mide asitlenmesi / REFLÜ - MİDE ASİT KAÇAĞI

Mide Asitlenmesi

mide asitlenmesi

Mide asidine ne iyi gelir? Mide asidi neden olur ve nasıl ge&#;er?

Mide Yanması Neden Olur?

Mide yanması sorunu yaşayan birçok kişi bulunuyor. Oldukça sık meydana gelen bu durumun birçok nedeni olabiliyor:

Gastrit: Midenin iç yüzeyini kaplayan dokuda meydana gelen iltihaplanmadır. Gastrit varlığında mide yanmasının yanında şişkinlik ve bulantı olmaktadır.

Reflü: Midede bulunan asidin yemek borusuna kaçmasıdır. Midede yanma ile ekşime, kuru öksürük, yutma güçlüğü, göğüs yanması meydana gelir.

Helicobacter Pylori: Midede yaşayabilen bir bakteri türü olan funduszeue.info midede yanmaya yol açmaktadır.

Gıda hassasiyetleri: Gluten hassasiyeti, laktoz alerjisi gibi bazı gıdalara karşı hassasiyet varlığında gıdaların tüketimi ile birlikte midede yanma meydana gelebilir.

İlaç: Bazı ilaçlar midede yanma hissine neden olabilmektedirler.

Mide Yanması Teşhisi Nasıl Olur?

Midede yanma hissi bir belirtidir. İlk olarak midede yanma hissine neden olan hastalığın belirlenmesi gerekmektedir. Bu durumda başvurulan doktor tarafından yapılan muayeneler, endoskopi ile mide incelemesi gibi çeşitli tetkikler yapılır. Bu tetkikler sayesinde midede yanma hissini meydana getiren hastalığın teşhisi konulur.

Mide Yanması Tedavisi Nasıl Yapılır?

Mide yanmasının tedavi edilebilmesi için mide yanmasının nedeni olan hastalık tedavi edilmelidir. Birbirinden farklı hastalıklar mide yanmasına sebep olabileceği için mide yanması tedavisi farklılıklar gösterebilmektedir.

Helicobacter Pylori gibi bir bakterinin enfeksiyonu bulunuyorsa antibiyotik tedavisi alarak mide yanması da tedavi edilebileceği gibi gastrit gibi bazı hastalıklarda ise hem ilaç tedavisi yapılırken hem de diyet ile tedavi desteklenir.

Mide Yanması Nasıl Önlenir?

Alkol ve sigara kullanımına son vermek veya tüketimi azaltmak mide yanmasının önlenmesi için uygulanması gereken bir adımdır.

Birden bire fazla miktarlarda tüketilen yemek mide yanmasına neden olabilir. Bu nedenle mide yanmasını önleyebilmek için az miktarda fakat sık aralıklarla beslenmek önemlidir.

Mide için zararlı olan bazı gıdalar bulunur. Sarımsak, soğan, kafein çikolata gibi gıdalar midede hassasiyeti arttırırlar. Bu gıdaların tüketiminin azaltılması veya tamamen sıfırlanması mide yanmasının önüne geçebilecek bir adımı oluşturur.

Bazı ağrıkesiciler, antibiyotikler gibi çeşitli ilaçlar midenin duvarına zarar verebilmektedirler. Mide duvarına verilen zarar kişinin mide yanması hissetmesine yol açmaktadır. Bu nedenle bu sorunu oluşturan ilaçlar tüketilmemeli veya doktorun önerdiği bir mide koruyucu ile kullanılmalıdır.

Mide çevresini sıkan giysiler midede bulunan asit ve yiyeceklerin yemek borusuna kaçmasını sağlayarak mide yanmasına neden olabilir. Bu nedenle mide etrafını sıkan giysiler giyilmemelidir.

Mide Yanmasına Ne İyi Gelmektedir?

Mide yanması için karbonatlı su, zencefil meyan kökü, sakız ve elma sirkesi gibi çeşitli doğal ürünler iyi gelmektedir. Fakat doğal yöntemler herhangi mide ülseri, gastrit gibi hastalıklar varlığında kullanılmamalıdır.

False

Mide Asidi Neden Olur, Nasıl Ge&#;er?

Mide asidi, sindirime yardımcı olan sıvılardandır. Mide asidi yiyecekleri parçalayarak ve sindirime yardımcı olan enzimlerinden aktifleştirerek sindirim sürecine yardımcı olur. Sağlıklı bireylerde mide asidinin pH seviyesi 2 ile 3 arasındadır. Asit oranının artması karnın üst bölgesinde yanma, gastrit, reflü ve ülser gibi sağlık problemlerine yol açabilir, Asit oranının azalması ise yemeklerden sonra hazımsızlığa ve şişkinliğe yol açabilir.

Mide Asidi Neden Olur?

Mide asidinin fazla salgılanması sonucu midede yanma ve ağrı meydana gelir. Mide yanması, yemeğin veya mide asidinin ağıza kadar çıkması sonucu meydana gelir. Dengesiz beslenme düzeni, yiyecekleri az çiğnemek, fazla porsiyonlarda yemek tüketimi, aç kalmak, stres, yorgunluk gibi faktörler mide asidi problemine yol açabilmektedir. Mide asidinin tedavi sürecinde öncellikle probleme sebep olan sorununun belirlenmesi gerekir. Tedavi süreci de problemin türüne göre farklılık göstermektedir.

mide asidi

Mide Asidi Belirtileri Nelerdir?

  1. Midede yanma ve ekşime
  2. Göğüste ağrı ve yanma hissi
  3. Geğirme
  4. Kilo kaybı
  5. Mideden ağza gelen asitli su
  6. Midedeki gıdaların ağza gelmesi
  7. Midede şişkinlik
  8. Ağızda kötü koku

Mide Asidi Nasıl Geçer?

  1. Mide asit seviyesinin yükselmesi, midede yanma problemlerinin ortaya çıkması gibi şikayetler varsa öncelikle hastaların yaşam tarzlarında değişiklik yapmaları gerekmektedir. Beslenmeleri az az sık sık olacak şekilde düzenlenmelidir. 
  2. Öğün atlanmamalı ve günlük sıvı alımına dikkat edilmelidir. 
  3. Akşamları mideye ağır gelecek olan besinlerin tüketiminden kaçınılmalıdır. 
  4. Çay ve kafein miktarı sınırlandırılmalıdır. 
  5. Mideyi yoran aşırı yağlı, salçalı, kızartılmış besinlerden, acılı, bol baharatlı besinlerden ve asitli içeceklerden uzak durulmalıdır. 
  6. Yemek yedikten hemen sonra yatmamak gerekmektedir. Uyku sırasında yüksek yastık kullanmakta fayda vardır. 
  7. Alkol ve sigara tüketiminden uzak durulmalıdır.
  8. Protein değeri yüksek besinler örneğin balık, kuru fasulye, mercimek gibi gıdalar mide asidinin aşırı üretimini engelleyebilmektedir. 
  9. Aynı zamanda vitamin ve antioksidan bakımından zengin meyve tercih etmek yararlı olacaktır. Fakat portakal, greyfurt, mandalina gibi meyveler antioksidan değeri yüksek olsa da içerdikleri asit özellikleri sebebiyle mideye zarar verebilir. Bunların yerine elma, kivi gibi meyveler tercih edilebilir.

Önemli Not: Mide asidi belirtileriniz varsa ve uzun süredir devam ediyorsa, mutlaka bir doktora başvurun.

Yazar:

Dyt. Ceren Karahan

funduszeue.info

Şunlara da göz atın;

  1. Peptik ülser nedir?
  2. Ülsere iyi gelen besinler
  3. Reflüsü olanlar nasıl beslenmeli?
  4. Gastrit belirtileri nelerdir?
  5. Sindirim sistemi hastalıkları nelerdir?

BEDENİN ASİTLEŞMESİNE NEDEN OLANLAR

Asitleşme kolesterol yüksekliğine sebep olur. Vücutta birikmiş olan toksinler asit özelliktedirler. Bağ dokusu ve kandaki asidik oluşumlar kalsiyumu kendine bağlarlar. Eğer kan ve bağ dokusunda yeterli kalsiyum bulamazlarsa damarların iç duvarındaki kalsiyumu alırlar; burada da bulamazlarsa kalsiyumu kemiklerden alırlar.

Kemiklerden bir miktar kalsiyumun eksilmesi büyük bir sorun oluşturmayabilir. Buna karşılık, kanda meydana gelecek çok hafif bir asitleşme dahi çeşitli hastalıklar ile hatta çoğu kez ölüm ile sonuçlanabilmektedir.

Damarların iç duvarından alınan kalsiyumun yerine kolesterol geçer. Şayet sürekli azalan kalsiyumun yerine kolesterol eklenirse damarlar sertleşir ve arterioskleroz dediğimiz hastalık ortaya çıkmaya başlar. Tansiyonun yükselmesi ile birlikte sertleşen damarların iç duvarında hasar oluşmaya başlar. Bazen damar cidarında meydana gelen hasarlar mikro yırtıklar olarak karşımıza çıkar ve bu yırtıklarda kolesterol birikimi meydana gelir. Bunun sonucu olarak damarlardaki arterioskleroz yani damar sertleşmesi iyice yerleşir. Damarların yağlanarak sertleşmesi, beyin, kalp, penis ve vajina gibi organlara yeterince kan gidememesi demektir. Bu da felç, beyin kanaması, yüksek tansiyon, erkeklerde iktidarsızlık ve kadınlarda cinsel isteksizliğe neden olur.

 

Sık ve fazla miktarda kimyasal ilaç kullanan hastalarda örneğin kemoterapi gören ağır vakalarda aşırı miktarda hücre ölümü görülür; hücre ölümleri kandaki ürik asidi artırır. Bunu nötralize edebilmek için en çok vücuttaki kalsiyum kullanılır. Bu nedenle eksilen kalsiyumu acil olarak damar yoluyla takviye etmek gerekir.

 

Asidik içecekler (limonata, kola ve şekerli içecekler) kan ve kemiklerdeki kalsiyumun atılmasını kolaylaştırır ve hatta çoğu kez onun yerine geçer. Böylece kemik erimesi dediğimiz osteoporoz ortaya çıkar.

 

Bu pencereden bakıldığında bedendeki asitleşmenin ortaya çıkardığı hasar ve hastalıklar daha iyi alışılır. Günümüzde hastalıklar üzerindeki etkisi çok daha iyi anlaşılmış ve asit fazlalığı için tipik olan bazı hastalıkları da burada sizinle paylaşmak istiyorum.

 

Romatizma bir asidoz hastalığıdır. Evet yanlış okumadınız bugün pek çok romatizmal hastalığın temelinde bedende birikmiş olan asitlerin yattığını artık biliyoruz. Hayvansal protein tüketen özellikle et ve peynir yiyen kişilerde aşırı miktarda ürik asit oluştuğu görülmekte ve bu durum laboratuar verileriyle de ölçülebilmektedir.

 

Kanda artmış olan ürik asidi, asidik tuzlara çevirmek için çok miktarda bazik elemente ihtiyaç vardır. Bazik diğer adıyla alkali özellik taşıyan elementlerin başında da sodyum, potasyum, kalsiyum, flor, klor ve magnezyum gelmektedir.  

 

Oluşan ürik asit, ürik asit kristallerine dönüştürülerek depolanır. Böbrekler idrar yoluyla belli miktardaki ürik asidi dışarı atar. Eğer protein alımı özellikle hayvansal gıdalar tüketilmeye devam edilirse veya dişlerde çürük oluşmuşsa böbrekler bu kristalleri dışarı atamazlar. İşte vücuttan dışarı atılamayan bu oluşumlar ürik asit tuzuna çevrilerek depolanır. Bu kristaller öncelikle bağ dokusu ve kıkırdak dokusuna yerleşerek eklem ve yumuşak dokularda bildiğimiz romatizmal ağrıları ortaya çıkarır.

 

Hayvansal besinler örneğin peynir, et ve et ürünleri vücudumuzdaki H+ (hidrojen) ve C+ (karbon) iyonlarının yükselmesine neden olur. Bunu nötürleştirmek için O2- (oksijen) iyonları gerekir ve sonuç olarak H2CO3 (karbonik asit) ortaya çıkar. H2CO3’nin aşırı yükselmesi kanın asitleşmesi ve bu da büyük tehlike demektir. Oluşan H2CO3, H2O (su) yani idrar yolları ile; CO2 (karbondioksit) ise solunum yolları ile dışarı atılır. Etin kendisi aslından fazla asidik değildir ancak vücut bunu asitleştirerek işleme tabi tutar ve bu işlem esnasından vücudumuzda asit birikmeye başlar. Asitleşmeyi durdurmak için beyin akciğerlere oksijen alımını yavaşlatmayı emreder. Oksijen alımının yavaşlaması ile birlikte hücreler iyi beslenemez ve kişi çabuk yorulur. Bu yorgunluk uyumakla geçmez. Sorunun çözümü için hayvansal gıdalarla beslenme azaltılmalıdır.

 

Midenin zayıflaması veya iltihaplanması nedeniyle kaliteli ve yeterli sodyum bikarbonat üretemez. Bu da vücudun asitleşmesini önleyen en önemli faktörün yani sodyum bikarbonatın yetersizliğine ve dolayısı ile asidoza sebep olur. Asidoz sonucunda kalp ve kan dolaşımı ile ilgili rahatsızlıklar, hazımsızlık, bağırsaklarda aşırı gaz oluşumu, kabızlık, romatizmal ve diğer iltihaplı hastalıklar, gut hastalığı, şeker, yağ hazımsızlığı ve kanser gibi birçok hastalık ortaya çıkar.

 

Vücudun asitleşmesine neden olan bir diğer faktör mide asididir. Pankreas bezi salgıladığı sodyum bikarbonat ile mide asidini nötürleştirir. Eğer pankreas yetersizliği söz konusu ise yeterli enzim üretilemez ve kandaki asit–baz dengesi bozulabilir.

 

Yukarıda da belirttiğimiz gibi asit-baz dengesinin bozulması, birçok hastalığın ortaya çıkmasını kolaylaştıran faktörlerin başında yer almaktadır.

 

Bu hastalıkların başında alerjik hastalıklar, enfeksiyon hastalıkları, kronik yorgunluk, bel fıtığı, kas ve eklem rahatsızlıkları, yüksek tansiyon ve mide-bağırsak rahatsızlıkları gelmektedir. Bu nedenle bazik ağırlıklı besinlerle beslenmek gerekmektedir. Bu besinlerin başında da sebze ve kepekli ekmek gelir.

 

Yanlış beslenmeye bağlı olarak bağırsakların pH değeri 7 (nötür) veya bunun hafif üzerine çıkarsa, besin maddelerinin sindirimi sırasında ortaya çıkan amonyum (NH4+) amonyağa (NH3) dönüşür. Amonyak pozitif veya negatif yüklü olmadığı için yani nötür özelliklere sahip olduğu için kolaylıkla hücrelere sızar ve buradan kana karışır.

 

Kandaki amonyak ile biyojen aminler ve mikroorganizmaların salgıladığı zehirli gaz ve zehirli alkoller, karaciğer tarafından nötürleştirilmeye çalışılır. Bu işlem sırasında karaciğere binen yük arttığı için yorulur ve kendi asıl görevi olan enzim üretimini sağlıklı bir şekilde yapamaz. Aktif görevini yapamayan karaciğer, çeşitli hastalıkların oluşumunu kolaylaştırır. Bu durumun uzun sürmesi bağırsak florasının bozulmasına ve daha çok artık maddenin üretilmesine neden olur. Bu kısırdöngünün kırılamaması kronik adı altında sıraladığımız pek çok hastalığın ortaya çıkmasına neden olur.

 

Bağırsak florasının bozulması, cilt hastalıkları, alerjiler, romatizmal hastalıklar, migren, yüksek tansiyon, stres, uyku düzensizlikleri gibi pek çok hastalığın oluşmasına zemin hazırlar. Amonyak, hücreler için tehlikeli bir zehirdir, amonyum ise bağırsak mukozasını temizleyici özeliklere sahiptir.

 

Mide-Bağırsak Yetersizliğine neden olan bir diğer faktör, fast food, konserve, çikolata, şekerli içecekler, limonata, kola, fanta ve aşırı katkı maddesi içeren besinlerin tüketilmesi ve çeşitli kimyasal ilaçların dikkatsizce kullanılmasıdır. Bu ilaçlar içerisinde en tehlikeli olanı, bağırsak florasını ve mide mukozasını tahrip eden antibiyotiklerdir. Bu kişilerde çok kolay gastrit gelişir. Bağırsak florasının bozulması ve iltihaplanması ile beraber, azalan faydalı bakterilerin yerini kandida dediğimiz mantarlar istila etmeyi başlar. Böylece mide yeterince intrensek faktör salgılayamaz ve bağırsaklardaki mantarlar da sürekli mikotoksin (mantar zehirleri) üretirler.

 

Mideden salgılanan intrensek faktör, B12 vitamini, folik asit, methionin ve minerallerin bağırsaklar tarafından emilmesini sağlar. Kısacası diyabet hastaları için insülin ne kadar önemli ise, besinlerin sindirilmesi için de intrensek faktör o kadar önemlidir.

 

İntrensek faktör yeteri kadar üretilemezse vitamin ve mineral eksikliği ortaya çıkar. Bunun sonucunda da alerjiler, cilt hastalıkları ve sindirim sistemi ile ilgili çeşitli hastalıklar görülür.

 

Vücudu bu asitli durumdan kurtarmak için öncelikle detoks yapılmalıdır.

 

Vücuda yerleşmiş olan toksin düzeyini Proquant yöntemi ile tespit etmek mümkündür. Ayrıca dokularda bulunan ağır metallerin de bilinmesinde fayda vardır.

 

Söz konusu rahatsızlıktan kurtulmanın başlıca yollarından bir tanesi düzenli ve yeterli su içmek ve özellikle alkali su tüketimine önem vermektir. Düzenli bedensel aktivite, solunum egzersizleri, kolon hidroterapi, nöralterapi, fitoterapi ve homeopatik destek, sağlıklı ve dengeli beslenme, kaliteli uyku ve stres ile mücadele sayabileceğimiz diğer yöntemler arasındadır. (Kapsamlı bilgi için detoks kısmına bakınız)

 

Et ve Peynir Masalı

 

Beyaz Un ve Beyaz Şeker Tehlikesi

 

Peynir: Halk arasında peynirin, kalsiyum için çok önemli olduğu söylenir ve doktorlar da kemik erimesine karşı bol bol peynir yenilmesini tavsiye ederler. Hatta bol peynir yenince kemiklerdeki kalsiyum oranının artacağı iddia edilir.

 

Halbuki et ve peynir yiyince hücrelerde meydana gelen metabolik olaylar sırasında fazla miktarda asit oluşur ve bu asidi atmak için aşırı derecede kalsiyuma ihtiyaç duyulur. Böylece asitle birlikte kalsiyum da dışarı atılmış olur. Yani peynir yiyince kalsiyum alınır ama bunun çok daha fazlası, peynirin sebep olduğu asitleşme nedeniyle dışarı atılır. Aslından peynir tüketerek kalsiyum eksikliğinin yerine konulacağına inanmak, oluşacak bu kısır döngüyü daha başından kabul etmek anlamına gelmektedir.

 

Vücudumuzdaki asit-baz dengesinin sürekli olarak dengede tutulması gerekmektedir. Asidin aşırı artması demek kişinin, sonu ölümle bitebilecek bir komaya girmesi demektir. Bunu engellemek için devreye sokulan mekanizmalardan bir tanesi beynimizin oksijen alımını yavaşlatmasıdır.

Oksijenin azalması yorgunluk, halsizlik ve güçsüzlük gibi problemlerin ortaya çıkması demektir.

 

Yurtdışında özellikle İsviçre ve Almanya da yapılan pek çok araştırmada hayvansal besin alanların idrarında yüksek oranda asit ve kalsiyum tespit edilmiştir. Bu da hayvansal besinlerle alınan kalsiyumdan çok daha fazlasının idrarla atıldığını göstermektedir. Bu kısır döngüyü kırmak için yapılacak en mantıklı yaklaşım, hayvansal besin tüketimini azaltmak olmalıdır.  

 

Günümüzde çok sık olarak görülen osteoporoz yani kemik erimesinin sebebi, kalsiyum bakımından fakir beslenmekten ziyade, vücudun kaybettiği kalsiyumdur. Bu nedenle bu hastalara dışarıdan hayvansal besinlerle kalsiyum yüklemenin ne kadar anlamsız olduğu ortaya çıkmaktadır. Hayvansal besin alanların idrarında yüksek oranda asit ve kalsiyum tespit edilirken sebze ve meyve yiyenlerde ise daha az kalsiyum kaybı olduğu görülmüştür. Kısacası artık kemik erimesinin, dışarıdan alınan hayvansal kalsiyum yetersizliği ile değil kalsiyum kaybı nedeniyle olduğu anlaşılmıştır. Böylece peynir yersen kemiklerin sağlamlaşır masalı sona ermiştir. Asidi nötürleştirmek için aşırı miktarda oksijen harcandığı için, organların oksijenlenmesi ve buna bağlı olarak fonksiyonların azalması ve bu kişilerde yorgunluk, halsizlik, dermansızlık, uyuşukluk ve uyku hali gibi belirtiler görülmektedir.

 

ABD'de Dr. John McDougall, hayvansal proteinin kemik erimesine neden olduğunu yaptığı araştırmalarla ispatlamıştır. (McDougall Program for Women) Dünyada süt ve süt ürünlerini en çok tüketen ve kemik erimesinin en çok görüldüğü ülkenin ABD olduğu belgelenmiştir. örneğin gr. lahana sütten 2 kat daha fazla kalsiyum içermektedir. Rezene ve brokoli ise süt kadar kalsiyum içermektedir. Lahanadaki kalsiyumun % 'ü değerlendirilirken, sütteki kalsiyumun % 'ü değerlendirilmektedir. Süt, peynir, et ve et ürünleri ile alınan kalsiyumdan 2 kat daha fazlası idrarla dışarı atılmaktadır, çünkü oluşan asitler başta kalsiyum olmak üzere, magnezyum, potasyum ve sodyum ile birleşerek dışarı atılmaktadır. çok az süt ve süt ürünü tüketen çin’de ise osteoporoz çok seyrek görülmektedir. Bu nedenle hayvansal proteinlerden uzak durmak gerekir.

 

Peynir ve et ürünlerinin vücutta yarattığı ikinci önemli tehlike, kronik enfeksiyonların çok daha kolay ortaya çıkmasına sebep olmalarıdır. çünkü et ve peynirin yol açtığı kan ve doku asitleşmesi immün sistemi zayıflatır. Bu konuda yayınlanmış pek çok bilimsel makale bulunmaktadır. Buradaki temel neden, immün sistemin zayıflamasına bağlı olarak organ ve hücrelerin yeterince oksijen alamaması ve dolayısıyla iyi beslenmeyen dokularda da bakteri, virüs ve mantarların daha hızlı çoğalmaya başlamasıdır. Kısacası bu gıdalar immün sistemi zayıflatarak enfeksiyonların vücuda kolayca yerleşmesini sağlarlar.

 

Bu kişilerde uyumakla yorgunluk geçmez, kişi günde 10 saat gibi çok uzun bir süre uyusa bile yine de kendini yorgun hisseder. çünkü et ve peynirin oluşturduğu asidin nötürleştirilip, asit-baz dengesinin tekrar normale dönmesi çok zaman alır. Vücut aldığı oksijeni, oluşan asidi nötürleştirmek için harcandığından dolayı yorgunluk, halsizlik ve dermansızlık ortaya çıkar.

 

Özellikle akşamları et ve peynir yenmişse, ertesi gün yorgunluktan kendinize gelmeniz çok zaman alacaktır. Tabi ki bu durumu ağırlaştıran ikinci neden biyolojik ritmimizdir. çünkü geç saatlerde tükettiğimiz besinlerin sindirimi daha zor olmaktadır.

 

Uyku bir dinlenme süreci olmaktan ziyade, vücudun kendini yenilediği aktif bir süreçtir. Bu süre içinde sindirimi zor olan ve asitleştirmeyi kolaylaştıran gıdaların tüketilmesi, kronik yorgunluğun daha da ağırlaşmasına neden olur.

 

Bu nedenle et ve et ürünleri haftada en fazla iki gün tüketilmeli, peynir ise yukarıda saydığımız gerekçelerden dolayı fazla yenmemelidir

 

Peynirle ilgili üçüncü önemli tehlike ise tyramin isimli bir madde içermesidir. Bu madde normal olarak monoaminooksidaz enzimi tarafından yok edilir. Bazı ilaçlar, örneğin tranyl cypromin içeren depresyon ilaçları monoaminooksidaz enzimini frenler. Böylece peynirdeki tyramin vücutta birikir, bu da yüksek tansiyona neden olur. Bu nedenle depresyon ilacı alan hastaların peynir tüketimini sınırda tutmaları önerilmektedir. Tyamin sadece peynirde değil aynı zamanda sucuk ve salam gibi besin maddelerinde de bulunmaktadır.  Depresyonda olan veya bu rahatsızlığa eğilimi olan kişilerin bu tür gıda tüketimini sınırda tutmaları ve hatta hiç yememeleri, kendilerini daha hızlı toparlamaları açısından faydalı olacaktır.

 

Et: Yüksek tansiyonun asıl nedeni özellikle et ve et ürünleri gibi hayvansal gıdaların aşırı tüketilmesi sonucu bağırsaklarda ortaya çıkan, “methionin“ aminoasidinin B6 ve B12 vitaminleri tarafından elimine edilememesi ve bunun sonucunda ortaya çıkan “Homocystein“dir. Bugün ‘Homocystein’in insan sağlığı ve kolesterol oluşumu üzerine olan etkileri daha yeni yeni kavranmaya başlanmıştır. Bu konu aynı zamanda anti aging tedavisinin en önemli ayaklarından birini oluşturmaktadır.

 

Homocystein, oksitlenmiş LDL kolesterolün, kandaki makrofaj hücreleri tarafından yabancı madde olarak algılanmasına sebep olur. Makrofajlar LDL kolesterolü hücre içine alarak yok etmeye çalışırlar. Bu esnada açığa çıkan toksik maddeler damarların iç yüzeyinde birikerek damar sertliğine neden olurlar.

 

Damar sertliği başta beyin kanaması, kalp krizi ve kalın bağırsak kanseri olmak üzere çeşitli hastalıklara sebep olur. Bu kişilere yapılacak bir detoks (arındırma) programı sağlıklı kalabilmek için çok önemlidir. Arındırma programının, detoksifikasyon konusunda yetkili olan bir hekim tarafından yapılmasına özellikle dikkat edilmelidir. çünkü gerek takviye edilecek vitaminler, gerekse uygulanacak olan beslenme programı kişiye özel olmalıdır.

 

Beyaz Un: Doğal olmayan karbonhidratlı besinler de sağlığa zararlıdır. Doğal olmayan karbonhidratlı besinler deyince lifli (sebze ve meyve) besinleri değil, nişastalı besinleri özellikle kepeksiz undan yapılan yiyecekleri kastetmekteyiz.

 

Buradaki asıl sorun nişastadır. Nişasta bir polisakkarid olduğu için önce bağırsaklarda disakkaride çevrilir ve ardından kanda glikoza dönüştürülür.

 

Şunu açıkça belirtmemiz gerekir ki, insan vücudu glikozu yağa çevirebilmektedir. Ekmek, makarna, şeker, tatlılar ve çeşitli tahıl ürünlerinde oldukça bol miktarda nişasta bulunur. Kanda bulunan ve hemen yakılamayan fazla glikoz ileride kullanılmak için yağa dönüştürülerek vücutta depolanır. Bu da şişmanlığın önemli nedenleri arasında sayılmaktadır. Burada sözünü ettiğimiz nişasta rafine edilmiş karbonhidratlardaki nişastadır. Oysa karmaşık karbonhidratlarda yani sebze, meyve ve doğal yapılarıyla oynanmamış pirinç ve tahıl ürünlerde böyle bir tehlike yoktur. Bu nedenle et, peynir ve yumurta gibi hayvansal besin yemeyen kişilerde de kilo alma sorunu görülür ve hatta bu kişiler daha şişman olurlar. çünkü hayvansal besinler aynı zamanda protein de içerirken, nişastalı besinlerde protein hemen hemen yok denecek kadar azdır.

 

Tansiyonun asıl sebebi hayvansal besinler (et, peynir ve yumurta) ve hamurlu yiyeceklerin (beyaz unlu mamuller) aşırı tüketilmesi ve bedensel aktivite eksikliğidir. Beyaz un vitamin ve mineral içermez. Bağırsaklarda disakkaride dönüştürülen nişasta kanda glikoza dönüştürülür. Eğer glikoz miktarı enerjiye dönüştürülemeyecek kadar çoksa yağa dönüştürülerek depolanır. Bu nedenle hamurlu besinler de, et gibi kilo almayı kolaylaştırmaktadır.

 

Kepekli undan yapılan ekmek, B1, B2, B3, ß-karoten (provitamin A) ve E vitamini ile, bakır, manganez, magnezyum, fosfat, demir ve çinko içerir.

Lifli besinler (kepekli un, keten, yulaf ezmesi, meyve ve sebze) safra asidini kendine bağlar ve böylece safra dışkı ile dışarı atılır. Eksilen safrayı karşılamak için kandaki kolesterol karaciğere taşınır ve safra asidi yapımında kullanılır. Böylece kandaki kolesterol azalır. Lifli besinler kalın bağırsaklarda bakteriler tarafından küçük zincirli yağ asitlerine bölünür. Bu küçük zincirli yağ asitleri kolesterolün oluşmasını önler. Bu da kolesterolün kandaki seviyesini düşürür. Kandaki yağın azalması ve sertliğin önlenmesi ile hücrelere gerekli olan besleyici maddeler taşınır ve böylece kişinin enerjisi artar ve sağlığına kavuşur.

 

Oysa günümüzde beyaz undan yapılan ekmek ve makarnada, ne vitaminler ne de minaraller mevcut değildir. Beyaz undan yapılan ürünlerin ülkemizde çok fazla tüketildiği düşünülürse, Türkler, protein, mineral ve vitamin yetersizligi (avitaminoz) olan bir millettir diyebiliriz. 

 

Beyaz Şeker:

Günümüzde şeker ve şekerli gıdaların tüketimi çok yaygınlaşmıştır. Doğal şekerin yapısında aynı zamanda vitamin, mineral ve enzim de bulunduğu için zararlı değildir. Eskiden kullanılan esmer şeker, sağlıklı ve doğal bir şekerdir. Yıllar önce tatlandırıcı olarak bal ve pekmez kullanılırdı. Şeker pancarından elde edilen şeker ilk zamanlarda doğal yapıda iken, sürekli olarak yeni metotların geliştirilmesi sayesinde günümüzde tüketilen beyaz şekerin içerisine hiçbir vitamin, mineral, enzim ve aminoasit bulunmaz. üstelik en önemli kısmı, hayvan yemi yapımında kullanılmaktadır. Beyaz şeker, kan şekeri seviyesini birdenbire yükseltir çünkü vitamin, mineral, enzim ve aminoasit içermediği için kana geçişi hızlı olur.

 

Bir taraftan kandaki şeker seviyesi yükselirken, diğer taraftan bunu hücreye taşıyacak olan insülinin yeterince salgılanamaması, zamanla şeker hastalığını ortaya çıkarır. Bu nedenle beyaz şeker kullanmaktan kaçınılmalıdır.

 

Pek çok hastalık, hızlı ve çok yemek yeme ve aşırı hayvansal besin tüketmeye bağlıdır. Bu durum bağırsak florasını bozmaktadır. Bozulan dengeler nedeniyle faydalı bakteriler azalır, zararlı bakteriler, tehlikeli mantarlar ve virüsler devreye girer ve beklenmedik hastalıklar ortaya çıkar. Hayvansal besinlerin, özellikle et ve et ürünlerinin haftada en fazla iki defa tüketilmesi gerekir.

 

Asyalılar pirinç, deniz ürünleri, sebze ve meyve; Avrupalılar patates, lahana, meyve, sebze ve hayvansal ürünler; Afrikalılar ise sebze, meyve ve tahılla beslenirken, Türkiye’deki özellikle varlıklı insanlar, hastalık derecesinde et, peynir ve yumurta gibi hayvansal besinler ile kepeksiz unlu mamüller ve alkol, fanta ve kola gibi içecekler tüketmektedirler.

 

İçecekler:

 

Beslenme deyince aklımıza ilk olarak yiyecekler gelmektedir oysaki içecekler de çok önemlidir çünkü bunlar tüm sindirim sistemimizi altüst edebilirler. Örneğin siyah çay uzun süre ve aşırı miktarda içilirse, bağırsakları kurutur ve sindirim işlevini bozar. Siyah çayın diüretik yani idrar söktürücü özelliği artık bilinmektedir. Halbuki insanlar zaten yeterince su içmemektedirler. Buna bir de fazla çay eklenirse, organlar için çok önemli olan suyun yanı sıra pek çok mineralin de kaybolmasına neden olurlar. çay gibi kahvenin de sürekli ve aşırı tüketilmesi, başta gastrit olmak üzere birçok rahatsızlığa neden olur. Ancak gün içinde bir iki kahve içmek sorun yaratmaz. Neskafe ve filtreli kahve yerine türk kahvesi ve bardak içinde filtrelenen kahve içmek daha faydalıdır.

 

Asitli içeceklerin başında şekerli limonata, kola ve fanta gelmektedir. Hemen asitleşen bu içecekler, kanın ve dokuların asit-baz dengesini bozarak asidoza sebep olurlar. Ayrıca içerdikleri aşırı miktardaki şeker nedeniyle kemikleri eritir ve sindirimi zayıflatırlar.

 

Doku ve kanda birikmiş asitli toksinleri nötürleştirip atmak için, detoks programı süresince yeterli miktarda su içilmesi temel ilkelerden biridir. Aslında bu ilke sağlıklı bir yaşam için de geçerlidir. Suyla ilgili daha detaylı bilgiler su bölümünde kapsamlı olarak ele alınmıştır. Ancak burada şu kısa açıklamayı yapmak yerinde olacaktır. Suyun bir hafızası vardır ve su, geldiği yer ile ilgili önemli bilgileri de içinde taşır. Oysaki bizler artık neredeyse doğal sudan çok, plastik şişelerdeki suları içmekteyiz. Plastik maddeler suya, doğal olmayan, olumsuz ve zararlı bilgiler yüklemektedir.

 

Kahvaltı ve yemeklerden önce iki bardak su içmek, kişilerde erken doygunluk hissi uyandırır ve aşırı yemek yemeyi önler. Suyun yemeklerden ½ saat önce içilmesi daha sağlıklı bir yaklaşım olur. Yemek sırasında su içilmemesi gerekir. Aynı şekilde yemeklerden en erken ½ saat sonra su içilmelidir.

 

Kısaca özetlemek gerekirse, normal sağlıklı bir vücutta kan ve vücut sıvılarının birçoğu hafif alkali özellikte ve dokular ile hücreler de oksijenle beslenmiş olmalıdır. Alkalilik ve dokuların yeterli oksijenlenmesi, sağlıklı olmanın ve güçlü bir bağışıklık sistemine sahip olmanın şartlarıdır. Patojenlerin insan vücudunda varlıklarını sürdürebilmesi için gerekli olan iki şart ise, asit düzeyi yüksekliği ve yetersiz oksijendir. Bu durum kanser hücreleri için de geçerlidir. Kanser, doku kirlenmesinin ölümcül ve son aşamasıdır. Kanseri tedavi etmenin ve önlemenin en iyi yolu, kanı ve dokuları alkali yapmak ve oksijenle besleyerek, kanser hücrelerinin gelişebileceği şartları yok etmektir.

 

Uzun ve sağlıklı bir yaşam için senede bir veya iki kez, birkaç gününüzü detoks için ayırmanız, harcadığınız zaman ve emeğe kesinlikle değecektir.

 

Dr. Tijen ACARKAN

Kulak Burun Boğaz (KBB) hastalıkları polikliniklerine başvuran hastaların en sık rastlanılan yakınmalardan birisi boğazlarında takılma hissi veya boğaz ağrısıdır. Çoğu zaman bu durumda tedaviler yetersiz kalmakta ve hastalıklar süreklilik göstermektedir. Bunların çoğunun etiyolojisinde reflünün tek başına ya da diğer etkenlerle birlikte rol oynadığı belirlenmiştir.


Reflü Nedir?

Mide içindeki asidin mide ile yemek borusu arasında geriye kaçışı önleyen bağlantı yerini aşarak, yukarı doğru kaçak yapmasının oluşturduğu bir rahatsızlıktır. Bu asit kaçağı yemek borusunun alt kısmında şişlik, hassasiyet ve bazen de ülserlerin oluşumuna neden olur. Bazen asit daha da yukarılara çıkarak yemek borusunun üst kısmını, boğaz, geniz, gırtlak ve ses tellerini hatta soluk borusunu dahi etkileyebilir. Etkilediği bölgeye göre değişik şikâyetler oluşturur. Bunlar genellikle göğüste yanma veya rahatsızlık hissi, boğazda yanma ve ağrı, ses değişiklikleri, sık sıkboğazı temizleme ihtiyacı, boğazda düğümlenme hissi ve kuru öksürük şeklindedir.

Reflüde muayenenin uygun şekilde yapılmasının güçlüğü, bazı durumlarda boğazda bulgularının tam görülememesinden dolayı yakın bir geçmişe kadar reflü hastalığı olan çoğu hastaya kronik farenjit tedavisi hatta bazı hastalara operasyonlar uygulanmıştır. Ancak son yıllarda endoskopik kameralarla muayene olanaklarının ve test yöntemlerinin gelişimiyle, reflünün bu hastalıklarda önemli bir etken olduğu belirlenmiştir.

ilaç tedavilerine rağmen tam iyileşmeyen veya kısa süre sonra tekrarlanan ses kısıklığı, öksürük ve boğaz ağrılarında reflü varlığından şüphelenilmelidir.


 

Gastro özefagial Reflü Hastalığı (GÖR) : Aşırı miktarda mide asidi ve diğer mide içeriğinin yemek borusuna doğru kaçarak ciddi mide yanması (heartburn), ekşimesi, ağrısı gibi şikayetlere neden olmasıdır

Laringo farengial Reflü (LFR) : Mide asidi ve diğer mide içeriğinin yemek borusundan daha yukarı, boğaz (farinks) ve gırtlağa (larinks) geri kaçmasıdır. Bu hastalarda genellikle mide yanması,ekşimesi gibi klasik reflü şikayetleri görülmez. Bu yüzden 'Sessiz Reflü' ismi de kullanılmaktadır. Boğaz, gırtlak ve ses telleri mide asidi ve sindirim enzimlerine yemek borusuna göre çok daha fazla duyarlıdır. Reflü yutak ve gırtlak düzeyinde farenjit, larenjit, ses bozuklukları,geçmeyen öksürük,nodül ve polipler yanında sinüzit ve kulak iltihapları oluşumunda da rol oynamaktadır. Nadiren astım, kronik bronşit ve zatürreye yol açabilmektedir. Bunun yanında göğüs ağrısına, uyku apnesine ve diş sorunlarına bile neden olabileceği gösterilmiştir.

 

Reflünün Yolaçtığı Şikâyetler:


FLR de genellikle hastanın şikayeti boğazda bir takılma hissi, ses kısıklığı, öksürük ya da boğazda ağrı şeklinde olabilmektedir. Ancak bu şikayetler hastadan hastaya değişebilmektedir. Ses sanatçılarında ise sesin çabuk yorulması, ince sesleri verirken zorlanma ve seste bir perde hissi ile olabilmektedir.

Reflü Ciddi Bir Hastalık Mıdır?

Uzun süren, rahatsız edici olan bir hastalıktır. Tedavi edilmediği takdirde mukozada kalıcı bozukluğa ve kronikleşmeye eğilimlidir. Yemek borusunda kanamalar, daralmalar ve tıkanmalar olabilir.

Boğazda ve gırtlakta mide asidinin tahrişi ile ses tellerinde ödem, nodul ve et büyümelerine ve hatta ileride kansere yol açabileceğini unutmamak gerekir.

Reflü Nasıl Oluşur, Yanma Hissi Nedir?

Midede zaten var olan asit, yemek yendikten sonra midede asit üretimi yapan özel hücrelerin asit salgılamasıyla daha da artar. Ayaktayken yer çekiminin yardımıyla asit yukarıya pek gelemez. Ancak yatış pozisyonunda mide asidi yemek borusuna daha kolay çıkar. Bu da şikâyetin geceleri artmasına neden olur. Asit yemek borusunda ve boğazda ne kadar uzun süre kalırsa yaptığı hasar o kadar fazla olacaktır. Göğsün arkasından yukarı, boğaza doğru yayılan, yanma ve rahatsızlık hissi vardır. Geğirme ve şişkinlik gibi belirtilerin yanı sıra, boğazın arkasında acı veya ekşi bir asit tadı da hissedilebilir.

 

Bu Rahatsızlık Ne Kadar Yaygındır?

Bu oldukça sık görülen bir rahatsızlıktır. Yiyecek alışkanlıklarına bağlı olarak ortalama her kişiden birinde vardır. Amerika Birleşik Devletlerinde 60 milyondan fazla kişide ayda 1 kez mide yanması görülmektedir; bir başka çalışmada 15 milyondan fazla Amerikalıda her gün mide yanması şikâyeti belirlenmiştir.

Laringo faringeal reflü tüm kulak burun boğaz hastalıklarının %10 unda rastlanmaktadır. Ses bozukluğu olan hastalarda veya kronik boğaz hastalığı olan kişilerde reflüye rastlanma sıklığı % 60 lara ulaşmaktadır.

Reflü tanısı: Tanı konulması için hastadan alınan bilgi ve kulak burun boğaz endoskopik muayenesi sıklıkla yeterli olmaktadıfunduszeue.info tellerinde görülrn bazı değişiklikler tanıda çok önemlidir

24 saatlik asit ölçümü (Ph monitörizasyonu) reflü tanısında önemli bilgi verir. Asit reflü yanında alkali reflünün de değerlendirilmesi için de monitörizasyon yararlıdır.

Reflü tedavisi ile şikâyet ve bulguların gerilemesi de tanıda değerlidir.

Çocuk hastalarda da reflü önemlidir ancak tanı daha zordur. İki yaşına kadar bir miktar reflü olması normaldir buna rağmen inatçı öksürük, ses kısıklığı, bronşit ve kilo kayıplarında reflü araştırılmalıdır.

REflü varlığında gerekirse besin alerjileri ve diğer mide barsak hastalıkları da araştırılmalıdır.


Reflüde Şikâyetler Nasıl Azaltılabilir?

Yemek ve yaşam tarzı alışkanlıklarının değiştirilmesi ve beraberinde antiasitler gibi ilaçların doğru kullanımı rahatsızlığı ileri boyutta olmayanlarda yeterli olabilir. Günlük hayatta uygulanabilecek bazı öneriler şikâyetlerin azaltmasında yardımcı olabilir:


Reflüyü ve mide yanmasını artıran besinler:


Reflü TedavisindeYaşam Tarzında Yapılabilecek Diğer Değişiklikler:

 

Reflüve Mide Yanması Şikâyetleri İçin Ne Gibi İlaçlar Vardır?

Hastalığın başlangıç dönemlerinde, antiasit adı verilen ve şurup ya da ağızda çiğnenen tabletler şeklindeki asit giderici ilaçlar yeterli olabilir. Hastalığın daha ileri dönemlerinde mide asidi salgısını engelleyen proton pampa inhibitörü denilen ilaçlar düzenli olarak kullanılmalıdır. Bu ilaçlarla yapılan tedavi genellikle 2–3 ay sürer ve hatta bazı hastaların daha uzun süre kullanmaları gerekir.

Reflü Tedavisine Ne Kadar Süre Devam Edilmelidir?

Reflü uzun süreli devam eden (kronik), ancak aralıklı olarak tekrar ortaya çıkan bir hastalıktır. Bu nedenle reflü şikayet ve bulguları ortadan kalktıktan ve tedavi tamamen kesildikten bir süre sonra bir takım sebeplerle (örn. stres, yorgunluk ve diyet,vs) tekrar ortaya çıkabilir. Bu nedenle genel olarak reflü hastaları aralıklı olarak tedaviye ihtiyaç duyarlar. Reflü tedavi süresi kişiden kişiye değişmekle birlikte ortalama ay sürer.

Reflü Tedavisi 

Farengolarengeal reflü saptanan hastaların tedavisinde öncelikle sosyal önlemler uygulanması gerekmektedir. Sosyal önlemlerle tedavi edilemeyen durumlarda ilaç tedavisi veya cerrahi tedaviler gerekebilir.

Öncelikle reflüyü arttıracak yiyeceklerden kaçınılmalıdır. Kahve, kolalı karbonatlı içecekler ve konserve meyva suları, kızartmalar, kızarmış et veya tavuk, sakatat, sucuk salam yanında kuru fasulye, nohut, mısır gibi gaz yapıcı gıdalar da reflüyü arttırmaktadır. Çikolata, kuruyemiş, yağda kızartılmış hamur tatlıları, tahin helvası, margarin, kuyruk yağı, acılı baharat, turşu, sirke, sarımsak ve limon tuzu yasaklanmalıdır.

Bir defada aşırı yemek alınmamalı, az mikterda ve düzenli alınmalıdır. Yiyecekler çok soğuk ya da sıcak olmamalı ve iyice çiğnenmelidir.

Yatarken başın yükseltilmesi önerilir. Ayrıca karın içi basıncın arttırılmaması için kilo alınmaması ve beli sıkan giysilerin giyilmemesi faydalıdır. Yemek yendikten sonra saat yatılmamasına dikkat edilmeli ve özellikle geceleri yemek yememeye özen gösterilmelidir.

İçki ve sigara kullanılmamalıdır.

 

Gastorözofageal Reflüde İlaç Tedavisi

Gastorözofageal reflüde günde tek doz tedavi tercih edilirken, farengolarengeal reflüde etkin tedavi için günde iki kez kahvaltıdan ve akşam yemeğinden önce aç karına uygulanmalıdır. Gece reflüsünün aşırı olması durumunda gece ilave ilaç önerilebilir.

Ses tellerinde asitin tahrişi ve reflekle oluşan polip nodül gibi hastalıkların tedavilerle geçmesine rağmen, bazı hastalarda ses kısıklığı devam edebilmektedir. Bu hastalara ses terapisi gerekebilir.

 

Gastorözofageal Reflüde Cerrahi Tedavi

İlaçla tedavinin başarısız olduğu durumlarda eğer sebep yemek borusu ile mide arasındaki kapağın gevşemesi ise ameliyat gerekebilir. Çok şiddetli reflüsü olan ve ilaç tedavisine yanıt vermeyen hastalarda cerrahi tedavi önerilebilir. Burada, ameliyatla yemek borusu sfinkteri sıkılaştırılır.

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası