misafir karşılama adabı / MİSAFİRLİK, ZİYARET | Sorularla İslamiyet

Misafir Karşılama Adabı

misafir karşılama adabı

Mert ve özgür insanların en önemli özelliklerin­den biri, kerem ve cömertliktir. İşte bu bağlılıklardan özgürlük, cömertlik ve bağış huyu, başkalarını muhabbet ve iyiliklerin esiri haline getirmektedir.

Ziyafet, açık bir ele sahip olmak, açık sofra, sürekli bağış, misafir ağırlamak ve misafirperverlik, cö­mertlik ile yiğitlik ruhunun alamet ve cilvelerinden­dirler. Sosyal ilişkiler, görme-görüşme ve gidiş-ge­lişler, bazen misafirlik şeklindedir. Bunun için, ziya­fetin âdabı ve misafirliğin dinî kaidelerini tanıma, muaşeret ahlâkının sınırları içeri­sine girer. Bu konu iki yönlü ve iki taraflıdır. Bir yönü, misafir ağır­lama, diğer yönü de gelen misafirdir. Bunların her biri için açıklanması gereken bazı âdap, ahlâk ve sı­nırlar vardır.

Misafir Evin Bereketi

Kimileri misafirden kaçarlar, kimileri de misafiri severler. Bunların her biri kişilerin iç hasletlerinin göstergesidir. Bir gün Hz. Ali (a.s)’ı üzgün görünce; “Ya Ali, üzüntünün sebebi nedir?” diye sordular.

İmam (a.s) şöyle bu­yurdu:

“Bir haftadır bana misafir gelmemiş...”

Bu nere ve misafirin gelişini musibetin inişi sayarak yüreğine bela dağı düşen ve onu taziye sa­yanlar nere!..

Evin bereketi, misafirin gidiş-gelişindedir. Misafir ilahî bir nimet ve misafire ikram büyük bir başarı­dır ki herkese nasip olmaz. Misafir, Allah’ın dostu ve sevgilisi­dir. İran’ın darbımesellerinde, “Misafir rızkını berabe­rinde getirir” diye bir söz var.

Elbette darbımesel, islamî hadislerden alınmış din kökenli bir sözdür. Hz. Peygamber (s.a.a)’den rivayet edilmiştir ki: “Misafir, kendi rızkıyla gelmektedir.”[3]

Elbette bunun dışında, ev sahibi ve misafir besleyenin günahlarını da temizler ve bu ilginç bir berekettir. Yine bu konuda, İmam Sadık (a.s)’dan bir hadis dinleye­lim ki yaranlarından olan Hüseyin b. Nuaym’e şöyle buyurdular:

- Müslüman kardeşlerini seviyor mu­sun?

- Evet

- Eli darda olanlara menfaatin doku­nuyor mu?

- Evet

- Allah’ın sevdiklerini sevmen ne güzeldir! Al­lah’a ant olsun ki, senin menfaatin, onları sevmedikçe onlardan hiçbirine ulaşmaz. Sahi on­ları evine davet ediyor musun?

- Evet! Birkaç arkadaş yanımda olmazsa ben asla yemek yemem.

Hazret buyurdu:

- Bil ki, onların senin üzerindeki iyilikleri, se­nin onların üzerindeki iyiliklerden daha çok­tur. (Ravi bu sözleri duyunca çok hayret etti ve sordu:)

- Sana feda olayım! Ben onlara yemek veriyo­rum, kendi bineğimi emirleri altına veriyorum. Bu durumda bile onlar benden üstün müdürler?

- Evet! Zira onlar senin evine geldikleri zaman, se­nin ve ailenin affedilişlerini de beraberlerinde getiriyor­lar. Ayrıldıkları zaman da, senin ve ailenin günahla­rını beraberlerinde götürüyor­lar.”

Geniş bir eve, birçok imkana ve cömert bir ele sahip olan biri, bu ilahî nimetlerin şükrü için, bazen infak ve sadaka, bazen de yemek ve misafiri ağır­lama, hediye, yetimleri himaye ve mahrumlara yar­dımda bulunma yoluyla eda etmelidir. Aksi takdirde, şöhret, servet ve mal, ona vebâl ola­caktır.

Dinî Bir Sünnet Olan Velîme

Velîme ve ziyafetin ne zaman verileceği, kim­lere ve ne şekilde verileceği hakkında, dinî emirlerde gelen birçok âdap ve nüktelerden  bazılarına işaret etmeye çalışacağız.

Velîme Verilecek Yerler

Resulullah (s.a.a)’in Emir’ul-Mümin Ali (a.s)’a yaptığı tavsiyeler­den biri de şuydu:

“Ya Ali! Bu beş yer dışında velîme ve yemek verme yoktur: Evlilikte, be­bek do­ğumunda, çocuk sünnet edildiğinde, ev yapma ve almada ve hac­c yolculuğundan dönüşte.”

Bu münasebetlerde, insanın bir sofra açması, bir kurban kes­mesi ve müminleri misafirliğe davet etmesi uygundur.

Başka bir hadiste Allah Resulü’nün şöyle buyur­duğu nakledilmiştir:

“Her kim bir mescit yaparsa, semiz bir koyun ke­ssin ve onun etinden yoksul ve mahrumlara yedir­sin ve Al­lah’tan; cin, insan ve şeytanların şer­rinden kendisini uzaklaştırması için Allah’a dua etsin.”

Zikredilen münasebetlerin her birinde verilen ziyafet, kalpleri birbirine daha çok bağlayan, toplum arasında sevgi ve samimiyetin daha çok artmasına sebep olan, akraba ve dostların birbirlerini görüp daha iyi tanı­malarını sağlayan, ruhları daha çok mutlu ve yaşamları daha neşeli kılan islamî bir sünnettir

Din evliyaları ve masum önderlerin hayatında, bu ziyafet çeşitleri ile ilgili birçok örnek göze çarp­maktadır. Bu cümleden şu numuneye dikkat edelim.

Yedinci İmam, Hz. İmam Kazım (a.s), bir çocuğunun doğumu münasebetiyle ye­mek verdi. Üç gün boyunca mes­cit ve sokaklarda, falude (bir çeşit yaz yiyeceği) verildi. Hatta ba­zıları, bu işinden dolayı O’nu ayıpla­dılar. İmam Kazım (a.s) bunu duyunca, bu ayıplamaların cevabında, enbiya ve Pey­gamber-i Ek­rem (s.a.a)’in sünnet ve ahlâkına uyarak böyle hareket ettiğini ifade ettiler.

Misafirperverlik

Gerçi çölde yaşayan Arap göçe­beleri misafirper­verlikte çok meşhurdurlar. Aynı şekilde bizim İran’daki aşiretlerimizde de, hatta birçok şehir ve mıntıkalarda, çok güzel tavırlar ve misafirperver­liklerle karşılaşıyorsunuz. Siz, misafirperver, misafir seven, bu unvanlarıyla tanınan ve halk diline düşen bazı şehir ve mıntıkaları duymuş olabi­lirsiniz. Bunun da kökü, din kültürü ve mezhebi ina­nışlara dayanmaktadır. Kur’ân ve dinin talimatların­dandır.

Aslında bizim dinimiz, İran ve İslam toplumunun genel kültürünün şekillenmesinde en etkili sebep­lerden biridir.

İslamî rivayetlerde, hatta “Misafiri Ağırlama ve Ona İk­ramda Bulunma” unvanında bir bölüm vardır. Bu babda misafire ihtiram etme ve ona ikramda bu­lunmakla ilgili birçok tavsiyeler vardır. Misafir se­ver­liği güzel bir haslet, misafirlerin gelişiyle sevin­meyi çok iyi bir ahlâk saymakta ve misafirsiz bir ev­den meleklerin uzak durduklarını bildirmektedirler.

İmam Bakır (a.s), babaları vasıtasıyla Pey­gamber (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu nakletmektedir:

“Birisi bir şehre girdiği zaman, o şehirden ay­rılana kadar, kendi dininden olan kişilerin misa­firidir.”

 İnsan bir şehre girdiği  zaman, o şehirdeki tüm insan­ların misafiri durumundadır. Onlar, misa­firper­verlik yapmak ve ikramda bulunmakla görevli­dirler. Müslümanın evine bir misafirin gelmesi du­rumunda ise,  o müslümanın daha çok ikram ve cö­mertlikte bulunma zorunluluğu vardır.

Bunun için, herhangi bir şehir, dışardan gelen misa­firleri karşılamak durumunda kalırsa, örneğin; sel zedeler, savaş mağdurları, depremden zarar görenler veya komşu bir ülke­nin başına gelen bir vakıanın mağdurlarına karşı, insanî bir vazife olarak ve İslam ahlâkının kai­deleri gereği, o şehir­deki insanlar, sıcak ve açık bir kucakla, cömert bir karşı­lama ile ve büyüklere yakı­şan şekilde davranarak misafirperverlik göstermeleri gerekir. Peygamber (s.a.a)’den şöyle buyur­duğu ri­vayet edilmiştir:

“Misafirlere ikramda bulunun; onları ağırlayın.”

İsraf ve Riyadan Kaçınma

Her hayırlı ve değerli amel, bazen bazı âfetlere duçar olmaktadır. Misafiri güzel ağırlamanın beğenilmesine rağmen, eğer dengeye ria­yet edil­mezse; kıskançlıktan dolayı rekabet etme, gösteriş ve övünme gayesiyle israfa varan aşırı har­camalar yapılırsa, hiç de beğenilen bir davranış türü sayılmaz ve Allah’ın beğendiği bu mukaddes işler kutsallıktan ve Allah katındaki sevgisini kaybeder.

Ziyafetin bütün değeri, Allah için ve Allah yo­lunda; aç karınları doyu­rmak, mümin kardeş­leri sevindirmek, akrabaların ilişkilerini pekiştirmek ya da akrabaları ziyaret etmek  mak­sadıyla verilme­sindedir.

Allah’ın nimetlerinden yararlanmanın herhangi bir sakıncası yoktur. Ama onların değerinin sınır ve  öl­çülerinin koru­nması, itidalden dışarı çıkmaması, makul, meşru ve örflere uygun bir çerçe­vede  olması gerekir.

Bir gün Hz. Ali (a.s), kendisi için büyük ve süslü bir ev yapmış olan Ala b. Ziyad’a buyurdu:

“Bu büyük evle, bu dünyada ne yapmak istiyorsun? Sen, böyle geniş bir eve, dünyadan daha  ziyade ahirette muhtaçsın. Bu geniş dünyevî evle ahirete ulaşmak istersen; bu evde misafir ağırlar, sıla-yı rahim yapar, akrabalarına bakar ve bu evden boy­nunda hakkı olanla­rın haklarını eda ederek ahirete ulaşırsın!”

Bazen ziyafetler gösteriş içindir. Bazen yemek çeşitleri, ziyafet yeri, sofra kurma şekli riya ve gösteriş amaçlıdır. Bazen özel misafir ve davetliler  yemek veril­meye layık olmayan kimseler­dir. Ya da riyakar amaçla, menfaat sağlama ve işle­rini yola koyma sebebiyle davet ediliyorlar.

Bütün bunlar, ilahî nimetlerin boşuna akıtılması ve heder edilmesidir. Resulullah (s.a.a) şöyle bu­yurmuştur:

“Her kim, bir yemeği, riya ve gösteriş amacıyla verirse, kıyamet günün Allah-u Teala, cehennem yemeklerinden o miktarda olan bir yemeği ona yedi­rir.”

İmam Bakır (a.s) buyurmuştur:

“Ziyafet bir veya iki güne kadar olursa cö­mertlik ve büyüklüktür. Ondan fazlası riya ve gösteriştir.”

Elbette bunlar, revaçta olan ve gelenek haline gel­miş bulunan yemek vermeler ve ziyafetler için hatır­latıl­mıştır. Ama misafir severliğin, mahrumlara ye­mek verme ve ikramda bulunmanın  aslı, ne kadar çok ve devamlı olursa, o kadar iyi ve güzeldir.

Resulullah (s.a.a)’in büyük dedesi Haşim, sürekli serili bir sofraya sahipti; onun, halkın geneli için hazırda bulundurduğu yemeği ve evi, Kureyşlilerin arasında onu efendilik ve yüce bir ko­numa ulaştırmıştı.

Arapların meşhur cömerdi olan Hatem-i Tayi’nin evi; hal­kın sığınağı, yoksulların ümit yeri, değişik yolcuların ve misafirlerin konağı durumundaydı

İmam Hasan-ı Mücteba (a.s)’ın evinde, genelde, değişik sınıflardan olan insanların, özellikle yabancı olanların, evsiz olanların, yok­sulların, yolcuların, yetimlerin ve mahrumların, sürekli oradan nasiplen­dikleri bir misa­firhane vardı.

Yüce himmetli kerim insanlar için yemek yedirmenin lezzeti,  yemek yeme lezzetinden daha büyüktür ve onların aldıkları ruhî lez­zet, bu yoldandır.

Mevla İmam Ali (a.s)’ın şu sözü ne kadar da güzeldir. O şöyle buyurmuştur:

“Bedenin gı­dası, yemektir; ruhun gıdası ise ziyafet vermektir.”

Biri şöyle derdi: Benim en büyük ruhî lezzetim; bir grup muhtaç ve yoksul insanı eve davet ettiğimde, onlar sofrada oturup yemek yerlerken uzaktan bu sahneye bakarak aldığım lezzettir.

Kabusnamede şöyle tavsiye edilmektedir:

“Misafir sana geldiği vakit, yemeklerin iyi veya kötülüğü dolayısıyla özür isteme ki bu, tüccarların tabia­tıdır. Sürekli  “falan şey güzeldir, onu ye” veya “niye yemiyorsun?” ya da “sana layık bir yemek hazırlaya­madım” deme. Zira böyle sözler, bir defalık için ziyafet veren kimselerin sözleridir.”

Ziyafet Âdabı

Ziyafet ve yemek vermenin iki tarafı vardır:

Biri misafir, diğeri ise ev sahibidir. Biri başkasının sofasının başında oturan ve yemek yiyen, diğeri ise sof­rayı açan ve yemek verendir. Birinin lezzeti ye­mek  yemede, diğerinin lezzeti ise yemek vermededir.

İslam’da tavsiye edilen ziyafeti, yemek verme ve ziyafet münasebetlerini açıkladık ve ev sahipleri için birkaç söz söyledik. Bundan sonraki sözlerimiz ise misafirler içindir ve misa­firliğe gitmenin âdabı ile ilgilidir.

Misafir Yahut Baş Belası

Dinî kültürümüzde misafir, Allah’ın dostudur ve bereketin mayasıdır. Allah’tan gelen bir hediye, rız­kın artış sebebi, ev sahibinin günahlarının affedilme nedeni ve ilahî mağfiretin iniş vesilesidir.

Bütün bunlar yerinde ve doğru şeylerdir. Çünkü, İslam mektebinin talimatları ve masumların buyruk­ları­dır. Ama burada kıldan ince binlerce nükte vardır. Misafirliğe gidişimiz bir zahmet  se­bebi, ev sahibinin sıkıntı vesilesi ve baş belası olursa, o zaman nasıl? Yine de misafir rahmet midir?

Elbette herkes aynı değil ve ruhlar farklıdır. Ba­zıları misafir kabul etmeye hazır değiller, bazıları mali açıdan misafir çağırmaya ve ziyafet masraflarını karşılamaya müsait değiller. Bazıları; yer, ev ve içinde bulun­dukları imkanlar açısından, misafiri iyi bir şekilde ağırlama hususunda karşı­lama noktasında darlık ve sıkıntıda­dırlar. Bazıları sahip oldukları yoğun işler dolayısıyla misafir ağırlamaya vakit bulamamaktalar. İşte burada misafi­r, karşı tarafın durumunu göz önünde bulundurması gerekir. Aşırı beklentide olmamalı, habersiz ve davetsiz gitmemeli, geç vakitlerde ve rasgele ev sahibinin üstüne çullanmamalı, ona yük olmamalı ve onu zahmete sokmamalıdır. (Elbette zaru­ret halleri hariç.)

Kur’ân’ın müminlere Peygamber’in evinde misafir olma âdabı ile ilgili tavsiyesi şöyledir:

“Ey inananlar! Peygamber’in evlerine, yemeğe çağrılmaksızın vakitli vakitsiz girmeyin; fakat davet edilirseniz girin ve yemeği yiyince dağılın. Sohbet etmek için de gidip oturmayın. Bu haliniz Peygamber’i üzüyor, o da size bir şey söylemeye çekiniyor. Allah gerçeği söylemekten çekinmez.”

Eğer misafirlikte, islamî sünnet ve âdaplara riayet edilirse, misafirler, zahmet sebebi ve yük sayılmaya­cak, belki bereketin mayası ve mutluluğun vesilesi olacaklar. Bu yüzden burada, kötü sonuç­ları olan ve yaşamda tatsız şeylere yol açan yük olma meselesiyle karşılaşı­yoruz.

Yük Olma Yahut Hazır Olanla Yetinme

Farsların ata sözlerinde şöyle bir söz vardır:

“Yetişen, hazır olanı yer.”

Ya da:

“Misafir her kimse, evde her ne varsa.”

Kimileri, onurlarını korumak ya da haysiyetlerini muhafaza etmek için bazı zor ve meşakkatli yü­kümlülüklerin altına girer ve neye mal olursa ol­sun, misa­fir kabul etmekten geri kalmazlar. Zira ken­dileri, saygın­lıklarının kaybolmasını istemezler. El­bette kimi misafirlerin yersiz beklentileri de bu ko­nuyla yakından ilintilidir.

Ev sahibine yük olan ve ona zahmet veren böyle bir misafir, sadece rahmet olmamakla kalmıyor, be­raberinde uğursuzluk da getiriyorlar. Eğer halkın ve akrabaların arasında yerleşmiş bir sevgi, sadakat ve samimiyet varsa; geç vakitte yahut vakitsiz olarak yoldan gelen bir misafir, var olanla kanaat etmelidir. Böyle bir durumda ne misafirin fazla beklen­tisi olmalıdır, ne de ev sahibi kendini zorlamalıdır. Bu durumda dostluklar, gidiş-gelişler sürekli­lik kazanırlar.

Ama masraflı, harcamalara yol açan ve yükümlü­lükler getiren gidiş-geliş ve misa­firliklerin azalmasına, ilişkilerin kesilmesine, gevşemesine veya soğumasına sebep olur.

Emir’ül-Müminin Ali’den bir ders öğrenelim.

“Bir adam Hz. Ali (a.s)’ı evine davet ettiğinde Hz. şöyle buyurdu: “Üç şartla gelirim.” O adam sordu: “O şartlar nedir?” İmam cevap verdi:

“Birincisi, evin dışından benim için bir şey getirip ha­zırlamaman; ikincisi, evde hazır olan ne varsa benden saklamaman (evde neyin varsa getir­men); üçün­cüsü, ailene sıkıntı ve zahmet verme­mendir.”

Adam: “Tamam kabul ediyorum” dedi.

Hazret davetini kabul etti ve evine misafir oldu.”

Bu hadis, bize büyük dersler ve zarif nükteler açıklamaktadır. Bazıları, kendi ailelerine büyük zah­metler veriyorlar. Mükemmel bir sofra ve göze hoş gelen bir ziyafetin hazırlanması için her şeyi ona yüklüyorlar. Zahmeti ev hanımı çeker fakat pozu beyefendi verir! Evin erkeğinin bu tutumu, ai­leye bir çeşit haksızlıktır ve doğru bir davranış değil­dir.

Misafirliğe giderken, kendisi için şöyle veya böyle yapılsın diye misafirin herhangi bir beklentisi ol­mamalı ve hazır olan şeylerle -her ne varsa- kanaat etmeli ve ev sahibi de kendisini masrafa sokmamalı ve ailesine eziyet etmemelidir.

Allah Resulü şöyle buyurmuştur:

“Misafir iki geceye kadar ağırlanır ve ikram gö­rür. Üçüncü gece artık ev halkından sayılır ve her ne olursa ondan yer.”

Yine İslam Peygamberi’nden şöyle rivayet edil­miştir:

“Harcayacak ve infakta bulunacak şeyleri olmayan kimselerin evine gelişi güzel gitmeyin ve misafir kalmayın.”[20]

Bu, ev sahibinin, misafirin yanında izzet ve onurunun korunması ve başı aşağı olmaması içindir. Farsların darbımesellerindendir ki:

“Vakitsiz (ya da davetsiz) gelen misafirin masrafı kendi üzerinedir.”

Selman ve Müslümanlık

İslam ahlâkını; kanaat ehli, yük olmaktan kaçınan ve sade bir hayata sahip olan Hz. Selman’dan öğre­nmek gerekir.  Bundan dolayı Selman-ı Farisi, fazilet­ ve değerlerde Ehl-i Beyt’ten sayılmıştır. (Selman Biz Ehl-i Beyt’tendir). Doğrusu, Selman’dan bir hatıranın nakledilmesi bu konuya münasiptir:

İslam’ın ilk dönemindeki  müslümanlardan biri olan Ebu Vail şöyle anlatır:

“Ben bir dostumla beraber Selman-ı Farisi’nin evine gittik ve bir müddet oturduk. Yemek vakti gelince Selman şöyle dedi:

“Eğer Allah Resulü (s.a.a), insanın kendisini zorlamasından ve zahmete düşürmesinden nehyetmeseydi, sizin için daha iyi bir yemek hazırlardım.”

Sonra kalkıp bir miktar normal ekmek ve tuz geti­rerek önümüze koydu. Arkadaşım dedi:

“Keşke bu tuzun yanında biraz da yeşillik olsaydı.”

Selman gitti ve kendi su kabını rehin vererek yeşillik getirdi ve sofraya bıraktı. Yemek yediğimizde dos­tum:

“Allah’a şükür ki, O’nun rızkına kaniiyiz!” dedi. Selman:

“Eğer Allah’ın rızkına kani olmasaydın şimdi su kabım rehin olmazdı” diye cevap verdi.”

Selman tekellüf ehli değildi. Ancak misafir, bir iste­ğini dile getirdiği vakit, onun hatırı için kendi özel ev eşyasını bile rehin bırakma uğruna söz ko­nusu isteğini yerine getirmeye mecbur kaldı..

Çoğu vakitler, sadece misafirlikte değil, belki bir topluma gidiş-gelişlerde ve sosyal alakalarda, insan­ların birbirlerinden yersiz beklentiler içerisinde ol­maları ve başkalarının om­zuna ağır yükler yükleme­leri beğenilen islamî bir tutum değildir. İyi  misafir; bir eve giderken -özellikle ev sahibine haber verme­den gitmişse- yüreğine hiçbir kırgınlığın gelme­mesi için kapının dışında ayakkabılarını çıkardığı gibi, ümit ve beklentilerini de ken­dinden uzaklaştırmalıdır. Ev sahibinin omzunda ağırlık etmeyecek bir misafirlik, zahmetsiz ve eziyet­sizdir. Bununla beraber eğer Allah Teala yardım eder de, misafirle beraber onun rızkını da gönderirse ne ala!

Hadiste şöyle geçmektedir:

“Misafire ziyafet vermek için, gücünüzü aşan bir zahmet ve meşakkate girmeyiniz.”

Meselenin zarif olmasına rağmen bazen sınırların çiğnendiğini görüyorsunuz. Hem misafire ikramda bulunmaya davet edil­miş, hem de masraftan kaçın­maya; hem misafir Allah’ın vergisi sayılarak rızkın mayası ve evin bereketi olarak görülmüş, hem de ev sahibine eziyet ve zorluk oluşturmaktan nehyedilmiştir. Sorumlulukları  doğru tanımak, hem misafir hem de ev sahibi için dikkat ve zarafet gerektirmektedir.

Davetsiz Misafir

İslamî toplumlarda, müslüman kardeşler ve aile­ler arsında, muhabbet oluşturan alakalar öyle bir dü­zeyde olmalıdır ki, gidiş-gelişler sıcak, ziyafet ver­meler içten, misa­firlikler ve gidişler zahmetsiz,  ik­ramlar doğal ve şikayetlerden uzak ol­malı. Bu, isteni­len bir şeydir. Fakat, özel âdaplara dikkat etmek, özel­likle eğer muhabbetler ve samimiyetler, pek ölçü ve kural gerektirmediği bir seviyeye ulaşmamışsa zaruridir.

Bu nüktelerden biri, davetsiz olarak misa­firliğe gitmemektir. Diğer bir nükte ise, davet edilen yere, kendisiyle beraber birilerini götürmemektir. Gerçi ev sahipleri genelde: “Ne olurdu misa­firlerinizi de getirseydiniz, yabancı ki değilsiniz, getirseydiniz, birlikte oturup konuşsaydık ve…” derler.

Ama islamî tavsiye, bu meseleden kaçınmaktır. Hatta, beraberinde çocukları bile misa­firliğe götürmek -eğer davet edilmemişlerse- bazen  şer’i olarak da sakıncalıdır. Özellikle eğer davetnamede; “lüt­fen çocukları getirmeyiniz” gibi sınırlar da belirlen­mişse.

İmam Sadık (a.s), Hz. Peygamber’in şöyle buyurdu­ğunu nakletmektedir:

“Sizden biri misafirliğe ya da yemeğe davet edil­diğinde, beraberinde çocuğunu götürmesin. Eğer böyle yaparsanız, uygun olmayan ve gaspça bir iş yapmış olursunuz.”

İşte bu beğenilmeyen adet; çocuğunu ya da arka­da­şını beraberinde götürmedir. Yani, nasıl olsa ev sahibi, davet ettiği kişiyi tanıyor diye, ev sahibinin tanımadığı kişileri onun evine götürmedir. 

Başka bir hadiste İslam Peygamberi (s.a.a), Hz. Ali’ye yaptığı tavsiyelerin birinde şöyle buyurmuş­tur:

“Ya Ali! Hakarete uğradıklarında, diğerlerini (kınama­ları) değil, kendilerini kı­namaları gereken sekiz grup vardır. Onlardan biri; davet edilmediği ziyafete katılan ve çağırılmadığı sofraya oturan­dır.”

Şikayet Etmemek

“Serilmeyen sofranın bir ayıbı, se­rilen sofranın bin ayıbı vardır” sözü meşhurdur. Bu söz aynen şu söz gibidir: “Yazılmayan yazının hatası yoktur.”

Birisi ziyafet verdiği zaman, özellikle, halka açık ve genel bir ziyafet olduğunda, şikayet diye bir me­sele meydana gelir. Elbette biz şikayet ehli olmama­lıyız. Örneğin: “Niye bizi haberdar etmediler? De­mek biz yabancıymışız ki daveti işitmedik ve…”

Diğer taraftan ev sahibinin kendisi de şika­yetlerin gelme ihtimaline hazırlanmalıdır.

Ama başkaları için en çok gerekli olan, herhangi bir beklenti içerisinde olmamalarıdır. Bu yapıya sa­hip olmanın neticesi; vicdanî rahatlık ve ruhun huzura ermesidir.

Dostlar, arkadaşlar, komşular ya da iş arkadaşla­rından herhangi biri tarafından bir ziyafet verildi­ğinde ve biz davet edilenler arsında olmadığımızda, şikayete ne gerek var? Bize borçlu mudur? Belki imkanı olmamış,  haber vermeyi unutmuş; belki de yer, mekan, imkan ve güç açısından müsait olmamış veya herhangi bir sebepten dolayı bize söyleyememiş?…

Neden alınalım ve dostluk aynamıza sıkıntı ve kaygı tozu konduralım? Dostluk ve akrabalık bağları ve ölçülerinin bu tür meselelerle peri­şan edilmesi ne kadar yazık?!

Dili şikayetle açmak; hem karşı tarafı utandırır ve rencide eder, hem de şikayetçi­nin kapasitesizliğini, seviyesizliğini ve hakirliğini gösterir.

Yüce tabiatlı olmak, bir cevherdir. Onu küçük beklentiler  taşıyla kırmamak gere­kir.

Herhangi bir ziyafete gittiğimizde; yemek, yer ve şartlar, iste­diğimiz ve beklediğimiz gibi olmasa dahi yine de ayıp­lama ve şikayet yoluna gitmemiz uygun değildir. Çünkü, sonradan yapılan şikayetler, ne geçmiş olan ayıpları ve eksiklikleri telafi eder, ne de bize herhangi bir şey kazandırır. Bu işle, sadece dü­şünce seviyemizin ve kültürel bakış  açımızın ne kadar düşük olduğunu göstermiş oluruz.

Fedakarlık, affetmek, geniş düşünmek ve ol­gun davranmak özellikle bu yerler içindir. O halde yüce himmetli ol… Sakın, dostluk ve akrabalık sefası, böyle beklentilerle bulanıklığa dönüştürülmesin! Yazıktır!


index

Misafir ve Misafirlik Adabı Nasıl Olmalıdır?

Müslüman misafir olduğu vakit nelere dikkat etmelidir? Misafir olmanın getirdiği durumlar nelerdir? Misafirlik adabı nasıl olmalıdır? Misafire nasıl davranmalıyız?

Cenâb-ı Hakk'ın rızası için sergilenen misâfirperverlik, Allah'a ve ahiret gününe îmanın bir sermayesidir. Misâfire ikram, dünyada hayır, bolluk ve bereket vesilesi olduğu gibi ahiret için de mühim bir saâdet sermayesidir.

Dolayısıyla misâfire ikram etmek, Müslümanın şiarıdır. Nitekim Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:“…Allâh’a ve âhiret gününe îmân eden kimse misâfirine ikrâm etsin…” buyurmuştur. (Buhâri, Nikâh 80)

İmam Gazali'nin naklettiğine göre: “Bir gün İmam Malik -radıyallâhu anh- kendisine misâfir gelen İmam-ı Şafiî Hazretlerinin eline su dökmüş ve “Sakın, benden gördüğün hareket seni utandırmasın ve şaşırtmasın. Zîra misâfire hizmet etmek farzdır.” demiştir. (Gazali, İhya,ll)

Misâfire ikram edilen eve, hayır ve bereket yağar. Bunu Rasûlullah -aleyhissalâtü vesselâm- Efendimiz şu güzel teşbihle ifade buyurur:

“Hayır ve bereket, misâfir ağırlanan bir eve, bıçağın deve hörgücüne ulaşmasından daha çabuk gelir.” (İbn-i Mace, Et'ime, 55)

Araplar misâfirperver ve cömert insanlardı. Misâfir geldiğinde deve kesip ikram edenleri bile vardı. Devenin en lezzetli yeri hörgücü olduğundan, ev sahibinin bıçağı, evvela oraya uzanırdı. Fahr-i Kâinat Efendimiz, bu güzel misali vererek ümmetini misâfire ikramda bulunmaya teşvik etmiştir.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, misâfir ağırlamak istemeyen kimsede hayır olmadığını da ifâde buyurmuştur. Çünkü ihtiyaç sahibi birini misâfir etmemek, ulu'l-azm bir peygamberi gücendirecek kadar kötü bir davranıştır.

Nitekim Hazret-i Musa ile Hızır- aleyhimesselâm- yolculuk yaparken bir köye uğramışlardı. Ancak köy halkı onları misâfir etmekten kaçındı. Bu durum onların gönüllerini incitti.

“Yine yürüdüler. Nihâyet bir köy halkına varıp onlardan yiyecek istediler. Ancak köy halkı onları misâfir etmekten kaçındı. Derken orada yıkılmak üzere bulunan bir duvarla karşılaştılar. (Hızır) hemen onu doğrulttu. Mûsâ: “–Dileseydin, elbet buna karşı bir ücret alabilirdin!” (Kehf sûresi, 77)

Allah'ın dostu İbrâhim- aleyhisselâm-'ın fârik vasıflarından biri de misâfirperverliği idi. Gelip geçen herkesi yedirir, içirirdi. Bu yüzden bir sıfatı da “Ebû'l-Edyâf: misâfirlerin babası” idi. (İbn-i Sad, Tabakat, 1,47)

O, misâfiri çok seven, çok ikram eden ve son derece cömert bir peygamberdi. Hatta misâfir gelmediği günler yollara çıkar, misâfir arar ve yoldan geçen misâfirleri ikram etmek üzere evine getirirdi.

Cenâb-ı Hak, Hazret-i İbrâhim’in misâfirperverliğini bizlere örnek olarak şöyle anlatır: “Andolsun ki elçilerimiz (melekler) İbrâhim’e müjde getirdiler ve; “–Selâm (sana!)” dediler. O da; “–(Size de) selâm.” dedi ve hemen kızartılmış bir buzağı getirdi.” (Hûd, 69)

“İbrâhim’in ağırlanan misâfirlerinin haberi sana geldi mi? Onlar İbrâhim’in yanına girmişler, selâm vermişlerdi. İbrâhim de selâmı almış, içinden; “Bunlar, yabancı.” demişti. Hemen âilesinin yanına giderek semiz bir dana (kebabı) getirmiş, onların önüne koyup; “Buyrun, yemez misiniz?” demişti.” (ez-Zâriyât, 24-27)

İbn-i Abbâs’tan nakledildiğine göre İbrâhim -aleyhisselâm-’a gelen bu misâfirler; Cebrâîl, İsrâfîl ve Mîkâîl -aleyhimüsselâm- idi. (Kurtubî, XVII, 44)

Hazret-i İbrâhim, misâfirlerinin selâmının en güzel şekilde alıp onları evine buyur etmiş, yemek hazırlamak için onların yanından ayrılırken kendilerine sezdirmeden yavaşça dışarı çıkmış ve en semiz en değerli hayvanlarından birini kesip kızarttıktan sonra misâfirlerine en güzel şekilde ikram etmiştir. Bu ikramını da bizzat kendisi yapmış ve misâfirlerine zevkle hizmet etmiştir.

Peygamber Efendimiz, bize iyilik etmekten kaçınan, hattâ kötülükte bulunan kimselere dahî misâfirperverlik göstermemizi tavsiye etmektedir. Bunun güzel bir misâlini Hazret-i Yûsuf’un ulvî ahlâkında görmekteyiz. Cenâb-ı Hak şöyle haber verir:

“Yûsuf’un kardeşleri gelip O’nun huzûruna girdiler. (Yûsuf) onları hemen tanıdı. Kardeşleri ise onu tanıyamadılar. (Yûsuf) onların yüklerini hazırlayınca dedi ki: “Baba bir erkek kardeşinizi de getirin! Görmüyor musunuz, size tam ölçek veriyorum. Ben misâfirperverlerin en hayırlısıyım.” (Yûsuf, 58-59)

Yûsuf -aleyhisselâm- kendisine her türlü kötülüğü yapan kardeşlerine büyük bir misâfirperverlik göstermiş, onları en güzel şekilde ağırlayıp ikram ve ihsanlarda bulunmuştur.

Demek ki, misâfirperverlik bir peygamber vasfıdır.

Dînimiz misâfire ikrama büyük bir önem vermektedir. Bunun en güzel ve canlı örneklerini sahâbe-i kirâmın hayatında görmekteyiz. Nitekim Mekke-i Mükerreme’den Medîne-i Münevvere’ye hicret eden Muhâcirlere Ensâr’ın gösterdiği misâfirperverlik, tarihte eşine rastlanmayacak bir fazîlet timsâlidir. Zîra Ensâr, Medîne-i Münevvere’ye daha ilk geldikleri gün bu muhterem misâfirlerini evlerinde ağırlamak için birbirleri ile yarışa girmişler, hattâ bu misâfirleri paylaşamayarak aralarında kur’a çekmek zorunda kalmışlardır. (Buhâri, Cenâiz 3, Menâkıbu’l-Ensâr 46)

Daha sonra da bağlarını, bahçelerini ve mallarını onlarla paylaşmışlardır.

Misâfir edebilmek; muhabbet, merhamet, hizmet, diğergamlık, cömertlik ve paylaşabilmenin neticesidir. Ferd, aile ve toplum olarak İslâmın misâfire bakış açısını nesillere aktarmanın, onların bu yönde yetişmesine gayret etmenin mühim bir vazife olduğu unutulmamalıdır.

Ev Sahibinin Âdâbı

  1. Misâfir ağırlayacak hazır bir gönle sahip olmak

Misâfir haberli-habersiz olabilir, ansızın gelebilir, haber verecek zamanı olmayabilir. Gönül iklimimiz her an misâfir kabul edecek ve paylaşımda bulunacak şekilde olmalıdır. Zîra paylaşmak îmanın gereği olan bir davranıştır.

Ebû Hureyre -radıyallâhu anh-'ın rivâyetine göre; bir adam Peygamber Efendimiz, -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'e gelerek:

“–Ey Allâh'ın Rasûlü Ben açım.” dedi.

Rasûlullâh Efendimiz, hanımlarından birine haber salarak yiyecek bir şeyler göndermesini istedi. Fakat mü'minlerin annesi:

“–Seni peygamber olarak gönderen Allâh'a yemin ederim ki, evde sudan başka bir şey yok.” dedi.

Diğer hanımlarının da aynı durumda olması üzerine Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ashabına dönerek:

“–Bu gece bu şahsı kim misâfir etmek ister?” diye sordu.

Ensardan biri

“–Ben misâfir ederim, yâ Rasûlallâh!” diyerek o yoksulu alıp evine götürdü. Eve varınca hanımına:

“–Evde yiyecek bir şey var mı?” diye sordu. Hanımı:

“–Hayır, sadece çocuklarımın yiyeceği kadar bir şey var.” dedi. Sahabî:

“–Öyleyse çocukları oyala. Sofraya gelmek isterlerse onları uyut. Misâfir içeri girince de lambayı söndür. Biz de sofrada yiyormuş gibi yapalım.” dedi.

Sofraya oturdular. Misâfirin karnını doyurdu; onlar da aç yattılar.

Sabahleyin o sahabî Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'in yanına gitti. Onu gören Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:

“–Bu gece misâfirinize yaptıklarınızdan Allâh Teâlâ ziyâdesiyle memnun oldu.” (Buhâri, Menâkıbu'l-ensar, 10)

Bu fazîlet timsâli hâdise üzerine şu âyet-i kerîmenin nâzil olduğu rivâyet edilir:

“Daha önceden Medîne’yi yurt edinmiş ve gönüllerine îmânı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine hicret edip gelenleri severler, onlara verilenler karşısında içlerinde bir kaygı hissetmezler, kendileri zarûret içerisinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler...” (el-Haşr, 9)

  1. Mekânları misâfir kabul edebilecek hale getirmek

Rasûlullah-aleyhissalâtu vesselâm- misâfir için evde fazladan bir yatak bulundurmayı tavsiye etmiş, bu arada israftan da sakındırmıştır. (Müslim, Libas, 41)

  1. Evin tertip ve düzenine dikkat etmek

Atalarımızın dediği gibi “Evini temiz tut misâfir gelir, kendini temiz tut Azrail gelir.” düsturuyla her zaman tertipli ve düzenli olmaya gayret etmeliyiz.

  1. Misâfirin ihtiyaç duyabileceği şeyleri hazır etmek

Misâfirin lavabo, banyo kullanımı hususunda (havlu, peçete, sabun vb.) veya yatılı kaldığı durumda (yatağının hazır edilmesi, su, seccade vb.) ihtiyaç duyacağı şeyler hazır edilmelidir.

  1. Misâfirin kullanacağı mekânları göstermek
  2. Misâfir karşılarken giyim ve kuşama özen göstermek

Kıyafetin temizliğine, tertip ve düzenine dikkat etmek, misâfire gösterilen bir hürmettir.

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, misâfiri çok sever, nezâketi sebebiyle onlara bizzat kendisi hizmet ve ikrâm ederdi. Misâfirleri karşılayacağı zaman, güzel ve temiz elbiseler giyerdi. Kabul merasiminde yanında bulunacak kişilerin de aynı şekilde giyinmelerini emrederdi. Mesela Kinde heyeti geldiği zaman Hazret-i Ebûbekir, Hazret-i Ömer ve Hazret-i Ali ile birlikte Yemen mamulü kıymetli elbiseler giymişlerdi. (İbn-i Sad, IV, 346)

Hz. Esma -radıyallâhu anhâ- oluklarla süslenmiş ve yünden dokunmuş bir elbise göstererek: “Bu Rasûlullah'ın gelen elçileri karşılamak için bir de Cuma günleri giydiği cübbedir.” buyurmuştur. (Müslim, Libas, 2)

Cenâb-ı Hak buyurur;

“Ey Âdemoğulları! Her mescide güzel elbiselerinizi giyinerek gidin; yiyin için fakat israf etmeyin, çünkü Allah israf edenleri sevmez. De ki: Allah'ın kulları için yarattığı süsü ve temiz rızıkları kim haram kıldı? De ki: Onlar, dünya hayatında, özellikle kıyamet gününde mü’minlerindir. İşte bilen bir topluluk için âyetleri böyle açıklıyoruz.” (Araf sûresi, 31-32)

Ancak kibre ve gösterişe sebep olacak kıyafetler giyerek misâfiri mahcup ve rahatsız etmemek gerekir.

  1. Misâfiri güler yüzle karşılayıp hürmet göstermek

Peygamber Efendimiz’in hanımları olan muhterem vâlidelerimizin de misâfiri hiç eksik olmazdı. Onlar, sahâbe hanımlarını evlerinde misâfir edebilmek için Allah Rasûlü’nden izin almışlardır. Sahâbî hanımlar, dînî bilgileri öğrenmek için sık sık muhterem vâlidelerimizin yanlarına gelirlerdi. Vâlidelerimiz de onları güler yüzle karşılar ve kendileriyle ilgilenirlerdi. (Buhâri, Îmân, 32)

  1. Acele ve telaşa düşmeden ikramda bulunmak

Hz. Ali -radıyallâhu anh- kendisini davet etmek isteyen kişiye şu şartı koşmuştur; çarşıdan bir şey getirmeyeceksin, evinde olanı da esirgemeyeceksin, çoluk çocuğuna da zarar vermeyeceksin.

  1. İkramda bulunurken ilk üç gün daha ihtimam gösterirken daha sonraki günlerde evin tabii haline göre davranmak

Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-bir gün:

“–Allâh'a ve âhiret gününe îmân eden kimse misâfirine câizesini versin!” buyurmuştu. Ashâbı kirâm:

“–Yâ Rasûlâllah! Misâfirin câizesi nedir?” diye sordular. Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de:

“–Onu bir gün ve bir gece ağırlamaktır. Misâfirlik üç gündür. Misâfiri üç günden fazla ağırlamak ise sadakadır.” buyurdular. (Müslim, Lukata, 14)

“Misâfiri ilk gece ağırlamak her Müslüman üzerine bir vazifedir. Her kim (misâfir olarak bir kimsenin) evinin önünde sabahlayacak olursa, (bu kimseye ikram etmek) o ev sahibi üzerine bir borçtur. İsterse borcunu öder kurtulur, isterse terk eder ve borçlu kalır.” (Ebû Dâvûd, Et'ime, 5)

Misâfiri bir gün bir gece îtinâ ile ağırlamak, imkânlar nisbetinde onu memnun etmek, ikinci ve üçüncü günlerde ise normalde âilenin yiyip içtiğinden ikrâm ederek külfete girmemek münâsip görülmüştür. Misâfire ikrâm edilenlerden arta kalanlar, ev sâhibi için bir berekettir.

  1. İkramın hazırlığında veya kaldırılmasında misâfirin yardım etme teklifini kabul etmek

Bir misâfir geldiğinde, çok aç olabileceği veya hemen kalkmak isteyebileceği düşünülerek mevcut yiyeceklerden hemen bir şeyler ikrâm edilmelidir. Daha sonra yemek hazırlamaya geçilebilir. Zîra misâfirlere hâl ve şânına uygun bir sûrette ikram, âilenin mürüvvet vazifesidir.

Yemek ve içmekte îtidâle dikkat edilmesi gerektiği hâlde, misâfire ikramda ve misâfirlikte yenen yemekte israf yoktur. Ancak bunun için de ikram ve dâvetin dünyevî ve nefsânî menfaat düşüncelerinden uzak ve sırf “lillâh: Allâh için” olması zarûreti vardır.

Ev sahibi, İbrâhim -aleyhisselâm-‘ın yaptığı gibi elinden geldiği kadar ikramı misâfire hissettirmeden hazırlamalıdır.

“…Hemen sezdirmeden ailesinin yanına giderek semiz bir dana kebabı getirmiş, önlerine sürmüş ve “(Buyurun) yemez misiniz?” demişti.” (ez-Zâriyât, 27)

Eğer misâfir ikram hazırlığında veya kaldırılmasında yardım etme teklifinde bulunmuşsa reddedilmemelidir.

  1. Çok alâka gösterip misâfiri sıkmamak, itidalli davranmak
  2. Misâfir ağırlarken mahremiyet ölçülerine (kadın-erkek ihtilat ortamına) dikkat etmek
  3. Misâfirleri rahatsız edecek tavırlardan uzak durmak

Ortadaki eşyalar, çoluk-çocuk ve ortam misâfirin rahat edeceği şekilde hazırlanmalıdır. Âlimlerin bildirdiğine göre Allah Rasûlü'nün evde köpek beslemeyi kerih görmesinin sebeplerinden biri de, köpeğin eve gelen misâfirleri korkutmasıdır.

  1. Misâfire hediye vermek ve yol azığı hazırlamak
  2. Memnuniyetimizi bildirip tekrar beklediğimizi ifade etmek, dış kapıya kadar uğurlamak

Misâfir ayrılırken, ev sâhibinin onu kapıya kadar uğurlaması sünnettir. (İbn-i Mâce, Eti’me, 55.)

Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh-’tan rivayet edildiğine göre Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:

“Makbul olduğunda şüphe bulunmayan üç duâ vardır:

Mazlumun duâsı; misâfirin duâsı; babanın çocuğuna duâsı.” (Ebû Dâvûd, Vitr, 29)

Misâfirin Âdâbı:

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ashâbını arayıp sorar, ziyâretlerinde bulunurdu. Âlemlerin Efendisi, Cenâb-ı Hakk’ın sırf kendi rızâsı için bir dostunu ziyâret eden kimseleri sevdiğini ve onlardan râzı olduğunu şöyle ifâde buyurmuştur:

“Bir adam, başka bir köyde bulunan ve kendisini Allâh için sevdiği bir din kardeşini ziyâret etmek için yola çıktı. Allâh -azze ve celle- geçeceği yere onu gözetlemek üzere bir melek gönderdi. Yanına geldiğinde melek ona sordu:

– Nereye gidiyorsun?

– Falan kardeşime gidiyorum.

– Herhangi bir yakınlığın olduğu için mi gidiyorsun?

– Hayır.

– Peki ondan elde etmeyi düşündüğün bir menfaat için mi gidiyorsun?

– Hayır.

– Öyleyse onun yanına niçin gidiyorsun?

– Ben onu Allâh için seviyorum.

– Ben de Allâh’ın sana gönderdiği bir elçisiyim. Sırf O’nun rızâsı için din kardeşini sevdiğinden dolayı Allâh da seni seviyor.” (İbn-i Hanbel, II, 292)

Ayrıca Peygamberimiz, başka bir gölgenin bulunmadığı kıyâmet gününde, Allâh Teâlâ’nın arşının gölgesinde barındıracağı yedi sınıftan birisinin de, birbirlerini Allâh için seven ve Allâh için buluşup ayrılan iki insan olduğunu bildirmektedir. (Buhâri, Ezân, 36)

Efendimiz’in çok sevdiği sahâbîsi Selman -radıyallâhu anh- de bu husûsun ehemmiyetini bildiği için, Medâin’den Şam’a kadar yürüyerek gitmiş ve kardeşi Ebû’d-Derdâ’yı ziyâret etmiştir. (Buhâri, Edebü’l-müfred, 346)

Bu ziyâretlerde misâfirin dikkat etmesi gereken hususlar vardır. Bunlardan bâzısı şöyledir:

  1. Mümkünse ev sahibine geleceğini önceden haber vermek
  2. İmkân var ise hediye ile gitmek
  3. Ziyaret saatine riayet etmek

Cenâb-ı Hak âyet-i kerîme’de buyurur:

“Ey îman edenler! Siz, bir yemeğe çağrılmadıkça zamanını gözetmeksizin, Peygamber'in evlerine girmeyin. Ancak davet edildiğiniz vakit girin. Yemeği yediğinizde hemen dağılın, sohbete dalmayın...” (Ahzap sûresi, 53)

“Eğer onlar, sen yanlarına çıkıncaya kadar sabretselerdi elbette kendileri için daha iyi olurdu. Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” (Hucurât sûresi, 5)

  1. İzin isteme ve kapı çalma âdâbına dikkat etmek

Misâfir eve girmek için izin istediğinde, gözünü evin içine ve mahrem yerlerine bakmaktan muhafaza etmelidir. Zirâ âyet-i kerîmede;

“...Birbirinizin kusurlarını ve gizli hallerini araştırmayın...”buyrulmaktadır. (Hucurât sûresi, 12)

  1. Selâm vererek içeri girmek

Cenâb-ı Hak âyet-i kerîme’de buyurur:

“Ey îman edenler! Evlerinizden başka evlere, izin almadan, seslenip sahiplerine selâm vermeden girmeyiniz. Eğer düşünürseniz bu sizin için daha iyidir.” (Nur sûresi, 27)

  1. Ev sahibinin müsaade ettiği mekânları kullanmak

Misâfir, bir eve girdiğinde, araştırıcı ve meraklı kimseler gibi etrafı kolaçan etmemeli, bakışlarını sadece ihtiyacı olan şeylerle sınırlandırmalıdır. Misâfirin, kapalı hâldeki kasa, sandık, dolap, kese veya herhangi bir gizli şeyi açması, İslâm edebine aykırıdır ve emânete hıyânet sayılır. Hadîs-i şerîflerde buyrulur:

“Misâfir, evin başköşesine oturmasın! Ev sahibi izin vermeden ona imamlık yapmasın.” (Müslim, Mecasid, Savm, 290)

Misâfir her hususta ev sahibine uymalı, hatta o müsaade etmedikçe nafile oruç bile tutmamalıdır. (Tirmizî, Savm, 70)

  1. Ev sahibinin ihtiyacı olduğu yerde yardım etmek
  2. Memnuniyetsiz hal ve hareketlerde bulunmayıp bilakis teşekkür edip gönül almak
  3. Ev içinde tesettür, hal ve hareket, ses kontrolü, kahkaha vb. konularda hassas olmak
  4. Misâfirlikte halvet haline dikkat etmek

İslâm ahlâkında birbirlerine nâmahrem olan kadın ve erkeğin başbaşa kalması uygun değildir.

  1. Kullanılan mekânları temiz ve düzenli bırakmak
  2. Lüzumundan fazla kalarak ev sahibini zor durumda bırakmamak

Bu hususta Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-:

“Bir Müslümanın din kardeşinin yanında onu günâha sokacak kadar kalması helâl değildir.” buyurmuşlardı. Ashâb-ı kirâm:

“–Yâ Rasûlallah! İnsan din kardeşini nasıl günâha sokar?” diye sorunca:

“–Misâfirini ağırlayacak bir şeyi bulunmayan kimsenin yanında oturup kalmakla.” buyurdu. (Müslim, Lukata, 15, 16)

  1. Müsaade isteyip haber vererek ayrılmak
  2. Dua ve teşekkür ederek ziyareti tamamlamak

Enes -radıyallâhu anh-’den nakledildiğine göre Nebî -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bir gün Sa’d bin Ubâde’nin yanına geldi. Sa’d derhal bir parça ekmek ve zeytin çıkarıp Rasûlullâh’a ikram etti. Nebî -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bunları yedikten sonra ona şöyle duâ etti:

“Evinizde hep oruçlular iftar etsin, yemeğinizi iyiler yesin, melekler de duâcınız olsun.” (Ebû Dâvûd, Et’ime, 54)

Kaynak: Âdâb-ı Muâşeret, Zehra Yolcu - Elif Telkeş, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

Misafir Ağırlama Adabı

Misafir Ağırlamanın Fazileti

Misafir Ağırlamak Dinimizde Neden Önemli?

PAYLAŞ:                

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası