hatice vargı / TRHaber - Bergen'in ailesi filmle ilgili konuştu, gerçekler ortaya çıktı

Hatice Vargı

hatice vargı

Bergen'in çocuğu var mı? Öz ablasından açıklama

Bergen'in çocuğu var mı? Öz ablasından açıklama

funduszeue.info

Acıların Kadını olarak tanıdığımız Bergen, yürek sızlatan şarkıları ile bugün hala kulaklarda

Aradan geçen yıllara rağmen, trajik bir hikâye ile sevenlerinin kalbinde hala bir yara olan Bergen'in hayatı sinemaya uyarlandı.

Bergen filmini izleyenler, ardından hakkında merak edilenleri araştırıyor.

Bergen'e dair araştırılan konulardan biri de çocuk sahibi olup olmadığı.

Peki Bergen'in çocuğu var mı? İşte ailesinden gelen o yanıt

"BERGEN ANNE OLMADI"

30 yaşında hayata veda eden "Arabesk Kraliçesi", "Güzeller güzeli", "Acıların Kadını" Bergen, annelik duygusunu tadamadı.

Bergen'in ablası Hatice Vargı, verdiği bir röportajda Bergen'in çocuğu hakkındaki iddialarına şu sözlerle açıklık getirmişti.

"Abla doktordan geliyorum yine, doktorun verdiği ilaç geri tepti" derdi. Yani kabul etmiyordu vücudu. Çocuğu olsun diye çok uğraştı ama maalesef olmadı. Her gece ağlardı. Bütün bu acılar yetmezmiş gibi rahim kanseri oldu, ameliyat oldu ve çocuğu olma şansını kaybetti..

Bir hayranı "Oğluyum" diye ortaya çıktı ve herkes buna inandı. İnternette var olan fotoğraflarda kızı olarak bilinen kişi Cemile Ablam'ın kızı Esra'dır."

Bergen'in çocuğu var mı? Öz ablasından açıklama

Bergen'in çocuğu var mı? Öz ablasından açıklama

Bergen'in çocuğu var mı? Öz ablasından açıklama

Bergen

Google News ile Takip Et

Bergen’in filmini çekenler ve ailesi Habertürk’e konuştu

Doğduğu ve 6 yaşına kadar büyüdüğü Mersin’deki ev bizim eve birkaç sokak mesafedeydi.
Bu nedenle bizim mahalleli için daha da özel anlamlara sahipti.

veya yılıydı.
Mersin fuar alanında halka açık bir konser vardı.
Top oynamak için arkadaşlarla buluşmaya giderken fuar alanından geçiyordum.
Kalabalık bir kitle sahnedeki şarkıcıya hep bir ağızdan eşlik ediyordu;
“Tanrım kötü kullarını
Sen affetsen, ben affetmem
Bütün zalim olanları
Sen affetsen, ben affetmem”
Bergen

'Bergen' sahne adını kullanan Belgin Sarılmışer, ’de uğradığı kezzaplı saldırı sonucu bir gözünü kaybetti, vücudunda hayatı boyunca taşıyacağı yanıklar oluştu.
Kezzaplı saldırıyı azmettiren Halis Serbest tarafından ’da 29 yaşındayken öldürüldü.

'Bergen'
Mine Şengöz… Yapımcısı.
Yıldız Bayazıt ile Sema Kaygusuz… Senaristleri
Mehmet Binay ile Caner Alper… Yönetmeni
Farah Zeynep Abdullah, Erdal Beşikçioğlu, Tilbe Saran ve Nergis Öztürk… Başrol oyuncuları.

'Bergen', gündeme geldiği ilk günden itibaren biyografik bir film olmasının ötesinde bir kimliğe sahip oldu.
Halis Serbest, Mine Sengöz’ü filmi çekmemesi için tehdit etti.
Hem de ölüm tehdidiyle.

Mine Şengöz ile senaristleri Yıldız Bayazıt ve Sema Kaygusuz Habertürk’e verdikleri röportajda filmin ortaya çıkışından gösterime girdiği tarihe kadar olan süreçte yaşadıklarını anlattı.

Bergen’in ağabeyi Mehmet Sarılmışer, ablası Hatice Vargı ve diğer ablası Mukadder Sarılmışer de Habertürk'e özel açıklamalarda bulundu.

Yıldız Bayazıt - Mine Şengöz - Sema Kaygusuz

Mine Hanım, 'Bergen'in hayatını çekme fikri nasıl oluştu?
Mine Şengöz: Sektörde birtakım zorluklar yaşayan bir kadın olarak, özellikle 'Müslüm' tecrübesinden sonra Bergen ile kurduğumuz bağ dolayısıyla filmi yapmaya evrildi. Başından beri yanımda çok güçlü bu iki kadın vardı Yıldız ve Sema Onların varlığıyla 'Bergen' projesini yapmaya niyet ettik ve yol aldık. 'Bergen', çok uzun yıllardır yapmak istediğim bir projeydi, onunla çok büyük bir empati kurduk ve şu anda da gerçekleştirebildiğim için çok mutluyum. Biz Bergen'i sosyolojik olarak çağdaşlarıyla buluşturmak, şarkı söyleme kudretini ve çok güçlü bir kadın olduğunu anlatmak istedik. Filmde 'acıların kadını'nı değil, çok güçlü bir kadının hikâyesini anlattık. Tek hedefi, tek amacı şarkı söylemek olan ve bu uğurda elinden geleni sonuna kadar yapan, şarkı söylemek için var gücüyle savaşan bir kadının hikâyesini anlatmak istedik. Arkadaşlarım ilk günden beri yanımdalar ve birlikte güçlü bir kadın hikâyesi anlattık.

Filmin senaristleri Yıldız Bayazıt ile Sema Kaygusuz bu konuda neler söylemek istersiniz? Efsane olmuş bir kişi için senaryo yazmanın kurgu senaryo yazmaktan daha zor olduğunu ve senariste daha çok sorumluluk yüklediğini düşünüyorum. 'Bergen'in senaryosunu yazarken özellikle nelere dikkat ettiniz?
Yıldız Bayazıt: Bergen’i anlamak için çok çalıştık. Onun hakkında oluşan, araştırdıkça doğru olmadığını gördüğümüz kanaatler üzerine çok çalıştık. Filmi, sıradan kötülükle karşı karşıya kalan kudretli bir kadının hikâyesi penceresinden ele aldık. Çok zor bir işti, kadına şiddet, kadın cinayetleri, hâlâ 21'inci yüzyıl Türkiye’sinde de yaşanırken, kadını yok sayan, failin fiilini kadın üzerinden açıklayan eril anlayışa karşı çıkmak istedik. Yapabildiğimizi de düşünüyorum. Çok doğru bir pencereden, toplumsal cinsiyet eşitliği penceresinden, çağdaşlarının anlayabileceği, insanların onu anlayabileceği, şarkı söyleme kudretini görebileceğimiz haysiyetli bir 'Bergen' çalıştık. Belgin Sarılmışer'in yolculuğu da bizim için çok önemli. Çünkü Belgin, umutlu, çok çalışkan, yetenekli bir çocuk.

Filmin kimlere, ne şekilde ilham olmasını umuyorsunuz?
Sema Kaygusuz: Şimdiye kadar Bergen üzerine kurulan bütün anlatılarda temel izlek, bir kurban yaratmak veya mağduriyeti kadersel bir öz haline getirmekti. Bergen üzerinden her kadını öldürülebilir kılan bir zihniyet var. Bu hem kültürle hem de içinde bulunduğumuz erkek egemen kültürle ilgili. Dışarıdan gelen saldırı, kurban anlatısıyla doğallaştırılarak kadersel öz haline getiriliyor. Bir kadın âşık olduğu için, sevdiği için öldürülmez, onu bir erkek öldürür. Bergen'in hikâyesi de böyle. Bu netliği koymak istedik. Çünkü dikkatinizi çekerse aslında Bergen defalarca anlatılmış bir karakter. Kitaplarda, filmlerde, gazetelerde ve dizilerde çok anlatıldı ama henüz hakkıyla, onun haysiyeti gözetilerek anlatılmadı. Ya katiline âşık kadın oldu ya da acıların kadını Hayır, Bergen acıların kadını falan değil, uğradığı şiddet evet, sıradan kötülük, erkek egemen zihniyetle ilgili bir durum. Bergen, 32 yıldır yok ama cinayet faili söz almaya devam etti. Katil, zaman içinde karakter haline geldi. Oysa asıl karakter Bergen ve Bergen'in nezdinde bütün kadınlar. Bunu hem ahlaki olarak hem de estetik olarak hep hatırlatmamız gerek, bizim temel ilkemiz buydu.

Mine Hanım, filmi çekerken birçok konuda zorluk yaşadığınızı duydum. Sizi en çok zorlayan konu neydi?
Mine Şengöz: Aslında üçümüzün de yaşadığı zorluk, Bergen'in aslında doğru anlaşılmaması ve doğru aktarılmasıyla ilgili olan dirençti. Yönetmenlere ya da paydaşlarımız olan kişilere Bergen’i doğru anlatmakla ilgili çok zor bir süreç geçirdik. Bütün bunların dışında, bu sürecin sonunda, doğru ekiple, anlaşılabilir hale geldiğinde çekime çıkabildik. Ataerkil düzeni, o katiline âşık kadın algısını yıkma gerekliliğini anlatırken çok zorlandık. Doğru anlaşılabildiğini düşündüğümüz ortamda da paydaşlarımızla yola çıktık. Bergen’i doğru anlatmakla ilgili çok ciddi kaygılarımız oldu, bizimle aynı pencereden bakan kişilerle yola çıktık. En zorlandığımız kısım buydu. Ezber bozduk, 'acıların kadını'nı anlatmak istemedik, çok güçlü bir karakter anlatmak istedik. Ki öyle olduğunu düşünüyoruz, o kısmın anlaşılmasıyla ilgili çok ciddi sorunlar yaşadık ama geçti ve hallettik.

Bergen'in hakkında derin araştırmalar yaparken ailesiyle yakın temaslar kurdunuz değil mi?
Mine Şengöz: Ailesi ilk günden beri, her aşamasında yanımızdaydı, hep beraber olduğumuz bir durumun içindeydiler. Onlarla mutlaka paylaşarak gittik, onları dinledik, bu senaryo, ailenin de onayladığı bir senaryodur.

Bergen’in sizi en çok şaşırtan yönü ne oldu?
Mine Şengöz:
Her şeye rağmen olmak istediği şey uğrunda sonuna kadar direnmesi, şarkı söylemeye devam edebilmek istemesi ve etmesi.

Sema Kaygusuz: Bergen'in şarkı söyleme kapasitesindeki çeşitlilik beni çok şaşırttı. Cazdan, poptan arabeske geçişi, hepsini başarıyla yapması, hepsinde de dinleyicilere erişmesi ve ilgi çekmesi çok etkileyici. Meraklı bir kadın, eğitimli ve aslında arabeskle ilgili var olan birçok ön yargıyı da kırıyor. Arabesk tabandan gelen, acıyı, kederi anlatan bir şey ama burada hep eğitimsizlikle, başka bir şeyle anlatılır, eşleştirilir, Bergen için öyle değil. Bergen için gerçekten kültürel bir yönelim, gerçekten müzikal bir merak ve kendini geliştirdiği müzikal bir kategori. Bunu öğrenmek ve filmde işlemek çok hoşuma gitti. En azından biz seçimimizi bu yönde yaptık. O müzisyen bir kadın, sadece icracı değil, ciğerden gelen bir müzik gustosu var.
Yıldız Bayazıt: Bir de çalışırken fark ettiğim, ondan önce vakıf olamadığım bir şey söylemek istiyorum; Bergen aynı zamanda bir ikondu. Kostümlerini tasarlamasıyla, bir algı yaratmayla ilgili çok başarılıydı. Dönemin sanatçıları arasında üzerine dikilen kostümü giymiyor, kendi kostüm yaratıyor, bu her anlamda, sadece giysiden bahsetmiyorum, ona biçilen şeyin dışına çıkmak için efor sarf ediyor ve başarılı da oluyor. Değişmekten, değişimden korkmuyor, bunların hepsinin çok önemli olduğunu düşünüyorum.
Mine Şengöz: Tabii o dönemin şartlarında, o süreçte kendisi için biçtiği durum, kostümlerini seçmesi, bir stil ikonu aynı zamanda bizim için. Onları da çok ciddi planlamış. Araştırmamız içinde gördük. Bütün bunları annesiyle yapabilmiş, planlamış, programlamış ve annesiyle o süreci çok doğru yönetmiş.

Oyuncu kadrosu nasıl oluştu, o süreci anlatabilir misiniz?
Mine Şengöz: Kim Bergen'i doğru algıladıysa ve kim gerçekten gönlünü koyduysa, karakterleri ve projeyi doğru algıladıysa oraya doğru evirildi. İyi ki Farah olmuş, iyi ki Erdal olmuş, iyi ki Tilbe olmuş. Gerçekten o süreç bizim için biraz uzundu ve ağırdı ama geriye dönüp baktığımızda Farah kesinlikle 'Bergen', Erdal ve Tilbe de kesinlikle doğru seçim. Kadromuzdan çok memnunuz, projeyi çok doğru yerden algıladılar, bizim hassasiyetlerimizi ve kırmızı çizgilerimizi doğru anladılar. Başından beri çok doğru bir ekip çalışması yürüdü dolayısıyla hepimiz, olabilecek en iyi cast olmuş diye düşünüyoruz.
Sema Kaygusuz: Biz seçmedik, onları Bergen seçti diye düşünüyoruz. Bergen'in hikâyesiyle onlar bu işin içine çekildiler.

Filmi izlediğinizde neler hissettiniz?
Mine Şengöz: Benim hayattaki en büyük inadım bu proje. Benim için çok uzun ve zor bir yoldu, yaklaşık 4 yıldır çok önemli zorluklardan geçtik. Final mix bittiğinde ve izlediğimde biraz önce sizin de şahit olduğunuz şey oldu ve hüngür hüngür ağladım. Hayattaki en büyük inadım gerçekten 'Bergen' filmi. Bugün olsa yine yapardım, herhangi bir anından rahatsız değilim, çok mutluyum, iyi ki yaptım. Sonuna kadar içinde olmuş olmaktan ve düşünmüş olmaktan çok mutluyum, elimi kalbime koyduğumda gönlüm, vicdanım çok rahat, çok iyi bir film olduğunu düşünüyorum.
Yıldız Bayazıt: Ben de her seferinde ağlıyorum, biraz sulu göz bir ekibiz. Gerçekten ezber bozan bir anlayış için çok fazla yıprandık, o anlayışı paydaşlarımıza kabul ettirmek için bu konuyla ilgili bütün süreç boyunca çok zorlandık ama netice itibariyle bizim duygularımızı temsil eden bir iş oldu. Mine’nin çok büyük, insan üstü bir gayreti vardı. Mine film boyunca, bildiğiniz bir yapımcı gibi davranmadı, hem içerikle, hem kostümlerle hem sanatla da ilgilendi. Ben daha önce böyle bir deneyim yaşamadım. Onu da söylemek isterim. Yapısı da öyle ama bu filmin her bir karesinin içerisinde onun emeği var, bunu çok net bir şekilde söyleyebilirim.
Sema Kaygusuz: Kendi adıma, hem büyülenme hem de kaygı yaşadım. Malum ben bir edebiyatçıyım, böyle ana akımda yer alacak bir vizyon filmi benim için ürkütücüydü ama konu Bergen olunca doğrusu geri duramadım. Zaten konu Bergen olmasa ben kolay kolay böyle bir projenin içine girmezdim, içselleştiremezdim. Kendi fikirlerimi sakınmasızın temsil edebildiğim bir çalışma oldu. Kadınların başına bir şey gelince bütün dünyanın da başına gelir. Beni buraya davet eden sevgili Mine'ye ve sevgili Yıldız'a öncelikle teşekkür ederim. Onlar bana güvendiler, ben de onlara Senaryo yazma aşaması çok güzeldi ancak senaryoyu başkalarına anlatma aşaması çok sancılı, çok zor bir süreçti. Açıkçası orada çok bunaldım. Bu kadarını beklemiyordum. Sinema sektöründe zihniyetin böylesi geride olduğunu bilmiyordum. Epey hayal kırıklığı yaşadım. Neyse geçti, gitti. Filmi izlediğimde ise ilk duygum yabancılaşmaydı, "Bunu biz mi yaptık? Gerçekten yaptık ve oldu mu?" diye yaşanan onca yıpratıcı sürece rağmen bu filmin bir parçası olduğum için çok memnunum.

Mine Hanım, filmin çalışmalarının 4 yıl sürdüğünü söylediniz, neden 4 yıl sürdü, zorluk neydi?
Mine Şengöz: Aslında burada bizim biraz çalışma biçimimiz de önemli. Biz 'Müslüm'ü de 5 yıl çalıştık, daha kısa sürelerle hazırlıkları çok doğru bulmuyoruz. Özellikle biyografi çalışmaları biraz uzun sürüyor, konuyla ilgili bilgi edinmek için kişilerle çok fazla röportaj yapıyoruz. Çok önemli bir danışman kadromuz var, çok büyük atölye çalışmaları yapıyoruz, her açıdan ele alıyoruz. 'Müslüm'ün senaryosunun oluşması 4 yıl sürmüştü, burada da aşağı yukarı o kadar uzun bir süre sürdü. Burada zor olan başka bir tarafı vardı, yapmak istediğimiz hikâyeye ve doğru olan hikâyeye aynı pencereden bakacak kişilerle buluşmak ve ortak akılla yola çıkmak aslında en zor kısmıydı. Oralarda birtakım engellerle karşılaştık, doğru anlaşılamadığını düşündüğümüz anlar oldu. Anlatmakla ilgili çok uzun zaman harcadık. Biz bir mantaliteyle savaştık. Aslında o mantığa karşı yapmak istediğimiz filmi ve ne anlatmak istediğimizi anlatmakla ilgili çok uzun zaman kaybettik. Bir de malumunuz başka şeyler oldu, tehditler aldık.

Evet o konuya da gelelim. Bu durum, ürkütücü değil miydi?
Mine Şengöz: Ben kendi adıma konuşayım, hiç ürkmedim, hiç korkmadım, zaten o yüzden bu cümleyi kuruyorum, hayatta en büyük inadım 'Bergen' filmi oldu, gözümüzün bebeği, gözümüzün nuru, hiçbir zaman bir an bile vazgeçmedik.

Ölüm tehdidine rağmen hiç mi 'acaba vazgeçsek mi?' diye düşünmediniz?
Mine Şengöz: İnanın bir dakika bile böyle bir şey düşünmedim.
Sema Kaygusuz: Korkmak çok başka bir şey, Tabii ki korkarsın ama o korkuyla nasıl bir ilişki kurduğun önemli. Korku bizi ele geçirmedi. Bununla ilgili önlemlerimizi aldık, kendimizi iyi koruduk.

Ne gibi önlemler aldınız?
Yıldız Bayazıt: Hukuki önlemlerimizi aldık, başka ne yapabilirdik? Tedbirimizi aldık, işimizi tamamladık. Durumun zor kısmı, korkudan ziyade şiddet konulu bir çalışmada hem bizim hem de aile için, üstelik bazı ulusal kanallarda 32 yıl sonra yenilenmesine başka bir ifadeyle hortlamasına izin verilen şiddetti. Ki hâlâ Bergen'i öldürmesinden pişmanlık duymadığını defalarca belirten faile mikrofon uzatılıyor. Bunu anlamıyoruz.
Mine Şengöz: Biz bir yola çıktık ve oradan asla geri dönmeyi bir an bile düşünmedik. Ben bir koruma tutmadım, hiç öyle bir ihtiyaç hissetmedim. Sadece gerekli suç duyurularını yaptım, hepimiz için savcılığa suç duyurularında bulundum. Aynı zamanda arkadaşlarım Yıldız ve Sema adına da suç duyuruları yaptım. Bergen'in ailesi de kendi adına suç duyurularında bulundu. Çünkü kamuya açık bir biçimde tehdit edildik.

Tehdit devam ediyor mu?
Mine Şengöz: Şu anda devam eden bir şey yok. Suç duyurularımızdan sonra ifadeye çağırıldılar. Sonraki süreç için henüz şu anda net bir şey yok ama biz bir an bile vazgeçmeyi düşünmedik.
Ayrıca sadece biz değil, 32 yıl önce ölmüş Bergen’in ailesi de yeniden çok ciddi bir şiddete maruz kaldı. Çıkıp "Annesinin ölmediğini bilseydim o anda onu da öldürürdüm" dedi. 32 yıl içinde herhangi bir şey yapmamış, susmuş, sesini çıkarmamış bir aile, 32 yıl sonra yeniden şiddete maruz kaldı ve yeniden tehdide uğradı.

Son olarak, '8 Mart Dünya Kadınlar Günü' ile ilgili neler söylemek istersiniz?
Mine Şengöz: Bizim için en güzel 8 Mart, bu 8 Mart. Biz bir "Bergen'e Saygı" albümü yaptık. 8 kadın şarkıcı 8 şarkı söyledi. Bu albümün, 8 Mart için bütün kadınlara hediyemiz olduğunu düşünüyoruz. Bu albümün tüm gelirlerini de kadın cinayetlerini önleme platformuna bağışladık, aile ve ben bütün gelirlerini bağışladık, bizim için en büyük, en güzel 8 Mart, bu 8 Mart diye düşünüyoruz.

Bergen'in ailesi ise filmle ilgili görüşlerini şöyle dile getirdi;

Mehmet Sarılmışer - Hatice Vargı - Mine Şengöz - Mukadder Sarılmışer

Mukadder Hanım, kardeşinizin hayatının filme çekilmesi size neler hissettirdi?
Mukadder Sarılmışer: Çok şey hissettirdi. Her şeyden önce Mine Hanım'ı tanıdık, ailemize girdi, kaderimizi değiştirdi. Kız kardeşimizin vefatından bu yana 32 yıl geçmiş. Buna rağmen Mine Hanım'ın girişimleriyle, zorlu bir maratondan sonra, aslan parçası çok şükür başardı. Yılmadı, usanmadı. Hep beraber karar verdik. Bergen'in hayatını bizden öğrendi ve tamamen gerçek hayatı, içinde hiçbir yalan yok.

Mine Şengöz: Bu konuda şunları söylemek isterim; onlar artık gerçekten benim de ailem oldu. Bir ortak grubumuz var, onlara oradan sürekli "ailem nasılsınız?" yazıyorum. Beni çok sahiplendiler ve ilk günden beri çok yanımda oldular. Her anı birlikte yaşadık, bana çok önemli bir destek verdiler. Her şeyi onlara sorarak yaptım, onlardan onay alarak yaptım. Onlar artık benim de ablalarım ve ağabeyim. Çok uzun süre röportajlar ve toplantılar yaptık, Bergen'i onlardan dinledik. Bizim de araştırmalarımız vardı ve önemli bir danışman kadromuz var. Sağ olsunlar hepsi her zaman yanımdaydı. Dediğim gibi gerçekten benim ailem oldular. Sadece benim değil, senaristlerimizin de ailesi oldular.

Hatice Hanım, siz neler söylemek istersiniz?
Hatice Vargı: Gerçekten tarifsiz duygular içindeyim. İlk önce, Mine Hanım'a kız kardeşimin gerçek hayatını, başarıyla tüm Türk halkına yansıttığı için çok çok teşekkür ediyorum, o kadar mutluyum ki anlatamam. Bunun üstüne söyleyecek söz bulamıyorum.

Mehmet Bey, sizden de duygularınızı alalım.
Mehmet Sarılmışer: Kardeşim, şiddet gören kadınların simgesi oldu ve bu simgeyi, sağ olsun Mine Hanım filme aktardı, Avrupa'da ve Türkiye’de oynayacak sinema sahnelerine aktardı. Olağanüstü bir iş yaptı. Kendisine çok teşekkür ediyoruz. Türkiye’deki kadınların, dünyadaki kadınların şiddet görmemesini istiyor ve arzu ediyorum. Kardeşimi rahmetle, sevgiyle, saygıyla anıyorum. Başta Mine Hanım olmak üzere bütün ekibe, oyunculara, kardeşimi canlandıran oyuncuya ve çalışanlara çok teşekkür ediyorum.
Mine Şengöz: Bizim bir amacımız var; Bergen artık 'acıların kadını' olarak anılsın istemiyoruz, Bergen olarak anılsın istiyoruz çünkü bizim için bir taraftan da çok önemli bir başarı hikâyesi. Acıların kadını Bergen değil, Bergen olarak anılsın istiyoruz. Dünyaya örnek olacak bir başarı hikâyesi olsun istiyoruz. Benim naçizane bir dileğim var; bu ülkede, yetenekli kadınları gerçekten sevmeyi bilen oğullar yetişsin istiyorum. Biz acıların kadını değil, başarılı bir kadın hikâyesi anlatmak istedik. Bergen bizim için acıların kadını hikâyesi değil, aslında bir başarı hikâyesi. Başına gelen onca felaketten sonra altın plak almayı başarabilmiş, arabeskin kraliçesi olarak anılmayı başarabilmiş, o dönemin rakamlarında bir buçuk milyon kadar albüm satabilmiş bir kadın. Bizim için arabeskin kralı Müslüm Gürses, kraliçesi ise Bergen'dir. Bir kadının o dönemde, Unkapanı dünyasında, bu başarıyı elde etmesi, inanın bana çok kolay değil ve biz bu hikayeyi anlatmaya çalışıyoruz. Her şeye rağmen, başına gelen onca felaketten sonra ayağa kalkmış, ayakta durmuş ve başarmış bir kadının hikâyesini anlattık.

Kardeşiniz vefat ettiği zaman hayatınız altüst olmuştur. Bergen’in öldürülmesinin sizdeki yansıması nasıl oldu?
Mehmet Sarılmışer: Ben uzun yıllar yurtdışında kaldım, ablam da öyle, biz izindeydik, tesadüfen temmuz ayında izne gelmiştik. Diğer büyük ablamın Limonlu'da yazlık evindeydik, onlar da oradaydı, hep beraber ailecek orada kalıyorduk. "Ağabey ben Kayseri’ye gidiyorum" dedi. "İyi kardeşim, yolun açık olsun" dedim ve başarılar diledim.
Mine Şengöz: Herkesin merak ettiği bir şey var; bu süreç içinde aile neredeydi? Bütün bunlar yaşanırken, ailenin Hatice Hanım dışındaki bütün fertleri yurtdışındaydı. Herkes yurtdışında çeşitli ülkelerde yaşıyordu. Çoğunun çok tanık olduğu durumlar değil. Maalesef sonuç kısmında işin içinde ve tanık oluyorlar.
Mukadder Sarılmışer: Biz, merhumenin doğduğu günkü sevinç ile vefat ettiği günkü acıyı, film sayesinde şu an hissediyoruz. O kadar yoğun duygular içerisindeyiz ki tarifi mümkün değil.
Mehmet Sarılmışer: O zaman çok üzüldük, çok acı çektik. Ben kardeşimi kendi elimle toprağa verdim. Hastanedeyken aldım tabutunu, çok zordu.
Mine Şengöz: Hepimiz çıkan filmden çok memnunuz, vicdanımız çok rahat, içimiz çok rahat. Ben kendi adıma konuşayım, onlar daha seyretmediler ama senaryoyu ve bütün süreçlerini biliyorlar, onayladılar. Yaptığım filmden dolayı benim vicdanım ve içim çok rahat, kalbim çok müsterih. Yapmak istediğim filmi yaptım.
Mukadder Sarılmışer: Mine Hanım çok titizlikle bu işe girişti ve çok mücadele etti.

RÖPORTAJ - Sinan Albayrak tiyatrodan dizilere uzanan oyunculuk serüvenini anlattı (1)

AA Muhabiri Dilek Dallıdağ ve Oyuncu Sinan Albayrak'ın sohbeti

Odadaki eşyalardan detaylar

Oyuncu Sinan Albayrak ile röportaj RÖPORTAJ - Sinan Albayrak tiyatrodan dizilere uzanan oyunculuk serüvenini anlattı:

"Yıldız Kenter, Cüneyt Gökçer, Çetin Tekindor gibi çok önemli tiyatro üstatlarından ders aldık. Ama sonrasında gelen genç kuşak çok daha ayrı donanımlara sahip olduğu için günümüzün oyunculuk yapısı içerisinde belki de daha etkin hale gelmemizi sağladı"

"Hayat çok kısa. Küçücük dertlerle, dağ gibi sorunlarla boğuşurcasına yorulmaya hiç gerek yok. Dünyada o kadar büyük dertler var ki"

"Kadir Doğulu ile bir sinema filmi yaptık. Orada da değişik tipte karşınızda olacağım eğer vizyona girerse. İlginç bir film. 'Mithat' filmin adı. Bir apartmanda geçen cinayet örgüsü anlatılıyor"

İSTANBUL (AA) – DİLEK DALLIAĞ - TRT'nin "Kasaba Doktoru" dizisinde "Başhekim Yalçın Aygün" ile şimdiye kadar üstlendiği iyi rollerin aksine kötü bir karaktere imza atan Sinan Albayrak, "İnsan tanıma merakı ise benim derdim, bunu en iyi tiyatroda, sinemada yaşarsın dedim. Tiyatro alanını biraz daha genişlettim dünyamda. Şimdi Yalçın karakteriyle belki orada, o ilk çalıştığım mekanda gördüğüm bir adamdan esinlenerek bir şekil çıkardım karşınıza. O insan manzaralarını karşınıza getirmek derdidir, bir oyuncu olarak yaptığım şey." dedi.

Albayrak, oyunculukta karakterlerini oluştururken faydalandığı bar güvenliği, yakın koruma, ve mankenlik gibi, hayata ve insanlara merakla baktığı tehlikeli eski işlerini, Ankara Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuvarının ardından İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarındaki rotasına doğru kıvrılan tiyatro yolculuğunu AA muhabirine anlattı.

SORU: Merhabalar Sinan Bey nasılsınız?

Sinan Albayrak: "Teşekkür ederim. Sizi gördüm çok daha iyi oldum efendim."

SORU: Biz de öyle efendim. Çekimlerinizin arasında bize vakit ayırdınız, çok teşekkür ederiz. "Doktor Romantik" dizisinden uyarlanan Kasaba Doktoru dizisindesiniz, Başhekim Yalçın Aygün karakteriyle. Çekimler nasıl gidiyor?

Sinan Albayrak: "Çekimler, yoğun gidiyor. İlk bölümlerde rahattım, sakindim. Hastanem evime daha yakın bir yerde. Böyle az ve öz bir rolüm vardı. İlerleyen bölümlerde kötülüğü biraz daha fazla kullanma kararı alındı. O yüzden Yalçın karakteri artık her yerde. Hatta ekibe de şakasını yapıyordum. Sette oturuyoruz, Yalçın'ın şöyle tepeden bakma hali var, artık normal halinde de böyle bakmaya başladım etrafa, hani aşağılayan küçümseyen bir tavırla. Tövbe estağfurullah. Çekimler çok keyifli gidiyor. Gerçekten uzun zamandır ilk defa bu kadar huzurlu ve birbirine arkadaş ya da birbirine karşı hemhal olabilen insanlarla bir aradayım. Allah bozmasın, keyfim yerinde."

SORU: Karakterinizde, güç peşinde, tepeden bakan, Hipokrat yeminini unutmuş bir başhekim gibisiniz. Tabii ki bu dizi kurgusu ama gerçek hayatta da güç peşinde koşan ve bu uğurda istediğini almaya çalışanlar var. Siz ne düşünüyorsunuz karakterinizle ilgili?

Sinan Albayrak: "Önce bir oyuncu olarak kötü bir insanı, kötü adamı ya da kötülüğü canlandırabilmek adına çok mutlu olduğumu söylemem lazım. Genelde daha mülayim, müşfik ya da iyi insanları canlandırdım karakter olarak. Burada şöyle bir derdimiz ya da derdim, sıkıntım var. Belki bu dert ve sıkıntı aslında iyi olanı da sağladı ya da iyi olana vesile oldu. Kötülük yapıyor bu adam ama nasıl bir kötülük yapıyor? Aslında bu adam sistemin adamı. Yani bir tarafta gerçekten idealist bir doktor, hayat kurtarmak için her şeyi deneyen bir adam var, 'Hakan' karakteri. Yalçın da bürokrasiyi, işin matematiğini, sistemini ne bileyim hani o bir candan yoksun, mantık halini yürüten tarafı iyi bilen bir adam. Benim, Sinan Albayrak olarak canlandırdığım kötü karakterin sıkıştığı ve nefes almaya çalıştığı yer de şu; Ben kötülük yapıyorum ama dediğiniz gibi bir doktorum, Hipokrat yemini etmiş birisiyim. Bir mafya babasının kötülük ifadesini veremem ekranda. Bazen onun sıkıntısını yaşıyorum oynarken. 'Ya ben mafya değilim, bir dakika, bir kendine gel.' diyorum. Mafyalar var, dizilerde izliyoruz. Garip garip ifadeler, tipler, tripler geliştiriyorlar. Mecburlar. Bir imza atman gerekiyor çünkü buna. Ben bir mafya değilim. Burada ne yapacağım? Kötülüğü nötr olarak ele almayı tercih ettim bu sefer. Daha işini bilen, daha aristokrat, daha yukardan bakan bir tavırla, o kibirle kötülüğü sunmak istedim. Gerçek hayatla kıyaslanacak olursa böyle insanlar var mıdır? Kötülük her şekilde var aramızda. Benim karakterimde de vardır eminim ki. Umuyorum ki izleyen keyif alıyordur."

"Açım, seyirci karşısına çıkmaya"

SORU: Adrenalin dolu gençliğinizde, bar güvenliğinden, yakın korumaya ve oradan da oyunculuğa geçişiniz nasıl oldu?

Sinan Albayrak: "Aslında zaten oyunculuk merakım yüzünden bar güvenliği ve yakın korumalığa geçmiş oldum. Küçük yaştan beri sporu yakinen takip eder oldum. Sonrasında çok tesadüfi bir şekilde bir mankenlik ajansının önünden geçerken 'Mankenlik, seyirci demek. Bir podyumda insanların arasında dolaşacağım.' diyerek kendimi denemek istedim. Onun öncesinde tiyatro sınavlarına girip çıkmışlığım var. Bir türlü kazanamıyorum. Üniversitede dil tarih fakültesine girdim olmadı. Açım, seyirci karşısına çıkmaya. Daha doğrusu kendimi tartmaya çok meraklıyım. Girdim ajansa. Gökhan vardı, şirketi sahibi. Oturduk, '3 ay eğitim alacaksın. Aylık şu kadar para vereceksin.' dedi. Klasik o para tuzaklarından aslında. Sonra bir hadise gerçekleşti orada. İçeriye silahlı birisi geldi mekana."

SORU. Gerçekten mi?

Sinan Albayrak: "Evet. Benim de orada bir müdahalem oldu o kişiye karşı. O müdahale sonrası durumu yatıştırdık. İkimiz tekrar baş başa kaldık. 'Ben sana hareket göstereceğim. Hemen bu hafta podyuma çıkabilirsin.' dedi. Orada direkt podyuma çıkan yolu bulmuş olduk. İki defa podyuma çıktım. Yani nasıl denir, tavşan gibi kaçtım o ortamdan. Hiç bana göre bir ortam değildi, hiç benimseyemedim. Tamam, takım elbise giyersin dolaşırsın olayı ayrı da ortam bana hitap etmedi. Ama en azından seyirci karşısında nasıl bir duyguda olabileceğini anladım. Çok hoşuma gitti bu ve tiyatroya biraz daha ağırlık verdim bu süreçte. Fakat o yaşadığımız hadise sonrasında da o arkadaş beni başka bir yere tavsiye etti. 'Ağabey barmenlik yapar mısın, daha doğrusu güvenlik şefliği yapar mısın?' dedi. Mekanın işletmecisi de Çerkez'di. Ben de Çerkezim. Öyle Çerkez muhabbetinden sonra hiç aklımda yokken başlamış oldum. Sonra o işi biraz daha ileri boyutlara taşıdık yıllar içerisinde."

SORU: Tehlikeli şeyler yaşadınız mı barda?

Sinan Albayrak: "Evet, çalıştığım özellikle ilk başladığım yer, biraz daha, o bahsettiğim mafya karakterlerinin geldiği mekanlardı açıkçası."

SORU: Bir taraftan da çok iyi bir gözlem yeri gibi geliyor bana?

Sinan Albayrak: "Çok iyi bir gözlem yeri. Zaten işte bu işi çok sevmemin nedeni o oldu bir anlamda. Ben insan tanıma merakındayım. Hakikaten aşığım insan tanımaya. İnsan karakterlerine, çokluğuna, çeşitliliğine. O merakım biraz başımı belaya sokmadı değil o süreç içerisinde. Bazen böyle deforme vaziyette eve gelirdim. Rahmetli babam, "Oğlum ne alıyorsun oradan? Ben vereyim. Ne gerek var bu işleri yapmaya?" derdi. 'Baba bu para için yaptığım bir iş değil. İyi hissediyorum kendimi bu ortamda.' dedim. O süreç de öyleydi. Sonrasında deformasyonlar çoğalmaya başlayınca, artık bar güvenliğinden çıktım ben zaten. Artık daha profesyonelleşti diyeyim o işler. Fakat orada da süreç beni farklı düşüncelere götürmeye başladı. Çok sağlıklı bulmadım tekrar bulunduğum ortamı. İnsan tanıma merakı ise benim derdim, bunu en iyi tiyatroda, sinemada yaşarsın dedim. Tiyatro alanını biraz daha genişlettim dünyamda. Şimdi Yalçın karakteriyle belki orada, o ilk çalıştığım mekanda gördüğüm bir adamdan esinlenerek bir şekil çıkardım karşınıza. O insan manzaralarını karşınıza getirmek derdidir, bir oyuncu olarak yaptığım şey."

SORU: Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümünde eğitime başlayıp İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarına devam etmişsiniz. Yıldız Kenter de hocanız olmuş. Allah rahmet eylesin, hem eğitim hem de kişisel olarak onunla nasıl anılarınız var?

Sinan Albayrak: "Evet, Onu tanıma şansına da erdim. Ben tiyatroya Ankara Sanat Tiyatrosunda başladım. Konservatuvara girmemiş, dil-tarih sınavını kazanamamışım. 4 sene uğraştım tiyatroya girmek için. Ankara Sanat Tiyatrosundan sonra Hacettepe sınavına girdim. Kazandım. 3. sınıftan sonra orada maalesef yönetimle alakalı durumlar oluştu. Benimle birlikte 3 öğrenci, 'istenmeyen öğrenci' olduk. İstanbul Üniversitesi ve İstanbul cenahı hocalarının da bu durumdan haberi vardı ve destek bulduk bu anlamda. Ben Hacettepe'den mezun olamayacağımı anlayınca yatay geçişle İstanbul'a geldim. Son senemde Yıldız Kenter'in öğrencisi oldum ve dedim ki; 'Hiçbir şeye bulaşmayacağım, hiçbir şeye muhaliflik yapmayacağım. Mezun olup gideceğim buradan. Derdim o olacak.' İlk yarı sözümü tutabildim. Bir de hayatımda ilk defa tiyatroda en iyi notu alıyorum. Hacettepe'de hiç sınıfın en iyisi olmadım ben ama İstanbul Üniversitesinde sınıfın en yüksek notunu aldım oyunculukta.

Yıldız hanım beni seviyordu. Fakat Yıldız Hanımın o zaman bilmediği ya da bilinmeyen şey şu idi; ben sabahları çok erken gelirdim okula. civarında. Bir spor salonu vardı ve ben dersten önce hep spor, hareket yapardım. Sesi açar, bedenini ısıtırsın. Spora her zaman çok meraklı oldum. Ben bu çalışmaları yaparken alt sınıflardan, bale ya da müzik bölümünden öğrenciler dahil olmaya başladı, 'Ben de katılabilir miyim?' diye. Böyle kişi haline geldik o ilk dönem. İkinci dönem başladı artık. Yani sabah 06'00'da 'da insanlar geliyorlar ve spor yapıyoruz. Bedeni çalıştırıyoruz, sesi çalıştırıyoruz. Tiyatro öğrencileri diyafram çalışıyor. Bir gün Yıldız Hanım beni çağırdı, 'Yahu, sen sabahları bir şeyler yapıyormuşsun bu okulda.' dedi. 'Hocam spor yapıyorum, bedenimi ısıtıyorum dersten önce.' dedim. 'Ne yapıyorsun, nasıl ısıtıyorsun?' dedi. 'İşte hocam şu, şu tekniklerle çalışıyoruz, diyafram çalışması, ses eğitimi üzerine bu.' dedim. 'Ya sen kim oluyorsun da bunları yapıyorsun? Burada konservatuvarda biz ders vermiyor muyuz?' dedi. 'Yok Hocam, vermiyorsunuz.' dedim. 'Nasıl vermiyorum?' diye sordu. 'Hocam, diksiyon dersi yok İstanbul Üniversitesinde ama bizi diksiyondan sınıfta bırakabiliyorsunuz. Diyafram üzerine, ses eğitimi dersimiz yok.' dedim."

SORU: Gerçekten yok muydu?

Sinan Albayrak: "Yoktu. Konservatuvarda, İstanbul'da yoktu, Hacettepe'de vardı. Şan bölümünde de oyunculuk dersi yoktu. İstanbul Üniversitesinde. Onlardan da bana dahil olan öğrenciler vardı. Çok kızdı hoca. Ben de çıktım gittim. 'Eyvah, gene başımı belaya soktum. Tamam' dedim, açılışı yaptık. İstanbul Üniversitesine diksiyon dersi geldi ertesi sene, ses eğitimine ağırlık verildi. Benim o durumumun bir faydası oldu. Ama ben sınıfın en düşük notunu aldım o sezon sonunda. Biraz küstük Yıldız Hanım ile. Sonra sınıf arkadaşlarım Sanem Çelik'ler, birkaç isim daha vardı, bir gün hocaya yemeğe davetlilermiş sınıf olarak. Beni de çağırdı, 'Ben gelmem.' dedim. 'Gel işte barıştıralım sizi.' dedi. Gittik. Yıldız Hanım açtı kapıyı, herkes içeri girdi. En son ben kaldım. Bana tavır yapacak diye düşünüyorum. 'Gel buraya gel, eşek.' dedi. Böyle aldı içeriye. Allah rahmet eylesin. Gerçekten Yıldız Kenter, Cüneyt Gökçer, Çetin Tekindor gibi çok önemli tiyatro üstatlarından ders aldık. Ama sonrasında gelen genç kuşak çok daha ayrı donanımlara sahip olduğu için günümüzün oyunculuk yapısı içerisinde belki de daha etkin hale gelmemizi sağladı. O yeni ya da ufku biraz daha farklı yönlere bakan hocaların çalışmaları sayesinde."

SORU: Oyunculuktaki teknikler tabii her geçen yıl değişiyor sanırım. Yıldız Kenter hocanız daha klasik tiyatro yöntemlerinde çalıştırıyordu sizi sanırım öyle mi?

Sinan Albayrak: "Aynen, klasik tiyatro anlayışı, Stanislavski ekolü. Ama bir de Grotowski ekolü vardır. Mesela yoksul tiyatroya dönük bir çalışma tekniğini barındırır. Biraz daha oyuncunun kendi iç canavarını ortaya çıkarmak adınadır. Klasik tiyatroda duruşunuz, kostümünüz, replikleriniz vardır. Her şeyi anlatmanıza izin verir zaten bunlar. Grotowski tekniğinde ise kelimeleri alır senden, kostümleri de alır. Kelimeler olmadan, üzerindeki o seni anlatan kostüm olmadan bir paçavra giyersin diyelim ki, 'Anlat bakalım duygunu.' der sana o zaman. Ben sana 'Seni seviyorum.' derim ama duygum yoktur. Ama 'Seni seviyorumu o kelimeleri kullanmadan anlat bakalım.' dediğinde, fışkırsın içinden halidir o. Klasik tiyatronun dışındaki o akıma meraklı hocaların öğretileri de bize artı değer kattı."

"Şaşıfelek Çıkmazı bugün bir daha yapılamayacak bir iş"

SORU: 'te sanırım ilk 'Ferhunde Hanımlar' ile başlayıp yine geçmiş dönemin özel projelerinden biri olan 'Şaşıfelek Çıkmazı' ile devam ettiniz. Şaşıfelek Çıkmazı'nda boomcu ve sesçi olarak çalışırken Mahinur Ergun tarafından 'Hadi gel dizide oyna.' teklifi gelmiş size, öyle mi?

Sinan Albayrak: "Evet, aynen öyle oldu. Önce Şaşıfelek'e nasıl girdiğimi hemen özet olarak geçeyim. Şaşıfelek Çıkmazı bugün bir daha yapılamayacak bir iş hem oyuncu kalitesi olarak hem oyuncuların şu anki maddi değerleri bakımından. Bunları bir araya getiren halinden dolayı hem de gerçekten o dönemin naifliğiyle alakalı söylüyorum bunu. Yazınsal anlamda, senaryo da dile getiriyor bunu.

Bir gün bir yolla TRT'ye gittim. Bir odaya girmiş oldum. Bağlantılarını unuttum. 'Ben TRT'de bir dizide çalışmak istiyorum.' dedim. Görüştüğüm kişi, 'Ne yapacaksın? dedi. 'Ne iş olsa yaparım.' dedim. 'Boomculuk yapar mısın?' dedi. Dedim 'Yaparım.' 'Tamam.' dedi. Anlaştık herhalde, Şaşıfelek Çıkmazı'nda boom'cu olacağım ben. Eve geldim. Ağabeyim de TRT'de. Ağabeyimin muhabbetiyle o görüşmeye gitmiş olabilirim tabii ki. Kameramandı. 'Ya ağabey ben boomcu olacakmışım, boom ne?' dedim. Güldü, 'Ses çubuğu, mikrofon tutacaksın.' dedi. 'Tamam ne olacak, bir mikrofon tutarım.' dedim. Meğerse ne kadar zor bir şeymiş o. Yani herkes oturur dinlenir ama boomcu her zaman ayaktadır. O uzun çubuk hep elinde."

SORU: Ama spor yapıyorsunuz, antrenmanlısınız öyle değil mi?

Sinan Albayrak: "Yani, antrenman kurtarmadı o işi. Alıştıktan sonra o kasları çalıştırmamışız fark ettim. Boomcu olarak başladım. Sonra bir karakter yazıldı diziye. 'Rafet' karakteri işte Almanya'dan gelmiş, emlakçılık yapan birisi. Ben de Almanya'dan gelmişim, Çerkezim, 'Ellerimde sorunlar var, hala da nükseder arada bir. Biraz konuşmam da melodi olarak farklı. O da dikkatini çekmişti Mahinur Hanım'ın. Oyuncu aranıyor falan. 'Sinan bir gelsene. Sen oynar mısın bu rolü?' dedi. Dedim, 'Zaten beklentim o. Keşfedin beni.' Mikrofonu arkadaşa emanet verdim, 'Böyle tutacaksın.' dedim. Rolü oynadım. Öyle başladık yavaş yavaş Şaşıfelek Çıkmazı'nda oynamaya. Ne güzel kadroydu ama değil mi?"

SORU: "Karanlıkta Koşanlar", "Yılan Hikayesi", "Parmaklıklar Ardında" projeleri de çok güzeldi. "Yersiz Yurtsuz"a da baktım. Ferdi Tayfur, Mert Fırat, siz, Mustafa Üstündağ, rahmetli Aykut Oray, Nesrin Cevadzade, Şerif Sezer, Rüçhan Çalışkur gibi enteresan bir kadroyu bir araya getirmiş.

Sinan Albayrak: "Muhteşem bir kadroydu. Benim için de gerçekten en değerli rollerden birisiydi. Hatta belki de en değerlisiydi diyebilirim."

"İshak karakterim Arap dünyasında ve İsrail'de çok tanınıyor"

SORU: Tanımlamak gerekirse dişil bir rolünüz vardı orada değil mi?

Sinan Albayrak: "Doğru, evet. Aksiyon ve duygu alanımı, bedensel enstrümanımın sınırını keşfedebileceğim bir projeydi o. Bir dalgıç ama aslında mühendis. Karısını yitirmesinden dolayı ki maalesef çok işlenemedi dizi devam etmediği için. Böyle yabani bir pozisyona geçen bir adam. Bir baba, kızını töreler gereği maalesef Fırat nehrine bırakmak zorundadır. Bu dizi öyle başlıyor. Gelinliği ile üzerine takılı olan altınları ile Fırat nehrine bırakır. Fakat bir dalgıçla anlaşmıştır aslında. Dalgıç aşağıda bekler. O gelin, Nesrin Cavadzade Fırat nehrinin dibine inerken, bir regülatör ağza gelir, nefes bulur onu oradan çıkarır. Aslında anlaşma şudur; dalgıç İshak, kızı kurtardıktan sonra bir kulübe vardır, oraya bırakacaktır. Kızın altınlarını alıp gidecektir. Ama İshak öyle yapmaz. Altınları bırakır, kızı alıp gider. Çünkü kıza aşık olmuştur. Çok güzel bir karakterdi ve bir yol hikayesi aslında. Dizi Mert Fırat'la Nesrin'in aşkı üzerine devam edecekti ama anladığım kadarıyla İshak karakteri o zaman tuttu, beğenildi ve hikaye evrildi, kızla İshak'ın aşkına dönüştü ve bizim evliliğimizle noktalandı. Arap ve İsrail dünyasında da bu rol çok tanınıyor."

SORU: "Yunus Emre Aşkın Sesi", "Sultan Veled", "Sultanın Sırrı", "Eşrefpaşalılar", "Bayrampaşa Ben Fazla Kalmayacağım", "Her Şey Çok Güzel Olacak" adlı filmlerde de yer aldınız. Bu projenin içinde sizin için en önemli ve değerli diyebileceğiniz ve kendinize yakın bulduğunuz ve gerçekten çok sevdiğiniz bir iş oldu mu?

Sinan Albayrak: "Tam olarak sinema filmleri mi dizi olarak mı diyelim?"

SORU: Bir bütün olarak değerlendirebilirsiniz.

Sinan Albayrak: "Bahsettiğim İshak karakteri gerçekten en sevdiğim karakterdi. Sinema olarak da içinde olmaktan en keyif aldığım 'Her şey Çok Güzel Olacak' projesiydi. Tolga karakteri."

SORU: Çok güzel bir filmdi. "Tolga n'aber?" repliğiniz aklımda

Sinan Albayrak: "Evet, Tolga n'aber? Profesyonelliği ilk kez yakından tattığım bir proje oldu o. Ömer Vargı Yapım olarak muhteşemdi. Kadro zaten öyleydi. Cem Yılmaz zaten o zaman daha doruğa çıktı. O füzesinin patladığı ilk dönemlerdi. Sinemada da onunla çalıştık. Mazhar Alanson ile hatta komik bir hikayemiz var anlatabilir miyim?"

SORU: Tabii ki anlatabilirsiniz.

Sinan Albayrak: "Mazhar Alanson'un bana kafa attığı bir sahne var. Tabii ben de daha acemiyim orada, piyasada. Safım da. 'Oğlum sana bir kafa atacağım, lisedeyken bana bir kafa atmışlardı, o hınçla vuracağım oğlum sana.' dedi. 'Eyvah!' dedim. O sahne geldiğinde ben tedirginim. 'Kafa atma sahnesinde acaba gerçekten mi vuracak yoksa şaka mı yapıyor?' diye. Korka korka oynamıştım o sahneyi ve defalarca tekrar çekmek zorunda kaldık. Çünkü tam o kafa hareketi geliyor, ben refleks olarak geri çekiliyorum. En sonunda nihayet kurtardık paçayı."

SORU: Tedirgin etmiş sizi.

Sinan Albayrak: "Etti, bayağı etti. Güzel bir ekip, güzel bir kadroydu, güzel film oldu hakikaten o da."

SORU: Peki tiyatroda en son belediye tiyatrosundan ayrıldıktan sonra Sedef Şahin ile "Dönme Dolap" oyununuz oldu 'da. Sonrasında neler oldu?

Sinan Albayrak: "Pandemi girdi araya maalesef. Sedef beni yıllar sonra yeniden keşfetti tiyatroda. Bakırköy Belediye Tiyatrosu ile ayrılma sürecinden sonra çok uzaklaştım. Küstüm tiyatroya. Daha doğrusu bürokrasiye küstüm bu anlamda. Bürokrasinin içerisinde tiyatro yapmaya belki de. Tiyatrodan da uzaklaştım. Biraz daha farklı yönlerden hayat gailesine düştük. Oradan uzaklaştıkça da korkun artmaya başlıyor tiyatroya karşı. Yani cesaretin kırılıyor. 'Tekrar seyirci karşısına nasıl çıkarım, ezber yapabilir miyim?' Büyük bir disiplin gerektiriyor gerçekten tiyatro."

"Çok şahane oyuncularımız var gerçekten"

SORU: Tiyatro ara verildiği zaman unutulan, tekrar başlamak için baştan çalışmayı gerektirecek bir yer midir?

Sinan Albayrak: "Bisiklet gibi değil aslında. O kadar kolay değil ama bir yerden sonra kesinlikle daha keyifli. Yeniden hatırlıyorsunuz. O ritim, o ezber hali, o sahnede duruş. Hakikaten sahne korkusu denen şey var. Onu yeniden duyumsayarak, duyuların yeniden uyanması, hatıraların yeniden gelmesiyle yeniden o eski tiyatro adamına dönüşmeye başlıyorsunuz süreç içerisinde. Çok şahane oyuncularımız var gerçekten Türk tiyatrosunda, televizyonlarımızda, sinemada. Oyunculuk anlamında da gerçekten kafası çok üstün, disiplin olarak da. Çok hayranlık duyuyorum.

Hem dizi hem tiyatro, ikisi bir arada çok zor. Yapımcılar da çok tercih etmiyorlar bunu. Çünkü dizinin programı belli olmuyor. Senin sahne gününe göre ayarlamak çok sıkıntı yaratabiliyor ya da prova saatlerine göre. Ama buna rağmen gerçekten maddi olarak çok vefaya ermiş oyuncular hala tiyatro yapmaya da devam edebiliyor. Yani mesele, tiyatroda para değildir hiçbir zaman. 'Diziden ben deli gibi para kazanıyorum ne işim var tiyatroyla?' haline girmiyor. Gerçekten özverili bir şekilde tiyatro yapıyor. Ben bu anlamda biraz daha bu bahsettiğim sıfatlardan geride kalıyorum. Bende de şu vardır mesela, yine bir hatıra olarak diyeyim, ben çalışma süreci bittikten sonra muhakkak dinlenmeliyim. Bana sinema filmi de gelse dizi de gelse, tiyatro da gelse o süreçte ben dinlenmeden ya da kendime gelmeden, kafamı rahatlatmadan o projeye gelemem.

Kaş'tayım. Tam tatilimin ilk günü ve gerçekten çok yoğun bir tempodan çıkmışım. Bütün senenin ağırlığı üzerimde. Deniz kenarına geldim bir tane iskelemiz var, atlıyorsun oradan denize. Büyük bir heyecanla, özlem duygusuyla denize kavuşacağım, tam atlama pozisyona geldim. Telefonum çaldı, arada kaldım. Açayım mı açmayayım mı? 'Dur, bir bakayım.' dedim. Açtım. 'Alo Sinancığım ben Haluk.' dedi. 'Hangi Haluk?' diyorum, bir yandan da anlamaya çalışıyorum anlayamıyorum da. 'Bir oyunumuz var da.' dedi. 'Ben şimdi denize atlayacağım da hangi Haluk?' diyorum tekrar. 'Haluk Bilginer canım.' dedi. 'Ne?' dedim. Ben hemen hazır ola geçtim tabii ki ve 'Buyur Haluk ağabey.' dedim. Bende numarası kayıtlı değildi. 'Sinancığım bir oyun yapacağız. Seninle çalışmak istiyoruz.' dedi. Yıllarca tiyatro yapmamışım o ayrı da Haluk Bilginer arıyor seni. 'Ağabey tabii ki, seve seve.' dedim. Büyük bir heyecan. Macbeth'ti oyun. 'Ağabey ne zaman?' diye sordum. "Sinancığım bu hafta başlıyoruz." dedi. Ben bir iskeleye, bir Kaş'a baktım. 'Ağabey beni affet. Başka bir proje olursa ne olursun bir daha düşünür müsün beni?' dedim. "Tabii ki Sinancığım." dedi. Maalesef işte o keyif halimden dolayı dahil olamadım. Bir daha Haluk Bilginer'le çalışma fırsatı yakalar mıyım? Bilmiyorum. İnşallah yakalarım buradan sesleniyorum.

Haluk ağabey ben hala buradayım. Maalesef öyle çok iş kaçırdım, dizi de, sinema da. Hırslı değilim. Bahsettiğim şey aslında o oyunculuk alanında. Ben oyunculuğu gerçekten keyif alarak yapmak zorundayım, tadıyla yapmak zorundayım. Ama bunu büyük bir açlıkla yapmıyorum. 'O rolü de oynayacağım, bunu da yapacağım.' Bu yok bende. Ben biraz daha sakinim, biraz daha ihtirasım ya da hırsım bu anlamda bastırılmış. Yermek adına söylemiyorum. Oyuncuysan ihtiraslı ve hırslı olmak zorundasın zaten. O beni biraz tetikliyor."

SORU: Peki Sedef Şahin ile olan "Dönme Dolap" ne kadar zaman sonra oldu?

Sinan Albayrak: "Bir gün aradı beni. 'Ağabey ben Sedef Şahin.'diye kendisini tanıttı. Bizim Sedef, ekrandan tanıyoruz en azından. 'Ağabey böyle bir oyun var.' Ben hemen reddettim zaten. 'Yok, lütfen bağışla. Yapamam.' dedim. Sonra bir daha aradı. Bir kurt attı aklıma. 'Niye olmasın?' dedim. 'İki kişilik oyun. Ağabey prova saatlerini sana göre ayarlarız. Seni yormayız, sıkmayız.' dedi. Panikledim aslında. Hani o ezber, 2 kişilik oyun ya yani kolay bir şey değil. On kişilik oyun olur, sana on tane replik düşer, ezberlersin, rolü hazırlarsın ama burada baba bir rol var yani. O kadar güzel ikna etti ki beni. 'Tamam, bir buluşalım, okuyalım karşılıklı. Eğer elektrik tutarsa oynarız.' Bu arada baba-kızı oynuyoruz oyunda ama başında baba-kız olduğunu bilmiyor adam. Kız biliyor. Oyunun sonuna doğru baba-kız oldukları ortaya çıkıyor. Okuduk, baktık birbirimize 'Oldu galiba.' dedik, başladık. Hakikaten minnet borçluyum ona. Maalesef pandemiden sonra herhalde 20 küsur oyun oynayabildik sadece. Oyuna devam edemedik. Ama o şimdi başka bir isimle devam ediyor oyuna."

SORU: İkinci isminiz Taymin. Çerkezce ve anlamı 'Gökten gelen rahmet.' demekmiş. Doğru mu?

Sinan Albayrak: "Bulut manasında. Rahmet, yağmur ya da bereket ihsan eden manasında."

SORU: Çerkezlerde bir kafa tutma, devrimci bir ruha sahip olma gibi bir algı var benim kafamda. Nasıldır Çerkezler? Almanya'da doğmuşsunuz. Ne kadar zaman yaşadınız bilmiyorum. Ama kültürel bir karma yaşadınız mı? Hangi kültür daha çok içinize nüfuz etti?

Sinan Albayrak: "9 yaşına kadar yaşadım Almanya'da. Hani Almancı denirdi."

"Çerkezlik, Türklük, Müslümanlık hepsini alıp kendi kimliğimle varım diyebilirim"

SORU: Hatta Alamancı denirdi. Babanız işçi imiş galiba değil mi?

Sinan Albayrak: "Evet Alamancı. Babam ilk giden işçilerdendir. Duvar ustasıydı babam, Allah rahmet eylesin. Kimlik olarak ben Çerkezliğimi muhtemelen Türkiye'ye döndükten sonra öğrenmeye başladım. Almanya'dayken öyle Çerkez, Türk, Kürt, Müslüman, Hristiyan çok ayırt edemiyorsun. Çocuksun yani. Türkiye'ye döndükten sonra yavaş yavaş kimlikler ortaya çıkmaya başladı. Çeşitli kimlikler var önümde. Oradan sevdiğinden, buradan sevdiğinden alıyorsun ve kendi öz kimliğini oluşturuyorsun sonuç itibarıyla. Çerkezliğin sevdiğim unsurları, müziğe meraklı, biraz daha savaşçı ruha sahip, Türkler gibi. Bu toprakların, Anadolu'nun insanı gibi Kafkas insanı. Ama Çerkez ulusları, Kafkas ulusları daha doğrusu çok daha büyük ya da daha uzun süreli ve daha yıkıcı savaşların içerisinde bulunmuş. Asimilasyona uğramayla alakalı da kimliklerine daha fazla sarılma ihtiyacı duymuşlar. Bu şovenizme gittiği noktada yanlış ama öz kimliğini korumak, kültürden bahsediyorsun. Kültürüne sahip çıkmak çok önemlidir. Kültürünü kaybetmeden bulunduğun toprakların yapısı içerisinde kendini nasıl inşa ettiğin önemli. O anda ben Çerkezlik, Türklük, Müslümanlık hepsini alıp kendi kimliğimle varım diyebilirim. Bu kimliği benimsiyorum."

SORU: Hayatınızın geneline baktığınızda en büyük sevinciniz ve kızgınlığınız ne oldu?

Sinan Albayrak: "Çok his sayarsınız oradan. Kızgınlık değil, burukluk hissedersiniz daha çok. Kaybettiklerimize dairdir bu. Bende öyle daha doğrusu. Geçenlerde aklıma geldi mesela. Babam Ankara'da ben İstanbul'da. O son yıllarımızda, ben İstanbul'dan Ankara'ya geldiğim zaman niye babamın yanında telefonlaydım. Bunu çok sorgulamaya başladım ya da sorguladığım zamanlar oldu. Saatlerimizi ömrümüzü buraya veriyoruz ya. Sevdiğin insanlasın, gelmişsin İstanbul'dan babanın, annenin yanına. Bunu yapmışım maalesef. Keşke şunu bıraksaymışım da babamı biraz daha zorlasaymışım. 'Baba hadi biraz yürüyüşe çıkalım. Baba bir tavla atalım mı seninle? Baba hadi arabaya atlayalım seninle memlekete gidelim. Köyümüze gidelim, bir yad edelim o günleri.' deseymişim. Allah'a şükür, yapmadım değil. Bunları yaptım babamla. Ama kaybettiğin insanı düşündükçe o anılarının daha çok olmasını arzu ediyorsun. Keşkeler daha çok oluyor oraya doğru. Sorunuzun cevabı bende bu olur. Hani daha çok vakit geçirseydim sevdiğim insanla."

Soru: Evet, kısmet, hayat, nasip.

Sinan Albayrak: "Yaşama hala devam eden insanlarımız, sevdiklerimiz var. İşte bu keşkelerimizi oraya artık yoğunlaştırmamız gerekiyor."

SORU: Yeni bir sinema projeniz var mıdır?

Sinan Albayrak: "Var. Ne kadar oldu? Bayağı da oldu çekeli. Kadir Doğulu ile bir sinema filmi yaptık. Orada da değişik tipte karşınızda olacağım eğer vizyona girerse. İlginç bir film. 'Mithat' filmin adı. Bir apartmanda geçen cinayet örgüsü anlatılıyor."

"Kadir'in canlandırdığı rol olan Mithat ile Kadir Doğulu'yu kimse böyle görmedi. Benim oynadığım karakterin de büyük sürpriz yaratacağını düşünüyorum"

SORU: Gerilim türünde öyle mi?

Sinan Albayrak: "Gerilim ama absürt bir gerilim. Kara komedi diyelim daha doğrusu. İlginç bir film ve farklı bir teknikle, farklı bir çekim anlayışıyla çekildi. Yönetmeni Süleyman Arda. ya gerçekten 'Bu ne ya, çok enteresan film olmuş.' diyecek insanlar ya da 'Olmamış.' da diyebilirler. Sınırda bir film olacak."

SORU: Ne zaman çektiniz ve ne zaman vizyona girecek?

Sinan Albayrak: "Pandeminin başlarında çektiğimiz bir film. Eylül ya da ekim deniyor şu anda. Çok enteresan bir film olacak gerçekten. Kadir'in canlandırdığı rol olan Mithat ile Kadir Doğulu'yu kimse böyle görmedi. Daha doğrusu Türk sinemasında böyle bir karakter görülmedi. Bu anlamda heyecanlıyım. Benim oynadığım karakterin de büyük bir sürpriz yaratacağını düşünüyorum. Beni tanıyan ya da beni izlemiş olan insanlar tarafından da hiç izlememiş ama filmde o karakteri görüp finalde karşılaştığı hikayeden dolayı gerçekten şaşıracaklar. Merakla beklenmesi gereken film diyorum. Reklam da yapmış olayım buradan."

SORU: Son olarak söylemek istediğiniz iletmek istediğiniz bir mesajınız var mı?

Sinan Albayrak: "Hayat çok kısa. Küçücük dertlerle, dağ gibi sorunlarla boğuşurcasına yorulmaya hiç gerek yok. Dünyada o kadar büyük dertler var ki. Gerçekten yanı başımızdaki sıkıntılar bizim aslında çok rahat aşabileceğimiz, içine gömülmeyi gerektirecek ağırlıkta sorunlar değil. Sorunları biraz daha böyle küçük görmekte fayda var diyorum. Hayat çok daha büyük sorunlarla dolu. Size de çok teşekkür ederim."

Kaynak: AA / Dilek Dallıağ - Güncel

Sinan AlbayrakGüncelHaberler

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası