leventoğlu emlak türkiş blokları / Popüler yerler, Sayfa - Ankara, Türkiye, toplu taşıma

Leventoğlu Emlak Türkiş Blokları

leventoğlu emlak türkiş blokları

 HACETTEPE TARİHİNE DEĞİŞİK BAKIŞ

 

(Kitap Prof. Dr. Uğurcan Akyüz’ün kapak tasarımı ile Selvi Yayınevi tarafından Mart da ISBN nosu ile yayınlandı. İsteme )

 


Giriş-Sunuş


            Türk yükseköğretim tarihi ile ilgilenenler lı yıllarda Ankara’da doğan ve daha sonraki yıllara damgasını vuran Hacettepe üniversitesi ve onun yaratıcısı, kurucusu Prof. Dr. İhsan Doğramacı hakkında tezler hazırlayacak ve yazılı kaynak arayışına yöneleceklerdir. Buldukları kaynaklar ise “Hocabey” ve hatta kimi yakınlarınca “Zeus” olarak anılan sayın Doğramacı’nın hemen yanında yer alan hayranları ve onun düşmanlarının yazdıkları ile sınırlı kalmamalıdır. Tüm çağdaşlarının kabul edeceği gibi sayın Doğramacı 50 yıl gündemden hiç inmeyen, alışılan bir benzeri olmayan, dünya genelinde çok yönlü ve iyi ilişkiler kuran değişik kişiliğe sahip bir insandır. Hedeflerini çok önceden belirleyen ve bu hedefe ulaşmak için her yolu mubah gören, koşullardan en iyi yararlanan, ama oluşturduğu eserlerle de düşmanlarını bile hayran bıraktığı için başarısını kabul ettiren bir kişidir.

            Bu satırların yazarı onun yakın çevresinde yer almamakla beraber ömrünü onun kurduğu üniversitelerde geçirdi. Buna ek olarak eşini onun kurduğu üniversitede tanıdı, iki çocuğu Hacettepe hastanesinde doğup, aynı fakültede doktor oldu, biri uzmanlığını da aynı fakülteden aldı. Üçüncü çocuğu da aynı üniversitede okumaya başlayan kendince ülkeye ve bu kurumlara büyük hizmetler yaptığına inanan, köyünden kopamadığı gibi dürüstlükten, halktan ve haktan ayrılmayan, bir kliğe, kulübe, locaya girmediği için de öyle pek popüler olmayan kendi halinde bir insan, biraz da hoca ve Avrupalı dostlarına göre de iyi bir bilim adamıdır.

Burada kaleme alacağı bakış açısı da uzaktan izleme şeklinde olacaktır. Ne bir yargılama, ne de bir methiye söz konusu olmadığından yalın olay ağırlıklı ve kronolojik sıra gözetilerek “Hacettepe ve Doğramacı İmparatorluğu” bir fenci gözüyle tanıtılmağa çalışılacaktır. Son söylemesi gereken kanısı ise izlenen yollar değişik olsa da ulaşılan başarılı sonuçlar belki de tüm usulsüzlükleri beceriklilikleri makul gösterebilmesidir.

Gerçekten de sayın Doğramacı sağlık ve eğitimde birçok yenilik ve başarının öncüsü olmuş, çevresindeki herkesi korumuş, kollamış, birçoklarını yurtdışına göndermiş, müdürlerini, yakın çalışma ekibinde yer alanları, hatta sekreterlerini bile profesör yapmış, hepsinin “Hocabeyi” olmuştur. Türkiye’nin sağlık alanında en iyi üniversitesini kurmak yetmemiş, en iyi ve en başarılı özel üniversitesini de kurarak burada da öncülük yapmış, sağlığında iki kurumca heykeli dikilen ender kişilerden biri olarak sayın Doğramacı Cumhuriyet dönemi Türk büyükleri arasında yerini garantilemiştir.

 

  

HACETTEPE TARİHİNE DEĞİŞİK BİR BAKIŞ

 

 

İÇİNDEKİLER

 

1-  Giriş ve Sunuş                                                                                                                            1   

2- Hacettepe ile Kesişen Yollar                                                                                           1          

3-Tıp Merkezinden Hacettepe Üniversitesine                                                                      4

4- Merkez Kampusunda İlk Yıllar                                                                                       8

5- Hipokrat Hekimleri                                                                                                          12

6- Hacettepe’nin Mekansal ve Kurumsal Olarak Büyümesi                                                15

7- Diş Hekimliği ve Eczacılık Yüksek Okullarından Öncü Fakültelere                               16

8- Merkez Kampusu ve Tıp Cenahında Gelişme ve Gözlemler                                           17

9- Hacettepe Şirketleri                                                                                                         20

Hacettepe Ruhu                                                                                                             22

Asistanların Yurtdışına Gitme Çabaları ve MESEF                                                      23

Beytepe kampusu                                                                                                          25

Beytepe Kampusuna Taşınma                                                                                       26

Beytepe’de Eğitim ve Yaşam Mücadelesi                                                                     28

funduszeue.info Gürol Ataman ve HÜTE                                                                                 29

Hacettepe Anadolu’ya açılıyor                                                                                      32

Hacettepe Kimya Bölümü Kimya Fakültesinin Kuruluşu, Gelişimi ve Akibeti            34

Beytepe’deki Diğer Bölümler ve Bazılarının İlkleri                                                      46

Fizik Bölümü                                                                                                                 46

İstatistik Bölümü                                                                                                           48

Matematik Bölümü                                                                                                        48

Biyoloji Bölümü                                                                                                            49

Yer Bilimleri Enstitüsünden üç Mühendislik Bölümüne                                               51

Mühendislik Fakültesinin Aheste Gelişimi                                                                    52

Sosyal ve İdari Bilimler Fakültesi ve Bazı Bölümlerinin Kuruluşu                               54

Sosyal çalışma Bölümü ve Emre Kongar                                                                       57

Hacettepe Çiftliği ve Öğretim üyesi Lojmanlarının Akıbeti ve Bilkent Üniversitesi    58

YÖK’ün Doğuşu ve Hacettepe Üniversitesi                                                                  60

Hacettepe Üniversitesinin Yeniden Yapılanması                                                           63

Anadolu’ya Gönüllü ve Zorunlu Gidenler                                                                     64

Hacettepe Üniversitesi Rektörleri                                                                                  67

Hacettepe Üniversitesinin Misyonu ve Vizyonu                                                            69

Hacettepe Üniversitesi’nin Başarı Göstergeleri                                                             70

Vefa Borcu ve İt’haf                                                                                                       72

Ekler:                                                                                                                              73

 

Hacettepe İle Kesişen Yollar

 

27 Mayıs ihtilalinin ardından ilk kez Ankara’ya gelen genç, Başkenti hayranlıkla gezerken Hacettepe parkını da gezmesi söylenmişti.  O da söylenene uydu. Samanpazarı tarafından daracık sokaklardan geçerek parka ulaştı. Parkta çok güzel bir havuz ve havuzun ortasında Kayseri’de hiç göremeyeceği türden bir heykel dikkatini çekmişti. Parkta çok değişik ve önce hiç görmediği ağaçlardan birer yaprak kopararak defter yapraklarının arasına kurumak üzere yerleştirdi. Gezi sırasında elinde şişelerle ağaç diplerine pineklemiş sarhoşları görünce biraz da korktu ve parkı terk etti. Bu kez belki dar sokaklardan yönümü ve yolumu bulamam diye parkta gözüne ilişen Kurtuluş tren istasyonu tarafından bu ürkütücü mahalleden bir an önce uzaklaşmaya çalıştı.

 

Akşama daha çok vardı. Hamamönünde Kayserili inşaat müteahhit ve işçilerinin uğrak yeri düşeş kahvede biraz oturdu. Tanıdık birinin gelmesini bekledi ve sonra  onunla birlikte geceyi geçireceği köylüleri amelelerin kaldığı Altındağ’ın yolunu tuttu. Bu gezinti Hacettepe ile ilk ilişkisi oldu ve bu semtin adını bile unuttu.

            Yılı Mart ayında Sıhhiye semtinde kaldıkları yatılı okulda bir sabah uyandığında Hacettepe çocuk hastanesinin yandığını duydu. Meraklı genç arkadaşları yangını yerinde görmek üzere pek de uzak olamayan bu hastanenin yolunu tuttu. Kendileri de çocuk yaşta ailelerinden uzakta yatılı okulda büyüdüklerinden yangında çocukların yanmış ve ölmüş olmasından korkuyorlardı. Hastaneye ulaştıklarında yangında hiçbir çocuğun ölmediğini sevinçle öğrendiler. Hastanede de gördükleri kadarıyla önemli bir hasar yoktu. Meraklı genç iki yıl önce de bu yoldan geçmiş, fakat iki katlı bu mütevazı “Ankara Üniversitesi Hacettepe Çocuk Sağlığı Enstitüsü” hiç dikkatini çekmemişti. Böyle bir yangın sonucu ikinci kez “Hacettepe” adını duymuş oldu. 

Yılı başlarında Ankara Fen Fakültesinin bahçesinde resmi plakalı bir araba durdu ve şoförün esas duruşta açtığı kapıdan içindeki 50 yaşlarında, hafif yalpalayan bir bey indi. Etrafa sempatik göz kırparak bakışlar atan bey, kimya kapısından hızlı adımlarla dekanlık tarafına yöneldi. Fakültede ilk kez görülen resmi araba dikkati çekmişti. Etrafına toplanan meraklı öğrencilere şoför beklenen açıklamayı yaptı. Taşıdığı kişi Ankara Üniversitesi Rektörü dünyaca meşhur Profesör Dr. İhsan Doğramacı idi. “Siz tanımadınız mı? Üniversitenizin rektörü, belki de yakında Cemal Gürsel’in yerine cumhurbaşkanımız olacak! Kendisi dünyaca meşhur, çok kıymetli adam, daha önce dışişleri bakanlığı, hatta başbakanlık teklif edildi, ama kabul etmedi. Cumhurbaşkanlığını kabul edebilir. Türkiye’yi böyle bir insan yönetmeli!” açıklamasını yaptı. Şoför doğru söylüyordu. Bazı gazeteler bu olasılığı yazmış ve tek haber kaynağı Ankara radyosu da Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel göreve devam edemeyecek kadar hasta olduğundan yerine gelebilecek muhtemel adaylar arasında bu ismi de saymıştı. Şoför ayrıca sayın rektörünün Hacettepe Tıp ve Sağlık Bilimleri Fakültesi adıyla Ankara Üniversitesine ikinci bir Tıp Fakültesini de kurduğunu söylemişti.

  Yılı bahar yarıyılında üniversite sonuna gelen genç laboratuar deneylerini bitirmiş, mezun olmak için de çok az dersi kalmıştı. Kalan vaktinde mühendislik fark derslerine devam etmiş, fark sınavlarına hazırlanmaya başlamıştı. Mayıs ayına geldiğinde sanayi kimya dersi hocaları Prof. Otto Gerngross ve Doç. Emir Gülbaran “Dekan Bey seni sınava almamamızı söyledi. Birlikte dekana gidelim” dediler. Dekan Rauf Bey “Bunları devlet kimya öğretmenliği yapsınlar diye okuttu, bunlar mühendis olmak istiyor. Sınava almayın, lütfen!” diye başlayan bir nutuk attı. Nankörlüğümüzü bile söyledi. Böyle olunca boşlukta kalan Mehmet, arkadaşlarından ODTÜ nün öğrenci asistan aradığını duydu. ODTÜ Kimya Bölümü Başkanı ile görüşmesi çok olumlu geçti.

Bir hafta içinde çağrılacaktı. Ancak hocalarına da soracaklarını söyledi. Üç gün sonra atomistik dersi hocası Doç. Cemil Şenvar ders çıkışı odasına gelmesini söyledi. Odasında ODTÜ Kimya bölümünden aradıklarını, ancak ODTÜ  yerine Hacettepe Tıp Fakültesinde asistan olmasının daha iyi olacağını, zira kendisinin de bir yıl sonra profesör olarak Hacettepe’ye gideceğini söyledi. Hatta isterse yanına bir arkadaşını daha alabileceğini de söyledi. Hacettepe tıp fakültesinde bir kimyacının ne yapacağı sorulunca ise sayın Cemil Şenvar, “Hacettepe bildiğiniz tıp fakültelerinden değil, yakında ODTÜ gibi ayrı bir üniversite olacak. Zaten şimdi kimya bölümü, temel bilimler yüksek okulu ve birçok yüksek okulu var. Orayı asıl kuran dünyaca meşhur, halen Ankara Üniversitesi rektörü olan Profesör İhsan Doğramacı’dır. Sen bir düşün, tekrar konuşuruz. İstersen hemen başlayabilirsin. Hem orada yatacak yer ve yemek de bedava veriliyor. Bunu başka hiçbir üniversitede bulamazsın” diye uyardı. Bir hafta sonra  başka bir arkadaşını da alarak tekrar Cemil Şenvar ile görüşen genç kararını verdi.

Karar vermesinde kendisine hep “Yavrucuğum” diye hitap eden Almanca öğretmeni eski müsteşar Osman Faruk Verimer’in Prof. Doğramacı’nın kişiliği hakkındaki açıklamaları da etkili oldu. Osman Faruk Bey, Prof. Doğramacı’nın dünya çapında meşhur olduğunu, kurduğu Tıp Fakültesinin şimdiden diğer fakülteleri geçtiğini, özellikle ABD ile temaslarının çok iyi olup, onlardan da destek ve yardım aldığını uzun, uzun izah etti.

Gerçi hemşehrisi ve Fizikokimya hocası Süreyya Aybar “Şayet asistan kalmak istersen fakültende benim yanımda kal, ne işin var Hacettepede? Orasının ne olacağı bile belli değil “ diye caydırmağa çalışsa da bedava yatacak yer ve bedava yemek de cazip geldi. Turgut ile Hacettepe Tıp Fakültesinin yolunu tuttular. Dekan Prof. Dr. Doğan Karan çok yakın davrandı. Hemen yanındakilere emir verdi. Memurların yardımı ile birtakım belgeler doldurdular, imzaladılar. Ne zaman isterlerse başlayacaklardı. Diplomayı henüz almamış olmalarının da önemi yoktu. Nasıl olsa Cemil Şenvar Bey kendilerini tanıyordu. Resmen mezun olmamalarına rağmen yine de 15 Haziranda göreve başladılar. Mezuniyet belgesini ise ancak 30 Haziran de getirebildiler. 15 Haziran tarihinden itibaren Hacettepe ve Hacettepe’ye bağlı kurulan Erciyes Üniversitesinde halen çalışan biri olarak  herhalde Hacettepe’nin doğuşu ve Doğramacı hakkında yazacak birikimden şüphe edilmeyecektir. Aynı olayları herkesin farklı yönden ve açıdan görebileceği unutulmamalıdır. 

Göreve başlar başlamaz kendilerini  hemen öğrenci eğitimi ve laboratuarlarında buldular. Diğer üniversitelerin aksine, daha o tarihte Hacettepe’de yaz tatilinde bile 3. sömestre olarak eğitim sürüyordu. Yoğun yaz eğitimiyle  İngilizce yi  daha önce öğrenmiş olan öğrenciler bir yılda iki yıllık öğrenimi tamamlayabiliyorlardı. Bunlara “45 Kredilikler” adı veriliyordu. Sınıfta zamanımızın meşhur doktorları “İskender –Füsün Sayek, Emin –Tülay Kansu, Erdal Akalın, İlhan Erkan, Nazmi Bilir, Hikmet Pekcan, Aras Şenvar, Rüstem Olga, Münci Oran, Muzaffer Alkış, Özçelik Okaer, Demirali Onat, Atilla Turgay, Mete Künar, Mümtaz Taylan, Çiğdem ve funduszeue.info Bumin, Uğur Celasun, Gülay Işık gibi kadar öğrenci vardı. Eylül sonuna kadar bu öğrenciler değişik bir FKB olan “Temel Bilimler Yüksek Okulunu” bitirerek ekim ayında asıl tıp eğitimine başladılar.

Ekimde ise yeni normal öğrenciler başladılar. Bunlar 2 yılda 4 ayrı kimya dersi ve 4 kimya laboratuarını başarmak, fizik, matematik, istatistik ve biyoloji derslerini de alarak temel bilimleri bitirmek  zorunda idiler. Sayın Doğramacı’nın ifadesi ile çağın hekimi bir kimyacı kadar kimya okumak zorundaydı. Hatta yasalar uygun olsa, öğrencilerden tıp öğrenimi öncesi kimya lisansı yapmaları istenecekti. Yeni gelen öğrenciler de İngiliz bilen 45 kredilik öğrencilerle, daha çok Anadolu’dan gelen normal Tıp ve Dişhekimliği öğrencileri idi. Bu öğrenciler belki de en çok akademisyen yetişen sınıf oluşturdu. Hacettepe Tıp’ın saygın hocaları Ergin Turan, Bülent Sözeri, Ahmet Özenç, Zafer Öner, Osman Ekin Özcan, Cengiz Güleç, Ahmet Göğüş, Osman Başgöze, Kemal Benli, ABD’ne yerleşen Hülya Leventoğlu, Zarife Şahenk, Ahmet Helvacıoğlu, Hüseyin Şahin, diğer Üniversitelerimize giderek akademisyen olanlar Cemalettin Çelebi, Mehmet Ali Altın, Burhan Uslu, Sacit Yıldız, Ali Naki Ulusoy, Gülten Tunalı, Ali Özdemir Ersoy, Sırrı Bektaş, Mete Cengiz, Arif Akşit, Nejat Akgün Cevdet  ilk akla gelen profesörlerlerden. Diğerlerinin tam kariyer ve yerleri şu an akla gelmedi. Sınıfın hanım hanım doktorları ise uzmanlıkla yetindiler. Bunlar Ülker Karlıdağ, Nuray İçağası, Gülersu İlken, Hülya Yılmaz,  Nemin, Perihan hep aynı sıraları paylaştılar. Diş Hekimliğindekiler ise Sezgin İlgi, Bülent ve Berrin Dayangaç, Muzaffer Tuncer, Semra Ferahköşe, Leyla Durutürk, Çetin Suca ve diğerleri ile çok seçkin sınıftı. 

Genç asistan Hacettepe’yi sevmişti. Kendisine kısa sürede yatacak bir oda bulundu. Yüksek öğretmen okulundan tanıdıkları funduszeue.info Bozcuk ve M. Engin Gözükara kendisine çok yardımcı oldu. Dernek başkanlığı da yapan A. Nihat Bozcuk yeni gelen asistanı başhekimliğe götürdü. Derhal kendisine asistan hekimlerin elbisesine benzer beyaz gömlek ve pantolondan oluşan elbise verildi. Bu elbise ile yemekhaneye gidince sormadan bedava üç öğün, hatta isterse gece yarısı da dördüncü öğün olarak yemek yiyebiliyordu. Özellikle bedava yatakhane sayesinde ev kiralama ve evi döşeme gibi masraflardan da kurtulmuştu.

Bu tür sosyal işleri baş asistan denen kıdemli asistanlar ayarlıyordu. Baş asistanlar ise genellikle çocuk hastanesinden seçilirdi. O tarihte Erol Kınık, İmran Özalp ve Ayhan Göçmen dönüşümlü olarak başasistanlık görevini yürütüyorlardı. Yatacak yer ise çok dar olan hastanenin bir bloğunun bir katından ibaretti. İlk üç ay şimdiki bölüm 33 ün yerindeki dar bir alana sıkışan asistanlar, daha sonra Şaban Şifai Hastanesinin 3. katında üç bloğu birden işgal etti. Bu katın üstünde ise orta derecedeki hemşire koleji  öğrencileri kalıyordu. Bu tarihte 3 tür hemşire öğrencisi vardı. Bunlar ilk okul mezunlarının eğitildiği normal hemşirelik, ortaokul mezunlarının eğitildiği hemşire koleji ve lise mezunlarının okuduğu dört yıllık yüksek hemşirelik okulu olup, ilki mavi, ikinciler beyaz, üçüncüler ise pembe elbiseleri ve özel renk ve desende kepleri ile kolayca ayırt edilebilirdi.

 

Hacettepe Tıp Merkezinden Hacettepe Üniversitesine

 

Şubat Yılında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi içerisinde ikinci bir Çocuk Sağlığı Kürsüsü olarak kurulan Kürsü bir bakıma Hacettepe Üniversitesinin de kuruluşunun başlangıcı olmuştur. Yılında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk sağlığı Profesörü İhsan Doğramacı tarafından bu kürsü “Çocuk Sağlığı Enstitüsü” olarak yapısını değiştirmiş, Hacettepe mahallesinin alt ucunda demir yolu ile Hacettepe Parkı arasında iki katlı basit bir binada açılan bir hastaneye taşınarak kuruluşunu tamamlamış, yılı başında da bu mütevazi ortamda tedavi, eğitim ve araştırmaları ile kamu hizmeti vermeye başlamıştır.

Profesör  İhsan Doğramacı’dan başka hiç kimse bu mütevazı çocuk hastanesi binasındaki enstitünün daha aradan on yıl bile geçmeden büyük bir üniversiteye dönüşeceğine ihtimal veremezdi. Hatta yurt içinde ve dışında çoğu kimse ve yetkililer Mart de radyodan anons edilen çocuk hastanesi yangınına kadar böyle bir hastanenin ve enstitünün varlığından habersizdi. Ama kurucusu Doğramacı yıllar önce Amerika modeli bir tıp fakültesi ve hatta sağlık yönü ağırlıklı bir üniversite kurmayı kafasına koymuştu. Kafasındaki plana göre de kendisine ayak uydurabilecek çok sayıda genç ve başarılı hekimi hastane kadrosuna almış, bunların çoğunu bir program dahilinde ABD’ye göndermişti.

Yılında Doğramacı Çocuk Sağlığı Enstitüsü içerisinde Sağlık Bilimleri Yüksekokulunu kurarak Yüksek Hemşirelik, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon, Tıbbi  Teknoloji Bölümlerinde öğretimi başlattı. Yılında da Beslenme ve Diyetetik, Ev Ekonomisi programları  açılmasına karar verilmiş, anck bu programlar yılında eğitime başlamıştır. Yılında da yine Ankara Üniversitesine bağlı ikinci tıp fakültesini “Tıp ve Sağlık Bilimleri Fakültesi” adıyla  açarak bu fakültede tıp eğitimini başlattı ve çocuk hastanesi dışında tıp eğitimi hastanesini de “Şaban Şifai” adı ile hizmete açtı.

Hacettepe’de daha önce kurulan ve öğretimini sürdüren yukarıda sayılan bölümler yüksek okul haline getirilerek bu fakülteye bağlandı. Sayın Doğramacı kısa bir süre sonra da yine aynı fakülteye bağlı, “Diş Hekimliği Yüksekokulunu” kurdu. Yılında açılması kararlaştırılan Diş Hekimliği Yüksekokuluna da yılında öğrenci alınmış ve öğretim başlamıştı.  

Bu açılışları izleyen yılında da bu okullara temel bilimlerle ilgili eğitimi verecek Temel Bilimler Yüksekokulunu hizmete açtı. Bu yüksek okul içerisinde fen bilimleri, sosyal ve beşeri bilimler birimlerini kurdu. Tüm fakülte, yüksekokul ve birimleri Ankara Üniversitesine bağlı “Hacettepe Sağlık Merkezi” çatısı altında topladı. Bu işler başarılırken sayın Doğramacı Ankara Üniversitesi rektörlüğüne seçilmişti.

Bu haliyle bakıldığı zaman sadece bir tıp eğitim kurumu değil, aynı zamanda sağlıkla ilgili tüm branşlarda eğitim- öğretimi amaçlayan bir sağlık merkezi.  Bu merkez içinde bir de Temel Bilimler Yüksek Okulu açılmıştı. Bu yüksek okul bünyesinde yukarıdaki tüm bölüm öğrencilerine servis dersleri veren kimya, fizik, biyoloji, istatistik, psikoloji, sosyoloji, İngiliz-,Fransız- ve Alman Dili, sanat tarihi ve felsefe gibi birimler vardı. Bu birimlerde görevli hocaların bir arada bulunduğu bir yapı ülkemiz için yeni idi. Yılında Hacettepe’deki tüm eğitim kurumlarının koordinasyonunu sağlamak üzere “Hacettepe Bilim Merkezi” kuruldu. Tıp ve Sağlık Bilimleri Fakültesi aynen korunurken hastane işleri de “Hacettepe Tıp Merkezi” adı altında toplandı.

O çağa göre modern bir kütüphanesi vardı. Kimya bölümü ve diğer tıp dışı birimlerin çoğu kütüphane üzerindeki katlarda idi. Kütüphanenin altındaki katta ise histoloji, anatomi ve patoloji gibi temel tıp bilimleri sıkıştırılmıştı. Esasen binalar çok sınırlı ve sıkışık olduğundan koridorlarda bile hizmet veriliyordu. Çoğu hizmet birimi ve bölüm, hatta hastaneler ve hizmet üniteleri iç içe. Başlıca üç bina var. Binalardan biri bugünkü çocuk hastanesinin yerinde olup, çocuk hastanesi ve çocuk sağlığı merkezi. Sayın Doğramacı’nın meşhur bürosu ve çalışma odası da bu binada. İkinci bina Şaban Şifai Hastanesi olup, bugünkü büyük hastanenin yerinde. Bu kısımda yemekhane, depolar, çoğu hizmet birimleri de barınıyor. Hatta hemşire koleji bile burada.

Üçüncü bina ise başlıca bugünkü Diş Hekimliği Fakültesin bulunduğu binada. Ama henüz farmakoloji ve patolojinin bulunduğu bloklar yoktu. Diş Hekimliği Dekanlığı yerinde Tıp ve Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanlığı, vardı. Burası iki yıl sonra aynı zamanda Rektörlük oldu. Bu binada tüm bölümler dağınık şekilde yerleşmişti. Her bölüme bir oda bile düşmüyordu. Kütüphane, deney hayvanları birimi, temel bilimler yüksek okulu öğrenci işleri de buradaydı.

Bu eğitim çeşitliliğine rağmen Hacettepe Tıp Merkezi hastaneleri ile meşhur. Özellikle de çocuk hastanesi bu adla belki de Türkiye’de hizmet veren tek hastane. Doktorları genellikle genç ve yurt dışından gelmiş çoğu uzmanlık dışında kariyer yapmamış hekimler. O tarihte açık kalp ameliyatları, damar değişimleri yapılıyor, kanser tedavisinde kemoterapi ve şua tedavisi yapılıyor, beyin elektrosu çekiliyor. Dünyanın en ileri düzeyinde teşhis ve tedavi sistemleri uygulanıyor. Hatta başta S. Arabistan ve Irak olmak üzere komşu ülkelerden de çok sayıda yabancı ülke hastası da hastanede kalıyor. Bu haliyle sanki uluslar arası bir hastane havası var.

Bu tarihlerde birim sayısı çok olmasına rağmen kullanılan mekan çok az olduğundan birim basına düşen insan sayısı az ve herkes birbirini tanıyor. Tıp dışı bölümlerde sürekli değişen yüzleri de görmek mümkün. Bunların büyük bir kısmı Ankara Üniversitesinin aynı adlı fakültelerinden gelen ek görevli öğretim elemanı veya asistanları. Zaten Hacettepe kadrosu çok genç ve bunların çoğu hekim. Birim başındakiler bile genç ve akademik unvanları sadece doktor.

Bu tarihte tüm Hacettepe Tıp ve Sağlık Bilimleri Fakültesi ve bu fakülteye bağlı Temel Bilimler Yüksekokulu, Diş Hekimliği, Yüksek Hemşirelik, Fizik Tedavi, Beslenme ve Diyetetik, Tıbbı Teknoloji gibi bölümlerin hepsinde tümü tıp orijinli 5 profesör ile   doçent görev yapıyor. Profesörler: İhsan Doğramacı Ankara Üniversitesi Rektörü, Dekan Doğan Karan, Patolojide Muharrem Köksal, Dahiliyede Şeref Zileli ve Anatomide Doğan Taner (Doğan Bey çok genç olmasına rağmen yabancı uyruklu olduğu için unvanını kullanabiliyormuş). Doçentler ise Yüksel Bozer, Orhan Öztürk, Sıdık Karatay, Muaffak Akman, Ekrem Gülmezoğlu, Oğuz Kayaalp, İlhan Kerse, Şükrü Bayındır, Abdullah Kenanoğlu, Mithat Çoruh, ayrıca kimyacı Türkan Babadağ, psikolojide Feriha Baymur, istatistikte Alaeddin Kutsal.

Gerçi bu tarihte Hacettepe Tıp merkezinde doçent ve profesör unvanları kullanılmadığından, yani ders listelerinde ve odalarında sadece Dr. yazdığından tam olarak kimin doçent olduğu kolay anlaşılamazdı. O tarihte doçent sayısı daha az da olabilir. Ama profesör sayısı kesinlikle yalnız yazılanlardı.  Diğer tüm bölüm başkanları bile uzman hekim. Temel Bilimler Yüksek Okulu Müdürü aslen mimar olan, ama sosyal Antopolog Dr. Bozkurt Güvenç çok önemli bir isim. Söylendiğine göre Birleşmiş Milletler tüm Asya kıtasından sorumlu, Hindistan’da oturacağı başkanlık vermiş, o ise Hacettepe yi tercih etmiş. Fakülte ve sağlık merkezinin kurucusu İhsan Doğramacı uzmanlığını tamamlayan bir çok çocuk hekimini ABD’ye başka alanlarda uzmanlık yapmak üzere göndermiş. Bunlar peyderpey  dönerek bölüm kurucusu olarak temel tıp bilimlerinde görev almış, ve alıyorlar. Bunlar arasında fizyolojiye Naci Bor, Orhan Andaç, Ethem Erdinç, biyokimya Pınar Özand ve Gönenç Ciliv, mikrobiyoloji Muaffak Akman ve Ekrem Gülmezoğlu, halk sağlığına Münevver Bertan, İsmail Topuzoğlu, biyoloji Altan Günalp’i sayabiliriz. Daha başka isimler de geldi, geçti. Bir kısmı tekrar ilk mesleklerine de döndü.

Hacettepe hastaneleri ( çocuk ve erişkinler) Türkiye’de büyük çığır açtı. Kalp ve damar, beyin ameliyatları başta olmak üzere bir çok ameliyatta ülkede öncü. Özellikle Aydın Aytaç, Mehmet Tekdoğan ve Yüksel Bozer kapalı ve açık kalp ameliyatlarını rutin hale getirdiler. Kalp kapak değişimi en büyük ameliyat! O tarihte henüz kalp değişimi ve by-pas ameliyatları dünyada bile çok az merkezde yapılabiliyor. Kardiyoloji de kuvvetli. Birçok alanda başta ABD olmak üzere yurt dışına gönderilenler dönmeye başlamıştı. Beyin ameliyatları sayısı da çığ gibi büyüdü, yaygınlaştı. 

Yılları arası sürekli yeni birimler kuruldu ve yeni kişiler atandı. Bir yandan da ek görevle ders vermek üzere Ankara Üniversitesinin hemen hemen tüm fakültelerinden aralarında hukukçu, siyaset bilimci, veteriner, sanat tarihçisi, kütüphaneci, fenci  bir çok profesörü görevlendirildi. Bunlar arasında Suud Kemal Yetkin, Rüçhan Arık, Bülent Nuri Esen, Orhan Düzgüneş, Süreyya Aybar, İlhan Arsel, Feyyaz Köklü …,  ilk akla gelenler. Bu arada yılında Profesörlüğe yükselmiş olarak A.Ü. Fen Fakültesinden Cemil Şenvar sürekli kadroya atandı ve Temel Bilimler Yüksek Okulu müdürü oldu. Bir yıl sonra da aynı şekilde fizikçi Numan Zengin kadrosu ile geldi. Eski başbakanlardan Fethi Okyar’ın oğlu Osman Okyar ve yanında bazı iktisatçılar bile tıp ve sağlık bilimleri fakültesine atandı. Her şey Ankara’da ODTÜ’den sonra 3. bir üniversite  olarak Hacettepe Üniversitesini kurmak üzere yıllar önce planlanmıştı.

Hacettepe henüz ayrı bir üniversite bile olmadan Erzurum’daki Atatürk Üniversitesine bağlı Tıp Fakültesi kuruluşunu da üstlenen Hacettepe, kısa sürede doçent ve profesör unvanı alınan bu üniversitenin sağladığı olanakları kullanarak yurt dışından getirdiği birçok doçent ve profesör unvanı olmayan meşhur bir çok uzman hekimin doçent ve profesör unvanı alması yasalar zorlanmadan kolaylıkla sağlandı. Böylece üniversite olmadan profesör ve doçent sayısı da çok yükselmiş oldu.

Başta Ankara Üniversitesi mensupları olmak üzere artık herkes Ankara’da yeni bir üniversitenin gerekli tüm alt yapısının hazırlanmakta olduğunu görmüştü. Tam bir üniversite gibi yapılanan merkezin üniversite adını alması yasal bir formalitenin yerine getirilmesine kalmıştı. Ankara Üniversitesinden ek görevle görevlendirilen profesörlerin büyük bir kısmı fakültelerini senatoda temsil eden profesörleri olduğundan A.Ü. Senatosundan ikinci bir üniversite kararının çıkması çok kolay oldu. Esasen her şey üniversite kurulmak özere planlandığından bir süre sadece Tıp ve Sağlık Merkezi olarak da anılan Hacettepe Tıp ve Sağlık Bilimleri Fakültesinin üniversite haline dönüşmesi hiç de zor olmadı.

Yılında 8 temmuzda üniversite olması formalitesini de yerine getiren sayılı yasası onaylanan Hacettepe Üniversitesi büyük bir törenle üniversite oluşunu kutladı. Yeni üniversitenin rektörlüğüne oybirliği ile önce A.Ü. Çocuk Sağlığı Merkezi, sonra A.Ü.Tıp ve Sağlık Bilimleri Fakültesi kurucusu, Ankara Üniversitesi eski rektörü, Hacettepe’nin banisi ve hamisi, her şeyi Prof. Dr. İhsan Doğramacı getirildi. Doğramacı yardımcılığına ise  Abdullah Kenanoğlu ile sonra rektör olan Yüksel Bozer’i getirdi. İlhan Kum’u da yeni üniversitenin genel sekreteri yaptı. Tıp Fakültesi yanında önce fen ve sosyal bilimler, kısa süre sonra da sosyal ve idari bilimler ile fen ve mühendislik fakülteleri olarak organize edilen fakülteler kuruldu.  Aynı yıl Eczacılık Fakültesi açılarak öğretime başladı. Ülkemizde ilk kez yüksek lisans ve doktora eğitimlerinin yapıldığı Mezuniyet Sonrası Eğitimi Fakültesi (MESEF) açıldı. Bu fakültenin dekanlığına Sağlık Bakanlığı eski müsteşarlarından Nusret Fişek atandı. Nusret Fişek aynı yıl ülkemizde ilk kez duyulan “Nüfus Etütleri Enstitüsü”nü de kurdu. 

Kısa bir süre sonra da Fen ve mühendislik fakültesi de fen, mühendislik ve kimya fakültesine dönüştürüldü. Bugün Tıp Fakültesi Patoloji anabilim dalı tarafından kullanılan 5. kattaki bir koridor biri kapanmış olan (YÖK ile de Kimya Fakültesi kapandı) altı fakülte doğurmuş oldu. Yılında Diş Hekimliği Yüksekokulu Fakülteye dönüştü.

Profesör İhsan Doğramacı küçük bir çocuk sağlığı enstitüsünden 9 yılda sadece yeni bir üniversite yaratmadı. Üniversitede bambaşka bir zihniyet değişikliğini de yarattı. Bir yandan daha üniversite olmadan Ankara Üniversitesine bağlı olduğu dönemde ülkemizde hiç de alışık olunmayan meslek uzmanı yetiştiren yeni bölümler açarken, bir yandan da daha fakültesi mevcut olmadan temel bilimler yüksek okuluna bağlı olarak kimya, biyoloji, psikoloji, sosyoloji, yabancı diller, felsefe gibi bölümler de açtı.

Yeni açılan bölümlerde öğretim görevlisi adı altında kurumsallaşan ve daha sonraki yıllarda yaygınlık kazanan unvanla doçent unvanına sahip olmayan gençlerin ve meslek uzmanlarının ders vermesi yolunu açtı. Bu tarihlerde klasik üniversitelerde doçent unvanı olmadan ders vermek imkansızdı. Bu satırların yazarı da daha yeni üniversiteden mezun olup, asistan kadrosunda görev yaparken hocalarının “ Sen yeni mezunsun, bilgilerin yenidir” telkini ile ders hocası bulunmayan dersleri tam sorumlulukla üstlendi ve belki de en başarılı derslerini bu safhada verdi. Ders hocaları atandıkça tekrar asli görevi olan asistanlığa döndüğü sırada bir burs bularak doktora yapmak üzere yurt dışına gitmese, ders hocası olarak sorumluluk üstlendikten sonra tekrar asistanlığa dönecekti.

Doğramacı’nın öncüsü olduğu diğer yenilikler arasında tıp mensupları arasında daha önem kazanan “tam gün” çalışma esasını getirmesidir. Bu çalışma sistemi sadece tıp mensupları için değil, tüm meslekler için uygulandı. Bu yıllar üniversite maaşı çok az olduğu için mesleklerine göre asistanlar bile bir ek iş yapmaya yönelirlerdi. Bu olmadığı takdirde başka bir kurumda görev alma, yeni açılan üniversite, akademi veya özel yüksek okullarda ek görev yaygın baş vurulan yollardı. Hacettepe daha üniversiteleşmeden atadığı tüm elemanlara “tam gün” çalışma karşılığında bir ek ücret ödemesi maddi imkanlar, hata ve sosyal haklar sağlamaya çalıştı.

Bu satırların yazarı yeni mezun genç asistan olarak kendisine tahsis edilen asistan lojmanında ücretsiz kaldığı ve bedava üç-dört öğün yeme imkanı bulduğu halde kendisine maaşının yarısı kadar da ekstra ödeme yapıldı. Bu ekstra ödemeler herkese ve her meslek mensubuna yapılmadığı gibi yapılan ödeme miktarı da kişiden kişiye değişik olur, bir başkası kimin ne kadar aldığını bilmezdi. Hastanede uzmanlık eğitimi alan asistanlar böyle bir ek ücret almadıkları gibi, lira kadar olan asistanlık maaşını bile almadan çalışırlardı. Hem de haftanın yarı gününü nöbette geçirerek. Özellikle çocuk asistanları gün aşırı nöbet tutarlar, yani sabah ’de çalışmaya başlarlar, ertesi gün akşama kadar görev yaparlardı. Bu yoğun nöbet sistemi halen değişmemiştir.

Doğramacı, en iyi memuru, en iyi aşçı, en iyi sekreter, en iyi hemşire, ve en iyi teknisyenleri seçerdi. Bunlara da bir yolunu bularak ek ücret verirdi. Yakınında çalışma imkanı bulan herkes kısa bir süre sonra Hoca Beyin büyük bir hayranı olurdu. Memur ve sekreterleri de kendisi ve doktorları gibi çok çalışırlardı. Çoğu çalışan için mesai mefhumunun yerini yapılacak işin tamamlanması almıştı. Bu nedenle gece de olsa her çalışan işinin başında olur ve bu işi gönüllü yapardı. Sınırlı sayıdaki çalışanlar aynı zamanda birçok işi birden üstlenir, amirinin takdirini, desteğini almağa çalışırdı. Emeğinin karşılığını alacağından da emin olurlardı.

Sayın Doğramacı bir yerde ifade ettiği gibi arşiv memurunu, kütüphanecisini, hukuk müşavirini, hastane müdürünü, özel kalem müdürünü, hemşiresini, matbaacısını, sekreterlerini profesör yapabilmiştir. Bugün Doğramacı’nın yakın çevresinde yer alıp yüksek unvan veya göreve ulaşamayan yoktur. Eğer hekim ve hoca iseniz bu yakınlığın karşılığı YÖK üyeliği, rektör veya dekanlık olarak ödenmiştir. Çoğu yakın çalışma arkadaşı tam bir sadakat örneği göstermiş, bir kısmı bir ara ayrılsa da tekrar nedametle dönüş yapmış ve sadece çok azı bu yakınlıktan uzaklaşmanın bedelini de ödeyerek uzak kalabilmiştir.

Doğramacı’nın en yakın çalışma arkadaşları memurlarının birçokları sonra meslektaşları olmuştur. En yakın memurları ise İsmail Abacığlu, İlhan Kum, Candemir Laçiner, Sabih Kayan, İlhan Tütüncü, Atilla Konaç, Erdoğan Duru, Ahmet Akgün, Nihat Baykan, Recep Bey, Kamil Yücetürk, Aslan Gündaş, Güneli Hanım, Esra Fındık, Necdet Yenerim, Atilla Yüzüak, Baki Keskin, Nilüfer Hanım, Ali Arslan, Adil Artukoğlu, Kubilay Torun, Hayri Bey, Nevzat Anarat, Ali Bey ve daha bir çok hanım ve beyler bulundukları görevlerden sonra ömürleri vefa edenler Doğramacı vakıflarında,  Meteksan, Dilek, Petek, Sisag, Tepe şirketleri ile YÖK de, daha sonra da Bilkent Üniversitesinde görev almışlardır. YÖK deki sekreteri Gülsün Baskan bugün aynı görevi profesör olarak sürdürmektedir. YÖK ve Hacettepe Üniversitesinde uzun yıllar genel sekreterlik yapan Atilla Konaç ise görevlerini kariyer yapmadan sürdürmüştür. Yukarıdaki isimler arasında sı profesör olmuş, yakın çevreden biraz uzaklaşmıştır. 

İlhan Kum üniversitenin ilk genel sekreterliği görevinden sonra kütüphanecilik bölümünü kurdu. Yerine personel müdürü İsmail Abacıoğlu genel sekreterliğe vekaleten atansa da ölünceye kadar personel müdürlüğünü sürdürdü. Sonra yerine Beytepe’nin kuruluş çalışmalarında hep Gürol Ataman’ın yanında yer alan Atilla Konaç Genel Sekreter atandı. Bu görevden YÖK genel sekreterliğine terfi eden A. Konaç, YÖK’ten emekli olduktan sonra tekrar Hacettepe genel sekreterliğine atandı. Diğerleri ya kariyer yaptı, ya da Doğramacı’nın yakınında hep kilit görev üstlendiler.

Öğretim üyelerinden Doğramacı’nın yakınında yer alanlar özellikle tıp kesiminden, Ankara Tıp Fakültesinden getirdiği eski tanıdıkları, yurtdışına gönderdikleri gençler, Kerküklü hemşehrileri ve Hacettepe’de kendini gösteren, başarılı ya da arkası güçlü kimselerdir. Zaman, zaman bazı tıp doktoru olmayan hocalar da yakın çevreye girebildi, ancak bunların sayısı sınırlıdır. Bir çırpıda akla gelen başlıca isimler: Doğan Karan, Yüksel Bozer, Ümit Saatçi, Abdullah Kenanoğlu, Mithat Çoruh, Altan Günalp, Servet Bilir, Ali Ertuğrul, Hüsnü Göksel, Atalay Yörükoğlu, Vural Bertan, Muhsin Saraçlar, Muaffak Akman, Tuğrul Pırnar, Pınar Özand, Rıdvan Özker, Hüsnü Kişnişçi Sevinç Oral gibi yaşlıcalar, Mehmet Haberal, Enver Hasanoğlu, Murat Tuncer, Ümit Akkoyunlu, gibi daha genç nesil temsilcileridir.

Tıp dışında ise ilk yıllar Bozkurt Güvenç, İlhan  ve Eren Kum, Osman Okyar ve Cemil Şenvar en yakınında yer aldı. Daha sonra Gürol Ataman sağ kolu olarak ölünceye kadar yanından ayrılmadı. Daha sonraki yıllarda ise Kamil Mutluer, Orhan Baysal, Mümin Köksoy gibi Hacettepeli, Tahsin Özgüç, Kemal Karhan, Uygur Tazebay, Turgut Akıntürk, Atilla Sezgin gibi YÖK üyeleri Mehmet Sağlam, Arif Çağlar, Kemal Gürüz gibi genç rektör ve sonra YÖK başkanları hep yakın çevresinde kaldılar.

Bunlar arasında Bozkurt Güvenç, Atlan Günalp ve bazı isimler zaman zaman ayrı düşseler de uzun süre yakınında kalabilmişlerdir. Nusret Fişek, Hüsnü Göksel, Atalay Yörükoğlu ve Emre Kongar ise bir zamanlar hocanın çok yakınında olsalar da sonrası yıllarda politik olarak ayrı düştüklerinden tekrar bir arada bulunmamışlardır. 

 

Merkez Kampusunda İlk Yıllar

 

Bu satırların yazarı Haziran ayında merkez kampusta tıp ve sağlık bilimleri fakültesinde göreve başladı. 3 Yıla yakın bir süre hastane içindeki asistanlar lojmanında kaldı. Bu dönemde ve Almanya’da doktorasını yapıp döndükten sonra da Tıp Fakültesi öğrencilerine genel kimya servis dersleri verdi. Hastanenin kimyasal ihtiyaçlarını karşılanmasında, özellikle radyoloji ve kardiyoloji bölümlerinin kullandığı röntgen filmleri otomatik banyo çözeltilerini ülkemizde ilk kez imal ederek Hacettepe hastanelerinde denedi ve yıllarca ihtiyaçlarını karşıladı. En son olarak Kayseri’deki görevinden tekrar döndükten sonra bile yılları arası dört yıl Tıp Fakültesi öğrencilerine genel kimya okuttu. Uzun yıllar yürüttüğü genel kimya anabilim dalı başkanlığı döneminde verilen tüm servis dersleri ile ilgili toplantılara katılması, bazı yıllar diğer bölümlere de bizzat ders vermesi nedenleri ile merkez kampusu da çok iyi tanıdığını sanmaktadır.

Kuruluş yıllarında çalışanlar kadar öğrenci sayısının da az olması nedeni ile tüm Hacettepe mensupları birbirini tanırdı. Öğrencilerin düzenledikleri gezilerle Çamkoru, Abant, Kırıkkale, Beynam Ormanı, Gölbaşı ve Elmadağ gibi yakın çevreye olmak üzere toplu geziler yapılırdı. Halen 50 yaş üzerindekiler bu gezileri hatırlayacaklardır.

Hacettepe merkez kampusta daracık mekanlarda, değişik branşlardan çalışan elemanlar arası diyalog çok iyi idi. Bu dönemde herkes birbirine sevgi ve saygı ile bakar, tüm sorunlarında birbirlerine destek olurlardı. İlk çalışanlar öğrenciler, öğretim mensupları arasındaki ilgi ve ilişki halen devam etmektedir.

Bugün ülke içinde ve dışında başarılı tıp hekimi ve bir çok meslek mensubu Hacettepe Üniversitesinin bu ilk yıllarının öğrencileridir. Diğerleri ise Hacettepe’de görev yapmış veya uzmanlık almışlardır. Örnek olarak yurt dışındaki başarıları ile gurur duyduğumuz Münci Kalayoğlu, sosyetenin gözdesi başarılı estetik cerrahlarımızdan Onur Erol gibi bir çok hekimimiz Hacettepe’nin ilk yılları asistanlarındandı. Halen başta Hacettepe’nin kuruluşunu yaptığı üniversiteler ve bunların özellikle tıp fakülteleri başta olmak üzere ülkemizin birçok üniversitesinde başarı ile görev yapan hekimlerimiz, hatta birçok üniversitenin rektörlüğünü ve dekanlığını yapan meşhur hekim ve öğretim üyelerinin çoğu bu yıllarda Hacettepe’de okuyan veya uzmanlığını alan kimselerdir.

Hacettepe’nin Prof. Doğramacı etrafındaki çok az sayıdaki daha kıdemli hocaları ise her yerde, her bölüm veya birimde görev yapabilirdi. Özellikle aslen çocuk hekimi olan Doğramacı’nın en yakınları idari kadronun her basamağında verilen görevi itirazsız yapardı. Bu kadronun bir kısmı daha başından başka bölüm ve birimleri oluşturmak için görevlendirilip, bir kısmı yurtdışına ( ABD’ye) bile gönderilmişti. Bunlardan en aykırı yere gönderilen ise Altan Günalp idi. Kendisi çocukçu olarak başlamasına rağmen, sonradan moleküler biyoloji yapmış ve biyoloji bölümünü kurmak için görevlendirilmişti. Dönüşünde biyoloji bölümünün çok büyüdüğünü gördü. O da bir süre bölüm başkanlığı yapsa da sonra klasik biyoloji yerine “Viroloji, Moleküler Biyoloji, Tıbbi Biyoloji” gibi adlar altında anabilim dallarını kurdu, sonra da bir yandan ÖSYM başkanlığını yaparken, bir yandan da bu bilim dallarındaki elemanları ile tıp fakültesi ve de çocuk hastanesi içine döndü.

Beslenme ve Diyetetik bölümü de Hacettepe’nin en eski bölümlerindendir. Doğramacı’nın bizzat kurduğu bölümün ilk hocaları Orhan Köksal, Ayşe Baysal ve Suna Baykandı. Sonra Ayşe Baysal ve Suna Baykan çok popüler oldular. Ancak DMO desteği ile TV lerde“mercimeğin nimetleri”ni programını sunması ile adı “Mercimekçi Ayşe Hoca’ya çıkan Ayşe Baysal sonradan “Sağlık Teknolojisi Yüksekokulu” olan bu bölümü asıl meşhur edendir. Ayşe hanımdan sonra Sevinç Yücecan  müdürlüğe getirildi. Ondan sonra iki dönem bu Yüksekokulun müdürlüğünü yapan ve fakülte olması için büyük çaba harcayan Perihan Aslan bölümün ilk mezunlarındandır. Aslan’ın yerine atanan Türkan Kutluay Merdol da 2. yıl mezunlarındandır. Okul mezunlarından olan son üç müdür bu mesleğin yurt içi kadar yurtdışı kuruluşlarla yaptıkarı projelerle ve  işbirliği ile bu alanın bilimsel yönde de gelişimine büyük katkılar sağlamışlardır.

 

Bir kısım çocuk hekimleri halk sağlığı, biyokimya, biyofizik, fizyoloji, mikrobiyoloji, deneysel tıp, eczacılık, ev ekonomisi ve çocuk gelişimi, tıbbi teknoloji gibi alanlarda görevlendirildi. Örnek olarak çocuk hekimi olan Şule Bilir Ev Ekonomisi bölümünü kurdu ve müdürlüğünü uzun yıllar yürüttü. Naci Bor Fizyoloji ve Deneysel Tıp birimini, Pınar Özand biyokimyayı kurdu. Rıdvan Özker Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon bölümü, ardından aynı adlı yüksek okulu kurdu ve yıllarca yönetti. Mithat Çoruh Mesleki Teknoloji Yüksekokulunu kurdu ve yönetti. Bazı hocalar asıl mesleğini düşünmeksizin her kurulan yeni birim, bölüm ve fakülte yönetiminde görev alırken, kimileri seçici davranıyordu.

Bazı elemanlar denenmek üzere de bir başka birime gönderilebilirdi. O işi başarı ile yerine getirenler daha üst bir görevle tekrar eski görevine döner, bir kısmı ise yerinden ayrılmak istemezdi. Bunların bir kısmı sonraki yıllarda tempoya ayak uyduramayarak Hacettepe’den ayrıldılar.

Kimi hocalar ise kendilerine kuruluşu verilen birimleri emekli oluncaya veya ölünceye  kadar büyüterek yönettiler.  Mesela Şeref Zileli genel iç hastalıklarını, Y. İzzet Barış göğüs hastalıklarını, Kaya Bey ve Hüsnü Kişnişci kadın doğumu, Coşkun Bekdik nükleer tıbbı, Namık Çevik çocuk onkolojisini, Burhan Say ve Şinasi Özsoylu çocuk hematolojisini, Yavuz Renda çocuk nörolojisini, Hasan Telater gastroentolojiyi, Yılmaz Sanaç genel Cerrahiyi, Akgün Hiçsönmez cocuk cerrahisini, Güler Gürsu estetik cerrahiyi, Doğan Remzi ürolojiyi, Nazmi Hoşal KBB’yi, Şevket Uğurlu Kardiyolojiyi, Rıdvan Özker fizik tedaviyi, Doğan Taner anatomiyi, Muharrem Köksal Patolojiyi, Ekrem Gülmezoğlu mikrobiyolojiyi, Naci Bor fizyolojiyi, İlhan Kerse histolojiyi, Aykut Erbengi beyin cerrahisi, Özdemir Bingöl ve Sevinç Akkaya dermatolojiyi, Behiç Tüzmen gözü, Abdullah Kenanoğlu radyolojiyi, kurdular ve yönettiler. Çok çalışkan ve çok iyi bir insan olan Şeref Zileli maalesef erken yıllarda mide kanseri oldu ve öldü. Radyoterapi bölümü kurucusu Mustafa Sipahi de ilk yıllarda kansere yenildi. Ortopedi bilim dalını Şükrü Bayındır kurmasına rağmen kısa süre sonra ayrılarak İzmir’e gidince bu birimi Nejat Tokgözoğlu büyüttü. Kemal Özkaragöz alerjide, Nurhan Avman beyin cerrahisinde kurucu oldular. Ancak Hacettepe’de çok uzun süre kalmadılar.

Şüphesiz bir çiçekle yaz gelmediği gibi, bir öğretim üyesi ile kuruluşu başlatılsa bile bu gelişmeler bölümleri kuran kişilerle sınırlı kalmamıştır. Kadın Doğumda Hüsnü Kişnişçi, Mithat Erdoğan, Kemal Üstay, Eflatun Gökşin, Muammer Alpay, kalp ve damar cerrahisinde Mehmet Tekdoğan, Yüksel Bozer, Aydın Aytaç, Coşkun İkizler, bunların yetiştirdikleri Ünsal Ersoy, İlhan Paşaoğlu, Yurdakul Yurdakul, Erkmen Böke, Özdemir Demir, kardiyolojide Şevket Uğurlu, Sevinç Oral, Erdem Oram, Neşet Aytan, ürolojide Doğan Remzi’nin yetiştirdiği Sezer Kendi, Mehmet Bakkaloğlu, Cevat Koçal, KBB de Nazmi Hoşal’ın yetiştirdiği Sefa Kaya, Erol Belgin, Can Özşahinoğlu, Bülent Gürsel, Kıvanç Ayaz, Ergin Turan ve bugün de görev yapan genç kadro, radyolojide Abdullah Kenanoğlu, Abuzer Belirgen ve özellikle ülkemize ilk bilgisayarlı tomografiyi de getiren üniversitenin 3. rektörü Tuğrul Pırnar, ortopedide Şükrü Bayındır’dan sonra Nejat Tokgözoğlu, Orhan Göğüş ve bunların yetiştirdikleri bugünkü kadro, göğüste İzzet Barış ve yetiştirdiği Mustafa Artvinli, Mustafa Özesmi ve diğer kadro, psikiyatride Doğan Karan, Orhan ve Mualla Öztürk ve Leyla Zileli, nörolojide Orhan Kalabay, Turgut Zileli, genel cerrahide Yılmaz Sanaç, Nevzat Bilgin ve Esat Hersek, plastik cerrahide Güler Gürsu, sonraları Onur Erol, gastroentolojide Hasan Telater gibi başarılı hekimler ve diğer birçokları Hacettepe hastanelerinin ününü ülkemiz dışına  taşıdılar.

Hacettepe temel tıp bilimlerinde de büyük devrim yaptı ve yetiştirdiği elemanlar tüm ülkemiz üniversitelerine dağıldı. Üniversitenin ilk profesörlerinden Muharrem Köksal ve daha sonra katılanlar Turan Kutkam, Behzan Önal, Bedri Uzunalimoğlu, Türkan Küçükali ve Şevket Ruacan patolojiyi, Şükrü Kaymakçalan ve sonra Oğuz Kayaalp, Mustafa İlhan, Rüştü Onur, Meral Tuncer farmakolojiyi, Pınar Özand, sonra Nail Payza ve Gönenç Ciliv, Ferhan Tezcan biyokimyayı, İlhan Kerse histolojiyi, Muaffak Akman, Ekrem Gülmezoğlu ve sonraları Melahat Okuyan, Ayfer Günalp, Şemsettin Ustaçelebi mikrobiyolojiyi, Nuri Sağıroğlu sitolojiyi, Coşkun Bekdik nükleer tıbbı, Altan Günalp tıbbı biyolojiyi geliştirdiler ve yetiştirdikleri elemanları ülke sathına yaydılar. Tıbbi ve cerrahi araştırmaları destekleyen deney hayvanları yetiştirmesini ise mütevazi ve çalışkan beyefendiliğiyle gece gündüz çalışmadan yılmayan ve erken vefat eden veteriner hekim Nail Odabaşıoğlu sağladı.

Daha nice yurt dışındayken Doğramacı tarafından getirilen veya yurt dışına  gönderilip yeni bilgilerle tekrar kurumuna dönen başarılı, çalışkan, iyi niyetli elemanlar bölümlerinin ve Hacettepe’nin ileriye, daha iyiye daha ileriye gitmesinde görev üstlenmişlerdir.

Hacettepe’yi özellikle çocuk hastanesi ve bunun başarılı kadrosu ülkemizde bir numara yaptı. İsimleri burada tek, tek sayılamayacak kadar çok başarılı çocuk hekimi bir yandan başarılı tedavileri ile, bir yandan da yetiştirerek ülkemizin dört bir yanına gönderdikleri başarılı çocuk hekimleri ile ülkemizde çocuk hekimliğinin öncüsü oldular. İlk akla gelen isimlerden bir kaçı mutlaka Hacettepe tarihinde anılmalıdır. Kendisi de çocuk hekimi olan sayın Doğramacı bu çocuk hekimlerini yakın mesai arkadaşları olmaları dışında aile mensubu gibi gördü. Burhan Say, Şinasi Özsoylu, İzzet Berker, Ali Ertuğrul, Ümit Saatçi, Tahsin Tuncalı, Muhsin Saraçlar, Kemal Özkaragöz, Kalbiye Yalaz, Yavuz Renda, Güler Kanra, Çiğdem Altay, Nihat Bilginturan, gibi birinci nesil ve bunların yetiştirdikleri birçok başarılı çocuk hekimi ülkemizin bir çok üniversitesine dağılan, aynı sistemle ve ciddiyetle  rektör ve dekan olarak da görev yapan Hacettepeliler unutulamaz izler bıraktılar. 

Bu yıllarda Hacettepe’nin  her branştan teknik ve idari kadrosunu da en iyilerini bularak bizzat Doğramacı’nın oluşturduğu söylenir. Hacettepe ve Beytepe’nin projelerini çizen ve sonraları Dilek ve Petek şirketlerinde görev alan mimar Sabih Kayan ve Gündoğdu Akkor, inşaat mühendisleri İlhan Tütüncü, Şadi Tamer ve Tancı Onarcan inşaatlardan sorumlu idiler. Hastane müdürü Aslan Gündaş eski bir askerdi. Çakı gibi sabahları hastanenin her tarafını dolaşırdı. İsmail Abacıoğlu personel müdürü, Recep Yalçın döner sermaye müdürü, Kamil Yücetürk yazı işleri müdürü, Şerafettin Arısoy muhasebe müdürü, Atilla Yüzüak akredidif ve dış alımlar şefi, Kubilay Torun önce hastane müdür yardımcısı ve sonra satın alma müdürü, Atilla Konaç önce bütçe şefi, sonra bütçe dairesi başkanı, genel sekreter yardımcısı ve genel sekreteri (sonra da YÖK genel sekreteri), Erdoğan Duru destek hizmetleri şefi ve sonra dernek başkanı, yardımcısı Baki Keskin ve daha birçokları..

Hacettepe hastanelerinin teknik destek ve laboratuar hizmetlerini yerine getirmek üzere deneyimli elemanlar daha çok askerlikte Kore  savaşında görevi sırasında ABD li uzmanlardan  öğrenen ve ABD ne gönderilerek eğitim alarak yeni alet tekniklerini öğrenen astsubayları Hacettepe’ye alınmış. Bunlar arasında Ali Arslan akciğer ve kalp pompasını çalıştırdığı gibi EKG; EMG gibi aletleri de çalıştırıyordu. Bu teknikleri başkalarına da öğrettikten sonra kendisinin tıbbı teknoloji okuması istendi. O bölümden mezun olduktan sonra da elektronik kontrollü tıbbı aletleri öğreneceği eğitim için ABD’ye gönderildi. Yine emekli astsubay Saip Sezen ve bir başka astsubay emeklisi radyolojide, Haşim Ocak “multidisiplin laboratuarında”, Necdet Yenerim tıbbi alet tamir ve bakım merkezinde istihdam edilen bu astsubaylardan anılarda kalan isimler. Aşçı ve şef garsonlar da seçme, işinin ehli, alanının en iyisi kimselerdi. Haşim Beyin yetiştirdiği ve sonra Hacettepe Türk sanat müziği korosunu yöneticisi Gültekin Aydoğdu ve Ahmet Bey yıllarca multidisiplin laboratuarını yürüttüler.

Sayın Doğramacı hemşire yetiştirilmesine ayrı bir önem verirdi. Hacettepe’nin ilk yıllarında farkları taktıkları keplerle anlaşılan üç tip hemşirelik okulu ve üç tip hemşire vardı.  Her üç tip hemşireler de hastanelerde görev yapıyordu. O yıllarda toplumda hemşire adı pek iyi anılmaz, hemşire mesleği de saygınlığı düşük düzeyde görülürdü. 4 Yıllık yüksek hemşirelik eğitiminin Ankara’da da başlaması ve sayın Doğramacı’nın kızını bizzat bu bölüme kaydetmesi ve de kendisinin özel ilgisi ile meslek çok itibar kazandı. Doğramacı Eren ve Nebehat Kum (Büyükdetay)gibi iki akraba hanıma bu bölümü ve ardından hemşirelik yüksekokuluna dönüşen eğitim kurumunu ciddi çabalarla kurmaları mesleğe ilgiyi artırdı ve zaman içerisinde hemşirelerin toplum içindeki saygınlığı da çok yükseldi.

Kısa süre sonra ilk okul eğitimi üzerine kısa süreli kurslarla yetiştirilen ebe ve hemşirelik, ardından ortaokul üzerine 4 yıllık bir eğitim veren hemşire koleji programları kapatıldı. Kolej eğitimi gören hemşirelik öğrencileri hastane içinde bekar doktorların bir kat üstünde kalırlardı. Bu nedenle doktorlara daha yakın davranan, onlardan biri ile evlenerek iyi bir hayatı garantilemeye çalışan hemşireler daha çok bu kolejde eğitim alanlardı.

Yataklı sağlık kurumlarında tedavinin hekim kadar önemli bir öğesi de hemşire olmasına rağmen ülkemizde bu meslek mensuplarının yetişmesine ve istihdamına yeterli önem verilmemişti. Hacettepe hemşireliğin eğitimi ve kalitesinin yükseltilmesinde öncü oldu. Nitelik yükselince mesleğe talep de mesleğin saygınlığı da yükseldi. Zamanla hemşireliğin de hekimlik kadar önemli bir görev olduğu Türk Halkı tarafından da iyice anlaşılmasında Hacettepe de eğitim alan ve yüksek hemşire olarak anılan hemşirelerin büyük payı oldu. Özellikle daha sonraki yıllarda Sağlık Bakanlığında 2 yıl süre ile görev yapan bu okul mezunu prof. Saadet Ülker hemşirelik eğitiminin kalitesini yükseltmek için büyük çaba harcadı. Kısa eğitim süreli hemşire ve ebe yetiştiren sağlık okullarını kapattırarak tüm hemşirelerin yüksek öğrenimli olmasında etkili oldu. Mesleğin kalitesinin yükselmesi, saygınlığının artması yönünde yazıları ve konferansları etkili oldu.

Hacettepe hastanelerinin Türkiye’de ve komşu ülkelerde çok tercih edilmesinin en önemli nedenlerinden biri de yatan hastaların gördüğü yakın ilgi ve tedavi hizmetlerinin titizlikle izlenmesidir. Hastaneye en basit bir tedavi amacıyla bile yatan hasta ile çok yakından ilgilenilir, servis şefi doktorun başkanlığında tüm asistan ve stajyer öğrenciler günde en az iki kez vizit yapar, hastanın tedavi seyri incelenir, servis nöbetçi doktoruna ve hemşirelere hastaların gereken tedavi ve izleme programları verilirdi. Hemşireler rutin olarak hataların ateş ve nabızlarını ölçer, ilaçlarını verirlerdi. Hastanın hiç şikayeti olmasa bile mutlaka hemşireler tarafından ziyaret edilirdi. Diğer bir ifade ile ülkemizde hiçbir hastanede görülmeyen hasta bakımı gerçekleştirilirdi. Hasta başına hemşire sayısı en yüksek olan hastane idi. Başarılı hemşirelik hizmeti verilmesi de hemşirelere saygınlık kazandırmada önemli etken oldu.

Hacettepe Tıp Fakültesi ülkemiz tıp eğitimine çok değişik yaklaştı. Klinik eğitimde bizzat hasta başı eğitim kadar temel tıp eğitiminde de başta kimya olmak üzere  çok yoğun ve iki yıl süren temel fen bilimleri eğitimine ağırlık verildi. Klasik üniversitelerdeki bir yıllık FKB (Fizik, Kimya Biyoloji) eğitimi yerine iki yıllık temel bilimler yüksek okulu eğitimi benimsendi. Bu sistemde bir yandan 4 ayrı kimya dersi olmak üzere yoğun kimya, fizik, biyoloji gibi fen dersleri verilirken, bir yandan da sosyal bilimler ve yabancı dil dersleri ile  tam anlamı ile ön lisans eğitimi verildi. Hatta 2 yıllık eğitim sonrası tıp eğitimi yapmadan ayrılanlara ön lisans diploması bile verilebiliyordu. Bu dönemde belge alanlar bile çok olurdu.

Temel bilimler eğitiminden sonra biyokimya, biyofizik, tıbbi biyoloji, biyo-istatistik, anatomi, fizyoloji, mikrobiyoloji, farmakoloji, patoloji derslerinin yoğun verildiği klinik öncesi dönem eğitimi de çok yoğun bir programa sahipti. Tıp öğrencileri Pınar Özand’ın verdiği kuvantum ağırlıklı biyokimya dersi ile, zilli kadavra başı anatomi sınavı farmakoloji sınavları tıp öğrencilerin korkulu rüyaları idi. Bu yoğun eğitimi başararak kliniğe başlayan tıp hekimi adayları bir hekim kadar, bir araştırıcı olarak yetişiyordu. Bu eğitimleri ile yurt dışında, özellikle ABD’de çok kolay bir çalışma, uzmanlık ve staj yeri bulabiliyorlardı. Bu şekilde özellikle ABD’ye giderek uzmanlık yapan, hatta orada dünyaca meşhur hastanelerde sürekli iş bulan çok Hacettepe mezunu hekim vardır. Ülkemiz taşra üniversiteleri ile Marmara ve Dokuzeylül Üniversitelerinde de Hacettepe mezunu başarılı ve meşhur çok hekim görebilirsiniz.

 

 

 

 

Hipokrat Hekimleri

 

İlk yıllarda Hacettepe’de çalışan hiçbir hekimin muayenehanesi yoktu. Bugünkü gibi döner sermaye ücretleri de yüksek değildi. Gerçi Doğramacı özel örtülü ödeneğinden uzman hekim, öğretim görevlisi ve öğretim üyelerine maaşları kadar ekstra bir ödeme yapıyordu. Bu ödemenin miktarı tam da maaşına eşit olmadığı gibi, yazılı olmasa da herkesin bildiği, kuruma katılmalarında kişilerin pozisyonlarına göre belirlenen bir meblağ eline geçecek şekilde maaşı ile aradaki fark her ay kendisine ödeniyordu. Örnek olarak yurt içinde doktora yapan veya uzmanlığını alan sıradan bir öğretim görevlisinin eline geçen meblağ TL olacak şekilde devlet maaşına eklenirdi. Maaşı TL olan kıdemli biri için ek kısım TL de kalırken kıdemsiz ve yeni memuriyete başlayanın maaşı TL ve kendisine özel ödenek olarak TL ödenirdi. Yurt dışında doktorasını yapan, biraz sıra üstü özelliği olan öğretim görevlisi için eline geçen toplam meblağ TL, çok özel biri veya doçent, profesör için TL kadardı. Meslekler arası fark dış piyasadaki iş ve gelir durumu dikkate alınarak belirlenirdi. Hekimler ve kimyacılar aynı grupta düşünülürdü. Asistanlardan çok azı bu özel ödemeden yararlanırdı. Kimya asistanlarına TL kadar özel ödeme yapılırdı.

Bu özel ödemeler yıllarca devam etti. Bir ara hekimler için tam gün yasası uyarınca sağlık personeline özel ödemeler uygulandı. Yılından sonra bu ödemelere zam yapılmadan devam etti. Maaşlar enflasyonların etkisi ile yükseldiği halde özel ödemeler yükselmedi. yılında bu ödemenin bağıl miktarı ve maaşa oranı o kadar azalmıştı ki, hiç kimse kesildiğine üzülmedi. Ancak hiçbir hekim kendinin çok çalıştığı veya herkesin yapamadığı ameliyatı kendisi yapabildiğini düşünerek aldığı maaşı azımsamazdı. O yıllarda Türkiye genelinde ve çoğu üniversitemizde bugünkü anlamda öyle araştırma geliştirme çalışmaları yapılmadığı halde Hacettepe’de araştırma yapanlar daha çoğunluktaydı. Özellikle alt yapısı kısmen iyi olan çocuk hastanesi kliniklerinde başarılı araştırmalar yapıldığı söylenirdi. Araştırma yapan da yapmayan da hastaları ile olağanüstü yakınlıkla ilgilenirdi. Mesai diye bir kavram bile yoktu. Her hekim, asistan olsun, uzman olsun, doçent veya profesör olsun, hastasına yardımcı olmaya çalışırdı. Hasta ile para konuşulmaz, hele hekimler para ile hiç ilgilenmezdi.

Hastane içindeki asistan lojmanında kaldığımdan asistanların ve tüm hekimlerin hastaları ile nasıl yakından ilgilendiklerine çok tanık oldum. Hacettepe adı tüm Anadolu’da meşhur olduğundan şimdiki gibi o yıllarda da problemli hastalar Hacettepe hastanesine sevk edilirdi. Kayseri’den gelen hastalar sanki hekimmişim gibi beni bulurlar, ben de hekim olmadığımı söyleyerek kimilerini tanıdığım asistanlar üzerinden ilgili servislere götürdüm. Gelen hastaların büyük çoğunluğu sosyal güvenliği olmayan gariban hastalardı. Çoğunun muayene parası ve ucuz ilaca yetebilecek para dışında paraları da yoktu. Buna rağmen hekimler kendilerine gelen hastalarla sonuna kadar ilgilenirler, tedavilerine uğraşırlardı. Parası olmadığı nedeniyle tedavisiz göndermezlerdi. Bu günlere ait çok sayıda örnek tedaviden beş ilginç anıyı aktarmak istiyorum.

Bir gün yine Kayseri’den gönderilen 70 yaşlarında Gaziler köyünden “Küçük Ahmet Ağa” diye bilinen kimsesiz, fakir gariban bir hasta geldi. Dudağındaki iyileşmeyen küçük bir yarayı plastik cerrahi hocası Güler Gürsu gördü. Tetkikten sonra kanser olduğunu ve derhal ameliyat olması gerektiğini, ameliyatı bizzat yapacağını söyledi. Hastaya söylendiğinde parasının olmadığını, olan parasını da muayene için yatırdığını söyledi. Güler Hanım paranın değil, ameliyatın önemli olduğunu söyledi ve ameliyatı yaptı. Ameliyat sonunda dudağı küçülmüştü. Ama ameliyat oldukça başarılı idi. Tedaviyi tamamladı ve Güler Hanım ilaçlarını da verdi. Başarılı ameliyattan sonra Ahmet Ağa 15 yıl daha yaşadı ve doktorunun sağlığına dua etti.

Kayserili bir inşaat işçisi çocuğu olmadığından şikayetle eşini Hacettepe hastanesine getirmişti. Bu klinikte çok mütevazı ve biraz da gariban görünümlü, uzmanlığını yeni tamamlayan Mümin Bey eşini muayene ettikten sonra işçiyi de muayene edeceğini ve sperm sayımı yapmak istediğini söyledi. İşçi “Doktor Bey benim değil, hanımın çocuğu olmuyor, kısır olan o!” dedi. Doktor ise çocuğun iki kişi tarafından yapıldığını ve ikisinden de kaynaklanabileceğini söyledikten sonra sperm sayımını yaptı. Gerekli tedavi programını verdi. O tarihte çocuk olmamasından genellikle bayan sorumlu tutulurdu. Tedaviden sonra çiftin 4 çocuğu oldu. 

Yine Kayseri’nin bir köyünden İzzet Ağa isimli bir cilt kanseri Hacettepe’ye sevk edilmişti. Cildiyeciler hastayı radyo terapi uzmanı Mustafa Sipahi’ye gönderdi. Mustafa Bey hastayı tedaviye aldı. Çok fakir ve kimsesiz olduğunu öğrendikten sonra bir yerlerden de yardım bularak tedavisine ücretsiz devam etti ve hastanın yaraları kuruyuncaya kadar hasta, Altındağ’da oturan köylüleri inşaat işçilerinin kulübesinde kalarak terapi programına göre hastaneye gelen hastanın tedavisini tamamladı.

Kayseri’den gelen topal ve 60 yaşında bir hasta ortopedi polikliniğinde Nejat Tokgözoğlu tarafından muayene edildi. Hastanın femur başının erimiş olduğunu, ameliyatla oraya platin takılması gerektiğini söyledi. Ameliyat sonrası koltuk değneğini atabilecekti. Hastanın platin tel parasını ödemek bir yana, karnını doyurmaktan aciz olduğunu öğrendikten sonra “Ben bu hastayı tedavi etmeden gönderemem, ben bir araştırayım ve senin de yardımınla platin parasını bulalım” dedi. Ertesi gün Kızılay başkanı ile görüştüğünü ve Kızılay’ın platini satın alacağını sevinçle söyledi. Hazırladığı evrakı Kızılay’a götürülmek üzere verdi. Büyük bir özveri ile ameliyatla platini taktı. Hasta 80 yaşına kadar baston bile kullanmadan ve şikâyeti olmadan Nejat beye dua ederek yaşadı.  

Üniversite öğrencisi bir genç ayağındaki ortopedik arıza nedeniyle gittikçe yürüyemez olmuş, tedavi için gittiği Almanya’nın ortopedisi ile ünlü bir üniversitesi bile riskli ve yararlı olmadığını düşünerek ameliyat düşünmemişlerdi. Morali iyice bozulan genç ve aile tavsiyemiz üzerine Hacettepe’ye geldi. Nejat Bey uzun tetkiklerden ve Almanya’daki tetkik sonuçlarını inceledikten sonra ameliyat riskinin farkında olarak cesaretle alışılanın dışında başka birbiri ardından bir seri ameliyat düşündü. Bu teklifini paylaşacak bir başkasından da destek istemişti. Hastanın bu halinde üniversite öğrenimini bile yarıda bırakmayı düşündüğünü, yürümesinin her geçen gün daha zorlaştığını göz önüne alınarak kendisine olumlu destek verildi. Yatağında bile yapacağı ameliyatı düşündüğünü söyleyerek bu riskli ameliyatı yaptı. İki ameliyat sonrası hastalığın ilerlemesi durduğu gibi hastanın yürümesi, bunun sonucunda psikolojisi de düzeldi. Hasta öğrenimini tamamladı. Yıllardır bir problemsiz başarıyla mesleğini sürdürmektedir.

Yüzlerce örnekten son bir örnek daha vererek konuyu kapatalım. Yine Kayseri’nin bir köyünden bir baba üç çocuğunu alarak Hacettepe Çocuk Hastanesine geldi. Muayeneden sonra üç kardeşin de aslında cinsel organlarının gelişmediğini ve de gelişemeyeceği anlaşılmıştı. Münci Kalayoğlu büyük kardeşe kemikten bir penis, diğer küçük kardeşlere vajen takma ameliyatı ile aileyi rahatlattı.

li yıllarda göğüs hastalıkları ABD başkanı Prof. Dr. İzzet Barış, Nevşehir ve Ürgüp yöresinden kendisine gelen hastalarda ortak bir bulguya ulaşmış, bu yöreye özgü hastalığın bir tür göğüs kanseri olduğunu saptamıştı. Kansere neden olan etkiyi araştırmak üzere bu hastalığın görüldüğü köylerden topladığı içme sularını ve hastalık sonucu ölenlerin akciğer doku parçalarını kimya bölümüne getirdi. Sularda kansere neden olabilecek nikel, arsenik ve krom gibi elementlerin aşırısına rastlanmadı. Göğüs dokularında ise kalsiyum yanında aşırı silisyum dikkati çekti. Magnezyum, kalsiyum, silisyum, alüminyum oranları çevreden toplanan kaya, sokak tozu, sıva maddesi, kerpiç gibi örneklerle karşılaştırıldığında kaya ve sokak tozundaki  bu elementlerin oranları ile göğüs dokusundaki oranlarının aynı olduğu görüldü. İzzet Hoca’nın örnekleri mineraloji bilgisi ve görüntüleme imkanları daha iyi olan yer bilimleri enstitüsüne gönderildi. Gürol Ataman yaptığı incelemede kansere neden olan silikat iğneciklerini hem ölü akciğer dokusunda, hem de çevre örneklerinde tereddüde yer bırakmayacak şekilde görüntüledi. Esasen mesleğinde çok başarılı olan Prof. Barış bu buluşla “silikosis” denen bir tür akciğer kanserini tıp dünyasına tanıttı ve dünya çapında üne kavuştu. 

Bu çalışmalardan bağımsız kendisine götürülen ve ateşi bir türlü düşürülemeyen, buna karşılık tüm tetkiklere rağmen teşhis konulamayan bir yakınımızı tedavi için gece gündüz uğraştı. Tüm çabasına rağmen teşhis konulamayınca bu kez “tedaviden teşhise” gitmeyi denedi ve tedaviyi başarı ile gerçekleştirdi. Diğer bir ifade ile Hacettepe’de o yıllar görev yapan bir çok hekim gibi, “Hastayı nasıl sağlığa kavuşturabilirim?” sorusuna yanıt aramayı asli amaç ve görev saymıştı.

Yukarıdaki olayların, tedavi ve ameliyatların hiç birinde bu tedaviler karşılığında “bıçak parası”, “özel doktor seçme” “mesai dışı muayene ücreti” gibi hiçbir ek ücret ve para talebi söz konusu bile olmadı. Hatta tedavi ücretini bulamayan hasta için gerektiğinde kurum dışı kaynaktan para bulma dahil her kolaylık sağlanmış, paranın sözü bile olmamış, gerçek hekimlik gösterilmiştir. 

Hacettepe Tıp Fakültesi koruyucu hekimlik ve halkın sağlığına da büyük önem vermiştir. Eski Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Nusret Fişek yeni bir anlayışla “toplum hekimliği” “halk sağlığı”, “aile hekimliği” “ sağlık ocağı hekimliği” gibi değişen adlar altında hekimlik, özellikle koruyucu hekimlik hizmetlerini halkın ayağına götürmede öncülük etmiştir. Etrafına topladığı fedakar hekimlerle parayı düşünmeden, halka hizmet, koruyucu hekimlik yolunu açmıştır. Gerçek Hipokrat hekimlerinin yetişmesinde, nüfus etütleri ve aile planlamasının yaygınlaştırılmasında Nusret Fişek ve ekibinin hizmetleri unutulamaz. Ömründe köyü görmeyen sosyetik hekim adayları bile eğitim sürelerinin bir kısmını köylerde sağlık ocaklarında geçirdikten sonra hekim olmalarına izin verilmiştir. Etimesgut Sağlık Eğitimi merkezinde başlatılan bu uygulama daha sonra Çubuk ve çevresine genişletildi. Çubuk köylerindeki hizmetleri ilk mezunların anılarında önemli bir yer tutar. Hacettepe’nin en eski enstitülerinden Toplum ve Halk Sağlığı Enstitüsü halen devam etmekte olup,  Nusret Fişek sonrası dönemlerde Münevver Bertan, Hikmet Pekcan, Sabahat Tezcan ve Nazmi Bilir bu enstitüyü yönettiler. Bu alanda da Hacettepe diğer tıp fakültelerine iyi bir örnek oluşturmuştur. Özellikle Hacettepe’nin kuruluşunu yaptığı üniversitelerde başarılı hizmetler devam etmiştir. Örnek olarak Kayseri’de bayrağı Yusuf Öztürk taşıdı.

 

Hacettepe’nin Mekânsal ve Kurumsal Olarak Büyümesi

 

Hacettepe daha fakülte ve üniversite olmadan, çocuk sağlığı merkezi ve hastanesi olarak eski Ankara’nın merkezinde bugünkü çocuk hastanesinin yerinde küçük bir binada faaliyete geçtiğinde herhalde bu gelişim çizgisini sayın Doğramacı görebilmiştir.

Hastanenin ilk yerini ve halini eski Ankara’yı bilenlerin hatırlayacağını sanıyorum. Hem eski Ankara’nın merkezinde bir yerde, hem de yoğun yerleşim olan Ankara’nın tanınmış kabadayılarının oturduğu semte. O yıllar ülkenin tanınmış futbol takımlarından Hacettepe Spor da bu mahallede. Mahallenin alt köşesinde, demir yoluna yakın küçük bir bina.  O tarihte Ankara köylerinden gelen kamyon ve otobüslerin durak yeri bu binanın karşısı. Öğle vakti binanın karşısında koyun ve hayvanlar otlardı. Ankara Numune Hastanesi ile Samanpazarı arası boş alandı. Hastanenin bir yanı eski yerleşim yeri, diğer yanı ise Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesine ait boş arazi idi. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi binasının temeli atılmış, ama çok yavaş yürüyen bir inşaat, çocuk hastanesi ise Tıp Fakültesine ait parselin dışındaki Hacettepe Parkına doğru küçük bir uzantısında iki katlı mütevazı bir bina.

 Binayı gören “hatalı yere yapılmış” sanır. Genişleme ve büyüme şansı hiç yok gibi. Samanpazarı’na doğru yapılsa zaten arsa ve hastane A.Ü. Tıp fakültesine ait olduğundan “ek bina yapılabilir,  genişleyebilir” diye düşünülür. Ancak binanın yapıldığı yerde bir genişleme alanı yok ve insanın aklına parka doğru genişleyeceği, parkı yok ettikten sonra da kısa zamanda ayrık otu gibi hem de oturanları netameli külhanbeyi olan mahalleyi kaplayacağı ve insanları yerinden ederek genişleyeceği hiç akla hayale gelmezdi. Ama Doğramacı bunu yıllar önce düşünmüş, planlamış ve planını da günü gününe uygulamış. Bu uygulama ve planlarına ömrünü bu kurumda tüketen, o tarihte kimsenin bilmediği ve önemsemediği sıradan bir asistan olan bu satırların yazarı da kısmen tanık olmuş. Bu tanıklıklardan ikisini hemen aklındayken yazmalı.

Yeni asistan bir cumartesi akşamüzeri kütüphane üzerindeki yarı ev gibi kullandığı bürosundan indi, yemeğe henüz vakit vardı. Etrafına bakınarak aheste bir şekilde hastane girişine doğru yürürken birden Doğramacı ile karşılaştı. Doğramacı doğrudan konuya girdi. “Bu mahalle şehrin içinde ama binalar çok kötü, evler sağlıksız. Buraya yeni binalar yapılsa ve mahalle güzelleşse, burada oturanlara da şehir dışında sağlıklı binalar yapılarak oraya taşınsalar, iyi olur değil mi?” sorusunu yöneltti. Asistan önce etrafına bakındı, başka kimse yoktu. Demek ki koskoca Doğramacı yeni bir asistana soruyordu. Asistan üzerindeki şaşkınlığı atamadan “Ama bunlar burada oturuyor evlerini bırakıp gitmezler” diyebildi. Bu cevap üzerine Doğramacı devam etti. “ Bu kötü sağlıksız evlerinin yerine bunlara güzel evler verilse, yeni evlere taşınırlar, daha güzel evde, başka bir semtte yine bir arada yaşarlarsa onlar için de daha iyi olmaz mı? “ diye kafasından geçenleri ifade ettikten sonra yoluna devam etti.

 İki yıl sonra yıkılan eski evlerin yerinde yeni binalar yükselmeğe başladı. Yine bir hafta sonu, akşamüzeri, yine aynı yol boyunca yürürken, sayın Doğramacı bugünkü amfi tiyatronun yerini göstererek buraya bir tören yeri yapılsa nasıl olacağını soruyordu. Daha doğrusu kafasında bu günkü planları yapmış, yerinde düşünmüş, karşısına ilk çıkan kişiye kararını teyit ettirmek ister gibi bir hali vardı. Sorduğu kişinin kim olduğu ise hiç önemli değildi. Kendisine “Bu mahallede çoğu bakımsız, yıkılmak üzere çok cami var. Bu evler boşaltılınca camiler ne olacak?” sorusu yöneltildiğinde ise “Tarihi eserleri de ortaya çıkarır, restore eder ve koruruz” cevabını vermişti.

Sayın İhsan Doğramacı yılı Üniversite açılış töreni sonrası bir arkadaşın Hacettepe tarihini yazan hocamız diye söz etmesi üzerine Hacettepe’nin ve YÖK’ün kuruluş hikayelerini özel olarak aşağıdaki şekilde anlattı. “ Yılında doçent oldum ve fakülte kuruluna doçent temsilcisi olarak katıldım. O tarihteki Üniversite yasasına göre fakülte kuruluna profesörler yanında iki de doçent temsilcisi seçilirdi. Doçentler kurulda kürsü profesörlerinin yanında oturur ve hocasının işareti doğrultusunda oy kullanır, onun görüşleri ve düşünceleri dışında bir beyanda bulunmazlardı. Ben doçent temsilcisi olarak kurula girince kürsü başkanımdan uzak bir yere oturmam ve onun görüşleri dışında  ve ondan izin almadan konuşmam yadırgandı. Ama o tarihteki dekanın da hoşuna gitti. İşte daha o tarihte Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi içerisinde çocuk hastalıkları kürsüsü dışında çocuk sağlığı Enstitüsünü kurmayı kafama koydum.

Ankara’nın zengin semtlerinden Kavaklıdere’de açtığım muayenehanemde çoğu hastamı ücretsiz muayene ettim. Birçoklarına bedava ilaç verdim. Muayenehanem çok ziyaret ediliyor, gelen giden çok oluyordu. Çok iyi bir isim yaptım, çevre edindim. En çok tanınan doktorlardan oldum. Yılında enstitünün kuruluşunu gerçekleştirdim. Önce Cebecide küçük bir mekanda başladık. Sonra Numune Hastanesi başhekimi Dr. Behçet Uz bize daha geniş yerler verdi. Bana önerilen yerler arasında bugün Hacettepe Çocuk Hastanesi’nin bulunduğu yeri Ankara Belediyesinden Çocuk Sağlığı Enstitüsü yapmak üzere satın aldım. Oraya ilk binamızı yaptık. Sonra Belediye kendisine ait olan Hacettepe parkına kadar olan alanı bize verdi. Bunu izleyen yıllarda yeni yerlere Şaban Şifai erişkinler, yani büyükler hastanesini yaptık.

Hacettepe semti Ankara’nın en fakir semtlerindendi. Evler sağlıksız, banyo ve tuvaleti bile olmayan gecekondulardı. Daha o yıllarda mahalle sakinleri ile diyalog kurmağa çalıştım. Muhtara mahalle sakinlerini toplamasını ve onlarla kendi yararlarına konuşmak istediğimi söyledim. Mahalle sakinleri ile konuştum. Onların sağlıksız evlerde oturduklarını, evlerini satın almak istediğimi söyledim. Önce pek istekli görünmediler. Evlerini vermek istemediler. Birçokları ile özel konuştum. Onlara ödeyeceğim paralarla Ankara’nın başka bir semtinde banyosu tuvaleti olan yeni ve daha sağlıklı ev alabileceklerini anlattım. Bunları ikna ettim. Bunları gören diğerleri de gönüllü olarak evlerini sattılar.” diye anlattı. Diğer önemli olayları da yazılan tarihte doğrusu yer alsın diye özel olarak aşağıdaki ifadelerle anlattı.

“Biz Ankara Üniversitesinden ayrı olarak yeni bir Üniversite kurma kararını çıkarınca bazı arkadaşlarım yeni Üniversite’nin adı ile ilgili değişik tekliflerde bulundular. Büyük çoğunluğu yeni Üniversitenin adının “Eti Üniversitesi” olmasını teklif ettiler. Ben Hacettepe adında ısrar edince “Hacettepe” adının Türkçe anlamının kötü olduğunu, ihtiyaç giderilen yer anlamına olumsuzluk çağrışımı yaptığı gibi Hacettepe semtinin de Ankara’nın en kötü semtlerinden biri olarak anıldığını, bu olumsuz imajın yıkılmasının zor olacağını söylediler. Ben ise Hacettepe Üniversitesinin büyük başarılarla öyle olumlu bir görünüm kazanacak ki hiç kimse o eski kötü anlamları düşünemeyeceğini, bu adla çok olumlu izlenime ulaşılınca artık hiç kimsenin eski imajı hatırlamayacağını söyledim. Hacettepe adında ısrar ettim. Zaman beni haklı çıkardı.” diye isimle ilgili tartışmaları hatırlattı.

 

Diş Hekimliği ve Eczacılık Yüksek Okullarından Öncü Fakültelere

 

7 Haziran Tarihinde Ankara Üniversitesine bağlı 2. tıp fakültesinin açılmasına karar veren Ankara Üniversitesi aynı yıl 1 Eylül tarihinde Hacettepe Tıp ve Ankara Tıp Fakülteleri'ne bağlı iki diş hekimliği yüksekokulu açılması kararını vermiştir. "Hacettepe Dişhekimliği Yüksekokulunun" açılış kararı 3 Ekim 'de resmi gazetede yayınlanarak kesinleşmiştir. Yüksekokul müdürlüğüne Dr. Erdem Yarkut atanmıştır. Doğramacı'nın önerisi ile Kasım ayında özel bir sınav açılmış, kazanan öğrenciler tercihleri doğrultusunda Hacettepe ve Ankara Dişhekimliği Yüksek Okulları'na yerleştirilmişlerdir. "Hacettepe Dişhekimliği Yüksekokulu'na " 30 öğrenci alınmış ve eğitim süresi 5 yıl olarak belirlenmiştir. O günden itibaren dişhekimliği yüksekokulları, öğrencilerine yüksek lisans diploması vermeye başlamıştır.

Kısa sürede bu yüksek okula da başarılı öğretim elemanları alındı. başta Erdem Yarkut, Yüksel Noras, Aytekin Bilge, Engin Uzmen, Serpil Aytan, İbrahim Etikan, Sungur Güvener Türkan Karabıyıkoğlu, gibi hocalar ve dişhekimleri bu yüksekokulda görev almışlardır. yılında yüksek okul müdürü doçent olmuş, ABD den dönen funduszeue.info Usmen de göreve başlamış, ilk kez yılında  asistanlık sınavı İlhan Aran, Gönül (Aytar) Alpaslan, Övün (Dalokay) Güvener, kısa bir süre sonra Erdoğan Turgut, yılında açılan yeni bir sınavla Oktay Kural, Gürhan Çağlayan ve de İlfer Söylev'in kadroya alınmaları ile iyi bir akademik oluşturulmuştur. Yılında Hacettepe bağımsız üniversite olmasına rağmen dişhekimliği eğitimini bir süre daha Tıp Fakültesine bağlı " Dişhekimliği Yüksek Okulu" adı altında sürdürmüş, yılında yeni bir kararla "Hacettepe Üniversitesi Dişhekimliği Fakültesi" kurulmuş ve Dekanlığı'na aynı yıl profesörlüğe yükseltilen, kurucu müdür Prof. Dr. Erdem Yarkut atanmıştır. yılında funduszeue.info Doğramacı'nın önerisi ile kurulmuş olan Şaban Şifa-i polikliniği'nde çocuk dişlerinin tedavisi ile başlayan bu öykü; yine O'nun bir dişhekimliği fakültesi kurulmasını istemesiyle, önce bir yüksekokul arkasından bir fakültenin kuruluşu ile sonuçlanmıştır.

Diş hekimliği fakültesi de tıp fakültesi ile aynı yıl mezunlarını verdi. Çok sayıda başarılı mezunu kariyer yapmak üzere kendi fakültesinde kaldılar veya yeni kurulan diğer fakültelerde görev aldılar.  Bu fakülteden mezun başarılı diş hekimlerinden bugün kendi fakültesinde ve diğer fakültelerde yüz kadar profesör bulunmaktadır. Yılında Yüksekokulun ilk müdürü ve ilk dekan Erdem Yarkut Ege Üniversitesine gitti. Yerine Aytekin Bilge dekan seçilmiş, arası Yüksel Noras’ın dekanlığından sonra tekrar yılına kadar Aytekin Bilge dekanlık görevini sürdürmüştür.

Eski hocaların büyük çoğunluğu başka kurumlara gidince veya yaş haddinden emekli olunca hoca kadrosu da kendi mezunlarından oluştu. Aytekin Bilge’nin emekliliğinden sonra yönetimde daha çok genç kadrodan, özellikle kendi mezunları görev aldı. Bunlar arasında Muzaffer Tuncer ve Osman Köseoğlu sayılabilir. Modern Folk Üçlüsü kurucuları olarak ünlenen Prof. Dr. Ahmet Kurtaran da bu fakülte mezunu ve eski hocalarındandır. Halen görev yapan başarılı ve güler yüzlü hocalarının unuttuğumuz olabilir diye saymasak da birkaç isim vermeden geçemeyeceğiz. Bunlardan yine de Erdal ve Kenan Beyler, Saadet Özalp,  Berrin ve Bülent Dayangaç, Hilmi Kansu, Muzaffer Tuncer ve Semra Farahköşe ismini vermeden bu fakülteden söz etmek olamazdı. Halen ülkemizin en çok tercih edilen ve en başarılı dişhekimliği fakültesidir.

 

Eczacılık Yüksekokulu ve ardından Eczacılık Fakültesi kurulurken bu brnşta pek hoca yoktu. Ancak kurulmaya çalışılan sağlık bilimleri ağırlıklı bir üniversite eczacılık olmadan eksik kalırdı. Sayın Doğramacı en azından bir yüksek okul şeklinde eczacılık birimini açarak bu eksikliği tamamlamayı düşündü. Bu yüksekokula müdür olarak, o tarihte as elemanlarından Şükrü Kaymakçalan’ı görevlendirdi. Yüksekokul şeklinde gelişen birime genç eczacılar alındı. Bazı elemanlar da Tıp Fakültesinin benzer bölümlerine doktora yapmak üzere gönderildi. Esasen bu tarihlerinde Hacettepe Hastanelerinde görev yapan kıymetli eczacılar da vardı. Bunlardan biri, Aysen Karan müdürlük görevini Fakülte kuruluncaya kadar yürüttü ve Biyokimyada doktorasını tamamladı.

Diş Hekimliği gibi önce yılında yüksek okul olarak başlayan bu birim ancak yılında fakülteye dönüştürüldü. Bu fakültenin kurucu dekanlığına ise en yakın birimden tıp fakültesi farmakoloji anabilim dalından hekim Oğuz Kayaalp getirildi. Bu fakültenin yıllarca dekanlığını yaptığından herkes onu eczacı sanırdı. Oğuz beyden sonra da eczacılar yetişip, profesör oluncaya kadar fakültenin dekanlığı başka bir yakın branş olan kimyacı Enis Oskay tarafından üstlenildi.

Hastane eczanesinden fakülteye alınan elamanlar kariyerde ilerlerken, yurt dışında doktora yaptıktan sonra Hacettepe’ye atanan kıymetli eczacılar da üst katiyer basamağına yükselmeğe başlamışlardı. Artık Fakülte yönetiminde asıl meslek elemanları görev almaya başladılar. Eczacılık fakültesi asıl atılımını Atilla Hıncal’ın dekanlığı süresinde yaptı. YÖK öncesi ve sonrası uzun yıllar bu fakültenin dekanlığını yürüten Hıncal, asıl branşının eczacılık teknoloji olmasının da etkisiyle ülkemizdeki eczacılık fabrikaları ile iyi ilişkileri ve yurt dışı bağlantıları sayesinde bu fakültenin ülkemizde öncül eczacılık fakültesi olmasını sağladı. Hıncal’dan sonra dekanlığa atanan Murat Şumnu da 9 yıl süre ile fakülteyi yönetti. Bu fakülte bilimsel yayın ve araştırma açısından hem üniversitenin hem de ülkemizin en başarılı fakültelerinden oldu.  Bu fakülteden İzmir’e giden Aslı Özer ve Aysel Karan Ege Üniversitesi eczacılık dekanlıkları ile bu fakültesinin kuruluş ve gelişimine büyük katkı yaptılar. Her iki fakültemiz de alanlarında büyük farkla ülkemizin en başarılı fakülteleri oldular ve her iki fakülte de alanlarında en yüksek puanla öğrenci almaktadırlar. Bu güne kadar her biri mezun verdiler.

Eczacılık Fakültesi mensupları Sağlık Bakanlığı üst yönetim görevlerinde de bulundular. Özellikle Hıfzı Sıhha başkanlığını yürüten Suna Duru bu kurumla fakülteyi işbirliğine yönlendirdi. Toksikolojiyi geliştirdi.

Eczacılık Fakültesi bünyesinde kurulan “Doping kontrol merkezi” kısa sürede dünyaca tanınan merkez oldu, üniversitenin tanıtımına büyük katkı sağladı. Kimyacılar tarafından geliştirilen hemodiyaliz çözeltisi de bu Fakülte tarafından üretilerek tüm ülkeye dağıtımı genişletildi.

 

 

 

Merkez Kampusu ve Tıp Cenahında Gelişme ve Gözlemler

 

YÖK Sonrası dönemde merkez kampusta kalan sağlık bilimleri ile ilgili bölümlerde önemli değişiklik olmadı. Kuruluşundan itibaren Hacettepe Üniversitesi ülkemizin sağlık alanında en çok tutunan, birçok yeniliği ülkemize getiren, üniversitenin dışa karşı asıl çehresini oluşturan Tıp Fakültesi bir yeniliği daha getirdi. Türkçe Tıp eğitimine ek olarak İngilizce Tıp programını da açtı. YÖK sonrası en yüksek ÖSYM puanı alan öğrenciler bu programı seçti. Ayrı bir Fakülte gibi öğretim yapan İngilizce Tıp ayrı bir fakülte haline getirilmedi. Ancak tıp fakültesi öğretim üyeleri için atanacak ek kadro alan bir imkan yaratılmış oldu. Bu sayede ek kadro ve ek bütçe alarak daha büyüme ve gelişme imkanı sağladı.

Merkez kampustaki Diş Hekimliği ve Eczacılık Fakülteleri ile Hemşirelik, Sağlık Teknolojisi, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon, Sağlık İdaresi ve Ev Ekonomisi gibi çok sayıda dört yıllık Yüksek Okullar önemli bir değişiklik olmadan YÖK öncesi gibi öğretimlerini sürdürdüler.

YÖK sonrası ayrıca iki yıl öğrenim süreli Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksek Okulu da açıldı.. Ancak şehir merkezinde sınırlı kampus alanı çok dar gelmeğe başladı. Sit alanı olarak yapılaşma izni verilmeyen alanlara kaçak olarak yeni bina yapımına başlandı. Dev binalar yükseldikçe Ankara Belediyesi ile sürtüşmeler de başladı. Pazarlıklarla bu binaların bir kısmına güçlükle izin alınırken, bir kısmına izinsiz taşınıp yerleşildi. Onkoloji Hastanesi, Eczacılık Üretim ünitesi, Halk Sağlığı ve Kütüphane binaları bu şekilde de olsa kullanım alanını biraz olsun genişletti. Kardiyoloji ve Kalp Hastanesi için uzun süre izin alınamadı. Bir katı yıkıldıktan sonra kurtarılan bina Diş Hekimliği Fakültesi’ne tahsis edildi.

YÖK uygulamaları çerçevesinde Eczacılık ve Diş Hekimliği Fakültesinin bazı hocaları profesör olabilmek için kurum değiştirmek zorunda kaldılar. Ancak bu değişimi Ankara’daki diğer üniversitelerle karşılıklı paslaşma ile gayet yumuşak gerçekleştirdiler. YÖK ve yeni yönetim bu fakültelerin idari görevlerinde bile fazla değişiklik yapamadı. Diş Hekimliği Fakültesi dekanlığına yine eski dekan Aytekin Bilge, Eczacılık Fakültesi dekanlığına da eski dekan Atilla Hıncal yeniden atandılar. İzleyen yıllarda Ezacılık dekanlığını Murat Şumnu ( 9 yıl) ve Ahmet Basaran, Diş hekimliği dekanlığını Ferda Taşar, Muzaffer Tuncer ve Osman Köseoğlu yürüttü. İlginç olan ise artık yönetimde bizzat Hacettepe mezunlarının görev alma devrinin başlamasıdır. Her iki fakültenin son iki dekanları kendi mezunudur.

Tıp Fakültesinde değişik kademelerde kendi mezunları görev alsalar da kendi mezunu bir dekan tarafından yönetim daha yılında patolog Şevket Ruacan’ın dekanlığa atanması ile başlamıştı. Arada iki devre Ergül Tunçbilek ve Yavuz Renda dekanlık yaptıktan sonra tekrar bir başka meşhur Hacettepe mezunu İskender Sayek dekanlığa seçildi. İskender beyin her iki seçilişinde de tüm rakipleri de bizzat Hacettepe mezunu idi. Artık bundan sonra  dekanların hep kendi mezunları arasından seçileceğini bilmek için müneccim olmaya gerek yok. Daha çarpıcı olan sa bilindiği gibi halen Hacettepe’yi yöneten rektör de Hacettepe Tıp Fakültesinin ilk mezunudur. Aynı devre mezunu toplam 4 kişiden Şevket Ruacan dekanlık ve enstitü müdürlüğü, YÖK üyeliği görevlerinden sonra emekli olup, özel bir hastanenin başına geçti. Aynı devreden Sabahat Tezcan Halk Sağlığı Enstitüsü müdürlüğünden sonra Nüfus Enstitüsü Müdürlüğü görevini üstlendi. Belki de idari görev üstlenmeye en yatkın, 4. mezun Zafer Öztek ise dekan Yavuz Renda’nın başarılı yardımcılığı ile yetindi. Merkezde bir zamanlar genel esen hava “Hacettepe Hacettepelilerindir” artık eskisi gibi duyulmuyor. Belki de artık Hacettepe mezunu olmamasına rağmen Hacettepe’ye gelerek hizmet verme aşkındaki eleman sayısı çok azaldığından bu tür sloganlara gerek kalmadı.   

Hacettepe merkezde yer alan 4 yıllık yüksek okullar yasa değişikliğinin getirdiği ilk şokları atlattıktan sonra kadrolarını hızla artırdılar ve büyük bir gelişim gösterdiler. Sağlık İdaresi Yüksekokulu biraz sarsıntı geçirse de diğer yüksek okullar her geçen gün büyüyüp gelişerek yollarına devam ettiler. Bu yüksek okulların en önemli sorunları fiziksel mekan darlığı olmaya devam etti. Ev Ekonomisi Yüksekokulu Çocuk Gelişimi bölümünü de bünyesine aldı. Son müdürleri hep kendi mezunlarından oldu. Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Yüksekokulu kendi mezunu müdürler yönetiminde hem kadrosunu, hem fiziksel alt yapı imkânlarını çok geliştirdi. Özellikle Hülya Kayıhan uzun müdürlüğü döneminde okulu çok popüler ve başarılı bir konuma taşıdı. Beslenme ve Dietetik bölümü Sağlık Teknolojisi Yüksekokulu’nun bir bölümü oldu. Ayşe Baysal (mercimekçi Ayşe hanım) sonrası müdürlüğe atanan Sevinç Yücecan, Perihan Arslan ve Türkan K. Merdol da bölümü TV ekranlarında, bilimsel programları ve toplantıları, projeleri ile çok güzel tanıttılar ve geliştirdiler. Hatta bir ara bağımsız fakülte olmak istediler. Yüksekokul’un fakülte haline dönüşmesi Hacettepe Senatosunca onaylanarak YÖK’e sunuldu. Ancak diğer 3 yüksek okul gibi bir türlü fakülte olamadılar.

YÖK ile birlikte Tıp fakültesinin birçok hocası YÖK üyesi, Rektör ve Dekan olarak yeni kurulan kurum ve üniversitelerde görevlendirildi. YÖK üyeleri ve rektörler tekrar dönmeyi düşünmezken, dekan olarak atananlar hep geri dönmek istedi. Beytepe’den taşraya gidenlerin aksine Tıp mensupları için büyük Hocaları bir yolunu bularak bu öğretim üyelerinin tekrar dönüş yollarını açtı. Dönemeyenler de rektör olarak başka üniversitelere gönderildi.

YÖK sonrası Sayılı Yasanın Maddesi ile kurulan “Döner Sermaye İşletmeleri” ile tıp fakültesi öğretim üyeleri diğer öğretim üyelerinden daha ayrıcalıklı ve seçkin konuma getirildi. Bu yasa ve yasaya dayanılarak çıkarılan yönetmeliklerle tıp fakültelerinin öğretim üyeleri üniversiteyi aynı zamanda bir iş yeri ve ticarethane gibi kullanabilme imkanına kavuştular. Yasa ilk halinde üniversite kliniklerine başvuran hastaların muayene, teşhis ve tedavilerinden alınan paranın % 50 kısmını bu geliri sağlamada katkısı olan öğretim üyelerine maaşlarının % ünü aşmamak üzere ödeme yapılmasını öngörüyordu. Bu geliri öğretim üyelerinin bizzat sağlaması bile gerekmiyordu. Üniversite imkanı ile yapılan tetkik ve tahlilleri teknisyenler yapsa da, hasta muayenesini intern veya pratisyen hekim, uzman hekim yapsa da geliri başta ilgili Anabilim Dalı öğretim üyeleri olmak üzere tüm tıp fakültesi öğretim üyelerinin almasını öngörüyordu.

Sonraki yıllar yasa ve yönetmeliklerde değişiklik yapılarak az da olsa o birimde görev yapan uzman hekim, öğretim görevlisi ve araştırma görevlisi gibi hasta ile uğraşanların, hatta teknisyen ve memurların da maaşlarının % 30, %50 ve % ek ücret alma yolları açıldı. Kısa süre sonra mesai dışında sağlanan gelirlerden de % e kadarının alınabileceği imkanı sağlandı. Daha sonra ise tavan tamamen kaldırıldı. Böylece çok ameliyat yapan, çok film veya tomografi çeken bir anabilim dalı öğretim üyesinin 2 milyon olan maaşını 50 milyara bile çıkarabilme yolu açıldı.

Şüphesiz tüm öğretim üyeleri maaşlarını bu kadar artıramaz ve tavanı zorlayan öğretim üyesi sayısı çok az olabilir. Ayrıca bu döner sermaye sadece tıp fakültesi mensupları için değil, tüm öğretim üyeleri için geçerlidir. İnşaat, harita, kadastro, elektronik, bilgisayar, makine mühendisi bir öğretim üyesi yaptığı projeden gelir sağlarsa aynı ücreti alabilir. Hatta işletme veya ekonomi öğretim üyesi danışmanlık yaparak, işletme rehabilitasyon projesi yaparak döner sermayeye gelir sağlarsa aynı şekilde yüksek döner sermaye ücreti alabilir. Bir hukukçu hukuk bürosuna veya mahkemelere bir görüş yazarsa, bilirkişilik yaparsa yüksek ücret alabileceği gibi, bir ressam, bir heykeltıraş, bir mimar veya iç mimar ve desinatör öğretim üyesi de sanat eserini veya projesini satarak telif ücreti ya da proje karşılığı bu sınırları zorlayan yüksek ek maaş alabilir. 

Yani yasal bakıldığı zaman döner sermaye işletmesi sadece tıp fakültesi öğretim üyeleri için değil, tüm öğretim üyelerine hodri meydan diyecekleri ve gelirlerini artırabilecekleri bir imkandır. Ancak pratikte normal öğretim üyeliği işlevini yerine getirerek bu kadar yüksek ücret alma imkanına sahip olan tek meslek grubu tıp ve diş hekimliği fakültesi mensuplarının maaşını artırabilir. Sağlanan en büyük gelir emekli sandığı, bağ-kur ve sosyal sigorta kurumları gibi devlet bütçesinin en büyük açık verdiği alanlardan olmaktadır. Öğretim üyesinin asli görevi tıp eğitimi ve bu eğitimi verirken hasta muayene, teşhis, tedavi ve ameliyattan sağladığı gelirle aynı üniversitede görev yapan bir fizikçi veya matematikçi meslektaşının 2 ile 10 katı maaş alabilmektedir.

İşte üniversitelerde YÖK ile getirilen en büyük ayrıcalık yıllardır aradaki fark artarak devam etmekte, sonuçta çok çalışarak, alın teri dökerek, sorumluluk altına girerek de olsa tıp mensupları bu aldıkları döner sermaye geliri ile kendilerini üniversitelerin gerçek sahipleri olarak görmektedirler.  Bir prim, bir fark olabilir, ama fark büyüdükçe bu durum temel değer ölçülerini de alt, üst etmektedir.

Konuyu şöyle de dramatize edenler vardır: “Fakülte binasını devlet yapmakta, aleti devlet almakta, mensuplarının maaşını devlet ödemekte, işletme sermayesini ve sarf malzemesini devlet vermekte, hasta için parayı da devlet vermektedir. O da eğitim yapıyor, ben de eğitim yapıyorum. O da üniversite hocası, ben de! O benim 10 katım para almak istiyorsa gidip, dışarıda, üniversite dışında alsın. Bu kadar farklı maaşla aynı üniversitede öğretim üyesi olunmamalı.” Bir gün belki de bu ayrıcalıklar tekrar kalkacaktır.

YÖK döneminde zamanla sürekli yükseltilen döner sermaye gelirine rağmen diğer üniversitelerde olduğu gibi Hacettepe öğretim üyelerinden de büyük bir kısmı muayenehane hekimliğini yani, kısmi (part time) statüyü tercih ettiler. Belki de daha dürüstçe bir yol! Kendine güvenen, bileğinin ve bilgisinin hakkı ile para kazanmak isteyen muayenehanesini açarak kurumu dışında çalışabilir ve bir yandan da üniversiteden çok sınırlı ücret almasına rağmen öğrencilerinin eğitimine yardımcı olabilir. Hatta araştırmalarından da kopmayabilir. Bu durumda kimsenin bir diyeceği olamaz. Yeter ki istismar etmesin, üniversite imkan ve yataklarını kişisel kazancı için kullanma yolunu seçmesin. Hacettepe üniversitesinin bir çok hocası dürüstçe bu yolu seçtiği gibi, kendilerine ihtiyaç olduğunda yarı zamanlı çalıştığının kaçamağına sığınmadan hiç ücret almadan muayene, konsültasyon, tedavi ve ameliyatlarını yapmışlardır. Çok az sayıda hekim için etik olmayan söylentiler de duyulmuştur. Ama bunlar zamanla azalmış veya elenmiştir. Bir ayırım yapmaktan korkarak isim verilmek istenmese de muayenehane açmalarına rağmen ücret de almadan üniversitede her zaman her tür hizmet ve göreve koşan Ali Oto, Zafer Öner,  Ahmet Özenç, Sinan Beksaç ve İbrahim Güllüoğlu gibi birkaç örnek isimden yine de söz edilmelidir.

Bu  dönemde de Hacettepe dünya çapında ünlü hekimler yetiştirmiştir. Bunlardan  bazılarını üniversitede tutamamasına rağmen bazılarını yurt dışı merkezlerle bağlarını ve ortak çalışmalarını koparmadan ülkede ve üniversitede tutabilmiştir. Çağın getirdiği gelişmelerin etkisi ile yurt içinde ve yurt dışında başarılı eğitimleri ile mesleklerinin zirvesine ulaşan Emin Kansu, İskender Sayek, Ali Oto, Ali Ayhan, İbrahim Güllüoğlu gibi daha bir çok yıldız hekim Hacettepe’nin kuruluş yıllarındaki meşhur meslektaş ve hocalarının üstünde başarı çizgilerini yakalamışlardır.

Daha birçok başarılı yıldız hekim gibi Emin Kansu,  İskender Sayek ve Ali Ayhan hiç muayenehane açmayı düşünmeden üniversitede hizmetlerini sürdürdüler. Tek başına bir Ali Ayhan orta büyüklükte bir hastanenin hasta potansiyeline sahip olup, aylık ortalama ameliyat sayısı hep 50’nin, poliklinik hasta sayısı ’ ün üzerinde olmuştur.

Parlak yıldızlara rağmen bir ara Hacettepe eski başarılı çizgisini sürdürememiş, iyice hasta ve itibar kaybına uğramıştır. YÖK sonrası dönemde bir yandan döner sermaye geliri, bir yandan devlet desteği ve İslam Bankası proje desteği ile tıp alanında yatırımlar çok yükseldi. Başta röntgen ve tanı merkezi, ameliyathaneler olmak üzere hastaneler de yenilendi. Yapılana ameliyat türü ve tedavi kalitesi de yükseldi.

Yıllar ilerledikçe üniversitenin kuruluş yıllarında görev alan tüm elemanlar emekli oldu veya ömrünü tamamladı. Bir zamanların o meşhur “ÇÖK” masası boş kaldı. Bugün artık başlıca kendi mezunlarının, yine kendi mezunlarının yönetiminde görev yaptığı bir sağlık kurumu oldu.

 

Hacettepe Şirketleri

 

Hacettepe’nin bir özelliği de tüm inşaatlarını kendi şirketlerine yaptırmasıydı. Bugünkü hastaneler herhalde yapılışlarından bu yana kez yıkılıp, yeniden yapılmış veya yenilenmiştir. Özellikle çocuk hastanesinin bulunduğu yerde inşaat eksik olmazdı. Sanki üniversiteden aldığı ihaleleri kendi aralarında bölüşen şirketler boş kalmasın ve kar etsinler diye sürekli bir yerler yıkılır, başka bir yerler yapılırdı. Bu şekilde büyüyen Dilek ve Petek gibi Hacettepe Vakfı şirketleri YÖK sonrası da tüm üniversitelerin inşaat işlerini yürüterek daha da büyüdüler ve Bilkent Üniversitesini kurduktan sonra TEPE şirketler grubu içinde kayboldular. Hacettepe Üniversitesinde sürekli bir takım şirketler kurulurdu.

Bu işleri iyi bilen uzmanlar her şeyin kılıfını iyi hazırlarlar, Sayın Doğramacı da ilişkilerini kullanarak bu şirketleri işsiz bırakmazdı. Vakıfların ilk bağışlarını ise öz mal varlığından daima sayın Doğramacı yapardı. Vakıfların ve şirketlerin adları ise sık sık değişirdi. Kurum alışılan bir eğitim kurumundan daha çok sanki bir özel eğitim ve sağlık işletmesi gibi işletildiği görüntüsü vardı. Hiçbir resmi görevi olmasa da daima sayın Doğramacı son sözü söyler, her probleme çözümü, gerekli parayı o bulurdu. Kimileri “Hocabey” sıfatına “Zeus” gibi sıfatları da eklerdi. Tüm kurum onunla büyüdü.

Yıllar geçince yılındaki Çocuk Hastanesi yangınının planlı bir şekilde uluslararası kamuoyu oluşturmak, yardım toplamak için bilerek çıkarılmış olduğu kuşkusu ve söylentisi unutuldu. Gece çıkan yangında bir çocuğun bile burnu kanamadı. Maddi hasarla atlatıldığı söylendi, ama ne kadar maddi hasar olduğu bile pek telaffuz edilmedi. Buna karşılık yangın sonrası başta Rockefeller, Ford vakfı gibi birçok Amerikan Vakfından yüklü bağışlar alındı. İlk yanan hastane yerine yapılan çocuk hastanesini bilenler her bir kat ve koridorun bir başka Amerikan yardım kuruluşu tarafından tefriş edildiğini gösteren pankart ve levhaları unutmamışlardır. Bu yardım toplamada Hacettepe sürekli başarılı olmuştur. İhtiyaç duyduğu parayı devletten ve özellikle Maliye bakanlarından Sayın Doğramacı kadar kolay alıp koparıp alan daha iyi başka bir kimse, bir yönetici veya görevli olmadığı söylenirdi. Herhalde sayın Haberal hocasının bu alanda rekorunu egale etmiştir.

Sayın Doğramacı’nın insanları ikna etmede çok büyük yeteneği olduğu herkesce bilinir. Bu yeteneğin kullanılmasında her yolun mubah olduğu söylenir. Çoğu kez karşıda kişinin “Ne kadar büyük iş yaptığı bildirilmeli, önemli kişi yerine konmalı ve mühim bir kişi olduğu intibası verilmeli, ona kendi sorununda yardımcı olunmalı, daha o kişiden yardım istemeden ona yaklaşılmalıdır. Sağlık kurumu yönetici ve hekimlerin doğal olarak insanlara zor anlarında yardım etme şansı vardır. Sayın Doğramacı bu şansı en verimli kullanan kişidir. Hastane yönetici ve nöbetçi amirleri hep baştan tembihlidir.

Önemli bir devlet ricali, bir üst düzey bürokrat hasta veya hasta yakını olarak hastanelere gelmişse gece ve tatil bile olsa Sayın Doğramacı bilgilendirilecektir. Kişinin makam ve önemine göre ya bizzat kendisi gelip ilgilenir, yada bir adamını, bir görevliyi gönderir ve selamı iletilir ve ilgilenilir. Kendisi hasta ise özel odaya alınır, özel kontrolden geçirilir, özel araba ile gönderilir. Mutlaka özel bir ilgi yakınlık gösterilir. Bir üst düzey makama gelen veya atanan kişi kutlanır, çiçek gönderilir veya özel yemeğe alınır. Koskoca Doğramacı’dan böyle yakınlık gören kişi ve yetkili de ileride olacak ricasını derhal yerine getirir. 

Doğramacı kurumlarında ve özel köşklerinde sık aralıklarla ve değişik vesilelerle önemli kişilere özel ziyafetler verir. Yabancı konuklar ve misyon şeflerini de ağırlar. Bu amaçla Türkiye’nin en iyi aşçılarını ve garsonlarını bularak Hacettepe’de çalıştırır. Söylentiye göre bir gün Ankara’nın en lüks otelinde yediği bir ziyafet yemeği çok hoşuna gider ve garsonlardan onu aşçıya götürmeleri ricasında bulunur. Aşçıya aldığı ücreti sorar ve daha yüksek ücret önererek Hacettepe kafeteryasına alır. Bunun gibi beğendiği garsonu, sekreteri hatta memur ve hocayı Hacettepe’ye almıştır. İlgililer nasıl olsa bir ödeme yolu bulurlar.

            Merhum bir Kayseri senatörü anlatmıştı. Kendisi de hekim olan senatör bir gece Kayseri’den gelen seçmeni Hacettepe acil servisine getirir. Daha işlemlerin başındayken karşısında Sayın Doğramacı’yı gören senatör şaşırır ve sorar. “ Bu saate kadar çalışıyor musunuz? Ben sizi hiç rahatsız etmek istemedim”. “Ne demek! İlgililer bana haber verdiler, geldim. Gerekli talimatı verdim. Siz büromda istirahat edin, biraz sonra bize bilgi ulaştırırlar” diyerek özel odasına çıkardı. Meğer hastaneye gelip giden herkesi haber verirlermiş, diye minnettarlığını anlatmıştı. Böyle bir ilgi ile karşılaşan senatör veya milletvekili de her koşulda bu ilgiyi karşılıksız bırakmaz ve hocanın ricasını severek yerine getirir.

Türkiye’ de Sayın Doğramacı ayarında uluslar arası camiada tanınan ikinci bir Türk yoktur. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ve özellikle UNİCEF camiasının en iyi tanıdığı kişidir. Bu kuruluşun yıllarca başkanlığını yapmıştır. Dünyanın neresinde yapılırsa yapılsın, Doğramacı’nın katılmadığı bir çocuk kongresi olmazdı. Manila, Nairobi, Singapur ve Hindistan gibi yerlerde yapılan kongreye başta Hacettepe Çocuk hastanesi hekimleri olmak üzere tüm çocuk hekimlerini kaldırdığı özel uçakla götürdüğü çok olmuştur. Her gittiği yerde taltif edilir, açılış konuşması yaptırılırdı. Son yıllarda iyice yaşlandığından bu kongreleri ihmal etmek zorunda kalmıştır.

İşte Türkiye’de ve Dünyada saygın kişiliği, maddi gücü ve aileden gelme aristokrasi anlayışı ve yaşantısı ile her bulunduğu ortamda fark edilen Sayın Doğramacı’nın kafasına koyup da yapamayacağı hiçbir iş yoktur. Her zaman önüne çıkan her güçlüğe bir çözüm bulabilmiştir. Bu ilişkilerini kullanarak daracık arsaya sıkışan A.Ü. Çocuk Hastanesini özellikle malum yangından sonra tarihi Hacettepe Parkına doğru genişletmiş, yılına gelindiği zaman artık parkın zirvesine ulaşılmış, tepeye doğru başka gidecek yer kalmadığından yolun karşı tarafına, yani yoğun iskanın olduğu Hacettepe mahallesinin yerine doğru genişlemeyi hedeflemiştir. Başlangıçta bir iki külhanbeyinin sarhoş naraları ile karşı çıkmağa yeltendiği bu işgal, devlet ve belediye katında ilişkilere ve aç mahalle halkına maddi destekle çok rahat aşılmıştır. Artık Hacettepe Sağlık Merkezinin büyüme yönü belirlenmiştir. Kurtuluş tren istasyonu, Hamamönü ve Samanpazarı arası Hacettepe istimlak alanıdır. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi binası tamamlanmadan Hacettepe binaları ile bu bölgeye damgasını vurmalı ve eski Tıp Fakültesinin gölgesinde kalmamalıdır.

Planlar, projeler hazırlandı. Mahalle içinde boşalan yerlerde yeni binalar yükselmeye, Hacettepe ayrık otu gibi tüm mahalleyi kaplamaya başladı. Ne olur ne olmaz diye mahalle kenarlarındaki inşaatlara daha öncelik verildi. Kurtuluş ve Hamamönü arasında öğrenci yurtları inşaatı, Samanpazarı tepeye doğru Yüksek Hemşirelik binaları yapımı daha öne alındı. Şaban Şifai Hastanesi içerisindeki her yıl yapılan yık-yap tadilatları ile sermaye biriktiren ve tecrübe kazanan, kadrosunu da genişleten Hacettepe Vakfı şirketleri inşaatları bizzat üstlendi. Şimdi bankanın olduğu bina da hazırdı ve üniversite adını alması için yeterli fiziki mekana da kavuşmuştu.

Ders yılına artık Hacettepe Üniversitesi olarak başlandı. Törende sayın Doğramacı üniversiteleşmede emeği geçenleri saydı, onlara teşekkür belgeleri verdi. Bunlardan biri sonraları biraz da politik görüşü ile Doğramacı’ya ters düşen renkli kişiliği ile çok dikkati çeken, Prof. Dr. Bülent Nuri Esen idi. Hocabeye en büyük methiyeyi bu zat dile getirmişti.

Hacettepe ve üniversitenin çok hızlı gelişmesinde Sayın Doğramacı’nın kişisel becerisi kadar şüphesiz kendisi ve eşinin büyük serveti, Osmanlı idaresinde etkin görevlerde bulunan saygın ailelerinin de etkisi çok büyük olmuştur. Saygın aile geçmişi, büyük serveti olmadan ülkemiz sınırları dışında kalan Erbil doğumlu, ama herkesin Kerküklü bildiği bir kişinin kişisel çabası ile bu başarıları yakalaması ve sürdürmesi mümkün olamazdı. Hacettepe şirketlerini kendi kurduğu, ilk sermayesini kişisel mal varlığı ve gayrimenkulleri aktararak oluşturduğu “Hacettepe Vakıfları” bünyesinde kurdu ve geliştirdi. Bir Senato toplantısında Bahçelievler 5. sokaktaki eski köşkünün ve Kavaklıdere protokol yolu üzerindeki apartmanının tapularını kurduğu vakfın mal varlığına katarak vergi muafiyeti aldı. Bu vakıf bir ara Çocuk Sağlığı Vakfına dönüştü. Şimdi ise malların tamamı Bilkent Vakıflarına aittir.     

 

Hacettepe Ruhu

 

Birçok kurum yıllarca ayakta kalsa ve geniş bir kadroya sahip olsa da çalışanları arasında  birlik ve aidiyet ruhu gelişmeyebilir. Kişi kendisini işyeri ile özdeşleştirmediği gibi böyle bir ihtiyaç da duymaz. Başta askeri kuruluşlar olmak üzere bazı kuruluşlar da vardır ki kişi kendini bu kurumun bir parçası sayar ve kurum dışında var olamayacağı duygusuna kapılır. Kimi kurum ve kuruluşlar ise kişinin dünyasını değiştirir. Kişi varlığını o kurumun varlığına borçludur. Mesela Köy Enstitüleri adeta köylerden toplayıp yetiştirdiği mensuplarını ırgatlıktan, çobanlıktan devlet memurluğuna, köy önderliğine kimini de sanatçılığa taşımıştır. Yüksek öğretmen okulları da kendisini köy öğretmeni olmak üzere koşullandıran, geleceğini köyde görenleri üniversite kürsülerine, yabancı ülkelerin araştırma kurumlarına yönlendirebilmiştir. Bu kurumların insana bir aidiyet ruhu vermesi normaldir. Ancak çalışarak maaşını aldığı kurum, yani memuriyet yeri değişebilir ve kişi kendisini o kurumla özdeş görmez. “Devlet kapısı değil mi, burası olmazsa orası olur,” der ve vatanın her yerinde görev yapmasını doğal karşılar.

Öğretmenlikte olduğu gibi üniversite hocalığında da her yıl hocanın önüne yeni öğrenciler gelir, hoca da yeni gelenlerle yenilenir. Birçok üniversite hocası ve asistan da kurumlar arasında doğal olarak isteği ile ya da koşullara göre değişiklik yapar. Bu tür kurum değiştirmeler psikolojik bir baskı da oluşturmaz. Devlet kurumu olmasına rağmen Hacettepe Üniversitesi gibi varlığını ve gelişimini başlıca bir kişinin yıllar önceki planına ve çabasına göre şekillendiren, yani gelişimini bir kişiye borçlu olan bir kurumda ise normalde bir aidiyet ruhunun gelişmesi daha güç olduğundan böyle bir kurum mensubu olma ruhundan söz edilmemesi gerekirdi. Ancak gerçek çok farklıdır. İlk gününden itibaren tüm Hacettepe mensupları adeta büyülenmiş gibi kendisini hastalık derecesinde “Hacettepeli” hisseder. Hacettepe ruhu nereden geliyor?

İlk Hacettepeliler, öğrencisi, asistanı, hocası ve çalışanı çok samimi hava içinde, birbirinin en yakın dostları idiler. Ortak hafta sonu gezileri, birlikte konsere gitme, değişik fakülte ve bölüm mensuplarının çok dar mekanlarda, vakitlerinin büyük çoğunluğunu bir arada geçirmeleri herhalde bu ortak ruhun ve kurumla kendisini özdeş hissetmenin en önemli nedenleri olsa gerek. Özellikle bu satırların yazarı, tüm öğrenim yaşamını yatılı okullarda geçirdikten sonra iş yaşamına başlayınca da yatılılık benzeri bir yaşam tarzını asistan lojmanında geceleyerek ve ortak yemekhanede tabldot yemekleri yiyerek sürdürdü. Akşam mesai sonrası bile laboratuarda kaldığından tüm öğrenciler her saatte gece yarılarına kadar çat kapı girerek dersleri ile ilgili sorular yöneltebiliyorlardı. Memurların çoğunun genç ve becerikli oluşu, işlerini en iyi yapma gayretleri, öğretim kadrosu ve hatta hemşirelik öğrencileri ile aynı yemeği aynı masalarda yemeleri birbirlerine karşı dostluk ve sevgilerini de geliştirdi. Bu dostluk ortamını kimse terk etmek istemediğinden iş yeri değiştirenler de olmadı.

Özellikle klinik tıp bilimleri dışındaki tüm hoca ve asistanların, Diş Hekimliği Fakültesinin bulunduğu morfoloji binasında bir arada bulunduklarından, aradan yıl geçmesine rağmen bugün çoğu emekli olmuş ve gerisi emeklilik eşiğine gelmiş bu kuşak arasındaki dostluğun halen sürmekte oluşu da bu Hacettepelilik ruhunun bir sonucudur. Hacettepe öğrencileri de bu psikoloji ile yetişti. Herkes kurumunu sevdi. Hacettepe’yi bir çok yabancı ziyaret ederdi. Habeş İmparatoru Haile Selasiye’nin ziyareti sırasında birileri Doğramacı ve Hacettepe aleyhine pankart açar. Bu pankartı merak eden konuğun yanına yaklaşan tıp öğrencisi Özçelik Okaer “Sayın İmparotor’a öğrenciler saygı sunuyor” diye cevaplar. Öğrenci olayları sırasında bir öğrenci yöneticilere silah doğrultunca başka bir  öğrenci (Rüstem Olga)  araya girer ve öğrenci arkadaşına “Önce beni öldür” diye siper olur ve nahoş olayı önler.

Tıp doktoru olmayan ilk asistanlar arasında fizikçiler Erol Öztekin, Feyzi Apaydın ve Engin Kendi, kimya asistanları Erbil Altay, Mediha Aşıkma, Mualla Keskioğlu (Ataman), Mehmet Doğan ve Suphi Kormalı, biyoloji asistanları Mevlut Gözükara, Nihat ve Suna Bozcuk, Tülay, Yıldız Sağver ve Ünal Alp, istatistik asistanları Zehra Yalçın (Muluk), Ceyhan İnal, Soner Gönen, Gülsüm Hocaoğlu ve Metin Atasu, İngilizce’de Gönül Uçele, Fırat Asya, Gülrüz Büke, Saadet ve Bülent Bozkurt, psikoloji asistanları, sosyologlar akılda kalan isimlerden. Malatya’nın bir köyünden ve köy enstitüsünden gelmesine rağmen çok şık giyinmeye gayret eden ve sosyetik görünmek isteyen Mevlut böyle dostluk ortamında modern görünmeyen Mevlit adı yerine Engin adını aldı.

Yıllar önce İstanbul’da oturan eski Hacettepeliler bir araya gelerek bu ruhun ölmezliğini ispatladılar. Herhalde diğer kurumlarda böyle bir ruh hali pek görülmedi. Hacettepe mezunları derneği de sadece Hacettepe mezunlarını değil, tüm Hacettepelileri çatısı altında toplama gayreti içinde olmuştur. Mezunlarının ve sınıf arkadaşlarının belirli aralıklarla buluştuğu başka üniversite yok gibidir. Hacettepe’de belirli bir süre kalabilen herkes, hatta Doğramacı karşıtları bile bu Hacettepe ruhunu tüm yaşamı boyunca taşır. (Hacettepe ruhu için Ek 5 deki öyküyü okuyunuz)

 

Asistanların Yurtdışına Gitme Çabaları ve MESEF

 

Hacettepe’de eğitim-öğretim Türkçe olmasına rağmen tüm elemanlar İngilizce öğrenmeye teşvik ediliyordu. Tıp fakültesindeki anabilim dalı başkanlarının büyük bir kısmı uzmanlığını ABD ve İngiltere’de almış, yada üst ihtisas yapmış doktorlar olması, kullanılan ders kitap ve araçlarının, kütüphaneye bağış yoluyla alınan kitapların çoğunun İngilizce olması, İngilizce bilen öğrencilerin(45 Kredilik) yaz dönemi ile bir yıl kazanmaları ileride İngilizce’nin daha ağırlık kazanacağının göstergeleri idi. Bu nedenle İngilizce bilmeyen hoca ve asistanlar da İngilizce öğrenme çabasına girdiler. İngilizce hocası Abdullah Beyin büyük gayret ve hizmeti burada saygı ile anılmağa değer. Abdullah beyin ücretsiz mesai içi ve dışı kurslarında başta asistanlar olmak üzere birçok eleman İngilizce öğrendi. Bu elemanlar yurtdışından gelenlerin de teşviki ile yurt dışına gidiş yolları aramağa, burslara müracaata başladılar. 

Yurt dışına ilk gidenler MEB tarafından sayılı yasa kapsamında doktora yapmak üzere yurt dışına gönderilmek üzere yapılan eleme sınavlarına katılanlar oldu. Bunları diğer yabancı ülkelerin üniversitelerimize tahsis ettiği burslarla gidenler izledi.

Özellikle Tıp ve Sağlık Bilimleri Fakültesinin üniversiteye dönüşmesinden sonra yurt dışına gidişler daha hızlandı. Yeni fakülteler oluştukça tüm çalışanlar, eski yerlerinde kalmaya devam etseler de hoca, asistan ve memurlar yeni birimlerini oluşturma gayretine düştüler. Birimler arası ilişki ve bağlantılar koptu. Tıp Fakültesi dışındaki fakültelerin eski asistanlar müktesep hak gibi asistan lojmanlarında kalmaya devam etse de yeni asistanlar için bu imkan kalktı. Daha sonra da Hastane içindeki bedava yemek yeme imkanı kalktı. Döner sermaye ve vakıflardan yapılan ödemeler azaldı. Öte yandan eleman sayısı hızla yükselmeğe başladı.

Yurt dışından doktoralı yeni elemanlar geldikçe eskinin kıdemli asistanlarının kredisi azaldı. Kariyere başlamamış olanlar bir an önce kariyer yapmağa yöneldiler. Asistanlar arasında huzursuzluk arttı. Bunun üzerine yılında Mezuniyet Sonrası Yüksekokulu açıldı. Üniversite olmasından sonra Mezuniyet Sonrası Eğitimi Fakültesi (MESEF) ne dönüştürülen bu fakültede tüm bölümlerin elemanlarının ABD usulü dersler de alarak doktora yapmaları yolu açıldı. Eski asistanların eğitim-öğretim ve laboratuarlardaki hizmeti belirli krediye eşdeğer sayıldı. Doktora tezine başlamak için getirilen yeterlik sınavı eskiler için müktesebatları dikkate alınarak uygulandı. Yurt dışına gidemeyenlerin de üniversitede kalarak kariyer yapmaları yolu açıldı. Bu uygulama ülkemiz için ilk, öncü uygulama idi. Bu fakülte bugünkü fen, sağlık ve sosyal bilimler enstitülerinin bir arada toplanmasından başka bir şey değildi. Bu enstitülerin bir yerde anası oldu.

Bu fakülteye verilen önemi göstermek üzere sayın Doğramacı, o tarihlerde ülkemizin en tanınmış halk sağlığı hekimlerinden olup, Sağlık Bakanlığı müsteşarlığı da yapan Prof. Dr. Nusret Fişek’i bu fakülteyi de kurmak üzere görevlendirdi. Bu tarihten sonra asistanlar eski üniversitelerde olduğu gibi yıllarca bir hocaya bağlı, onun çantasını taşıyarak ve eşref saati gelince de “Artık bir tez yap da sende doktor ol!” gibi icazet beklemeyeceklerdi. Kuralları belli bir sistem içerisinde lisansüstü ders alarak, bilimsel yeterlik sınavına girerek ve bir kurul tarafından konusu uygun görülen bir konuda tez hazırlayıp, bu tezi bilimsel etiğe uygun savunarak alın teri ile doktor unvanını alabilecekti.

İlk doktoranlar da eski Tıp ve Sağlık Bilimleri Fakültesinde asistan olarak çalışan kimyacı, biyolog gibi fen fakültesi mezunları ile,  veteriner ve DTCF gibi fakültelerden mezun olup, temel tıp bilimleri veya temel bilimler yüksekokulu bünyesindeki bölümlerin asistanları ve diş hekimliği asistanları idi. En eski asistanlar yılında göreve başlayanlardı. yılından itibaren programlı lisansüstü dersleri başladığı gibi eski hizmetleri değerlendirilen asistanların doktora yeterlik sınavlarına da başlandı. Her şey kuralına uygun yapılsa da halinden memnun olmayan asistanlar ÜNAS (üniversite asistanları sendikası) bünyesinde toplanmaya da başladılar. 

Bu satırların yazarı da eski asistan olarak ve kimya bölümünde ilk kez yapılan doktora yeterlik sınavını verdi ve ardından kazandığı bir Alman DAAD bursu ile yılı mayıs sonunda Almanya’ya doktora tezini hazırlamak üzere gitti. Üç yıl Almanya’da kalmasına rağmen asistan ve idareci arkadaşlarından sürekli aldığı mektuplarla ruhen üniversitede kaldı. İlk asistanlardan anatomide Doğan Akşit, histolojide Aysel Şeftalioğlu ve Refik Soylu, diş hekimliğinde İlhan Aran, Sungur ve Öğün Güvener ve Gürhan Çağlayan, kütüphanecilikten Adil Artukoğlu, eczacılıkta Aslı Özer, kimyada Mualla Ataman, biyolojide Ünal Alp ve Tülay, istatistikte Zehra Muluk,Soner Gönen, Ceyhan İnal ve Metin Atasu, diğer bölümlerde de birçok asistan ve yılında bu fakülteden doktor unvanlarını aldılar.  

 

Beytepe Kampusu

 

Merkez kampusu başlangıçta çok geniş sanılan, Hacettepe mahallesine doğru yayılmasına rağmen, yeni binalar yapıldıkça koskoca mahallenin boşalttığı yerlerin pek de geniş olmadığı kolayca anlaşıldı. Belki de Sayın Doğramacı hastanenin şehir merkezinde bulunmasının önemini, buna karşın kafasındaki büyük bir üniversite için bu mekanın çok dar kalacağını baştan biliyordu. Bu düşünce ile daha üniversite kurulmasından itibaren ODTÜ gibi Amerikan Üniversiteleri benzeri yeni kampus alanı arayışına girmiş.

Yılında bugünkü Beytepe ve Bilkent Kampuslarının yerini gözüne kestirmiş ve Lodumlu ( Beytepe) köylüleri ile görüşmelere başlamış. Bir yandan da bugün Beytepe Kampusu, YÖK, ÖSYM ve Bilkent Üniversitesinin bulunduğu alanı, diğer bir ifade ile ODTÜ sınırlarından Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü ve MSB Harita Okulu alanlarından köye kadar geniş alanın istimlak planını yaptırmış. İstimlak bedeli olarak bütçeye çok cüzi bir bedel koydurmayı becermiş. Bu sistem sonra sayın Doğramacı ekolüne mensup rektörler tarafından da çok kullanıldı. Önemli olan istimlaki başlatmak ve  üniversite bütçesine bir harcama kalemi açtırmak, az para ile en geniş alanı istimlak etmek, hak sahiplerini ise gerçek bedel üzerinden haklarını almak üzere dava açmağa sevk etmektir. Tüm arazinin istimlaki metre karesi 1TL gibi sembolik değerle yapıldı. Bütçeden ayrılan faslın yetmediğini ise Hacettepe Vakıfları ödedi. Dava sonucu istimlak bedeli 10 TL olarak belirlenince de üniversite bütçesine zarar gelmeden “borçlar” faslından devlet ödedi. Eski bütçelerde borçlar kalemleri incelendiğinde bu amaçlı büyük meblağlar görülebilir.

Çok geniş tutulan kampus alanının ne amaçla kullanılacağını pek bilen yoktu. ODTÜ bile şehrin çok dışında görülürken, bu kadar uzakta, yolu bile olmayan dağ başındaki araziye üniversite kurulup, günün birinde gelişeceğini başka bir kimse hayal bile edemezdi.

Beytepe’de ilk yapılaşma Hacettepe Vakıflarına ait TEPE MOBİLYA kuruluşu ile başladı. Üniversiteye ait alanın tam orta yerine bir mobilya fabrikası kuruldu. Bu fabrikayı kurmadan önce Doğramacı kurucu elemanlar Nevzat Anarat, Orhan Ege, Necati Çelebi beyleri Almanya’ya inceleme ve araştırma yapmak üzere görevlendirdi. Bu üçlü Almanya’da incelemeleri sırasında orman ve ağaç işleme teknolojisinin yaygın olduğu Bavyera eyaleti Rosenheim kentindeki “Ağaç Teknolojisi Yüksekokuluna” hayran kaldılar. Dönüşlerinde izlenimlerini sayın Doğramacı’ya anlatan ekip, “Benzerini yapın!” talimatını alınca bir yandan fabrika kuruluşunu yaparken, bir yandan da eş zamanlı olarak bünyesinde “Ağaç İşleri Bölümü” de  olan meslek yüksekokulunu açtılar. Daha ilerisini, yeni açılacak bölümleri de düşünerek yüksekokul binasını yolun sağına ve fabrika ile üniversitenin taşınacağı kampus alanı arasında geniş alanda inşa ettiler. Daha üniversite Beytepe’ye taşınmadan bu yüksek okuldan başta Tepe Mobilya olmak üzere Hacettepe kuruluşlarının ihtiyacı olan teknik elemanları yetiştirmeğe başladılar. Fabrikayı kuran elemanlar ise aynen Alman mucizesini yaratan modelin temelinde olduğu gibi bir yandan üretim yaparak, bir yandan da tulum giyip, makine başında çalışacak teknik elemanları yetiştiren okulda hocalık yaptılar. Bu yüksek okul ve Tepe Mobilya Fabrikası Türkiye’de %20’lere varan istihdam yaratan fabrikasyon mobilya sektörünün bugünkü gelişimini hazırlayan lokomotifi oldu. Türkiye’ye büyük katkı sağladı.

Bir yandan Tepe Mobilya çevresinde Meteksan, Dilek, Petek, Sisag gibi Hacettepe şirketleri yapılaşırken bir yandan da kampus alanında Fizik ve Kimya binalarının temeli atıldı. Kampustaki yapılaşmaya şehre yakın yerdeki düz ve rüzgardan korunan arazi yerine en uzak noktadan başlanmış olması da herhalde ta o tarihlerde yılları düşünülerek gerçekleştirilmiş. Uzun vadeli böyle bir planlama olmasaydı, fakülte binalarının yapımına bugün Real ve Praktiker gibi alış-veriş merkezlerinin bulunduğu kısmen düz, korunaklı, ana yola daha yakın araziler dururken, anayola 6 km uzaklıktaki hiç yolu olmayan, Ankara’nın en çok rüzgar alan, Esenboğa ve Etimesut havaalanlarına inecek uçakların alçalmağa başlama ve dönme güzergahında bulunduğu için yapılaşma izni olmayan bu günkü kampus alanı seçilmezdi.

Kampusta hızlı yapılaşmaya rağmen devletten yeterli ödenek alınamıyordu. Hacettepe Üniversitesi Kayseri’de bir tıp fakültesi açmış, fakat bu fakülte için alınan öğrenciler de öğrenimlerini Ankara’da görmeye devam ediyorlardı. Kayserililer ise kağıt üzerinde açılan fakültenin ve öğrencilerinin bir an önce şehirlerine gelmesi için bir yandan sayın Doğramacı’ya rica ediyorlar, bir yandan da Tıp Fakültesi için tahsis ettikleri alanda istimlakleri ve başlanan inşaatları hızlandırmak istiyorlardı. Ancak ödeneklerin Hacettepe Üniversitesi bütçesine aktarılması ve harcamaları bu üniversitenin yapması gerekiyordu. Bu yıllarda başta Prof. Dr. Turhan Feyzioğlu ve Dr. Vedat Ali Özkan olmak üzere tüm Kayseri Milletvekilleri mecliste çok etkin ve şehirlerine üniversite kazandırma yolunu açacak bu fakültenin gelişimi için parti farkı gözetmeden tüm imkanları zorluyorlardı. Sayın Doğramacı, Beytepe kampusu inşaatları için ek bütçe alamazdı, ama Kayseri için alabilirdi. Bu teklifi alan Kayseri milletvekilleri ve senatörleri kısa bir süre içinde Doğramacı’nın istediği ek ödeneği fazlasıyla (o tarihte 40 milyon TL) çıkardılar. Ancak aylar geçtiği halde Kayseri’deki inşaatlarda bir ilerleme görmeyen parlamenterler Doğramacı’dan hesap sormaya başladılar.

Sayın Doğramacı derhal büyük bir mermer kaideye “Hacettepe Üniversitesi, Kuruluş tarihi “ yazdırdı ve uzaktan bile kolayca okunacak şekilde Kayseri’deki Gevher Nesibe Şifahanesinin giriş kapısına yerleştirdi. Kayseri Tıp Fakültesine de “Gevher Nesibe Tıp Fakültesi” adı verilmişti. Bu merkez içinde de biraz düzenlemeler yapıldı, pano ve levhalar asıldı, resimler çekildi. Sonra sayın Doğramacı tüm Kayseri parlamenterlerini özel bir ziyafete çağırdı. Tüm konuklar en nefis yemeklerle ağırlandılar ve yemek masalarının karşısına kurulan ekrandan bu mermere yazılan ad dahil, Gevher Nesibe Şifahanesinde yapılan düzenlemelerle ilgili slayt gösterisini seyrettiler. Sözü alan Doğramacı konuklarına “Biliyorum, biz bu kadar büyük meblağda para tahsis ettiğimiz halde inşaatlar niçin ilerlemiyor? Paralar nereye gitti? Diye soracaksınız. Çok haklısınız. Ben şehrinize sadece bu Fakülteyi açmakla kalmayacağım ve onu üniversite haline getireceğim. Ben de bu üniversitenin ilk rektörü, dünyanın Bolonya’dan sonra en eski üniversitesi Rektörü olarak Dünya Rektörler Konferansı duayeni olacağım. Sizin bütçeye aktardığınız parayı ise Beytepe kampusu inşaatına harcamak zorunda kaldım. Zira devlet yönetimine geçen eski yüksek okul ve akademilerin acil yer ihtiyaçları nedeni ile Beytepe elimizden gidebilirdi. Biran önce oraya ayağımızı atalım, sonra tüm bütçemizle Kayseri inşaatlarını tamamlar ve bir an önce hayalimdeki üniversiteyi sizlerle birlikte kurarız” diyerek sözlerini tamamlar. Tüm parlamenterler hesap sorma yerine hayran kalmış bir halde teşekkür ederek üniversiteyi düşünmeğe başladılar. 

 

Beytepe Kampusuna Taşınma

 

li  yılların Ankara’sı için Beytepe Kampusu çok uzak, kuş uçmaz, kervan geçmez bir dağ başı idi. Yılında Beytepe’de ilk yapılan M. Teknoloji Yüksekokulu’na ilk öğrenciler alındı, Tepe Mobilya kuruldu ve kısmen üretime başladı. Beytepe’de yeni üniversitenin binalarının temeli atılmış, inşaatları hızla yürüyordu. Ancak Beytepe’de yapılan inşaatları ilgililer dışında kimsenin izlediği yoktu.

yılı yaz aylarına gelince Beytepe’de birçok binanın hazır olduğu ve güz yarı yılına yeni, modern binalarda başlanacağı söylendiğinde, şehir merkezinden uzaklara gidileceği için çoğu elemanda hem bir hüzün, hem de yeni ve geniş binalara gidileceği için sevinç vardı. Beytepe’ye öncelikle Kimya, Fizik, Yer Bilimleri, Matematik ve İstatistik bölümlerinin taşınacağı, taşınma hazırlıklarının yapılması duyurusu ile birlikte kesinleşmiş oldu. Matematik ve İstatistik bölümlerinin taşınması nihayet sıra, masa, sandalye ve büroların taşınması demek olduğundan pek dert edildi. Fen Fakültesi dekanı Alaeddin Kutsal’ın teşviki ile ilk taşınan bölüm İstatistik ve Matematik oldu. Biyoloji Bölümü bu günkü gibi büyük bir bölüm değildi ve kendi binası tamamlanmamasına rağmen, geçici olarak Matematik ve İstatistik binalarına, daha doğrusu Matematik Bölümü binasına taşındı. Geniş mekanlardaki çok sayıda atölyeler ve laboratuarlara, cam malzemeleri, büyük aletleri, kimyasal maddeleri, özellikle tehlikeli ve zehirli kimyasal maddeleri taşımak çok kolay olmayacaktı. Çoğu malzemeler ve aletler bizzat hoca ve asistanlar tarafından paketlenmeli ve taşınmalı idi. Bu tür taşımaları hamallara ve ev nakleden eşya taşıyıcılarına bırakılamazdı.

Fizik ve kimya bölümünde hocalar ve asistanlardan eşyaların toplanması, paketlenmesi, paketlerin kamyonlardan indirilirken karşılanıp, özel yerlerine taşınması ve yerleştirilmesi için komiteler oluşturuldu. Nöbet çizelgeleri hazırlandı. Yaz ayları geldiğinde, yani öğrenci tatili başlayınca da merkez kampustan Beytepe’ye taşınma fiilen başladı. Kimya Bölümü taşıma komitesinin ve merkezden paketleme ekibinin başında Okyay Alpaut, Beytepe’de karşılama ekibinin başında da Mehmet Doğan görevlendirildi. Taşınma işi bir ay kadar devam etti.

Rektör Prof. Dr. Doğramacı da bizzat taşınma işleri ile ilgileniyor, Beytepe Kampusunu haftada birkaç kez ziyaret ediyordu. Bir yandan devam eden inşaatlarla ilgilenip, talimatlar verirken, bir yandan da taşınma işlerini denetliyordu. Bir öğle sonu yükü kimyaya boşaltılmakta olan kamyon gözüne ilişti. Kamyon başında bir ara yükü taşıyan asistan ve görevlileri izledikten sonra yüklerin yerleştirildiği bodrum kattaki depolara kadar geldi. Büyük paketleri açarak yerleştiren, üstleri başları tozdan kirlenmiş hoca ve asistanları tanımadan onlara boşaltma ve yerleştirmelerde dikkatli olmalarını hatırlattı. “Bu malzeme ve maddeler kimyasal madde veya cam malzemelerdir. Pahalı olmaları bir yana, her biri tehlikeli de! Lütfen çok dikkatli olun” diye onları uyardı. Yanında gelen rektör yardımcısı Vural Bertan boşaltma ve yerleştirme ekibindeki hocaları ve ekip başını tanımıştı. Hatırlatması üzerine Hocabey tüm ekip elemanlarının ellerini sıktı. Ekip başı ”Hocam, elbiselerimiz gibi ellerimiz de çok kirli, teşekkür ederiz” diye elini uzatmaktan çekinince “Asıl sıkılacak eller bunlar, siz Hacettepe’nin gerçek sahibisiniz “ diye karşılık verdi. Yağmurlara kalmadan taşıma işlemleri tamamlandı. 

Bir yıl sonra, yani yazında ise Sosyal ve İdari Bilimler Fakültesinin bölümleri, yani bugün Beytepe’de bulunan tüm bölümler taşındı. Ancak kampustaki tüm binalar büyük mimar(!) Sabih bey tarafından çok amaçlı değişikliklerin yapılmasına, bölme ve birleştirmelere imkan verecek şekilde büyük düz hangar benzeri değişik bir mimari sisteme göre yapıldığından sık sık su basmaları yaşandı. Su çekerleri doğru dürüst çalışmadığı gibi, açık unutulan bir musluktan akan sular bile basit bir tıkanmada eğimi sıfıra yakın olan ve istisnasız suyun hiç atık su tahliye deliklerine gitmeden tüm blokta biriktiğinden, her tarafı su kaplıyordu. Bu su baskınlarını sonbaharda yağmurların başlaması ile çatıların blok bağlantı yerlerinden akması, fırtınalı havalarda uçan pencere bloklarının komple düşmesi izledi. Tüm binalar betonarme, bina altları açık, adeta rüzgar tüneli, pencerelere kadar beton duvar, pencere üstleri tekrar beton blok yapıldığından geri kalan yerler ve merdiven başları komple cam pencere olduğundan Beytepe’nin fırtınalı ve soğuk geçen kışında bina içlerinin ısınması mümkün olamadı. Isınmayan binaların her hangi bir yerinden şiddetli fırtınada komple pencere bloğunun da düşmesi ile karlar sınıf içlerine kadar dolduğundan çoğu kez ısınmak hiç mümkün olamadı. Diğer uzman mimarların söylediklerine göre ısı izolasyonunu imkansız kılan bu tür blok betonarme sistemi normalin katı çelik gerektirdiğinden çok daha pahalı bir yapı sistemi olup, daha çok Arizona ve Sahra gibi sıcak iklim bölgeleri için uygunmuş. 

Daha ilk yıldan binalardaki bu kalitesizlik, özellikle Beytepe kampusunun yüksek, rüzgarın en şiddetli estiği tepenin başlarında korunmasız yapılaşmaya ek olarak kazan dairesinin çok uzağa yapılması, boru izolasyonlarının iyi olmaması ve izleyen yıllarda ödenek yetersizliği nedeniyle yeterli yakıt alınamaması da eklenince yılları arasında tüm kampustaki derslerin kış aylarında ay tatil edilmesi kaçınılmaz oldu. O tarihte Eskişehir Devlet Yolu çift gidiş gelişli olmadığı gibi Kampusa ulaşım da toprak zeminli köy yolundan yapılıyordu. 

 

Beytepe’de Eğitim ve Yaşam Mücadelesi

 

Başta ulaşım yolları ve güvenilir içme ve kullanım suyu gibi temel  alt yapısı hazırlanmadan ve binaların inşaatları tam tamamlanmadan, alelacele Beytepe’ye taşınma yığınla sorunu da beraberinde getirdi. Bir yandan yerleşme, bir yandan eğitim- öğretim ve araştırma ortamının sağlanması çalışanların epey vaktini aldı. Zamanla çalışanlar yeni mekanlarına alıştılar. Ancak Beytepe’ye ulaşımdaki zaman kaybı hiçbir zaman telafi edilemedi ve indirilemedi.

İlk yıllar Beytepe kampusunun diğer önemli sorunu ise çevre düzenlemesi ve ara yollar yapılmadığından kış ve yağmurlu havalarda her tarafın çamur denizi olması idi. Bu soruna yolun olmaması, Güvercinlikteki kuyulardan pompalanan, ancak kış aylarında boruların donması ile akmayan sular, patlayan kalorifer sistemleri de eklenince herkes erken taşınmanın ızdırabını yıllarca çekti. Bu sıkıntılı günlerin yararı ise ortak sıkıntıları paylaşma sonucu elemanlar arasında yakın ilişkilerin ve dostluğun gelişmesi oldu. Hacettepe ruhuna bir de “Beytepelilik ruhu” eklendi. Güç yaşama ve ulaşım koşullarından bıkan birçok eleman ise üniversiteden ayrılmayı tercih etti.

Bu yıllarda Beytepe Kampusunun asıl zorluklarını öğrenciler yaşadı.  Beytepe’nin güç yaşam koşullarından en mağdurları Beytepe yurtlarında kalmak zorunda kalan öğrencilerdi. Ancak özellikle suların kesilmesi, ısınmayan yurt binalarını dağ başında daha da soğuturdu. Yakıt parası tükendiğinde ise iyiden iyiye soğukta kalan öğrenciler memleketlerine gönderilirdi. Özellikle yurtlarda kalan öğrenciler ısınmayan odaları, akmayan suları, dağ başı yalnızlığını çok çektiler. Ulaşılmayan yolları, geç saatlerde, özellikle kış aylarında kurt baskını korkusu, sıcak banyo yapamama, en basit gereksinimlerini karşılayacak dükkan veya market bulamama gibi mahrumiyetlerle çok zorlandılar. Akşamları şehirle ulaşım kesildiği gibi, en küçük ihtiyaçlarını alacak bir alış veriş imkanı da yoktu. Yurtlara açılan küçük bir kantin öğrencilerin imdadına yetişti.

Bu satırların yazarı 2 yıl süre ile Beytepe yurtlarının yönetim kurulu başkanı, bir yıl da tüm Hacettepe yurtlarının yönetim kurul üyesi olarak görev yaptı. Alt yapı yetersizliğinden öğrencilere yeterince yardımcı olamadığının üzüntüsünü hep çekti. Tesellisi ise hiç imkanı ve kalacak yeri olmayanların tüm olumsuz koşullara rağmen kalacak bir yer bulmalarında yine de sevinerek teşekkürleri oldu. Yurtlarda çok değişik olaylar da gözleniyordu. Bu mahrumiyet içinde bile hırsızlık olayları hiç eksik olmuyordu. Kız yurdundaki bir hırsızlık olayı uzun bir takipten sonra çözülebildi. Saptanan fail hiç de yokluktan ve fakir olduğu için hırsızlık yapmamıştı. Hırsızlık bir tür hastalığı idi. Bazı görevliler ise bildikleri kız öğrencileri akşam yurttan götürmeyi normal karşılayabiliyordu. Bu tür davranışlar da önlendi.

Koşullar zor da olsa artık herkesin işyeri olmuştu. Koşulları düzeltmek, çevreyi daha güzelleştirmek, yaşamı kolaylaştırmak amaçlı birçok çalışma başlatıldı. Şehre ulaşımın güçlüğü bir yana gidiş-geliş zaman kaybı, resmi işlerin aksaması, özellikle çalışan annelerin çocuklarından uzak kalması gibi uzaklığın olumsuz etkisinden daha az zarar görmek üzere yöneticilerin de gayreti ile Beytepe’de bazı yapılanmalar gerçekleştirildi. Beytepe’de hizmet veren bir banka şubesi açıldı. İlk yıllar Ziraat Bankası Ulus şubesinin bir bürosu olarak, yani resmen şube olmadan hizmet eden bankanın çalışanları, sanki üniversitenin gerçek mensupları gibi Beytepe’nin güçlüklerine göğüs gererek güç koşullarda  tam anlamıyla iyi bir hizmet verdi.

İkinci iş olarak bir anaokulu açıldı. Başta kimya bölümü olmak üzere bazı bölümler çalışanları “yardımlaşma sandıkları” kurdu. Bu sandıklar her tür ev ihtiyacını ucuz temin ederek üyelerine sunduğu gibi, özellikle dar gelirli çalışanlarına faizsiz kredi bile dağıttılar. Çalışan ev hanımı sabah çocuğunu anaokuluna getiriyor, akşam giderken kantinden evinin ihtiyaçlarını ve anaokulundan çocuğunu alarak evine dönebiliyordu. Bölümlerdeki yardımlaşma sandıkları kantinlerinin bu başarılı hizmetlerinden sonra tüm kampus mensupları için daha büyük kantin ve satış merkezleri de açıldı. Anarşi ve terörün buraları da pençesine takışına kadar bu tür yardımlaşma sandıkları büyük hizmetler sundular.

Beytepe’de kısa süre içerisinde Üniversitenin tüm birimlerinin birer şubeleri de açıldı. Bunları öğrenci ve mensuplara hizmet veren sağlık merkezinin açılışı izledi. Bu şubeler ve sağlık merkezi sayesinde artık resmi işler için ve küçük rahatsızlıklarda ana kampusa gidişe gerek bile kalmadı. Beytepe’de uzun yıllar hizmet veren ve bugün bir kısmı zamanla vefat eden kıymetli idareciler büyük çaba ve özveri ile Beytepe’nin üniversite görünümü almasında büyük katkı sağladılar. Öğrenci işlerinde Mücella Merdol ve Zehra, Personel’de Mahmut Al, Özlük İşlerinde Bilge hanım, saymanlıkta Neşet Bey, satın almada Mehmet Gölgedar, Çevre düzenlemede Müfit Güldür, yurtlarda ve destek hizmetlerinde Mikail Pehlivan ilk akla gelen isimler. Bu işlerin gerçekleşmesinde Rektör yardımcısı Prof. Dr. Gürol Ataman’ın çabaları, becerikliliği ve fedakarlığı unutulmamalıdır.

 

funduszeue.info Gürol Ataman ve HÜTE

Prof. Dr. Ihsan Doğramacı’nın en önemli özelliklerinden biri de çevresinde daima zeki, becerikli ve başarılı elemanları tutması, onları sürekli takibe alması ve ihtiyaç halinde onlardan en yüksek verimle yararlanmasıdır. Bazı elemanları daha o elemanlar yurt dışında çalışırken izlemeğe başlar. Yurt dışında isim yapmış olanlarla başarı göstermesi muhtemel gençleri kurumuna kazandırmağa çalışırdı. Kurduğu çocuk sağlığı merkezinden ve Ankara Tıp Fakültesindeki hocalığından Tıp Fakültesi mensuplarını ve yurt dışına gidenleri tanıyarak izlediğinden Tıp Fakültesine kendi ölçülerine uygun elemanları baştan seçerek aldı. Hiçbir eleman tesadüfi alınmadı. Belki asistanlığında başarı gösterenlerden bir kısmını yurt dışına da göndererek ekibine katmıştır, ama çoğunu daha baştan seçmiştir.  Bu titiz eleman seçimi, idari personel için de geçerlidir. Hızına ayak uyduramayanlar ayıklanır veya yıllar içerisinde gözden düşer, kendine daha pasif, kapasitesine göre bir iş ayarlanır.

Üniversite kurmayı daha ilk işe başlarken hedeflediğinden kendi yakın çevresinde yer almayan ve bilim alanı dışı, yani tıp dışı elemanların seçimini daha çok soruşturarak, yurt dışında izleyerek yaptı. Ankara Üniversitesi rektörlüğü dönemindeki çevresinden yararlandı. Tüm para musluklarını elinde tutmasına rağmen deneyerek izlediği ve güvenebileceğine inandığı elemanları bulduğuna inanınca da kendince daha güvenini kazananı buluncaya kadar istediği birimde tam yetki ile görevlendirir.

Bu yıllarda Sayın Doğramacı yurt dışındaki başarılı Türk bilim adamlarını da Hacettepe Üniversitesine bizzat davet etti. Jale Üniversitesinde genç yaşta profesör olan Oktay Sinanoğlu ve MIT de başarılı doktora yapan Namık Kemal Aras’ı ABD de ziyaret ederek davet ettiğini bu iki bilim adamı bizzat bana anlattı. İkisi de o tarihte daveti özel durumları nedeniyle kabul edemediklerine pişman olmuşlar. Daha sonra o tarihte yurt dışı temasları ile çok aktif olan, bir yandan Ankara Fen Fakültesinde öğretim üyeliğini sürdürürken, bir yandan da o yıllarda çok popüler olan atom enerjisi kurumu ile sıcak temasta olan Cemil Şenvar’ı yılında Hacettepe bünyesine kattı. Sonra Bozkurt Güvenç’in yetki ve sorumluluklarını aynen ve hatta biraz daha artırarak Prof. Dr. Cemil Şenvar’a devretti. Daha sonraları ise Cemil Şenvar’ın yetkilerinin büyük çoğunluğu zaman içerisinde o tarihte en genç Profesör Gürol Ataman’a verildi. Gerçi Cemil Şenvar Kimya Enstitüsü müdürü ve Mezuniyet Sonrası Eğitimi Fakültesi Dekanı olarak yılına kadar önemli kişiliğini sürdürdü Ama artık Doğramacı’nın sağ kolu, tıp dışında en güvenilir adamı, Hacettepe ve Beytepe’de “Gürol Ataman devri” başladı.

Doğramacı’nın Gürol Ataman’a güveni ve yakınlığı Gürol Ataman’ın 2 ağustos yılında eşi ile elim bir trafik kazasında ölümüne kadar Hacettepe ve Kasım den sonra da YÖK’te devam etti. Hep en yakınında çalıştı. İşlerin ağırını her zaman Doğramacı gözünün arkada kalmayacağını bilerek Gürol Ataman’a bıraktı. Yaşasa YÖK onun başkanlığında çok daha farklı, belki de üniversitelerimizdeki demokratikleşme daha zaafa uğrayabilirdi ama daha hızlı gelişebilirdi.

Gürol Ataman devlet burslusu olarak üniversite öğrenimini Fransa’da tamamladıktan sonra aynı ülkede Jeokimya alanında Fransa’da en üst kategori doktora olan “Devlet Doktoru” unvanını almış, başarılı genç bir jeolog olarak Doğramacı ile ilk tanışmasında sayın Doğramacı’nın oltasına takılmış ve yılı sonunda kendini Hacettepe Üniversitesinde buldu. O tarihte Hacettepe’de yer bilimleri ve jeoloji bölümü olmadığından Gürol Ataman eğitimine en yakın Kimya Bölümüne “Dr. Öğretim Görevlisi” olarak atandı. Yılından itibaren doktora yapmaya çalışan kimya asistanlarına ders vermeye ve bir yandan da yer bilimleri bölümünü kurma çabasına başladı. Yılında doçent unvanını alan Ataman, bu tarihten sonra Doğramacı’nın daha yakınında çalışmağa başladı. İlk iş olarak Yer Bilimleri Enstitüsünü kurdu. Tanıdığı yer bilimcileri toplamaya çalıştı. Ama daha üst görevlere yılında profesör olmasından sonra tırmandı.

Bu devreye kadar tırmanışı yıllarında yine Doğramacı’nın talebi ile Ankara Fen’den Hacettepe’ye profesör olarak geçen fizikçi Numan Zengin, Cemil Şenvar’dan boşalan Mühendislik Fakültesi dekanlığı gibi bazı görevlere getirilmişti.

Beytepe Kampusunun zor koşullarına yılları arası ülkemiz yüksek öğretim kurumları sanki özel planlanarak bir merkezden yönetilircesine, her yıl artan bir hızla anarşi ve şiddetin yuvalanma ve ayaklanma merkezi haline getirilişinin sıkıntılarının da eklendiği yıllardı.

Tüm zorluklarına, anarşi ve teröre rağmen Ankara şehir merkezinden km uzaklıkta, tam anlamı ile dağ başında, hem de devletin üniversitelerine para ayıramadığı yıllarda Beytepe’de bir üniversite oluştu. Bu oluşumda, Beytepe’de üniversiteleşme ve Hacettepe üniversitesinin Tıp Fakültesi dışında da başarılı üniversiteler içerisinde yer almasında ve tanınmasında en büyük pay Gürol Ataman’a aittir. Gürol Ataman tam yetki ile Beytepe kampusunun alt yapısını oluşturdu, ağaçlandırılmasını hızlandırdı, idari örgütünü kurdu. Bugün de kullanılan kampusu Eskişehir yoluna bağlayan çift yolu o açtırdı. Bu yolun açılışı o tarihte “kel başa şimşir tarak” olarak görülmüş, çoğu öğretim üyesi kampustaki alt yapı sorunları çözülmeden böyle geniş bulvarın yapılmış olmasının çok gereksiz olduğunu ileri sürerken, o bu yolun bile ileride genişletilmesi gerekebileceğini, kampusun çok büyüyeceğini, böyle bir yolun yapılmasının zorunlu olduğunu savunmuştur.

Gürol Ataman Beytepe’de bugün rektörlük olarak kullanılan binanın yapılmasını, tüm dekanlık ve idari birimlerin aynı binada toplanmasını da sağlamış, Beytepe kampusunun kendi kendine yeterli olması için gece gündüz büyük çaba harcamıştır. Genel Sekreterlik dahil, tüm idari birimlerin tam yetkili şubelerini Beytepe’de açmış, öğrenci ve öğretim üyeleri sağlık merkezini, anaokulunu, diğer hizmet birimlerini hep o açtı ve yakın çevresindeki arkadaşları aracılığıyla zor koşullara rağmen iyi çalışmalarını sağladı.

Gürol Ataman’ın kimilerine göre en başarılı, kimilerine göre ise eleştirilebilecek çabası, bir yerde üniversite – sanayi işbirliğinin de ilk başarılı uygulamalarından olan “Hacettepe Üniversitesi Teknoloji Enstitüsü” (HÜTE) adlı araştırma, üretim ve uygulama merkezini kurup işletmek oldu. Aynı merkez bugün bile HÜ Döner Sermaye İşletmelerine bağlı olarak para kazanmaya devam etse de başlangıçtaki araştırma, ülkeye hizmet ve yeni alanlara yönelmeden mahrumdur.

Bu merkezde gerçekleştirilen üretim ve hizmetlerin öncüsü ve en büyüğü diğer işlerin de hızlandırıcısı Doğramacı’nın kurduğu Tepe Mobilya ve Meteksan gelir. Teknoloji Mesleki Yüksek okulla iç içe çalışan bu merkez aynı zamanda ülkemiz devlet kuruluşlarının ABD ve Avrupa tipi tefrişine klasik büro dışı döşenmesine de öncülük etmiştir. Bu yönden devlet israfını teşvik ettiği söylenebilir.

HÜTE bünyesinde kurulup gelişen hizmet ve üretim birimleri: “Röntgen filmleri otomatik banyo makineleri için hızlı ve derişik banyo çözeltileri üretimi birimi”, “İnsektisit ve böcek ilaçları birimi”, “Gemi atık su arıtma birimi”, “ Karayolları çizgi boyası üretimi”, “Kuru yangın söndürücü üretimi”, “Diş aletleri ve kalıp kimyasalları üretimi”, “Hemodiyaliz çözeltisi üretimi”, “Tıbbi cam ve alet üretimi”, “Maden ve kömür arama birimi”, “Zeolit ve mermer birimi”, “Elektronik ve bilgisayar hizmetleri birimi” gibi ülkemiz için de öncü birimleriydi. Bu merkezlerin çalışma ve işleyişinin herkese açık olmaması Gürol Ataman’ı eleştirenlerin en baş malzemeleri idi. Ama bu birimler yıllarca başarılı hizmetlerini sürdürdüler, ülkemiz ve üniversitelerimize kaynak üretebileceklerini gösterdiler.

  Gürol Ataman’ın Beytepe’den ayrılarak YÖK’de görev alması kurduğu bu işletmelerin çoğunun kapanmasına gidişi hızlandırdı. Beytepe yıllarca kendi haline terk edildi. Binaları, alt yapısı, yolları eskidi. Bu bakımsızlığından kurtuluşu yolunu ise Ağustos de vefat eden, Gürol Beyle birlikte rektör yardımcılığı ve de rektör seçilip kısa süre rektörlük yapabilen Prof. Dr. Süleyman Sağlam yılından sonra ikinci rektörlüğünde araladı. Alt yapıyı yeniledi. Kendi adını taşıyan yeni öğrenci yurtları ve “öğrenci kasabasını” yaptı. Yerine aynı anabilim dalından Tunçalp Özgen rektör seçildi. Süleyman beyin başlattığı iyileştirmelere devam etti ve Beytepe’nin üst yapısını, görüntüsünü çağdaş hale getirdi.

Tunçalp beyin Beytepe’deki yardımcısı ise ilk stajını Gürol Ataman yanında yapan, onun ilk öğrencisi ve ilk asistanı Hasan Bayhan idi. Hasan Bayhan, yerinde durdurmayan enerjisi, birçok özellik ve meziyetiyle hocasına benzemektedir. Umarız şansı onun gibi kötü olmaz. Gerçi Gürol Bey’ in mirasından onun bölümünde mesai arkadaşları olmanın ötesinde büyük yakınlık ve benzerlikleri olmayan Mümin Köksoy ve Orhan Baysal yararlandılar ve her ikisi de YÖK üyeliği ve birçok üst makama ulaştılar. Her ikisi de sosyal statü ve çevrelerini başlıca onun sayesinde yükselttiler. Ama onun mirasını asıl hak edenin Hasan Bayhan olduğunu tüm Beytepe’liler kabul eder.

Hacettepe Yer Bilimleri bölümlerine kız öğrenci almak niyetinde değildi. İlk yıl bunu resmi giriş koşulları arasına yazmayınca bu bölüme bir kız öğrenci de girdi. Bu kız öğrenci sonra sınıf arkadaşı Hasan Bayhan ile evlendi. Hasan Bey daha öğrenciliğinden itibaren yönetim işlerinde kendini gösterdi. Asistan temsilciliği, bölüm başkan yardımcılığı, dekan yardımcılığı, bölüm başkanlığı derken arkadaşları dekan olmasını istedi. O yardımcısı olduğu dekanı ve hocası aday olduğundan öneriyi kabul etmedi. Belki de daha iyi oldu. Bir yıl sonra kendini Beytepe kampusundan sorumlu rektör yardımcısı olarak buldu. Umarız rektör de olur.  

Süleyman Sağlam ve Tunçalp Özgen’in rektörlüğü yıllarında bir plan dahilinde bina altlarındaki havalanma boşlukları kapatıldı. Merdiven başı komple cam bloklar örüldü. Bazı yerlerde fazla pencereler kapatıldı ve kalanlar sağlamlaştırıldı. Tüm bina altlarına eşanjörler, tüm enerji taşıma borularını izolasyonları yapıldı. Her şeyden önemlisi ülke zenginleşti. Bütçe ödenekleri artırıldı. Isınmada fueloil yerine doğal gaz kullanıldı. Kampus içi yollar ve kampusa ulaşım ana yolu açıldı. Bina aralarına ve çevre araziye ağaçlar dikildi. Binalar arası bağlantı yolları ve merdivenler ıslah edildi. Zeminler seramikle kaplandı. Kafeterya ve yemekhaneler tamamen yenilendi. Gerçekten de güzel bir kampus oldu. Ancak mekanlar genişleyip, olanaklar artınca bölümler ve fakülteler arası insan ilişkileri azaldı. Bu sıkıntı, acı ve üzüntüde kenetlenme herhalde Türk Milletinin özelliği olmalı. 

O sıkıntılı yıllar çok uzakta kaldı. O günleri yaşayanlar ve bir daha Beytepe’ye uğramama yemini edenlerin özellikle eski kampuslarını ziyaret etmelerini öneririm. Diktiğiniz ağaçlar büyüdü orman oldu. Beyaz Evi, renkli öğrenci evleri, şık ve güzel kafeteryaları, “City center”i, yenilenen öğrenci yurtları, kampusun her yanına yayılan çim saha ve spor alanları, spor ve kondisyon merkezi, büyük stadyumu, orman için yürüyüş yolları, “aşıklar tepesi” ile ülkemizin en güzel kampuslarından biri oldu. Yılında temeli atılan kültür merkezinin tamamlanmasıyla üniversitenin adını dünya çapında çok daha fazla duyuracak, mezunlar üniversiteleriyle daha yakın ilişki kuracaklardır. Ama her iyiliğe ulaşmada yorulanları belki de düşünmeyeceklerdir.

 

HacettepeAnadolu’ya açılıyor

 Anadolu, 19Mayıs, Cumhuriyet ve Kayseri Üniversitelerinin açılışı

 

Almanya ilk üniversitelerini Heidelberg, Götingen, Tübingen, Freiburg, Giessen, Achen, Ulm  gibi küçük yerleşim yerlerinde açmıştı. İngiltere’ nin en meşhur iki üniversitesi Oxford ve Chambridge, ABD nin en meşhur MIT, Harward, Stanford gibi üniversiteleri de küçük yerleşim yerlerinde kurulmuştur. Türkiye’de ise en eski üniversitemiz en büyük şehrimizde, bunu izleyen iki üniversite de Ankara ve İstanbul’da açıldıktan sonra yeni üniversitelerin taşrada açılması istendi. Hatta Atatürk daha tek üniversitemiz varken bile Van gibi Doğu Anadolu’nun en doğusundaki küçük bir ilde “Doğu Üniversitesi” açılmasını istediği halde üniversiteler taşraya gidişe isteksiz davranmışlardır.

 Karadeniz bölgesinin gelişimi için Trabzon’da açılan 4. ve Erzurum’da kurulan 5. Üniversiteyi İzmir ‘de kurulan Ege üniversitesi ile Ankara’da açılan ODTÜ ve Hacettepe üniversiteleri izlemiştir. Taşra olarak kurulan Erzurum Atatürk ve Trabzon Karadeniz Teknik Üniversiteleri devletin tüm desteğine, devlet adına yurt dışında doktora yapanların zoraki bu üniversitelere atanmalarına rağmen bu iki üniversitemiz yıllarca gelişememiş, öğretim üyeleri bu illerde kalmak istememişlerdir. ODTÜ, Boğaziçi ve Ege Üniversiteleri ise kısa sürede gelişip, büyüdüler.. Bu iki ildeki üniversiteler gelişmeden yıllar geçerken bunlardan çok sonra açılan Hacettepe Üniversitesi ve daha sonraki yıllarda 4. büyük ilimiz Adana’da açılan Çukurova Üniversitesi bile bu iki üniversiteden daha hızlı gelişmiştir.

Devletin zorlayarak açtırdığı ve desteklediği Diyarbakır ve Elazığ üniversiteleri de yıllarca gelişemediler. Cumhuriyetin Yıl kutlamaları onuruna Samsun, Sivas, Konya, Eskişehir, Malatya üniversiteleri açılması kararı alınmıştır. Bu üniversitelerden Eskişehir Anadolu, Samsun Ondokuzmayıs ve Sivas Cumhuriyet Üniversitelerinin kurulması ve geliştirilmesi görevi Hacettepe Üniversitesine verilmiş, daha sonraki yıllarda da Hacettepe Üniversitesi  Kayseri’de üniversite kurma görevini gönüllü üstlenmiştir. Bu uygulama Türk Yükseköğretiminde iyi değerlendirilmesi ve örnek alınması gereken olumlu bir uygulama idi. Maalesef YÖK’ü kuranlar ve daha sonra üniversite açanlar bu uygulamadan yararlanmadılar.

Hacettepe Üniversitesi daha önce de taşrada açılan üniversiteleri, daha doğrusu kendisinden yıllarca önce açılan Erzurum’daki Atatürk ve Trabzon’daki Karadeniz Üniversitelerini desteklemişti. Kendisi daha üniversite olmadan Tıp Fakültesi bulunmayan Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesini kurdu ve geliştirdi. Bu fakültenin kurucu dekanlığını sayın Doğramacı’nın kendisi gibi çocuk hekimi arkadaşı Ali Ertuğrul yaptı. Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesine alınan öğrenciler ve asistanlar Hacettepe’de eğitim gördüler, daha sonra Erzurum’da devam ettiler. İlk açıldığı yıl Hacettepe’nin tıp dışı bölümlerinde öğrenci olup, Temel Bilimler Yüksekokulunda tıp öğrencileri ile benzer dersleri okuyan “Tıbbi Teknoloji”, “Fizik Tedavi” gibi bölüm öğrencilerinden isteyenler de dilekçe vererek Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesine yatay geçiş yaptılar. Bu satırların yazarı genç asistan olarak birçok öğrenciyi bu yeni açılan tıp fakültesinde okumalarının kendi yararlarına olacağına ikna etti. Bir ara sınıflarını geçen ve yabancı dil barajını aşan kişilik tıp ve dişhekimliği öğrencisi bile Erzurum’a gitmeye zorlandı.

O tarihlerde taşra üniversitelerinin, özellikle Atatürk Üniversitesinin gelişimi için özel yasalar vardı. Örnek olarak bu üniversitede çalışan bir öğretim elemanı doktora veya tıpta uzmanlığını yaptıktan 2 yıl sonra doçent olmak üzere, doçent biri de iki yıl bu kadroda çalışarak profesör olmak üzere başvurabiliyordu. Yani bu üniversiteye özgü olmak üzere kısa sürede doçent ve profesör olunabiliyordu. Hâlbuki o tarihte yürürlükte olan sayılı Üniversite Yasası ve Sayılı personel Yasasına göre bu süreler diğer üniversitelerde 4 ve 5 yıldı. Sayın Doğramacı, Atatürk üniversitesi Tıp Fakültesinin kuruluşunu  desteklerken bu olanaktan da yararlandı. ABD’ den getirdiği genç ve başarılı bir çok hekimi Hacettepe’de çalıştığı ve Ankara’da oturduğu halde Erzurum kadrosunda göstererek onların kısa sürede doçent ve profesör olmasını sağladı. Bu yolla kısa sürede doçent ve profesör unvanı alan o çok meşhur doktorlarımız da en azından tekrar ABD ‘ne dönmeden ülkemizde kaldılar.

Daha sonraki yıllarda Trabzon’daki Karadeniz Tıp Fakültesinin kuruluşuna da Hacettepe üniversitesi benzer desteği sağlamıştı.  

Hacettepe Sivas, Samsun, Eskişehir ve Kayseri illerinde açılacak üniversitelerin kurulacağı yerleri tespit edip imkanlar ölçüsünde inşaatların yapımı ile ilgilenirken bir yandan da bu üniversiteler adına öğrenci ve asistanlar alarak Hacettepe’de eğitimlerini başlattı. Gerçi bu üniversiteler sayesinde sayın Doğramacı’nın yakınında yer alan bir çok profesör bu illere, gitmeden veya bu illerde oturmadan, oturdukları Ankara’daki evlerinden ayrılmadan, profesör dekan ve rektörlük payesi de aldılar. Hacettepe’nin kuruluşunu yaptığı yeni üniversitelerde Servet Bilir, Tahsin Tuncalı, Sıddık Karatay, Muaffak Akman, Erfüz Edgüer, Muhsin Saraçlar rektörlük, profesör de dekanlık payesi aldılar.  Buna rağmen ilk eğitimlerini Hacettepe’de alan lisans öğrencileri belirli süre sonunda bu şehirdeki üniversitelere giderek oradan mezun oldular.

Asistanlar ise doktoralarını Hacettepe’de tamamladılar. Hatta alet parasını bulamayan kimya bölümü gibi çoğu bölüm, bu yeni üniversiteler adına aldıkları aletleri kullanarak sadece bu üniversiteler adına alınan asistanlar değil, kendi üniversiteleri adına eğittikleri elemanları da bu aletlerden yararlandı. Doktorasını tamamlayanlar aletlerini de alarak yeni üniversitelerine gittiklerinde doğrudan araştırmalarına da devam edebildiler. Hacettepe patronajını yaptığı üniversiteleri kendi bünyesindeki atayacağı kadro bulamadığı elemanları ile de destekledi.  Böylece bu üniversiteler kendileri ile birlikte açılmasına karar verilen İnönü, Uludağ ve Selçuk Üniversitelerinden sonra eğitim öğretime başlamalarına rağmen onlardan çok hızlı geliştiler, kısa sürede onlardan daha ileri duruma geldiler. Örnek olarak YÖK öncesi İnönü Üniversitesi’nde kadrolu sadece bir profesör ve bir doçente karşılık Cumhuriyet Üniversitesinde onlarca öğretim üyesi oldu.

Hacettepe üniversitesinin kuruluşunu üstlendiği bu yeni Anadolu üniversiteleri de aynen Hacettepe eğitim sistemini benimsedi. Hatta yerel halk kendi şehirlerindeki özellikle üniversite hastanelerini “Hacettepe Hastanesi” olarak adlandırdı.Aradan 30 yıl geçmesine rağmen örnek olarak Kayseri’de sırdan vatandaşlar “Erciyes Üniversitesi Hastanesi” adından daha çok “Hacettepe Hastanesi” adını kullanır. Bu üniversitelerin Tıp Fakülteleri de halen Hacettepe’nin öncülük yaptığı komitelerden oluşan “Entegre Eğitim Sistemini” uygularlar. Hasta muayene, teşhis ve tedavisinde, hastane işletmesi ve yönetiminde aynı modeli uyguladılar. Bu üniversitelerin çoğu, hatta fakülteleri, yıllarca Hacettepe üniversitesi ile aynı yönetmelikleri uyguladı. Bu satırların yazarı bile Erciyes Üniversitesindeki idari görevleri sırasında “Bilim Merkezi Derneği” de içinde olmak üzere Hacettepe’nin geliştirdiği birçok kuruluş ve sistemi orada da kurdu.

Bu üniversitelerin Hacettepe Üniversitelerinden aldıkları en kötü miras ise maalesef kötü kaliteli, Sabih beyin öncülük ettiği mimarideki Beytepe benzeri kötü kalitede yapılan binalardı. Ancak yıllar sonra bu mimariden ve Hacettepe’nin Dilek ve Petek inşaat şirketlerinden vazgeçenler, kendi kimliklerini bulabildiler. Hacettepe şirketleri de bu üniversite inşaatları sayesinde “Bilkent Üniversitesini” kuracak sermayeyi biriktirebildi.

Yılında açılmasına karar verilen 23 yeni üniversiteye daha çok kısmen eskice olan taşra üniversitelerinden öğretim üyeleri gittiler. Ankara ve İstanbul’daki üniversitelerden bu yeni üniversitelere gönüllü gidense yok denecek kadar az oldu.

ve Yıllarında açılmasına karar verilen Üniversiteler de bu sistemle kurulabilselerdi, çok daha hızla gelişirlerdi. Halen birçok yeni üniversite büyük üniversitelerimizle eşleştirilerek bu üniversitelerimiz himaye ve desteği ile daha doğru yolda bilimsel ve destekle daha sağlıklı gelişebilir.

 

Hacettepe Kimya Bölümü Kimya Fakültesinin Kuruluşu, Gelişimi ve Akibeti

 

Ankara Üniversitesi Hacettepe Tıp ve Sağlık Bilimleri Fakültesi Ankara Üniversitesinin ikinci Tıp Fakültesi olarak kurulmuş görünmesine ve eğitim yapmasına rağmen, daha fakülte haline gelmeden bile ayrı bir üniversite gibi yapılandırılarak bu hedefe ulaşmak üzere gelişmiştir. Sayın Doğramacı daha Çocuk Sağlığı Enstitüsünü açarken, yakın bir gelecekte ayrı bir üniversite  kuracağını planlamıştı. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi gibi klasik Tıp eğitimi yerine modern tıp eğitimini yaptığı gerekçesiyle klasik FKB yerine Temel Bilimler Yüksekokulu kurarak bu okul bünyesinde tıp öğrencilerine temel bilimler derslerini verdirdi.  Hazır bu dersleri verecek hocalar gelmişken, bu hocaların mensup oldukları asıl bölümlerini de açmalıydı. Öyle de yaptı.

Yılında Tıp öğrencilerini alırken, yılında da diş hekimliği, kimya, biyoloji gibi bölümlere de öğrenci aldı. Kimyanın ilk öğrencileri ise Neylan, Miraç Çobanoğlu, Uğur Kızılviranlıoğlu, Coşkun Duman, Suat ve Sıdıka idi. Bu altı kimya öğrencisi ilk yıl ne yapacaklarını bilmeseler de ikinci yıldan itibaren yeni alınan 40 öğrenciyi gördükten sonra kimya bölümüne daha sıkı sarıldılar. Mezuniyetlerine kadar mühendis olma hakkını bile aldılar.

Yeni bölüme öğrenci alınmasına rağmen yılında bölümün kadrolu elemanı yoktu. Dersler Ankara Fen Fakültesinden ek görevle gelen Aral Olcay, Celal Tüzün ve Cemil Şenvar tarafından yürütülüyordu. Almanya’dan dönen Doç. Dr. Türkan Babadağ bölümde tam zamanlı ilk eleman olarak göreve başladı. İ.Ü. mezunu Mediha Aşıkma ve A.Ü.F.F. uzatmalı öğrencisi Erbil Altay da aynı yıl asistan olarak göreve  başladılar. Böylece artık Hacettepe’nin kadrolu kimyacıları da vardı. Kimya Bölümünde asıl atılım A.Ü. F.F. doçenti Cemil Şenvar’a kimya bölümünü kurma, istediği gibi  ve geliştirme yetkisi verilmesinden sonra oldu.

Cemil Şenvar profesörlük unvanını almadan Hacettepe’ye tam zamanlı gelmeyi düşünmedi. Bir yandan Hacettepe’ye yeni elemanlar bularak onların görevlendirilmesini sağlarken, bir yandan da A.Ü.F.F fizikokimya kürsü başkanı, 15 yıllık Doçent Süreyya Aybar’ı profesör olmaya zorluyordu. Cemil Şenvar önce Haziran ayında mezun iki öğrencisi Mehmet Doğan ve Turgut Palamutçu’yu hemen, ekim ayında da Mualla Keskioğlu’nu Hacettepe kadrosuna aldı. Almanya’dan da Doç. Okyay Alpaut’u getirtti. Kendisi de Süreyya Aybar’ın profesör olmasını bekledi ve yılında kendisi de profesör olduktan sonra kadrosu ile Hacettepe Tıp ve Sağlık Bilimleri Fakültesine atandı. Bozkurt Güvenç’in yerine Temel Bilimler Yüksek Okulu müdürlüğüne atandı. Kimya Bölümü de bu yüksek okula bağlandı. Bu tarihten önce ise A.Ü.F.F. hocalarından Süreyya Aybar ve Necla Gündüz’ü ders vermek üzere Hacettepe’de görevlendirdi. Celal Tüzün ve Aral Olcay yılında derse gelmediler. Daha sonra Aral Olcay bir ara yine gelmesine rağmen Celal Tüzün artık hiç derse gelmedi.

Yılında hoca sayısı üçe, asistan sayısı beşe ulaştı. Turgut Palamutçu İngiltere’ye gitmişti ama bu arada TAEK’den Suphi Kormalı geldi. Yine de çok sayıda bölümün öğrencilerine yaptırılan laboratuarlara bu asistanlar yetersiz kaldığından AÜFF’den Necati Renda, Ertan İrun, Yüksel Sarıkaya ve Osman Yiğit ek görevle yıllarca Hacettepe’de çalıştılar. Hacettepe’de dersler ve laboratuarlar küçük öğrenci gruplarına ayrı ayrı yaptırıldığı ve özellikle tıp öğrencilerine ilk iki yıl dört ayrı kimya dersi verildiği, ayrıca bu derslerin laboratuarları da yaptırıldığından ne asistan, ne de hoca yeterli oluyordu. Sürekli ek görevli hocalar arandı ve görevlendirildi. AÜFF en büyük kaynaktı. İleriki yıllarda mevcutlara ek olarak Ayla Birgül, Melike Kabasakal, MSB den Selahattin Ertürk, Hüseyin Bentürk gibi elemanlar da görevlendirildi. yılının sonuna doğru Erfüz Edgüer, yılı başında da Gürol Ataman tam zamanlı hoca olarak göreve başladılar.

Yıllarında yılına kadar merkez kütüphanesi olarak kullanılan mekanın üst katındaki iç, içe iki odaya sıkışan kimya bölümü yılında bugün patoloji ve farmakoloji anabilim dallarının bulunduğu arka bloğun 5. katında üç yeni odayı da büro olarak almıştır. Kısa bir süre içerisinde bugün merkez Yapı Kredi Bankasının bulunduğu bina tamamlanınca da bankanın üstündeki üç oda ve araştırma laboratuarına kavuşmuş, daha sonra da ’e kadar tüm kata yayılmıştır. Yılında Beytepe kampusuna taşınıncaya kadar da bu son alanında kalmış, her zaman diğer bölümlerin çok üstünde mekanları kullanmıştır. Geniş mekanların nedeni Kimya Bölümü mensuplarının becerikli olmalarından değil, hemen hemen tüm sağlık ve fen alanındaki bölümlere çok sayıda ders ve laboratuar servisi vermesinden kaynaklanmıştır. İlk yıllar başta Tıp Fakültesi öğrencilerine genel kimya I ve II, analitik kimya ve fizikokimya ders ve laboratuarı olmak üzere tüm bölümlere çok sayıda laboratuar yaptıran kimya bölümü AID yardımından çok büyük kimyasal madde ve malzeme desteği almış, depolarını her tür kimyasal madde ve laboratuar gereçleri ile doldurmuştur. Halen bu ilk partiden kalan kimyasal maddeyi kullanmaktadır.

Her geçen sürede devletin verdiği sarf madde parası azaldıkça ve bölümlerin asli elemanları çoğalınca kimya bölümünden talep edilen ders ve laboratuar kredileri önce azaltılmış, sonra dersler en aza indirilirken laboratuar uygulamaları tamamen kaldırılmıştır. Örnek olarak ilk yıllar haftada 5 saat olmak üzere 4 yarıyıl üst üste dört ayrı ad altında kimya dersi verilen ve bir o kadar da laboratuar uygulaması yaptırılan tıp fakültesi öğrencileri artık yıllardan bu yana hiç laboratuar yapmadıkları gibi son dört yıldır hiç kimya dersi de istemez olmuştur.

Bu yıllar Kimya Bölümünde tek müstahdem Abbas ile tek sekreter Engin hanım vardı. Bu hanım sonra kütüphanecilik bölümünü bitirdi. Abbas tüm bölüm büro ve laboratuarlarının temizliğini yapar, laboratuarların eksiğini temine çalışır, Türkan hanımın siparişlerini karşılar, her işe koşar görünür,  çoğu kez işinden kaytarırdı. Bu nedenle laboratuvar temizliği gibi çoğu işler asistanlar tarafından yapılırdı. Cemil Şenvar geldikten sonra AÜFF elemanlarından Hakkı depo memuru olarak kimya depolarına, İbrahim de camcı olarak cam atölyesini kurmak üzere alındı.

Türkan hanıma hizmet etmek ve araştırma laboratuvarını temizlemek üzere şeker hastası Meryem hanım da kimya bölümüne gönderildi. Daha becerikli sekreter olan Serpil, bölüm sekreterliğini yürüttü. Niyazi Kaya, Muzaffer müstahdem olarak alındı. Sonraki yıllarda ise Süfyan, Necati, Abdullah, Musa, Hüsamettin, Vedat gibi görevliler İsmet, Turgut, Satılmış, Çetin gibi çok sayıda teknisyen alındı. Sonuncular daha çok Beytepe’ye taşındıktan sonra alındı ve tamamı geçen yıllarda hizmet sürelerini doldurarak emekli oldular. Sekreter sayısı da özellikle Kimya Fakültesi olduktan sonra çok arttı. 

Hacettepe’nin ilk yıllarından itibaren Cemil Şenvar’ın yönetimi altında çalışan fakülte sekreteri Yaşar Kurtuluş hep en iyi sekreterleri aldı ve onları bir odaya kapatarak özel eğitimden geçirdi. Bu başarılı sekreterlerin çoğu daha sonraki yıllarda YÖK de görev aldı, öğretmen veya üst düzey yönetici oldular. Bunlar arasında akılda kalan bazı isimler Leyla, Nilüfer, Ayten, Gül, Günay, Nurten sayılabilir. Eskilerden kalan isim, herkesin tanıdığı Nurten. Diğerleri emekli oldu veya kurum değiştirdi.

Yılı başında Hacettepe Tıp ve Sağlık Bilimleri Fakültesi önce “Hacettepe Sağlık Merkezi”  sonra “Hacettepe Bilim Merkezi” adını aldı. Hemen ardından da ayrı bir üniversite olma kulisi başladı. Aynı yıl bu hedefine de ulaştı ve Ankara’da AÜ ve ODTU ardından üçüncü bir üniversite “Hacettepe Üniversitesi” kurulmuş oldu. Kimya Bölümü önce Fen ve Sosyal Bilimler Fakültesine, sonra bu Fakültenin ikiye bölünmesiyle Fen ve Mühendislik Fakültesine bağlandı. yılında bu Fakülte de üç yeni fakülteye bölününce, Kimya Bölümü de “Kimya Fakültesi” haline dönüştürüldü. İlk iki fakültenin dekanlığını üstlenen Cemil Şenvar, sonuncu fakültenin dekanlığına talip olmadı. Kimya bölümündeki kontrolünü “Kimya Enstitüsü” müdürlüğünü üstlenerek sürdürdü. Kendisi de Mühendislik ve  MSEF gibi diğer fakültelerin dekanlığını yaparak yine üst görevlerine devam etti.

Kimya bölümü başlangıçta lisans programı uygulayarak kimyager yetiştirmek üzere eğitime başlamıştı. Ancak o tarihlerde kimya mühendisliğinin çok daha popüler olması ve yürürlüğe giren sayılı yasaya göre yüksek mühendis unvanı ile mezun olan birinin kimyagere göre 5 kademe daha yüksek basamaktan göreve başlaması karşısında mezunların mağdur olmaması için tüm program “ Kimya Yüksek Mühendisi” unvanı ile mezun edilecek şekilde düzenlendi. Ancak ülkemizde ve kimya endüstrisinde asıl ihtiyacın mühendise değil, kimyagere olduğu göz önüne alınarak uzun yıllar iki tip kimya yüksek mühendisi diploması verildi. İkisi de aynı diplomayı almalarına rağmen parantez içinde birincide (proses), ikincisinde ( kalite kontrol) yazıyordu.

Kimya bölümüne ilk öğrenciler yılında başlamış olmalarına rağmen gerçek anlamda ilk mezunlar yılında öğrenime başlayan devre oldu. Bu devreden mezun olan Hayri Sonaer ise Hacettepe mezunu ilk asistandır. Bu tarihe kadar tüm asistan ihtiyacını Ankara Üniversitesi karşılamıştı.

Kimya Bölümünde yılında Mehmet Kış ve Zehra Çelik (Ütine), Nur Gökçen, Songur Esenol asistan olarak göreve başladı. Yılında ise Aysel Atımtay ve başka bir hanım öğretim görevlisi olarak atanırken, Süleyman Yıldırır da asistan olarak başladı. Bunu izleyen yıllarda Dr. Alex Gaines ve Dr. Roger yabancı uyruklu öğretim görevlisi olarak alındı. ABD de doktora derecesi alarak dönen Oktay Beşkardeş ve Atilla Yıldız, İngiltere’den dönen Mehmet Ergin de yıllarında öğretim görevlisi olarak atandılar. Bu yıllar iki ABD vatandaşı kimya mühendisliği hocası da yıl görev yaptı. de Almanya’da doktora yapan Mehmet Doğan, İngiltere’de doktorasını tamamlayan Turgut Palamutçu ve ABD de doktorasını yapan Arif Çağlar Kimya kadrosuna öğretim görevlisi olarak katıldılar.  Yılında Almanya’dan Nurettin Balcıoğlu ile sınıf arkadaşı eski eleman Suphi Kormalı ABD den doktora derecesi almış olarak kadroya atandılar.

Daha sonraki yıllarda da özellikle kimya mühendisliği alanında yurt dışında doktora yapan Ömer Kuleli, Ateş Akyurtlu, Baki Üzüm, Güniz Gürüz, Murat Soylu, kimya alanında doktora yapan Güngör Ülkü, Yavuz İmamoğlu, Kayhan Göktürk, Hacettepe kadrosuna katıldılar. Bu son katılanlardan sadece Yavuz İmamoğlu Hacettepe’de kaldı. Kimyacılığına ek olarak Üniversite Spor Bilimleri bölüm başkanlığı ve Yüksel Bozer zamanında rektör yardımcılığı da yaptı. yılından itibaren mevcut mühendislik bölümüne ek kimya bölümü de öğretime başladı.

Geçen sürede ilk önce Mualla Ataman olmak üzere, Zehra Çelik, Mehmet Kış, Yuda Yürüm, Aygen Yücel Ahmet Özdural ve Erhan Pişkin de Hacettepe’de doktora derecesi aldılar. Bu yıllar H.Ü Kimya Fakültesi Türkiye ölçüsünde çok geniş bir öğretim kadrosuna sahip oldu. İlk elemanlar yılından itibaren doçent olmağa başladılar. yılında 3 profesör, 6 doçent ve 10 doktoralı öğretim görevlisinden oluşan kadroya ulaştı. yılında doçent ve profesör sayısı 19 oldu.

Bu yıllarda Hacettepe Kimya Bölümü ülkemizin en çok tutulan ve en başarılı kimya bölümlerinden biri oldu. Yılında Mehmet Doğan önce Şeref Kunç ve Hayri Sonaer’i , sonra da Mehmet Kış ve Tamerkan Özgen’i yanına alarak röntgen filmi otomatik banyo makineleri için konsantre çözelti imalatını gerçekleştirerek tüm ülkemiz hastanelerine satmağa başladı.

Kimyacılar kontrolüne geçen üniversite cam atölyesinde tüp başta olmak üzere laboratuvar cam malzemeleri imalatı başlatıldı. Ayrıca kazantaşı ve kışır temizleme asit çözeltileri ve inhibitörleri üretimi, ultrason için jel üretimi, Erhan Pişkin ve Ahmet Özdural tarafından da hemodiyaliz çözeltileri imalatı hep bu yıllar başlatıldı. Daha sonra diş kalıbı polimerleri, karayolu çizgi boyaları, yangın söndürücü köpük ve toz, bazı boyaların imalatları gerçekleştirildi. Piyasaya güvenilir kimyasal analizler yapıldı. MSB ARGE dairesine destek verildi. Sistematik şekilde Mezuniyet Sonrası Eğitimi Fakültesi (MESEF) bünyesinde doktora eğitimi yapıldı.

Kimya kadrosundaki en büyük artış, yılı mezunu 20 kadar asistanın sayılı yasanın yürürlüğe girmesinden kısa bir süre önce atanmasıyla olmuştur. Bu sınıftan Eczacılık Fakültesine atanan Haluk ve Gökçe Özyörük ise daha sonraki yıllarda hocaları Güler Somer ile birlikte kimya kadrosuna katıldılar. Aynı yıllar Tıp Fakültesi Farmakoloji anabilim dalında doktorasını yapan Serdar Ateş de mezun olduğu bölümün kadrosuna geçti. Gerçi bu yıllarda Kimya ve Kimya Mühendisliğinde hizmet eden ABD vatandaşları ülkelerine dönmüş, İngiliz Roger Y. Zelanda’ya, Dr Gaines, Şeref Kunç ve Aygen Yücel Adana’ya, Turgut Arısoy (Palamutçu) Denizli’ye gitmişlerdi. Yine de kadro oldukça genişlemişti.

yılına kadar  geçen sürede Baki Üzüm, Murat Soylu, Kayhan Göktürk, Güngör Ülkü kendi istekleri ile Ömer Kuleli ve Ateş Akyurtlu sayılı yasa ile ayrıldılar. Bu arada çok sayıda eleman doktorasını tamamladı. Erdoğan Alper Trabzon’dan naklen atandı.  Eskişehir kadrosuna alınan Lale Zor, Sevim ve Orhan Bilgiç, Samsun kadrosunda Mustafa Özcan asıl üniversitelerine taşınıncaya kadar bir süre Hacettepe’de görev yaptılar.

Yılında sayılı yasa sonucu yayınlanan 41 sayılı KHK uyarınca Kimya Fakültesinin kapatılarak iki bölümün de mühendislik fakültesine bağlanması ile kimya büyük darbe aldı. Bunu izleyen yıllarda çok sayıda genç ve orta yaşlı eleman bölümden ayrıldılar. Bunlar arasında eskilerden Mehmet Doğan, Suphi Kormalı, Rektör olarak giden Arif Çağlar ve eşi, her biri doktoralı ve aynı sınıftan M. Ali Oturan, Cüneyt Çağlar, Talat Yenipınar, Rezzan Doğru, Gaye Erbatur ve eşi, Tayfur Bıyıklıoğlu, Raif Güler  ve eşi Hülya Güler ile daha küçük sınıflardan İsmal Yiğinsu, Çetin Çakmaklı, Ankara’da kalıp başka üniversiteye giden Güler Somer, A. Rehber Türker, Süleyman Akman, Baki Erdoğan, Ülkü Kurnaz, Samsun’a giden Osman Çakır, Hanife Büyükgüngör ilk akla gelen isimler.  Bu gidişler bir yerde doğal karşılanmalı, zira bölüm çok büyümüştü.

Bu yıllarda, daha doğrusu yılında iki ayrı bölüme ayrılan ve teşkilatlanan Kimya ve Kimya Mühendisliği bölümleri arasındaki ayrılık önemli değildi. İki bölümün kimyasal madde depoları, mekanik ve cam atölyeleri, hatta çoğu laboratuar teknisyenleri bile ortaktı. Bu nedenle Kimya Fakültesi kapatılırken ayrı bir Fen Fakültesi bulunmasına rağmen Kimya Bölümü de teşkilat yasası ile Mühendislik Fakültesine bağlanmıştı

Yılına kadar Hacettepe Kimya Fakültesinde yetişerek ülkemizin değişik üniversite ve kuruluşlarında üst düzeyde görev alan elemanların sayısı oldukça yüksek olup, Samsun ve Elazığ’da rektörlük, Kayseri, Sivas, Elazığ, Denizlideki fakültelerde dekanlık, birçok üniversitede yüksekokul müdürlüğü ve bölüm başkanlığı, birçok fabrikanın müdürlüğü gibi görevlerde bulunan, kişi sayılabilir. Hatta biri Milletvekili bile oldu. 

Kimya Mühendisliğinin ders yükünün az olması nedeniyle kadrosu daha az, mekanları daha dardı. Kimya Bölümü bu bölümü yıllarca bir anabilim dalı olarak görmüştü. İzleyen yıllarda Mühendislik Fakültesinin diğer bölümleri yanında rüştünü ispat etmesi gerekmişti. Aslında Mühendislik Fakültesinin mühendislikle hiç ilgisi olmayan ve Fen Fakültesine bağlı olması gereken Fizik ve Kimya gibi iki en büyük ve en eski bölümü diğer Mühendislik Bölümlerini de rahatsız ve tedirgin eder olmuştu. Fizik Bölümü kendini Fizik Mühendisliği Bölümü şeklinde tanımlayarak ve tek tip mühendislik diploması verdiğinden fiziğin mühendisinin olup, olmayacağına aldırış etmeden bu fakültede en büyük bölüm olarak kaldı.

 Ancak Kimya Bölümü aynı yolu izleyemezdi. Zira eskiden beri fizik gibi mühendislik diploması verirken, yılından itibaren de kimyager diploması da veriyordu. Bu durum uzun sürmedi ve günün birinde Kimya Bölümü Mühendislik Fakültesinden alınarak asıl yeri olan Fen Fakültesine bağlandı. Bu yeni durum işleri iyice zorlaştırdı. İki bölüm ortak kadro ve mekanları iyice ayrıldı. Kimya Mühendisliği Bölümü bu gün bulunduğu binaya sıkıştı. 5 katlı dev 5 blok kimya bölümüne kaldı. Bu bölümün alt yapısı ve öğretim kadrosu çevre, gıda, kimya eğitimi, malzeme, biyo- mühendislik, polimer teknolojisi gibi birçok bölüm ve meslek elemanını yetiştirmeye yeterli durumda olmasına rağmen bu hizmeti yapamamaktadır.

Sayılı YÖK ün ülkemize gerçeklerine uymayan en kötü, eleştirilecek yanlarından başlıcaları üniversitelerin teşkilat yasası uyarınca yeni fakültelerin oluşması, bazı fakültelerin kapanmasıdır. Bu yasa ABD benzeri fen-edebiyat fakülteleri gibi birbiriyle bağdaşmayan sosyal ve fen bilimleri ile ilgili bölümleri bir araya getirirken, kimya başta olmak üzere fizik, istatistik ve matematik gibi temel mühendislik fen bölümlerini mühendislik fakültelerinden ayırmıştır.

Fen ve mühendislik fakültelerinin bir arada olması özellikle yeni açılan üniversitelerde Türkiye’nin yapısına çok daha uygun olurdu. Düşünün ki çevre, gıda, petrol, metalurji, malzeme, seramik  birer mühendislik bölümü olarak mühendislik fakültesinde yer alınken bu bölümleri doğuran ve asıl besleyecek kaynak olan kimya bölümleri fen-edebiyat fakültesinde yer almaktadır. Çok büyük kaynak israfı yanında özellikle bu üç ara mühendislik bölümlerinin sağlıksız gelişimlerine neden olmaktadır. Çok geniş mühendislik ve bilim alanıyla yan yana ve iç içe olması gereken kimya bölümleri, yabancı diller, sosyoloji, psikoloji, tarih ve edebiyat gibi bölümlerle aynı fakülte içinde yer almaktadır. Çoğu üniversitelerimizde bu fakültelere yönetici atanan fenciler de diğer bölümlerin eğitim ve işleyişlerine yabancı olduklarından uygulamada sıkıntılara neden olmaktadır.

Ülkemiz diğer kimya bölümlerinde olduğu gibi, Hacettepe Kimya Bölümü de çok iyi kadrosuna rağmen kaynak üretimi yerine tüketici olmaya devam etmiş, kapasitesini kullanamamıştır. Her bakımdan bu kaynak ve yatırımlara yazık olmaktadır. Bir zamanlar bu bölümü kuranların çabalarıyla HÜTE de başlatılan kimyasal madde üretim seferberliği de duraklamış, bazı üretimler tamamen durdurulurken kalanlar da bir iki para için her şeyini satacak ellerin hizmetinde kalmıştır.

Teşkilat yasasının diğer eleştirilecek yanları ise garip şekilde eğitim fakültelerinin oluşturulmasıdır. Bu fakülteler çok gereksiz ve yanlış açıldı. Halen aradan geçen 22 yıl gibi süreye rağmen bir düzelme olmadı. Özellikle branş ve meslek dersleri öğretmenlerinin yetiştirilmesi ciddi şekilde tartışılmalıydı. Bugün eğitim fakültelerinin trajik yapısı herkes tarafından bilindiği halde uygulama devam etmektedir. Kimya eğitimi veren çoğu bölümde gerçek kimyacılar yoktur.

Ataşehir Mevlana Mahallesi Satılık Daire

Mevlana Mahallesi Satılık Daire Almayı Düşünenler İçin Bilgiler

Emlakjet, Mevlana Mahallesi satılık daire arayışında olan tüm kullanıcılar için ilçe hakkında bilinmesi gereken tüm genel bilgileri tek bir kaynakta birleştirdi. Yeni bir ev seçimi yapmadan hemen önce Emlakjet’in birbirinden farklı ilan seçeneklerini inceleyebilir ve bölge hakkında bilinmesi gereken tüm bilgileri yazımızda bulabilirsiniz.

Mevlana Mahallesi, Türkiye’nin en kalabalık şehri olan İstanbul’un Anadolu Yakasında yer alan Ataşehir ilçesine bağlı bir mahalledir. Coğrafi konum bir şehrin toplumu devlet ve bireysel hayatını şekillendiren en önemli etkenlerden birisidir. Anadolu’daki pek çok yerleşim yeri gibi burası da ilk çağlardan beri gelmiş çeşitli kültür ve medeniyetlerin izlerini taşır. Çevresindeki diğer mahalleler şöyledir;

  • Yeni Çamlıca Mahallesi,
  • Mimar Sinan Mahallesi,
  • Ferhatpaşa Mahallesi,
  • Yenişehir Mahallesi,
  • Kayışdağı Mahallesi,
  • Yenişehir Mahallesi.

İş merkezleri, eğitim kurumları, ulaşım ağları ve deniz kenarına yakınlığı sayesinde emlak piyasasında oldukça popüler bir bölgedir. Sizde ister yaşamak için ister karlı kira getirisi ile yatırım yapmak için ev satın almak isteseniz Emlakjet’in ilan sayfalarını detaylıca inceleyebilirsiniz. 

Mevlana Mahallesi Satılık Daire Arayanlar İçin Mahallede Bulunan Önemli Kurumlar

Ataşehir Mevlana Mahallesinde yaşayan kişi sayısı, yılı TÜİK verilerine göre; ’tir. Buraya ulaşım için tercih edebileceğiniz İETT Otobüs hatları; 11T, 16M, 19M, 19T, 19Y, , , A, Y.

Minibüs hatları ise; Bostancı - Dudullu, Bostancı - Kayışdağı - Dudullu ve Üsküdar - Ferhatpaşa’dır.

Ataşehir Mevlana Mahallesi satılık ev ya da Mevlana Mahallesi uygun evler arayışında olanlar için mahallede bulunan eğitim kurumları;

  • Akşemsettin İlkokulu,
  • Akşemsettin Ortaokulu,
  • Piri Reis İlkokulu,
  • Piri Reis Ortaokulu,
  • Özel Ardıç Ortaokulu,
  • Mevlana Kız Teknik ve Meslek Lisesi,
  • Ataşehir İbrahim Müteferrika Mesleki ve Teknik Lisesi.

Mevlana Mahallesi Satılık Daire Konut Piyasa Bilgileri

Emlakjet Bölge Raporu yılı Mart ayı verilerine göre İstanbul’daki Ataşehir Mevlana Mahallesi’nde bulunan satılık konutların genel piyasa bilgileri şu şekilde belirlenmiştir:

  • Konutun ortalama yaşam alanı metrekare,
  • Metrekare birim satış ücreti en az; TL,
  • Metrekare birim satış ücreti en fazla; TL,
  • Ortalama konut satış fiyatı; TL’dir. 

Mahalledeki satılık evlerin konut tiplerine göre fiyat ortalaması ise;

  • 1+1 72 metrekare daire satış fiyatı ortalaması; TL,
  • 2+1 96 metrekare daire satış fiyatı ortalaması; TL,
  • 3+1 metrekare daire satış fiyatı ortalaması; TL’dir.

Tercih edeceğiniz dairenin sahip olduğu iç özelliklere, deniz kıyısında, manzaralı, rezidans, apartman, site özellikleri, bahçeli ya da binanın kat ve kot bilgilerine göre fiyatlarda değişiklik görülebilmektedir. Satın alacağınız dairenin iç ve dış özelliklerine dikkat ederek satış işlemlerini gerçekleştirmeniz önerilmektedir. 

İhtiyacınıza yönelik en uygun evi kolaylıkla bulabilmek için sizde Emlakjet’in güvenilir emlakçılarından danışmanlık hizmeti alabilir ya da sitemizde bulunan en çok tercih edilen İstanbul Ataşehir Mevlana Mahallesi sahibinden satılık 3+1 ev ilanlarını detaylıca inceleyebilirsiniz.

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası