nureddin yıldız sorularla islamiyet / Kripto Para Günah Mı? (FETVA) Cübbeli Ahmet Hoca, Nihat Hatipoğlu, Nureddin Yıldız

Nureddin Yıldız Sorularla Islamiyet

nureddin yıldız sorularla islamiyet

Nurettin Yıldız Hoca’nın Bazı Yanlış Anlaşılmaya Müsait İfadelerine Cevaplar

Nureddin Yıldız Hocamız, bir İslam âlimdir. Ancak Risâle-i Nur hakkında bilerek veya bilmeyerek suizan celb edecek açıklamalar yaptığından ilmî bir şekilde tashih edilmeleri gerekmektedir. Biz de bu ihtiyaca binaen bazı izahlarını gözden geçirmesini istedik. Kardeşlerimizin istirhamlarını geri çevirmek olamazdı.

Herkes bilmelidir ki, Bedîüzzaman, müslüman fertler ve cemâ’atler arasında birlik ve beraberliği sağlamak için ihlâs ve uhuvvet düsturları adı altında bütün cihânı bir­birine bağlayacak islamın ulvî düsturlarını fevkalade ma­hâretle izah etmiştir. Ehl-i imanın çeşitli cema’atler ha­linde olmasını, bir ordudaki farklı bölük ve taburlara ya­hut bir çarşıdaki çeşitli mağazalarla veyahut da Kur’an bahçesinde dikilmiş farklı güllere ve meyve ağaçlarına benzeten Bedîüzzaman, bu kardeşlik halinin muhafazası için hayatı boyunca gayret göstermiştir. 80 yıllık bir uzun ömür boyunca asla taviz vermediği bu düsturlardan bazılarını size de hatırlatmak istiyorum:

İkisi de müslüman ve ikisi de hak yolda olan ve hatta veliyullah olduğu bilinen iki ehl-i imanın nasıl birbirine düştüklerini izah için, şu hakikatı hatırlatmıştır: &#;Ehl-i velâyet, gaybî olan şeyleri, bildirilmezse bilmezler. En büyük bir veli dahi, hasmının hakiki halini bilmedikleri için, haksız olarak mübâreze etmesini, cennetle müjde­lenen aşere-i mübeşşere denilen sahabenin arasındaki muharebe gösteriyor. Demek iki veli, iki ehl-i hakikat, birbirini inkâr etmekle makamlarından sukut etmezler&#; Bu sırra binâen &#;&#; öfkelerin yutanlar ve insanlardan sâdır olan kusurları af edenler&#;&#; mealindeki âyette mev­cut olan uluvv-i cenâb düsturuna ittibâ etmek; avâm-ı müminînin şeyhlerine karşı olan hüsn-i zanlarını kırmamakla imanlarını sarsılmadan muhafaza etmek; ehl-i imanı haksız itirazlara karşı haklı, fakat zararlı mukabele ve hiddetlerinden kurtarmak ve din düşmanlarının iki hak grubun arasındaki husumetten istifade ederek, birinin silahıyla, itirazıyla ötekini cerhetmek ve ötekinin delille­riyle berikini çürütüp, ikisini de yere vurmak ve çürüt­mekten şiddetle kaçınmak icabetmektedir&#; Kısaca bu asırda ehl-i iman olan herkes kendini ma’zur biliyor ve ondan nizâ’ çıkıyor. Müslümanların nizâ’ından ehl-i hak zarar ediyor ve ehl-i dalalet istifade ediyor&#;[2].

Konu 1: Fetvalar Meclisi Sitesinde “Risale-i Nur bir Kuran tefsiri midir” sualine verdiği cevapta, Üstadı kısmen medh ettikten sonra “ o eserleri, Kur’an’ın tek tefsiri ve sonrasında bir daha yapılamayacak düzeyde görmek bir abartıdır. Zamanının iyisi onlardı, demek gerekir o kadar. Kur’an’dan başka ebedîlik vasfı olan yoktur. Her şeyi yerli yerine oturtunca sorun olmaz” demektedir.

Evvela böyle bir iddia ne Risâle-i Nur’da ve ne de Nur talebelerinin eserlerinde mevcut değildir. Tam tersine Kur’an’ın tefsiri yapılmıştır. Bunların çoğu lafzî tefsirleridir. Risâle-i Nur ise manevî bir tefsirdir denmektedir. Bunda ilmî ve İslamî olmayan bir husus yoktur.

Kur’an’ın tek tefsiri olduğunu söyleyen ne Bediüzzaman’dır ve ne de Nur talebeleridir. Böyle bir cevap Nur talebelerini ve hatta Bediüzzaman’ı zımnen ittiham manasını taşımaktadır.

Bediüzzaman’ın söylediği şudur:

“Bu dürûs-u Kur&#;aniyenin dairesi içinde olanlar, allâme ve müçtehidler de olsalar; vazifeleri -ulûm-u imaniye cihetinde- yalnız yazılan şu Sözler&#;in şerhleri ve izahlarıdır veya tanzimleridir. Çünki çok emarelerle anlamışız ki: Bu ulûm-u imaniyedeki fetva vazifesiyle tavzif edilmişiz. Eğer biri, dairemiz içinde nefsin enaniyet-i ilmiyeden aldığı bir his ile, şerh ve izah haricinde birşey yazsa; soğuk bir muaraza veya nâkıs bir taklidcilik hükmüne geçer. Çünki çok delillerle ve emarelerle tahakkuk etmiş ki: Risale-i Nur eczaları, Kur&#;anın tereşşuhatıdır; bizler, taksim-ül a&#;mal kaidesiyle, herbirimiz bir vazife deruhde edip, o âb-ı hayat tereşşuhatını muhtaç olanlara yetiştiriyoruz!.&#;[3]

Konu 2:  Fetvalar Meclisi sitesinde Risâle-i Nur ve İhyâ-u Ulûmiddin Eserlerine Mutedil Bakış başlıklı yazıda Nureddin Hocamıza uzun bir sual yöneltiliyor “Ben risale-i nur okuyor ve bir grup arkadaşa bu eserden dersler veriyorum. Risale-i nur hakkında düşünceleriniz nedir? İstifademe devam edeyim mi? ya da dikkat edilecek bir hususiyet var mıdır?” Bu soruya verdiği cevapta Nurettin Hocamız, “Said Nursi rahmetullahi aleyhin hiçbir eseri hatta eserlerinin tamamı asla Kur’an veya Kur’an gibi değildir”

Risâle-i Nur’un haşa Kur’an gibi olduğunu gösteren bir ifade ne Risâle-i Nur’da ve ne de Nur talebelerinin eserlerinde asla bulunmamaktadır. Hatta Risâle-i Nur’un hadislerle de mukayesesi mümkün değildir. Hadisleri bile Kur’an ile mukayese etmem mümkün değildir. Böyle bir izah ittiham manasını ihtiva etmemektedir. İsterseniz Bediüzzaman’ı dinleyelim:

   “Hadîs der âyete: Sana yetişmek muhal!

    Hadîs ile âyeti müvazene edersen, bilbedahe görürsün beşerin en beligi, vahyin de mübelliği, o dahi baliğ olmaz

    Belâgat-ı âyete. O da ona benzemez. Demek ki: Lisan-ı Ahmedî&#;den gelen herbir kelâm her dem onun olamaz.”[4]

Bu meselenin dillere dolanmasının sebebi 1. Şu’a’daki Kur’an âyetlerinin Risâle-i Nur’a işaretleri meselesidir. Hatta Nureddin Hoca aynı fetvalar meclisinde Risale-i Nurdan Birinci Şua risalesi ve 33 ayetin işareti hakkında verdiği cevapta “Bediüzzaman hazretlerinin Şualar Risalesi Birinci Şuası Üstad Bediüzzamanın hüsnü kuruntusudur” diyecek kadar ileri gitmiştir. Önce

Bediüzzaman’ı dinleyelim:

Bedîüzzaman’a göre, “Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân; âyetlerini, cümlelerini öyle bir şekilde nazmetmiş ve vaz’etmiştir ki, her cihetten ihtimal yolları bulunsun ki, muhtelif fehimler ve isti’dâdlar, zevklerine göre hisselerini alabilsinler. Binâenaleyh ulûm-u Arabiyyenin kaidelerine muvafık ve belâgatın prensiplerine uygun ve ilm-i usûle mutabık olmak şartiyle, müfessirlerin birbirine muhalif olan beyânatı ve ihtimalleri; zamanlara, tabakalara ve fehimlere göre murad ve câizdir diye hükmedilebilir.”[5]

İşte Bedîüzzaman Hazretleri Sikke-i Tasdik-i Gaybîadlı eserinde, Kur’anın bütün bu özelliklerini göz önünde bulundurarak ve de İslami ilimlerde mevcut olan yukarıdaki kurallara uyarak şöyle demektedir: &#;Kur&#;an hakkında nâzil olan bazı ayetler, fer&#;î bir tabakadan ve bir mana-yı İşârîsiyle de Kur&#;an ile münasebeti çok kuvvetli bir tefsirine bakmak, şe&#;nine bir nakîse değil, belki o lisan-ül gaybdaki i&#;caz-ı manevîsinin muktezasıdır.&#; Dikkat ederseniz Bedîüzzaman Kur’an’ın işaret ettiği fer’î tabakalardan biri ve işaret manasıyla Kur’an Risale-i Nur gibi bir Kur’an tefsirine işaret ediyor diyor.[6]

Buna en güzel misal Nur Ayetidir. Geliniz Bedîüzzaman’ın konuyla alakalı izahlarını dinleyelim:

Risale-i Nur doğrudan doğruya Kur&#;ân&#;ın bâhir bir bürhanı ve kuvvetli bir tefsiri ve parlak bir lem&#;a-i i&#;caz-ı mânevîsi ve o bahrin bir reşhası ve o güneşin bir şuâı ve o mâden-i ilm-i hakikattan mülhem ve feyzinden gelen bir tercüme-i mâneviyesi olduğundan onun kıymetini ve ehemmiyetini beyan etmek Kur&#;ân&#;ın şerefine ve hesabına ve senâsına geçtiğinden, elbette Risale-i Nur&#;un meziyetini beyan etmekliği, hak iktiza eder ve hakikat ister, Kur&#;ân izin verir. Benim gibi bir tercümanın hissesi yalnız şükürdür. Hiçbir cihetle fahre, temeddühe, gurura hakkı yoktur ve olamaz. Gelecek âyetlerin işârâtına bu nokta-i nazarla bakmak gerektir. Yoksa beni kendini düşünen biri olarak ittiham edenlere hakkımı helâl etmem.

Tevâfukla işâretler eğer münâsebat-ı mâneviyeye dayanmazsa ehemmiyeti azdır. Eğer münâsebet-i mâneviyesi kuvvetli ise, bu onun bir ferdi, bir mâsadakı hükmünde olsa ve müstesna bir liyakatı bulunsa, o vakit tevâfuk ehemmiyetlidir. Ve o Kelâmdan bunun irâdesine bir emâre olur. Ve ondan o ferdin hususî bir surette dâhil olduğuna ya remz, ya işaret, ya delâlet hükmünde onu gösterir. İşte gelecek âyât-ı Kur&#;âniyenin Risale-i Nur&#;a işaretleri ve tevâfukları ekseriyet ile kuvvetli bir münasebet-i mâneviyeye istinad ederler.. Evet bu gelecek âyetler onüçüncü asrın âhirine ve ondördüncü asrın evveline cifirce bakıyorlar ve Kur&#;ân ve îman hesabına bir hakikata işaret ediyorlar. Ve medar-ı teselli bir &#;Nur&#;dan haber veriyorlar. Ve o zamanın dalâlet fitnesinden gelen şüpheleri izâle edecek Kur&#;ânî bir bürhanı müjde veriyorlar. Ve o işaretlere ve remizlere tam mazhar ve o vazifeleri bihakkın görecek Risale-i Nur gibi bir tefsir-i Kur&#;ânî olacak. Hâlbuki Risale-i Nur bu mezkûr noktada ileri olduğu, onu okuyanlarca şüphesiz olmasiyle delâlet eder ki; o âyetler bilhassa Risale-i Nur&#;a bakıp ona işâret ediyorlar. Mesela bunlardan biri Âyet-in-Nur&#;dur ki, bunun mânaca çok tabakaları ve çok vecihleri vardır. Ve o tabakalardan ve vecihlerden işârî ve remzî bir vechi mânaca ve cifirce nurlu bir tefsiri olan Risâle-in-Nur ve Risâlet-ün-Nur&#;a dört &#; beş cümlesiyle on cihetten bakıyor. Ve o tabakalardan ve o vecihlerden bir tabaka ve bir perde dahi mu&#;cizane elektrikten haber veriyor.”[7]

Bediüzzaman 33 âyetin İlm-i Beyân’daki manasıyla remizleri diyor. Bu ifadeleri anlamak için İşârî Tefsir ne demek? İlm-i Beyân’daki işaret, ima ve remiz ıstılahları ne mana ifade ediyor? Bunları bilmek gerek.

Bu konuda bilinmesi gerekenler şunlardır:

Bedîüzzaman, cifri kullandığı yerlerde hiç bir zaman “Âyetin açık mânâsı budur.” dememiştir. Söylediği şudur: “Ayetin sarîh manasının altında müteaddit tabakalar var. Bir tabakası da, İşârî ve remzî manadır. İşârî mana da bir küllîdir; her asırda cüz’iyatları bulunur.” Ve devam ediyor: “İşte mâdem bu tevâfuk-u cifrî ve ebcedî, bir kanun-u ilmî ve bir düstur-u riyazî ve bir namus-u fıtrî ve bir usûl-ü edebî ve bir anahtar-ı gaybî oluyor. Elbette menba-ı ulûm ve mâden-i esrar ve fıtratın tercüman-ı âyât-ı tekvîniyesi ve edebiyatın mu&#;cize-i kübrâsı ve lisan-ül-gayb olan Kur&#;ân-ı Mu&#;ciz-ül-Beyan, o kanun-u tevâfukîyi, işârâtında istihdam, istimal etmesi i&#;cazının muktezasıdır.”[8]

Sonuç olarak, Bedîüzzaman’a göre, bir tabakanın mâna-yı işârisinin külliyetindeki fertlerinin bu asırda tezâhür eden ve münasebeti pek kuvvetli bir ferdi Risalet-ün-Nur olduğunu, onu okuyan herkes tasdik eder. Risalet-ün-Nur&#;un Kur&#;ân&#;dan başka me&#;hazı yok, Kur&#;ân&#;dan başka üstadı yok, Kur&#;ân&#;dan başka mercii yoktur. Te&#;lif olduğu vakit hiçbir kitab müellifinin yanında bulunmuyordu. Doğrudan doğruya Kur&#;ân&#;ın feyzinden mülhemdir.

İşte Sikke-i Tasdik-i Gaybi adlı risalede zikredilen otuzüç âyetin bil&#;ittifak, tekellüfsüz, mânaca ve cifirce Resail-in-Nur&#;un başına parmak basmaları ve başta Âyet-in-Nur on parmakla ona işaret etmesi ve eskidenberi ulema ortasında ve edibler mabeyninde meşhur bir düstur ve hakikatlı bir medar-ı istihracat ve hattâ hususî tarihlerde ve mezar taşlarında ediplerin istimal ettikleri mâruf bir kanun-u ilmî iledir. Eğer o kanuna tasannu karışmazsa, işâret-i gaybiye olabilir. Eğer sun&#;î ve kasdî yapılsa, yalnız bir letâfet, bir zerâfet, bir cezâlet olur.”[9]

Bedîüzzaman hazretleri, hiçbir yerde bu ayet Risale-i Nur hakkındadır demiyor ve şahsını ön plana çıkarmıyor; sadece yukarıdan beri izah ettiğimiz İşari tefsirin kurallarını kullanarak Kur’an ayetlerinin işaret ettiği külli manaların yüzlerce işari manalarından birinin de Risale-i Nura işaret eylediğini belirtiyor.

Şu üç hakikatı buraya almak istiyoruz:

Evvelâ; Resûlullah&#;ın da beyânına göre, Kur&#;an âyetle­rinin zahirî, bâtınî, İşârî, sarih ve remzî çok mânâları ve her asra hitab eden hakikatları vardır. &#;Her âyetin dalı var, bu­dağı var; her dalın da başı var, sonu var, çetikleri var&#; şeklindeki hadis, bu mânâya işaret etmektedir. Zira Kur&#;ân&#;­ın muhatabı bütün insanlardır. Kur&#;ân, kâinat kitabının ter­cümesidir. Kâinatın rengini değiştiren her meseleyi vuzuha kavuşturmuştur. Hâdiselerin satırları altında gizlenen hakikat­ları ortaya çıkaracak olan da yine Kur&#;ân&#;dır. Dolayısıyla İs­lâm ittihadını yakından ilgilendiren Risale-i Nur’a da, İstanbul’un fethine de ve Mısır fethine de herhalde işaret edecektir. Ancak sarâhat demiyoruz, işâret diyoruz. Bu ifadeye dikkat etmek gerekir.

İkincisi: Bütün ilim tarihçilerinin -özellikle müslüman âlimlerin- ilimlerin tasnifinde kendisinden bahsettikleri &#;cifir ve câmia ilmi&#; diye bir ilim vardır. Bu ilim, bazı câhiller tara­fından suiistimal edilmiş olsa bile, tamamen inkârı da müm­kün değildir. Cifir, kaza levhası; câmia ise kader levhası de­mektir. Kısaca Allah&#;ın kader ve kazâ levhlerinde olmuş ya­hut olacak bazı şeyleri, yine Allah&#;ın koyduğu işaret ve gös­terdiği yollarla ortaya çıkarma ilmine cifir ilmi denir. Bu il­min nüshacılık ve üfürükçülükle ilgisi yoktur. Çünkü İmâm-ı Gazâlî ve İbn-i Kemâl gibi bu ilmi hakkıyla bilen zatlar tara­fından da kullanılmıştır. Hz. Ali&#;nin, bu ilmi Resûlullah&#;dan öğrendiği nakledilmektedir. Son asırda bu ilmi hakkıyla kul­lananlardan biri de, Bedîüzzaman&#;dır. Kur&#;ân, &#;Beldetün Tayyibetün&#; ifadesiyle İstanbul&#;un fethine işaret ettiği gibi, Mu&#;avvizeteyn sûresiyle de hâdiselerine işaret etmiş­tir. Birinciyi ilim, ikinciyi ilmin dışında kabul etmek, bir başka câhilliktir. Konuyu fazla uzatmak istemiyoruz[10].

Üçüncüsü: İbn-i Kemâl bu ilmin ehemmiyetini &#;Er-Risâlet&#;ül-Münîre&#; adlı eserinde şöyle belirtmektedir: “Büyük evliyâların kerametleri de böyledir. Müşkil ve zor meselelerin istihrâcı gibi. Yani evliyâlar, Kur&#;ân âyetlerinden, hatta her kelimesinden ve harfinden ve hatta Resûlullah&#;ın hadislerinden bazı mühim ve müşkil hakikatları istihrâç etmişler­dir. Bu onlara ilhâm nuruyla müyesser olur (sh.8)”.

Bunları bilmemek tefsir usulündeki işârî tefsir konusunu incelememiş olmak demektir.

Bediüzzaman kend eserlerinin Kur’an ve Sünnetten sonraki bir mertebede olduğuna Birinci Şu’a’da defalarca açıkça işaret etmektedir:

قُلْ اِنَّنِى هَدَينِى رَبِّى اِلَى صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ dir. Şu âyet-i meşhure küllî manasının bu asırda muvafık ve münasib bir ferdi Risalet-ün Nur olduğu gibi, cifirle صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ kelimesi صِرَاطٍ deki tenvin &#;nun&#; sayılmak cihetiyle Risalet-ün Nur adedi olan dokuzyüz doksansekize () yine iki sırlı {(Haşiye): Yani mertebesine işaret için iki fark var. Risale-i Nur vahiy değil, ilham ve istihracdır.} fark ile baktığı gibi, هَدَينِى رَبِّى اِلَى صِرَاطٍٍ مُسْتَقِيمٍ cümlesinin makam-ı ebcedîsi ile bin üçyüz onaltı () ederek Risale-i Nur müellifinin tedrisiyle istihzarat-ı Nuriyede bulunduğu en hararetli tarihi olan bin üçyüz onaltı adedine tam tamına tevafuk eder.”[11]

“Risâle-i Nur, Kuran gibidir” diyen biri var mı? Böyle iddia eden varsa şayet kim der eğer varsa bu bütün nur cemaatine atfedilerek nazara verilecek bir kişinin meczupluğu üzerinden cevap vermeye çalışmanın ne derece hakkaniyetli olduğu tartışmalıdır. Olmayan bir durumu varmış gibi lanse ettirmek ve o şekilde cevap vermek saf zihinleri bulandırmak ve şüpheye atmak acaba diye bakılmasına sebep olmak insanları Risale-i Nur ve talebeleri hakkında vesveseye düşürmek ve su-i zanna itmek olmuyor mu?

Konu 3: Yine demiş ki: “Aynı şekilde onun eserleri yani Sözler adıyla simgeleşen kitapları ‘Kur’an’ın tek tefsiri’ veya ‘bu zamanda başkası kabul edilemez yegâne Kur’an tefsiridir’ de diyemeyiz. Bu sözü de dine ve akla mugayir görürüz.”

Böyle bir iddia asla Nurlar’da ve Nur talebelerinin eserlerinde bulunmamaktadır. Nurlarda olmadığı kesindir. Nur talebelerinin ifadelerinde böyle bir iddia varsa, kesinlikle yanlıştır.

Mübalağa ihtilâlcidir. Şöyle ki: Beşerin seciyelerindendir, telezzüz ettiği şeyde meyl-üt tezeyyüd ve vasfettiği şeyde meyl-ül mücazefe ve hikâye ettiği şeyde meyl-ül mübalağa ile, hayali hakikata karıştırmaktır.”[12]

Konu 4: Yine aynı sitede demiş ki :

“Said Nursi rahmetullahi aleyh ve eserleri yaklaşık bir asır öncesinin ifadesidir. O zamanın dili ve o zamanın konularını ihtiva etmektedir eserleri. Önemli bir bölümü asırlar geçse bile eskimeyecek konulardan oluşmuş olsa da dil ve üslup olarak bugünün dil ve üslubuna ters düşmektedir. Bu niteliği ile o eserlerin, tek kaynağa dönüştürülmesi, dillerinin muhafazasını ibadet anlamında bir konu gibi görme hatası, kabul edilemez bir düşüncedir. Kur’an dışında hiçbir kitap, dili ve mantığı kıyamete kadar baki kalacak kitap değildir, olamaz.”

Evvela, Süleyman kardeşimizin ifadelerini aktaralım: Bu dedikleriniz ne kadar hakikat ne kadar gerçek ne kadar ilmîdir? Külliyatın tamamını okuyup mu bu kanaate vardınız yoksa tamamını okuyup anlamadan mı böyle bir kanaati cevap olarak verdiniz? Zira Risale-i Nurun dilini eleştirmek İslam’a bin yıl sancaktarlık yapmış bir milletin dilini eleştirmek olmuyor mu? Bugünün diline üslubuna ters düşmesi kimin suçudur ve siz bu konuda hangi tarafı tutuyorsunuz bin yıldır kullanılan bir üslubu dedelerinin lisanını kültürünü koruyanlarımı yoksa yok etmeye çalışanları mı? Dillerin muhafazasını ibadet anlamında gören bu hatayı yapan kimdir ki bütün okuyanları töhmet altında bırakmanıza sebep olmuş. Yoksa burada kuran harflerinin korunması İngiliz harflerine karşı kuran harflerini müdafaa eden bir camiayı hata ve günah içinde mi görüyorsunuz?

Şimdi de Bediüzzaman’ı dinleyelim:

Mesail (İslamî meseleler) iki kısımdır:

Birisinde telahuk-u efkâr tesir eder. Belki ona mütevakkıftır. Nasılki maddiyatta büyük bir taşı kaldırmak için teavün lâzımdır.

Kısm-ı diğerîde esas itibariyle telahuk ve teavün tesirsizdir. Bin de, bir de birdir. Nasılki hariçte bir uçurum üzerinden atlamak veyahut bir dar yerden geçmekte küll ve küll-ü vâhid birdir. Teavün faide vermez.

Bu kıyasa binaen fünunun (müsbet bilimlerin) bir kısmı, büyük taşın kaldırılması gibi teavüne muhtaçtır. Bunların ekseri, ulûm-u maddiyedendir. Diğer bir kısmı, ikinci misale benzer. Tekemmülü def&#;î, yahut def&#;î gibi olur. Bu ise, ağlebi maneviyat veya ulûm-u İlahiyedendir. Lâkin eğer çendan telahuk-u efkâr bu kısm-ı saninin mahiyetini tağyir ve tekmil ve tezyid edemez ise de; bürhanların mesleklerine vuzuh ve zuhur ve kuvvet verir.”[13]

Bediüzzaman’ın Nurlar’da incelediği mevzular maddî ilimler değil ilâhiyat tabir edilen ilimlerdir. Bunların modası asla geçmez; eski veya yahut yenidir denmez. Kaldı ki, ifadelerde değişiklik olacaksa, Bediüzzaman bunu da baştan ifade etmiştir:

Gazetelerde neşrettiğim umum makalatımdaki umum hakaikte nihayet derecede musırrım. Şayet zaman-ı mazi canibinden, asr-ı saadet mahkemesinden adaletname-i şeriatla davet olunsam; neşrettiğim hakaikı aynen ibraz edeceğim. Olsa olsa o zamanın ilcaatının modasına göre bir libas giydireceğim.

Şayet müstakbel tarafından üçyüz sene sonraki tenkidat-ı ukalâ mahkemesinden tarih celbnamesiyle celb olunsam, yine bu hakikatları tevessü&#; ve inbisat ile çatlayan bazı yerlerini yamalamakla beraber, taze olarak orada da göstereceğim.

Demek, hakikat tahavvül etmez; hakikat haktır. اَلْحَقُّ يَعْلُو وَلاَ يُعْلَى عَلَيْهِ”[14]

Netice olarak, birbirine benzeyen ağaçları yekdiğerinden ayıran meyveleridir. Yirmisekiz sene hapis hayatı çilesini çektikten ve seksen sene dopdolu bir ha­yat yaşadıktan sonra, bundan 55 sene evvel ebediyyete intikal eden Bedîüzzaman ağacının meyveleri ortadadır. Rahmetli Osman Yüksel&#;in tabiriyle &#;şimdi Türkiye&#;de, her teşekkülün, vatanını seven her kesin, önünde hür­metle durması lâzım gelen bir kuvvet vardır: Said Nursi ve talebeleri&#;[15].

Bkz. Öncelikle suallerim aşağıda belirttiğim Fetvalar Meclisi Sitesinden alıntıladığım konu başlıkları ve linklerde olan yazılarınız içinden olacaktır

Kuranda Risalelere İşaret Var mı?

funduszeue.info

Bediüzzaman ve Risalesi hakkında

funduszeue.info

Sohbet meclisleri

funduszeue.info

Risâle-i Nur veİhyâ-u Ulûmiddin Eserlerine Mutedil Bakış

funduszeue.info

Risale-i Nur Tefsir midir?

funduszeue.info

Badıllı ağabeyinde reddiyesi;

funduszeue.info

[1]Araştırmacı Yazar Süleyman Yasin AKDENİZ, Hocamıza soru yönelterek meseleyi gündeme taşımıştır. Onun tesbitlerinden de istifade ederek biz sadece dört soruya cevap vereceğiz. Zira diğer sorular da aynı mihverde dolanmaktadır.

[2]  Bedîüzzaman, Kastasonu Lâhikası,

[6]  Bedîüzzaman Said Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybî, sh.

[7]  Bedîüzzaman Said Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybî, sh.

[8]Sikke-i Tasdik-i Gaybî, sh. 95 vd.

[9]  Bedîüzzaman Said Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybî, sh.

[10]  Kâtip Çelebi, Keşf-üz-Zunûn, c. 1, sh. ; Said Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybî, 95vd.

[11]  Sikke-i Tasdik-i Gaybi sh. 83

[12]Muhakemat sh.

[14]Tarihçe-i Hayat sh.

[15]   Bedîüzzaman, Tarihçe-i Hayat, sh.

Bookmark.

Dünya Bizim Kültür Portalı

İsra Suresi 1. ayette geçtiği üzere (Barakna Havlehu) kavramının, sadece mahsul bereketi olmadığını biliyoruz. İmani olarak düşününce bu bereket kavramını biraz açabilir miyiz? (Bu berekete sadece oraya gidenler mi dahil olur?)

Nureddin Yıldız: Bismillahirrahmanirrahim. Bereket sözcüğü, Allah’u Teala'nın rahmet, yardım ve lütfunun orada bulunması demektir. Biz Allah bereket versin derken, Allah mübarek etsin derken; yemeğiniz artsın, paranız çoğalsın demiyoruz sadece. İnsanın bereket görmesi, sağlığının iyi olması demek, gıdasının bol olması demek, parasının işe yarıyor, yeterli oluyor olması demek, dostluklarının sürüyor olması demek. Allah’u Teala'nın lütuf ve rahmetinin bulunmasına bereket diyoruz. Allah, Mescid-i Aksa’nın etrafını bereketlendirdi derken, orada zeytin ağaçları çok zeytin veriyor, yağı da kaliteli oluyor onların diye anlayınca, dinden sadece namaz kılmayı anlamak kadar yanlış bir iş yapmış oluruz. Allah'ın Mescid-i Aksa'nın etrafını bereketlendirmesi demek; evet, zeytin ağaçlarının iyi mahsul vermesi de demek belki ama bu yüz başlıktan sadece bir tanesi olabilir. Dinin, Allah'ın adının en huzurlu yaşanacağı yer olması demek olarak da anlaşılır, on binlerce peygamberin o çevrede gelmiş, yaşamış olması olarak da anlaşılır. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin dedesi İbrahim Aleyhisselam'ın o çevrede olmuş olması da tabiki bir bereket çeşidi, Resulallah sallallahu aleyhi ve sellemin Miraca oradan yükselmiş olması da bir bereket çeşidi. Dolayısıyla Allah bizim için lütuf, ihsan, kerem açısından neler ifade ediyorsa, bu ifade ettiği şeylerin tamamı “Bereket” in özetidir. Bu özet olan bereketi, Allah’u Teala oraya ve çevresine indirmiştir. Cihadın orada hâlâ canlı olması, diğer bölgelerde zaafiyete uğramış olması mesela, bir bereket çeşididir. Yani, bir Müslüman nasıl “İslamiyet” deyince binlerce başlığı anlıyorsa, “Bereket” deyince de Allah'tan rahmet olarak inebilecek her şeyi anlıyor olması lazım. Sadece ben kalem satın aldım müşteri parayı verdi, Allah bereket versin dedik aramızda, dolayısıyla kalemin parası çok kazançlı olacak gibi anlarsam çok kısır bir anlayış olur. O kadar kısır olur ki gözlükle görülemeyecek kadar kısır, mikroskopla belki görülecek kadar kısır bir anlayışa girmiş oluruz.

‘’Yani, bir Müslüman nasıl “İslamiyet” deyince binlerce başlığı anlıyorsa, “Bereket” deyince de Allah'tan rahmet olarak inebilecek her şeyi anlıyor olması lazım.’’

Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Hüzün Yılında, Taif’te taşlandıktansonra bu topraklara getirilip İsra ve Miraç hadisesiyle ikramlındı. Buna binaen bizim içinde bu belde, bu asırda da her hüznün sonunda inşirah kapısı olabilir mi? O kapı hâlâ günümüz ümmetine açık mı?

1. Bir kere, Müslümanlar Resulallah sallallahu aleyhi ve sellemin Miraç'a yükseldiği yer olduğu için diye ve o Miraç'ta, ki ana gaye kalbi rahatlasın Resulallah sallallahu aleyhi ve sellem içindi diye baktılar mı Miraç'ın gayesinin sadece hüzün yılını teselli etmek olmaması bakımından hem bir yanlışa düşülmüş olur hem de Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin Miraç noktasını nostaljik, “tarihi bir muhabbetle bağlantı kurduk” düzeyine düşmüş olur hayır. Mescid-i Aksa’nın Müslümanların ilk kıblesi olması, gönlümüzün orada olması için yeterli.

2. Resulallah sallallahu aleyhi ve sellemin aracının basamağı olması, orada olmamız için yeterli.

3. Resulallah sallallahu aleyhi ve sellemin, ben buraya ilgi duyuyorum, siz de ilgi duyun anlamındaki onlarca ifadesinin bulunması gönlümüzün orada olması için yeterli.

4. Cihadın o bölgede kıyamete kadar unutulmayacağını, Fırka-i Naciye’nin orada, yani Kurtulmuş Fırka ‘nın o bölgede olmasının daha büyük ihtimal olduğunu, hilafet açısından Ümmet-i Muhammed'in tekrar dönüşün merkezinin orası olacağını ve benzeri nedenleri düşündüğümüzde, bir de küçük dip not gibi bir ilave ehli küfür ve şeytan bütün güçleriyle bu bölgeyi kuşatma altında tutmak istiyorsa eğer, bizim de muhakkak hiç bir şey yapamadığımız zaman bile, bari gönül bağı ile orayı ayakta tutmak gibi bir sevda sahibi olmamız gerekiyor. Yani, bizim bütün bu açılardan Mescid-i Aksa ile, Kudüs'le bağlantımız olmalıdır. Aksi takdirde, yani, orada zamanında bir peygamber varmış türünden bir tarih bağı ile bağlanırsak evet yine bağlanmış oluruz belki, ama bu gönül bağımız bizim için sevap kaynağına dönüşmez, bu gönül bağımız bizim neslimize taşınmaz, namazda bir sonraki kuşağa taşıdığımız gibi Kudüs'ü bir sonraki kuşağa taşıyamayız.

Bunun için orasının Mescid-i Aksa Bölgesi değil de Filistin bölgesi diye anılması, konunun Filistin halkı ile sanki bir özdeşliği varmış gibi, sanki Filistin halkını biz orada bağrımıza basıyormuş gibi tek başına algılanması, bir sonraki kuşağa yanılgı olarak gidiyor, ayrıca bunun sonucu olarak da mesela Filistinli Müslüman kardeşlerimizin olumsuz bir uygulamasını gördüğümüzde de bu bizim Mescid-i Aksa’ya olan ilgimizi de azaltıyor ise bu olmaz. Kudüs’e, Mescid-i Aksa’ya olan muhabbetimiz, Allah bizi oraya Kuran'ı ile bağladığı için, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin nübüvvet tarihi orayla bağlantılı olduğu için, Hz. Muhammed Efendimiz (sav) peygamber olarak bize oranın sevgisiyle yaşamayı talimat olarak verdiği için olmalıdır. Ve ilave olarak da ehli küfür oranın Müslümanların elinde olduğu günden beri orayı ele geçirmek ve elinde tutmak istediği için, stratejik olarak bizim de muhakkak orada hiçbir şey yapamadığınız zaman bile en azından bir gönül bağımızın bulunması gerektiğini gösteriyor.

Selahaddin Eyyubi, Beytülmakdis’in fethi için 8 yıla yakın Cuma namazındaki cemaati sabah namazına toplamaya niyetlenerek bunun mücadelesini veriyor. Ve diyor ki; “Ne zaman Cuma namazındaki cemaat, sabah namazında toplanırsa işte fetih o zaman olacak biiznillah” Bizler de günümüzde yeniden bir fetih niyetiyle kendi içimizde, toplum bazında neler yapabiliriz? Fethe niyetlenenlere, bireysel planda öncelikle neleri yapmalarını önerirsiniz?

- Nureddin Yıldız: Yani, Selahaddin Eyyubi'nin rahmetullahi aleyh, 8 sene veya 18 sene sabah namazını cuma namazı gibi görmek istemesi benim için bir ölçü değil ki, benim peygamberim sallallahu aleyhi ve sellem münafıkları sabah namazında arayın diyor, ne demek bu sabah namazı kaliteli Müslüman mısın, değil misinin cevabı. Sabah namazı ile ilgin yoksa, camiye gelmiyorsan, münafık mı acaba diye bir tereddüt oluşuyor, dolayısıyla Müslümanlık kalitemiz bizim sabah namazında çok net ölçülüyor kan tahlili gibi. Kan tahlilinde kanda hangi mikroplar var görüldüğü gibi, sabah namazı da aslında bize çok şey gösteriyor. Yani, sabah namazının Müslümanlığımızı göstermesi bakımından çok büyük bir önemi var. Münafık olup olmamakla ya da münafıklık hastalığı taşıyor olup olmamakla ilgili çok önemli bir boyutu var. Selahaddin Eyyubi’ye atfedilen “Cuma namazındaki cemaat, sabah namazında toplanırsa işte fetih o zaman olacak biiznillah” sözü bu açıdan aslında çok yan örnek. Yani ona gelinceye kadar, hatta hiç sıra gelmez ona. Sabah namazını camide cemaatle kılma hususunu başardığımız zaman, önümüze bir Müslümanlık tablosu çıkıyor.

Allah'ın lütfuyla o Müslümanlıkta; Müslümanın siyasi anlayışı, Müslümanın helal ve ekonomik yaşayışı, Müslümanın aziz oluşu, yediğinin hepsini helal yiyen, siyasi varlığı olan ve Müslümanlık izzeti taşıyan, yani dik duruş sahibi olan, aç da olsa, sefil de olsa Allah’u Teala'nın dininden olduğu için, Müslüman olduğu için kendisini dünyanın en güçlü insanı gören ve bu şekilde yaşayan insan olduğumuzda, Fethe ve Kudüs'ü sahiplenmeye hazır olduk funduszeue.info beceremediğimiz zaman, ki becerememe türlerinden biri sabah namazıdır, sabah namazını camide cemaatle kılıp, kılmama funduszeue.infoddin Eyyubi rahmetullahi aleyh ‘in döneminde en ölçülebilecek şey sabah namazıydı, onun dışında zaten kadın dünyası berbat değildi zaten, haram mefhumu bugünkü zebilliğe (perişanlığa) yuvarlanmamıştı. Yani Selahaddin Eyyubi nereden ölçüm yapacak? Yapsa yapsa, yapabileceği ölçüm sabah namazıdır, sabah namazı da tuttu Selahaddin Eyyubi rahmetullahi aleyhi ’de. Ama şimdi sabah namazına gidebilecek insanların, gece ikilere kadar müstehcen film seyredip, seyretmediklerini kontrol etmek gerekiyor. Onurlu İslam, onuruyla yaşayan bir aile sahip olup olmadığını da ölçmeyi gerektiriyor. Helal gıdası olmayan birisi, gıdasında üretimi açısından, gıdanın elde ediliş tarzı açısından, gıdanın içeriği açısından helallik sorunlarıyla boğuşan bir nesil, sabah namazına gelse, o nesil için Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor: “Haramla büyümüş et ateşe layıktır”. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin ateşe layık gördüğü bir beden, Selahaddin Eyyubi’nin camide aradığı beden değil, dolayısıyla sabah namazı bir ölçü ama, tek başına bir ölçü değil. Selahaddin Eyyubi'nin döneminde zirve bir testti o, süper bir şekilde o testi yaptı rahmetullahi aleyh. Ama, Selahaddin Eyyubi’den bugüne geldiğimizde, 6, 7, 8 asır gibi ciddi bir zaman geçmiş. Bugüne geldiğimizde bakıyoruz ki daha namaza gitmeden önce bir abdest sorunumuz var bizim. Namaza gideceğimiz camilerimizin dolu olmasından önce, namaz ve diğer ibadetlerin gerçekten Allah için yapılıp yapılmadığı konusunda sıkıntılarımız var. Dolayısıyla, bana göre sabah namazından başlarsak, yanlış yerden başlarız. Bu nesilin daha gusüle, abdeste ilişkin ciddi bilgi eksikliği var. Çoğunluk için söylemiyorum tabiki ama camiye bile cünüp gitmiş günümüz neslinin mensuplarından, sabah namazının kalitesine ilişkin ne arayabilirsin ki?

Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) buyurmaktadır ki; “Oraya gidemezseniz, kandillerinin yanması için yağ gönderin”. Ve devam eder, “Bunu yapan aynen oraya gitmiş gibidir “Buna binaen henüz Mescid-i Aksa'ya gidemeyen veya gitmekten mahrum olanlar için oraya tam manasıyla hizmet etmek adına neler önerirsiniz?

- Nureddin Yıldız: Şimdi, yüzeysel olarak, kâğıt üzerinde “Acaba Peygamber sallallahu ve sellem ne diyor?” diye baksak, yani Peygamber Efendimiz bu hadisini söylediği dönemlerde zeytinyağı, kandillerde yakmak için kullanılıyordu. Şimdi de “Jeneratör gönderin, jeneratörün çalışması için de petrol gönderin, mazot gönderin, elektrikleri yansın Mescid-i Aksa’nın” demektir. Selamun aleyküm bitti bu cevap. Böyle değil tabii. Efendimiz sallallahu ve sellem; oraya gitmeniz, müminler olarak orayı sahiplenmemiz gerekiyor diyor. Bu sözün başından da bu anlaşılıyor, sonrasından da başka anlamlar da söylediği sözlerden de bu anlaşılıyor. Yani, orası senin diyor, fiilen gidemiyorsan bari senin adına oraya gönderdiğin bir şey bulunsun buyuruyor. Bu sözü Resulallah sallallahu ve sellem söylediği zaman Kudüs ve civarı Medine'ye gıda gönderen bir yerdi. Buna rağmen Peygamber Efendimiz o dönemde böyle bir talimat veriyor. O zaman oraya sen ne gönderebilirsin ki? Buraya kandiller için zeytinyağı gönder, zeytinyağı gönderemiyorsan, zeytinyağının parasını gönder diyor aslında. Bütün bunlardan anlaşıldığına göre; Resulallah sallallahu aleyhi ve sellem, aslında Mescid-i Aksa diye bir derdiniz olsun demek istiyor. Bu dert, bazen seni duadan başka hiçbir şey götüremez, yani ne kendin gidebilirsin ne yağ gönderebilirsin ne de çocuğunu gönderebilirsin. Olur mu, olur.

‘’Müslümanları, Mescid-i Aksa konusunu Filistinlilerin sorunu olmaktan da öte Ümmet-i Muhammed’in tamamının sorunu ve meselesi olduğuna ikna etmemiz gerekiyor.’’

Şimdiki gibi mesela. Ama senin içinde de bir sevda, oraya ilişkin bir hasret bulunsun. Bu hasretin, bu sevdan duanın makbul olduğu bir saate rastlar, Allah’u Teala, sırf senin duanla kapıları açabilir orada. Çünkü, orada Müslümanların elinden kaybetmekten orada zor da olmaya kadar bir sürü problem Allah’ın izin vermesiyle oldu hak etmedi. Müslümanlar için sabah namazı düzeyini mesela kaybettiler. Selahaddin'den yüz sene sonra sallanmaya başladı Mescid-i Aksa, yani Müslümanlar olarak bizim herhangi bir şekilde çaresiz olmayacağımızı gösteriyor, bir çare muhakkak var. Hiçbir şeyin olmadığı yerde Kâbe değerinde bir kalbi var Müslümanın. O kalpteki heyecan, o kalpteki yalvarış yakarışlar, uykusuz kalışlar, yani dert edinmeler, bir nevi seni duaya sevk edecek, ağlayışa sevk edecek, gök kapılarını zorlayacaksın, yeni bir kuşağa dert olarak taşıyacaksın.

Böylece bu dava, bu dert nesilden nesile taşınmış, aktarılmış olacak. Mesela tıpkı bu çağda bir ev edinme, kiradan kurtulmak her Müslümanın, her insanın hayatının önemli bir konusu, dolayısıyla çocuk ilkokula giderken bile “ilerde benim evim olur mu?” diye düşünüyor. Çünkü annesini, babasını, dedesini hep öyle gördü. Sağlıklı yaşam, kanserden korkmak vb. aile bazlı konular olduğu için nesilden nesile reklamını yapmaya gerek kalmadan taşınıyor. Mescid-i Aksa’yı koruma, sağlıklı yaşama gibi bir endişeye dönüştüğünü de oranın kafirlerin elinde olması, kanser gibi bir sorun olarak ailede kaldığı sürece biiznillahi teala bu öbür kuşağa taşınacak zaten, bir dava nesilden nesile taşınabiliyorsa bu nesilde değil, ikinci nesilde değil, belki beşinci nesilde muhakkak çözülecek Allah’ın izniyle, biz böyle iman ediyoruz. Ama, bu çağda Müslümanlar şunu anladılar ki; aslında Mescid-i Aksa'ya insan lazım değil. Orada biz 3 milyonla sabah namazı kılsak da bir şey değişmiyor. Zayiatımız daha fazla artıyor. Orada Müslümanların çok büyük paralara da ihtiyacı yok. Orada zaten para tedavülüne de oradaki zalim güç izin vermiyor, paran olsa da sana evini bile restore ettirtmiyor, Mescid-i Aksa’ya bir jeneratör koydurtmuyor, dolayısıyla isteyeceğim para da sonuç olarak çok da bir işe yaramıyor. Ama şunu gördük ki; bugün dünya siyasi operasyonlarla yönetiliyor, siyasi bir demeç her şeyi değiştiriyor. Dolayısıyla Müslümanları, Mescid-i Aksa konusunu Filistinlilerin sorunu olmaktan da öte Ümmet-i Muhammed’in tamamının sorunu ve meselesi olduğuna ikna etmemiz gerekiyor. Filistin, özelinde de Kudüs konusundaki muhatabımız da filan dindeki bir millet, mesele İsrailoğulları değil, bizim İsrailoğulları ile bir derdimiz yok ki, yani Yahudilik dini ile de bir alıp verdiğimiz yok üstelik. Onlar ehli kitap olduğu için mecusilerden daha yakın duruyor bize diye inanıyoruz, hayvanı besmeleyle kestikleri için Allah Teala da onların kestiği hayvanı yiyin diyor. Dolayısıyla bizim Yahudilerle bir sorunumuz yok, ama Müslümanların burada, bahsettiğimiz bu Filistin topraklarında, Kudüs’te hakkı var ve bu senedir de Müslümanlarındır. Burası, yani Mescid-i Aksa peygamberlerin buradan Miraca çıktığı yer olduğu için tamamen ve ebediyen Müslümanlarındır. Mescid-i Aksa'nın güvenliğinin sağlanması gerektiğinden dolayı, Mescid-i Aksa’nın çevresi de Müslümanlarındır diye bir mefhumu oturtmamız lazım, bu da işte siyasi şuurdur. Gitgide Müslümanların Mescid-i Aksa üzerindeki hakimiyetlerinin, umutlarının sönmüş gibi olmasının nedeni, Mescid-i Aksa, Kudüs ve Filistin konularının siyasi olarak Müslümanların gündeminden düşüyor olmasıdır. Suudi Arabistan, mesela, bir ülke olarak Filistin davasını destekliyorum diye yıllarca lanse etmeye çalıştı, ama bunu bir din kavgasına dönüştürmesinde Filistinli Arap kardeşlerimi destekliyorum türünden bir tarz üzerinden yaptı ki, ve zaten bunun biz samimi olup olmadığı konusunda bildiğimizi biliyorduk ala külliha. Bugün Mescid-i Aksa’ya Peygamber Efendimizin (sav) ünlü hadis-i şerifine atıfla yağ göndermek yerine, günümüz koşullarında siyasetçilerimizin, ekonomistlerimizin, mal sahiplerimizin siyasi şuur kazanmaları için gerekli çalışmaları planlayıp takvimlediğimiz zaman, inanın fıçı fıçı zeytinyağı göndermekten daha değerli bir iş yapmış oluruz.

Rahmetli Şeyh Ahmed Yasin bir açıklamasında Bakara suresinden yola çıkarak, zulmün bâki kalmayacağını ve yakın bir dönemde ( yılını zikrediyor) İsrail’in yıkılacağından bahsediyordu. Siz bu yorum hakkında ne düşünüyorsunuz?

- Nureddin Yıldız: Bu konuda, iki şeye itirazım var: Birincisi, Şeyh Ahmed Yasin rahmetullahialeyh ‘in, “’de İsrail yıkılacak” sözü gayba ait bir konu olduğu için, “İnşaallah ’de yıkılır diye anlamam lazım, yoksa bu söz doğru değil. İkincisi, 'ye daha sene var, bu kadar zaman ben niye bekleyeceğim ki? İsrail’in yıkılması için 'ye kadar bırakın sene beklemek, 27 dakika beklemek bile benim için bir israftır, bunu asla kabul edemem.

“Kudüs Şeriatın Merkezi Olacaktır” sohbetinizde, bir sonraki başkentin Kudüs olacağını, hilafetin tekrardan Kudüs’te ihya olunacağını söylemiştiniz. Bu hadis-i şerifi biraz daha açabilir misiniz?

 - Nureddin Yıldız: Şimdi “kıyamete kadar Mescid-i Aksa'nın etrafında hiçbir şekilde cihat eksik olmayacak” sözü sallallahu aleyhi ve Sellem Efendimizin belli bir sözü bir defa. Bugünkü dünya siyasi konjonktüründe de küfür bütün varlığı ile Ortadoğu'ya, Ortadoğu'nun da ortası olan Kudüs’e yığılma yapıyor, böylece bu hadisi şerifin bir mucize olduğunu ortaya çıkarıyor. Kıyamet sahnelerinin, kıyametten önceki deccal ve benzeri fitnelerin, daha sonra Mehdi Aleyhisselama İsa aleyhisselamın gelmesinin bölgesi de orası, kıyamet öncesi olayların cereyan edeceği bölge de orası mesela. Mescid-i Aksa, Tur Dağı (Tur-i Sina) ile beraber anılmalı, çünkü Hz. İsaAleyhisselam, kıyametten önce yeryüzüne indiğinde son muvahhidlerle beraber Kudüs’ün çok az aşağısında, Gazze bölgesinin hemen altında Tur-i Sina'ya sığınacaklar. Dolayısıyla o bölge kıyamet öncesi en canlı bölge olacak. Bugün olaylar şiddetlendi ise, Suriye'de mesela şiddetlendiyse, Orta Doğu'da Fırat ve Dicle'nin arası ateş gölü gibi olduysa, sadece ve sadece Muhammed bin Abdullah sallallahu aleyhi ve sellemin Medine’de konuştuğu sözlerin mucize olduğunu gösteriyor. Peygamber efendimiz, “nehir bile ateş olacak” diyorsa, “nehir altın akacak” diyorsa yani, biraz düşünen Müslüman, Efendimizin (sav) Ortadoğu'yu yüzyıllar öncesinden nasıl tarif ettiğini gösteriyor. Biz şuna inanıyoruz, insanlık hayatı ilk Orta Doğu'da başladı, insanlığın sonu da Ortadoğu’da olacak, mahşer de Şam'dan başlayacak bir konvoyla gidecek" şeklinde hadisi şerifler var. Bu arada Mehdi Aleyhisselam, eğer Müslümanlar kıymetini bilip de hilafeti yeniden ihya edemezlerse, Mehdi Aleyhisselam geldiğinde de Kudüs'e.

Kaynak: davamızkudüfunduszeue.info

Yorumunuz Onaylanmak Üzere Gönderildi

Nureddin Yıldız: Said Nursi ve Risale-i Nur için bunu diyen ya cahil ya haindir!

Risale Haber – Haber Merkezi

Sosyal Doku Vakfı'nın kurucularından Nureddin Yıldız Hoca fıkhi konularda gelen sorulara cevap verdiği funduszeue.info sitesinde Said Nursi ve Risale-i Nur eserleri hakkında gelen bir soruya cevap verdi.

Kendisine yöneltilen soruda, FETÖ tarafından suistimal edilen Risale-i Nur eserlerinin atıldığına dikkat çekilerek, ilgili eserlerin FETÖ ile alakalı olmadığının anlatılması da rica edildi. Soru şöyle:

Hocam, son olaylar yüzünden insanlar Risale-i Nur’lardan nefret ediyorlar. Gülen cemaati, risaleleri sürekli kullandıkları için insanlar bu külliyatın onlara ait olduğunu zannediyor. Biz sürekli çöplerden Risale-i nur topluyoruz. Bunun önüne nasıl geçeceğiz. Ne olur siz insanlara risalelerin onlar ile bir bağlantısı olmadığını anlatın…

SAİD NURSİ’NİN İKİ BÜYÜK ESERİ VAR

İlgili soruya cevap veren Nurettin Yıldız, Said Nursi hazretlerinin iki büyük eseri olduğunu ifade ederek; “bu eserlerin ilki pratik hayatı, ikincisi eserleridir” dedi. Yıldız, Risale-i Nur’ların Kur’an’ın yerine geçirilmeye çalışılan bir eser gibi gören ve göstermeye çalışan insanları da cehaletle ve hainlikle niteleyerek “Bu bir cahilliktir. Said Nursi rahmetullahi aleyhe ve davasına hıyanettir” dedi. Yıldız, verdiği cevabın son kısmında Said Nursi ve Risale-i Nur’ların ümmetin ortak bir değeri olduğuna dikkat çekerek, bu değerleri “bir zümrenin inhisarında görmek de yanlıştır” şeklinde ifade etti.

Nureddin Yıldız’ın cevabı şöyle:

Bu ümmetin en zor zamanlarından birinde Allah’a iman davasına büyük hizmetler yapan, dini ve imanı uğruna hayatını zindanlarda geçirmekte sakınca görmeyen bir dava adamı olarak biliriz Said Nursi’yi. Allah ona rahmet etsin. Onu ve bütün çilekeş kullarını cennetlerine aldığında bizi de onlarla buluştursun. Böyle bilir böyle itiraf ederiz.

Said Nursi rahmetullahi aleyhin ve eserlerinin etrafında ise şunu söylemeye mecburuz:

– Onun iki büyük eseri vardır. Bu eserlerinin birincisi pratik hayatıdır. Eğilip bükülmeyen, kul olarak hata etse de hıyanet etmeyen, taviz vermeyen, zillete rıza göstermeyen kimliği ile bıraktığı pratikliği. Bu onun kitaplarından daha büyük bir eseridir. İkinci eseri de elimizdeki kitaplarıdır.

BU, SAİD NURSİ’NİN DAVASINA HIYANETTİR

– Bu kitaplardan oluşan eserlerini bir nevi ‘yeni Kur’an’ gibi görmek/göstermek isteyen cahilleri sadece aklı kıtlıkla itham edebiliriz. Onlar için söylenecek başka bir söz yoktur. Kur’an’a hizmet eden eserler düzeyinden onun yerine geçebilecek eserler gibi görülmesini kabul edemeyiz. Bu bir cahilliktir. Said Nursi rahmetullahi aleyhe ve davasına hıyanettir.

– Aynı şekilde içi ayetlerle dolu eserleri çöpe atmayı da cahillik ve daha ötesinde bir delilik olarak görürüz. Bu da öyle bir davet adamına karşı terbiyesizliktir. Ondan da önce, içindeki yazılı ayetlere karşı terbiyesizliktir ki, o terbiyesizliğin ucunun nereye dayanabileceğini tahmin bile etmek istemeyiz.

SAİD NURSİ VE ESERLERİ BİR ZÜMREYE AİT DEĞİL

– Yine bu çerçeveden olarak, Said Nursi ve eserlerini ümmetin ortak değeri olarak değil de bir zümrenin inhisarında görmek de yanlıştır. Bilhassa yaptıkları,çalışmaları son zamanlarda bütün mü’minlerce reddedilmiş bulunan bir kişi ve fırka ile direk bağlantılı görmek yani ümmetin adamını bir grubun tekelinde görmek hayatı tanımamak olur. Eğer bu kadar kısır bir idrakle bakarsak meseleye çok geçmez, o grup Kur’an da okurdu der ve ona da tahdit mi getiririz diye endişe edelim mi şimdi? Daha basiretli ve derin düşünmek zorundayız. Biz ümmetiz. Ümmet olarak bin bir rengi barındırıyoruz; çirkin ile güzeli, iyi ile kötüyü, hayırlı ile şerliyi, beyaz ile karayı bir arada tutuyoruz. Ümmetimizin içinde olup bitenlerle ümmetimize mal olmuş kıymetlerimizi karıştıramayız. Allah’tan korkalım. Ahireti düşünerek yapacağımızı yapalım.

funduszeue.info

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası