisagaci.com/2020/12/yeryuzunun-uclarindan-eksilmesi; https://www.bilimveyaratilisagaci.com/2020/01/kuranda-dunyanin-sekli-pervane) Dünyanın ilk oluşumu esnasında yer kabuğu soğumaya başlar ama alttaki sıvı magma üzerinde yüzmeye de devam eder. Bu tabaka gerek birbirine çarptıkça gerekse alttan gelen basıncın etkisi ile dağlar oluşmaya başlar. Bu dönemde yer küre girintili çıkıntılı bir yapı halindedir. Zamanla güneşin ve suların aşındırıcı etkisi ile milyarlar yıl içinde dağlar ufalanarak toprağı oluşturmuş ve bu topraklar erozyonla vadilere inmiş ve sonunda da toprakla dolan yer küre düzlenmiş, ‘yayılmış’ ve hayatın oluşması için adeta döşek gibi serilmiştir. (science.sciencemag.org/content/335/6070/810; www.nationalgeographic.org/encyclopedia/weathering; https://link.springer.com/chapter/10.1007/978-3-642-53715-8_4 ) Ayette geçen firaş; döşek kelimesi yeryüzü ile insanın ilişkisini anlatmak için kullanılmıştır. Bu kelime aynen bir teşbih-benzetme sanatı olarak Nebe, 6. ayette de  geçer ve yine aynı surenin 10. ayetinde bu defa gece bir  ‘örtüye’ benzetilir. Rum 26. ayette de yer ve göklerin Allah’a boyun eğdiğini ifade eder. Mülk 15. ayet, ‘Yeryüzünün insana boyun eğdiğinden’ bahseder. Ayetin devamında ‘yerin omuzlarında (üzerinde) dolaşın’ ifadesi yer alır. Acaba buradan da dünyamızın insana benzetildiği sonucu çıkarılabilir mi? Ateistler burayı nasıl atlamışlar. Yoksa her aklı başında insan gibi ‘Kur’an’da mecaz’ adlı yazımızda da ele aldığımız gibi, bu ayetlerde de hep mecaz kullanıldığı anlaşılmaz mı? Tüm bu örnekler, ayetten kastedilenin mecazi bir anlam olduğunu göstermektedir. Allah yeryüzünü insanın rahatça yaşayacağı şekilde yaratmıştır. Dünya insanın evi imiş gibi rahatça yaşayabileceği bir yer olarak yaratılmış ve tüm detaylar ona  (insana) göre ayarlanmıştır. Yukarıda da değindik, topraktaki mineralleri bitkiler süzer bizim için ve yiyebileceğimiz kıvama (Meyve sebze) getirir, Hayvanlar bize hizmet için yaratılmıştır, inek bitkiyi süt yapar, tavuklar ise yumurta. Aynı çamuru elma tohumu elma, üzüm tohumu üzüm, karpuz tohumu karpuz yapar. Her biri ayrı renk, tat, koku, şekil ve desendedir. Ya göklerdeki ihtişam; Gezegenlerin itme çekme kuvveti ile oluşan denge, kara delikler, “İnsani İlke” (Anthropic Principle) ve “İnce Ayar” (Fine Tuning), dört temel kuvvet -yerçekimi kuvveti, elektromanyetik kuvvet, güçlü nükleer kuvvet ve zayıf nükleer kuvvet- vb.Tüm bunlar hep bir düzeni işaret eder. İşin ilginci tüm bunlarda insanın hiç müdahelesi yoktur, onun iradesi dışında tüm bu denge kurulmuştur ve işlemektedir. Zaten Bakara 22. ayetin devamın da: “Gökten su indirip onun aracılığı ile size rızık olarak topraktan çeşitli ürünler çıkardı” buyrularak konuya açıklık getirilmektedir. Yani asıl amaç uyum-dengeye dikkat çekmek, kâinat kitabını okuyabilmektir.  Diğer ayet (Hicr, 19) yerin dağlara göre daha yayılmış olduğu ifade edilirken ki, bu ayeti yukarıda ele aldık, “Belirli bir ölçü” ifadesi ile de yine aynı mesaja; yeryüzündeki dengeye işaret edilmektedir. Ayrıca ayette (Kaf, 7) yerin yayılmasından hareketle yine uyum-denge-düzene dikkat çekilmektedir. Enbiya 31. ayette ise dağların pek görevlerinden birine işaret edilir ki, onu da ele alıp açıkladık.

Zariyat : 47-48  bu  ayeti anlamamızı kolaylaştırır:”…yeryüzünü de döşeyip  yaydık. bakınız biz ne güzel döşeriz.”

Zariyat47: “Göğü gücümüzle biz kurduk; şüphesiz biz onu genişleticiyiz.” diye bilimsel bir mucizeye işaret edilirken (Big Bang) bir sonraki ayetten Kur’an’ın bilim dışılığına delil bulabileceğini zanneden insanlara ancak ateist denebilir! Allah Teala yeryüzünü, hayata beşik olsun diye hazırlamıştır. Ayette geçen “döşeme” fiili ki, ayette ‘Döşedik’ denmekte, ‘yaydık’ denmemektedir, konfor, rahatlık ve düzeni ifade eder. İşte yeryüzü de, insanoğlu için aynen bir beşik gibi rahat ve huzur yatağı kılınmış, herşey orada en ince ayrıntısı ile hayatın kolay olması ve sürmesi için hazırlanmıştır. Artık kula düşen nimetini, rızkını aramaktır. “Ne güzel döşeyiciyiz.” şeklinde son bulan bu ayet, tüm ‘yaymak, döşemek’ şeklindeki eylemlerin amacına işaret etmekte, yaratılanlardaki mükemmelliğe dikkat çekmektedir.

İnsanlar ne için yaratılmışlardır?

Zariyat suresindeki ayette insanların kulluk için yaratıldığından söz edilirken, A’raf suresindeki ayette ise çoğunun cehennem için yaratıldığından söz edilmektedir. Hâlbuki Zariyat suresinde yaratma fiili ‘haleka’ şeklinde geçerken, A’raf suresindeki ayette ise yaratma ‘haleka’ değil, türeyip çoğaltma ‘zare’nâ’ fiili geçmektedir. Zariyat 56: “Ben, cinleri ve insanları yalnızca bana ibadet etsinler diye yarattım” Burada söz konusu olan durum ilk yaratılmadır. İnsanların yaratılması için “haleka”   fiili kullanılmıştır. A’raf suresindeki bahsi geçen 179. Ayetin öncesini, 175. ayetten itibaren okursak, Allah’ın ayetlerinin kendisine ulaştığı ama ayetlerden yüzçeviren, küfrü tercih eden bu nedenle de Allah’ın hidayetine muhatap olmayan bir kişiden bahsedildiği görülür. 179. ayette ise, Zariyat suresinde de ifade edildiği gibi ibadet için yaratılan insanların tercihlerini, yaratılış amaçlarının dışında kullandıkları ifade edilmekte ve “And olsun, cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi türetip çoğalttık (zare’nâ) Kalbleri vardır, bununla kavrayıp anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler.” (A’raf 179) buyurulmaktadır. Burada söylenen ilk yaratılma değil, türetip çoğaltılmadır; ‘zare’nâ’ Türkçeye yaratmak şeklinde çevrilselerde Arapça asıllarında iki ayrı fiil kullanılır, dolayısı ile iki farklı mana kastedilir. Konuya ek olarak, ‘Allah kalpleri mühürler mi?’ ve ‘Kur’an, akıl, kalp’ başlıklı yazılarımızı da tavsiye ederiz.

Allah’ın Resul’ü İsa, yoksa cehennemde mi?

Enbiya 98-99: “Gerçekten siz de, Allah’ın dışında taptıklarınız da cehennemin odunusunuz, siz ona varacaksınız. Eğer onlar (gerçek) ilahlar olsalardı, ona girmeyeceklerdi. Oysa onların tümü içinde temelli kalıcıdırlar.” Ateist arkadaşlar, ‘Enbiya suresindeki ayette Allah’ın dışında tapılanlar ve onlara tapanların cehennem odunu olduğu bildirilmektedir. Yine başka ayetlerde Hıristiyanların Hz. İsa’yı ilah edindikleri de söylenmektedir. Bu ayetlere göre Hz. İsa’nın da cehenneme gitmesi gerektiğini’ iddia etmektedirler. Hâlbuki ve çoğu zaman olduğu gibi, ayetin devamını okusalar sorun olmadığını hemen farkedeceklerdi: “Daha önce bizden en güzel sonucun vaadini almış olanlara gelince, işte onlar cehennemden uzak tutulurlar. Onlar cehennemin uğultusunu işitmezler, canlarının istediği nimetler içinde ebedî olarak kalırlar.” (Enbiya, 101-102) Hz. İsa ve onun gibi diğer salih olan kişiler kendilerine Allah’ın sıfatlarının verilmesinden ve tapınılmasından masumdurlar. Onların bir sorumluluğu yoktur. Bu iddiada görülen mantık aslında inkârcılar tarafında sürekli kullanılan bir mantıktır. Ayetteki bir ifade konunun akışından çıkartılarak anlamı kaydırılır ve bu tarz iddialara mesnet olarak kullanılır. Oysa ayetler birlikte okunduğunda konu çok farklıdır. Ortada hiç bir tezat olmayan, normal muhakemeye sahip bir insanın okuduğunda rahatlıkla anlayabileceği bir konu, bu örnekteki gibi bir çelişkiymişçesine ortaya atılır. Ayrıca ateist arkadaş keşke ‘Aynı konudaki tüm ayetlere baksa’ idi. “Allah, “Ey Meryem oğlu İsa! İnsanlara sen mi ‘Allah’ın dışında beni ve annemi birer tanrı kabul edin’ dedin?” buyurduğu zaman o şu cevabı verir: “Hâşâ! Seni tenzih ederim. Hakkım olmayan şeyi söylemek bana yakışmaz. Ben onlara ancak senin bana emrettiklerini söyledim; ‘Benim de rabbim sizin de rabbiniz olan Allah’a kulluk edin’ dedim. İçlerinde bulunduğum sürece onların yaptıklarına tanık idim. Fakat sen beni vefat ettirdikten sonra onların halini bilip gören sadece sensin. Sen her şeye şahitsin. llah şöyle buyurur: “Bugün doğrulara doğruluklarının fayda vereceği gündür. Onlar için, ebedî kalacakları ve altından ırmaklar akan cennetler vardır. Allah onlardan hoşnuttur, onlar da O’nun rızasını kazanmaktan ötürü mutludurlar. İşte büyük kurtuluş budur.” (Maide, 116-119) Biraz daha detaya inelim ve konuya noktayı koyalım: Arapça’da ‘akıllı’ varlıklar ile ‘’akılsız; hayvan ve cansızlara’ hitap türleri farklıdır. Ayeti kerimede “ve ‘mâ’ ta’büdüne” ifadesi geçmektedir. ‘Mâ’ edatı Arapça’da akılsızlar için kullanılır ve tapılan putlar kastedilir. Ayette “ve ‘men’ ta’büdüne” şeklinde geçse, böyle bir sual sorulabilirdi. Ayette akıllılar için kullanılan “men” edatı kullanılmadığı için, Hıristiyanların taptıkları İsa’nın kastedilmesi de imkânsızdır! Ama bu detaya gerek kalmadan, ‘ayetin devamı veya aynı konudaki tüm ayetler bir arada değerlendirilse idi’ zaten konuyu açıklığa kavuşturmaktadır.

Kıyamet Günü İnsanlar Kaç Grup olacak?

“Sizler de üç gruba ayrıldığınız zaman: Biri, amel defteri sağından verilenlerdir; ne mutlu o sağından verilenlere! Diğeri amel defteri solundan verilenlerdir; ne bedbaht o solundan verilenler! Önde olanlar; (erdem, amel ve ödülde) önde olanlar; İşte onlar nimetlerle dolu cennetlerde Allah’a ‘en yakın’ olanlardır.” (Vakıa 7-12); “Ayetlerimizi inkâr edenler ise, işte onlar soldakilerdir. Cezaları, kapıları üzerlerine sımsıkı kapatılmış bir ateştir.” (Beled, 20) Allah, ilk surede insanların kıyamet günü, kitabı sağından verilenler ve kitabı solundan verilenler olmak üzere iki gruba ayrıldığını söylemektedir. 3. grup ise önde olanlardır. Onlar Allah’a en yakın olanlar olarak kıtabı sağından verilenlerden bir adım önde olan gruptur. Yani iyiller ehli iki gruptan oluşur. Sağdan kitabını alanlar ve onlara önderlik yapandnlar. Fazilette, amel, iyilikte o kadar öndedirler ki sağdakilerden farklı olarak kendilerini taltif etmek için ayet onları ayrı bir grup olarak nitelendirmiştir. Beled suresinde ise zaten kaybedenler grup olan soldakilerden bahsedilmektedir.

Tarık Suresinde bahsedilen meni mi? İnsan mı? 

Tarık 5-8. ayetler.” İnsan bir baksın, hangi şeyden yaratıldı? O insan dökülüp atılan bir sudan yaratıldı.  Yine o bel kemiği ile kaburgalar (sulb ve terâib) arasından çıkar. Şüphesiz (Allah), yine o insanı yeniden-döndürüp yaratmaya güç yetirendir.” Ayeti farklı açılardan ele alan ve her biri bilimsel temelli üç yorumu aşağıda veriyoruz. Üçü de birbirini tamamlamaktadır. : Üroloji profesörü Zeki Bayraktar’ın yorumu: Bu ayet, ‘erkek’ anatomisinden bahseder. Ayette “sulb ve terâib” kelimeleri geçer. Sulb (Omurga) bölgesinden kasıt nedir? ‘Ductus deferens’ spermlerin taşındığı kanaldır. Testiste üretilen sperm bu kanalla vücudun içerisine girer, idrar kesesinin arkasını dolanır, prostat bezinin içerisine girer ve oradan idrar kanalına katılır. Terâib: Kaburga bölgesidir. Damar, sinir sistemi, terâib (Kaburga) bölgesinden itibaren başlar. Damar ve sinirler terâib bölgesinden beslenir. Yani sulb ve terâib bölgesinin tamamı, spermin/meninin atılmasını sağlayan, koordine eden mekanizmadır. Yani, ‘atılan su’, sadece testislerden ibaret değildir, bunun damarları, kanalları, sinirleri, dolaşım sistemi vardır ve bu sistem, ayetin belirttiği bölgedir. Bilimveyaratilisagaci.com sitesinin yorumu: Kadın üreme organlarından yumurtalık üzerinde ayda bir defa folikül oluşmakta ve bu folikül patlayarak içindeki yumurta  hücresini fallop tüpüne doğru hızla fırlatmaktadır. Baloncuktaki bu patlama sonucu meydana gelen “tazyikle fırlatılma olayı” sayesinde yumurta hücresinin gideceği yere ulaşması sağlanır. Eğer tazyikle atılma olmasa idi yumurta hücresi rahime varamayıp karında farklı noktalara tutunacaktı. İnsanın yaratılışı bu hücrenin bulunduğu tazyikli suyla başladığı için Kur’an bu olayı tazyikli atılan sudan yarattık diye belirtmiştir. Prof. Dr. Mehmet Okuyan’ın yorumu: “İnsan nereden yaratıldığına bir baksın.” Bakılacak yeri de Kur’an bildiriyor. “İnsan akan bir sıvıdan yaratıldı. O sıvı kaburga ile belkemiği arasından çıkar.” Ayette üzerinde durulan, akan sıvı nedir? İnsan, sperm ve yumurtanın birleşiminden oluşur. Embriyoloji alanında çalışanların açıklaması şöyledir: Erkeklerin ve kadınların üreme hücrelerinin ilk yaratıldığı yer, kaburga ile bel kemikleri arasındadır. Sonra yavaş yavaş kadının yumurtalıkları aşağı doğru akar ve erkeğin de spermleri de testislere doğru gelir.

Kur’an sadece Araplara mı indirilmiştir?

Oryantalistlerin İslam’ı, Hıristiyanlığın yayılmasına engel bir din olarak gördüğü için İslam’ın evrensel bir din olmadığını ispat etmeye çalışmasını anlayabilmekteyiz. Aynı sonuca farklı nedenlerle ulaşmak isteyen ateistleri de… Peki ama gerçek nedir?

“Biz her elçiyi, kendi kavminin dilinden başkasıyla göndermedik ki, onlara apaçık anlatsın.” (İbrahim, 4) ayetini, peygamberimizin sadece Araplara gönderildiğine delil olarak kullanmak isteyenler vardır. Hâlbuki ayet çok açıktır. Elçinin gönderildiği toplum hangi dili konuşuyorsa elçi de aynı dili konuşmaktadır. Bu tarih boyunca böyle olmuştur. Ancak bu şekilde elçiler Allah’ın vahyini çevrelerindeki insanlara eksiksiz ve kusursuzca aktarabilirler. Bu sebeple elçiye vahyedilen kitap da elçinin ve kavminin dilinde gönderilmektedir. Bundan daha doğal bir şey de olamaz. Zaten tersi durum olsa idi o zaman ateistlerin iddialarında bir haklılık payı olabilirdi ama aksine ateistler doğru olan metodu bile ‘çelişki’ şeklinde sunmaktan geri durmamaktadırlar. “Şayet biz onu yabancı dilde okunan bir kitap olarak indirseydik mutlaka şöyle diyeceklerdi: “Âyetlerinin açık seçik anlaşılır olması gerekmez miydi? Bir Arap’a yabancı dilden bir kitap, öyle mi!” De ki: “O, inananlar için bir rehber ve şifadır; inanmayanlara gelince onların kulaklarında bir sağırlık vardır, Kur’an onlara kapalıdır. (Sanki) onlara çok uzaktan sesleniliyor.” (Fussilet, 44) Kur’an’ın evrenselliğini açıkça gösteren birçok ayeti kerime bulunmaktadır. “Seni insanlara elçi gönderdik.” (Nisa, 79); “O âlemler için bir öğüttür.” (Tekvir, 27); “Kuran bütün âlemlere nasihattir.” (Yusuf, 104); “O Kuran bütün âlemlere bir hatırlatmadır.”; (Sad, 87); “O Kuran bütün âlemler için bir öğütten başka bir şey değildir.” (Kalem, 52); “De ki: “Ey insanlar! Gerçekten ben göklerin ve yerin sahibi olan Allah’ın hepinize gönderdiği elçisiyim.” (A’raf, 158; Ayrıca, Ali İmran 20 ve 75; Cuma 2; Bakara 78.ayetlere de bakılabilir.) Peygamberimiz önce “Yakın çevresine” (Müddessir, 1-2)  sonra “Mekke’ye” (En’am, 92) sonra tüm  “Âlemlere” (Sebe, 28) peygamber olarak gönderilmiştir. Kur’an, aşama aşama Mekke’den tüm insanlığa yayılan, mesajı ile evrensel olan ilahi bir kitaptır. Zaten sadece Mekke’ye peygamber gönderilse, Akabe biatlarında Medine halkı O’na neden biat etsin, Medine’ye çağırsın ve en önemlisi neden Mekke müşrikleri peygamberimize ve Medine’lilere “Mekke’ye gönderilen peygamberi siz neden çağırıyor ve sen de neden gidiyorsun?” diye çıkmadılar? Hz. Muhammed’in tüm insanlığa gönderilmiş bir peygamber olduğu ve Kur’an hükümlerinden kıyamete kadar tüm insanların sorumlu olduğu pek çok ayetinde zaten vurgulanmıştır: “Biz seni ancak bütün insanlığa bir müjde verici ve uyarıcı olarak gönderdik. Ancak insanların çoğu bilmiyorlar.” (Sebe, 28); “De ki: Ey insanlar, ben Allah’ın sizin hepinize gönderdiği bir elçisiyim. Ki göklerin ve yerin mülkü yalnızca Onun’dur.” (A’raf, 158);  “Müşrikler hoşlanmasa da dinini bütün dinlerden üstün kılmak üzere peygamberini gönderen Allah’tır.” (Tevbe, 33) Roger Arnaldez, Kur’an’ın evrensel bir ilahi mesaj olduğunu kabul etmiş ve “Kur’an yeryüzünün tanımış olduğu en büyük çaptaki evrensel bir davet getirmiştir.” demiştir. Oryantalist M. G. Watt, “Hicretten önce bile Hz Muhammed’in davetinden evrensel olarak bahsedilmektedir.” (M. Watt, Hz Muhammed’in Mekke’si, s. 131) demektedir. Ayrıca Peygamberimiz sadece Araplara gönderilmiş bir peygamber olsaydı Bizans, Sasani, Mısır, Habeşistan hükümdarlarına neden davet mektubu göndersin ve görevinin sınırlarını aşıp işini zorlaştırsın? Aksine, “İslam evrenseldir, Hz Muhammed hicret’in 7. Yılında, dünyanın belli başlı devlet başkanlarına mektuplar göndermiştir.” (Kerim Aytekin, Misyonerlere kanmayın, s. 70) İslam’ın evrenselliğini oryantalistler de açıkça söylerler. “İslam’ın çağrısı sadece Araplar için değildi, Hz Muhammed zamanın önemli hükümdarlarına mektuplar da yolladı. (Thomas Walker Arnold, İslam’ın tebliğ tarihi, s. 50); “Allah’ın mesajları sadece Araplarla sınırlı olmayıp bütün insanlık için geçerlidir.  Hz Muhammed muhakkak O’nun elçisi olarak bütün insanları itaate çağırmakla görevlendirilmişti.” (Eduard Sachau, Uber den zweiten Chalifen Omar, s. 293)

Oryantalistler “İlk başlarda Mekke’deki ayetlerde’ Ey iman edenler’ ibaresi varken daha sonra yerine ‘Ey insanlar’ sözü kullanılmaya başlandı, bu da Muhammet hedefini zamanla büyüttü, yorumunu yaparlar. Halbuki ‘Ey iman edenler’ ifadesi Medeni sureler de bile geçer, yine aynı şekilde Medeni sureler de ‘Ey insanlar’ ibaresi de geçmektedir. Mekki sureler de cihanşumul, evrensel davet örnekler vardır. Mesela Tekvir suresinde, “Kur’an âlemler için bir öğüttür, âlemlerin rabbi Allah’tır.” (Tekvir, 27-29) ayeti buna örnek verilebilir. (Prof. Dr. Abdülaziz Hatip, Kuran ve Hz. Peygamber Aleyhindeki İddialara Cevaplar, s. 210) Ayrıca “Mekki bir sure olan Enbiya suresi 107. ayette ” Biz seni bütün âlemlere ancak rahmet olarak gönderdik.” buyurulur. Yine Mekki bir sure olan Sebe suresinin 28. ayetinde de ” Biz, seni bütün insanlara müjdeci ve uyarıcı olmak üzere gönderdik.” buyurulmaktadır. Oryantalist Caetani’nin İslam’ı, Hıristiyanlığın yayılmasına engel bir din olarak gördüğünü gösteren cümlelerinden sonra İslam’ın evrensel bir din olmadığını ispat etmeye çalışmasını anlayışla karşılayabiliriz. Dünya’nın Hıristiyanlaştırabilmek için İslam dinini Araplara hatta sadece Arabistan’a gönderilmiş bir din olarak göstermeye çalışmaktan daha doğal ne olabilir ki?” (Mustafa Asım Köksal, Oryantalist Leone Caetani’nin İslam Tarihi’ne reddiye)

Fakat Maide suresi 15. ayette, “Ey ehli kitap, elçimiz size geldi.” buyrularak onlara da peygamber olarak gönderildiği açıkça ilan edilir. (Maşallah Turan, Batılı iki müsteşrik W. Montgomery Watt ve Rudi Paret’in İslam’ı algılama biçimlerinin kritiği, s. 32) Saf suresi 9. ayette de ” O Allah ki, Rasulü’nü hidayet ve hak dinle, o dini, her dinden üstün kılmak için göndermiştir, müşrikler istemese de.” buyrulmaktadır. Ayette geçen “Hak din” ifadesinden kastedilen, İslam’dır: “Allah katında din İslam’dır.” (Ali İmran, 19) Diğer dinler ile kastedilen başta Yahudilik ve Hıristiyanlık tüm ilahi ve ilahi olmayan dinlerdir. Üstünlüğün kapsamı hem dünya, hem de âlemlerdir. Dolayısı ile bütün insanlığın, İslam davetinin muhatabı olduğu görülmektedir. Hz Muhammed’in Bilal’e, ‘Habeşin ilk meyvesi’, Süheyb’e, ‘Rum’un ilk meyvesi’ demesi bu vizyonun göstergesidir. “Selman ise İran asıllı ilk Müslüman idi. İslam’ın Araplarla sınırlı olmadığını Hz Muhammed faaliyetleri ile açık ve net olarak göstermiştir. Daha sonra da bütün topluluklara İslam’ın anlatılması için elçiler gönderilmiştir.” (Thomas Walker Arnold, İslam’ın tebliğ tarihi, s. 52) O nedenle de dünyanın dört bir tarafında 1400 senedir her milletten insana tebliğ yapılmaya devam etmekte ve her toplumdan insanlarda yüzlerce yıldır bu davede akın akın icabet etmektedir. ‘İslam’ın Dünyada Yayılışı’ adlı yazımıza bakılabilir. Tabii diğer bir alternatif te bu kadar zamandır bu kadar inananı olan bu dinin mümessillerinin bunun farkına varamayıp ateist ve oryantalistlerin bunu görebilmeleridir!’ Bu da bir bakış açısı tabii…

“Kur’an, insanların sorunlarını çözen öneriler ileri sürdüğü için evrenseldir. Kur’an’ın ilk muhatapları cahiliye Araplarıdır. Fakat onların sorunları bugün dahi bütün dünyanın içine düştüğü sorunlardır: Şirk, kibir, içki, faiz, zina, hırsızlık, gıybet; iyiliksizlik, adaletsizlik, yardımlaşmama gibi.” (Ahmet Bayraktar, Ateizmus 1, s. 73, 144) “Ateistlerin neredeyse baş tacı ettikleri komünizm, sosyalizm ve anarşizm gibi ideolojilerin ilk metinleri belli bir dilde üretildi. Karl Max’ın İngilizce yazması, bu ideolojinin Rusya’da kabul edilmesine engel teşkil etmedi. Hz Muhammed, Mekke Panayır yerine gelen her milletten insana İslam’ı duyurmayı görev bilmiştir. Medine Döneminde ise İranlı, Rum, Habeşli her ırktan ve her renkten Müslüman olanlar ayrıca, Bizans, İran, Mısır gibi  dönemin en güçlü devlet adamlarına yazdığı davet mektupları vardı.” (Prof. Cağfer Karadaş, Kafama takılanlar 2, s. 114, 115) “İnsanlığın ilk yerleşim yeri Mezopotamya ve Maveraünnehir bölgesidir. Peygamberler sadece Ortadoğu’dan çıkmamıştır. Ama insanlık, orada başlamış, eski medeniyetler orada kurulmuştur.” (Prof. Ramazan Altıntaş, Gençler inançtan soruyor, s. 46, 49) Hadis kaynaklarında zaten, 124.000 veya 224.000 peygamber gönderildiği açıkça ifade edilir. (Ahmet b. Hanbel, Müsned, V/265-66) Bu konunun daha kapsamlı anlaşılması için ayrıca, İslam’ın Peygamberimizle başlamadığını hatırlatalım. “İslam tüm dinlerin özüdür.” başlıklı yazımıza bakılabilir. Kuran’a göre Musa’da (A’raf, 104, Yunus, 90), Nuh’ta (Yunus, 72), İbrahim ve Yakup’ta (Bakara, 120-132), Yusuf’ta (Yusuf, 38-40, 101), İsa’da (Ali İmran, 51-52) Müslümandır. İslam ise tümünü kapsayan (Ali İmran, 84, Bakara, 137) tek ilahi dindir.

Allah’ın kendi için “Biz” kelimesini kullanması

Bu konu, “Kuran’da ‘Ben, O, Biz’ ifadelerinin kullanımı” adlı yazımızda ele alınmıştır.

Haman kimdir?

Tevrat’ta Hz. Musa’nın hayatını anlatan bölümde, Haman’ın adı hiç geçmez. Fakat Haman ismi Kitabı Mukaddeste, Hz. Musa’dan yaklaşık 1100 sene sonra yaşamış ve Yahudilere zulmetmiş bir Babil kralının yardımcısı olarak geçmektedir. Kur’an’ı Peygamberimizin Tevrat ve İncil’den bakarak yazdığını iddia eden oryantalistler, Hz. Muhammed’in bu kitaplarda anlatılan bazı konuları Kur’an’a yanlış aktardığını ileri sürmektedirler. Oysa bu iddianın tümüyle dayanaksız olduğu Mısır hiyeroglifinin bundan yaklaşık 200 yıl önce çözülüp, Eski Mısır yazıtlarında “Haman” isminin bulunmasıyla ortaya çıkmıştır. 200 yıl öncesine kadar Eski Mısır dilinde yazılmış kitabeler ve yazılar okunamıyordu. MS. 2. ve MS. 3. yüzyılda Hıristiyanlığın yayılması ve kültürel etkisiyle Mısır, dinini olduğu gibi dilini de unuttu, yazılarda hiyeroglif kullanımı azaldı ve zamanla da sona erdi. Hiyeroglif yazısının kullanıldığı bilinen en son tarih MS. 394 yılına ait bir kitabedir. Bundan sonra bu dil unutulmuş ve bu dilde yazılmış yazıları okuyabilen ve anlayabilen kimse kalmamıştır. Ta ki bundan yaklaşık iki yüzyıl öncesine dek. Eski Mısır hiyeroglifi 1799 yılında, Rosetta Stone adı verilen MÖ. 196 tarihine ait bir kitabenin bulunmasıyla çözülmüştür. Bu tabletin özelliği üç farklı yazıyla yazılmış olmasıydı: Hiyeroglif, demotik (hiyeroglifin el yazısı şekli) ve Yunanca. Yunanca metnin de yardımıyla tabletteki Eski Mısır yazısı çözülmeye çalışılmış, Tabletin tüm çözümü, Jean-Francoise Champollion adlı bir Fransız tarafından tamamlanmıştır. Böylece unutulan bir dil ve bu dilin anlattığı tarih aydınlanmış ve eski Mısır uygarlığı, onların dinleri ve sosyal yaşantıları hakkında birçok şey öğrenilmiş oldu. (https://tr.wikipedia.org/wiki/Rosetta_Taşı) Hiyeroglifin çözümüyle konumuzu da ilgilendiren çok önemli bir bilgiye daha erişilmiş oldu: “Haman” ismi gerçekten de Mısır yazıtlarında geçiyordu. Viyana’daki Hof Müzesi’nde bulunan bir anıt üzerinde bu isimden söz edilmektedir. Aynı yazıtta Haman’ın Firavun’a olan yakınlığı da vurgulanıyordu. (Walter Wreszinski, Aegyptische Inschriften aus dem K.K. Hof Museum in Wien, 1906, J C Hinrichsche Buchhandlung) Tüm yazıtlara dayanılarak hazırlanan, “Yeni Krallıktaki Kişiler” sözlüğünde ise Haman’dan “Taş ocaklarında çalışanların başı” olarak bahsedilmektedir. (Hermann Ranke, Die Ägyptischen Personennamen, Verzeichnis der Namen, Verlag Von J J Augustin in Glückstadt, Band I,1935, Band II, 1952) Gerçekten de ortaya çıkan sonuç müthiş bir gerçeği ifade ediyordu. Haman Kur’an’a karşı çıkanların aksine, aynen Kur’an’da geçtiği gibi Hz. Musa zamanında Mısır’da yaşayan bir kişiydi ve Kur’an’da bahsedildiği gibi o Firavun’a yakın ve inşaat işleriyle ilgili bir kişiydi. Nitekim Kur’an’da, Firavun’un kule yapma işini Haman’dan istemesini aktaran ayet de bu arkeolojik bulguyla tam bir uyum içindeydi: “Firavun dedi ki: “Ey önde gelenler, sizin için benden başka ilah olduğunu bilmiyorum. Ey Haman, çamurun üstünde bir ateş yak da, bana yüksekçe bir kule inşa et, belki Musa’nın ilahına çıkarım çünkü gerçekten ben onu yalancılardan (biri) sanıyorum.” (Kasas, 38) Sonuçta, Eski Mısır yazıtlarında Haman’ın adının bulunması Kur’an aleyhinde birtakım zorlama iddialar getirenlerin bir iddiasını daha boşa çıkarmakla kalmayıp Kur’an’ın gerçekten Allah katından olduğunu da bir kez daha ortaya koymaktadır. Zira Kur’an Peygamber devrinde ulaşılması ve çözülmesi mümkün olmayan bir tarihi bilgiyi mucize şeklinde bize aktarmaktadır! Kitabı Mukaddeste geçen Haman bölümü birçok batılı araştırmacı (Prof. Albert A.List, Lewis paton, Carey Moore) kurgu, hatta abartılı komedi içerikli hikâye-masal olarak nitelemektedirler. Kur’an’da geçen Haman karakteri ise eski ahitteki senaryodan çok farklı özellikler gösterir. Kitabı Mukaddesteki Haman karakteri ile ancak isim benzerliğinden bahsedilebilir. Çünkü iki karakter arasında hem zaman hem mekân farklılığı bulunmaktadır. Oxford üniversitesi öğretim üyesi Adam Silverstein (“Hāmān’s Transition From Jāhiliyya To Islam”, Jerusalem Studies In Arabic And Islam, 2008 (published 2009), Volume 34, pp. 285-308.) Ahitteki Haman ile Kur’an’daki Haman arasında üç fark olduğunu belirtir ve aradaki zaman-mekân (Ahitte İran’dan bahsedilmektedir!) farkı, karakterlerin özellikleri ve anlatılan konuların farklılığı üzerinde geniş açıklamalar yapar! Tüm bu farklılıklar, Kur’an’a kaynaklık yapamayacağının da delilidir. (A. H. Jones, “Hāmān”, in J. D. McAuliffe (Ed.), Encyclopaedia Of The Qur’an, 2002, Volume II, op. cit. p. 399) Not: Haman adının Mısır yazıtlarında h-m-n-h  kökeni ile geçtiğini ve haman ile yazıtlardaki hmnh’nin aynı şey olmadığını ileri süren bir görüş vardır. Bu iddiada bulunan kişi hemen sonra haman kelimesinin Humajun  kelimesinden türediği de ileri sürmüştür. Yani Güya Kur’an’a cevap verdiğini iddia eden bu kişi, hmnh kökeni ile haman aynı değil derken, haman kelimesinin kökenini ‘humajun’ olarak göstermektedir ki, isimlerin diller arasındaki geçiş sürecindeki değişimini* ilk önce kabul etmeyen bu kişi, sonra kendi iddiasına delil olarak bu değişimi kabul ederek İslam’a saldırmaya çalışmaktadır. Amaç saldırmak olunca kendi ‘cevabında’ bile böyle tutarsızlıkların farkına varamamaktadır müddeiler! Nefret ve ön yargı böyle bir şey! Daha detaylı bilgi için, yaklaşık 45 sayfa İngilizce ve 15 sayfa dipnotlu şu kaynağa bakılabilir: http://www.islamic-awareness.org/Quran/Contrad/External/haman.html İşin ilginci, farklılıklardan haberdar olanların bu defa konuyu Muhammed yanlış anlamışa getirip yine hata aramaya devam etmeleridir! Kısaca önyargılı bakış açısı ve sübjektif bir bakış açısına sahip olanlarda amaç eksik aramak, çamur atmak olunca, muhatabı ikna etmek mümkün olamamaktadır! “Onların kalpleri vardır, onunla gerçeği anlamazlar, gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır ama onlarla işitmezler.” (A’raf, 179)

Firavun boğuldu mu boğulmadı mı?

“Derken Firavun, Musa’yı ve İsrailoğullarını Mısır’dan sürmek istedi. Biz de onu ve beraberindekilerin hepsini suda boğduk.” (İsra, 103); “Nihayet bizi gazaplandırdıkları zaman onlardan intikam aldık. Hepsini suda boğduk.” (Zuhruf, 55) Ayetler Firavunun boğulduğunu ifade ederken, Yunus 92. ayet: ” Biz de bugün senin bedenini arkandan gelenlere bir ibret olsun diye kurtaracağız. Bununla beraber, insanların birçoğu ayetlerimizden yine de gafildirler.” diyerek boğulmadığını belirtir, bu çelişki değil midir?  Firavun boğulduktan sonra bedeni, ibret olması için sahile atılmıştır, denizde çürütülmemiştir.

Nuh’un tüm Oğulları gemiye bindi mi?

“Nuh da daha önceleri bize yalvarmıştı; biz de onun duasını kabul ettik, kendisini ve ailesini büyük sıkıntıdan kurtardık.” (Enbiya, 76); “O, dedi ki; “Ben, beni sudan koruyacak bir dağa çıkacağım”. Nuh da “Bu gün Allah’ın merhamet ettiğinden başkasını, Allah’ın bu emrinden koruyacak kimse yoktur.” dedi. Derken dalga aralarına giriverdi. O da boğulanlardan oldu.” (Hud 43) İlk ayet ailesi kurtuldu derken, ikinci ayette oğlunun boğulduğu açıkça ifade edilir. Aynı konudaki tüm ayetleri bir arada okursak sorun kendiliğinden hallolur. “Allah: “Ey Nuh! O kesinlikle senin ehlin (âilen)’den değildir. Çünkü o salih olmayan bir amelin sahibidir. Hakkında bilgin olmayan bir şeyi benden isteme! Ben, seni, cahillerden olmaktan sakındırırım.” (Hud, 46) Zaten “yakınlarından maksat da kendisine inananlardır.” (Kur’an Yolu Tefsiri, III/692, Hud, 36) Görüldüğü gibi, Allahu Teâla Nuh’un o oğlunu Enbiya 76. ayette geçen ailesinden bir fert kategorisine koymamış ama inananları (Hud, 36) koymuştur.

Allah’ın oğlu olabilir mi olamaz mı?

“Eğer Allah bir çocuk edinmek isteseydi, elbette yaratacağından, dileyeceğini seçecekti. Ama o bundan münezzehtir. O, tek ve kahredici olan Allah’tır.” (Zümer, 4);  “Gökleri ve yeri yoktan var eden O’dur. Eşi de olmadığı halde, nasıl olur da çocuğu olur? Her şeyi yaratan O’dur. Ve O, her şeyi bilendir.” (En’am, 101) Münezzeh; Uzak, temiz demektir. Ayrıca ayetin sonunda; “O Allah tektir” denilerek yine oğlu olamayacağının altı çizilip sonrada ‘Kahhar’ sıfatına atıfta bulunulup, bu tür iddialarda bulunacaklara nasıl bir sıfatla kendini göstereceğini bizlere haber vermektedir.

Her şey çift mi yaratılmıştır?

Zariat 49 ve Yasin 36. ayetlerde Bütün hayvanlar çift yaratılmıştır deniliyor fakat cifti olmadan bölünerek üreyen birçok canlı vardır. Ayetlerde ‘çift’ diye tercüme edilen kelime Kur’an’da ‘Zevc’ sözcüğü şeklinde geçer. Türkçede bile karı- koca için zevce yani ‘eş’ kelimesi kullanılır. Yani zevç, ‘bir şeyin zıttı ile beraber olması, çift olmasıdır.’ Her şey çifttir. Siyah beyaz, artı eksi, gece gündüz, kadın erkek, beden ruh, dünya ahiret… Müfessirler de  “her şeyden çift çift yaratma”nın anlamını açıklarken daha çok “gece-gündüz, erkek-dişi, yer-gök, insan-cin, iman-küfür, ay-güneş” gibi karşıtlık örnekleri üzerinde durmuşlardır. (Taberi, VVXII/8-9; Elmalılı Tefsiri, XI/4543-4544) “Zevc (çoğulu, ‘ezvâc’) kelimesi, karı koca için olduğu gibi ayakkabılar içinde kullanılır.” (Maurice Bucaille, Müsbet ilim yönünden Tevrat İnciller ve Kur’an, s. 304) Görüldüğü gibi zevç kelimesinden maksat ‘diğeri, karşıtı, zıttı, kendini tamamlayanı’ demektir. “Yüce Allah evreni zıtlıklar ahengi içinde yaratmıştır.”  (Prof. Cağfer Karadaş, Kafama takılanlar 2, s. 44); “Eğer melekler yaratılmamış olsaydı, zıt çiftler halinde yaratılma kanunu bozulmuş olurdu. Varlıklar ancak zıtları olduğunda bilinebilir. Eğer çirkinlik ve kusurluk yaratılmamış olsaydı, güzellik ve kusursuzluk bilinemezdi, hastalık olmasaydı sağlığın ne derece önemli olduğu takdir edilemezdi. Bu sebeple Allah varlıkları çiftler halinde yaratmıştır. Varlıklar zıtları ile bilinir. Kafamızda sıcak diye bir kavram olmasa, soğukta bilinemez.” (Prof. Doktor Soner Duman, Allah’ım sorularım var, s. 82, 199, 267); Fizikçi Paul Dirac: “Her bir elektronun aynı kütle değeri fakat karşıt yükte bir ikizinin olduğu anlaşılmıştır.” (Metin Aydın, Ateizm Yanılgısı, s. 289) der. Evet, sadece canlı değil, cansızlar da çift yaratılmıştır. Evrende canlı-cansız her şey, elektron, nötron ve protonlardan meydana gelir. Bu üç unsurun da eşleri vardır ki bunlar anti elektron, anti nötron, anti protondur. Buna göre her şey çifttir, ikili sisteme sahiptir. Bir zamanlar okullarda atomu tanımlarken “Bölünemeyen en küçük yapı birimi.” şeklinde tarif edilirdi. Zaten atom Yunancada “bölünemez” anlamına gelen “atomos”tan türemiştir. Hâlbuki artık atomunda artı ve eksi yüklü olduğunu bilmekteyiz. Paul Dirac adlı bilim adamının atom parçacıklarının da çift yaratıldığını, yani elektron karşısında pozitronun bulunduğunu tespit edip “Parite Kanunu”nu keşfetmiş (Hubert Reeves, İlk Saniye, s. 29-43; Murray Gell-Mann, Quark and the Jaguar, s. 177-198) ve bu sayede Nobel Ödülü kazanmıştır. Halbuki 1928 yılında ‘elektronun artı yüklü bir eşinin var olması gerektiğini’ söylediği zaman bilim adamlarınca alaya alınmıştı. Yani artı sadece madde değil, ‘antimadde’den de bahsedilmekte, atom ve atom altı parçacıkların hepsinin karşıtının varlığından bahsedilmektedir. Ünlü fizikçi Hawking, zamanın daha kısa tarihi’nde “Karşıt parçacıklardan yapılmış karşıt Dünyalar ve Karşıt insanlar olabilir.” demektedir. Eşeyli üremede ise, aynı türe ait iki bakteri yan yana gelerek aralarında geçici sitoplazmik köprü oluşturur. Bu köprü aracılığıyla DNA molekülü, tamamen veya kısmen bir bakteriden diğer bakteriye aktarılır. Bu gen aktarımı olayına “konjugasyon” denir. Konjugasyon olayı ile yeni özelliklere sahip ve ortam şartlarına uyum yapmış dayanıklı bakteriler oluşur. Eşeyli üremede gen aktarımında bulunan bakteri erkek, geni alan ise dişi olarak kabul edilir. Olay tamamlandığı zaman bakteriler arasında kurulmuş olan sitoplazmik köprü erir. Salyangozun üremesi için de çift olması gerekir. “Salyangozlar hermafrodit (Çift eşeyli) canlılardır. Yani hem dişi ve hemde erkeklik organı aynı hayvanda bulunur. Fakat yine de çiftleşmeleri gerekmektedir.”

Maymunlara dönün ne demek? Bakara, 65; Maide, 60 ve A’raf, 166. ayetlerde insanlar ceza olarak maymuna dönüştürülüyor.

Kur’an usulü hakkında bilgisi olmayan insanların böyle iddialarda bulunması gayet doğaldır. Teşbih, benzetme sanatı Kur’an’ın indiği dönemde, sözlü sanatın geliştiği Araplar arasında çok yaygın olarak kullanılan bir uslüp tarzı idi. Sözlü sanat, şiir o dönemin Araplarında çok yaygın idi. Müberred, el-Kâmil  adlı eserinde: “Şayet bir kimse; Araplar sözlerinde ekseriyetle teşbih  kullanır derse, bu söz doğrudur.” derken, İbni  Abbas: “Kur’an’ın herhangi  bir yeri size kapalı gelirse, şiire (Şiirde kullanılan sanat türlerine ) müracaat ediniz. Zira şiir, arapların divanıdır.” diye açıklamada bulunur. Suyuti, “Mecaz gibi, kinayenin varlığı da alimlerin büyük çoğunluğu tarafından kabul görmüştür.” (Suyuti, İtkan, 2/789) Ayrıca Câhiz el-Beyân ve’t-tebyîn’de, İbn Kuteybe Teʾvîlü müşkili’l-Ḳurʾân’da Kur’an ayetlerinin mecazi anlamlarından söz etmişlerdir. (Nasr Hâmid Ebû Zeyd, el-İtticâhü’l-ʿaḳlî fi’t-tefsîr, s. 93; İbrâhim Ukaylî, Tekâmülü’l-menheci’l-maʿrifî ʿinde İbn Teymiyye, s. 129; Hulusi Kılıç, “Belâgat”, DİA, V/381) Kur’ân ayetlerinin çoğunluğu hakikat tarzında ifade edilmişken bazı yerlerde ise mecaz ifadeler de kullanılmıştır. (Zerkeşî, Burhân, 2/255-299; Suyûtî, İtkân, 494) Bu konuyu daha detaylı ‘Kuran’da teşbih ve mecaz’ başlıklı yazımızda ele aldık. Dolayısıyla Kur’an, mecazı bir üslup olarak vardır ve kullanılmıştır. Mücâhid, İsrailoğullarının gerçekten maymun olmayıp sadece kalplerinin değiştirildiğini söylemiştir. Bu yoruma delil olarak da, “Tevrat’ı taşımakla yükümlü olup da onun hakkını vererek taşımayanların hali, ciltlerce kitaplar taşıyan eşeğin hali gibidir.” (Cuma, 5) ayetinde görevini yerine getirmeyen Yahudiler’in ‘yük taşıyan eşeklere’ benzetilmesini getirmiştir. (Mücâhid, Tefsîr, s. 205; Taberî, I/332; Prof İsmail Çalışkan, Hakikat ve Mecazın Belirleyicisi Müfessirdir, İslâmî ilimler dergisi, yıl 8, cilt 8, sayı 1, bahar 2013, s. 145) Zaten Türkçede bile, ‘Hevesi, zevki, kararı sık sık ve çabucak geçen kararsız kimse’ anlamında, “Maymun iştahlı” terimi kullanılmaktadır. Gazeteci Ertuğrul Özkök’ün bir yazısının başlığı ‘Ben bir domuzum’ şeklindedir. (Hürriyet, 12.4.2012) Aynı yazısında Özkök, “Bugüne kadar kendimi “bonobo maymunu” sanıyordum, meğer bir domuzmuşum” diye devam etmektedir. Biz Sayın Özkök’e yazılarını yazarken daha dikkatli olmasını tavsiye edelim, yazısını ciddiye alan ateistler çıkabilir!

Ahzab 53. ayette Muhammed, eve gelen misafirlerini Allahın sözleriyle kovuyor.

Ayet, evlere izinsiz girmemeyi tavsiye ediyor. Oturma, konuşma, misafirlik adabından bahsediliyor. Bunlar görgü kurallarıdır. Bu kural sadece efendimizin evi değil tüm evler için geçerlidir. Cahiliye dönemi bu kurallardan habersiz insanlar, her konuda olduğu gibi bu konuda da, efendimiz vasıtası ile eğitilmektedir. Zaten aynı surenin 21. ayeti bize efendimizin bizim için “Güzel bir örnek ” olduğu açıkça ifade edilir. O, kendi yaşantısı ile bize örneklik teşkil etmektedir ve bu onun ilahi görevlerinden biridir. Ayrıca bizzat efendimiz bu kurallara zaten uymakta, izin almadan ve selam vermeden evlere girmemekte, izin gelmezse geri dönmekte idi. (Zâdu’l-Me‘âd, 2/381; Rıyazu’s-salihin, 872)  

İsrailliler üstün müdür? Casiye 16, Bakara 47,122. ayetlerde İsraillilerin dünyaya üstün kılındığı anlatılıyor.

Casiye 16. Ayet zaten üstün olma nedenlerini sıralıyor: “Biz, şüphesiz İsrâiloğulları’na da ‘kitap, hüküm ve peygamberlik’ verdik, kendilerini diğer topluluklardan üstün kıldık.” Bakara suresinde ise bu ilahi dinin gönderilmesi bir nimet olarak vasıflandırılıyor. Yani israiloğullarına verilen üstünlük, onlara gönderilen ‘ilahi vahiy, manevi sorumluluk’ idi. Hak din onlara gönderilmiş, onu tebliğ edip yayarak, maddi ve manevi üstünlüklerini koruyacaklarına zamanla ilahi dini bozmuşlar, azgınlık göstermişler, dolayısı ile üstünlüklerini de kaybetmişlerdir. Günümüzde de ilahi mesaja uyanlar, yaşayanlar üstün olarak ilan edilmişlerdir. “Sizin en üstün olanınız, takvâda en ileri olandır.” (Hucurat, 13); “Eğer inanıyorsanız en üstün olan, sizlersiniz.” (Ali İmrân, 139) Kısaca, İslam’da ne üstün ırk vardır ne de ırkçı bir yaklaşım. Prensipler bellidir; uyan üstün olur, hem dün hem bugün!

Ahzab 50-52. ayetlerde hemen hemen bütün kadınlar Muhammed’e helal kılınıyor.

Efendimizin evlilik hayatına baktığımız zaman bu yorumun hayata geçmiş olduğunu görüyor muyuz, hayır! Pratikte uygulama safhasına geçirmeyeceği ayeti neden Kur’an’a yazsın (!) o zaman? Demek ki ateistlerin ayetten anladığı ile ayetin vermek istediği mesaj aynı değil! Peki, gerçek ne? Ayetin ilk kısmı sadece efendimize değil, tüm inananlara hitap eder, yani ilk bölüm zaten özel değil genel hüküm bildirir. Ayet önce mehrini vererek evlenilebilecek olan kadınlardan bahseder, bu genele hitaptır. Sonra ise efendimize özel olan duruma geçer: Ayetin ikinci bölümde efendimizle mehirsiz evlenmeyi kabul edenlerden bahsedilir ki, bu da zaten ayette açıkça ifade edilir: Kendini, mehir almadan efendimize hibe eden yani karşılık beklemeden; mehri almadan efendimizle evlenmek isteyenlerden bahsedilir ki, mehirsiz evlilik sadece peygamberimize özeldir ve bu da karşılıklı rıza iledir. Kısaca ayetin ilk bölümü genel, ikinci bölümü ise efendimize özel durumu açıklar. 52. ayette de  ateist  iddianın aksine “Bundan sonra artık başka kadınlar sana helâl olmaz.” denilmektedir ki ateistlerin Kur’an’da var dedikleri çelişki kendi iddialarında bulunmaktadır aslında: Kur’an’ı kendi yazdı ise neden kendini sınırlasın, tüm kadınları kendine helal kılmışsa neden evlenmedi? Ayetin ikinci kısmı efendimize özel olsa da oradan da genele ait bir hüküm çıkarılabilmektedir: Mehirsiz evlilik yapılamaz!

Fetva ile takva kavramları. Bir yandan: “İyilik ve fenalık bir değildir. Sen fenalığı en güzel şekilde sav; o zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kişinin yakın bir dost olduğunu görürsün.” (Fussilet, 34) seklindeki hükümler, diğer yandan bunlara ters düsen: “Ey inananlar. Size kısas farz kılındı. Ey akil sahipleri kısas’ta sizin için hayat vardır.” (Bakara 178-179) Ya da, “Bir kötülüğün karşılığı, ayni şekilde bir kötülüktür.” (Şura, 40) seklindeki hükümler bulunur Kur’an’da.

Ayetler Müslümanların önüne iki şık sunmakta ve fetva ile takva arasında tercih yapabileceklerini buyurmaktadır. Her Müslüman fetvalara göre yaşamalıdır ki, bunun içinde kısasta vardır. Ama olaylara takva boyutu ile bakar, af edici olur, bağışlarsa ecrini, mükâfatını Allah insana kat kat verir ki, bu İslam’ı yaşamada ileri boyutta olanların tercih edebileceği diğer bir yoldur. Ama ne fetva ve ne de takva İslam’a aykırıdır ve ne de birbiri ile çelişirler. Sadece İslam’ı yaşamada takva daha ileri bir aşamadır. Kısas’tan amaç adalettir. Ama sevap için afta İslam ruhuna uygun, daha güzel bir davranış biçimidir. Örneğin bir erkek haksız yere öldürülse, şeriata göre yakınlarına üç şık sunulur: Ya devlet katili idam eder ya kan bedeli karşılığı para alınıp katil af edilir ya da işin takva boyutu gündeme gelir; Allah rızası için katil karşılıksız af edilir. Her üç şıktan hangisini tercih ederse etsin, sonunda maktulün ailesi tercihte bulunduğu için, kan davası başta, toplumsal sorunlar da baş göstermez.

Hıristiyanlar cennete girebilecek mi? Bakara 62. ayette Yahudi ve Hıristiyanların cennete girebileceğinden bahsediyor, fakat Ali İmran 19, 85, 113; Maide, 69; Hac, 17; Bakara, 136. ayetlerinde ise hak dinin İslam olduğundan bahsediyor.

Maide 69. ayette, Bakara 62. ayet ile aynı içeriğe sahiptir. Bozulmamış, aslî unsurlarını muhafaza eden her din mensubu cennete girecektir. Yani İslam öncesi yaşayan veya İslam’dan habersiz olanlardan ‘Allah’a, ahirete inanıp iyi iş yapanlar’ cennete gireceklerdir. Yoksa geri kalanlar için efendimiz şöyle buyurmaktadır: “Kim benim peygamber olarak geldiğimi işitmeden önce İsa’nın dini ve İslâm üzere ölürse o hayırdadır. Ama bugün kim beni işitir de bana iman etmezse o da helâk olmuştur.” (Taberî, I/253-257) Yani, tahrif edilip bozulan, İsa figürlü heykellerle puthaneye dönen günümüz  kiliselerine giden Hıristiyanlar ve ırkçı zalim Siyonist Yahudiler tabii ki cennete gidemeyeceklerdir. Günümüzde hak din sadece İslam’dır. Hristiyanlık ve Yahudilik aslî hüviyetlerini kaybedip bozulmuşlardır. Tek ilaha inanıp, putları reddeden tek din İslam’dır: Beyyine, 6; Nisa, 150-151; Maide, 17; Tevbe, 30-31; Bakara, 116; Bakara, 105; Bakara, 89. “Şüphesiz, Allah katında tek din, İslâm’dır.” (Ali İmran, 19);”Kim, İslâm’dan başka bir din ararsa, bilsin ki; kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır.” (Ali İmran, 85); “Bugün size dininizi olgunlaştırdım ve size nimetimi ta­mamladım ve size din olarak İslam’ı beğendim.” (Mâide, 3) “Kur’an’ın Bizans ve Roma medeniyetlerinin tamamen göçmüş olduğu, Musevilik ve Hristiyanlığın bozulmuş inançlara sahip göründükleri bir devirde vahyedilmiştir. O Kur’an daima gerçek olan, çökmeyecek bir altın çağ açacaktır.” (A. J. Arberry,  The Holly Koran, s. 30)

Hz. İbrahim’in babası Azer mi Tareh mi? Hz. İbrahim’in babasının isminin aslında Azer değil de Terah olduğu, Hz. Muhammed’in “Yahudilerin kutsal bildikleri Tevrat ve Talmut gibi kitapları bilenlerden bilgi edinirken böyle bir yanılgıya düştüğü” iddia edilmektedir.

Hz Muhammed’in Kur’an’ı kendi yazdığı ve yazarken de Tevrat ve İncil’den faydalandığı iddiası oryantalistlerin temel iddialarından birisidir. Bu konuyu ‘Oryantalistlere cevap’ verdiğimiz yazılarda detaylı şekilde ele alıp cevapladığımız için geçiyoruz. İçerisinde “Hani İbrahim babası Âzer’e, “Sen putları ilah mı ediniyorsun? Şüphesiz, ben seni de, kavmini de apaçık bir sapıklık içinde görüyorum” demişti.” (En’am, 74) ayetleri de bulunan En’am suresi, Mekkî bir suredir, yani mekke’de nazil olmuştur. Mekke’de ise Yahudi yoktur. (Doç. Dr.İsmail Hakkı Atçeken, Bazı oryantalistlere göre asr-ı saâdet’te yahudiler, İstem, Yıl:2, Sayı:4, 2004, s. 106, 108) Yani Yahudilerden bilgi edinme gibi bir durum söz konusu değildir. İkincisi Medine’de mevcut bulunan Hayber, Beni Kurayza, Beni Nadir gibi Yahudi kabilelerinden neden hiç bir Yahudi itiraz edip: “Sen bunu bizim kitaptan aldın ama yanlış almışsın” dememiştir? Kaynaklar onların birçok itirazlarını bizlere haber veriyor ama kaynaklarda bu yönde hiç bir itiraza rast gelmiyoruz! Aksine İslam’a giren birçok Yahudi âlimi bulunmaktadır. Mesela, bunlardan en ünlü ve bilgin olan Abdullah b. Selâm (Buhari, II/335; Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned, III/108; İshâk, Sîretü’n-Nebeviyye, I/516-517), Uhud Savaşında hemde Yahudilerce hiçbir işin yapılmaması dini bir zorunluluk olan Cumartesi günü Müslüman saflarında savaşıp ölen Yahudi âlim Muhayrık’a (TDVİA, VVVI/22), Yahudi asıllı bilgin iken Müslüman olup ‘İfhâmu’l-yehûd’ adlı yahudiliğe reddiye yazan Samuel bin Yahyâ el-Mağribî’den (Fatıma Betül Taş, Dini Araştırmalar, Temmuz-Aralık 2015, Cilt: 18, Sayı: 47, s. 243- 269) günümüzde Müslüman olan Haham Aaron Kohen (Hürriyet, 4.11.2008),  Haham Yusuf Hattab (Milli gazete, 8 Ocak 2012) Dr. Uri Davis (Dünya Bülteni, 10.08.2009), Yahudi Haham Mort ve ailesine (Yeni Akit,28.12.2021) dek. Bu konuda, ‘İslam’ın dünyada yayılışı’ adlı yazımıza bakılabilir. Kur’an Tevrat’tan alıntı ile yazılsa idi, İbrahim’in babasının adının âzer olarak değil, Terah olarak Kur’an’da geçmesi gerekirdi. Hâlbuki Kur’an, Tevrat ve İncil’deki yanlışları düzeltmiş, eksikleri tamamlamıştır. Bu konu ileride detaylı olarak ele alınacaktır. Peki, Azer ismi nereden gelmektedir? Bazı İslam âlimleri, Bakara, 133. ayette Arapça baba anlamına gelen ‘Ebun’ kelimesinin ‘ata’ anlamında (Ayette çoğulu olan âbâun: atalar kelimesi geçiyor) kullanıldığını, bu kelimenin amca anlamına da geldiğini (Tecrîd-i Sarih Tercümesi, IV/126) belirtip, Azer’in İbrahim’in babası değil amcası olduğu (İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-nihâye, III/289; Muhammed Seyyid Tantâvî, Tefsiru’l-vasît li’l-Kur’âni’l-Kerim, V/108; Sa‘îd Havvâ, el-Esâs fi’t-tefsir, III/1698) görüşünü ileri sürmüşlerdir. Sa’lebî’nin naklettiğine göre, daha önce adı Terah iken, puthanede adı Âzer’e çevrilmiştir. Çünkü Âzer puthanedeki bir putun adı idi. (Tecrid-i Sarih Tercümesi, IV/126) Terah ve Âzer’den birisinin ismi diğerinin de lakabı olması da muhtemeldir. (Muhammed b. Ömer Fahruddin er-Râzî, ‘Ismetu’l-enbiyâ, VIII/31-32) İşin asıl ilginç tarafı, ateistlerin, muharref/bozulmuş İncil ve Tevrat’taki bilgileri doğru kabul ederek, onların bozulduğunu ileri süren Kur’an-ı Kerim’de Tevrat’la İncil’e aykırı bilgiler bulunduğu gerekçesiyle Kur’an’ı eleştirmeleridir. Ateistsen neden kaynağın Tevrat ve İncil, değilsen neden ateizmin arkasına saklanarak Kur’an’a saldırıyorsun?

Kur’an’daki yeminler

Ateist bir yazar, “İnandırmak İçin Kur’an’daki Tanrı’nın And İçmeleri” başlıklı  yazısına “Kur’an’ın Tanrı’sıyla Tevrat’ın Tanrı’sının birçok benzerlikleri vardır.” diyerek başlar. Aklınca Hz. Peygamberin, İslam’ı Yahudilerden aldığını iddia etmektedir. Halbuki Kur’an sürekli olarak Tevrat’ı ve İncil’in de Allah tarafından gönderildiğini fakat zamanla onların tahrif edildiğini söyler. Bu konuda” İslam tüm dinlerin özüdür.” Adlı yazımıza bakılabilir. Kur’an Arapça indirilmiştir: “Her peygamberi kendi milletinin diliyle gönderdik.” (İbrahim, 4); “Biz onu sana, aklınızı çalıştırasınız diye, Arapça bir Kur’an olarak indirdik.” (Yusuf, 2) Dolayısıyla Kur’an’ı,  indirildiği dil ve edebiyatı dikkate alarak anlamaya çalışmak gerekir ki, bunu en başta yukarıda da ifade etmiştik. Türkçe dil kuralları bazı alınarak İngilizce, Fransızca metinler anlaşılmayacağı gibi, Arapça bazı deyim veya dile özel kullanımlarda hemen anlaşılamaz. Mesela, tercümesi yapılan eserlerin dilinin özelliklerini dikkate almayanbu tür kafa yapısına sahip olan taassup ehli (Mutaassıp) bir ateist, İngilizcede “çok yağan yağmuru” ifade için kullanılan, “It’s raining cats and dogs.” (Gökten kedi köpek yağıyor) ya da Fransızcadaki “il pleut des cordes” (Gökten ip yağıyor) cümleleri okusalar nasıl anlardı? Gelelim konumuza. Seyyid Şerif Cürcani, ‘Kitabu’t-Tarifât’ isimli  eserinde yemini şöyle tarif eder: “Lügatte; “kuvvet” demektir. Şer’i ıstılahta (terim) ise; “Allah’ın ismini söyleyerek veya alakalandırarak, haberin iki tarafından birisini kuvvetlendirmektir.” Yani ateistlerin iddia ettiği gibi “inandırmak için” değil anlamı ‘kuvvetlendirmek için’ kullanılır yemin! Celaleddin es-Suyuti de “İtkan” adlı meşhur eserinde, “Kasem (Yemin) ile maksat, haberin gerçekliğini ortaya koymak ve onu pekiştirmektir.” der. Ayrıca Sözün ‘büyüklüğünü, değerini’ göstermek içinde yeminin kullanıldığını söyler. (Suyuti, Itkan, II/250, 345) Nitekim Ebu’l-Kasım Kuşeyri de, “Muhakkak ki Allah kasemi, delilin mükemmel olduğuna işaret ve pekiştirme için ifade etmiştir.” demektedir. Kısaca, Arapça’da bir şeyin önemini, değerini bildirmek için onunla yemin yapılır. Bir şeyin iğrençliğini, adiliğini bildirmek içinde beddua. Yoksa Allah istese hemen bir emir ile yok eder. (Bahaettin Sağlam, İsmail Acarkan, Turan Dursun ve Din, s. 162) Arapça’da edebi eserlerde yemin çok kullanılır. (Prof. Süleyman Ateş, Gerçek din Bu 1, s. 156) Kuran’da “Arap edebiyatının en yüksek üslubu ile inmiştir. Yemin de bu üslubun vazgeçilmez bir yönüdür. Bundan dolayı, vurgulanması gereken bir konu, yeminle vurgulanarak anlatılmıştır. Özellikle de tevhit ve bu çerçevede olan konular yeminle vurgulanır. (Ateş, s. 161) Yine, İslam’dan önce de Arapların sosyal hayatında yeminin rolü büyüktür. Bunun detaylarını Johs Pedersen “İslam Ansiklopedisi”nde etraflıca izah etmiştir. (İslam Ansiklopedisi, VI/374-378) Arapların öteden beri alıştıkları bu usulü Kur’anı Kerim muhafaza etmiştir. (TDVİA, II/290) Yüce Allah indirdiği ayetlerini ve delillerini, bu türlü yeminlerle ‘pekiştirmiştir.’ Bunda garip görülecek bir taraf yoktur. Kur’an’ın o anki muhatabı Arap dilini kullanan insanlardı ve hiç bir Arap müşrikte “Allah, Kur’an da niye yemin ediyor?” diye sormak aklına gelmemiştir. Çünkü bu üslup o dile göre normaldir. Yemin her zaman ‘pekiştirmek’ için değil, bazen de o şeyin ‘kıymetine işaret etmek ve kadrini yüceltmek için de’ kullanılır. Yemin, bir şeyin faziletli oluşuna ya da faydasına da işaret eder. “Tin” suresinde Yüce Allah “zeytine ve incire” yemin edilip dikkat çekilmesi gibi. Arapça dilinde bir kural olan isim tamlamasındaki birimnci isim olan ‘muz’af eğer biliniyorsa, hazfedilebilir; yazılmaz.’ Mesela, ayette geçen “Ve’ş-şemsi” (Güneşe yemin olsun) kelimesi “Ve Rabb’i’ş-Şemsi” (Güneşin rabbine yemin olsun) demektir. (Suyuti, Itkan, II/346) Özetle, Kur’an’da neye yemin ediliyorsa, o dilin özelliği gereği, muhatabın ona dikkatini çekmek ve oradan da gerçeğe ulaşmasını ister, amaçlar. ‘Yemin edilenler bilinçli ise şahit, bilinçsiz ise delil hükmündedir!’

Kocası ölen bir kadın ne sürede iddet bekler? Ayetlerin birisinde bir yıllık bir süreden söz edilirken diğerinde ise dört ay on günlük bir süreden söz edilir.

 “Ölüp de geriye eşler bırakan erkekleriniz, eşlerinin evlerinden çıkarılmaksızın bir yıl boyunca geçimlerinin sağlanmasını vasiyet etsinler.” (Bakara, 240); “İçinizden ölen erkeklerin geride bıraktığı eşleri, dört ay ve on (gün) beklerler.” (Bakara, 234) Bakara suresinin 240. ayetinden maksat, dul kalmış kadınların kocalarının evinde bir yıl kalma hakkının olduğunun bildirilmesidir. Kocası öldükten sonra miras paylaşımında kocaya ait ev farklı kişilere miras olarak kalmış olabilir. Bu durumda kadının bu evde bir yıl oturma hakkı vardır. Ayrıca geçiminin de sağlanması gerekir. Bakara Suresi’nin 234. ayetinde ise, kocaları ölen kadınların dört ay on gün süreyle beklemeleri ve bu süre içinde evlenmemeleri gerektiği bildirilmektedir. Ama kadın 4 ay 10 gün sonra isterse evden ayrılır ve başka birisi ile evlenebilir. Dolayısıyla iki ayette kadın için farklı iki durum hakkında hüküm bildirildiği görülmektedir.

Yılan mı? Ejderha mı?

“Böylelikle (Musa) asasını fırlatınca, anında apaçık bir ejderha oluverdi.” (A’raf, 107);  “Böylece, onu attı; (bir de ne görsün) o hemen hızla koşan (kocaman) bir yılan (oluvermiş).” (Taha, 20) A’raf suresindeki ve Taha suresindeki anlatılan iki olay birbirinden farklıdır.  Aynı konudan söz edilmemektedir. Eğer ayetten önceki birkaç ayet okunsa bu rahatlıkla anlaşılabilecektir. A’raf suresinin 107. ayetinde firavunla karşılaşma esnasında yaşanan bir olay anlatılır ve ona karşı Musa asasını atar. Taha suresinin 20. ayetinde ise Firavuna gitmeden önce Allah Musa’ya verdiği mucizeleri gösterirken, asasını atmasını ister. (Bülent Tatlıcan, kur’an’da çelişki yoktur, s. 80) Bunun dışında iki ayette geçen kelimeler birbirinden farklı olsa da, ortak sözlük anlamları vardır. Sözlüğe bakıldığında ikisini de “yılan” anlamı olduğu görülecektir. Mesela Taha 20. ayette geçen kelime “Hayyatun”nun anlamı “yılan”dır. (Kur’an’ı kerim lügatı, s. 160) A’raf 107 deki “Su’bân” kelimesinin de yılan anlamı vardır. (Kur’an’ı kerim lügatı, s. 112) Bunlar eş anlamlı kelimelerdir. Flamur Kasami’de bu konu hakkındaki ayetlerden yılanın büyüme aşamalarından bahsedildiğini söyler. Önce “Hızla sürünen bir yılan” (Taha, 20) iken Fravun’un karşısında ejderhaya dönüşmüştür. (A’raf 107; Şuara 32) “Yılan haline geldiği anda küçük ve hızlı bir yılan oldu. Sonra büyük bir yılan haline gelecek şekilde gelişti. Buna göre ”cân’ kelimesi (Neml, 10; Kasas, 31) ile bir hali, ‘su’bân’ kelimesi ile de diğer hali kastedilmiştir. (Flamur Kasami, Kur’an’da çelişkili gibi görünen ayetler, s. 157-159)

Şeytan Melek mi yoksa Cin mi?

 “Meleklere, Adem’e secde edin demiştik de iblis müstesna hepsi secde etmişlerdi.” (Bakara, 34)

Ayette Allah, iblisi meleklerden ayrı tutmuştur. Ayette gecen ‘İlla iblis: iblis dışında’  cümlesi, meleklerle beraber anılan bir çoğul cümlenin, bunun dışında bırakılan istisnasını ifade etmektedir. Burada Allah’ın seslendiği varlık meleklerdir. Dolayısıyla çoğunluğa sesleniş tarzı, cümlenin kurulumunda etmendir. Örneğin, “müdür kapıdan içeri girince, tüm öğrenciler ayağa kalktı, yalnız öğretmen hariç.” cümlesi bu manayı teyit etmektedir. Burada cümle çoğunluğa göre kurulmuş ve çoğunluğun içinden olmayan istisna da cümlenin sonuna eklenmiştir. Aynı ayette; “ O, yüz çevirdi (ebâ), kibirlendi (ve’stekbere) ve kafirlerden oldu (ve kâne mine’l-kafirîn).” ayeti de, iblisin meleklerden olamayacağının göstermektedir. Çünkü melekler asla Allah’ın emrine isyan etmezler. (Tahrim, 6) İblis kibir gibi bir özelliğe sahipse, bu onun cinlerden olduğunun alametidir; İnsan henüz yeni yaratılıyor, bunun dışında kibirlenme özelliği olan tek yaratık cinlerdir. İnsan ve cinler dışındaki tüm varlıklar Allah’ın emrine itaat (secde, tespih) ederler: Güneş ışık verir, arı bal yapar, dünya yörüngesinde hareket eder, melekler kendilerine verilen görevi ifa ederler. ‘Kâfirlerden oldu’ kelimesiyle, olmadan önceki halinin, meleklerle beraber itaat ettiğini ve Allaha karşı gelmediği anlaşılmaktadır. Aslıda Kehf süresinin 50. ayeti tümüyle konuya açıklık getirmektedir: “Yine o vakti hatırla ki biz, meleklere: “Âdem’e secde edin!” demiştik. İblis hariç olmak üzere onlar hemen secde ettiler. İblis cinlerdendi, Rabbinin emrinden dışarı çıktı.” Bakara 34. ayetteki istisna burada ifade edilmiş, “İnsan ve cinlere has olan” kibirlenebilme özelliği Âdem babamızın yaratılması ile depreşmiş, melekler seviyesinden iblis seviyesine inmiştir. Zaten insanlarda tıpkı cinler gibi melekler seviyesine de yükselebilir, aşağıların aşağısına da inebilir. Üstün ve izzet sahibi olup (İsra, 70)  ” En güzel bir biçimde yaratılan.” (Tîn, 4) insan zalimlik yapıp kibirlenirse (Ahzâb, 72; Bakara, 206) “Aşağıların aşağısına inip” (Tîn, 5) ” Hayvanlardan daha aşağı.” (Furkan, 44) seviyeye düşebilir ki iblisin içine düştüğü durum da buna örnek teşkil etmektedir.

Melekler Allah’a karşı gelebilir mi? “Göklerde ve yerde bulunan canlılar ve melekler büyüklük taslamadan Allah’a boyun eğerler. Üzerlerinde hakim ve üstün olan rablerinden korkarlar ve emrolundukları şeyleri yaparlar.” (16:49-50) “Hani meleklere, “adem için saygı ile eğilin” demiştik de iblis hariç bütün melekler hemen saygı ile eğilmişler, iblis (bundan) kaçınmış, büyüklük taslamış ve kâfirlerden olmuştu.” (2:34) Bu çelişki, iblis’in bir melek olup olmadığı çelişkisi ile de alakalıdır.

İlk düğmeyi yanlış iliklersen devamı da böyle yanlış gelir. İblis melek değil ateist, pardon cin idi.

Tanrı kendi kaldırabileceğinden daha ağır bir taş yaratabilir mi?

Bizde bir soru soralım: Bir Giritli “bütün Giritliler yalancıdır” dese, bu Giritli doğrumu söylüyor yoksa yalan mı? ‘Su her şeyi ıslatır, suyu kim ıslatmıştır?’ Evet, tüm bu sorular mantıksızdır ve amaç ta demagojidir. Burada da, “Allah’ın gücü” ve “yaratmak” kavramları birlikte sunulmuş, iki sıfatın yarışına girişilmiştir. Kendi kaldıramayacağı bir taştan bahsedersek; güçsüz, yaratamayacağını ifade edersek; yaratıcılık sıfatı zedelenen bir tanrıdan bahsetmiş oluruz. Bu soru mantıksızdır. Çünkü, Yaratılması düşünülen varlığın şu anda mevcut olmadığı kabul edilmektedir. Hayal edilen varlığın yaratılması, Allah’tan beklenmekte, böylece Allah’ın yaratıcı olduğu, o hayalî varlığın ise yaratılan olacağı kabul edilmektedir. O hayalî varlığın yaratılması, Allah’tan istendiği gibi, onun büyüklüğü, gücü, dirayet ve azameti de Allah’tan istenmektedir. Kısaca Allah’ın nihayetsiz büyük, yegâne yaratıcı, ezelî ve ebedî mutlak kâdir olduğu; sonradan yaratılan taşın ise yaratılmaya muhtaç, aciz, zelil, miskin olduğu sonucu ortaya çıktığı halde, tam tersine o hayali varlığın Allah tarafından kaldırılıp kaldırılamayacağı sorgulanmaya çalışılmaktadır. Bu sebeple bu soru hiçbir ilmî değere sahip değildir. “Allah kaldıramayacağı bir taş yaratabilir mi? Kaldıramayacağı bir taş olan zatın Allah olması mümkün olabilir mi?” (Ömer Faruk Korkmaz, Sorun kalmasın, s. 101) Dolayısı ile Allah hem yaratır hemde kaldırır!

Gaybı kimler bilebilir?Kur’an’a göre gaybı yalnız Allah bilir, peygamberlerine bildirebilir, O’nun ve bildirdiği peygamberlerinin dışında kimse bilemez. Tabi bazı ayetler bunu söyleyen ayetleri etkisiz kılar: Ali-İmran, 179; Cin, 26-27. Şu ana kadar bir çelişki yok. Peygamberlerinden istediğine bildirebiliyormuş gaybı. Kur’an’a Göre Peygamberler Erkektir: Enbiy, 7; Yusuf, 109, Nahl, 43. Ayetlere bakıldığında, peygamberlerin erkek oldukları ve Allah’ın gaybı istediği peygamberine bildirdiği, onların dışında da kimseye bildirmediğini anlıyoruz. Ama durum bundan farklıdır:  Kasas, 7: “Mûsa’nın annesine şunu vahyettik: “Emzir onu! Onun aleyhinde bir korku hissedince de nehire bırakıver onu. Korkma, üzülme! Kuşkun olmasın ki, biz onu sana geri döndüreceğiz ve onu resullerden biri yapacağız.” Musa’nın annesine vahyediyor, gaybı bildiriyor (bir kadına). Ali-İmran, 45: “Hani melekler şöyle demişti: “Ey Meryem! Allah, seni kendi tarafından bir kelime ile müjdeliyor ki, adı Meryem oğlu İsa Mesih’tir. Dünyada da, ahirette de itibarlı ve Allah’a çok yakın olanlardandır.” Meryem’e (bir kadına) İsa’nın doğacağını, geleceği, gaybı bildiriyor. Görüldüğü gibi o ayetler, gaybı peygamberden başkasına bildirmiyor derken, bu ayetlerde Allah peygamber olmayanlara gaybı bildiriyor. Yine görülen o ki Kur’an Tanrı sözü değil, Muhammed’in uydurması.

İyi çalışılmış bir konu gibi gözükse de yine aynı problemle karşı karşıyayız. Aynı konudaki ‘’tüm ayetlerin bir arada değerlendirilmemesi!’ Buradaki problem gayb konusu değil vahiy kavramının tam anlaşılamamasından kaynaklanmaktadır. Kur’an’da vahiy kavramı tam anlaşılırsa, sorun kendiliğinden çözülecektir. Gayb, “Gizli kalan, görünmeyen” anlamındadır. (Lisânü’l-ʿArab, ġyb maddesi) Vahiy, ‘Gizli konuşma, işaret etme, ‘emretme’, ‘ilham etme’, ima etme, fısıldama, mektup yazma, elçi gönderme, acele etme, seslenme vb’ gibi anlamları vardır. (Cevherî, es-Sihah; ibn Manzûr, Lisânü’l-Arab, “vhy” maddesi) Ayrıca Terim anlamı olarakta, “Yüce Allah’ın vasıtasız olarak veya değişik vasıtalarla emirlerini peygamberlerine bildirmesine” de vahiy denir. “Hz. Mûsâ’nın annesine yapılan vahiy muhtemelen peygamberlere yapılan vahiy değil, seçkin kulların kalbine doğan ilham anlamındadır.” (Kur’an Yolu, IV/216) Yoksa Allah arıya da vahiy etmiştir: “Rabbin bal arısına vahyetti: Dağlarda, ağaçlarda ve onların kurdukları çardaklarda kendine evler edin.” (Nahl,  68-69) Buradaki vahiy ise ‘emretme-görevlendirme’ anlamındadır. (İleride, ‘Kur’an’da secde ve tesbih’ konularını ele alırken de bu konuya döneceğiz.) Kur’an tüm peygamberlerin erkek olduğunu bildirir ve onlar için kullanılan vahiy terim olarak bildiğimiz manada, ‘Allah’ın emir yasaklarını bildirmesi’ anlamında kullanılır. Kelime oyunu veya direk cehalet örneği göstererek Kur’an’a çamur atmaya çalışanın çabası sonunda sadece atmaya çalıştığı çamur izi elinde kalır. Kur’an güneş gibidir, çamur atmakla kirletilemez, atanın eli -Yüzü, ruhu- kirlenir sadece. O nurdan istifade edip önünü aydınlatamayanlara ise, ‘nâr’ eşlik eder ve sonu aydınlığa ulaşmak değil kavurucu bir azaba çıkar. Anti parantez Peygamber erkeklerden seçilmiştir çünkü iftira, hakaret, savaş, öldürülme gibi kesin muhatap olunacak bu zor görev kadınlara yüklenilmemiştir. Hele ki hamilelik veya özel haller gibi ayrıcalıkları da hesaba katarsak, bu Allah’ın kadınlara tanıdığı, aktüel ifadesi ile pozitif ayırımcılıktan başka bir şey değildir. Tıpkı evin ekonomik yönden teminatını öncelikli olarak erkeğe yükmelesi gibi. Ama manevi-ilmî olarak önder birçok kadın da vardır tabii ki: Rabiatül adeviyye: İlahi aşkın sembolü. Amra: Hz. Aişe tarafından yetiştirilmiş büyük bir hadis bilgini, Nefise bintu Hasan: İmam Şafii’ye öğretmenlik yapacak kadar bilgin, Ümmü’l-Hayr Rabia: Hat ustası ve hadis alimesi, Zeyneb bintu Selma: Medine’nin büyük fıkıh alimesi, Zeyneb bintu Abdirrahman: Zemahşeri isimli Türk kökenli tefsircinin hocası, Âbide: İmam Malik’ten hadis rivayet eden âlime, Kerime: Buhari’nin hadislerini Mekke’de rivayet eden muhaddise, şair sahabe kadınları Hz. Fatma, Hz. Şeyma, Hz. Hansa, Hz. Atike, Hz. Naciye vs liste uzar gider.

Müslümanlar Haceru’l-Esved’e taparlar, Kâbe’ye secde edip şirke mi düşerler?

Hacerül-Esved şefaat etmeyecek, şahit olacaktır. (Kenzu’l-Ummal, h. no: 34748) Nasıl ki kıyamet günü, ‘el ayak’ insana şahitlik (Yasin, 65) edecekse, aynı durum H. Esved için de geçerlidir. Yarattığı insanların madenleri konuşturduğu günümüzde yaratıcının bunu yapması güç Yoksa Müslümanların hacerül esvede bakışını Hz Ömer özetlemiştir: “Ben seni öpüyorum, ama senin ne zararı ne de yararı olmayan bir taş olduğunu çok iyi bilirim. Ve muhakkak ki benim Rabbim Allah’tır. Eğer Resulullah’ın/Allah’ın elçisinin seni öptüğünü görmeseydim, seni öpmezdim.” (Buharî, Hacc 50, 57, 60; Müslim Hacc, 248, 120; Muvatta, Hacc 36; Tirmizî, Hacc 37) İmam Nevevî’nin de belirttiği gibi Hz. Ömer’in bunu söylemesine sebep: “Müslümanların putperestlikten yeni kurtulmuş olmalarıdır.” (Nevevî, Şerhu Sahihi Müslim, VII/16-17, ayrıca: Kamil Miras, Sahih-i Buharî Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, VI/108-109) Tüm hacı adayları her dönüşte H. esved’e selam verir. H. Esved bir bakıma tavafın başlama yeri olarak işaret taşı olarak kabul edilebilir. Yani Hacerül Esved’in işlevi Hz. İbrahim zamanından beri aynıdır; tavafın başlangıç noktasını belirlemek! Peygamberimiz de “güçsüzlere sıkıntı verecekse, tekbir getir ve Hacerül Esved ellemeden tavafa başla” anlamında hadisi (Ahmet, Müsned, I/28)  vardır ki bu da H.Esved’in kutsal olmadığının delilidir. Daha sonra ateist yazarlar Kâbe’ye secde etmemizi de diline dolayıp Kâbe’ye taptığımızı iddia etmektedir ki madem biz Müslümanlar puta tapacaktık (!) efendimiz neden 23 sene çile çekip, savaşlar, mücadeleler sonunda Kâbe’yi putlardan temizlemiştir? Sadece tapılacak putları değişmek için midir tüm bu çaba, emek, mücadele? Müslüman sadece Allah’a  “Kulluk eder, ancak O’ndan yardım ister.” (Fatiha, 4) Ve bırakın Kâbe’deki putları, İslam Hz İsa heykellerine bile karşıdır. Detay, “İsa, Papa, İncil” adlı yazımızdadır. Putçuluğa neden olma ihtimaline karşı efendimiz ne resmini yaptırmıştır ne de heykelini! Şeytan taşlama (cemre) ‘şeytana karşı bir tür tepki ve direnmeyi temsildir, sembolik olarak şeytan taşlanır, yoksa orada şeytan yoktur. Her taş atışta, önceden yapılan günahların terki için söz verilir ve cemre’den de maksat zaten budur! Kâbe Müslümanlar için bir şiar; Yön, işarettir. Hz Âdem ve oğulları tarafından yapılan (İbni İshak, Sire, s. 32-41) Kâbe daha sonra Hz İbrahim’in oğlu İsmail ile temelleri üzerine ‘yeniden’ inşa edilmiştir. (Bakara, 127) Kâbe’nin tarih boyunca defalarca tadilat gördüğü, onarıldığı bilinmektedir. (Ezraki, Kabe ve Mekke Tarihi, 69-105; Zebidi, Sahih-i Buhari Tecrid-i sarih Tercemesi ve şerhi, VI/28-29) Ayrıca Hicr-i İsmail, orijinal Kabe’ye dâhil olduğu halde  (Buhârî, “Ḥac”, 42; Tirmizi, “Hac”, 48; Nesai, “Hac”, 125, 128) günümüzde Kabe’ye eklenmiş değildir. Kâbe’nin asıl şekli küp değil bir kenarı düz diğeri yarım daire şeklinde olan bir binadır, günümüzde Kâbe’ye dâhil olduğu bilinen ama Kabe’ye ek yapılmayan yarım daire şeklindeki yerden -Hicr-i İsmail-  her Müslüman haberdardır ama hala o yer Kabe’ye eklenmemektedir. Bu durum gizli saklı bir şey değildir, İslamî kaynaklarda zaten detaylar da anlatılmaktadır. Yani Kâbe, bizatihi sadece tek başına bir taş bina olarak kutsal değildir, onun değeri taşında değil, içerdiği anlam ve ifa ettiği görevindedir. Onun en önemli asli görevi secde anında ümmete bize ‘yön’ tayin etmesidir. Bunun dışında Kâbe’nin asli şekli bilindiği halde şu anki hali ile korunması bile aslında, İslam’da bu binanın sadece taş olarak bir kutsallığının olmadığının ama özelliği nedeniyle de aynı zamanda da önemli bir görevi ifa ettiğinin göstergesidir. Dolayısı ile inananlar olarak bizlere, maddi olarak gözüken yönü ile Kâbe’yi onarmak-korumak görevi, yerine getirilmesi açısından üzerimize düşen önemli bir görevdir. Kısaca Kâbe/Hacerül-Esved taş olarak değil anlam-mana olarak görevi gereği değerlidir! Her ibadetin ruhu, mantığı ve amacı vardır. Namaz spor; oruç perhiz; hac turistik ziyaret değildir. Ama işin kabuğu ile özü arasındaki farkı ayırt edemeyen, yüzeysel ve cahil anlayışa sahip bir kesim her zaman olacaktır. Mesela, namaz aslında ‘ahlaksızlık ve kötülükten uzak durmamıza neden olacak  bir araç’ (Ankebut, 45) olmasını gerekirken, bu ruhu yakalamayan ve sadece sportif faaliyetmişçesine yatıp kalkanların ibadetlerini yüce Yaradan namaz kabul etmemekte ve kınamaktadır. (Maun, 4-5) Bazı cahil Müslümanlar fırsat bulsa Kâbe’den taş kopartıp ülkelerine bile götürmek isteyecek kadar işin özü-ruhundan uzak anlayışa sahip olabilirler. Şeytan taşlama yerindeki ruhu, manayı kavrayamayan bazı Müslümanların bazı eşyalarını cemre’de taş yerine kullanmaları, aynı yanlış bakış açısının tezahürüdür. Bu bilinç düzeyine sahip, normal bir Müslüman için ise, ‘Müslümanlar Kâbe’ye tapıyor’ ithamı kendiliğinden havada kalmakta, temelsiz bir iddia olmaktadır. İçi boş, aslî şekli bilinse de görevini ifa ettiği için günümüzdeki şekli korunan bu taş binanın değeri maddi değil, manevidir. Amaç değil araçtır! Biz Müslümanlara düşen de ruhu yakalamak, hedefe kenetlenmektir. Araç olan bu taş bina, sel veya savaşta, tarihte olduğu gibi, yıkılabilir. Ama nasıl tarihte tamir gördü ise, gerektiğinde yeniden tamir edilir ve asıl olan amacına hizmete devam eder. Dün de devam etmişti, bugünde ediyor, yarında edecek inşallah! Sorun amaç ile aracın karıştırılmamasındadır. Namaz ibadetinden hac ibadetine dek tüm ibadetler için de bu aynen geçerlidir. Emeviler ile Hz. Zübeyr arasındaki halifelik mücadelesi sırasında, ‘Mekke’de’ halifeliğini ilan eden Hz Zübeyr, “Mekke’yi kuşatan Emevî ordusunun mancınıklarla attığı taşlar ve bu sırada çıkan yangın yüzünden Kâbe’nin tamamen tahrip edilmesi üzerine duvarların kalan kısımlarını yıktırıp, binayı Hz. İbrâhim’in temellerini esas alarak yeniden yaptırır.” (DİBİA, Kâbe maddesi) Yani Dan Gibson’ın iddia ettiği gibi ‘yok etmek’ veya ‘taşımak’ gibi bir durum söz konusu değildir! Gibson, önceden kurguladığı senaryoya uyacak malzemeleri tarihten toplamaya çalışmış ama hepsini birbirine karıştırmıştır. Gibson’ın iddiaları ve cevaplarımıza ‘Gerçek Kâbe Petra’da iddiası ve cevabı’ adlı yazımızdan ulaşabilirsiniz.

Ay tanrısının başka bir ismi: SİN. İslam öncesi Müşriklerde Ay Tanrısı çok popülerdi, farklı kabilelerce farklı isimler verilebiliyordu. Bir ismi de ‘Sin’ idi bu isim Kur’an’da aynen geçmektedir; Kur’an’da bir surenin adı Yâsîn’dir. İslamcılar bu ve benzerlerine anlamı yalnız Allah tarafından bilinen kelimeler diyorlar. Ama öyle değildir. Sure başlığı Yâsîn, bence  ‘Ey Sin’ anlamındadır, yani Sin’e sesleniş var burada. Sin’e hitaben yazılmış bu sure.

Koca tanrımızın (!) bir kelime veya hece olarak değil de yalnızca ‘Bir harf olarak’ Kur’an’da geçiyor öyle mi? Müslümanlara iftira atmak için harflere kadar düştünüz demek, acınacak haldesiniz wesselam! Ateist arkadaşlara bir el atıp, onlara Kur’an’dan ikinci bir delil sunalım o zaman: Şûrâ suresi 2. ayette geçen ‘Sin harfine’bakalım yine ve ancak bir harf bulabildik, tanrımızın adını da nasıl gizlemişsek Kutsal Kitabımıza, ateistlere bulmak (!) nasip oldu!) “Ayn-sîn-kâf” ne anlama geliyor peki? Kâf; Arapça ‘takip etmek’ demektir. Sîn; zaten ay tanrısı demek! Ayn; Arapçada, ‘göz’ demektir. Toplayalım hepsini: Gözü ile takip eden tanrı Sin! Sizce daha mantıklı olmadı mı? Hadi bizde dinsiz ate/deist olup birden aydınlanalım mı? Ciddi olup soralım: Kur’an’da tanrımızın adı neden açıkça geçmiyor da yorumlama ile koca dinin tanrısının adına ulaşmaya çalışıyoruz? Aslında bu tür komik sübjektif iddialar bile, ateistlerin iç dünyaları, bakış açıları ve bilgi düzeyleri konusunda ufuk açıcı bilgiler vermektedir. Ayetleri değil hecelere, harflere bölerek bir yerlere ulaşma gayretinde olmaları zaten ateistlerin içinde bulunduğu zaafiyet ve çaresizliğin de göstergesi olmakta değil midir?  Hoca Karadenizli arkadaşına sormuş, ‘çocuğunun adı ne?’ ‘Oğuz’ demiş Karadenizli. Kızmış hoca ve ‘Kur’an’da geçen bir isim neden koymadın?’ demiş. ‘E ama koydum ya’ demiş laz oğluda. ‘Nerde geçiyor?’ diye sorunca hocada, Karadenizli cevap vermiş, Kur’an’da geçiyor ya: ‘Oğuzu billahi mineşşeytanirracim.” Sin konusu ayrıca, “Allah kelimesinin kökeni, Ay kültü iddiası” başlığı altında da ele alınmıştır. Benzer garip mantığı İslam’da ağaç kültü başlıklı yazısında da işletir dinsiz deist bir arkadaş “Animizm, doğada insan ruhuna az ya da çok benzer ruhlar bulunduğunu kabul eden dindir. İnanışa göre ruh sadece insanda yoktur, canlı cansız her şeyin ruhu vardır. İslam’da da bu kült (Ruhun varlığına inanmamızı kastediyor ki sitemizde, ‘Ahiret, beden, ruh ilişkisi’ başlıklı konuda ele alınmıştır) olduğuna göre İslam’a Animizm de yamanmış demektir. “

İslam’da Ağaç Kültü ve Kökeni. Kasas 30. ayet aynen şöyle der; Mûsâ, ateşin yanına gelince, o mübarek yerdeki vadinin sağ tarafındaki ağaçtan şöyle seslenildi: “Ey Mûsâ! Şüphesiz ben, evet, ben âlemlerin Rabbi olan Allah’ım.” Ayet ne diyor ”ağaçtan seslenildi” sonrasında ne diyor ”Ben Allah’ım” bu da = (eşittir) Allah ağaca girdi, Ağaç Allah oldu, Allah insanın ruhuydu, Ağacın da ruhu oldu. Ağaçtan seslenebilmek için Ağaca girmesi şart, ağacın bedenine girmeden ağaçtan seslenemez. Yani ayet açıkça Allah’ın fizikî olarak bedenlendiğini söylüyor. Zaten Animizm de bu inançtan doğmuştu.

Müfessir (!) ateistler ayetlerde bulmak istediklerini arayınca, bu tür yorumlara da ulaşabiliyorlar. Hâlbuki, ve her zaman olduğu gibi, başka ayete baksalar sorun çözülecek. Şura,  51. ayette yüce Yaradan insanlarla iletişim yollarını sayar ve bir tanesi olarak ta “perde arkasından” iletişime geçtiğini belirtir. Yüce Yaradan Musa ile de perde olarak ağacı kullanmıştır. Asıl önemli nokta da, Şura suresinde de ‘min’ adetının perde kelimesi ile kullanılmasıdır. Yani; ‘ağaçtan ve perdeden’ derken her iki ayette de ‘min’ edatı vardır! Bu müfessir arkadaşa göre, tanrı –Haşa- şimdi de perde olmuş oldu! Şimdi bu ateist arkadaşlara, “Radyo’dan’ bir konuşma” dinlediğinizi ifade etseniz, içinde minik insanlar arayacak mıdır acaba?!

Peygamberimiz  Ad Kavmini başkasından mı öğreniyor?

Ateist bir yazar, Hz Resul’ün Ad kavminden bir sahabenin bahsetmesi üzerine, konu hakkındaki bilgisini öğrenmek için “Ad elçisi nedir?” diye o sahabeye sorduktan sonra onun anlattıklarını dinleyip, Kur’an’dan  aynı konu hakkındaki ayetleri (Zariyat, 41-42) sıralamasından (Tirmizi, Tefsir, Zariyat, 3269, 3270) hareketle bu ayetleri peygamberimiz orada o anda uyduruvermiştir iddiasında bulunulur. Halbuki efendimizin orada okuduğu ayet önceden inmiştir, namazlarda defalarca da okumuş, müminlere ezberletmiş ve orada sadece bir kez daha okunmuştur! İlk kez vahyolunsa idi belki iddia – iftiranın bir temeli olabilirdi. Zariyat suresi Mekke’de inmiştir (DİBİA, XLIV/137) ama yazarın aktardığı olay -Kendisi de itiraf etmektedir- Medine’de geçmektedir.

Rumlar galip mi oldu, Yenildi mi?Ya Allah’ın yanlışı var ya Muhammed’in. Muhammed ‘Rumlar galip oldu.’ diyor, Allah bu galibiyetin üzerine inen ayetinde ‘Rumlar yenildi’ diyor.

Ebu Sa’id anlatıyor: “Bedir günü Rumlar, İranlılara galebe çaldı. Bu zaferden Müminler de sevindi. Bunun üzerine şu mealdeki ayet (Rum, 1-4) nazil oldu (okundu): “Elif Lam-Mim, Rumlar mağlub oldu, yakın bir yerde. Hâlbuki onlar bu yenilmelerinin ardından galib olacaklar birkaç yıl içinde. Önünde de sonunda da emir Allah’ındır. O gün mü’minler Allah’ın nusretiyle ferahlayacak” (Tirmizi, Tefsir, Rum, 3190) Öncelikle ateist arkadaş daha hadisin ne olduğunu bilmiyor, cehaletini ilan ediyor. Hadis, peygamberimizin sözüdür. Hâlbuki burada görüldüğü gibi bu sözü söyleyen bir sahabi. Eksik bilgisinden veya daha sonra sözü aktaran ravinin eksik bilgisinden okudu sözü nazil oldu şeklinde nakledilmiştir ki, bu hadis ilminde çokça karşılaşılan bir durumdur. Bir olay veya sözün ağızdan ağıza aktarılırken değişikliğe uğraması doğal bir süreçtir. Ateist, sahabenin sözünü peygamber sözü diye yorumlayıp sonrada, sahabe veya daha sonra aktaran ravilerden birisinin hatasını peygamberimize atfediyor. Cehalet üstüne cehalet! Gelelim cevabımıza. Rumlar önce mağlup olmuşlardı. Ama Allah (cc) Rum suresindeki ayetleri indirir ve ‘Şu an Rumlar yenilse de ileride yenecekler’ buyurur. Hatta Hz Ebu Bekir, Übeyy b. Halef adlı müşrik ile bu konuda iddialaşır ve sonra ayetin önceden haber verdiği durum aynen gerçekleşir, Rumlar İranlıları yener. Ama ateist yazar bu Kur’an mucizesinden de İslam’a saldırmak için bir kulp bulmayı başarır!

‘Ednel arz’ kelimesini ‘yakın yer’ diye çevirsek olmaz çünkü 1800 küsür km bulunuyor Arabistan’a. ‘En alçak yer’ diye çevirsek de, Lut gölünde savaş olmadı.

Rum Suresinin ilk 4 ayeti hem geçmiş hem gelecekten mucizevi iki haber verir fakat yine de ateistler burada bile İslam’a saldırma güdülerinden vaz geçmiyorlar!  Lut kavminin başına gelenler, geçmişe ait bir olaydan bahsederken, Rum savaşı gelecekten bahseder ve ikisi de efendimiz zamanında gaybî/bilinmeyen olaylardır!  “Edna” kelimesi, Arapça’da “alçak” manasına da gelen “deni” kelimesinden türemiştir ve “ensaru/efalu” babından türedilen edna kelimesi, “en alçak” anlamına gelir. “Arz” ise ‘yeryüzü’ demektir. Dolayısıyla “edna’l-arz” ifadesi “yeryüzünün en alçak yeri” manasına gelir. Bizans ve Persliler arasındaki savaş sadece Ninova’da olmamış, İki devlet arasındaki savaş; Mısır, Suriye ve Kudüs’ü içine alan bir geniş alanda ve yıllarca süren bir bir savaştır. Tüm bu mekânların merkezinde ise Lut Gölü yer alır  ve Lut Gölü’de, yer kürenin en alçak noktasını teşkil etmekte ve deniz seviyesinin 430.5 metre altında bulunmaktadır! Rum suresi, Bizans’ın mağlubiyetten sonra tekrar galip geleceğini süre belirterek haber vermiştir. (Altay Can Meriç, Peygamberliğin ispatı, s. 484) Müslüman olsun gayrimüslim olsun tüm araştırmacılar, surenin Bizans’ın kazanmaya başlamasından önce indiğini söylemektedir. (Meriç, s. 489) Richard Bell: Muhammed’in, bu kadar erken bir tarihte, Bizans İmparatorluğu’nun siyasi kaderini lehine olan görüşünü açıklamak zordur. Döneme yakın Bizans tarihçisi Theophanes: “Yenilmez Pers ırkının Romalılara arkalarını göstereceğini kim beklerdi ki?” diye hayret eder. Mitşelin ifadesiyle; ‘Gidişat olağanüstü bir şekilde tersine döner.’ Edward Gibbon: “Bu önsezinin söylendiği zamanda, bunun gerçekleşebileceğine inanmak kuşkusuz çok zordu.” Onun belirtilerin lehinde olduğu bir savaşta dahi böyle bir öngörüde bulunması beklenemezdi. Zira bu, tüm iddiasını lüzumsuz yere riske atmak olurdu. Bunun haber verilmesi, gerçek bir mucizedir. “Ve o gün Müminler feraha erecekler” (Rum, 4) gerçekten ayetin nazil olduğu Mekke’de Müslümanlar baskı altında iken, Bizans zaferinin geldiği dönemde Medine’de baskılardan uzak bir halde yaşıyorlardı.  (Meriç, s.502-503)

Rum Suresinde (Rum, 2-5) Rumların üç ila dokuz yıl arasında galip gelecekleri yazıyor. Fakat Rumlar 627 yılına kadar İranlıları yenememişlerdir!  Ayet ile tarihler uyuşuyor mu?

Rumlarla İranlılar arasındaki savaş, 610’da başlamış, 616’da Rumlar yenilgiye uğramıştır. Rum Sureside, Romalıların yenildiği 616 yılında inmiştir. Romalılar, 622’de karşı harekete geçmişler, Bedir zaferinin de tarihi olan 624’te savaşı kazanmaya başlamışlar ve 625’de kesin zaferi elde etmişlerdir. (Tirmizî, Tefsiru sureti 30/31; Hâkim, II/410; Taberî, XI (21. cüz) /16-18;  el-Mevdûdî, Hz. Peygamber’in Hayatı, 387) yani tam ayetin ifade ettiği tarihte! Evet, sayın okuyucu, görüldüğü gibi İslam’ın hak din olduğunu gösteren mucizevi delillerden biri bile ateistlerce dinsizliğe vesile kılınmaya çalışılmaktadır. “Bunların kalpleri vardır ama onlarla kavrayamazlar; gözleri vardır ama onlarla göremezler; kulakları vardır ama onlarla işitemezler. Onlar hayvanlar gibidir, hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır.” (A’râf, 179)

Ama yabancı  kelimeler var Kur’an’da. Zümer, 28: “Korunsunlar diye, pürüzsüz Arapça bir Kur’an indirdik.” Kur’an’da anlamları sadece Allah tarafından bilinen  ve anlamlarını insanların ancak kıyamet günü öğrenebileceklerine  inanılan, anlamı çözülememiş kelimeler vardır. Eğer Kur’an saf Arapça ise yukarıdaki savunmada da olduğu gibi her kelimesini her Arap’ın anlayabilmesi gereklidir. Anlaşılamayan kelimeler içermesi Kur’an’ın pürüzsüz Arapça olmadığı sonucunu doğurur.

Soruda iki farklı soru gündeme gelmektedir. İlki anlamı çözülememiş ayetler meselesi, diğeri Kur’an’ın pürüzsüz Arapça olması! İlkini Kur’an zaten açıklıyor: Kur’an’da müteşabih ayette bulunmaktadır: “(Kur’an) bir kısım âyetleri muhkemdir, ki bunlar kitabın esasıdır, diğerleri ise müteşâbihtir. Kalplerinde sapma meyli bulunanlar, fitne çıkarmak ve onu (kişisel arzularına göre) te’vil etmek için ondaki müteşâbihlerin peşine düşerler. Hâlbuki onun te’vilini ancak Allah bilir; bir de ilimde yüksek pâyeye erişenler.” (Al-i İmran, 7) Muhkem müteşabih: Sıradan halkında akademisyenlerin de, her bilgi seviyesindeki insanların cennete gidebilmesi için kendisine gerekli olan tüm bilgileri muhkem ayetler verir. İlimde derinleşmiş olanlar için ise ayrıca, müteşabih ayetler vardır!  Müteşabih ayetler, zamanla sırlarını ortaya çıkan ayetlerdir. Bu da Kur’an’ın bir başka mucizevi yönünü oluşturur. “Bazı ayet manalarının müteşabih göstermesi, insanların tekamülüne imkan vermek, diğer taraftan alimlerin derin kavrayış ve keskin nazarlarını çalıştırmak hedefine yöneliktir. Kur’an’ın her ayeti, kesin hatlarıyla herkes tarafından aynı şekilde anlaşılsaydı akli delilere ihtiyaç duyulmaz ve insan aklı dondurulmuş olurdu. Halbuki oradaki bazı kapalı veya çelişkili gibi görünen ayetler sebebiyle akli delillerden yardım isteyerek, insan aklı çalıştırılmış oluyor.” (Dr Sabri Demirci, Kur’an’da çelişkili ayetler meselesi, s. 213) Kur’an’daki yabancı kelimeler konusuna gelince, Kur’an apaçık Arapça bir kitaptır. Yani Arap dilini bilen herkes Kur’an’da söylenenleri anlar. Kur’an’da Arap diline daha önceden başka dillerden geçmiş kelimeler olabilir ama bunlar da zaten Arapçalaşmış, Arap dilinde kullanılan kelimelerdir. Zaten Montgomery Watt, “Kur’an’daki yabancı kelimeler ve özel isimlerin, Peygamberimiz ortaya çıkmadan önce Mekke’de bilindiğini” söyler. (İ. Sarıçam, S. Erşahin, M. Özdemir, İngiliz ve Alman Oryantalistlerin Hz. Muhammed Tasavvuru, s. 231) Türkçede kullanılan ‘Kitap, kalem, defter’ gibi kelimelerin anlamını her Türk bilir ama bu kelimelerin aslı Arapçadır! Aslında bu iddiada, dil bilimi konusunda bilgi eksikliğinden kaynaklanan bir itham vardır. Bu özellik sadece Arap dilinde değil her dilde vardır: Her dile başka dillerden kelimeler geçmiş ve yerleşmiştir. Aynı şey Türkçede de geçerlidir. Örneğin “Kemal, final imtihanında kopya çektiği için fakülte konseyi kararıyla üniversiteden uzaklaştırıldı”. Bu cümle Türkçe bir cümledir ve okuyan herkes tarafından anlaşılır. Halbuki bu cümledeki kelimelerin tamamına yakını başka dillerden Türkçeye geçmiş kelimelerdir. Kelimelerin başka dillerden geçmiş olması bu cümlenin Türkçe olmadığı anlamına gelmez. Aksine bu cümle içindeki kelimelerin hemen hemen hepsi yabancı dillerden geçmiş kelimeler olsa da, herkesin anlayabileceği açık bir Türkçedir. Kur’an’da bu şekilde, anlaşılır bir Arapça ile gönderilmiş ilahi bir kitaptır. Ayetlerde de Kur’an’ın bu yönü açıkça vurgulanmaktadır. “Aynı kelime ortaklığı sadece Kur’an, Tevrat’a ait bir özellik değildir. Bu, aynı dil ailesine bağlı tüm dillerde var olan bir olgudur.  Coğrafi, tarihi ve kültürel olarak birbirleri ile iletişim halinde yaşayan toplumların kullandıkları dillerde ortak kelimelerin olduğu tarihte en çok bilinen meselelerdendir. Çok eski zamanlarda gerçekleşen diller arası kelime alışverişlerinde, bir kelimenin hangi dilden diğerine geçtiğini tespit edemeyiz. Latince ile Fransızca dillerinde ortak kullanılan sayısız kelime vardır. Bugün İngilizceye ait birçok kelimenin dünyanın çok farklı köşelerinde birçok dilde kullanıldığına şahit olmaktayız. Arapça ile aynı dil ailesine ait olan Aramice, Süryanice, Akkadça, İbranice, Habeşçe gibi diller tarafından kullanılan kelimelerin Kur’an’da da bulunması gayet doğaldır. Kur’an nazil olduğu toplumda kullanılan dili kullanmıştır. Zaten dünyadaki tüm diller de bu şekilde gelişmiştir. Kur’an kullandığı kelimelerin orijinalini değil, Araplar arasındaki kullanım durumunu dikkate almıştır.” (Naif Yaşar, Oryantalistlere göre Kur’an’ın kaynağı ve metinleşmesi, s. 97, 98, 101,102, 103)

Kur’an saf Arapçadır. Ancak neden Kur’an içerisindeki bazı kelimeler Arapça kökenli değildir?  “Anlayasınız diye biz onu Arapça bir Kur’an olarak indirdik.” (Yusuf, 2)

“Hz Peygamber bütün Arap ve topluluklara gönderilmiştir. O halde Kur’an’da bütün Arapların ve diğer ümmetlerin dil ve sözcüklerinin bulunması zorunludur. Kur’an’daki her kelime Arapçadır. İnişinden önce kullanılıyor ve dinleyenler tarafından bu dil anlaşılıyordu. Bunlar, artık Araplaşmış kelimelerdir. Bu kelimelerin hepsi de Kur’an’ı nüzulünden önce Araplar tarafından kullanılmaktadır. Dolayısıyla Kur’an’ın indiği dil olan Arapçanın bir parçası olmuşlardır. İnsanlar, kendilerine okunup tebliğ edilen Kur’an’ı anlamışlardır.” (İzzet Derveze, Kur’an cevap veriyor, s. 173-175) “Kur’an müminin imanını kâfirin ise küfrünü artırır.” (Tevbe, 124-125) 

Bu yazıda Kur’an’ın sadece iç çelişkilerinden söz edilecektir. Bunlar en vahim çelişkilerdir, dış kaynaklara başvurmayı gerektirmeden, Kur’an’ın sadece kendi metni ele alınarak Kur’an’ı çürütmeye kâfi gelmektedirler. Aşağıdaki listenin Kur’an’daki iç çelişkilerin tam bir listesi olduğu iddia edilmemektedir, birçokları daha mevcut olabilir.

Bakalım ne tür çelişkiler (!) bulunmuş? (Daha önce cevaplanan soruların cevapları burada tekrarlanmamıştır!)

Kur’an apaçık bir kitap mıdır?

Enam suresi, 38. ayet: “Biz bu kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık.” Ayette geçen kitap Kur’an değil, ‘Levh-i mahfuz’dur. (Taberi, Beğavi, Maverdi, İbn Atıye, Kurtubi, Meraği ilgili ayet tefsiri; Abdülcelil Candan, Kur’an okurken zihne takılan ayetler, s. 216) Kaf suresi, 4. ayette de kitap kelimesi, yine aynı anlamda kullanılmaktadır. Kur’an’da levh-i mahfûz ayrıca, kitâb mübîn, yani “apaçık kitap” (Yûnus,61; Sebe, 3); Kitâb meknûn” (Vâkıa, 78); “Kitâb mestûr” (İsrâ, 58; Ahzâb, 6); “Ümmü’l-kitâb” (Ra‘d, 39; Zuhruf, 4) tamlamaları ile de geçer. Kelime anlamı, korunmuş levha demektir. Olmuş ve olacak tüm her şeyin kayıtlı olduğu -kıyas yaparak daha iyi anlaşılabilmesi açısından, güncel bir terim olan tablet ile kıyaslayabileceğimiz anlayabileceğimiz- bir ilâhî muhafaza levhası; kâinat programıdır! Kur’an tefsirinin en temel kuralı, aynı konu hakkındaki tüm ayetleri bir araya getirerek değerlendirme yapılmasıdır! “Kur’an, her konuda açıklama getiren bir rehber, bir hidayet ve rahmet kaynağı’dır.” (Nahl, 89); Kur’an’da muhkem ve müteşabih ayetler vardır. (Ali İmran, 7-8) Muhkem ayeti okuyan herkes anlar, müteşabih ayetin anlaşılması için ise alimlerin açıklamasına ihtiyaç vardır. Kur’an’ı okuyan, araştıran herkese bilgisi ölçüsünde açıktır, açıklayıcıdır, yol göstericidir! Kur’an’ı okuyan, araştıran herkese bilgisi ölçüsünde açıktır, açıklayıcıdır, yol göstericidir! Kuran’ı herkes,  ‘seviyesine göre’ anlar. “Kuran’ı her insan kendi kapasitesine göre anlar.” (Prof. Muhsin Demirci, Kuran ve Tefsir, s. 182) Kur’an’da ana konuları ile dünya ahiret mutluluğunu sağlayacak her şey vardır. En cahil birisi de Kur’an’ı okuduğunda ne yapıp neden kaçması gerektiğini bilir, âlim de. Ama âlimin imanı derunidir/içseldir! (Fatır, 28) Herkesin her okuduğu konuyu kendi başına anlayabilecek altyapıya sahip olduğunu düşünmek mümkün değildir. Halk, yılın aylarını ve günlerini bilir, astronomi âlimi ise uzayı ve derinliklerini. Astronomi âlimi, avamın baktığı ama göremediği detayları anlatır, açıklar. Hz. Muhammed’in tebliğden farklı bir diğer görevinin de ‘Tabyin/ Kur’an’ı açıklama’ olması, zaten konuyu daha iyi anlamamıza yardımcı olmaktadır. Tarih boyunca, İslam âlimleri Hz. Peygamber’in tebliğ vazifesini yürüttükleri gibi, tebyin/açıklama görevini de sürdürmüşlerdir. Zaten bu iki ayet başından itibaren okununca konu daha net anlaşılmaktadır: 38. ayet: “Yeryüzünde yürüyen hayvanlar ve gökyüzünde iki kanadıyla uçan kuşlardan ne varsa hepsi sizin gibi topluluklardır. Biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Nihayet (hepsi) toplanıp rablerinin huzuruna getirileceklerdir.”; 59. ayet: “Gaybın anahtarları Allah’ın yanındadır; onları O’ndan başkası bilmez. O, karada ve denizde ne varsa bilir; O’nun bilgisi dışında bir yaprak bile düşmez. O, yerin karanlıklarındaki tek bir taneyi bile bilir. Yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır.” Kitap’tan kasıt nedir, o da Buruc, 21-22. Ayetlerde açıklanır: “Şüphesiz o (asılsız saydıkları kitap) şanı yüce bir Kur’an’dır; Levh-i mahfûzdadır.”; Rad, 39: “Ana kitap ‘O’nun katındadır.”; İsra, 59: “Kıyamet gününden önce ya helâk etmiş veya onları çetin bir şekilde azaba uğratmış olacağız. Bu, kitapta yazılıdır.” Nahl, 89. ayette, “Biz sana her şeyi açıklayan kitabı bir rahmet ve hidayet kaynağı olarak indirdik.”; Yusuf, 111: “Kur’an’da anlatılan peygamberlerin kıssalarında akıl sahipleri için ibret vardır. Kur’an, her şey için detaylı açıklama, hidayettir.” buyrulur. İşte bu ayetlerde kastedilen ise, elimizdeki Kur’an’dır. Maide, 15; Neml, 1; Hicr, 1; Yasin, 69. ayetlerde Kur’an için ‘Mubîn’ yani apaçık kavramı kullanılır. Bu kelimeyi nasıl anlamalıyız? Bunun içinde yine Kur’an’ın en büyük ‘açıklayıcısı’ olan Kur’an ayetlerine başvurarak, ‘mubin’ kavramının ne anlamda kullanıldığına bakmak gerekir. Yasin, 60: “Şeytan size apaçık (mübin) bir düşmandır.” ‘Göremediğimiz’ şeytan bize nasıl ‘apaçık’ düşman olabilir ki? Demek ki, apaçık/mübin kavramı ile kastedilen, “Şüphesiz, inkâr edilemez” manasıdır.

Kur’an yazılı hale getirilmeden önce, Kur’an’da kitap kavramı neden geçiyordu?

Kur’an’da kitap kavramı ile kastedilen şey levh-i mahfuzdur. (İbnü’l-Cevzî, Zâdü’l-mesîr, V, 450; VI, 189, 481; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîḥu’l-ġayb, XXIX, 237) Kâinatta meydana gelecek bütün varlık ve olaylar levh-i mahfûz adlı bu kitapta yazılmıştır: Kur’ân-ı Kerîm’de levh-i mahfûz, “kitâb” (En‘âm, 38; Kāf, 4), “kitâb mübîn” (Yûnus, 10; Sebe, 3), “kitâb meknûn” (Vâkıa, 78), “kitâb mestûr” (İsrâ, 58; Ahzâb, 6), “ümmü’l-kitâb” (Ra’d, 39; ez-Zuhruf, 4) kavramları ile geçer. “Yerde ve kendi öz nefislerinizde başınıza bir şey gelmesin ki, Biz onu yaratmadan önce, bir Kitapta bulunmuş olmasın.” (Hadid, 22); “Mutlaka O’nun bilgisiyle düşen bir yaprak, yerin karanlıklarındaki bir tanecik, yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki, apaçık bir Kitap’ta bulunmuş olmasın.” (En’am, 59) ayet mealleri de bunu açıkça ifade etmektedir. En’âm, 7. ayette: “Şayet sana kâğıt üzerine yazılmış bir kitap indirseydik ve onlar elleriyle onu tutmuş olsalardı, yine de o inkârcılar, “Bu apaçık bir büyü, başka bir şey değil” derlerdi.” buyrulmaktadır. Bu ayette de, kitap şeklindeki bir Kur’an’dan bahsedilmediği açıkça görülmektedir. Kısaca, ateistlerin iddia ettiği gibi, Kur’an’da geçen ‘kitap’ kavramı ile kastedilen Kur’an’ı kerim değil; Levh-i Mahfuzdur. 

Müzzemmil suresi, 4. ayet: “Biz sana ağır bir söz vahyedeceğiz.”; Kamer suresi, 17. ayet: “Andolsun ki Kur’an’ı düşünmek için kolaylaştırdık fakat düşünen var mı?” Çelişki değil mi?

“Kur’an’ı her insan kendi kapasitesine göre anlar.” (Kur’an ve Tefsir, Prof. Muhsin Demirci, s. 182) Kur’an’ı anlamak kolay; her kültür seviyesinden insan okuyunca ilmi ölçüsünde kolayca anlar ancak “bu kolaylığı insanlara anlatmak ağır ve zordur.” (Abdülcelil Candan, Kur’an okurken zihne takılan ayetler, s. 483)

Müminun suresi, 58-59. ayetler: “Rablerinin ayetlerine inanırlar, Rablerine ortak koşmazlar.” Çelişki değil mi?

İlk ayette iman etmekle, ikinci ayette ortak koşmamayı ifade etmektedir. Şirk için önce mümin olmak gerekir. Sonra o imana ortak/şirk koşulur!

Fecr suresi, 22. ayet: “Rabbim gelip melek(ler) saf saf dizildiği zaman her şey ortaya çıkacaktır.” Tek melekten kasıt ne? 

Arapçada çoğul yerine tekilin kullanılması geçerli bir kuraldır. “Sizler kitap(lar)ın tümüne inanırsınız.” (Ali İmran, 119) “Kur’an, Arapça nazil olduğundan Arapça kurallarını uygulamaktadır.” (Yardımcı Doçent Doktor Abdülcelil Candan, Kur’an okurken zihne takılan ayetler, Müşkilü’l Kur’an, s. 509) Tabii, ateistler Arap dili kurallarını bilmeyip, bir de bilgiçlik taslayıp cahillerini ortaya çıkardıklarını da bilmeden ukalalık yapabilmekte ve Kur’an’da hata (!) arama faaliyetlerden vazgeçmemektedirler. Bu konuda, “Ateistlere Kur’an dersi” adlı yazımıza da bakılabilir.

Lokman suresi, 34. ayet: “Kıyamet vakti hakkındaki bilgi ancak Allah’ın katındadır. Yağmuru o indirir. Rahimlerde olanı (Mâ fi’l-Erhâm) O bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilmez. Yine kimse nerede öleceğini bilmez.

Lokman, 34. ayette bildirilen hususların Allah tarafından bilindiği haber verilmektedir. Ayette insanın kıyametin saatini, yarın ne kazanacağını ve nerede öleceğini bilemeyeceği belirtilmektedir ki bu sıralananlar bugün de bilinmemektedir. Kıyamet için, ‘indehu’ kelimesi kullanılırken, yani o bilgi ‘sadece Allah’ın katında’ olduğu bildirilirken, kazanç ve ölüm için olumsuzluk eki, ‘mâ’ edatı kullanılır ki bu da, ‘Allah dışında bu bilgiyi kimsenin bilemeyeceği’ anlamına gelmektedir. Yani kıyametin saati kesin Allah’ın katındadır, ölüm ve rızık konusunu da ‘sadece’ Allah bilir. Rahimlerde olan için ‘İndehû veya mâ’ edatları kullanılmaz: Ayet, ‘yağmuru indirir/yağdırır’ derken, rahimdekiler için de, ‘rahimlerdekini bilir.’ Demekte fakat diğer sayılan üç şey için kullanılan, ‘sadece’ veya ‘olumsuz anlam’ ifade eden istisna edatları bu ikisi için kullanılmamaktadır! Ayet zaten yukarıda arapça olarak ta verilmiştir. Ayet, kıyamet, ölüm ve rızık kesinlikle ve sadece Allah tarafından bilinir derken, diğeri için sadece ‘bilme ve indirme’ ifadelerini kullanılır. “Ayet, yağmurun Allah tarafından indirildiğini belirtmiştir. Allah dışında bu olayı gerçekleştirmek, kimsenin gücü dâhilinde değildir. Ayet, rahimdekinin cinsiyetine değinmemiştir. Ayette, ‘kim’ anlamına gelen ‘men’ edatı yerine ‘şey’ anlamına gelen ‘mâ edatının gelmesi de önemlidir. ‘Mâ’ akılsız olan şeyler, ‘Men’ akıllı olan (insan) için kullanılır. Dolayısı ile ‘Men’ yani ceninin ‘kim’ olduğu değil; ‘mâ’ yani, ceninin ‘nasıl büyüyeceği, ne kadar yaşayacağı, iyi mi kötü mü olacağı’ vs. konularına atıf yapılır. (Doçent Doktor Abdülcelil Candan, Kur’an okurken zihne takılan ayetler, Müşkilü’l Kur’an, s. 363-365) 

Enfal Suresi, 44. ayet: “Allah olacak, bir işi yerine getirmek için savaş alanında karşılaştığınız zaman onları sizin gözlerinizde az gösteriyor, sizi de onların gözünde azaltıyordu.” ne demek? Düşmanların az gösterilmesi, Müslümanlara  moral vermek amacıyla idi. Müslümanların az gösterildiği içinde müşrikler savaşı ciddiye almamış, işe gerektiği gibi sarılmamışlardır. Eğer Allah onları çok gösterseydi,  Müslümanlara karşı daha fazla hazırlık yaparak çıkacaklardı. (Abdülcelil Candan, Kur’an okurken zihne takılan ayetler,   s. 234) Sonuç zaten ortadadır, Bedir savaşı kazanılmıştır.

İlk Müslüman kimdir? Muhammed mi (6:14, 6:163), İbrahim mi (3:67), yoksa İsa mı (3:52, 5:110-111)?

En’am, 14: “De ki: “Bana Müslüman olanların ilki olmam emredildi ve sakın müşriklerden olma (denildi).” ; En’am, 163: “ve ben müslümanların ilkiyim.”; Ali İmran, 67: “İbrâhim ne yahudi ne hıristiyan idi; bilâkis o, tek Allah’a inanıp boyun eğmiş birisiydi, müşriklerden de değildi.”; Ali İmran, 52: “İsa, onlardaki inkârcılığı sezince: Allah yolunda bana yardımcı olacaklar kimlerdir? dedi. Havârîler: Biz, Allah yolunun yardımcılarıyız; Allah’a inandık, şahit ol ki bizler müslümanlarız, cevabını verdiler.” Maide, 111: “Havârilere ‘Bana ve peygamberime iman edin’ diye ilham ettiğimde onlar ‘İman ettik, şahit ol ki bizler yürekten teslimiyet içindeyiz’ demişlerdi.” Bir insan bir konuda bir şeyler konuşmak istiyorsa önce o konu hakkında biraz bilgi sahibi olması gerekmektedir. Aslında Yüce yaradan hep aynı emir ve yasakları insanlara bildirmiştir. Haşa, “Bir topluma içki içebilir, diğerine puta tapabilir, diğerine de iyiliğe gerek yok” dememiştir! “İlk insandan itibaren gelen dinin adı İslam’dır.” Daha bunu bundan haberi olmayan Kur’an uzmanı ateist arkadaş bir de Kur’an’da çelişki bulduğunu iddia ediyor! Bu konu “ İslam tüm dinlerin özüdür” adlı yazımızda ele alınmıştır. Soruya da kısaca, ‘her peygamber, geldiği toplumun ilk inananıdır’ şeklinde cevap verelim. Zaten din, önce imanı yerleştirip sonrada amelleri iyiye yönlendirmek için gelmemiş midir?

Cehennem’de insanlar ne yiyecektir? Acı ve kötü kokulu bir dikenli bitki mi (88:6), kanlı irin mi? (69:36) İki ayet de, söz konusu yiyeceklerin cehennem’deki tek yiyecek olduğunu iddia etmektedirler, birebir çelişmektedirler. Bunlarla bilahare çelişen 37:62-68, cehennemde insanların zakkum ağacının meyvelerini yiyeceğini ve kaynar sudan karışık bir içecek içeceğini iddia etmektedir. Üç yönlü bir çelişki söz konusudur.

İnsan menüyü bu kadar mı merak eder? Aynı konudaki ayetleri bir arada okumadan sonuca ulaşmaya çalışmak insanı ancak cahil bilgiç ate yapar deyip cevaba geçelim. Cehennem 7 kattır (Hicr, 44) Her katın ayrı ceza şekli vardır. Hatta bazı ateistler, ‘İslamiyet, sıcak bölgede faaliyet gösterdiği için, insanlar hep ateşle korkutulmuştur. Kutuplarda olsaydı, soğuk azaplardan bahsedilirdi. Şimdi din kitaplarında niye soğukla azaptan bahsedilmiyor?’ demektedirler. Merak etmesinler, ‘Zemherir’ adlı soğuk cehennem azabı da (Buhârî, Bed’ü’l-halk, 10; İnsân, 13; Tirmizi, Cehennem 9, (2595); Hadislerle İslam, VII/656) onları beklemektedir. Hatta bazı ateistlerde, ‘Şeytan ateşten yaratıldığı için Cehennem ateşi onu yakamaz, onun için şeytan açıkça meydan okuyor.’ Diye iddia etmektedirler. Bu konuda farklı ve makul başka cevaplarda varsa da bu cevapta ayrıca onlara gelsin diyelim.

Bir Müslüman’ın kaç annesi vardır?58:2’ye göre bir (“onların anaları ancak, kendilerini doğuran kadınlardır.”), 33:6’ya göre ise birden fazla (“onun [ Muhammed’in] eşleri de Müminlerin analarıdır.”)

Şimdi bu iddiada bulunan akıl yoksununa cevap vermeye gerek var mı acaba? Hadi bir tane de biz ekleyelim, sütanneyi de ekledik etti üç! Neyse cevap: Biri öz, diğeri Müminlerin manevi anneleridir.

Allah, firavun’a bir peygamber mi (7:103,73:15), iki peygamber mi (10:75) göndermiştir?
Önce Musa (as)’ı tek başına firavuna göndermiştir. Daha sonraları Musa kendine yardımcı isteyince Harun (as)’ı da Allah görevlendirip Musa ile beraber yeniden firavuna göndermiştir. Yanı önce bir sonra iki!  Bu olay Kuran’da şöyle anlatılır. Furkan35. Ayet: “Kardeşi Harun’u da ona yardımcı yaptık.” Ama ateistimiz yine aynı konudaki tüm ayetleri bir arada değerlendirmemiştir!

Allah, ad kavmini bir günde mi (54:19), birden fazla günde mi (41:16, 69:6-7) yok etmiştir?

Kamer 19. ayette kasırganın başladığı günden bahsederken, diğer ayetler ise kasırganın sürecinden bahseder. Zaten Hakka suresi 7. ayette “Allah o kasırgayı ‘ardarda’ (Ayette; Husûmen) yedi gece, sekiz gün onların üzerine gönderdi.” buyrularak olaya açıklık getirilmektedir. Fussılat, 16. ayette de kasırganın günlerce sürdüğünü ifade edilmiştir zaten.

109:1-6’da Muhammed, kâfirlerin tapındığı tanrının veya tanrıların Allah’tan farklı olduğunu söylemektedir. Burada kâfirler ile kime atıfta bulunulduğu belli değildir — ehl-i kitap (Yahudiler ve Hıristiyanlar) ya da putperestler söz konusu olabilir. Halbuki Kur’an, Yahudiler ve Hıristiyanların da (2:62, 2:139, 3:64, 29:46), putperestlerin de (16:35, 39:3) Allah’a inandığını öğretmektedir. İddiaya göre putperestler Allah’a ortak koşmakla birlikte Allah’a inanmayı sürdürmektedirler. Muhammed’in iddiası yalanlanmaktadır.

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası