boraltan türküsü / Boraltan Köprüsü Olayı - Vikipedi

Boraltan Türküsü

boraltan türküsü

İkinci Dünya Savaşı yıllarında, yılının Haziran ayında, Almanya Sovyetler Birliği&#;ne saldırıp bu ülkeyi işgal etmeye başladığında, Türkiye&#;nin Sovyetler Birliği ile ilişkileri eski gibi yakın değildi. Aksine, iki ülke arasında önemli anlaşmazlıklar vardı. Daha yılında Moskova; Türkiye&#;den boğazların savunulmasında ortaklık kurulmasını, yani boğazlarda Sovyet üssünü  talep etmişti bile&#; Bazılarının sandığının aksine, bu talep ilk kez yılında değil, daha savaşın başında yapılmıştı. Elbette Türkiye bu talebi uygun bulmayarak geri çevirmişti. Dahası; Sovyetler Birliği, daha savaşın başında Almanya ile anlaşmış; İngiltere ve Fransa ile askerî bir ittifak imzalayan Türkiye&#;yi de bu anlaşmadan ayrılarak, kendilerine katılmayı davet etmişti. Bu talep de reddedilmişti. Sovyetler Birliği, bu bakımdan Türkiye&#;yi şiddetle eleştiriyordu.

Aradan geçen zamandan sonra saldırıya uğrayan Sovyetler Birliği, Almanya ile savaşırken; Türkiye&#;nin kendisine karşı en azından pasif bir tutumla Almanya&#;yı desteklediğini ileri sürdü. Bütün savaş yılları boyunca bu iddiasından da vazgeçmedi. Diğer yandan, müttefiklerin Türkiye&#;yi bir an önce Almanya&#;ya karşı savaşa girmesi için ısrarlı taleplerinin yanında durdu. Fakat Türkiye savaşa katılmayınca, Türkiye&#;nin müttefik olarak kabul edilmemesi gerektiğini açıkladı. Bu aşamada da iki ülke arasındaki ilişkiler iyice soğudu.

Nihayet savaşın sonlarına doğru Alman ordusu, Sovyet topraklarını terk ederken; savaş sırasında aslında Sovyet vatandaşı olan, fakat bir şekilde Alman ordusu saflarına geçerek onların yanında savaşan pek çok kişinin âkıbeti güçleşti. Bu kişiler, vatana ihanet suçlaması ile karşılaştılar ve yakalandıklarında da idam edildiler. Bazıları Türkiye&#;ye kaçabildi. Fakat savaşın galibi olarak Sovyetler Birliği, Türkiye&#;den bu kişileri geri istedi. İddiası, bu kişilerin savaş suçlusu ve vatana ihanetten mahkûm olan kişiler olduğu yolundaydı. Bu iddianın gerçek olup olmadığı belirsizdir; fakat o sırada ABD ile İngiltere ve Fransa&#;yı da yanında bulan Moskova&#;nın bu talebi; o sırada Birleşmiş Milletler olarak adlandırılan ve Almanya ile Japonya&#;ya savaş ilan eden bütün ülkelerin gündemini oluşturmaktaydı. Türkiye de, yılında savaş ilân etmişti zaten. Dolayısıya o da Birleşmiş Milletler üyesi olmuştu.

Sovyetler Birliği&#;nin bu talebi Türkiye tarafından yerine getirildi. Aksi halde, o sırada neredeyse aralarında savaş olasılığı bulunan bu iki ülkenin ilişkilerini daha gerginleştirecek bir gelişme söz konusuydu. Moskova, talebin yerine getirilmemesini, Türkiye&#;nin Almanya&#;ya ve Alman ordusuna karşı yeni bir yardımı olarak değerlendiriyordu. Müttefiklerin ağır baskısı söz konusuydu. Bu düşünceler ışığında Türkiye, kendisine sığınan ve suçlu olarak ilân edilen kişileri Sovyetler Birliği&#;ne iade etti.

Bir an için düşünmek gerekir ki; Türkiye, savaş yıllarında sürekli olarak saldırıya uğrama ihtimali içindeydi. Önce Almanya&#;nın, ardından da Sovyetler Birliği&#;nin saldırısına uğramaktan hep çekindi. Nitekim yılında, daha savaş bitmeden, Moskova, Türkiye&#;den hem boğazlarda askerî üs ve hem de Doğu Anadolu&#;da toprak talebinde bulundu. Bu talepleri yerine getirilinceye kadar da Türkiye ile arasında yirmi yıldan bu yana süren dostluk ve saldırmazlık anlaşmasını fesh etti! Savaş adeta kapıda bir görünüme bürünmüştü.

Türkiye&#;nin güvenliğinin sağlanmadığı bir sırada; ABD başta olmak üzere bütün Batılı devletlerin Sovyetler Birliği ile birlikte davrandığı bir dönemde; Türkiye&#;nin tek başına bir savaşı ve belki de işgali göze alarak, Sovyetler Birliği&#;nin bu talebine karşı çıkarak, ona yeni bir saldırı gerekçesi vermesi elbette düşünülemezdi.

Bu bakımdan; tarihsel geçmişi ve olayları, oldukları sıradaki tarihsel gerçekliği içinde anlatmak ve anlamaya çalışmak önemlidir. Tarihçilere düşen görev; geçmişi bütün boyutlarıyla ve olabildiğince geniş bir perspektif içinde ele almaktır. Tarihsel geçmişi öğremeye çalışanlar da; bütün bu gelişmelerin içinde alınan kararların doğruluğu ve yanlışlığı konusunda kendi vicdanî kanaatlerini oluştururlar.

Tarihsel çerçeveyi tam olarak bilmeden ya da geçmişin ayrıntılarına yeteri kadar önem vermeden; geçmişten politik malzeme devşirmeye çalışmak; maalesef politikanın tabiatında bulunmakla birlikte; tarihsel geçmişimizi değerlendirmek isteyecek vicdan sahibi herkesin dikkatini çekmesi gereken bir husustur. İnönü Vakfı olarak; tarihsel gerçekliğin politik tartışmalardan değil de; bilimsel ve akademik çalışmalardan oluşacağı yönündeki ümidimizi her zaman koruduk ve korumaya devam ediyoruz.

Boraltan Köprüsü olayı hakkında Sayın Hakkı Uyar&#;ın makalesi : 

Hakkı Uyar[1]

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Eylül tarihinde AKP Genel Merkezi’nde genişletilmiş grup toplantısına katıldı ve burada yaptığı konuşmada Suriye’de yaşanan olaylara ve Suriye’den Türkiye’ye sığınanlara değindi:

“Bizim geleneklerimizde misafir kutsaldır. Zamanında Osmanlı elçisi dahi sığınmacıların iadesini isteyen hükümdarlara ‘Onlar bize emanettir. Onları size veremeyiz’ demişlerdir. Ancak CHP’nin bugün Suriye’den sığınan mültecilere takındığı çirkin tavır kendi tarihinden de tekrarlamıştır.

CHP’nin on yıllar boyunca üstünü örtmeye çalıştığı bu olay maalesef gerek Türk gerek Azeri tarihine acı bir hatıra olarak kazınmıştır. yılında Azeri aydın Stalin zulmünden kaçıyorlar. Türkiye’ye sığınıyorlar. Azeriler öz kardeşlerinin yurduna gelip kucaklaşıyor. Stalin Türkiye’den bu Azerilerin derhal iadesini istiyor. Sınırdaki karakola telgraf çekiliyor ve mültecilerin iadesi isteniyor. Karakol komutanı emri defalarca teyit ettiriyor. Ancak CHP hükümetinden emir geliyor. Durumu anlayan Azeriler lütfen bizi siz kurşuna dizin kendi bayrağımızın altında bizi öldürün diyorlar. Ancak Ankara’dan gelen emir net. Boraltan köprüsünü geçen aydınlar, elleri bağlanmış olarak infaz ediliyor. Karakol komutanının bu elim manzara sonrasında intihar ederek canına kıydığı söyleniyor” [2].

Boraltan Köprüsü Olayı ne kadar gerçek? İnternet ortamında ve konu üzerine yapılan diğer popüler yayınlarda bir hayli abartılı bilgiler dolaşmakta; ayrıca bu olay, İnönü ve CHP düşmanlığı yapmak için bir araç olarak kullanılmakta… Peki gerçek ne?

Aslında günümüz Türkiye’sinde Tek Parti Dönemi’ne dair ileri sürülen suçlamaların önemli bir bölümü Demokrat Parti döneminde, ’li yıllarda gündeme getirilmişti. Dolayısıyla günümüzdeki iddialar bir tekrar niteliği taşımaktadır. Tarihçilerde de doğal olarak “deja vu” hissi uyandırmaktadır.

Günümüzde Boraltan Köprüsü olayı olarak bilinen konuyu ilk kez gündeme getiren isim DP Tekirdağ milletvekili Şevket Mocan’dı. Tarih: … Mocan, renkli bir simaydı. Mocan’ın renkli, kavgacı tavrı, aynı yıllarda DP içerisinde de devam etmişti. Orman Kanunu’na ilişkin istediği düzenlemeler nedeniyle dönemin Tarım Bakanı Nedim Ökmen ile de sıklıkla polemiğe girmişti. Bakan hakkında DP Meclis Grubu’nda gensoru vermiş, sonraki süreçte partiden atılmıştı[3]. Bir müddet sonra CHP’ye girmiş, ancak CHP’nin yılındaki İlk Hedefler Beyannamesi’ni beğenmeyerek DP’ye geri dönmüştü[4].

Şevket Mocan’ın Sovyetler Birliği’ne iade edilen Rus mültecilere ilişkin soru önergesi Mayıs tarihinde TBMM’ye verildi[5]. Önergenin TBMM’de gündeme geldiği tarih, 18 Temmuz Tek Parti Dönemi’ne yönelik Demokrat Parti iktidarı dönemi boyunca dile getirilen eleştirilerin, hesap sorma isteklerinin bir parçası olarak görmek mümkündür bu önergeyi… Ahmet Gürkan gibi milletvekillerinin İnönü’nün mal varlığını, Halkevlerini ve CHP’nin mal varlığını gündeme getirdikleri bu dönemde, söz konusu önerge, Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı’nın sonlarında Almanya ve Japonya’ya savaş ilan etmesi ve yılında da, Almanya’ya savaş haline son verilmesine ilişkin kanun tasarısının görüşülmesi sonrasında gündeme geldi[6]. Mocan’ın önergesine dönemin Adalet Bakanı Rüknettin Nasuhioğlu yanıt verdi. Günümüzde internet üzerinde konu hakkında yapılan yayınlarda Mocan’ın iddialarına yer verilmekte, İnönü suçlanmaktadır. Oysa Nasuhioğlu’nun yanıtlarına çok da yer verilmemektedir. Dönemin TBMM Tutanak Dergisi’nde konuyla ilgili bir hayli bilgi bulunmaktadır.

Mocan’ın soru önergesi şöyle idi:

“T. B. M. M. Başkanlığı Yüksek Katına

Aşağıdaki suallerimin sözlü olarak Başbakan tarafından cevaplandırılmasını rica ederim:

1. Muhtelif tarihlerde memleketimizde siyasi mültecilik haklarına dayanarak iltica etmiş () mülteci senesinde, milletlerarası hukuk kaidelerine tamamen aykırı olarak Sovyet Rusya&#;ya teslim edildikleri doğru mudur?

2. Facia kurbanlarının sevk şekli de kurban gönderilen mabudun usullerine uygun olmasındanve akıbetlerini görmesinden, teslim işinde vazifeli Yedek Subay Posta Müfettişi Reşat’ın asabi rahatsızlığa uğradığı ve sinir hastanelerinde elyevm tedavi olduğu doğru mudur?

3. ’te Almanya’daki öğrencilerimizi getiren İsveç bandıralı vaporla (Enver Anar ve Âdem) isminde iki münevver askerî Türk mülteci gencin senelerden beri memleketimizde tavattun etmiş amca ve teyzesinin yanından alınarak (Ankara&#;ya gönderiyoruz) diye Komiser Muavini Ali Rıza nezaretinde Kars’ta aynı mabuda kurban sundukları vâkı midir?”

Dönemin Adalet Bakanı ve Edirne milletvekili olan Nasuhioğlu, soru önergesine Dışişleri, İçişleri ve Milli Savunma bakanlıklarından aldığı bilgiler doğrultusunda yanıt verdi:

“Muhterem arkadaşlar, sorulan hususlar hakkında Dışişleri, İçişleri ve Millî Savunma bakanlıklarından alınan bilgilere göre:

İkinci Cihan Harbinin başından itibaren memleketimize muhtelif devletler tabiiyetini haiz askerî şahıslar iltica etmiş ve bunlar bitaraf bir Devlet olmamız itibariyle harbin sonuna intizaren Yozgad’da kurulan kampta enterne edilmişlerdir.

23 Şubat tarihinde Almanya ve Japonya&#;ya karşı harb ilân etmemiz üzerine, müttefiklerimiz arasında yer almış bulunan Sovyet Rusya kendi tebaasından olan askerî mültecilerin iadesini istemiştir. Bunun üzerine Dışişleri Bakanlığınca Başbakanlığa yazılan V tarihli tezkerede, Almanya ve Japonya ile harb hâline geçmemizden sonra memleketimize iltica etmiş olan müttefiklerimiz tebaasından asker olanların mütekabiliyet şartiyle iadelerinin uygun olacağı teklif edilmiştir. Keyfiyet Bakanlar Kurulunca incelenerek neticede ittihaz olunan Mayıs gün ve 3/ sayılı kararla; ‘Almanya veya Japonya veya her ikisi ile harb halinde olan devletler uyruğundan memleketimizde bulunan mültecilerin yalnız askerlik hizmetine mensup olanlarının mütekabiliyet esası çerçevesinde iade edilmeleri’ tasvip edilmiştir. Bu karar mucibince ve Ankara’daki Sovyet Sefareti ile mütekabiliyet esasını tesbit eden bir nota teatisi suretiyle () Sovyet askerî mültecisinden () i ilk parti olarak seafoodplus.info tarihinde Tıhmıs kapısından Sovyetlere iade edilmiştir. Fakat Sovyetlerin, Rusya&#;ya iltica etmiş olan bir subayımızla iki erimizi, izlerinin bulunamadığını beyanla geri vermedikleri ve bu suretle mütekabiliyet esasını ihlâl ettikleri cihetle, mütebakisinin ve ilk partisinin sevkı esnasında yolda kaçan birkaç kişinin iadesinden vaz geçilmiştir. Bundan sonra Başbakanlığın tensibiyle Dışişleri, İçişleri ve Millî Savunma bakanlıklarının temsilcilerinden kurulan komisyonca tanzim olunan rapor Bakanlar Kurulunun seafoodplus.info tarihli toplantısında incelenerek, komisyon raporuna göre işlem yapılması uygun görülmüş ve böylece Yozgad kampının dağıtılarak yurdumuzda kalmayı arzu edenlerden Türk ırkından olanların vatandaşlığımıza alınması esası kabul edilmiştir.

Enver Anar (Enver Kaziyef) ile Kadri Başaran (Adem Kardeşbeyli) adındaki Kızılordu eski subaylarından iki kişinin de Sovyet Rusya’ya iade edilen yukarda yazılı () kişilik listeye dâhil bulundukları anlaşılmıştır.

Teslim işinde vazifeli yedek subay posta müfettişi Reşad&#;m asabi rahatsızlığa uğradığı ve elyevm sinir hastanesinde tedavi edilmekte olduğu hakkında bilgi mevcut değildir”.

Adalet Bakanı Nasuhioğlu’nun verdiği yanıt, Mocan’ı tatmin etmedi. Kürsüye gelerek Bakanı da eleştirdi:

“Muhterem arkadaşlarım, huzurunuza getirdiğim vakıalar geçmiş zamanda olmuş bitmişi basit hâdiseler değildir. Tahribatı bugün de devam etmekte olan tarihî mesuliyetlerdir ki, onları 9 ncu Büyük Millet Meclisinin huzuruna getirmemek, tarihe karşı bir suç olurdu; onun için getirdim. (Doğru sesleri) Ancak hâdiseler, Adalet Bakanının izahları gibi cereyan etmemiştir. Beni en çok müteessir eden nokta da budur.

Arkadaşlar, Bakanlık mesuliyetini verdiğimiz bir arkadaş, eski devir mesullerinin cürümlerini kapatmak için hazırlanmış dokümanları toplıyarak, sanki kendisi de o devrin Bakanı imiş gibi, o zamanın cürüm avukatlığını yapıyorlar. Çok ehemmiyetli suallerin mücrimlerinin adeta beraetine talip oluyorlar. Netice itibariyle bu tarihî mesuliyetler kayboluyor. Istırabım bundandır.

Hayatı tesmiyemizde çok ehemmiyetli suallerimiz oldu. Fakat ne yapalım ki, buna cevap veren arkadaşlar tamamiyle o devrin avukatı gibi konuşarak bunların beraeti cihetine gittiler.

Hiçbir zaman, izah ettikleri gibi, enterne edilmiş askerler değildir. Bir lahza bunun üzerinde durmanızı rica ediyorum: Bunlar askerî, enterne edilmiş, insanlar mıdır, yoksa siyasi mülteci midirler? Askerî mülteci diye, bizim bildiğimize göre, ya tayyaresi bozulup düşen yahut bir müsademede bizim hudutların içerisine girmeye mecbur olan askerî idarece enterne edilmiş insanlara denir. Fakat bir âkideden canını kurtarıp da hudutlarımıza iltica eden insanlara ancak siyasi mülteci denir. Bunların içerisinde bizim memleketimizle hiç alâkası olmadığı halde Fransa’daki kamplardan alınıp götürülürken Arnavutköy açıklarında gemilerden canları pahasına denize atlayıp balıkçılarımız tarafından kurtarılarak bize iltica edenlerde vardır. Bunlar siyasi mülteci değil midirler?

Muhterem arkadaşım, Enver ve Adem isminde iki azeri münevverden bahsettiler. Bunlar çok yakından tanıdığımız Konya Milletvekili Ziyat Beyin kayın biraderleridir. Çok evvel Rus ordusunda subaylık etmişler, fakat milliyetlerini unutmamışlar, o akideleri kabul etmiyerek Almanya’ya kaçmışlar, orada uzun müddet bulunmuşlardır.

Sonra memleketimize gelerek hemşirelerinin yanına, Ziyat Beyin hareminin yanına sığınmışlardır. Fakat yüz kızartacak bir hal olarak bunlar bir gün evden alınarak, Ankara&#;ya göndereceğiz diye, Komiser Ali Rıza refakatinde hududa götürülmüşler, ayni mabuda kurban sunulmuşlardır. Bu milletin tarihinde bir tek mülteci İsveç Kralı Şarl için harb etmiş şerefli hâdiseler çoktur; fakat siyasi mültecileri bir mabuda kurban sunar gibi sunmaya götüren yüz kızartıcı, gönül parçalayıcı, hicabaver bir hâdise daha yoktur. (Bravo sesleri).

İbnisuud mutavaat etmedi, mültecileri vermedi, fakat bizdeki bir devrin adamları bizim tarihimize bu lekeyi yazdılar, mültecileri iade ettiler arkadaşlar (Doğru sesleri).

Arkadaşım Konya Milletvekili Ziyat [7], hâdiseyi ikmal ederek bu tarihî lekeyi, o devrin plâğı gibi tekrarlıyan Bakanlığın izahatı çerçevesinden çıkaracak, 9 ncu Büyük Millet Meclisinin tarihine mufassalan geçirmek üzere, benden sonra kendi sualiyle huzurunuza gelecektir”.

Mocan’ın eleştirileri üzerine Nasuhioğlu tekrar kürsüye gelerek şu cevabı verdi:

“Muhterem arkadaşlarım, Tekirdağ Milletvekilinin konuşma tarzındaki hususiyeti bilirim. Bendenizin burada vâki olan suale cevap verirken istinad etmiş olduğum dokümanlar şüphesiz ki bizim zamanımızdan evvel cereyan eden bir devrin mevcut dosyalarıdır. Burada eğer yüksek huzurunuzda yapmış olduğumuz tahkikatın neticesi böyle olmuştur, diye bir hüküm verecek vaziyette konuşmuş olsaydım o vakit sabık idarenin bir avukatı gibi konuşmuş olurdum. Fakat mesele sual müessesesinin mânası dâhilinde elimizdeki resmî dokümanların resmî ifadesi içinde kalarak bunu söylemektir. Nitekim mâruzâtımın başında şu şu şu vekâletten almış olduğum malûmata istinaden arz ediyorum, diye elimizdeki dosyaların yerini de göstermiş bulunuyorum. Bu itibarla sual soran zatın bu inceliğe dikkat etmesini bizzat kendilerinden rica ederim. Burada sabık idarenin ne avukatı vardır, ne de onun propagandasını yapan insan vardır.

Arkadaşlar, Yüksek Meclise hiçbir hakikat örtülerek gösterilemez. Hiçbir vaka ve bir hakikat örtbas edilerek buraya getirilemez. Niçin örtbas edeceğiz, ne var ki örtbas edeceğiz? Bizim icraatımız olsaydı belki onun avukatlığını yapmak ve örtbas etmek ithamı olabilirdi. (Bravo sesleri) Fakat kendi içinde bulunmadığımız bir devrin avukatlığını yapmaya ne lüzum ve ne de sebep vardır ki, Şevket Mocan mütemadiyen bize ihtar ediyor? Arz ediyorum bununla iyi bir harekette bulunmadı arkadaşlar. Burada yapılan müzakereler umumi efkâr üzerinde açılmış müzakerelerdir. Eğer bu müzakereler neticesinde yeniden bir tahkikata lüzum görülürse böyle bir tahkikat yapılabilir. Fakat hiçbir vakit sual müessesesi kendi hudut ve resmiyetini aşarak başka bir şekilde ifadede bulunamaz. Hakikat budur. Yine tekrar ediyorum, eğer mevzu bir tahkikat mevzuu ise o da ileride belki düşünülebilir.

Maruzatım bundan ibarettir” [8].

İkinci Dünya Savaşı yıllarında Türkiye, savaşın uğramadığı ender ülkelerden biri idi. Bu nedenle de sıklıkla mülteci akınına uğramaktaydı. Bunların önemli bir bölümü Alman işgaline uğrayan Ege adalarındandı. Türkiye karasularından geçmek isteyen ve mülteci taşıyan gemileri de anmak gerekir[9]. Türkiye giderek artan mülteciler sorununu hukuki düzenlemeler de yaparak () çözmeye çalışırken[10], diğer taraftan özellikle Almanya ve Sovyetler Birliği’nin husumetini çekmemeye gayret ediyordu. Çünkü izlenen denge politikası, saldırıya yol açacak bir gerekçe vermemeyi amaçlıyordu. Ülkenin yönetici kadrosu –İnönü başta olmak üzere-, Birinci dünya Savaşı’nda yapılan hatayı tekrar etmemek ve elden geldikçe savaşın dışında kalmak niyetindeydi.

Dönemin arşiv belgeleri mülteciler konusunda bir hayli bilgi içermektedir. Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi’nde savaşın son iki yılına ait () belgelerin yoğunluğu dikkat çekicidir[11]. Bu konuda Genelkurmay ATASE Arşivi’nde belgeler bulunmaktadır[12].

Türkiye, savaş yılları boyunca izlediği denge politikası gereğince izlediği tarafsızlık politikasına son vererek –Yalta Konferansı’nın ardından- 23 Şubat tarihinde ABD-İngiltere-Sovyetler Birliği Bloku’ndan yana tavır aldı; Almanya ve Japonya’ya savaş ilan etti. Bu, elbette sonuna gelinen bir savaş için sembolik bir davranıştı ve Birleşmiş Milletlere kurucu üye olarak katılmayı da amaçlıyordu. Ancak yine de Türkiye, bu tavrıyla kazanan ülkeler grubunun yanında yer aldı ve politikalarını ona göre dizayn etti. Nitekim arşiv belgelerinden 14 Mart tarihli olanı Alman işgali altındaki adalardan mülteci kabulüne devam edilmesi konusunu ele almaktaydı. Oysa kazanan ülkelerden mülteci kabulüne son verilmişti. Bunlardan biri de Sovyetler Birliği idi. 15 Mayıs tarihli belge buna yöneliktir. 21 Mayıs tarihli belge ise, daha dikkat çekicidir ve doğrudan konumuzla ilgilidir:

“Almanya ve Japonya veya her ikisi ile harp halinde olan devletler uyruğundan memleketimizde bulunan mültecilerin, yalnız askerlik hizmetlerine mensup olanlarının, mütekabiliyet esası çerçevesinde iade edilmesi”ni konu alan bu belge, Yozgat’taki kampta[13] tutulan asker kökenli mültecilerin Sovyetler Birliği’ne iade edilmesinin önünü açmaktaydı. 30 Temmuz tarihli yazışma da, 6 Ağustos tarihinde Sovyetler Birliği’ne iade edilen Azeri kökenli Sovyet askerlerine yönelikti.

yılının Şubat ayının ilk yarısında toplanan Yalta Konferansı’nın ardından Mart ayında Sovyetler Birliği Türkiye’ye bir nota verdi (19 Mart). 7 Kasım tarihinde sona erecek olan, tarihli Türk-Sovyet Dostluk ve Saldırmazlık Anlaşması’nı yenilemeyeceğini bildirdi. Gerekçe İkinci Dünya Savaşı sonunda ortaya çıkan yeni duruma uyum sağlamaması ve ciddi değişikliklere ihtiyaç duymasıydı. Türkiye’nin Almanya’ya karşı Müttefiklerin (Üçlerin/ABD-İngiltere-Sovyetler Birliği) yanında savaşa girmemesi, savaşın dışında kalmak için çaba harcaması ve savaş sürecinde izlediği denge politikası, savaşın dışında kalmasını sağlamıştı ama tam da bu nedenle Türkiye -savaşın tahribatından kurtulsa da-, savaşın sonunda yalnız bir ülke durumundaydı. Kazananlar arasında yer alan Sovyetler Birliği’ne karşı, ABD ve İngiltere’nin desteğini sağlaması hiç de kolay değildi. Nisan ayı başında Türkiye, Sovyetler Birliği’ne verdiği karşılık notasında yeni koşullar ışığında gelecek tekliflere açık olduğunu, bunları dikkatle ve iyi niyetle inceleceğini bildirdi. Haziran ayı başında Sovyet Dışişleri Bakanı Molotov, Moskova Büyükelçisi Selim Sarper’e, bir anlaşma imzalanabilmesi için Türkiye’nin kabul etmesi mümkün olmayan şartlar ileri sürdü. Bunlar arasında Türk-Sovyet sınırında Sovyetlerin lehine değişiklikler yapılması, Boğazların ortak savunulması, Sovyetlere Türkiye’de kara ve deniz üsleri verilmesi ve Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin gözden geçirilmesi de vardı. Türkiye, istekleri reddetti. Bunun üzerine Sovyetler Birliği, Bulgaristan ve Kafkasya’daki askeri birliklerini faaliyete geçirdi. Haklı olarak Doğu Avrupa ve Balkanlardaki Sovyet işgalinin benzerinin yaşanabileceği, ABD ve İngiltere’nin Türkiye’yi yalnız bırakabileceği endişesi vardı. Bun rağmen Türkiye, hem Sovyetlere direndi ve taleplerini reddetti hem de ABD ve İngiltere’yi gelişmeler konusunda bilgilendirdi. Temmuz ayında toplanan Potsdam Konferansı’nda Sovyetler Birliği, taleplerini ABD ve İngiltere’ye de iletti. İngiltere ve ABD, Türkiye’nin tam da arkasında durmadılar ve sorunların iki ülke arasındaki görüşmelerle çözülmesini istediler. Dolayısıyla Türkiye, Sovyet talepleri karşısında kısmen de olsa yalnız kalmıştı[14]. İşte bu ortamda, Sovyet tehdidi bu kadar kendini hissettirirken ve kağıt üzerinde de olsa birlikte Almanya ve Japonya’ya savaş ilan etmişken, müttefik ülkelere ait asker kökenli mültecilerin mütekabiliyet ilkesi çerçevesinde iade edilmesi, son derece olağandı. Nitekim Sovyetlerin karşılıklılık ilkesine uymaması üzerine de, iadelere son verilmişti.

Sonuç olarak iade edilenlerin öldürülmeleri, son derece üzücüdür. Ancak dönemin koşullarının kısıtlayıcılığı ortadadır. Yaşananlar, eleştirilmeyi elbette hak etmektedir[15]. Ortaya sürülecek hiçbir gerekçe yaşanan dramın büyüklüğü ortadan kaldırmayacaktır. Bununla birlikte ilginç bir şekilde eleştirilenin CHP ve özellikle de İnönü olması -milliyetçiliği ile ünlü dönemin başbakanı Şükrü Saracoğlu’nun adının hiç anılmaması-, dikkat çekicidir.

 


[1] Prof. Dr., DEÜ Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü öğretim üyesi.

[2] “Erdoğan’dan önemli mesajlar”, seafoodplus.info (5 Eylül ).

Erdoğan konuşmasının devamında şunları da söyledi:

“Bu olay bir ağıt oluyor:

Boraltan bir köprü, aşar geçer Aras’ı,

Yuğsan Aras suyuyla, çıkmaz yüzün karası.

Düşman bekler karşıda, önüne kattı beni,

Can alınan çarşıda, kardeşim sattı beni.

Dönüp seslendim geri, merhametsiz birine,

Beni siz vursaydınız, şu gavurun yerine.

İşte CHP budur.  Bugün CHP Azerbaycan’a Kırım’a göğsünü gere gere gidemez. Ama biz Saraybosna’ya da Kahire’ye de Tunus’a da Gazze’ye de Bakü’ye de göğsümüzü gere gere gideriz. En kısa zamanda Şam&#;a gideceğiz. Emevi Camisi&#;nde namaz kılıp, Suriyeli kardeşlerimizle kucaklaşacağız”.

Erdoğan’ın konuşmasının ardından Belgelerle Gerçek Tarih adlı internet sitesi de, Kadir Mısıroğlu’nun Moskof Mezalimi adlı kitabına atıf yaparak, Ruslara teslim edilen Azeri sayısının ve olayın sorumlusunun İnönü olduğunu belirten bir yazı yayınladı. “Boraltan Katliamı (Belgelerle) İsmet İnönü Azeri kardeşlerimizi Ruslara teslim etti”, seafoodplus.info (son erişim tarihi: 9 Ağustos ).

Site, hem sayıyı arttırmakta ve hem de faturayı İnönü’ye kesmekte.

[3] “Ş. Mocan’ın yeni takriri”, Milliyet, 15 Nisan ; “DP Meclis Grupu dün toplandı”, Milliyet, 29 Nisan ; “Şevket Mocan”, Milliyet, 8 Temmuz

[4] “Şevket Mocan CHP’den istifa etti”, Milliyet, 22 Ocak ; “Şevket Mocan tekrar DP’li oldu”, Milliyet, 3 Haziran

[5] “Ruslara teslim edilen mülteciler”, Milliyet, 26 Mayıs

Mocan, önergeyi önce DP Meclis Grubu’nda dile getirmiş, ardından da TBMM’ye taşımıştı.

[6] “Dünkü Meclis ictimaı”, Milliyet, 19 Temmuz

[7] Mocan’ın sözünü ettiği milletvekili Ziyad Ebüzziya’dır. Ancak, Ebüzziya sözü edilen açıklamayı yapmamıştır.

[8] Türkiye Büyük Millet Meclisi Tutanak Dergisi, 9. Dönem 9. Cilt Birleşim, ss.

[9] Nazilerden kaçan Musevileri taşıyan Struma gemisi ve yaşanan facia da bu arada anılmalıdır. Bu konuda örneğin bkz. Halit Kakınç, Struma, Destek Yay., İstanbul, ; Çetin Yetkin, Struma, Bir Dramın İçyüzü, Gürer Yay., İstanbul,

[11] Konumuz yılında Sovyetler Birliği’ne iade edilen mülteciler olduğu için, sadece bunları belirtmek yeterli olacaktır:

Tarih /5/  Sayı :  Dosya   Fon Kodu   Yer No

Suriye ve Sovyet Rusya hudutlarından gelen mültecilerin kabul edilmemesi.

Tarih /5/  Sayı   Dosya   Fon Kodu   Yer No

Almanya ve Japonya veya her ikisi ile harp halinde olan devletler uyruğundan memleketimizde bulunan mültecilerin, yalnız askerlik hizmetlerine mensup olanlarının, mütekabiliyet esası çerçevesinde iade edilmesi.

Tarih /7/  Sayı :  Dosya   Fon Kodu   Yer No

Sovyet Rusya&#;ya iade edilecek mülteciler.

[12] Buradaki belgeleri kullanarak yazılan bir makale için bkz. Yaman, agm.

[13] İkinci Dünya Savaşı yıllarında kampta ağırlıklı olarak Sovyetler Birliği kökenli mülteciler vardı. Örneğin yılında Yozgat kampındaki mültecinin 86’sı Sovyetler Birliği kökenliydi. Geri kalanların 10’u Alman, 8’i Bulgar, 1’i İngiliz ve 1’i İspanyol idi. yılında ise Sovyetler Birliği kökenli mülteci sayısı ’ye ulaşmıştı. Bunların 13’ü subay, ’ü er ve 1’i de askeri memurdu. Bkz. Yaman, agm.

Kampta bulunan mültecilere dair Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi’nde bulunan belgeler ise şunlardır:

Tarih /4/  Sayı :  Dosya   Fon Kodu   Yer No

Yozgat kampında tutulan üç Alman mültecinin sınır dışı edilmelerini Bakanlığın uygun gördüğü.

Tarih :1/7/  Sayı :  Dosya   Fon Kodu   Yer No

Yozgat kampından kaçmak üzere iken yakalanan Fransız mültecilerin üzerinden çıkan mektup.

Tarih /5/  Sayı :  Dosya   Fon Kodu   Yer No

Yurdumuza iltica eden tayyarecilerden talimatnamelere uymayanların Yozgat kampına nakil olunacaklarına dair.

[14] Dönemin dış politikası için bkz. Selim Deringil, Denge Oyunu, İkinci Dünya Savaşı’nda Türkiye’nin Dış Politikası, Tarih Vakfı Yurt Yay., İstanbul, ; Nuri Karakaş, Türk-Amerikan Siyasi İlişkileri (), Atatürk Araştırma Merkezi Yay., Ankara, ; Türk Dış Politikası, Cilt I: , (Editör: Baskın Oran), İletişim Yay., İstanbul,

[15] ’de Mocan’ın gündeme getirdiği konu, sonraki yıllarda da Türkiye’nin gündeminde yer aldı:

“CHP iktidarının mültecileri iade etmesi konusu Seçimleri öncesinde de gündeme getirildi. 7 Ekim tarihli Adalet Gazetesi’nde çıkan imzasız başyazıda İnönü’nün günahları arasında sayılan, ağıtlarda, şiirlerde dillendirilen bu acı olaylar,  filmlere de konu oldu. Mehmet Kılıç’ın yönetmenliğini üstlendiği ve Cüneyt Arkın, Oya Aydoğan, Baki Tamer gibi oyuncuların rol aldığı, yapımı ‘Güneş Ne Zaman Doğacak’ adlı filmde benzer bir konu işlenmiş ve ‘ yılında Sosyalist bir ülkeden Türkiye’ye iltica eden daha sonra düşmana edilirken sınırda şehit edilen Türk’ün aziz hatırasına atfedilmişti’”. Bkz. Emre Gül, “Ne düşünüyorsun?CHP, mültecileri Sovyetlere kurban etmişti”, seafoodplus.info (son erişim tarihi: 10 Ağustos ).

Maraş’ta Aralık tarihine Cüneyt Arkın&#;ın başrolünü oynadığı “Güneş Ne Zaman Doğacak” filminin gösterimi sırasında sinema salonuna patlayıcı madde atılması, Maraş Katliamı’nı başlamasının kıvılcımını ateşlemişti. Olaylar sırasında ’den fazla Alevi öldürüldü. Alevi ve Komünist düşmanlığının kışkırtıldığı dinci-milliyetçi bir katliam olan Maraş Katliamı, 12 Eylül askeri darbesine giden önemli kilometre taşlarından biridir. Bu konuda örneğin bkz. Aziz Tunç, Beni Sen Öldür, Maraş / 78, Fırat Basın Yayın, İstanbul, ; Orhan Tüleylioğlu, Kahramanmaraş Katliamı, Uğur Mumcu Vakfı Yay., Ankara,

yılında tarihi bir leke olarak kayıtlara geçen ve Azerbaycanlının Sovyet askerlerince kurşuna dizildiği olay şöyle ceryan etmiştir:

Azerbaycanlı aydın dönemin Sovyetler Birliği'ndeki Stalin zulmünden kaçıp Aras Nehri üzerinden Boraltan köprüsüne geçip Türkiye’ye sığınır.

Ya öz yurtlarına kabul edilecek ya da Boraltan köprüsünün diğer ucunda bekleyen Sovyet güçlerine teslim edileceklerdir. Sovyet mezaliminden Türkiye’ye sığınan Azeriler kendilerine sahip çıkılacağından emin bir şekilde bekliyorlardır.

Stalin Ankara yönetimden Türkiye’den sığınan Azerilerin derhal iade edilmelerini ister. Dönemin hükümeti Aras Nehri’nin kenarındaki sınır karakoluna hemen bir telgraf çeker. Ankara’dan Iğdır’a gelen emir korkunçtur. Mültecilerin iade işlemleri istenir emirde. Karakol komutanı telgrafı okurken dehşete kapılır ve gözlerine inanamaz. Ankara’dan gelen emri defalarca teyid ettirir. Ancak hükümetin emri kesin ve nettir; Azerileri teslim edin.

Karakol komutanı genç subay kendilerine sığınan Azerileri Sovyet askerlerine teslim eder etmez neler olabileceğini aşağı yukarı tahmin ediyordu. Ankara’dan gelen bu korkunç emir, karakollarına sığınan kardeş dedikleri Azerilere nasıl söylenirdi?

Durumu anlayan Azeriler, Türk askerinin boynuna sarılıp yalvardılar: “Ne olur bizi teslim etmeyin, bizi burada siz kurşuna dizin” dediler.

Ancak Ankara’dan gelen emir katıydır. Boraltan köprüsüne getirilen sığınmacılar, karşıya geçirilmeye başlandı. Karşıda bekleyen Sovyet güçleri, karşıya geçen ilk grubu hemen oracıkta Türk askerlerinin ve subaylarının gözleri önünde kurşuna dizdi.

Olup bitenler karşısında şaşkına dönen karakol komutanı Ankara’ya, karşıya geçenleri kurşuna diziyorlar diye rapor etti. Ancak Ankara’dan gelen cevap şöyleydi:

“Kesin emir var; görevinizi yapın yoksa vatan haini ile yargılanacaksınız.”

Çaresizlik içinde son bir kez daha askerlerin yüzüne bakan sığınmacılar beraberlerinde getirdikleri eşyaları ve giyisilerini bırakarak Boraltan köprüsünden ölüme doğru yürümeye başladılar. İkisi kadın öz Azeri Türkü köprüye doğru ilerledi. Teslim edilen Azeriler karşı tarafta bekleyen Sovyet askerleri tarafından elleri ve ayakları bağlandıktan sonra hemen oracıkta kurşuna dizilerek öldürüdüler.

Karakol komutanı genç subayın bu olay sonrasında intihar ederek canına kıydığı söylenir. Bu acı hadiseden geriye çok ama çok acı bir ağıdın şu dizeleri kalır:

Boraltan bir köprü, aşar geçer Aras’ı
Yuğsan Aras suyuyla, çıkmaz yüzün karası
Düşman bekler karşıda önüne kattı beni
Can alınan çarşıda kardeşim sattı beni
Dönüp seslendim geri, merhametsiz birine
Beni siz vursaydınız, şu gavurun yerine!

Yazar: Ahmet Sabiri

News Code

Boraltan olayı nedir? Boraltan Köprüsü Katliamı nerede, ne zaman oldu?

FHA -  Boraltan Köprüsü Olayı nedir? Boraltan Köprüsü Katliamı nerede ve ne zaman oldu? sorusunun yanıtı Türkiye tarihi açısından en acı olaylardan biridir.
Zira  "Türk tarihinde mültecilerin bu şekilde iade edildiği başka bir örnek yoktur."
Türkiye'ye sığınan bir rivayette diğer rivayette ise   Azerbaycan Türkü Sovyetler Birliği'ne iade edilmiş. İadelerinin hemen ardından sınırın karşı tarafında acımasızca kurşuna dizilerek katledilmişlerdi.
Teslimat tarihi de ilginçtir; 6 Ağustos Hiroşima'ya ilk atom bombasının atıldığı tarihtir.
BORALTAN KÖPRÜSÜ FACİASI NASIL GERÇEKLEŞTİ?
yılında sınır karakolunda bulunan Azerbaycan kökenli Sovyet askerleri Aras Nehri üzerindeki Boraltan Köprüsü'nden geçerek Türkiye'ye iltica etmişlerdi.
Ancak dönemin anlaşması  mütekabiliyet esasına dayanarak Sovyetler Birliği'nin başında bulunan Josef Stalin'in, Ankara'daki büyükelçisi aracılığıyla Türkiye'ye sığınan askerlerin iadesini istendi.
 Sovyetler Birliği'nin isteği üstüne dönemin hükümetin tarafından Azerbaycan Türkü, Ruslara iade edildi.
tarihinde Demokrat Parti Tekirdağ milletvekili Şevket Mocan tarihe gömülmeye çalışılan bu olayı TBMM'ye taşıdı. Boraltan Köprüsü Katliamı meselesi ilk kez  bu yılda gündeme getirildi ve çeşitli tartışmalara neden oldu.
BORALTAN KÖPRÜSÜ NEREDE?
Boraltan Köprüsü (Serdarabat Köprüsü), Iğdır'daki sınır kapısına yakın olan Aras Nehri üzerinde bulunmaktadır.
 Yıllar sonra, Türkiye Cumhurbaşkanı Özal, “Azeriler bizden değil” diyerek bir skandala daha imza atacak ve içindeki mezhepçilik hastalığını açığa vuracaktı.

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir