peygamber efendimiz cuma namazını neden kılmadı / CUMA NAMAZININ DİNDEKİ YERİ - Gazete İpekyol

Peygamber Efendimiz Cuma Namazını Neden Kılmadı

peygamber efendimiz cuma namazını neden kılmadı

İslam ve İhsan

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır.Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.

Geçen hafta zuhr-i âhir namazını kaleme aldım. Türkiye’nin hemen her yerinden mailime ve telefonuma yüzlerce tebrik mesajı geldi. Sosyal medyada büyük destek geldi. Gerçekten dinimiz üzerinde yapılan değişikliklerden artık milletimize gına gelmiş durumda. Bu işin içinde Diyanet olunca, üzüntü daha da büyük oluyor.

Arayanlar; “Bir dönem FETÖ, Kutlu Doğum Haftası, dinler arası diyalog, İbrâhimî dinler vb. uygulamalarla gençlerimizi ifsat etti. Bu projeler durmayacak mı? Millet gençlerin deizme, ateizme kaydığından, LGBTİ’li derneklerin faaliyetleri her yerde dörtnala yol aldığından şikâyet ederken Diyanet camiası namazları, ibadetleri yok etmekle mi uğraşıyor? Neden asıl meselelere eğilmiyor ve niçin gençlerimizle ilgilenmiyor” diyorlar!

Yine; “28 Şubat’ta Yaşar Nuri Öztürk’ün ibadetlerle ilgili akılalmaz hezeyanlarının, bugün uygulamaya geçtiğini görmek çok üzücü, bu oyun ve projeler durmayacak mı ne olur sözümüzü yetkililere duyur” dediler.

Bu arada Balıkesir’den bir okuyucumun sözü çok çarpıcı idi.

“Hocam ne olur Cumhurbaşkanımıza ilet bu gidişatı! Cumhurbaşkanımıza sesimizi duyur. Kendisi şu yaşa gelinceye kadar zuhr-i âhir namazını kılmadı mı? Ne olur söylesin veya dinimizi bozanlara dur desin” diyerek yalvardı!

Milletin bu feveranına karşılık, geçen haftaki yazımda fetvasını hedef aldığım DİYK Başkanlığından tek ses çıkmadı. Gerçekten de mezhepleri yok sayan ve ben mezhepsizim tavrı içerisinde yazılan zuhr-ı âhir hakkındaki fetva pek cahilane bir şekilde kaleme alınmıştı.

Bu ağır ifademe rağmen DİYK’in kılı kıpırdamadı!..

Ne oldu, başınızı kuma mı gömdünüz? Ses verin! Fakat şunu söyleyeyim: Milletin sesi durmayacak daha güçlü bir şekilde “ne oluyor” avazelerine muhatap olacaksınız.

Ayrıca sizlerin fikirlerini de gelecek yazılarımda ortaya koyacağım!

DİYK üyeleri susarken, Vehhabi ve mezhepsiz tıynetli pek çok kişi de kimi hileli kimi saldırgan bir biçimde tavırlarını ortaya koydular. Saldırgan tavırlı olanları bir yana bırakıp milletin kafasını karıştırmaya yönelik sual soranların suallerine kısa cevaplar vermek istiyorum.

1. “Diyanet'le ne uğraşıyorsun!” dediler.

Diyanet'le uğraşmıyorum. Hiçbir zaman da uğraşmadım. Yanlışları ve hataları usulüyle dile getiriyorum. Bir âlim için “Haksızlık karşısında susmak dilsiz şeytanlıktır”, düsturunca doğruları söylüyorum. Bu hatalar maksatlı veya maksatsız dinde oluyorsa, İslamiyet’in temel prensipleri ve 12-13 asırdır süregelen uygulamalar değiştiriliyorsa, “sus kardeşim konuşma” diyenler, yarın kendilerinden davacı olacağımı bilsinler. Hâlbuki bunlar bana sus diyecekleri yerde konunun muhataplarından bilgi isteseler onları uyarsalar ne güzel olurdu. FETÖ dinî prensipleri bozarken, güya hizmet ediyor diye kırk yıl boyunca uyaranları azarlayanlar da bunlardı.

2. “1400 yıldır kılınan zuhr-i âhir namazı” sözüme takılanlar olmuş. “O kadar değil” demişler.

Ben bunu Peygamber efendimiz ve dört halife devrinden sonra çıktığı için böyle yazmıştım. Buna net bir cevap vermek gerekirse, zuhr-i âhir namazının kesin olarak ilk defa ne zaman kılındığını söylemek zordur. Ancak Hicrî ikinci asırda çıkmış olduğu kesindir. Çünkü İmam-ı Âzam, İmam-ı Malik, İmam-ı Ebû Yusuf, İmam-ı Şâfiî gibi büyük mezhep imamları konu ile alakalı içtihatta bulunmuşlardır. Bu durum o devirlerde bu meselenin ortaya çıktığını göstermektedir. Nitekim Türklerin de Hanefi mezhebine mensubiyetleri dolayısıyla İslam dairesine girdiği andan itibaren zuhr-i âhir namazını kıldıkları âlimlerin kavlince bellidir. Dolayısıyla sözümüzü dinen geçersiz kılacak bir husus söz konusu değildir.

3. “Zuhr-i âhir namazı niçin çıkmıştır?”

Resulullah efendimiz ve sonraki asırda cuma namazı şehirlerde ve merkezî tek bir camide kılındığından zuhr-i âhir gibi bir namaza gerek duyulmamıştır. Artan fetih hareketleriyle İslam’ın büyük beldelere yayılması ve nüfus yoğunluğu yüzünden hicrî ikinci asırdan itibaren şehir tanımında farklılık ve cumanın bir yerde birden çok camide kılınması baş gösterince müçtehit âlimler bu konuda içtihatta bulunmuşlardır. Neticede Peygamber efendimiz dönemindeki eda şartlarının bir kısmının değişmesi itibarıyla müçtehit din âlimleri ihtiyat prensibi gereğince zuhr-i âhir namazını kılmanın uygun olacağını belirtmişlerdir.

4. “Zuhr-i âhir namazı bid’attir” diyenler olmuş!

Böyle düşünenlere ahmak tabirinden başka bir şey yakıştıramıyorum. Zira şayet bid’at denecekse asıl bid’at cuma namazını Peygamber efendimiz ve ashabının kıldığından farklı kılmaktır. Demek ki bunların ya cuma namazının ilk dönemde nasıl kılındığından haberi yok veya bid’ati bilmiyorlar. Bu takdirde bir şehirde birden fazla camide kılmak bid’at olurdu. Oysa yapılan sadece ihtiyat prensibine göre harekettir. Nitekim Hanefi mezhebi âlimlerinden Ebü’l-Berekat Nesefi: “Namazın caiz veya fasit olmasından şüpheye düşüldüğünde, ihtiyat gereği namaz yeniden kılınır” demiştir. Dolayısıyla zuhr-i âhir namazının bidatle bir ilgisi yoktur.

5. “Zuhr-i âhir namazını uygun bulmayan âlimler de var!” demişler.

Evet İbn Nüceym ve Haskefi gibi zuhr-i âhir namazının kılınmasını uygun görmeyen âlimler var ise de bunların delilleri çürütülmüş ve pek çok Ehl-i sünnet âlimi zuhr-i âhir namazının kılınması gerektiğini belirtmiştir. Fetva da asırlardır onlara göre verilmiş olup bütün beldelerde mutlak olarak uygulanmıştır. Nitekim âlimlerin içtihadı ile birlikte uygulanmadığı bir dönem gösteremezsiniz!

6. “Zuhr-i âhir namazının kılınması gerektiğini söyleyen âlimlere misal verebilir misiniz?” diye sormuşlar.

Kufe fakihi Habib İbn-i Ebi Sabit (v.737), müçtehit imamlardan Evzâi (v.774), Hanefi mezhebi fakihlerinden büyük âlim Şemsüleimme Serahsi (v. 1090) başta olmak üzere İmamü’l-Haremeyn Cüveyni (v.1085), Zerkeşi (v.1392) Takiyüddîn Subkî (v. 1355) bu âlimlerin önde gelenleridir.

7. “Son dönemlerde zuhr-i âhir namazına karşı çıkan olmuş mudur?”

Evet olmuştur. Ancak bunlar Ehl-i sünnet yolunun muarızlarıdır. Nitekim zuhr-i âhir namazına bidat diyerek karşı çıkan Şevkâni (v.1834), Mustafa el-Galâyini (v.1944), Abduh (v.1905) ve Reşid Rıza (v.1935) gibi reformistler bunlardandır. Ancak bunların sözlerinin uygulamaya hiçbir tesiri olmamıştır.

8. “Bunlara cevap veren Ehl-i Sünnet âlimleri var mıdır? Sözlerine misal getirebilir misiniz?”

Elbette pek çok âlim cevaplar vermiş ve zuhr-i âhir namazının mutlaka kılınması gerektiğini belirtmiştir.

Halveti yolunun büyüklerinden büyük fıkıh ve kelam âlimi Amasyalı Nuh Bin Mustafa el-Konevî (v.1660 / Kâhire) bu konuda çok kapsamlı bir risale yazmıştır. O, “Bir şehrin birden çok yerinde cuma namazı kılınması veya cuma namazı kılınan meskûn mahallin (şehir) niteliği taşımaması durumunda zuhr-i âhir namazının kılınması gerektiğini belirtmiştir. Böyle durumda mükellefin, (üzerime son farz olan kılmadığım öğle namazını kılmaya niyet ettim) diyerek dört rekât daha namaz kılması (zuhr-i âhir) gerekir” demiştir. Âlimler de genelde bu niyeti tavsiye etmektedir.

Konevî’ye göre; “Cuma namazı sahih olmamış ise bu dört rekât namaz 'vaktin farzı', eğer sahih olmuş ise 'kaza namazı', kaza namazı borcunun bulunmaması hâlinde ise 'nafile namaz yerine geçer'. Dolayısıyla adı geçen namazı kılmak her hâlükârda hayırlı ve faydalıdır."

Yine, Ehl-i sünnet ulemanın büyüklerinden, dört mezhebin fıkhına vâkıf Şeyh Yusuf Nebhanî (v.1932) de zuhr-i âhir hakkında müstakil bir risale kaleme almıştır.

Nebhanî’ye göre, bu namazı terk edenler ancak vesveselerinden, cahil ve fasıkların iddialarından ve yeryüzünde fesada sebebiyet vermek için içtihat iddiasında bulunanlardan ötürü terk etmişlerdir.

Din hususunda içtihatta bulunmuş dört mezhep imamının bunca kıyasına rağmen, onların dışında delillerden yoksun birtakım iddialar ileri sürenler Nebhanî’ye göre ilimde, akılda ve dinde eksik olan insanlardır.

Zuhr-i ahir namazı hakkında geniş bilgi veren âlimlerden bir tanesi de Muhammed Bahit el-Muti’dir (v.1935). Fıkıh, usul-i fıkıh, hadis, tefsir, mantık ve belagat konularında büyük âlim olup Mısır Başkadılığında bulunmuş olan Muhammed el-Muti’nin zuhr-i âhir namazı hakkındaki hükmü, bin küsur senelik uygulamayı en güzel bir biçimde özetler mahiyetindedir. Şöyle ki:

“Üzerindeki sorumluluktan kesin bir surette kurtulmak ve bütün mezheplere göre farzı yerine getirmiş olmayı isteyen mükellef için ihtiyata en uygun olan; herhangi bir müçtehidin (çok küçük köy de olsa) cumanın farz olduğunu söylediği her yerde cuma namazını kılması, ardından başka bir müçtehidin, şartlarını taşımadığı gerekçesiyle cumanın farz veya sahih olmadığını söylediği her yerde zuhr-i âhir namazını eda etmesidir.”

Söylenecek söz çok! Elbette âlimlerin sözüne kulak ve değer verene!

Ancak DİYK üyelerinin yaptıkları gibi, “bu bir varsayımdır, dolayısıyla kılınmaz” tarzıyla, Don Kişot'un kılıç sallaması gibi fetva vermesi kabul edilemez!

Diyanet İşeri Başkan yardımcısı Prof. Dr. İ. Hilmi Karslı’nın ise, zuhr-i âhir namazını kıldıran bir ilçe müftümüze “Pandemi sayesinde kaldırdığımız bu namazı niçin kıldırıyorsunuz” diyerek serzenişte bulunması, cüretkârlıklarını hangi safhaya vardırdıklarının göstergesidir. 

Öte yandan kendi kafasına göre hareket eden cühelaya göre ise her yol mübah!

Dolayısıyla onlara da söylenecek söz yok!

 

 

TEFEKKÜR

 

Bî-derk olan kusûrunu nâkıs kılar gider

Ayn-ı kemâl imiş kişi bilmek hatâsını

                                                  Haşmet

(İdraksiz kişi hatalarını düzeltmeden gider,

Kişinin hatasını bilmesi olgunluğun ta kendisidir.)

Yazıyı PaylaşYazıyı Kaydet

CUMA NAMAZININ DİNDEKİ YERİ

 Muhterem Kardeşlerim…

Yıl içinde Ramazan ayı, geceler içinde Kadir Gecesi ne kadar önemli ise, günler içinde Cuma günü de o kadar önemlidir. Çünkü Cuma günü Müslümanların bir araya geldikleri ve cemaatle haftalık ibadetlerini ifa ettikleri önemli bir gündür. Cuma günü Müslümanların en önemli görevi haftalık ibadet olan Cuma Namazını kılmalarıdır.

Efendim;

Cuma Suresinde yüce Allah bütün müminlere şöyle seslenmektedir: “Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığı zaman, hemen Allah’ın zikrine koşun ve alış verişi bırakın. Eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır.” (Cuma, 9)

Ayette ezana, Cuma gününe, Cuma namazına, Cuma namazının farz oluşuna, Cuma Hutbesine, Cuma saatinde alış veriş yapılmaması gerektiğine işaret edilmektedir.

I. Cuma Günü

 Ayette geçen “El-Cumu‘ati” kelimesi, “toplamak, bir araya getirmek” anlamına gelen “cem‘” kökünden türetilmiş bir isimdir. Müslümanlar öğle saatinde camide toplanıp birlikte Cuma namazı kıldıkları için Arapların daha önce “Arube” dedikleri haftanın bu gününe “Cuma günü” denilmiştir.

Haftanın en değerli günü Cuma günüdür. Peygamberimiz (s.a.s.) Cuma gününün faziletini şöyle beyan etmiştir: “Üzerine güneşin doğduğu en hayırlı gün Cuma günüdür; Âdem o gün yaratılmış, o gün cennete girmiş ve o gün cennetten çıkarılmıştır. Kıyamet de Cuma günü kopacaktır.” (Müslim, Cuma, 18)

Cuma, Müslümanların haftalık bayramıdır. Bu itibarla Müslümanlar, Perşembe günü akşamdan bu güne hazırlanırlar. Cumaya hazırlık için boy abdesti alırlar, temiz elbise giyerler, güzel koku sürünürler. Bunu Peygamberimizin bir tavsiyesi olarak yerine getirirler. Çünkü Peygamberimiz (sallahu aleyhi vesellem); “Cumaya gelmek isteyen kimse boy abdesti alsın.” (Müslim, Cuma, 2)

“Ergen olan her kişinin Cuma günü gusletmesi, ağız ve diş temizliği yapması ve yeteri kadar güzel koku sürünmesi gerekir.” (Müslim, Cuma, 7) buyurmuştur.

Müslümanlar Cuma günü Kur’an okumak, zikir ve tefekkür etmek, Peygamberimize salât ve selâm getirmek, tövbe ve istiğfar etmek, camiye gidip vaaz ve hutbe dinlemek suretiyle böyle değerli ve önemli bir günün manevî feyzinden yararlanmaya çalışırlar.

“Cuma gününde bir saat vardır ki Müslüman, bu saate isabet ederek hayırlı bir şey isterse Allahu Teâlâ ona istediğini verir.” (Müslim, Cuma, 15) anlamındaki Peygamberimizin sözüne uyarak dua ve niyazda bulunurlar.

II. Ezan

Ayette geçen “Nida” ezan anlamındadır. “Namaz için çağrı yapıldığı zaman” cümlesi, namaz öncesinde ezan okunmasını ifade eder.

Ezan, hicretin birinci yılında okunmaya başladı ve ilk okunan ezan sabah ezanı idi. (Ebû Dâvûd, Ezan, 3)

Peygamberimiz ile Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer’in hilâfeti zamanında cuma günü tek ezan okunuyordu. Hz. Osman devri gelince, insanlar çoğaldı, Medine büyüdü ve evlerin mesafesi uzaklaştı. Bunun üzerine Hz. Osman ezanın sayısını ikiye çıkardı. Cuma vaktinde bir ezan, İmam-Hatip hutbeye çıkınca bir ezan okuttu.

Ezan, Müslümanlar arasında bir paroladır. Bu sebeple sadece orijinal cümleleriyle okunur. Hangi dili konuşursa konuşsun bütün Müslümanlar ezanı anlar ve ezan karşısında aynı heyecan ve duyguyu hissederler. Ezan, Müslümanların birliğini temsil eder. Ezan, hakka davet, İslâm’a ve ibadete çağrıdır.

III. Cuma Namazı

Ayette geçen “salât” ile kastedilen cuma namazıdır. Peygamberimiz Medine'ye gelmeden ve Cuma ayeti nazil olmadan Medine'de Es'ad b. Zürare, istişare ile kırk Müslüman’a, Mus’ab b, Umeyr, Hz. Peygamber’in emri ile 12 Müslüman’a iki rekât Cuma namazı kıldırmıştır. (Yazır, ilgili ayet) Peygamber Efendimiz ise, ilk Cuma namazını Mekke’den Medine’ye hicret esnasında Medine yakınlarında Rânûna vadisinde Sâlim b. Avf kabilesinin yurdunda kıldırmıştır. (İbn Hişâm, I, 496)

Peygamberimiz, “Cuma namazına gitmek, ergenlik çağına ulaşmış her Müslüman’a farzdır” (Ebu Dâvûd, Taharet, 129) buyurmuş ve:

“Kim tembellik ederek üç Cuma namazını terk ederse Allah o kimsenin kalbini mühürler.” (Tirmizî, Cuma, 354) anlamındaki sözleriyle cuma namazını mazeretsiz kılmayanların akıbetini bildirmiş, Cuma namazının faziletini şöyle beyan etmiştir:

“Bir kimse güzelce abdest alır sonra mescide gelir, susup okunacak hutbeyi dinlerse, gelecek Cuma’ya kadar ve ondan sonraki üç gün içinde işleyeceği (küçük) günahları affedilir.” (Müslim, Cuma, 24)

“Beş vakit namaz ve Cuma namazı diğer cuma namazına kadar -büyük günahları işlemediğin sürece- aralarında işlenen (küçük) günahlara kefarettir.” (Müslim, Tahâre, 14-15)

Cuma namazı, Hz. Peygamber döneminden günümüze kadar bütün Müslümanlarca kılınmış ve bunun farz olduğu konusunda herhangi bir ihtilâfa düşülmemiştir.

Cuma namazı, Cuma günü öğle namazının vaktinde cemaatle kılınan iki rekâtlı Farz-ı Ayın bir namazdır. Cuma namazı kılınınca ayrıca o gün öğle namazı kılınmaz. Hutbeden önce dört rekât, farzdan sonra da Ebû Hanife’ye göre dört rekât, Ebû Yusuf ve Muhammed’e göre biri dört diğeri iki olmak üzere toplam altı rekât sünnet kılınır.

Cuma namazı; sosyal dayanışma ve kaynaşmaya, birlik ve beraberliğe, İslâmî bilgilenme ve bilinçlenmeye vesile olan bir ibadettir.

Tahlil ettiğimiz ayette Cuma Namazının sadece Cuma günü ezan okununca kılınacağı bildirilmekte, nasıl kılınacağı beyan edilmemektedir. Ayette kadın-erkek, mukim-misafir, sağlıklı-hasta ayrımı yapılmaksızın bütün müminlere hitap edilmektedir. Bu hitaptan kadın-erkek herkesin Cuma namazını kılması gerektiği anlaşılmakta ise de, Peygamberimizin hadisleri ve tarihi süreçteki uygulamalardan Cuma namazının herkese değil belirli şartları taşıyan Müslümanlara farz olduğu bilinmektedir.

1. Cuma namazı kılmakla yükümlü olanlar

Bir kimsenin Cuma namazı kılmakla yükümlü olabilmesi için şu şartların bulunması gerekir:

a) Müslüman, akıllı ve bulûğ çağına gelmiş olmak.

b) Sağlıklı olmak: Cuma namazına gidemeyecek kadar kötürüm, felçli, engelli, özürlü ve hasta kimseler ile bunlara zorunlu olarak bakmak durumda olanlar, Cuma namazına gittiği takdirde hastalığının artmasından veya uzamasından korkanlar, yürüyemeyecek derecede yaşlı kimseler cuma namazı kılmakla yükümlü değillerdir. Görme engelliler camiye gelebiliyorlarsa veya kendilerini camiye götürebilecek refakatçileri varsa cuma namazı kılmakla yükümlüdürler. (bk. Müslim, Mesâcid, 255; Ebu Dâvûd, Salât, 46)

c) Mukim olmak: Bir insana Cuma Namazının farz olabilmesi için, Cuma Namazı kılınan yerde ikamet ediyor olması gerekir. Dolayısıyla dinen yolcu sayılan kimselere (seferî) Cuma namazı farz değildir. Bir insanın dinen misafir sayılabilmesi için Hanefî bilginlere göre 90 km uzaklıkta bir yere 15 günden az kalmak üzere gitmesi gerekir. Şafiîlere göre giriş ve çıkış günleri hariç üç gün kalmak üzere 90 km uzaklıkta bir yere giden kimse misafir sayılır.

d) Erkek olmak: “Cuma namazı kılmak, her Müslüman’a farzdır. Ancak dört grup insana; köle, kadın, çocuk ve hastaya farz değildir” (Ebu Dâvûd, Salât, 215) anlamındaki hadis, Cuma namazı kılmakla kimlerin yükümlü olduğunu ifade etmektedir. Cuma namazının farz kılındığı zamandan günümüze kadar uygulama bu şekilde olmuştur. Müçtehit imamlar ve daha sonraki bilginler dahil bütün Müslümanlar, Cuma namazının erkeklere farz olup kadınlara farz olmadığı konusunda ittifak etmişlerdir. Bununla birlikte kadınlar, camiye gelip cuma namazı kılabilirler. Cuma namazının kadınlara farz kılınmamış olması, onlar hakkında bir mahrumiyet değil bir muafiyettir. Ancak günümüzde kadınların Cuma günü camiye gitmeleri, yapılan vaazı ve okunan hutbeyi dinlemeleri ve Cuma namazı kılmaları daha isabetli olur.

Nitekim Peygamber Efendimiz;

“Camiye gitmek istediklerinde kadınlarınıza engel olmayın” (Müslim, Mesâcid, 135-36) buyurmuştur. Peygamberimiz ve sahabe zamanında hanımlar, Cuma namazına ve günlük namazlara katılıyorlardı.

Esaret altında bulunanlar, tutuklular ve mahkûmlar da Cuma namazı kılmakla yükümlü değildirler. Ancak bulundukları yerde mescid bulunması halinde mahpuslar Cuma namazı kılarlar.

Kendilerine Cuma namazı farz olmayan kimseler, Cuma namazı kılarlarsa namazları sahih olur ve artık o gün ayrıca öğle namazı kılmazlar.

Bazı mazeretler, kendilerine Cuma namazı farz olan kimselerin Cuma namazına gitmemelerini mubah kılar.

Cuma namazına gitmemeyi mubah kılan belli başlı mazeretler şunlardır:

a) Cuma namazına gittiği takdirde kişinin önemli bir zarara veya sıkıntıya uğramasına yol açacak derecede şiddetli yağmur yağması,

b) Havanın çok soğuk veya çok sıcak olması,

c) Yolun aşırı çamurlu olması,

d) Çalışmak zorunda olduğu işinden izin alamaması,

e) Cuma namazına gittiği takdirde malı, canı veya namusunun tehlikeye gireceğine dair endişeler taşıması.

2. Cuma namazının geçerli olmasının şartları

Kendisine Cuma namazı farz olan kimsenin Cuma namazı kılabilmesi için şu şartların bulunması gerekir:

a) Vakit: Cuma namazı, Cuma günü öğle namazı vaktinde kılınır. (bk. Müslim, Cuma, 28-29) Öğle namazının vaktinden önce veya sonra kılınırsa Cuma namazı geçerli olmaz.

b) Cemaat: Cuma namazı cemaatle kılınır, tek başına kılınmaz. Cuma namazı kılabilmek için Ebu Yusuf’un içtihadına göre imam dahil üç cemaatin, Ebu Hanife ve Muhammed’in içtihatlarına göre imam hariç üç cemaatin bulunması şarttır. Bunlar yolcu veya hasta da olsalar bu şart yerine gelmiş sayılır.

İmam Şafiî'ye göre, bir yerde Cuma namazı kılabilmek için akıllı, bulûğa ermiş, hür, erkek ve oraya yerleşmiş olan en az kırk yükümlü cemaatin bulunması şarttır. İmam Şafiî, Peygamberimizin Medine'ye gelmesinden önce burada kılınan cuma namazında kırk kişinin hazır bulunmasını esas almıştır. Ancak bu husus, kırk cemaatten aşağı sayıda kişiyle Cuma namazı farz olmayacağı anlamına gelmez. Nitekim Hz. Peygamber’in emri ile Mus’ab b. Umeyr’in Medine’de 12 kişiye cuma namazını kıldırdığı rivayet edilmektedir. (bk. Beyhakî, III, 179, No: 5407)

Ayrıca Rasûlüllah Cuma namazını kıldırırken, ticaret kervanının geldiğini haber alan cemaatin on iki kişi dışında hepsinin dışarı çıktığı rivayeti sahih hadis kaynaklarında yer almaktadır. (bk. Buhârî, Cuma, 38)

Öte yandan Hz. Peygamber, bir yerleşim biriminde sadece dört kişi bulunsa bile, Cuma namazının farz olduğunu bildirmiştir. (bk. Beyhakî, III, 179, No: 5406, 5407; Dârekutnî, II, 8-9, No: 1-3)

Bu itibarla, bir yerleşim yerinde imamla birlikte en az dört kişinin bulunması halinde Cuma namazı kılınması gerekir.

c) Cami: Cuma camilerde veya namazgâhlarda kılınır. Peygamberimizin zamanında Medine’de birden fazla mescit bulunduğu halde Cuma namazı sadece Mescid-i Nebevî’de kılınmıştır. Çağımızda bir şehirde yaşayan Müslümanlar bir camiye sığmadığı için Cuma namazı birden fazla camide ve namazgâhlarda kılınabilir.

d) İzin: Hanefîler, Cuma namazını Devlet Başkanı veya temsilcisinin ya da bunlar tarafından yetkili kılınan bir kişinin kıldırması gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Hanefîlerin dışındaki diğer mezhepler Cuma namazının geçerliliği için bu şartı aramazlar. Bir camide Cuma namazı kıldırması için kendisine yetki verilen kimse, o camide Cuma namazını kendisi kıldırabileceği gibi bir başkasına da kıldırtabilir.

Hanefîlere göre, bir yerde Cuma namazı kılınabilmesi için, o yerde Cuma namazı kılınmasına, yetkili kimse tarafından herkese açık olmak üzere izin verilmesi şarttır.

e) Hutbe okunması: Cuma namazının geçerli olması için namaz öncesinde hutbe okunması şarttır.

3. Allah’ın zikrine koşmak

“Allah’ı zikir” ile maksat, müfessirlerin çoğunluğuna göre Cuma günü okunan hutbedir. Bu itibarla fakihler Cuma namazının geçerli olmasının şartları arasında hutbe okunmasını da zikretmişlerdir.

Müfessirlerden bir kısmı da Allah’ın zikri ile maksadın Cuma namazı olduğunu söylemişlerdir. Esas itibariyle “zikrullah”, Allah'ı anmak demektir. “Allah’ı anmak”; Kur'an okuma, tesbih, hamd, vaaz, hutbe ve namaz gibi ibadetlerin hepsini kapsar. Dolayısıyla ayette geçen Allah’ı zikir, hutbe ve namazı birlikte ifade eder.

Ayette geçen “koşmak”tan maksat, meşgul olduğu işi hemen bırakıp vakit geçirmeksizin hutbeye yetişmeye çalışmaktır. Yoksa telâş ile koşarak gitmek demek değildir. Buna göre “Allah’ın zikrine koşmak”, işi ve alış verişi bırakıp cuma namazı kılmaya ve hutbeyi dinlemeye gitmek demektir.

4. Ezan okununca alış verişi terk etmek

Ezan okununca sadece alış verişin değil her türlü işin ve çalışmanın bırakılıp Cuma namazına gidilmesi gerekir. Cuma namazı kılmaya gitmek, iş ve alış verişten daha hayırlıdır.

Ayetin sonunda Cuma günü ezan okununca alış-verişi bırakıp Cuma namazı kılmaya gitmenin, bilen müminler için daha hayırlı olduğu bildirilmiştir. Allah’a itaat edene Allah yardım eder. Cuma saatinde yapılan iş ve alış verişten hayır gelmez. Cuma namazı kılmayan, ruhen muzdarip olur. Ahiretteki akıbeti kötü olur.

Sonuç olarak Cuma suresinin dokuzuncu ayetinde, Cuma günü öğle saatinde ticaretin ve diğer işlerin bırakılıp Cuma namazı kılmaya gidilmesi, bunun Müslüman için hayırlı/sevap bir davranış olduğu, konu ile ilgili hadislerde ise mazeretsiz üç Cuma namazı kılmayanların kalplerinin mühürleneceği bildirilmektedir. Kalpleri mühürlenenler tövbe edip durumlarını düzeltmedikçe felâha ve Allah’ın rızasına eremezler.

Cuma günü, Müslümanların bayramıdır, bilinçlenme, bilgilenme ve günahlardan arınma, kaynaşma ve dayanışma günüdür. Kendisine Cuma namazı farz olan hiçbir Müslüman mazeretsiz Cuma namazını terk edemez, etmemesi gerekir. Müslümanlar, Cuma namazını kıldıktan sonra iş ve görevlerinin başına dönerler.

Allahu Teâlâ cümlemizi kendisine layık kul, Habibine layık ümmet eylesin. (Amin)

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası