Gecenin öteki yüzünde,
Ağlayacak gözyaşlarımız hep vardı.
Hayallerimiz ürkerdi sizlerden.
Mahçuptuk sesimiz duyulmazdı
Ponti'nin ilk ve -mümkünse- tek rastgele, düşünmeden yazılacak olan iç dökme postuna hoşgeldiniz.
Hissizliğim ele geçirdi yine beni bir kaç gündür.
Ne son izlediğim filmi, okuduğum kitabı anlatmak istiyorum, ne de buraya insanları mutlu edecek, düşündürecek bir yazı yazmak. Hoş yazılarımla pek mutlu etmiyorum insanları. Ne zaman ağzımı açsam karanlığım dökülüyor cümlelerimden ya da insanlara farklı gelen yanlarım. İstemeden.
Hayatım boyunca girdiği ortama neşe ve mutluluk veren biri olmak istedim.
Bence olamadım, başkalarınca oldum. Herkes çok esprili, neşeli biri olduğumu söyledi bunca zaman. Uzaktan sadece gülüşümü görenler bile aynı yorumu yaptı.
Yanlarında, sohbetlerinde istediler. Neşeliydim çünkü.
Ama ne zamanki karanlığım içimden taşıp dilime döküldü. O zaman neşeli zamanlarıma kıyasla çok daha büyük bir hızla adım konuldu : depresif.
Bir de sevdim aksi gibi. Çok huzurlu bir yalnızlığın takma adı gibiydi sanki. Anlıyordum insanların mutsuzlardan kaçışını, inanın anlıyordum. Çünkü artık kimse kimsenin yarasını saracak kadar yarasız değildi. En güzeliydi karanlığına sarılıp uyumak.
Belki de gerçek yüzümü sadece ben bildiğim için neşe veren biri gibi görmedim kendimi hiç.
İçimde hayatın, yaşamanın, nefes almanın güzelliğini her gün batımında kalbinin en orta yerinde hissetmek isteyen bir çocuk vardı, o kadar.
İnsanların yanındaki neşeli halim sahte de değildi üstelik. Olmak istediğim kişi oluyordum başkalarının yanında. Ama yalnızken, orada kim olduysam onu yalanlıyordu karanlığım. İşte benim üzerine hayatımı kurduğum dengesizliğimin de sebebi buydu.
İçimdeki karanlığa inat arzuladığım aydınlık. Çatışıp durdular. Kazanan olmadı hiç.
O yüzden hep böyle çocuk kaldım. O yüzden hep köpeklerin "son dediğini anlamadım" bakışıyla baktım hayata. Çözemedim o düğümü.
Çok istedim biri kazansın, ikilem bitsin, yol aksın ya da dursun. Ama olmadı.
Şarkılar, şarkılar, şarkılar geçti aklımdan, anılarımdan, sanrılarımdan, rüyalarımdan, gerçeğimden, hayalimden. Bir tek onlar irade gösterip kendinden emin şekilde hep orada durdular. Bunca kayıp giden duygu arasında değişmeyen tek şeydi onlar.
Aklıma sayısı hesaplanamaz cevapsız sorularımdan başka bir bilgiyi sokmaya zaman geçtikçe daha da zorlandım. Aslında zeki biri iken bunca dalgın ve bazen de aptal görünmem de bundandır.
Aklım hep "diğer tarafta" dır çünkü.
Anlamak istedim insanları. Anlamak istedim neden kusturan bir yalanın içinde yaşadıklarını. Anlayamadım.
Sevmek istedim insanları. Yalanımızı, bencilliğimizi, basitliğimizi birbirimize gösterip "olmasın artık" demek istedim. Olamadı, sevemedim. Daha da kötüsü her geçen gün daha da nefret ettim bütün o robotlardan.
Değiştirmek istedim bütün doğruları ama çok, çok güçsüzdüm. Kendi doğrularımı zor modifiye ettim.
Yüzyılın sorusu : Kendini sevmeyen başkasını sevebilir mi? Cevap belirsizdi.
Ben kendimi sevmediğim halde çok kişiyi sevdim. Ama cevap bu değildi.
Bazen de narsistlik kıvamında kendimi sevdiğim halde başkalarını sevemedim.
Demek ki bütün genellemeler yanlıştır genellemesi ironik şekilde doğruydu.
Her şeye verilecek tek bir cevabım vardı, o da aşktı.
Mevsimlik çiçek gibi zamanı geldi soldu, zamanı geldi rengarenk açtı.
Bir de baktım cevap bu da değildi.
Hayata takdir edilesi bir çabayla giydirmeye çalıştığım anlam kılıfıına o da uymamıştı.
Bir kere saçmalık baştan başlamıştı.
Bunca kötülüğüne kendi gözlerimle şahitlik etmişken birileri, evren, varsa Allah benden bu dünyayı, yaşadığım hayatı sevmemi bekliyordu. Nasıl gülmek geliyor içimden bu beklenti karşısında bir bilseniz.
Bir saniye durun ve mutlu günlerinizden, güzel hayatınızdan, neşeli hafta sonlarınızdan uzakta tutarak kalbinizi, bir düşünün.
Bu dünyada savaşın ortasına doğanlar var,
Bu dünyada insanın en temel ihtiyacı olan beslenme sorununa çare bulamamış ülkelerde, kimliksiz, korumasız, bir hiçliğin minicik bir parçası olarak doğanlar var,
Kendinden 30 yaş büyük birine parayla satılıp bedeninin her köşesinden bir yabancınınmış gibi hak talep edilmesine sesini çıkaramayanlar, mide bulandıran bir tecavüz döngüsüne katlanmak zorunda olanlar var.
Öz babasıyla aynı evde bir gece bile tecavüz korkusu yaşamadan uyuyamayanlar var.
Kimliği, mesleği, nerede doğduğu, rengi, soyu, seçimleri, cinsel tercihi, mecbur kaldıkları yüzünden yargılanan, yalnız bırakılanlar, aşağılananlar var.
Kendisine sorulmadan tam bir 3. sayfa ailesinin ortasına hesapsızca doğurulup atılan çocuklar, ve bu çocukların da hesapsızca doğuracağı yeni köleler var.
Büyütüldüğü kafeste cahil bırakıldı diye sevmediği, hatta tiksindiği adama bir ömür hizmetçilik ve fahişelik yapmak zorunda kalan kadınlar var.
Bütün hayatını bir kadına/erkeğe bütün iyi niyetiyle adamışken haksızca aldatılan kadınlar/erkekler var.
Kocaman, koskocaman hayal kırıklıkları var biriktirdikçe biriktirdiğimiz.
Töre, din, kanun, gelenek, görenek, toplum, aile, mahalle, akraba, zorunluluklar, "ayıp olur" lar, normalize edilmiş doğrular adı altında ezilip büzülerek, belirlenen kılıfa uymaya çalışarak ömür tüketen zavallılar var.
O zavallı sensin, benim, o zavallılar bu dünyada yaşamış ve yaşayacak olan her bir insan topluluğu.
Nedenleri sorulmadan bir mecburiyetler odasına hapsedilmiş katrilyon tane zavallı ruh.
Ve hepsinin şartları aynıymış gibi güya tabi tutulduğu bir sınav. Türkiye eğitiim sistemini şekillendirirken Tanrı'dan esinlenmiş olmalı. Neyse, o konu derin ve zerre kadar da umurumda değil.
Ve ben "aman çok şükür" lere, "aman allah korusun" lara, "bak ne hayatlar var" a sığınarak, hayattaki maddi manevi değerlerimi yan yana dizip övünerek mutlu olacağım öyle mi?
Hadi o kadar basitleştim diyelim. Ya bir de bu da yoksa elimde? Karanlığımsa tek hazinem? Vay halime
Hatırlatayım, benim adım depresif. Nasıl? Hakkını veriyor muyum?
Umarım bir daha bu kadar saçmalayıp burayı da kirletecek kadar delirmem.
Ateşin var mı? Sigara içmez misin?Allah bilir rakı da içmezsin?
Konuşmasını da bilmezsin değil mi?
Sen kuşları da sevmezsin. Çiçekleri de. Söyle! Öyle değil mi? Çocukları?
Canım çekmez mi hiç keyfetmeyi?Parayı sever misin parayı? Onuda mı?
Erkeklerden nefret ediyorsun ha?
Ee, sana da bu yakışır.
At kendini denize! Ne duruyorsun?
Boşuna bu dünya de be!
Benim yarı yaşım kadar bile yoksun. Güzelmişsin de.
Derdin mi çok? Ha? Benden de mi çok?
At kendini şuradan denize! Seni o paklar.
Madem ateşin var, ne duruyorsun karanlıkta?
Hadi, koş. Hayata
Hey bre Karacaahmet, kara mezarlık.
Sana gelmiyorum işte.
Var mı bir diyeceğin?
Yorgo'nun meyhanesine gidiyorum.
Daha çok beklersin, çok
Şu diziyi biri bana bulsun artık