bilmece gibisin bazen / Bilmece Gibisin Şiiri - Kemal Tekir

Bilmece Gibisin Bazen

bilmece gibisin bazen

Ferdi Tayfur
Bilmece Şarkı Sözleri

BiImece gibisin bazen sevgiIim
Seni çözemiyorum düşünüp çözemiyorum
Binbir şüphe var içimde gönIümü sana
Veremiyorum güvenip sevemiyorum

SöyIe ne oIdu sana acı çektiriyorsun
OImayacak sebepten isyan ettiriyorsun
Seni sevmekIe çok kabahat ettim biIirim
Sana oIan aşkımı nasıI eIe veririm

BiImece gibisin bazen sevgiIim
Seni çözemiyorum düşünüp çözemiyorum
Binbir şüphe var içimde gönIümü sana
Veremiyorum güvenip sevemiyorum

Bir an mutIu ediyor her gün öIdürüyorsun
Nedir biImem maksadın eIi güIdürüyorsun
Daha ne istiyorsun
GönüI sarayımı sen viran ediyorsun

Bir dünya yaratmıştık biz ikimiz için
MutIu günIere seninIe mesut günIere
Kırıyorsun kaIbimi hiç düşünmeden
Yazık boşyere sevgiIim, inan boşyere

BiImece gibisin bazen sevgiIim
Seni çözemiyorum düşünüp çözemiyorum
Binbir şüphe var içimde gönIümü sana
Veremiyorum güvenip sevemiyorum

Carole Mortimer - Bilmece

BİRİNCİ BÖLÜM

«Marie! Nasılsın?»

Sara gözlerini, önünde duran uzun boylu, yakışıklı adama kaldırdı. «Özür dilerim,» diyerek gülümsedi.
Karşısındaki adamın İngilizcesinin yanında Sara’nın Amerikan aksanı dikkati çekecek kadar belirgindi.
«Korkarım, beni başka birisiyle karıştırdınız.» Bu Marie kimse, onun yerinde olmak isterdi doğrusu.
Çünkü, yirmi beş yaşlarında gösteren bu adam çok yakışıklıydı. Yinede, Sara daha fazla oyalanmadan
caddeyi geçmek için arkasını döndü.

Ama adam ona yetişmiş, kolundan yakalamıştı. «Hey, dur bir dakika. Soho’da tek başına dolaştığını
Nick’e söyleyecek değilim!»

Sara’nın yıllar boyu kızgın Florida güneşi altında iyice açılmış olan altın sarısı saçlarıyla tam bir tezat
oluşturan koyu kahverengi gözleri şaşkınlıkla bakıyordu. Yaşamının büyük bir bölümünü Amerika’da
geçirmiş, doğduğu ve bir yaşma kadar yaşadığı bu ülkeyi görmeye gelmişti. Babasının zamansız ölümü
üzerine bir yaşında, annesiyle birlikte İngiltere’den ayrılarak, Amerika’ya yerleşmişlerdi.

«Özür dilerim,» diye yineledi. «Ama gerçekten yanılıyorsunuz.»

Adam inanmamıştı. Bilgiç bilgiç gülümsedi. «Aksanına diyecek yok, ama beni aldatamazsın. Buna
kanmayacak kadar yakından tanıyorum seni.» Kolunu beline doladı, parmakları rahatsız edecek kadar
göğsüne yakındı.

Besbelli, takılacak kız arıyordu. Üstelik, tavrından ve sözlerinden, Marie’yle ilişkisinin sıradan bir dostluk
olmadığı anlaşılıyordu.

Sara soğuk soğuk baktı. «Lütfen elinizi üstümden çeker misiniz?»

Adam kaşlarını çatarak onu süzdü, ama bırakmaya hiç niyetli görünmüyordu. «Böyle davranmana
gerek yok, Marie. Geçen yıl ilişkimize son verdiğin zaman biraz kırıcı olduğumu kabul ediyorum; ama
Nick’in»

Sara hırsla kendini kurtararak, adamın sözünü kesti. «Nick diye birisini tanımıyorum. Seni de
tanımıyorum! Eğer beni rahat bırakmazsan polis çağırırım.» Bir polis görme umuduyla çevresine
bakındı. Teyzesiyle kenti gezerken kaybolmuş, başına böyle bir şey gelebileceği aklının ucundan bile
geçmemişti.

«Tamam, tamam,» diye omuz silkti adanı. «Telaşlanmana gerek yok. Amerikalı turist rolünde ısrar
ediyorsan, öyle olsun.»

Gerçi buralar böyle tek başına dolaşmaya uygun yerler değildi, ama Sara’nın da rol yaptığı yoktu. Tek
umudu teyzesini bulabilmekti. Geleli birkaç gün olduğu için evin yolunu çıkaramazdı.

«Belki sana rehberlik edebilirim, tatlım.» Yan yan Sara’ya baktı. «Marie, birlikte iyi eğlenirdik.
Seninle»

«Benim rehberim var,» diye lafı ağzına tıkadı Sara. Hâlâ kendisini Marie sanması canını sıkmıştı.
Marie’yi gerçekten iyi tanıdığına göre, onu başkasıyla nasıl karıştırabilirdi?

«Ha, anlıyorum. Başka biriyle gezdiğini Nick bilmiyordur herhalde. Ben de bilmek istemezdim.» Ona
doğru eğilip dudaklarına küçük bir öpücük kondurdu. «Hafta sonunda görüşürüz,» dedi ve ayrıldı.

Sara arkasından bakakaldı. Hiç tanımadığı bir adam tarafından ilk kez öpülüyordu.

«Sara!» Susan teyze soluk soluğa yanına geldi. «Çok şükür seni bulabildim.»

Sara çevresine bakındı. Çapkın yabancı kala balığa karışıp gözden kaybolmuştu. «Girdiğimiz son
dükkânda birbirimizi kaybetmiş olmalıyız,» diyerek özür dilercesine gülümsedi.
Susan Ford, kırk sekiz yaşında, topluca, sevimli bir kadındı. Saçları Sara’nınkiler gibi al tın sarısı, yüzü
hâlâ kırışıksız ve güzeldi. Annesiyle yirmi yıldır ayrı yaşamalarına karşın, o kadar sık mektuplaşmalardı
ki, Sara iki gün önce ilk kez karşılaştıklarında teyzesini çoktandır tanıyor gibi hissetmiş ve onu daha
görür görmez sevmişti.

İngiltere’ye gelişi tam anlamıyla bir tatil seyahati sayılmazdı. Daha çok iyileşmek, kendini toparlamak
için gelmişti. Altı ay önce annesi ile üvey babası bir trafik kazasında ölmüş, aynı kazada Sara’nın da iki
bacağı kırılmıştı. Bu, yeni yeni tutunmaya başladığı fotomodellik mesleğin de ilerlemesini de ciddi bir
biçimde tehlikeye sokmuştu.

Gerek bedeninde, gerekse ruhunda açılan yaraların iyileşmesi altı ay almış, son doktor kont rolünden
hemen sonra, bir süre için İngiltere’de ki akrabalarının yanma gitme hazırlıklarına başlamıştı. Üvey
babası Richard Hamille’den oldukça büyük bir miras kalmıştı. Richard, annesiyle evlenir evlenmez
Sara’yı evlat edinmişti. Birbirlerine çok bağlı bir aileydiler. O yüzden, ansızın dünyada yapayalnız
kalıvermek, Sara için çok sarsıcı olmuştu.

Susan teyzesi ile Arthur eniştesinin çocukları yoktu. Sara onların yanında kendini evinde, yuvasında
hissediyordu. Dahası, İngiltere için de aynı şeyleri duyuyor, ayrılık zamanı gelince ne kadar üzüleceğini
daha şimdiden tahmin edebiliyordu. Neyse ki daha birkaç haftası vardı.

«Kimdi o adam?» Teyzesi kaşlarını çatmış, onu sorguya çekiyordu.’ «Seni birisiyle konuşurken
gördüm.»

Birlikte kentin kalabalık merkezine doğru yürüyorlardı. Sara omuzlarını silkerek, «Ben de bilmiyorum,»
diye cevap verdi.

Teyzesinin gözleri iri iri açıldı. «Yani onu tanımıyor musun?»

Sara başını salladı. «Hayır.» «Ama seni öperken gördüm onu» Sara gülmeye başladı. «Sanırım beni
tavlama¬ya çalışıyordu. Beni birine benzetmiş gibi dav¬randı. Beylik numara!» «Peki, seni kim
sanmış?»

«Marie diye bir kız. Aslında gülüp geçerdim, ama öyle inat etti ki. Neyse, bu numaranın sökmeyeceğini
yakında anlar.»

«Evet, bence de öyle,» dedi teyzesi düşünceli düşünceli. «Neredeyiz? Ha, evet. Buradan dönersek
metroya varırız. Eve gidip birer fincan çay içelim mi? Çaysızlıktan ölmek üzereyim.» Sara ona bakarak
tatlı tatlı gülümsedi. Çarpıcı bir güzelliği vardı Sara’nın. Uzun, gür kirpiklerle çevrili koyu kahverengi
gözleri olağanüstü iri, burnu küçücük, daima gülümser gibi duran dudakları dolgun, dişleri ise pırıl
pırıldı.

«Sen ve çayın!» diye takıldı teyzesine. Geleli iki gün olmuştu, ama teyzesinin çay hastalığını öğrenmek
için bu kadarı yeter de artardı bile. Eve gidip biraz dinlenme düşüncesi onun da hoşuna gitti.

Kendilerinden hemen sonra Arthur enişte de geldi eve. Saçları kırlaşmaya yüz tutmuş, kısa boylu,
tıknaz bir adamdı.

Akşam yemeğinde eniştesi, Sara’ya sevgiyle bakarak, «Sana bir sürprizim var, tatlı kız,» de di. «Kız
kardeşim Jean’in oğlu Eddie’yi bu gece eve çağırdım. ‚Genç bir arkadaşla birlikte olmak hoşuna gider,
değişiklik olur,’ diye düşündüm.» Sara keyfinin kaçtığını belli etmedi. Teyzesi ile eniştesi ona o kadar iyi
davranmışlar, yakınlık göstermişlerdi ki, hoşça vakit geçirmesi için düzenledikleri bir programı bozmak
düpedüz nankörlük olurdu. Kısa bir süre önce uğradığı düş kırıklığını nereden bilebilirlerdi ki? Barry, en
çok ihtiyaç duyduğu anda onu yalnız bırakmıştı. Bir süre yürüyemeyecek olan Sara’yı koluna takıp
seçkin çevrelerde gözleri üstünde toplayamayacağını anlayınca, hemen başka bir kızla çıkmaya
başlamıştı. Barry, yıldızı yeni parlayan bir oyuncuydu. Sara kazadan birkaç ay önce onunla çıkmaya
başlamış; Barry’nin yalnızca onunla birlikte görünmekten hoşlandığını anlayamamıştı.

Bu nedenle henüz erkeklerle ilgilenecek durumda değildi. Yine de, «Çok iyi olur,» diye cevapladı
eniştesini.

Eniştesi koltuğuna yerleşirken başını sallayarak onayladı. «Umarım. İyi bir çocuktur, bir garajda
çalışıyor.»

Karısı atıldı. «Garajda çalışmıyor, Arthur.» Sara’ya dönerek devam etti. «Garajın sahibi, hayatım.
Kendisi çalışmıyor, işçileri çalıştırıyor.»

Sara, Eddie’nin bu yargıya katılmayacağından emindi. Bir işletmeyi yönetmenin kolay olmadığını Sara
bilirdi. Kendi reklam şirketini yöneten üvey babası eve yorgunluktan bitkin dönerdi. «Bana zaman
ayırması gerçekten incelik,» dedi

Sara içtenlikle.

«Doğrusunu söylemek gerekirse, onu ikna etmek için biraz uğraşmam gerekti. Sonunda razı ettim.»

Eddie onunla çıkma konusunda isteksiz olduğu için, Sara o gece görünümüne her zamankin den fazla
özen gösterdi.

Delikanlının geldiğini duyunca, aynaya son bir kez göz attı. Yeni yıkanmış pırıl pırıl saçları hafif
dalgalarla sırtına kadar iniyor, yüzünün iki yanında doğal bukleler oluşturuyordu. Evet; bu haliyle kaza
gününe kadar hızla yükseldiği mesleğindeki kapak kızı görünümüne tümüyle uyu yordu. Eğer Eddie kör
değilse, onu görür görmez çarpılacaktı.

Çarpıldı da. Bu, koyu mavi gözlerinin onu görür görmez büyümesinden, yavaşça ayağa kalkışından,
hayran hayran bakışından apaçık belli oluyordu.

«Merhaba,» diye buğulu bir sesle selamladı onu Sara. «Ben Sara, siz de Eddie olmalısınız.» Zarif bir
hareketle elini uzattı.

Eddie elini sıktı, bırakmaya pek niyetli görünmüyordu. Eli tüm kol gücüyle çalışan insanlarınki gibi sert
ve güçlü, kısa kesilmiş tırnakları tertemizdi. Otuz yaşına yaklaşmış, açık sarı saçlı, yakışıklı bir gençti.
Gündelik giysileriyle gelmişti.

«Tanıştığımıza sevindim.» Yüzü hayranlıkla ışıl ısıldı. «Arthur dayı, bu kadar şey, göz kamaştırıcı
olduğunu söylememişti.»

Sara neşeli bir kahkaha attı, sonunda elini kurtarabilmişti. «Teşekkürler. Görüyorum ki eniştem seni de
yeterince anlatmamış bana.»

Eddie hoşgörülü bir tavırla başını salladı. «Beni yağlı bir iş tulumu içinde, tırnaklarımı da kap kara
göreceğini sanmıştın, değil mi?»

«Eh, onun gibi bir şey. Ama teyzem garajda işleri senin yapmadığına dair güvence verdi bana.»

«Aman ne güzel!»

Eddie’nin sesindeki öfke Sara’yı kahkahalara boğdu. «Eminim benim aktardığım anlamda
söylememiştir, kızma.» Teyzesi ile eniştesi, Eddie’nin gelişini fırsat bilip, bir dostlarına gitmişlerdi.
Eddie, Sara’nın neşeli haline bakıp gülümse di. «Çıkıp bir bira içmeye ne dersin?»

«Bayılırım.»

Sara birahaneden çok hoşlandı. Eddie’nin ona içirdiği değişik birayı, bu dostça, sıcak atmosferi ve
hepsinden öte, insanları sevdi. Eddie’nin arkadaşları onu hemen aralarına almıştı.

Eve dönerken arabada Sara’nın yüzü mutluluktan pırıl pırıldı. «Hiç böyle eğlenmemiştim!» «iyi vakit
geçirdiğine sevindim. Benimle bir daha çıkar mıydın?»

«Hem de sevinçle.»

«Yarın?»

Sara duraksadı. «Teyzemle eniştemin yarınki programını bilmiyorum. Yani»


«Tamam, Sara,» diye kuru bir sesle sözünü kesti Eddie. «Senin alışık olduğun türden bir in san
değilim. Bunu anlayabiliyorum.»

Sara, Eddie’nin sözlerindeki gizli sitemi anlamış, kızarmıştı. «Öyle demek istemedim.»

«Ama doğru, değil mi? Bu gece bir çocuk gibiydin. Senin için yeni olan her şeyi büyük bir coşkuyla
yaşadın. Dayım, zengin olduğunu söylemişti. Sen başka bir dünyaya aitsin.»

Sara onu kırdığını anlamıştı. Dudaklarını ısırdı. «Ben..; yani eğer aşın neşeli davranıp seni
utandırdıysam, özür dilerim.»

Eddie içini çekti. «Utandırmadın, tam tersine, o kadar cana yakındın ki, oradaki erkeklerin yarısının
başını döndürdün. Müthiş bir kıskançlığa kapıldım.»

Sara biraz rahatladı. Sorun buysa, kolayca çözebilirdi. «Buna hiç gerek yoktu. Bak, Eddie, ben kiminle
çıktığımı hiç unutmam.»

«öyleyse, teyzen ve eniştenin başka bir programı yoksa, yarın benimle çıkıyorsun demektir. Bu kez
seni ikimizin baş başa olacağı bir yere götüreceğim.»
»
Sara, Eddie’nin kendisiyle bu biçimde ilgilenmesinin iyi sonuçlar doğurmayacağını düşünü yordu. En
çok iki üç hafta sonra Amerika’ya dönecekti, o yüzden kendisine bağlanması Eddie
için iyi olmazdı.

«Sara?» Eddie hâlâ sorusuna cevap bekliyordu.

«Ben, şey Nereye gitmeyi düşünüyordun?»

Eddie omuz silkti. «Önce yemek yer, sonra da bir kulübe giderdik.»

«İyi fikir!» Sara, Eddie’nin ilgisi ciddi boyutlara vardığında, işin üstesinden gelebileceğini düşünerek,
önerisini“ kabul etmişti. îyi bir insandı, onu sevmişti. Birlikte gezip, hoşça vakit geçirmelerinin ne zararı
olabilirdi ki? «Ne zaman hazır olayım?»

«Sekiz civarında.» Eddie arabayı evin önünde durdurdu.

«İçeri gelip bir kahve içmek ister miydin?»

«Bu gece olmasın, teşekkürler. Dayımla yen gem çoktan yatmışlardır, onları rahatsız etmek istemem.
Yarın için onlardan bir anahtar istesen iyi olur, gecikebiliriz.»

«Çok geç olmaz umarım. Uykusuz kalmak istemiyorum.» Şakacı bir tavırla söylediği bu sözler den
sonra, ciddileşti. «Gerçekten, gecikmeyi istemiyorum. Bir süredir erken yatmayı alışkanlık edindim.»
Hastaneden çıktığından beri, olabildiğince dinlendirici, sakin bir yaşam sürmeye özen gösteriyor, gece
erken yatıp, sabah geç kalkıyordu.

«Peki.» Eddie içini çekti. «Tam gece yarısı seni eve bırakırım, külkedisi. Ama yine de anahtar almalısın.
Teyzenler saat on oldu mu yatağa girerler.»

«Tamam, alırım. Bu gece için tekrar teşekkürler. Her şey nefisti.»

İkisi de yanılmıştı, teyzesiyle eniştesi yatmamışlar, salonda oturuyorlardı.

Susan teyzenin sesi duyuluyor, bir konuda inatla diretiyordu. «Ama yine de endişeleniyorum, anlamıyor
musun?»

Kocası ise onu yatıştırmaya çalışıyordu. «Boş^ yere endişeleniyorsun. Kafandan sil at o olayı, hiçbir şey
ifade etmez ki!» «Ama Arthur»

«Susan!» diye sertçe sözünü kesti eniştesi. «Bir ses duydum, galiba Sara geldi, bırakalım bu konuyu.»

Sara bu konuşmaya bir anlam verememişti, kayıtsızca omuzlarını silkti, sonra geldiğini belli etmek için
hafifçe öksürdü.

Odaya girince teyzesi merakla sordu. «İyi vakit geçirdin mi, canım?» «Hem de nasıl!»

Eniştesi gözlüğünün üstünden ona baktı. «Yine çıkacak mısın?»

Sara hafifçe kızardı. «Yarın.» «Duydun mu, Susan? Galiba ufukta bir evlilik görünüyor.»

«Arthur!» diye azarladı kocasını Susan teyze. Sara, eniştesine döndü. «Henüz evlenmeyi
düşünmüyorum, Arthur enişte. Daha tam yirmi bir yaşında bile değilim.»

Biraz sonra Susan teyze örgüsünü bırakıp kalktı. «Ben yatıyorum. Sen, Arthur?»

«Ben de,» diyerek gerindi eniştesi, Sara’ya dönüp içten bir sevgiyle konuştu. «Seni aramızda görmek
bizi çok mutlu ediyor, yavrucuğum.»

Sara’nın gözleri yaşla doldu, eniştesine sarıldı. «Ben de sizlerle olmaktan çok mutluyum. Keşke daha
önce gelseydim. Keşke» Sözlerini sürdüremedi. Boğazına bir şeyler tıkanmıştı.
Eniştesi sessizce sırtını sıvazladı. «Her şey bitti, Sara. Biz senin aileniz, bizi istediğin sürece.»

«Teşekkür ederim.» İkisini de yanaklarından öptü, koşarcasına odadan çıktı.

Kapıyı kapar kapamaz gözlerinden yaşlar boşandı. Annesiyle babasını yitirmek, yüreğinde hâlâ kabul
bağlamamış, bir yara açmıştı. Teyzesi ile eniştesi olmasaydı ne yapardı, bilmiyordu.

Ertesi gün bir sürü müze gezen Sara çok yorulmuştu; gece çıkmaya hiç hali yoktu. Ama Eddie’ye söz
vermişti, onu atlatamazdı.

Sara, Eddie’yi beklemek üzere salona girdiğin de, teyzesi hayranlıkla ona baktı. «Ne kadar güzelsin! »

Sara vücudunun tüm güzelliğini, dik göğüslerini, incecik belini, uzun bacaklarını gözler önü ne seren
dar, siyah elbisesinin içinde, görünümünden son derece emindi.

Teyzesinin karşısına oturdu, uzun saçlarını, narin boynunu açıkta bırakacak biçimde tepesin de
toplamıştı. «Arthur enişte nerede?»

«Arkadaşlarıyla buluşup içki içmeye gitti.» Bir yandan da kocası için başladığı kazağı örü yordu. «Arada
bir böyle çıkar, onun için değişiklik oluyor.»

Sara kaşlarını çattı. «Teyze, neden bana söylemedin? Eddie ile bu gece çıkmazdık.»

«Sen güzel güzel eğlenmene bak, canım.» Gülümseyerek içini rahatlatmaya çalıştı teyzesi. «Hem sana
bir şey itiraf edeyim. Saat dokuzda bu yaşlı teyzen uyuklamaya başlar.»

«Anlıyorum,» diye güldü Sara. «Aslında biraz kafa dinlemek istiyorsun.»

O sırada kapı çalındı. Sara gidip açtı. Eddie lacivert takım elbisesi, açık mavi gömleğiyle gerçekten çok
hoştu. Sara’yı görünce gözleri açıldı.

«Hazırsın!» «Tabii ya. Saat sekiz değil mi yoksa?» «Elbette sekiz, ama ben en aşağı on beş dakika
bekletileceğimi sanmıştım.»

Sara salona doğru yürürken gülerek ona baktı. «Her zaman dakik bir insanımdır. Annem der di ki, ‚Eğer
birisi tam vaktinde gelmek inceliğini göstermişse, gerçek nezaket, onu hazır beklemeyi gerektirir.»

«Anneni tanısaydım çok severdim.» Susan teyzeye veda edip çıktılar. Restoran ya¬kındı, masaları
tenha bir köşede ayrılmıştı.

«Ben Çin yemeklerini çok severim,» dedi Eddie, yemekleri ısmarladıktan sonra. «Ama senin bu
konudaki zevklerini bilmediğimden, işi sağ lama bağladım. Bir İngiliz lokantası seçtim.»

Sara güldü. «Yemek yiyeceğimi nereden bili yordun? Tanıdığım modellerin çoğu yalnızca süt ve marulla
beslenir.»

«Hey, doğru ya, sen modeldin, değil mi? Yeni bir iş düşünür müydün?»

«Amerika’ya döndüğüm zaman, evet. Burada çalışma iznim yok. Ayrıca İngiltere’ye yalnızca gezmek,
dinlenmek için geldim.»

«Yazık. Benim fotoğrafçı bir arkadaşım var.» Sara’nın yüzündeki inanmamış ifadeyi görünce, «Ciddi
söylüyorum,» diye diretti. «Pete ile birlikte okuduk. Mesleğinde çok başarılıdır.» «Belki başka zaman.»

«Oldu. Belki gitmeden seni onunla tanıştırırım. İlerde burada çalışmaya karar verirsen, sana yardımcı
olur.» «Sağol, çok iyisin.»

Saat onu geçtiğinde, kulübe gitmek için lokantadan ayrıldılar. Bu arada Eddie’yle aralarında sağlam bir
dostluk kurulmuştu.

Kulüp lüks ve seçkin bir yerdi. Doğrusu Sara, Eddie’nin böyle yerlerin gediklisi olduğunu sanmıyordu.

«Ne düşündüğünü biliyorum,» dedi Eddie gülümseyerek. «Buraya Pete ile birkaç kez geldim.
Zenginlerin paralarını nasıl kaybettiklerini seyretmek hoşuma gidiyor.» Eddie’nin sözünü ettiği,
mücevherlere boğulmuş kadınlar ile şık erkeklerin çevresinde toplandıkları kumar masalarıydı. «Pete
buranın üyesidir.» Böylece buraya nasıl girebildiklerini açıklamış oluyordu. «Adamlar artık beni
tanıyorlar.»

Sara üzerine çöken çekingenliği yenmeye kararlı, Eddie’nin koluna girdi. «Gel dolaşalım,» dedi.

Daha önce hiç kumar oynanan bir kulübe gitmemişti. İlk yarım saat, çevresinde olup bitenle ri seyre
daldı. Sürekli kaybeden orta yaşlı bir kadının arkasında duruyorlardı. Bu anlamsız tutku Sara’nın
midesini bulandırmaya başlamıştı.

«Sana bir içki getireyim,» dedi Eddie.

Aslında artık buradan gitmek istiyordu, ama insanların keyfini kaçırmaktan hoşlanmazdı. Belli ki, Eddie
oyun oynayanları seyretmekten hoşlanıyordu. İçki önerisini kabul ederek, yeni den oyunu izlemeye
daldı.

Masanın öbür yanında, tam karşısında oturan kadın oyunu bırakarak kalktı, bir adam onun yerine geçti.
Sara onu izlemeye başladı. Bu işte deneyimli birine benziyordu. Yüz çizgileri kapalı, ifadesiz, mavi
gözleri sert ve deliciydi.

Sara ilgiyle ona bakmayı sürdürdü. Elleri ince, uzun ve kemikliydi. Gözleri adamın ellerin den yüzüne
kaydı. Kısık, koyu mavi gözleri, şahine benzeyen burnu, birbirine kenetlenmiş dudakları ve köşeli
çenesiyle, sert bir yüzdü bu. Takım elbisesinin kusursuz dikimi, uzunca siyah saçlarının kendine özgü
havası ve tüm davranışlarıyla zenginliğin, seçkinliğin bir simgesiydi sanki. Kulüp personeli ona özel bir
saygı gösteriyordu. Sara onun kim olabileceğini merak etmekten kendini alamadı. Otuz beş yaşlarında
olmalıydı, belki bir iki yaş daha genç. Ama varlıklı, toplumda özel bir yere sahip olduğu her halinden
belliydi.

Adam birden gözlerini kaldırdı ve Sara’yı ona bakarken yakaladı. Yüzü karıştı, kaşları çatıldı. Sara
hayretle, mavi gözlerindeki öfkeyi gördü. Eddie’yi aramak için dönerek, oradan uzaklaş maya çalıştı.

Ansızın birisi kolundan yakaladı. Döndüğün de, karşısında, bir süredir izlediği rulet masasındaki adamı
gördü.

«Sen ne arıyorsun burada?» diye dişlerinin arasından tıslar gibi sordu adam. Parmakları kolunu
acıtıyordu.

Bir yandan can acısıyla, bir yandan ani saldırının şokuyla Sara’nın dili tutulmuştu sanki. «Ben, şey yani
biz»

Dudakları öfkeyle kasılmıştı adamın. «Demek yalnız değilsin!»


«Hayır, ama»

Adam onu kolundan çekerek, salonun tenha bir köşesine götürdü. «Kiminle geldin?»

«Ben bırak beni!» Sara gözleri korku ve şaşkınlıktan irileşmiş, kolunu kurtarmaya çalışı yordu. Deli
miydi bu adam? Eğer üye olmadığı için buraya girmesi yasaksa, bunu söylemesi yeterdi. Eddie nerede
kalmıştı? Gelse de, buraya onun konuğu olarak geldiğini söyleseydi. Ada mın parmakları koluna
kenetlenmişti. «Canımı acıtıyorsun, bırak!»

«Keşke daha fazla acıtabilseydim!» Sert bir hareketle kolunu serbest bıraktı. «Kiminle gel din?»

Sara acıyan kolunu ovuşturarak, «Eddie Mayer,» diye bilinçsizce mırıldandı.

Adamın yüz ifadesi ürkütücüydü. «Onu tanımıyorum. Neyse, söyle ona, derhal seni eve bıraksın. Bu
konuyu yarın tartışırız.»

Sara şaşkınlıkla baktı. «Yarın mı?»

«Evet yarın. Bu şımarıklıklarından bıktım artık, Marie. Artık vazgeçtin sanıyordum.» Derin bir soluk aldı.
«Tanrım, baban bir bilse.»

Yine Marie! İkinci kez kendisini Marie sanıyorlardı. Bu da Marie’nin bir başka sevgilisi olmalıydı. Bir gün
önce karşılaştığı adamın sözünü ettiği Nick de kızın babasıydı herhalde.

«Şey Bir yanlışlık olmalı»

«Evet. Sanırım ben büyük bir yanlışlık yaptım.» Öfkeyle Sara’ya baktı. «Yarın konuşuruz.» Döndü,
uzun kararlı adımlarla kulüpten çıktı.

Sara, şaşkın, oracıkta kalakaldı. Bu Marie kimse, çok hareketli bir yaşamı olmalıydı. Bu sonuncu
adamın da besbelli sabrı taşmıştı artık. Kızın sık flört değiştirdiği açıktı, ama yine de, yapmadığı bir
şeyden ötürü suçlanması doğru değildi

Adamın kim olduğunu çok merak etmişti. Kapıda duran görevliye doğru yürüdü. «Afedersiniz, az önce
çıkan adam kimdi?» Adam nezaketle cevap verdi. «Mr. Thorne’u mu soruyorsunuz?»

«Oh, Mr. Thorne demek?» Onu başka birine benzetmiş gibi yaparak aceleyle bir ad uydurdu. «Ben
Gerard Turner zannetmiştim.»

«Hayır, Miss. O bay Mr. Dominic Thorne’dur. Mühendislik işleri yapar.»

«Teşekkür ederim, yanılmışım.» Gülümseyerek oradan uzaklaştı.

Mr. Thorne’un mühendislik dalında bir şirket ya da şirketler grubunu yönettiğinden emindi Sara. Öyle
otoriter, öyle dediğim dedik bir havası vardı ki, kimse tarafından yönetilmeye katanamayacağı belliydi.
Kendisine karşı kaba davranmasına karşın, Sara onu çok çekici bulmuştu. Kendisine tıpatıp benzeyen
bu Marie adlı kıza bağlı olması ne kötü bir rastlantıydı.
Her insanın dünyanın bir köşesinde bir eşinin olduğu söylenirdi hep. Kendisinin eşi de burada,
Londra’daydı anlaşılan. Üstelik o kadar benzeşiyorlardı ki, sevgilileri bile ayırt edemiyordu onları.

«Sara!» Eddie birden önünde belirdi. «Bir an için bensiz çıkıp gittiğini sandım. Kusura bakma geciktim,
ama Pete ile karşılaştım. Gel, seni onunla tanıştırayım.»

Pete’in her halinden kural dışı biri olduğu belli oluyordu. Ciddi görünümlü takım elbisesi ve kravatı bile
başına buyruk kişiliğini gizleyemiyordu.

«Aman Tanrım!» Sarayı görür görmez hayranlığını gizlemedi; kolundan çekip yanına oturt tu.
Fotoğrafçı gözüyle, en küçük ayrıntısına kadar Sara’nm yüzünü incelemeye koyuldu. «Seni kameramın
karşısına geçirmeliyim! Hiç umut yok mu?» Kaşlarını kaldırarak soran gözlerle baktı.

Sara mutlu, gülümsedi. Gösterdiği coşku gururunu okşamıştı. «Ne yazık ki, hayır. Eddie’ye
açıklamıştım, çalışma iznim»

«Ben alırım,» diye sözünü kesti Pete.

Sara başını salladı. «Henüz tam olarak kendimi toparlayabilmiş değilim.»

«Hımm, Eddie anlattı.» Pete dikkatle onu inceliyordu. «Hiç burada çalıştın mı?»

«Bebekliğimi saymazsak, bu, İngiltere’ye ilk gelişim.»

«Ama sanki seni daha önce görmüş gibiyim.» dedi Pete, düşünceli bir ifadeyle kaşlarını çattı.
«Sen de mi?» Sara kulaklarına inanamıyordu. «Burada üçüncü kez aynı şeyi duyuyorum.»

«Kulüpte mi?» diye sordu Eddie.

«Hayır, İngiltere’de. İnsanlar sürekli beni başka birisiyle karıştırıyorlar.»

«Tavlamak için numaradır.»

«Hayır. Ben de ilk kez öyle sanmıştım, ama bu gece de aynı şey oldu ve iki adam da aynı insandan söz
ettiler.»

Eddie kolunu omzuna dolayıp sımsıcak gülümsedi ona. «Senin bir eşinin olabileceğini düşünemiyorum.
Doğa bu kadar cömert olamaz.»

Aralarında özel bir ilişki olduğunu ima eden tavrını Sara görmezlikten geldi. Pete’i kendisin den uzak
tutmak için böyle davrandığını anlamıştı. «Neyse, yine de çok garip şeyler oluyor. Eddie, artık dönebilir
miyiz? Geç oldu. Teyzemle eniştem ben gelmeden yatmak istemiyorlar.»

Pete’e veda ettiler. Sara, İngiltere’de çalışma ya karar verirse, onu arayacağına dair söz verdi.
Eve dönerlerken Eddie, «Ona rastladığımız iyi oldu,» dedi. «Her istediğin zaman kolayca bulamazsın.»

Sara’nın aklı başka yerdeydi. Kulüpte gördüğü adamı unutamıyordu bir türlü. Hemen akıldan
çıkarılabilecek türden biri değildi. Büyüleyici, kendini zorla kabul ettiren, erkeksi bir çekiciliği vardı.

«Eddie,» diye söze başladı dudaklarını ısırarak, «Bu gece kulüpte Dominic Thorne diye biri vardı, onu
tanıyor musun?»

Eddie bir kahkaha attı. «Şaka ediyorsun herhalde. O benim çevremin tümüyle dışındadır, hayatım.»

«Ama adını duymuşsundur, değil mi?» «Kim duymamıştır ki?» Arabayı evin önünde durdurdu. «Her işte
onun parmağı vardır. Yasal olan her işte tabii. O ve ortağı, milyonerler sınıfındandır. Aslında ortağı
dediğim, Dominic’in babasının ortağıydı, ama yaşlı adam bu yakınlarda öldü. Dominic onun yerini aldı.»

«Evli mi?» Sara elinden geldiğince ilgisiz bir ses tonuyla sormaya çalışmıştı.

«Hayır. Ama yakında evlenecek. En akıllıca işi yaptı, ortağının kızı Marie Lindlay ile nişanlandı.»

Sara güçlükle yutkundu. «Marie?» «Evet Dominic Thorne böylece her şeye birden sahip olacak,
şirketler ve güzel Marie.»

İKİNCİ BÖLÜM

Olanları teyzesine anlattı, ama o hepsini bir rastlantıya bağladı, önemsemez göründü.

«Ama nişanlısı bile beni o zannetti.»

Teyzesi omuz silkti. «Loş ışıkta benzetmiş ola bilir.»

«Haklısın galiba. Ama yine de, şu Marie Lindlay’le tanışmak isterdim.»


«Adı bu muymuş?»

«Eddie öyle diyor.»

«Ay! Allah kahretsin! Teyzesi elindeki fincanı düşürmüş, fincan yerde paramparça olmuştu. «En güzel
takımımdı, inşallah aynısından bulurum.»

«Buluruz teyze, üzülme.» Sara yerdeki parçaları süpürmeye başladı.

O sırada eniştesi mutfağa girdi. «Bir şangırtı duydum galiba.»

«iyi ki, düşen ben değildim!» Susan teyze ne densiz bir öfkeyle kocasına çıkıştı. «Neden hemen
gelmedin?»

Arthur enişte bu beklenmedik saldırı karşısın da geriledi. «Sara’nın senin yanında olduğunu, yardım
edeceğini biliyordum. Alt tarafı bir fincan kırılmış, Susan. Dünyanın sonu değil ya.»

Sara ortalığı yatıştırmaya çalıştı. «Bir şey yok, Arthur enişte. Teyzemin çok sevdiği Çin işi fincanlardan
biri kırıldı, kızgınlığı ondan. Siz salona geçin, ben ikinize de güzel bir çay yapıp getireyim.»

«Haydi, Susan, gel. Bir fincan için bu kadar üzülmeye değmez,» diye onu teselli etmeye çalışıyordu
Arthur enişte, salona doğru yürürlerken. «Mesele o değil, Arthur. Aslında üzüntüm» Mutfak kapısı
tam o sırada kapanmış, konuşmanın gerisini Sara duyamamıştı. Sara, teyzesi için gerçekten
üzülmüştü. Bu fincan onun için çok değerli olmalıydı. Çarşıya çık tığında bir benzerini aramaya karar
verdi.

Elinde tepsiyle salona girdiğinde, eniştesi, «Eddie bu akşam seni nereye götürecek?» diye sordu.
«Bu akşam çıkmıyoruz.» Sara üst üste üç gece çıkmayı doğru bulmadığından, Eddie’nin davetini geri
çevirmişti. «Ama yarın, gündüz beni arabayla gezdirecek.» Eddie onunla çıkmak için çok diretmiş, Sara
da kent dışında, kırlarda bir gezintiyi kabul etmişti.

«O gece gittiğiniz türden bir kulüp olmasın da!» Teyzesi onaylamaz bir tavırla başını salladı.
Sara güldü. «Benim için çok değişik bir olaydı.»

«Ama benim bir daha tekrarlanmasını istemediğim bir olay. Dün gece sen yattıktan sonra Eddie’ye
çıkıştım. Tutmuş, seni kumar oynanan bir yere götürmüş, olacak şey mi?»

Kocası araya girdi. «Sanki çok kötü bir şey yapmışlar gibi konuşuyorsun, Susan.»

«Eminim, Rachel, Sara’nın böyle bir yere gitmesini onaylamazdı. Ben de onaylamıyorum. Üstelik Eddie,
Sara’yı şu çılgın arkadaşı Pete ile tanıştırmış.»

Arthur enişte gülümsedi. «Pete çılgın değil, Susan. Belki bizlere aykırı gelen yanları var, ama içinde
hiçbir kötülük yoktur.»

Teyzesinin bu tersliği onun için hiç de alışılmış bir şey değildi. Sara huysuzluğunu kırılan fincanına
bağladı.

Öğleden sonra Sara, Londra’yı altüst etti, fincanın eşini buldu. Teyzesi, umduğu gibi çok sevinmişti.

«Eddie seni aradı,» dedi Susan teyze, fincanı takımın arasına yerleştirirken.

«Ne diyecekmiş?»

«Bu geceki bir partiden söz etti, ama bir mesaj bırakmadı.»

«Öyleyse yeniden arayacak?»

«Sanırım.»

On dakika sonra telefon çaldı, ama arayan Pete’di. «Bir partiye katılmak hoşuna gider miydi?»
«Sanırım, Eddie beni bir başka partiye davet edecek.»

«O benim adıma davet etmek için aramıştı seni. Eddie bu gece çalışacak.»

Sara’nın tepesi attı. «Eddie ile, eniştemin yeğeni olduğu için çıktım. Eddie’nin arkadaşlarına
devredilmek hiç hoşuma gitmedi.»

«Hey, sandığın gibi değil,» diye Pete telaşla onu yatıştırmaya çalıştı.

«Ne öyleyse?»

«Seni bir yerden hatırlar gibiyim demiştim ya, nedenini anladım. Sana tıpatıp benzeyen eşinle tanışmak
ister miydin?»

«Eşim mi?»

«Evet. Marie Lindlay, sözcüğün tam anlamıyla senin bir eşin.»

Sara’nın yüzü karıştı, işte birisi daha bu benzerlikten söz ediyordu. İçini müthiş bir merak kapladı. Bu
kızı tanımak, gerçekten o kadar benzeyip benzemediğini kendi gözleriyle görmek istiyordu.

«Ne tür bir parti bu?» Karar verebilmek için zaman kazanmak istiyordu.

«İşsiz güçsüz zenginleri eğlendirmek için düzenlenen bir şey işte.»

Sara onu iğnelemek istedi. «Peki, senin ne işin var onların arasında?» Öfkesi geçmişti.

«Daveti veren, bir arkadaşımın dostu olur. Ayrıca, iyi haber alan kaynaklardan, nişanlısıyla birlikte
Marie Lindlay’in de geleceğini öğrendim.»

Dominic Thorne! Kendisini karşısında bulunca yüzünün ne hal alacağını görmek isterdi doğrusu. En
azından, nişanlısını haksız yere suçladığını anlamış olurdu. Ayrıca, itiraf etmeliydi ki, onu bir kez daha
görmek, belleğinde kaldığı kadar yakışıklı olup olmadığını anlamak istiyordu. «Tamam, geliyorum. Ne
giyeyim?» Ortama uygun düşmeyen bir kıyafetle gidip alay konusu olmak istemezdi elbette.

«Olabildiğince az giyin.» Sara, Pete’iri hınzırca gülümsediğini görür gibi oldu. «Doğrusunu istersen, bu
tür partilere hep modellerimden birini alır giderim, o da mümkün olduğu kadar çarpıcı giyinir. Bir yere
girdim mi, bakışları üzerimde toplamaya bayılırım.»

’Al bir Barry daha,’ diye düşündü Sara. «Tamam!» Ne giyeceğine çoktan karar vermişti bile.

«Saat sekizde hazır olurum.»

«Dokuz olsun. Bu tür partiler saat on buçuktan sonra hareketlenir.»

«Yo ne kadar geç gidersek, bakışları üstümüz de toplama şansımız o kadar artar, değil mi?» Bârry
deneyinden sonra bunu çok iyi biliyordu. «Tamam, dokuzda.»

Teyzesi odasına girdiğinde, lame elbisesini ye pelerinini yeni bulmuştu. Aceleyle öteki giysilerinin
arasına sakladı. Susan teyze bu elbiseyi görse, küplere binerdi kuşkusuz.

«Yemek hazır, hayatım.»

«Ben de. Açlıktan ölüyorum.»

Yemekte Sara partiden söz etti, eniştesi de Su san teyzenin endişelerini yatıştırmaya çalışarak ona
yardımcı oldu.

«Bırak, kız eğlensin.» Yüzünde içten bir sevgiyle Sara’ya döndü. «Yakında onsuz kalacağız.»

«Ama Arthur»
«Bırak artık söylenmeyi. Sara’nın her zaman ki yumuşak başlı eniştesi bu kez kesin konuşu yordu.
«Sara ne yaptığını bilecek kadar büyüdü, Pete bize çok aykırı gelebilir, ama Sara için, hoşça vakit
geçirebileceği, eğlenceli bir arkadaş olduğundan eminim.»

«Evet. Gerçekten de öyle,» diye eniştesini onayladı Sara. Pete’ten bir kötülük gelmeyeceği doğruydu.
İşi gücü şakaydı, eğlenceydi.

Elbisesini giyip aynaya bir göz attığında, ‚İyi ki pelerin var,’ diye düşündü Sara. Çünkü elbisesinin
askısız üst kısmı, göğüslerini neredeyse tümüyle açıkta bırakıyor, esnek lame kumaş, vücudunun tüm
kıvrımlarını cömertçe sergiliyordu. Pelerin çıplak omuzlarını ve yan yarıya açıkta kalan göğüslerini
kısmen örtüyordu.

Pete’in geldiğini duyunca, salonun kapısından kafasını uzatarak teyzesiyle eniştesine alelacele veda
etti, kıyafetini görmelerine fırsat kalmadan kendini dışarı attı.

Pete şaşırmaktan çok hayran olmuştu. «Nefis,» diye mırıldandı gözlerini ondan alamayarak.
Sara neşeyle güldü. «Bırak söylenmeyi de, arabayı sür.»

Pete sözünü dinleyerek, arabayı Londra’nın seçkin semtlerine doğru sürdü. Gittikleri evin önünde Rolls-
Royce’lar, Jaguarlar park edilmiş ti. Pete’inki de Jaguar’dı, ortama uygun düşüyordu yani.

Bunu söylediği zaman, Pete kurnaz kurnaz güldü. «Çok ucuza aldım. Bulduğumda hurda haldeydi,
Eddie benim için tamir etti, yepyeni yaptı.»

«Sana yoktan araba var eden bir arkadaş! Oldukça şanslısın.»

«öyle bir arkadaş ki, sevgilisiyle çıkmama bile izin verdi.» Sorarcasına kaşlarını kaldırarak Sara’ya
baktı.

Sara’nın gülümsemesi yüzünde dondu. «Onun sevgilisi değilim, Pete. Yalnızca arkadaşız.»

«Biliyorum. Eddie bu konuda kibarca, ama kesin bir biçimde uyarıldığını anlattı.». Sara’nın kaşlarının
çatıklığını görünce, hemen ekledi. «Merak etme, Sara. Eddie de ciddi bir ilişkiye girmek niyetinde
değil.»

«Ben bırak ciddiyi, herhangi bir ilişkiye bile girmek niyetinde değilim!» Pete’in kaşları yine kalktı,
yumuşak bir sesle sordu. «Kötü bir aşk öyküsü mü?»

Sara yüzünü buruşturdu. «Ne aşk, ne de öykü. Yalnızca ‚kötü’ sözcüğü isabetliydi.»

«Ve bitti?»

«Evet. Hem de kesin olarak.»

«İyi öyleyse. Gel, şimdi milletin gözlerini kamaştıralım.»

«O zaman ilk önce şunu çıkarayım.» Sara pelerini omuzundan çekip aldı.

«Aman Tanrım!» Pete’in soluğu kesilmişti. «’Göz kamaştırma’ deyimi şimdi tam yerine oturdu. Gel,
bunun tadını çıkaralım.» Sara’nın koluna girdi.

Eve girerlerken Sara merakla sordu. «Gerçek ten Marie Lindlay’e tıpatıp benziyor muyum?»
«Kişilik olarak Marie’ye benziyor musun bilemem. Biraz sık sevgili değiştirirmiş diyorlar. Ama fizik
olarak birbirinizin eşisiniz.»

Girdikleri geniş salon, mücevherlerle donanmış, yüksek sesle, ama hemen fark edilebilen seçkin bir
dille sürekli konuşan bir insan kala balığı ile doluydu. İçeri girdiklerinde, bunlardan bir bölümü dönüp
onlara baktı. Kızıl saçlı bir kadın, konuşmakta olduğu gruptan ayrılarak onlara doğru yürüdü.

«Ev sahibi,» diye fısıldadı Pete. Kadın pahalı parfüm kokuları saçarak yanlarına geldi.

«Pete, hayatım!» diye bir çığlık atarak boynuna sarıldı, yanağından öptü. «Marie’yi de birlikte
getirmişsin.» Bu kez Sara’ya döndü. «Dominic’i ne yaptın, canım?»
«Ben»

Pete hemen araya girdi. «Bu bayan, Sara Hamille, Cynthia.»

Kadının güzel yüzü gerildi. «Yine ne oyunlar oynuyorsun, Marie?» Sara aptallaşmıştı. «Hayır, aslında
ben» «Aksanını değiştirmekle Marie Lindlay olmaktan çıkamazsın, şekerim,» dedi kadın küçümseyici
bir tavırla.

«Dominic gelince çok kızacak. Bana ne? Bu senin sorunun. İçkiler şurada.» Döndü, zarif, ölçülü
adımlarla az önce konuştuğu grubun yanına gitti.

Pete, Sara’yi bara götürdü. «Gördün mü? Eğer Cynthia’yı aldatabildiysen, herkesi aldatabilirsin
demektir. Marie ile öğrencilik yıllarından beri arkadaştırlar.»

Sara anlamlı anlamlı gülümsedi. «’Arkadaş’ tanımlamasının onlara uyduğundan emin misin?» «Böyle bir
çevrede uyar. Bu gördüklerin, bir birlerinin kuyularını kazmaya bayılırlar. Şu an da hepsi Dominic
Thorne ile Marie Lindlay arasında kopabilecek bir kavgayı sabırsızlıkla bekliyorlardır.»

«Aman ne güzel!» Sara’nın sesinde, gizlemeye gerek bile duymadığı bir tiksinti vardı.

«Gel, birer içki alalım. Madem ki geldik, biz de eğlenmeye çalışalım.»

Bir saat geçmiş, Dominic Thorne ile Marie Lindlay hâlâ gelmemişlerdi. Sara bir ara hiç gelmeyeceklerini
düşündü, bunu Pete’e de söyledi. «Hiç merak etme,» diye cevap verdi Pete. «Gelecekler. Saat daha
yeni on oldu.»

«Benim için fark etmez, ama buradaki herkes benim Marie Lindlay olduğuma inanacak. Daha şimdiden,
Marie olmamakta direndiğim için bana öfkelenenler çıktı.»

«O zaman gerçek Marie gelince şok geçirecekler. Bir içki daha içer misin?»

Sara, artık gitmelerinin daha iyi olacağını düşünmeye başlamıştı. Herkesin onu Marie sanması ve
kendilerini aldatmaya çalıştığına inanması iyice keyfini kaçırmıştı

«İşte! Kapıya bak,» diye fısıldadı Pete. Sara baktı. Siyah kadife takım elbisesi, yanık tenini iyice
belirginleştiren kar beyazı gömleğiyle Dominic Thorne, orada bulunan tüm erkeklerden bir bakışta
ayrılıyordu. Gözlerini yanındaki kıza doğru çevirirken soluğunu tuttu. Gördüğü şeyin etkisiyle çığlık
atmamak için kendini zor tuttu. Saç modeli değişikti, giysisi kendisininkinden de cüretliydi, ama yine
de, ona bakarken aynaya bakıyormuş gibi oldu. Herkesin kendisini onunla karıştırması çok doğaldı.
Çünkü ikisi birbirinin eşiydi!

«Gördün mü?» dedi Pete heyecanla. «Söylememiş miydim? Haydi yanlarına gidelim.»

«Hayır!» Sara birden kaskatı kesilmiş, o anda bu kızla yüz yüze gelemeyecek kadar allak bul lak
olmuştu.

«Haydi,» diye üsteledi Pete. «Bu sahneyi kaçırmak istemiyorum.»

Sara, Pete’in kolunda, rüyada gibi kapıya doğru yürüdü. Karşı koyamayacak kadar uyuşmuştu.
Aralarında herhangi bir bağ bulunmayan iki insan nasıl bu kadar benzeyebilirdi? Ne yeğeni vardı, ne de
kardeşi. Büyülenmiş gibi onlara baktı ve o anda çelik gibi parlayan mavi gözlerle karşılaştı.

Dominic Thorne, gözlerini kısmış, ona bakıyordu, o da donup kalmış gibiydi. Bir nişanlısına, bir Sara’ya
baktı, kaşları çatıldı. Marie’ye doğru eğilip kulağına bir şeyler fısıldadı. Marie başını kaldırınca, Sara
kendisininkine tıpatıp benzeyen koyu kahverengi gözlerle karşılaştı. İki kız öylece durmuş, birbirlerine
bakıyorlardı.

Dörtlü grup içinde, birden çöken gerilimli havaya kendini kaptırmayan tek kişi Pete’ti. «Selam!» dedi
Marie’ye neşeyle. «İzin verirsen, sana Sara Hamille’i tanıştırmak istiyorum.»
Sessizliği ilk bozan Dominic Thorne oldu. «Miss Hamille,» diye Sara’yı selamladı. Sesi Sara’nın
kulaklarında kalan aynı kalın, etkileyici sesti. Yalnızca sesi değil, her şeyi Sara’nın belleğindeki kadar
çekiciydi.

Sara da onu, «Mr. Thorne,» diyerek selamladı, ama gözlerini Marie’den ayıramıyordu. Marie’nin gözleri
de aynı şekilde ona takılı kalmıştı.

Birden o güzel yüz muzip bir gülümsemeyle aydınlandı. «Demek Londra sokaklarında benim kılığıma
bürünmüş dolaşan sendin?»

Marie’yi Dominic Thorne cevapladı. «Senin kılığına bürünmüş değildi.» Kendine olduğu kadar tüm
duruma da hâkimdi o anda. «Miss Hamille kendisinden başka kimse olmaya çabalamadı. Onu sen
olarak kabul eden, başkalarıydı.» Kısık gözlerle Sara’ya baktı. «Sanırım sizden özür dilemem
gerekiyor.» Sara, bunu söyleyiş tarzından, onun sık sık yanılan ve bunu kabul etmek zorunda kalan
bir insan olmadığını hemen anladı.

«Kapının önünden çekilelim,» dedi Marie yavaşça. Sesi, Sara’nınkinden çok farklıydı. İngiltere’nin en iyi
okullarında eğitim gördüğü belliydi. «Burada çok dikkat çekiyoruz.»

«Korkarım, bunun nedeni benim,» dedi Sara, salonun daha az kalabalık bir köşesine doğru yürürlerken.
«Burada insanlar bir türlü Marie Lindlay olmadığıma inanmaya yanaşmadılar ve şimdi de siz geldiniz.»

«İnanamıyorum, ne kadar güzel!» Marie neşeyle ellerini çırptı. «Ne hoş, değil mi, Dominic?»

Dominic Thorne, Sara’ya döndü. Gözlerinde hâlâ şaşkınlık okunuyordu. «Dün geceki davranışım
nedeniyle gerçekten özür dilemeliyim.» Sesi mesafeli, tavrı biraz tepeden bakar gibiydi. «Hakkımda
garip şeyler düşünmüş olmalısınız.» Sara kızardı.

«Siz benim hakkımda daha da kötüsünü düşünmüşsünüzdür.»

«Yok canım.»

Marie neşeyle kıkırdadı. Uzun san saçları omuzlarına dökülüyordu. «Dominic’in başka erkeklerle
çıktığım gibi saçma kuşkuları vardır.» Marie’nin Dominic Thorne’a şımarık bir çocuk gibi yapışmasını
izlemek Sara’yı birden rahatsız etti. Neden açıktı. O kadar kendisine benziyordu ki, elinde olmadan
kendini onun yerine koyuyor, bu kendini beğenmiş adama hiçbir zaman böyle davranamayacağını
düşünüyordu.

«Miss Hamille’in benim ne düşündüğümle hiç ilgilenmediğinden eminim,» dedi Dominic Thorne, sonra
da diğerlerine dönüp ekledi. «Cynthia’ya bir görünmemiz gerektiğini düşünmüyor musunuz?»

Dominic’in Marie’ye cevabı açık bir kayıtsızlığı gösteriyor, oysa Marie buna hiç de gücenmiş
görünmüyordu. «Şimdi başka bir şeyle ilgilenmek istemiyorum. Sara, düşünsene ne kadar eğeleniriz,
müthiş oyunlar oynar, insanları aptala çeviririz.» Gözlerinde yaramaz bir çocuğunkine benzer pırıltılarla
Sara’yı aynaya doğru çevirdi, soluğunu tutarak aynadaki görüntülerine baktı.

«İnanılmaz bir şey’ »

Benzerlik gerçekten inanılacak gibi değildi. Sara’nın saçları belki biraz daha açıktı, yıllar yılı Florida
güneşinin altında saman sarısına dönüşmüştü neredeyse. Bir de, Marie’ye oranla daha yanık tenliydi.
Bunun dışında birbirlerinin eşiydiler. Boyları, yüz çizgileri, hatta ince uzun parmakları bile aynıydı.

«’Olağanüstü,’ daha uygun bir sözcük.» Dominic Thorne aralarında durdu. «Dış görünüşünüz hep böyle
miydi, Miss Hamille?» Bu, sorudan çok bir suçlamaydı.

Sara’nın kanı beynine sıçradı. «Marie’ye benzemek için estetik ameliyat yaptırmış olabileceğimi mi
söylemek istiyorsunuz? Yaptırmadığımı kanıtlayabilirim size.»

«Hayır, yaptırmadı.» Pete de onun adına tepki duymuştu. «Böyle bir şeyi bir kilometre uzaktan
anlayabilirim. Bu, Sara’nın doğal yüzü.»

«Böyle bir ameliyat yaptırmadığımı ben de kanıtlayabilirim, Dominic,» dedi Marie nişanlısına. «Seni on
yaşından beri tanıdığıma göre, buna gerek yok. Ama bu benzerliğin bir açıklaması olmalı.»

«Benim aklıma hiçbir açıklama gelmiyor,» de dikten sonra Marie, Sara’ya döndü. «Gel, Cynthia’ya
gidelim de, yalan söylemediğini kendi gözleriyle görsün.»

Sara ateş püskürüyordu, Dominic Thorne’un kendisini sevmediğini, ona güvenmediğini anlamıştı.
Estetik ameliyat ha?

«Dominic’e aldırmamalısın.» Marie düşüncelerini okumuştu sanki. «O doğuştan kuşkuludur.»

Ona aldırmamak, öyle kolay başarılabilecek bir şey değildi, ama Sara yine de Marie’ye ayak uydurmak
için elinden geleni yapıyordu. Marie onu bir gruptan diğerlerine dolaştırıyor, insanların şaşkınlığıyla çok
eğleniyordu. Onun için neşeli bir oyundu bu.

Sonunda Sara bir fırsatını bulup, «Artık Pete’ in yanına dönmeliyim,» diyebildi.

«Sanırım, ben de Dominic’in yanına dönmeliyim.» Biraz sonra bir araya gelmişlerdi. Marie nişanlısına
sımsıcak gülümsedi.

«Artık eve dönsek iyi olur,» dedi Sara, Pete’e.

«Ciddi olamazsınız.» itirazın Dominic Thorne’ dan gelmesi Sara’yı şaşırttı. «Ben de tam sizi dansa davet
edecektim.»

Sara dansa bayılırdı. Ama Pete müziğe karşı son derece duyarsız olduğunu, danstan da hiç
anlamadığını söylemişti. Ama tüm dans etme isteğine karşın, Dominic Thorne ile baş başa kalma fikri
hiç de hoşuna gitmemişti.

Sesine elinden geldiğince doğal bir hava vermeye çalışarak, «Gerçekten gitmemiz gerek,» dedi.

Keskin mavi gözler yüzüne çakılı kalmış gibiydi. «Bir dansla fazla gecikmiş olmazsınız.»

«Ben»

«Haydi, Sara!» Bir yandan Pete de onu yüreklendirmeye çalışıyordu. «Beş dakika fark eder mi?»

Marie bile dans etmesinden yana görünüyordu. Dominic’le tartışmanın yararı yoktur, hayatım.»

Sara derin bir soluk aldı. «Pekâlâ, Mr. Thorne.» Dominic Thorne onu dans pistine götürürken,
«Bana Dominic deyin lütfen,» dedi. Aldıkları aşırı alkolün etkisiyle olsa gerek, çevrelerindeki bir iki çiftin
yaptıkları, dans sınırlarını oldukça aşı yordu. Gördüğü bazı şeyler Sara’nın keyfini kaçırmıştı. Dominic
yüzündeki ifadeyi görmüştü. «Onları görmemeye çalışın.»

«Bu biraz güç olacak,» diye yutkundu Sara. Tam o sırada bir adamın, dans ettiği kadının çıplak
göğsünü okşadığını görmüştü.

Dominic de aynı manzarayı gördü. Dansı bıraktı, elinden tutarak bahçeye açılan kapıya doğru götürdü
onu.

Sara elini çekti, sesinde belirgin bir aşağılamayla sordu. «Hep böyle midir?» «Bazen daha da kötü
olur.»

O halde iyi ki gitme zamanı gelmiş ve iyi ki bu adamla dans etmek zorunda kalmamıştı. O nu kollarının
arasına aldığı o kısacık anda bile bedeninden yayılan güçlü erkeksi çekiciliği, etkileyici cinselliği
iliklerinde duymuştu. Aslında onunla yalnız kaldığı için bahçede de kendini emniyette hissetmiyordu.
Parti gürültüsünün azalması ona garip geldi. Az sonra nedenini anladı, Dominic bahçeye açılan kapıyı
kapamıştı.

Göğüs cebinden puro paketini çıkardı, içinden bir tane alıp, çakmakla yaktı. «Cynthia’nın partilerine
daha önce hiç gelmediğiniz belli oluyor.» Sara kendini son derece gergin ve rahatsız hissediyordu.
Sanki ruhunun derinliklerini okumak ister gibi gözlerinin içine dikilmiş bu delici bakışlardan bir
kurtulabilseydi! Asabi bir sesle cevapladı onu. «Evet, hiç gelmemiştim.»
«Uzun süreden beri mi İngiltere’desiniz?» Bu, sıradan bir soru gibi görünüyordu, ama Sara’nın
sezgileri pek de öyle olmadığını söylüyordu. «Birkaç gün oldu.»

«Anne ve babanızla mı birliktesiniz?»

«İkisi de altı ay önce bir trafik kazasında öldü.» Sara sesinin hafifçe titremesine engel olamamıştı.

«Anlıyorum. Üzüldüm.» Kısa bir süre sustuktan sonra yeniden sordu. «Öyleyse buraya gezmeye
geldiniz.»

«Evet.» Kazada kendisinin de yaralandığını ve yeni yeni iyileşmekte olduğunu söylemek istemedi.

«O halde, Mr. Glenn’le yeni tanıştınız.»

«Evet, çok yeni.» Birden kaşları çatıldı. «Bu sorularınızın nedenini anlayamadım, Mr. Thorne.»

Dominic omuzlarını silkti. «Marie’nin size bu kadar benzemesine şaşırmamış görünüyordunuz. Ayrıca
Amerikalı olduğunuz ve İngiltere’ye yeni geldiğinize göre, Marie’nin varlığından nasıl haberdar
olduğunuzu merak ettim.»

Sara tüm sinirlerinin gerildiğini hissetti. «Konuşma tarzınız hoşuma gitmiyor, Mr. Thorne.»

«Sorularımdan özel bir anlam çıkarmanıza üzüldüm.» Oysa hiç de üzülmüşe benzemiyordu. Yüz ifadesi
sert, gözleri buz gibiydi. «Ama nişanlımla karşılaşmak için özel çaba sarf etmenize şaşırmamı doğal
karşılamalısınız.»

«Ben nişanlınızla karşılaşmak için özel çaba sarf etmiş değilim!» Sara öfkelenmişti. «Onu görmek
istediğim doğru. Siz de dahil, o kadar çok insan beni o sandı ki, merak ettim. İma etmeye çalıştığınız
gibi herhangi bir art niyetim yok!»

Dominic Thome, Sara’nın ani patlamasından etkilenmiş görünmüyordu. «Öyle bir imada mı
bulundum?» dedi yumuşak bir sesle.

«Evet. Ve siz de bunu biliyorsunuz. Marie’yi neden görmek istediğimi sanıyorsunuz?» Gözleri öfkeden
alev alevdi.

«Marie’nin zengin olduğunu biliyorsunuz ve»

Sözünün sonunu getiremedi, Sara’nın tokadı bütün gücüyle yüzüne indi.

«Bunu hak etmiştin!» diye fısıldadı geriye doğru çekilerek. «Ben»

Bu kez sözünü kesme sırası Dominic’teydi. Ve onun yöntemi çok daha etkiliydi. Barry, Sara’yı defalarca
öpmüştü. Bu konuda ustalığına çok güvenirdi. Ama bu adam, Dominic Thorne, dudaklarıyla ağzını
eziyor, sımsıkı tuttuğu vücudunun tüm kıvrımlarını kendi adaleli vücuduna bastırıyor, onu soluksuz
bırakarak, bütün diren cine karşın bedeninde karşı konulmaz arzular uyandırıyordu.

Nihayet dudaklarını onunkilerden kurtarabildiğinde, Sara hızla onu itti, kendinden uzaklaş tırdı. «Bu ne
cesaret!» diye soludu.

Öfkesi yalnızca onu eğlendirmeye yaramıştı. «Başka bir söz bulamadınız mı? Beni düş kırıklığına
uğrattınız, Miss Hamille.»

Sara’nın gözleri ateş püskürüyordu. «Siz de beni, Mr. Thorne.» Dudaklarını iğrenmiş gibi elinin tersiyle
silerken, Dominic’in gözlerinin koyulaştığını, yüzünün gerildiğini fark etti. «Pek saygın Dominic
Thorne’da, kaba bir ilkellikten başka şeyler bulacağımı sanırdım.»

«Biliyor musunuz,» diye ağır ağır söze başladı Dominic Thorne, «Marie’ye yalnızca dış görünüşünüz
benziyor.»
«Belki Marie sizin kaba kuvvet gösterileriniz den hoşlanıyordur, ama ben değil! İzninizle, Mr. Thorne.
Bir daha sizinle karşılaşmak şanssızlığına uğramamayı dilerim.» Hızla arkasını döndü, ama kolunu
yakalayan bir el gitmesine engel oldu. «Bırakın beni,» dedi boğuk bir sesle.

Dominic gözlerini Sara’nın yüzüne dikti, dudakları sımsıkı kenetlenmişti, boynunda bir damar hızlı hızlı
atıyordu. «Bir daha hiç karşılaşmamamızı ben de diliyorum.» Sesi gergin, kısıktı. «Ama seninkinden
bütünüyle farklı bir nedenle.»

«Hoşça kalın, Mr. Thorne.» Sara arkasını dönerek uzaklaştı. Bu kez Dominic onu durdurmak için hiçbir
şey yapmamıştı.

Sara içeri girip kapıyı kapadıktan sonra, yumuşak bir sesle, «Güle güle, Sara,» dedi genç adam.

Sara sert adımlarla Marie ile konuşmakta olan Pete’in yanına gitti. Öfke onu bir kat daha
güzelleştirmişti. «Gidelim artık,» dedi Pete’e.

Marie gülmeye başladı. «Dominic seni kızdırdı mı? Görüyorum, kızdırmış.» Sara’nın koluna girdi.
«Dominic’e aldırma. Eğer sana saygısızlık ettiyse, beni korumak için yapmıştır. Dominic her zaman,
beni bir şeylerden koruması gerektiğine inanır.»

Sara sesine mesafeli bir ton vermeye çalışarak, «Sizi rahatsız ettiğim için özür dilerim, Miss Lindlay.
Sizi bir daha tedirgin etmeyeceğime lütfen inanın.»

Marie’nin gülüşü son derece içtendi. «Rahatsız etmedin ki. Uzun süredir bu kadar eğlendiğimi
hatırlamıyorum. Bana telefon numaranı verirsen, seni ararım. Birlikte bir öğle yemeği yeriz.» Sara
duraksadı. Dominic Thorne’un Marie ile bir daha karşılaşmalarını istemediği aklından çıkmıyordu.
Düşüncesini apaçık söylemişti.

«Lütfen, Sara,» diye üsteledi Marie. «Dominic’ in haberi bile olmaz. N’olur!» Yüzünde insanın tüm
direncini kıran sevimli, aydınlık bir gülümseme vardı.

Sara, ‚Herhalde tüm istediklerini böyle elde ediyor,’ diye düşündü. Onu nasıl reddedebilirdi. Marie’nin
uzattığı bir kâğıda teyzesinin telefon“ numarasını yazdı. «Ama yalnızca bir iki hafta daha buradayım.»

«O zamana kadar mutlaka ararım.» Sara, Dominic Thorne’un onlara doğru geldiğini gördü, aceleyle
vedalaşarak oradan uzaklaştı. Bu akşam için bu kadarı yeterdi!

Arabada Pete, «Dominic Thorne seni nereye götürdü?» diye sordu.

«Dışarı. Galiba onlardan yararlanmaya çalıştığımı sanıyor.»

Pete güldü. «Onun gibi adamlar rastlantı denen şeye akıl erdiremezler. Marie’yi sevdin mi?» «Peki, sen
onu nasıl buldun?» Sara ona anlamlı anlamlı baktı. Yanlarına gittiği sırada aralarındaki belli belirsiz flört
havasını sezmişti.

«Ondan çok hoşlandım. Garip bir şey. Birbirinizin eşisiniz, ama yine de bir fark var aranız da. Senin
karşındakine meydan okuyan, direnen bir dişiliğin var. Marie’de ise bu direnç yok. Bu yüzden Thorne
zamanının çoğunu erkekleri ondan uzak tutmak için harcıyordur.»

«Marie’yi baştan çıkarmaya çalışmayacaksın inşallah.»

Pete omuz silkti. «Marie’den, çok iyi tanıdığım titreşimler aldım.»

Sara kaygıyla ona baktı. «Dominic Thorne’un yoluna çıkmamanı öğütlerim.» Dominic’in çok acımasız
olacağından emindi.

«Peki, ya küçük hanımın da eğilimi varsa?»

«Yaa, sence öyle mi?»

«Sanırım.»
Sara ‚Bana ne,’ der gibi omuz silkti. «Öyleyse, sana iyi şanslar.»

Eve geldiğinde, teyzesi ile eniştesi odalarına çekilmişlerdi. Geceliğini giyerken teyzesinin onu çağırdığını
duydu. Eniştesi uyuyordu, teyzesi ise, başucu lambası açık, kitap okuyordu. Odaya girdiğinde kitabını
bıraktı. «Eniştene bakma, onu artık hiçbir şey uyandıramaz. İyi vakit geçirdin mi, canım?»

«Evet, eğlenceliydi.»

«Partide kibar insanlar da var mıydı?»

«Merak etme, teyzeciğim, hepsi hepsi kibar insanlardı.»

«İyi o zaman, eğlendiğine sevindim.» Yastığını düzeltti, yorganını çekti. «Eve döndüğüne göre, artık
ben de uyuyabilirim.» . «İyi geceler.» Sara sessizce odadan çıktı.

Bilmediği bir nedenle, Marie Lindlay ve Dominic Thorne ile karşılaşmalarını teyzesine anlatmaktan
kaçınmıştı.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

Ertesi gün arabayla gezintiye çıktıklarında, Eddie, Sara’yı soru yağmuruna tuttu.

«Marie Lindlay gerçekten söylendiği kadar sana benziyor muydu?»

Sara gülümsedi. «Pete aynı kanıda değildi, onu daha çekici buldu.»

«O zevksizin tekidir!»

«Belli ki, Marie’nin nişanlısı da aynı görüşte.»

«Thorne mu? Öyle olması gerek. Ne de olsa onunla evlenecek.»

«Doğru.»

Eddie kaşını kaldırdı. «Bu konuda kuşkulu gibisin.»

«Ah, evet, elbette evlenecekler. Ama bence, ne bileyim, garip bir çift bunlar. Sözgelimi, Dominic
Thorne, Marie’den oldukça yaşlı.»

«Otuz beşinde bir adam yaşlı sayılır mı?» «Bence, söz konusu Dominic Thorne ise, sayılır.»

Eddie güldü. «Seni kendine hayran bırakamamış anlaşılan.»

Sara küçümser gibi sordu. «Bu onun için alışılmamış bir şey mi?»

Eddie başını salladı. «Hayranları neredeyse kuyruğa girecek kadar çoktur.»

«Zaten pek de eşine sadık kalacak birine benzemiyor.»

«O zaman birbirlerine pek uygun bir çift oluşturacaklar.»

Sara dönüp dikkatle ona baktı. «Bu ne demek?»

«Pete bu akşam güzel Marie’yle çıkıyor.»

Sara şaşkınlığını gizleyemedi. Dominic Thorne bunu öğrenirse çok kızardı. Peki, Marie neden böyle
davranıyordu? Her şeyden Önce, Ma¬rie nişanlısını ondan iyi tanıyor, öfkesindeki karşı konulmaz gücü
biliyor olmalıydı. Ve sevişmesindeki gücü! Evet, onu da biliyor olmalıydı, çünkü artık kimse düğün
gecesini beklemiyordu.

Sara hariç! Barry hep onunla daha yakın bir ilişkiye girmeye çalışmış, Sara da sürekli karşı koymuştu.
Geri kafalı değildi. Yalnızca, gerçekten sevdiği bir erkek olmamıştı hayatında. Hiçbir erkek, kendini
isteyerek verecek kadar heyecanlandırmamıştı onu. O gün gelirse, hiçbir şey düşünmeden, tüm
benliğiyle birlikte bedenini de verirdi.

Eddie onu daldığı düşüncelerden kopardı. «Hey, Pete’e özel bir ilgi duymuş değilsin inşallah?»

«Hayır.» Doğruyu söylediği için, inandırıcı bir doğallıkla cevaplamıştı sorusunu. «Yalnızca, ‚Marie böyle
tehlikeleri neden göze alıyor?’ diye düşünüyordum.»

.«İnat olsun diye herhalde. Dominic Thorne, kıskançlığının cezasını çekiyor, olmalı.»

Sara’ya inandırıcı gelmedi bu. Kulüpte ilk karşılaştıklarında, kıskandığı bir kadın gibi değil, şımarık bir
çocuk gibi davranmıştı ona. Eve kendisi götüreceğine, birlikte geldiği adamın götürmesini istemişti.

«Öğle yemeği zamanı gelmedi mi?» diye konuyu değiştirmek istedi Sara.
Eddie güldü. «Hiç sormayacaksın sanmıştım. Bu yemyeşil kırlar, temiz hava beni acıktırdı.»

Sara suçluluk duygusuna kapıldı, çünkü gezme amacıyla çıkmalarına karşın, bir kez olsun çevresine
bakmamıştı. Aklı Dominic Thorne ile Marie Lindlay’deydi.

«Windsor şatosu yakın mı?»

«Çok yakında. Görmek istediğini söyleme sakın.»

«Doğrusu, böyle bir öneriye itiraz etmezdim.» Sara yaramaz bir yüz ifadesiyle Eddie’ye baktı. «Peki,»
diye içini çekti Eddie. «Ama önce yemek ve bira.»

Yemek çok lezzetliydi. Windsor şatosunu gezmek de çok hoşuna gitmişti. Eddie söylenip duruyordu,
ama Sara gizliden gizliye onun da zevk aldığını hissetmişti.

«Bahse girerim, uzun zamandır oraya gitmemiştin,» dedi Sara eve dönerken.

Eddie utangaç utangaç baktı. «Şey aslında ben ben oraya hiç gitmemiştim.»

Sara’nın gözleri büyüdü. «Ne? VVindsor şatosunu hiç görmedin ha?»

«Şaşıracak bir şey yok. Burnunun dibindeki bir yeri, bir türlü fırsat bulup gezememek çok doğal. Sen
de Disneyland’e hiç gitmemişsindir.»

«Yanıldm işte!» Sara gülmeye başladı. «Birçok kez gittim, çok severim orasını. Kendimi orada küçük bir
kız gibi hissederim.»

«Gerçekten küçük bir kız gibisin. Seninle birlikte olmak çok güzel,» dedi birden Eddie damdan düşer
gibi. «Ve bunu tüm iyi niyetimle söylüyorum.»

«Biliyorum,» dedi Sara. Duygulanmıştı. «Bugün çok mutlu oldum.»

«Ben de.» Bu gerçek Eddie’yi şaşırtmış gibiydi.

«Hiç yoktan bir erkek kardeş sahibi olmuş gibiyim, dedi Sara uykulu bir sesle, başını koltuğa yaslarken.

«Teşekkürler,» diye güldü Eddie.

Sara arabanın sıcak havası içinde, motorun tekdüze mırıltısını dinlerken uyuyakaldı.

Uyanırken içinde garip bir sıkıntı duydu. Sanki çok yakınında onu bekleyen bir tehlike vardı.

Bu duygu, sonraki günlerde de yakasını bırakmadı. Uykuları iyice bozulmuştu. Üç dört gün evden
çıkmadı, dinlendi.
Marie Lindlay telefon ettiğinde de evdeydi. Bir lokantada buluşmak üzere sözleştiler.

Marie yirmi dakika geç geldi, ilk beş dakikayı da özür dilemekle geçirdi.

«Dominic yüzünden,» diye içini çekti. «Ne zaman babam bir yere gitse, kendini bana göz kulak olmakla
görevli sayar. Tabii çok saçma bir şey, ama öyle işte. Nereye gittiğimi öğrenmek için beni tam on
dakika telefonda tuttu.»

«Ne zaman evleniyorsunuz?»

«Daha değil.» Marie sorudan kaçar gibiydi. «Dominic’in de, benim de acelemiz yok.»

«Ama nişanlanalı neredeyse bir yıl olacak, değil mi?» Sara düşünceliydi. Dominic Thorne uzun süre
bekleyecek bir adama benzemiyordu.

«Altı ay,» diye düzeltti Marie. «Doğrusunu istersen, Dominic için iyi bir eş olacağımı sanmıyorum. O her
şeyin kusursuz olmasını ister.»

Sara gülümsedi. «Eminim, evlendiği kadına hoşgörülü davranacaktır.»

«Belki.» Marie konuyu değiştirdi. «Aksanın çok hoşuma gidiyor. Amerika’nın neresindensin?»

Sara kısaca geçmişini, annesiyle babasının kazada öldüklerini, kendisinin de yaralandığını anlattı.
Marie’yle konuşmak zevkliydi, onun da aynı düşüncede olduğunu fark etmişti.

Marie üzülmüştü. «Ne kadar kötü. Ölümden nefret ederim.» Sara, bunu söylerken Marie’nin
ürperdiğini hissetti. «Benim de annem ölmüş.»

«Çok üzüldüm.»

Marie üzerine çöken karamsarlıktan kurtulmak ister gibiydi. Birden gülümsedi. «Haydi, yemeklerimizi
ısmarlayalım.»

Sara, Marie’nin kolayca bir konudan diğerine atladığını, bir ruh halinden çok farklı bir başka ruh’ haline
geçebildiğim görüp hem şaşırdı, hem de sevindi. Yemek boyunca konuşmadıkları konu kalmamıştı.
Yemek bittiğinde, Sara gerçek anlamda dost olduklarını hissetti.

«Hâlâ bu benzerliğimize akıl erdiremiyorum,» dedi Marie restoranın çay salonuna geçtiklerinde.
Yaramaz bir çocuk gibi kıkırdadı. «Dominic bunu, senin bir oyunun sanıyor.»

Sara kaskatı kesildi. «Nişanlının benim hakkımdaki düşüncelerinin farkındayım.»

Marie güldü. «O da seninkilerin. Ona gerçekten vurdun mu?»

«Vurduğumu söyledi mi?»

«Söylemesi gerekmezdi ki, açıkça belli oluyordu. Tanrım, o gece senden sonra çok öfkeliydi. Yüzü hiç
gülmedi.» Marie bundan hiç de rahatsız olmuşa benzemiyordu. Tersine, hoşuna gitmiş gibi gülüyordu.

«Hak etmişti.»

«Eminim etmiştir. Dominic’in sorunu, kendisinin kusursuz olması, bu nedenle karşısındakilerin de


kusursuz olmasını istemesidir.» Marie bir süre durduktan sonra omuz silkerek devam etti. «Korkarım,
ben bile onun yüksek değer ölçülerine uygun özelliklere sahip değilim.»

Dominic Thorne’un Marie’de güvensizlik, yetersizlik duygusuna yol açtığı açıktı. Ancak, açık olan bir
başka şey de, Marie’nin ona sözcüklerle tanımlanamayacak kadar hayran olduğuydu.

«Dominic benden para sızdırmaya çalıştığını sanıyor,» dedi Marie neşeli bir kayıtsızlıkla. «Ya da
babamdan.»

Sara’nın gözleri öfkeyle karardı. «Ama babanla hiç karşılaşmadım ki. Onu görmeye de çalışmadım.»
«Evet, bunları yapmadın.» Marie tatlı tatlı gülümsedi. «Ama Dominic, babamın sen doğmadan dokuz ay
kadar önce annenle karşılaşmış olabileceğini düşünüyor.»

Sara kanının beynine sıçradığını hissetti. Dominic Thorne’un iğrenç bir mantığı vardı.

Marie, Sara’nın yüzündeki ifadeyi görünce gülmeye başladı. «Merak etme, bu teorisini çürüttüm.
Babam anneme çok bağlıydı. Bir daha evlenmeme nedeni de bu.»

«Benim annem de babamı çok sevendi. Nişanlının gerçekten çok çarpık düşünceleri var. Hem böyle bir
art niyetim olsa, seni yeniden görebilmek için uğraşırdım, öyle değil mi?»

«Dominic bunun bir taktik olduğunu söylüyor.»

Sara artık çileden çıkmıştı.

«Senin nişanlın biraz fazla konuşuyor!»

Marie bu kez ciddileşti. «Aslında öyle değildir. Pek konuşmaz, konuştuğu zaman ise, söylediği şey
mutlaka önemlidir. Ben onun tam tersiyim. Saatlerce çene çalarım, ama toplasan, içinden bir tek
önemli şey çıkmaz.»

Sara bunu fark etmiş, ama sıkıcı bulmamıştı. Marie’yi sevmişti; kendisinin daha kapalı, dene¬timli
karakterinin tersine, onun her an coşkulu, dışadönük, renkli bir kişiliği vardı.

Dominic Thorne hakkında yeterince konuştuklarını düşünerek, konuyu değiştirmek istedi Sara. «Neyle
uğraşıyorsun, Marie?»

Marie’nin gözleri şaşkınlıkla açıldı. «Çalışmaktan mı söz ediyorsun?»

Sara onun yüz ifadesine bakıp gülmeye başladı. «Gösterdiğin tepkiden, hiçbir şeyle uğraşmadığın belli
oluyor.»

«O kadar kötü bir şey mi?» Marie suçlu suçlu bakan küçük bir çocuğa benziyordu.

Sara gülümsedi. «Hayır. Keşke ben de öyle olabilseydim.» Aslında, Sara böyle söylerken dürüst
davranmamıştı. Zorunlu olarak boş geçen aylardan sonra yeniden çalışmaya başlamak için can
atıyordu. Ancak, bacaklarının durumu henüz yorucu bir çalışmaya elvermiyordu. Yine de boş bir
yaşam sürmek hiçbir zaman onu mutlu edemezdi. Annesi ile babası oldukça zengindi ve tüm
varlıkları şimdi ona kalmıştı, ama evinde oturup bu parayla geçinmeyi düşünemiyordu bile. Annesi de
reklam ajansında üvey babasının yardımcısı olarak çalışmıştı.

«Pek boş vaktim olmuyor,» diye anlatmaya başladı Marie. «Babam eğlenceyi, evde partiler
düzenlemeyi çok sever. Ben de onun ev sahibeliğini yapıyorum. Ayrıca, zamanımın bir bölümünü spor
kulübünde geçiriyorum. Bunun yanı sıra»

«Tamam, tamam» diye sözünü kesti Sara gülerek, «Sana inanıyorum.»

«Sen fotomodelsin, değil mi?» Marie gerçekten ilgilenmiş görünüyordu. «Pete anlattı.»
Sara, Pete konusunda ona bir şeyler söyleyip söylememekte kararsızdı. Yine de dayanamadı. «Onunla
iyi vakit geçirdin mi?»

Marie omuzlarını silkti. «Fena çocuk değil. Hey, inşallah senin açından yanlış bir şey yapmadım. Pete
aranızda hiçbir şey olmadığını söylemişti.»

«Evet, yok. Ben kendimi düşünmüyordum.»

«O zaman kim? Ha, Dominic’i kastediyorsun. Haklısın, duysa pek hoşlanmaz herhalde.»

«Hoşlanmamakta haklı. Onunla nişanlısın.».


«Dominic çok çalışıyor, sık sık da iş seyahatine çıkar. Çok yalnız kalıyorum. Hem, boşver. Pete ile bir
daha görüşmeyeceğiz.»

önemli olan bu değildi. Marie başkalarını bulabilirdi. Sara, Dominic Thorne’un buna uzun süre
katlanamayacağını seziyordu. Eğer Marie onu kaybetmek istemiyorsa, bu huyunu bırakmalıydı.

Sara bunu söyleyince, Marie pek etkilenmiş görünmedi. «O beni bağışlar, hep bağışlamıştır.»

O halde Dominic Thorne, Sara’nın düşündüğünden daha anlayışlı bir adam olmalıydı. Belki de Marie’ye,
göründüğünden çok daha derin bir sevgiyle bağlıydı.

«Dominicle evlenince her şey düzelecek,» dedi Marie, Sara’nın yüzündeki düşünceli ifadeyi görünce.
«Biliyorsun, babamla ortaklar. Benimle evlenince, Dominic her şeyin tek sahibi olacak. Bana o kadar iyi
davrandı ki, ona çok şey borçluyum. Üstelik harika bir insan. Herkesten çok farklı. Sence de öyle değil
mi?»

«Öyle.» Yine de, kendisine iyi davrandığı için Dominic’le evlenmesini Sara yeterli bulmuyordu. Ama
belki onlar birbirlerini kendilerine özgü bir biçimde seviyorlardı.

«Hey, şuraya bak! Suzanne!» Marie heyecanla birisine sesleniyordu. «Hay Allah! Öbür bölüme girdi.»
Sara’ya döndü. «Seni birkaç dakika yalnız bırakabilir miyim? Suzanne’ı görmem gerek.»

«Tabii!»

Marie ayağa kalktı, kararsızlıkla Sara’ya baktı. «Gitmezsin, değil mi?»

«Hayır, gitmem. Kahvemi içip seni bekleyeceğim.»

Marie birkaç dakikada dönmedi. Sara artık sinirlenmeye başlamıştı. Birden kapıda Dominic Thorne’u
görünce yüreği ağzına geldi. Bu adamın imalı konuşmalarına katlanacak hali yoktu.

Dominic Thorne, kendinden emin adımlarla doğruca onun yanına geldi. «Seni burada bulacağımı
tahmin etmiştim.» Önünde ayakta durmuş, gözlerini ona dikmişti. «Kaçamak cevaplar vereceğine,
açıkça buraya geleceğini neden söylemedin?» Marie’nin sandalyesine oturdu.

Onu Marie sanmıştı! Sara, annesi ve kendisiyle ilgili suçlamalarını düşünerek öfkelendi. Marie’nin hafif
kısık, derinden gelen sesini taklit etmeye çalıştı. Bu kendini beğenmiş adam iyi bir dersi hak etmişti!

«Belki de her an soluğunu ensemde hissetmekten bıkmışımdır.» Başarmıştı! En azından Dominic


Thorne’u aldatabilmişti.

Dominic öfkesini bastırmak ister gibi derin bir soluk aldı. «Bilmek istedim»

«Gece, gündüz, her saat, her dakika ne yaptığımı!» diyerek onun cümlesini tamamladı Sara. Marie’nin
İngiliz aksanını taklit etmeyi iyi becermişti doğrusu. Belki sürdürebilirdi. «Sadece öğle yemeği için
dışarı çıktım, Dominic.»

Dominic elini Sara’nın elinin üstüne koydu. Sara elini çekmemek için kendini güç tuttu. «Baban burada
olmadığı zamanlar kendimi senden sorumlu hissediyorum, biliyorsun.»

Sara, Marie’nin sık sık yaptığı gibi yüzünü buruşturdu. «Herhalde öğle yemeğine çıkmanın bana bir
zararı dokunmaz.»

Dominic sevgiyle gülümsedi. Sert, çekici yüz çizgileri yumuşamıştı. «Evde oturmanın çok büyük zararı
dokunurdu ama, değil mi?» diye şakayla azarladı onu. «Kiminle yemek yiyorsun?»

«Şey aslında»

Dominic’in yüzü sertleşti, gözleri kısıldı. «Şu Sara Hamille denen kızla buluşmaya kalkmadın, değil mi?»

Sara, içinden bir öfke dalgasının kabarmakta olduğunu hissetti. «Neden buluşmayacakmışım?»
Şaşılacak şey, Marie gibi konuşmayı sürdürebilmişti.

«Nedenini daha önce söylemiştim. O kız başımıza dert olacak.»

Bu kadarı fazlaydı artık. «Nasıl dert olacakmışım, Mr. Thorne?» Marie gibi konuşmayı bırakmıştı, gözleri
kıvılcımlar saçıyordu.

Dominic birden elini Sara’nm elinin üstünden çekti. Sanki yüzüne öfkeli bir maske takmıştı. «Çok
eğlenceli doğrusu, Miss Hamille. Siz oyuncu olmalıymışsmız.»

«Ben de sizin için aynı şeyi söyleyecektim. Beni iyi dinleyin, Mr. Thorne. Başınıza dert açacak falan
değilim. Bugün Marie ile o istediği için buluştum, çünkü onu sevdim. Ama artık ben ve annem
hakkındaki düşüncelerinizi biliyorum. Ayrıca annem Marie’nin babasıyla, bırakın doğumumdan
dokuz ay öncesini, hiçbir zaman karşılaşmadı. Af edersiniz, Mr. Thorne, bir şey mi diyordunuz?»
Soruyu sorarken sesi buz gibiydi.

Dominic’in yüzü alabildiğine sertti. Dişlerinin arasından öfkeyle fısıldadı. «Marie’nin düşük çenesi
diyordum.»

«Siz böyle şeyler söylemeseydiniz, o da aktaramayacaktı. Yirmi bir yıl önce annem babamla evlenmiş,
ben de o zaman doğmuşum. Annem için söyledikleriniz, hazmedilmesi olanaksız bir iftira.» Gözleri birer
kor parçası kesilmişti. «Ve ben buna izin vermiyorum!»

«Hepsi birer tahmindi,» dedi Dominic sakin bir sesle. «Marie’ye olan benzerliğiniz, beni çok şaşırttı,
nedenini bulmaya çalışıyordum.»

«Neden, sizin bulduğunuz türden değil!»

«Değil, kabul ediyorum. Yaşınız tahminimi yalanlıyor. Yirmi birdi, değil mi?»

«Gelecek ay yirmi bir olacak.»

«Marie’nin babası da annesiyle o sıralarda evlenmişti.»

«Özür dilemenizi bekliyorum, Mr. Thorne.»

Dominic’in gözleri öfkeyle parladı. «Miss Hamille»

«Özür dilemenizi bekliyorum!» diye tekrarladı Sara taş gibi. «Annem öldü, artık kendisini savunamaz,
ama onun adına benden özür dileyeceksiniz, Mr. Thorne!» Dominic’e meydan okuyan gözlerle
bakıyordu. İkisi de gözlerini birbirlerine dikmiş, heykel gibi duruyorlardı. Sara bu sessiz savaşta geri
çekilmemeye kararlıydı.

«Pekâlâ.» Sözcükler Dominic’in ağzından tıslar gibi çıkıyordu. «Özür dilerim. Yanılmış olmalıyım.»

Allahtan o sırada Marie geldi, nişanlısının dudaklarına küçük bir öpücük kondurup yanma oturdu.

«Özür dilerim, geciktim,» dedi Sara’ya. «Suzanne da benim gibi çenesi düşüğün biri.» Dominic’e dönüp
pırıl pırıl bir yüzle gülümsedi. «Burada ne arıyorsun, sevgilim? Seni gördüğüme sevinmediğimden değil.
Ama öğleden sonra çok işin olduğunu sanıyordum.»

«Biraz boş vaktim vardı.» Sesinde birkaç saniye önceki öfkeden eser yoktu. Tavırları yeniden yumuşak
ve özenli olmuştu. «Burada olabileceğini tahmin ettim.»

Sara, Dominic Thorne’un da Marie’yi sevdiğine karar verdi. Ama oldukça tekelci, aşırı koruyucu bir tavrı
vardı. Böyle bir sevgi Sara’yi boğardı.

«Sara ile alışverişe çıkıyoruz.» Marie’nin açıklaması Sara’yı şaşırttı. «Gelmek ister miydin?»

«Hayır teşekkürler. Aldıklarını sonra görü¬rüm.»


Marie şeytan şeytan baktı. «Birkaç iç çamaşırı, gecelik türünden şeylere ihtiyacım vardı da.»

Dominic bir kahkaha attı. Gülüşünde insanın içine işleyen erkeksi bir çekicilik vardı. «Öyleyse,
aldıklarını mutlaka görmeliyim.» Ayağa kalktı. «İki genç bayana iyi alışverişler diliyorum.» Nişanlısını
öpüp gitti.

Sara eve ancak geç vakit dönebildi. Marie ondan ayrılmak istememiş, sonra da yeniden buluşmaları
için zorlamıştı, ama Sara çok dolu olduğunu söylemişti.

Birkaç gün sonra Marie tekrar aradı. Sara onu kırmadan atlatabilmek için elinden geleni yaptı.

«Lütfen,» diye üsteliyordu Marie. «Seni sevdim, Sara. Seninle konuşmak“ hoşuma gidiyor. Biliyorum,
tek yapabildiğim şey bu konuşmak. Ama seninle gerçekten konuşabileceğimi hissediyorum.
Bilmiyorum, belki de birbirimize çok benzediğimiz için, ama sanki seninle aramızda bizi yaklaştıran bir
bağ var gibi geliyor bana.»

Aynı duyguyu Sara da duyuyordu. Marie ile aralarında herhangi bir ortak nokta bulunduğundan bile
kuşkuluydu aslında. Yine de kendini bu kıza yakın hissediyor, bir sorunu vrsa yardımcı olmak istiyordu.

«Haydi, Sara, lütfen.» Sara’nın direnci yavaş yavaş kırılıyordu. «Gelip seni alayım, olur mu?»

«Hayır.» Teyzesiyle eniştesine Marie’den söz etmemişti. Şimdilik gizli tutmak istiyordu olup bitenleri.
«Bir yerde buluşalım, daha iyi.»

Buluşmak için bir yer kararlaştırdılar. Sara sözleştikleri saatte oraya gitti. Ama Marie yine gecikmişti.
On beş dakika geçti, Sara merak etmeye başlamıştı. Yarım saat sonra, Marie’ye bir şey olduğunu
düşünerek, evlerine telefon etmişti. Hizmetçi, Marie’nin odasında dinlendiğini ve kimseyle randevusu
olmadığını söyledi.

Sara bundan bir anlam çıkaramamıştı. Telefon kulübesinde şaşkın- kalakaldı. Dışarda bekleyen bir
adamın öfkeyle cama vurmasıyla kendine geldi, ağır ağır kulübeden çıktı. Kendisiyle buluşmak isteyen
Marie olduğuna göre, onu atlatmış olamazdı. Bu işin ardında bir tek kişi olabilirdi Dominic Thorne!

İçerdeki adamın çıkmasını bekledi, sonra girip Dominic Thorne’un bürosunu aradı. Sekrete¬ri
bürosunda olmadığını, mesajını iletebileceğim söyledi. Söyleyeceği şey, üçüncü bîr kişi aracılığıyla
aktarılacak türden değildi.

«Lütfen kendisini Sara Hamille’in aradığını söyler misiniz?» dedi soğuk bir sesle.

Sara biraz parkta dolaştıktan sonra eve döndü. Eddie’nin çıkma önerisini geri çevirmiş, teyzesi ve
eniştesiyle baş başa sakin bir gece geçirmeyi yeğlemişti.

Teyzesi birisinin onu görmek istediğini söylediğinde, televizyonda film seyrediyordu.

<Onu salona al, orası daha derli toplu,» diye kulağına fısıldadı Susan teyze.

Teyzesi ancak çok önemli bulduğu kişileri salona alırdı ve Dominic Thorne’un sıradan bir insan
olmadığını bir bakışta anlamıştı.

«Evet?» Sara kayıtsız görünmeye çalışıyordu.

Dominic onu baştan aşağı süzdükten sonra, «Rahatsız etmedim umarım,» dedi.

«Hayır.» Başparmaklarını pantolonunun beline takıp, meydan okuyan bir tavır aldı.

Dominic’in yüzü sertleşti. «Sekreterim telefon ettiğinizi söyledi.»

Sara kaşlarını kaldırdı. «Telefonuma bir ziyaretle karşılık vermenizi beklemiyordum.»

«O amaçla gelmedim zaten.» Sabrı taşmak üzereydi. «Buradan geçiyordum, uğrayıp Marie’ nin bugün
neden gelemediğini açıklamak istedim.»
«Nedenini bildiğimi sanıyorum.»

«Sanmam. Marie’nin migreni var, öğleden sonra da ağrısı tuttu.»

«Öyledir herhalde!»

Dominic birden onu kollarından sıkıca tuttu. «Marie yarın telefon edip, gelemeyişinin nedenini kendisi
açıklayacak.»

«Eminim açıklar. Siz ona neler söyleyeceğini bir bir öğretmişsinizdir.» Bir yandan da çocukça
davrandığının farkındaydı. «Buluşmak benim fikrim değildi, Mr. Thorne. Marie bir şeye üzülmüş gibiydi.
Ve ne olduğunu tahmin edebiliyorum.»

Dominic tehlikeli bir biçimde parlayan gözlerini ona dikmiş, duruyordu. O kadar yakındılar ki, vücutları
neredeyse birbirine değiyordu. Dominic hafifçe başını salladı, kendi kendine konuşur gibi mırıldandı.
«Nereden çıktınız? Yaşamımıza neden girdiniz?» Sesinde Sara’yı şaşırtan bir acı vardı.

«Telaşlanmayın, Mr. Thorne, bir hafta sonra, geldiğim gibi ansızın gideceğim.»

Dominic onu hafifçe itti. «Sanmıyorum.»

Sara geriye çekildi, Dominic’in etki alanından kurtulduğu için rahatlamıştı. Cinsel çekiciliği sanki Sara’yı
sarıyordu. Başkasıyla evlenecek bir adamın, çekiciliğini böylesine güçlü bir biçimle duyurması doğru
muydu?

«Yo, gideceğim, Mr. Thorne,» diye üsteledi.

«Hayır.» Dominic inatla başını salladı ve birdenbire, «Marie’yi yarın görmek ister miydiniz?» diye sordu.

Sara şaşkın bakakaldı. «Şey eğer kendini daha iyi hissediyorsa.»

«Eminim daha iyi olacaktır. En azından, sizi görebilecek kadar.» Cebinden bir kart çıkardı, arkasına bir
şeyler yazdı. «Yarın bu adrese gelin, Marie’nin evi.» Kartı ona verdi. «Öğle yemeğine gelirseniz, Marie
sevinir.»

«Beni siz mi çağırıyorsunuz?»

«Neden olmasın? Nasıl olsa birbirinizi göreceksiniz.»

«Doğru.»

«O zaman öğle yemeğine gelin.»

«Siz de orada olacak mısınız?»

Dominic’in gülümsemesinde ince bir alay vardı. «Korkarım olacağım. Bu, gelmenize engel olur mu?»

«Elbette hayır.»

«İyi öyleyse, yarın yarımda.»

Sara onu kapıya kadar geçirdi.

Lindlay’lerin evine vardığında, bir uşak onu içeri aldı. Girdiği odada yalnızca Dominic vardı.

«Marie biraz sonra gelecek, giyiniyor,» dedi Dominic.

«Nasıl, kendini daha iyi hissediyor mu?» Sesi hiç de dostça değildi.

«Daha iyi. Aslında gecikmesine memnunum. Sizinle bir şey konuşmak istiyorum.

«Evet?»
«Lütfen oturun.» Sara oturduktan sonra kendi de oturdu. «Doğrudan konuya gireceğim.» Hafifçe öne
eğildi. «Bana yalan söylediniz, Miss Hamille,» dedi sakin bir sesle.

Sara öfkeyle parladı. «Anlamadım! Size hiçbir zaman yalan söylemedim.»

Dominic soğuk bir sesle cevap verdi. «Bir şeyi saklamak, da bir anlamda yalan söylemektir. Hakkınızda
bir araştırma yaptırdım.»

Sara’nın gözleri öfkeden alev alev olmuştu. «Buna hakkınız yok!»

«Sizin hakkınızda bir araştırma yaptırdım,» diye yumuşak bir sesle yineledi Dominic. «Ve babanızın
Richard Hamille olmadığını öğrendim.»

«Babam olduğunu söylememiştim ki!»

«Lütfen sözümü bitirmeme izin verin. Ayrıca, Amerika’da doğmadığınızı, İngiliz olduğunuzu ve»

Arkalarındaki kapı açıldı, içeri bir adam girdi.

«Erken geldin, Michael.» Dominic sanki, ‚Neden geldin?’ der gibiydi.

«Marie’nin rahatsız olduğunu duydum. Ben ama sen Marie değilsin.» Adamın yüzü sapsarı olmuştu.
«Aman Tanrım! Sen Marie değilsen, o zaman»

«Sara,» diye tamamladı genç kız boğuk bir sesle. Başı dönmeye başlamıştı. «Ve siz benim
babamsınız!»

Yüzü daha yaşlıydı, saçları kırlaşmıştı, ama yine de bu adam. resimlerinden tanıdığı, öldüğünü sandığı
babasıydı.

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

Sara sanki kâbus görüyordu. Karşısında duran adamın babası olması olanaksızdı. Ama babasıydı,
biliyordu bunu. Yirmi yıl öncesine ait olsa da, babasının fotoğraflarını görmüştü.

Ve eğer bu adam, yani Michael Lindlay babasıysa, Marie de, baba bir, anne ayrı kardeşiydi. Birbirlerine
bu kadar benzemeleri demek bundandı!

«Otur, Sara.» Dominic onun gittikçe daha çok sarardığını görmüştü.

Ayakta olduğunun farkında bile değildi, dili tutulmuş gibi, gözleri hâlâ babasına dikili, sessizce oturdu.
Babası da konuşamayacak durumdaydı. Birbirlerine bakakalmışlardı.

Uzun boylu, şakaklarına kır düşmüş, saçlarının geri kalanı Marie ile kendisininki gibi hâlâ sapsarı, kırk
beş elli yaşlarında görünen yakışıklı bir adamdı. Sevgi dolu bir yüzü vardı; kahverengi gözleri
kederliydi.

Sara, ikisini izlemekte olan Dominic’e döndü.

«Biliyordunuz, değil mi?» diye sordu kırık bir sesle,

Dominic başını salladı, yumuşak bir sesle, «İlk başta bilmiyordum,» dedi.

Michael Lindlay güçlükle kendini toparlayabildi. «Bu senin işin mi, Dominic?»

«Hayır. Aslında kimse bilerek bir şey yapmış değil.»

«Yani bunca yıl sonra, Sara bir rastlantı sonuncu mu ortaya çıktı?»

«Rastlantıdan çok, bir kaza buna neden oldu.» Dominic yumuşak bir sesle ona cevap verdi. «Rachel
öldü, Michael. Altı ay önce Sara’nın ağır yaralandığı, ikinci kocasının da öldüğü bir kazada yaşamını
yitirdi.»

Michael Lindlay güçlükle yutkundu. «Rachelöldü mü?»

Dominic başını salladı. «Üzgünüm, ama öyle.» Michael, Sara’ya döndü. «Doğru mu?»

«Evet.»

«Aman Tanrım!» diye inledi babası. «Ve sen ağır yaralandın! Şimdi nasılsın?»

«İyiyim, teşekkürler.» Sara elinden geldiğince sakin davranmaya çalışıyordu.

«Rachel yani annen» Güçlükle konuşabiliyordu. «Çok acı çekti mi?» Gözlerinde büyük bir acı
okunuyordu.

«Doktorlar çekmediğini söylediler.»

«Ya Richard?» Sesi hafifçe boğuklaştı.

«O da öyle.» Sara sorularını soğuk bir tavırla cevaplıyordu. Dominic Thorne’a döndü. «Söyler misiniz,
ne oluyor? Annem, babamın öldüğünü söylemişti.»

«Marie’ye de annesinin öldüğü söylenmişti.»

Sara’nın soluğu kesildi. «Annemin Marie’nin de annesi olduğunu mu söylemek istiyorsunuz?»

Dominic’in yüzü düşünceli ve sertti. «Daha da fazlasını söylüyorum. Hâlâ anlamadın, değil
mi?»

«Anlamadığım şey ne?»

«Marie senin yalnızca kardeşin değil, ikiz kardeşin.»

«Hayır!» diye haykırdı Sara, gözleri korkuyla açılmış, babasının sapsarı yüzüne umutsuzca bakıyordu.
«Doğru değil! Bana doğru olmadığını söyle,» diye yalvardı.

Babasının dili tutulmuştu sanki. Cevap vermek bu kez de Dominic’e düştü. «Korkarım doğru, Sara.»

«Ama olamaz! Söyle ona!» Babasını kolundan tutmuş sarsıyordu. «Yanıldığını söyle ona!»

Michael Lindlay acı dolu gözlerle baktı ona. «Ama yanılmıyor, Sara.» Ona sırtını dönerek boş gözlerle
pencereden dışarı bakmaya başladı.

Dominic masanın çekmecesinden bir kâğıt çıkardı. «Daha ilk baştan kuşkulanmaya başlamıştım. Ama
Amerikalı olman, üstelik anne ve babanın öldüğünü söylemen kafamı karıştırmıştı.»

«Richard Hamille’e her zaman baba dedim.» Sara’nın tüm duyguları katılaşmış gibiydi.

«Söylediğim gibi, bu iki şey, benzerliğin yalnızca bir rastlantı olduğu sonucuna götürdü beni. Ama
sonra, geçen gün, gelecek ay yirmi bir yaşında olacağını söyledin. Tıpkı Marie gibi. İşte o zaman bunun
bir rastlantı olamayacağını anladım. Al şunu.» Elindeki kâğıdı, yani Sara için hazırlanan rapora uzattı.
«Son paragrafı oku.»

Sara aldı, son paragraf kısa ve çok açıktı: «Böylece Sara Hamille’in, gerçekte Michael Lindlay’in kızı ve
Marie Lindlay’in ikiz kardeşi Sara Lindlay olduğunu, hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde
kanıtlamış bulunuyoruz.»

Perişan bir halde babasına baktı Sara. «Ama neden?» diye inler gibi sordu. «Neden yaptın bunu?»

Dominic kâğıdı Michael’e uzattı. «Senin de okuman iyi olur.»


Michael Lindlay kâğıdı almak için hiçbir harekette bulunmadı. «Ne yazdıklarını tahmin ediyorum.»
Birden yaşayan bir ölüye dönmüştü sanki. Yüzü ifadesizdi.

Dominic kâğıdı masanın üstüne koydu. «O zaman ben de Sara’nın sorusunu yineliyorum: Neden?»

«Neden Rachel, Sara’yı, ben Marie’yi aldım, öyle mi?»

«Evet.» Sara acı bir sesle onayladı.

Michael derin bir soluk aldı. «Sanırım, Marie’ nin de burada olması gerek. Anlatacaklarımı bir kez daha
tekrarlamak istemiyorum. Onu buraya çağırır mısın, Dominic?»

«Sara?» Dominic düşünceli bir yüzle ona döndü.

Birkaç dakika öncesine kadar düşmanı olarak gördüğü adam, şimdi onu gerçek yaşama bağlayan,
dayanmasına yardımcı olabilecek tek insan gibi geliyordu Sara’ya. Dominic’in kolunu tuttu. «Beni
bırakma,» dedi yalvarırcasına gözlerine bakarak.

Dominic içini çekti, sonra eli uzandı, Sara’nın elini sıkıca kavradı.. Parmakları sıcak, güven vericiydi.
Yavaşça, «Marie’yi sen çağırsan, Michael?» dedi.

«Tabii,» dedi Michael titrek bir sesle. «Hemen hemen çağırayım.» Çıkıp, arkasından kapıyı kapadı.

Sara soluk almakta güçlük çeker gibiydi, titriyordu. Elini Dominic’in elinden çekti. «Özür dilerim.» dedi
yumuşak bir sesle. «Kendimi bir türlü toparlayamadım.»

«Aldırma, anlıyorum. Onun gerçekten öldüğünü sanıyordun, değil mi?»

«Evet. Annem hep şey derdi, yani derdi ki»

«Michael da Marie’ye annesi için aynı şeyi söylemişti. Olaya biraz anlayışla yaklaşmak gerek.»

Sara iki kardeşi ayırmanın acımasızlığını anlayışla karşılayabileceğini sanmıyordu. Bir ikiz kardeşi
olduğunu bunca yıl nasıl saklarlardı?

Odaya girerlerken Marie’nin yakınmaları duyuluyordu. «Ama baba daha makyajımı tamamlamadım. Bu
kadar önemli ne olabilir? Ben Sara!» Onu görünce yüzü mutlulukla aydınlandı. «Geldin mi?» Sara’nın
elini tuttu. «Çok özür dilerim, dün gelemedim. Müthiş başım ağrıyordu ve Ama sana bunları
anlatmanın anlamı yok.» Babasına döndü. «Sara’nın geldiğini söylemen yeterdi, öyle esrarengiz bir
tavır takınmana ne gerek vardı? Baba, bak, ne kadar birbirimize benziyoruz, değil mi?» Sara’yı yanına
çekti, babasının önünde durarak benzerliklerini göstermek istedi.

Michael Lindlay besbelli konuşacak halde değildi. Gözlerinde kederli bir hayranlık, öylece ikisine
bakakalmıştı.

«Evet, baba, bir şey söylesene!»

Dominic araya girdi. «Babana karşı anlayışlı ol, Marie, çok sarsıldı.»

Marie’nin neşesi birden söndü. Babasının yanına gitti. «Baba! Ne oldu?»

Babası hemen onu yatıştırmaya çalıştı. «Bir şey yok, Marie. N’olur sakin ol. Zaten bir sarsıntı
geçirdin, ikincisine yol açmamalısın.» Eliyle Marie’nin yüzüne dökülen saçları okşar gibi geriye attı.
«Haydi, salona geçelim. Orada sakin kafayla baş başa konuşuruz.»

Michael Lindlay üst dudağını kemirmeye başladı, belli ki nereden başlayacağını bilemiyordu.

«En baştan,» diye öğütledi Dominic, koltuklardan birine otururken. Marie ile Sara da yan yana
kanepeye yerleşmişlerdi.

«Evet, haklısın.» Michael Lindlay odada bir aşağı, bir yukarı yürümeye başlamıştı. «Rachel’ le çok
genç evlenmiştik. Birimiz ön sekizinde, birimiz on dokuzundaydık. Öylesine gençtik ki, henüz
yeterince bilinçlenememiştik bile. Yine de Rachel hamile kalıncaya kadar işler bir süre iyi gitti. Bir
çocuğa bakacak durumda değildik oysa. O sırada babanla daha tanışmamıştım, Dominic. Henüz
öğrenciydim ve gelirimiz çok azdı. Ama Rachel doğacak çocuğu düşündükçe mutluluktan uçuyordu.
Öyle ki, bir süre sonra bir kocası olduğunu unuttuğunu düşünmeye başladım. Ondan sonra olanlar
benim için bir utanç kaynağı.»

«Bir başka kadın,» diye Sara sözünü kesti acı acı.

Michael Lindlay elleriyle saçını sıvazladı. «Aptalca bir şeydi. Aptalca ve çocukça. Çok geçmeden Rachel
öğrendi, ikizler doğduktan sonra.»

«İkizler mi?» Marie bir çığlık attı. «Sara ve ben mi?»

«Evet.»

Marie şaşkınlıktan irileşmiş gözlerle Sara’ya döndü, heyecanla sordu. «Biz seninle kardeş miyiz yani?»

Sara çekingen bir ifadeyle gülümsedi. Marie’nin tepkisinin ne olacağını bilemiyordu. Büyük bir ihtimalle
içerleyecekti.

Oysa Marie mutluluktan çığlıklar atmaya başladı. «Müthiş birşey! Harika! Her zaman bir kardeşim
olmasını isterdim. Şu hale bak! Yalnızca kardeş değil, hem de ikiz! Bu inanılmayacak kadar harikulade
bir şey!»

Sara, öz kardeşinin her türlü kaygıdan uzak coşkusunu paylaşabilmek isterdi, ama hâlâ öğrenmek
istediği, anlamaya çalıştığı bir sürü şey vardı. Marie’ye cevap veremedi, yalnızca ellerini ellerinin
arasına aldı, sıkıca tuttu. «Devam et,» dedi babasına.

Babası bir süre ikisine bakarak içini çekti. «Rachel öğrenir öğrenmez evliliğimize son verdi. Bana
yapacak hiçbir şey kalmamıştı. Çocukların hatırı için birlikte yaşamayı sürdürüyorduk. Ama bir süre
sonra Rachel, Richard’la tanıştı.» Acıyla yutkundu. «Rachel onunla birlikte Amerika’ya gitmek, ikizleri
de yanma almak istedi. Buna izin veremezdim. O da onlarsız gidemezdi. Sonunda»

«Sonunda bir uzlaşmaya vardınız.» Sara buz gibi bir sesle tamamladı. «Marie ile beni birbirimizden
koparıp, aranızda paylaştınız.»

Babası yalvarırcasına ona baktı. «Ne olur, anlamaya çalış.»

Sara öfkeyle sözünü kesti. «Anlaşılacak hiçbir şey yok! Annemle ikiniz bencilce bizi birbirimizden
ayırdınız, çünkü ikiniz de kaybeden taraf olmak istemiyordunuz. Tanrım! Senden tiksiniyorum.» Sesi
iyice yükselmiş, bağırmaya başlamıştı.

«Sara!» diye Dominic onu uyardı. <Sara, yapma!»

Sara gözlerinde yaşlar, Dominic’e baktı. «İyi niyetli olduğunu biliyorum,» diye hıçkırdı. «Ama bize
yaptıklarını asla unutamam.» Kapıya koştu. «Affet beni, Marie, seni arayacağım.»

«Sara!» Dominic onu kolundan tuttu. «Baban

«Hayır!» Kahverengi gözleri öfkeyle parlıyordu. «Bir daha onun için ‚baba’ sözcüğünü kullanma! Benim
babam Richard Hamille’di. O hiçbir zaman beni Mr. Lindlay gibi yaralamadı. Şimdi lütfen bırak
gideyim.»

«Eve gitmek istiyorsan, seni ben bırakırım.»

Sara, Rolls-Royce’un ön koltuğunda kederli, omuzları çökmüş oturuyordu. Duyguları, nereye gittiklerini
bile merak etmeyecek kadar uyulmuştu. Annesinin, her zaman sevdiği, hayranlık duyduğu kadının
böyle bir canavarlık yaptığını düşünmek ona acı veriyordu. Bu iki insan nasıl olur da, iki masum
çocuğun hayatını temelden değiştirebilirlerdi?

Sessizliği Dominic bozdu. «Bu konuda hiçbir şey bilmiyordum. Yıllardır Michael’ı tanırım, böyle bir sırrı
bunca zaman saklayabilmesi inanılmaz bir şey.»
«Ben de kendimi bildim bileli annemi tanırım.» Sesi acılıydı. «Böyle bir şeyi yapabileceği aklıma mı
gelirdi?»

«Çok gençti. Ancak senin yaşında» Sara öfkeyle ona döndü. «Benim böyle bir şey yapabileceğimi
düşünebiliyor musun?»

Dominic yan gözle ona baktı. «Hayır. Yapabileceğini sanmıyorum. Ama bir an kendini onu yerine koy.»
Sara’nın karşı koymak için ağzın açtığını görünce, kesin bir tavırla üsteledi. «Hadi, Sara, bir an için
kendini onun yerine koy. Artık sevmediğin bir adamla evlisin. Ondan iki çocuğun var. Ansızın gerçekten
sevdiğin bir erkekle karşılaşıyorsun ve onunla birlikte olmak istiyorsun, ama kocan çocukları sana
vermeyi reddediyor. Ne yaparsın?»

«Ben şey Babam ikimizi de anneme vermeliydi. Onunki tam anlamıyla bencilce»

Dominic onun sözünü kesti. «Peki, annenin çocukların ikisini de alıp binlerce kilometre uzağa götürmesi
bencillik olmayacak mıydı? O sevdiği adama kavuşmuştu zaten, babanınsa hiçbir şeyi yoktu.»

«O yani, ben» Kafası iyice karışmıştı. «Bizi ayırmak çözüm değildi.»

«Kabul ediyorum. Peki, çözüm neydi? Söyler misin?»

Sara dudaklarını yemeye başladı. Sonunda kabul etmek zorunda kalmıştı. «Bilmiyorum.»

«Baban yaptığı büyük yanlışın acısını yeterince çekti.»

«Nasıl?»

«Bunca yıl anneni sevmeye devam ederek.»

Sara şaşırmıştı. «Ama o dedi ki»

«Evet?» Dominic tek kaşını kaldırıp sorar gibi ona baktı. «Baban bugün anneni sevmediğine ilişkin
tek bir söz söylemedi. Birçok genç gibi, evlendikleri zaman, güçlüklerle nasıl mücadele edeceklerini
bilemediler. Bu yüzden bunalımlı bir dönem geçirdiler. Annen doğacak çocuğuyla ilgili düşler kurarak
bunalımın üstesinden gelebildi. Baban ise» «Bir aşk macerasına girerek!»

«Geleceğe yönelik kaygılarını unutabileceği bir kadınla birlikte olarak.»

«Paylaştığı, yalnızca kaygıları olmasa gerek!» Dominic derin bir soluk aldı. «Akıllıca bir davranış
olmadığını kabul ediyorum. Ama her insan hata, yapabilir. Artık evliliğini kurtarmak, ya da annenin ona
olan sevgisini yeniden kazanmak için çok geç olduğu zaman, gerçekte onu ne kadar çok sevdiğini
anlamıştı. Ve sevmeye devam etti. Bugün onun öldüğünü duyunca yıkıldı.»

Sara babasını sevebilmek istiyor, ama hâlâ ona karşı bir soğukluk duymaktan kendini alamıyordu.
«Onu hâlâ sevdiğini nereden biliyorsun?»

«Michael bunu hiç gizlememişti ki. Belki artık öldüğüne göre unutmayı ve bağışlamayı başarabilir.»

«Annem»

«Anneni değil, Sara,» diye sabırlı bir yumuşaklıkla sözünü kesti. «Kendini.» «Kendini mi?»

«Yıllardır çok zor günler geçirdi. Sen de onu bağışlamak için çaba göstersen iyi olur.»

«Bana karışmaya hiç hakkın yok. Kardeşimle evleniyor olabilirsin, ama bu benim yaşamıma karışman
için geçerli bir neden değil.»

Domtnic’in yüz ifadesi sertleşti. «Sen canın ne isterse yapabilirsin, ama işin içine Marie girince, ben de
karışırım. Sen çok seviyor, onu mutlu ediyorsun ve ben onu mutlu görmek istiyorum.» Sara onların
nişanlı olduklarını biliyordu, ama Dominic için Mârie’nin bu kadar önemli olduğunu düşünememişti.
Birden korkuyla, bunun onu üzdüğünü fark etti. İkiz kardeşlerin aynı adama âşık olması! Korkunç bir
şeydi bu! Sara elbette buna izin veremezdi.

«Beni nereye götürüyorsun?» Sesi umduğundan sert çıkmıştı. Dominic’e karşı duygularını keşfetmek
onu altüst etmişti.

«Sen sakinleşinceye kadar öyle amaçsız dolaşıyordum.»

«Sakinleştim. Eve gitmek istiyorum.» Arabayı teyzesinin evine yöneltti genç adam. «Michael seni
görmek isteyecek, biliyorsun.» «O zaman sonsuza kadar bekler.» «Sara»

«Bana destek olduğun için teşekkür ederim. Ama ben buyum işte. Michael Lindlay’i bir daha
görmeyeceğim.»

«Ya Marie?»

«Marie şey Marie başka. Onu arayacağımı söyledim. Arayacağım da.»

«Teşekkür ederim,» dedi Dominic yumuşak bir sesle.

Sara eve geldiğinde teyzesi yoktu, böylece yalnız kalıp düşüncelerini toparlama fırsatı buldu.

Ansızın bir babası ve daha şimdiden sevdiği bir kız kardeşi olmuştu. Kendisine bu kadar benzeyen birini
sevmemek olanaksızdı. Görünüşe göre, sevgisi karşılıksız da değildi.

«Solgun görünüyorsun, canım,» dedi teyzesi çarşıdan eli kolu dolu döndüğünde.

Sara, aldığı öteberiyi yerleştirirken teyzesine yardım etti. Marie ve babası ile karşılaşmalarını ona
söyleyip söylememe konusunda hâlâ bir karara varamamıştı. Teyzesi ile eniştesi onların varlığını
biliyorlardı kuşkusuz. Fincanı kırdığı gün teyzesinin altüst olmasının nedeni, fincan değil, Marie’nin
adını duymasıydı.

«Şey biraz başım ağrıyor da.» Aklına ilk gelen yalanı uyduruvermişti.

«Çok kötü oldu bu. Eddie bu gece seninle çıkmak istemişti.» Teyzesi yalana inanmış görünü¬yordu.
«Gitmeden önce seni görmek istediğini söyledi.» .

«Ama birkaç gün daha buradayım.»

«Biliyorsun, Eddie seni gerçekten sevdi.»

Sara da onu sevmişti, ama bir kardeş gibi. Bu nedenle davetini kabul etti. Eddie onu ilk tanıştıkları gece
gittikleri birahaneye götürdü.

Sara yaptığı esprilerden „birine kahkahalarla gülünce, «Bu gece hiç güldüğünü göremeyeceğimi
sanıyordum,» dedi delikanlı.

Sara, «Özür dilerim,» dedi. Geceyi Eddie’ye zehir etmeye hakkı olmadığını düşündü.

«Buradan ayrılacağın için mi üzülüyorsun?»

«Evet. İngiltere’de kendimi evimde hissediyorum.» İçinden, ‚Hele şimdi daha da çok,’ diye düşündü.

«Burada kalmayı düşünmez misin?»

«Hayır. Yani, sanmıyorum. Nasılsa günün birinde geri dönmek zorundayım. Ama belki.., belki tekrar
gelirim. Emin değilim.»

Eddie elini onun elinin üstüne koydu. «Çok isterdim gelmeni.»

Sara’nın kahverengi gözlerinde bir uyan ışığı yandı. «Eddie!..»

«Tamamen kardeşçe duygularla,» diye gülümsedi Eddie.


Sara’yı gülme tuttu. Eddie her şeyi doğallaştırmayı başarabiliyordu. Bu özelliğiyle Sara’ya, öğleden
sonraki paniğinin saçma olduğunu bile düşündürebiliyordu. Ailesini yıllar sonra bulan ilk kişi o değildi
ya. En azından Marie’yi sevmişti. Babasına karşı duygularını tanımlamak daha zordu. Annesi Sara’yi,
babasına karşı sevgi duygularıyla büyütmüştü, bu nedenle babasının resmini hiç yanından ayırmazdı.
Ama birdenbire onun yaşadığını anlamak, duygularını altüst etmişti.

Eve döndüğünde eniştesiyle teyzesi hâlâ salonda oturuyorlardı. Yüzlerinde Sara’nın alışkın olmadığı
kaygılı bir ifade vardı. Bir şeyler olmuş¬tu mutlaka.

«Bu gece bir konuğumuz vardı,» dedi teyzesi yavaşça.

«Evet?» Sara hiçbir şey anlamamıştı.

«Mr. Dominic Thorne,» dedi eniştesi.

Sara öfkeyle soludu. «Demek buraya geldi!»

Eniştesi başını salladı. «Seni merak etmiş, iyi olup olmadığını sormak için gelmiş.» «Ne sanıyordu?
İntihar edeceğimi mi?» Eniştesi ciddi bir sesle onu uyardı. «Bak, Sara, böyle davranman doğru değil.
Onun gelip seni sorması bizi duygulandırdı.»

«Her şeyi söyledi size, değil mi? Neden kendi işiyle uğraşmaz bu adam?»

«Sara»

<Buraya gelmeye hakkı yoktu,> diye teyzesinin sözünü kesti. «Bu benim sorunum.»

«Bu hiçbir zaman yalnızca senin sorunun değildi.» Teyzesinin sesi sertti. «İki aileyi de ilgilendiriyor. Mr.
Thorne da kardeşinin nişanlısı. İnsanların seni Marie ile karıştırmalarına bir türlü inanamıyordum. Onun
fotoğraflarını görmüştük tabii. Lindlay ailesi gazetelerin magazin sütunlarında sık sık çıkar. Ama
benzerliğin bu kadar büyük olduğunu tahmin edememiştik. Mr. Thorne sizi birbirinizden ayırmanın
neredeyse olanaksız olduğunu söylüyor.»

«Neredeyse ha? Bizi birbirimizden hiç ayıramıyor.»

«Öyle mi?» Teyzesi dik dik baktı ona.

«Yalnızca ba» Sözcüğün sonunu getiremedi. «Yalnızca Michael Lindlay bizi ayırabildi. Bir bakışta
Marie olmadığımı anladı.» Sara gerçekten bunu nasıl başarabildiğini merak etmişti.

«Michael nasıl?» diye sordu eniştesi.

«Çok şaşırdı. Korkarım, bugün ona çok kötü i davrandım.»

Teyzesi başını salladı. «Mr. Thorne anlattı.»

«Başka ne anlattı?»

«Yalnızca, Marie ve babanla karşılaştığını, ‚Bizim de bilmemiz gerektiğini düşünmüş.»

Dominic Thorne işlerine fazlaca karışmaya başlamıştı. Kendi yaşamına bir başkasının el atmasından hiç
hoşlanmazdı Sara.

İçini çekti. «Size bazı şeylerin nedenlerini sormayacağım. Eminim, siz de Mr. Lindlay gibi sorunlarımı
cevaplayamayacaksınız.»

«Belki de haklısın,» dedi teyzesi. «Ama en azından sana, annenin, yaptığına pişman olduğunu
söyleyebilirim.»

«Buna inanmıyorum! Richard Hamille’le mutluydu. Onlar»


«Pişman olduğu o değildi,» diye yavaşça sözü nü kesti teyzesi. «Rachel seni kardeşinden ayırdığı için
pişmandı. Şu anki acıyı duymaman için seni babana bırakmayı bile düşündü.»

«Hayır!» diye hıçkırdı Sara. «Hayır, annem beni severdi. O»

«Tabii seni severdi. Seni ve Marie’yi sevdiği için, sizi ayırmakla yanlış bir iş yaptığını anladı. Ne acı ki,
gelecek ay doğum gününde seni alıp buraya gelmeyi, kardeşinle tanıştırmayı planlıyordu. Ama yazgısı
ona bu fırsatı tanımadı.»

Sara şaşırmıştı. «Annem gerçekten bunu yapacak mıydı?»

«Eyet. Sana mektubunu gösterebilirim istersen.»

«Hayır, hayır. Gerekmez. Ben ben yatayım artık.» Bilinçsizce kalktı, görmeyen gözlerle kapıya
yöneldi.

Rahatsız bir gece geçirdi genç kız. Sabah, evden çıkmadan önce hafif bir kahvaltı etti. Teyzesi ile
eniştesi yalnız kalma isteğine saygı gösterdikleri için, içinden onlara teşekkür etti.

Dominic Thorne’un sekreteri Sara’nın tahmin ettiği gibi orta yaşlı, zeki görünüşlü bir kadındı. «Miss
Lindlay,» diye nazik bir tavırla onu selamladı. «Mr. Thorne’a, geldiğinizi haber vereyim.»
Dominic Thorne’un odasının, ahşap kaplama duvarları, yerdeki tüylü, kalın halı, içki dolabı ile çok
etkileyici bir havası vardı. Ama en etkileyici olan, maun masada oturan Dominic Thorne’un kendisiydi.

Sara odaya girince, elindeki altın dolmakalemi masaya bıraktı, gülümsedi. «Mar» Sözü yarım kaldı,
gözleri kısıldı. «Hayır, Marie değilsin, değil mi? Merhaba, Sara!» diyerek ayağa kalktı.

Sara ne kadar bozulduğunu gizleyemedi. «Nerden anladın?»

Dominic için için güler gibiydi. «Bunu sana söyleyemeyecek kadar kibar bir beyefendiyim.»

Sara’nın gözleri öfkeyle parladı. «Hayır! Hiç de değilsin! Buraya bunu söylemeye geldim.»

Dominic derin bir soluk aldı, masanın çevresini dolaşarak, önünde durdu, masanın kenarına dayandı.
«Teyzenle eniştene, zaten bildikleri bir şeyi söylemediğini tahmin edemezdim.»

«Düşünmek için zamana ihtiyacım vardı.»

«Peki, düşünebildin mi?»

«Tam olarak değil.» Sara başını çevirdi.

«Düşünecek bir şey yok. Onlar senin ailen.»

«Evet,» dedi Sara düşünceli bir tavırla. «Ama bunu kabul etmek kolay değil.»

«Neden buradasın; Sara?» Gözlerini kısarak dikkatle ona baktı. «Yani gerçek nedeni soruyorum.»

«Söyledim ya»

«Gerçek nedeni istiyorum, Sara,» diye diretti Dominic.

Sara kızardı. Dominic’in güçlü sezgisi onu ürkütmüştü. «Teyzemle eniştemi ziyaret etmenden hiç
hoşlanmadığımı söylemek istemiştim.»

«Hayır,» diye başını salladı Dominic. «Gerçek neden bu değil, Sara.»

Sara meydan okur gibi başını kaldırdı. «Neymiş öyleyse?»

Dominic’in yüzü sertleşti. «Söylememi gerçekten ister miydin? Ya da göstermemi?»

«Gös göstermeni mi?»


Dominic’in erkeksi gücü bir kez daha onu tutsak almış, cinselliğini tüm bedeninde hissetmişti. «Evet,
göstermek,» dedi Dominic boğuk bir sesle.

«Ben Hayır!» Elini kolunu bağlayan büyüden kendini zorla kurtararak, gözlerini kitaplara dikti.

«Haklısın.» Dominic kendini frenlemek ister gibi bir soluk aldı. «Michael seni görmek istiyor.»

«Hayır!» Sara hızla ona döndü, aynı anda döndüğüne pişman oldu. Dominic’in bakışları yakıcıydı. Çok
güçlü bir arzuyu denetlemeye çalışır gibiydi. Sara bakışlarını kaçırmaya çalıştı. Kendini dipsiz bir
kuyuya düşmüş gibi hissediyordu. Nedenini bilmediği bir korku duyuyordu. Evet, korkuyordu. Bu adam
kardeşiyle nişanlıydı. Ama yine de, yine de

«Sara!» Dominic acı çeker gibi fısıldadı.

«Michael Lindlay’i görmek istemiyorum.» Sara dakikalar önce sorulan bir soruyu cevaplandırıyordu.
Gerçekte ikisi de o noktayı çoktan aşmışlardı. Aralarında çılgınca bir tutku büyüyor, büyüyordu.
Öyle bir duyguydu ki bu, başıboş bırakılırsa, her an denetimden çıkabilirdi. Buna izin verilmemeliydi.

Dominic, Sara’nın gözlerindeki sessiz yalvarmayı sezdi, aniden soğuk bir işadamı tavrına büründü.

«Michael’in tek isteği seni görmek değil,» dedi yumuşak bir sesle. «Kendisi ve Marie ile birlikte
oturmanı istiyor.»

BEŞİNCİ BÖLÜM

«Çıldırmış olmalı,» diye bağırdı Sara. «Hayır, kızını yeniden bulan bir babanın doğal davranışı.»

«Herhalde o öyle istiyor diye gidip onunla oturacak değilim.»

«Ama yapılacak en doğru şey bu.»

«Benim için değil! İki gün içinde Amerika’ya, dönecek ve mesleğimi sürdüreceğim.»

«Bunun için henüz sağlığın elverişli değil.» «Sağlığım, canım ne isterse onu yapacak kadar yerinde,»
diye bağırdı Sara.

«Peki, Marie için burada kalmayı kabul etmez miydin?»

Sara’nın dudakları kederle kıvrıldı. «Çünkü Marie’yi mutlu görmek istiyorsun, öyle değil
mi?»

«Yalnızca onun için değil, bunu senin için de istiyorum. Öz kardeşine sırt çevirmenin seni mutlu
kılmayacağından eminim.»

Haklıydı. Marie’ye sırt çeviremezdi. Birden, Dominic’in kendisini ne kadar iyi tanıdığını fark
etti.

«Ayrıca, babana da haksızlık ediyorsun.» diye sözlerini sürdürdü Dominic. «Annenle mutluydun, değil
mi?»

«Evet. Çok.»

«O zaman seni annene vermekle sana iyilik etmiş oldu.»

«Dominic.» Michael Lindlay kapıda belirdi. Aynı anda hayretle Sara’ya baktı. «Sara.»

Bir gece içinde yaşlanmıştı. Yüzünde yorgun bir ifade, gözlerinde keder vardı. Sara’yı görünce yüz
çizgileri acıyla gerildi, içeri girmekle çıkmak arasında kararsız kaldı.

«Gelsene, Michael.» Dominic onun yerine karar vermişti bile. «Belki sen Sara’yı kandırabilirsin.»
«Hiç sanmıyorum.» Sara sert bir sesle Dominic’i cevaplayarak arkasını döndü.

Birkaç saniye sonra arkasında kapının kapandığını duydu. Babasının onunla konuşmak istemeyişini bu
kadar kolay kabul etmesi, kendisini rahatlatmış mıydı, üzmüş müydü, bilemiyordu.

«Sara.»

Sara döndü. Bürodan çıkan, babası değil, Dominic’ti. Sara utangaç bir ifadeyle sordu. «Bir bakışta
Marie olmadığımı nasıl anlayabildin?»

Babası’ gerginliğini bir ölçüde yenebilmiş gibiydi, ama yine de bakışlarında bir tedirginlik seziliyordu.
«Kızlarımı tanırım,» dedi pürüzlü bir sesle.

«Bu Marie için doğal, ama beni nasıl tanıdın?»

«Resimlerinden.»

Sara’nın kaşları çatıldı, anlayamıyordu. «Sen de resimlerim mi var?»

Babası başını salladı. «Annen gönderiyordu, tabii Richard’ın da onayını alarak.»

«Annemle yazışıyor muydunuz?»

«Zaman zaman. Aslında pek yazışmak denmezdi buna, yılda bir ya da iki kez. Annen senin resimlerini
gönderirdi, ben de Marie’ninkileri. Yazdıklarını toplasan on beş, yirmi cümleyi geçmezdi, ama resim
göndermek bir kural halini almıştı.»

«Bu yıl fotoğraf almayacağını biliyor muydun?» diye sordu Sara acı bir sesle. «Annemin beni
İngiltere’ye, size getireceğinden haberin var mıydı?»

«Hayır.» Babası şaşırmıştı. «Hiç haberim yok tu.»

«Teyzeme yazdığına göre, annem, artık Marie ile birbirimizi tanımamız gerektiğini düşünmüş. Sanırım
bu korkunç karşılaşma daha önce gerçekleşecekmiş.»

«Kızgın olduğunun farkındayım, Sara» «Kızgın mı? Öfkeden ateş püskürüyorum. Marie olanları
anlayışla karşılayabilir, ama benim için mümkün değil.»

Babası acı acı güldü. «Marie de pek anlayışla karşılamış sayılmaz. Dün sen çıktıktan sonra, bana
söylemediğini bırakmadı.»

«îyi etmiş.» Sara öfkesinin yavaş yavaş geçtiğini hissediyordu. «Marie’yi seviyorum.»

«O da seni seviyor.» Sara’nınkine çok benze yen kahverengi gözleri yaşlarla doldu. «Ama be nim kadar
değil. Sara»
«Beni öğle yemeğine davet etmeye ne dersin?» diye aceleyle sözünü kesti Sara. Çünkü konuş manın
duygusal bir yöne kayacağını hissetmişti. Geleceğine ilişkin bir karara varıncaya kadar duygusallıktan
uzak durmak istiyordu. Hatta kendi öfkesini bile bir süre için yenmeye çalış malıydı.

«Ciddi misin?» diye sordu babası hevesle. «Neden olmasın? Ama teyzemle enişteme haber
vermeliyim.»

«Giderken onlara uğrar, izin isteriz. Yalnız, daha önce büroma uğramalıyım, bekler misin?»

«Tabii.»

Birkaç saniye sonra Dominic bürosuna döndü. Belli ki, dışarıda babasının çıkmasını bekliyordu. «Baban
çok mutlu görünüyordu.»

«Yalnızca birlikte yemek yiyeceğiz.»

«Michael için bu, basit bir yemekten öte bir şey.»


«Memnun oldun mu?»

«Evet. Ama kendi adıma değil.» Dominic’in sesi değişmiş, bir fısıltıya dönüşmüştü. «Ve sen nedenini
biliyorsun.»

«Hayır.» Aynı elektrikli hava bir kez daha doğmuştu, hem de daha güçlü bir biçimde. Ve Sara bir kez
daha içinde o korkuyu duydu.

Dominic yavaşça kapıyı kapadı, gözleri Sara’nın aralık dudaklarına dikilmişti. «Evet, Sara, evet!» diye
inler gibi fısıldadı, onu kendine doğru çekti, kollarına aldı. «Ne zamandır bu anın özlemini çekiyordum,
Tanrım,“ ne zamandır!» Dudakları Sara’nın dudakları üzerinde kenetlendi.

Artık duygularını yadsımak olanaksızdı. Sara’nın dudakları, Dominic’in ağzının uyandırdığı dayanılmaz
çağrıya cevap vermek üzere açılmış, vücudu sımsıkı onunkine yapışmıştı. Hiç böyle öpülmemişti.
Dominic’in dudaklarının her dokunuşu, bir öncekinden daha baş döndürücüydü.

Ama birden bilincine vardı genç kız. Dominic’ in öptüğü o değil, Marie’ydi. Sara yalnızca bir an için
Marie’nin yerine geçmişti. Bunu anlar anlamaz ondan uzaklaştı.

«Gitmem gerek,» dedi titrek bir sesle. «Baba mı dışarıda beklerim.»

Yavaşça odadan çıkarken, Dominic onu durdurmak için en ufak bir harekette bulunmadı; büyülenmiş
gibi, yüzü sapsarı, öylece arkasından baktı.

Dışarı çıktığında, Sara kendinde değildi. İçer de neler olmuştu? Sanki bir patlama gibiydi, vücutları
önüne geçilmez bir arzuyla bütünleşmiş ti. Dominic kendini kaybetmiş, inanılmaz bir açlıkla ona
sarılmıştı. Sara da onu istemişti. Ama o, Dominic için Sara Hamille değil, Marie Lindlay’di.

«Sara!» Nihayet babası gelmişti. «Kusura bakma, geciktim. Evde olması için Marie’ye telefon ettim.»

Az önce olanlardan sonra Marie’nin yüzüne nasıl bakabilecekti?

Neyse ki, ilk önce teyzesiyle eniştesinin evine uğrayacaklar, böylece kendini toparlayacak kadar zamanı
olacaktı. Teyzesi ile eniştesi babasını nezaketle karşıladılar. Sara’nın korktuğunun tersinde, aralarında
gergin bir hava yoktu.

«Eve uğradığımıza göre, üstümü değişebilirim, değil mi?» dedi babasına.

«Tabii. Yokluğunda Susan ile Arthur bana ar kadaşlık ederler.» Onların yanında, oldukça rahat
görünüyordu.

Sara odasına çıktı, sabah aceleyle üzerine geçirdiği pantolonu çıkarıp, tenine çok yakışan, kızıl-
kahverenginde, sırtı açık, ipekli bir elbise giydi. Tam aşağı iniyordu ki, teyzesinin sesi kulağına çalındı.
«Sara bunu bilmiyor, değil mi?» Duyduğu sözlerle olduğu yerde dondu kaldı. Bilmediği başka şeyler de
mi vardı?

Michael Lindlay’in içini çektiği duyuldu. «Bunu hiç kimseye söylemek kolay değil benim için. Özellikle
Sara’ya.»

«İnanamıyorum.» Eniştesinin sesinde derin bir üzüntü seziliyordu. «Zavallı, Sara. Bu gerçeği
kaldırabileceğini sanmıyorum, önce annesiyle üvey babası, şimdi de»

«Şşşşt Arthur!» Karısı telaşla onu susturdu. «Galiba Sara geliyor.»

Sara altüst olmuştu. Eniştesi ne diyordu? Önce annesiyle üvey babası, şimdi de? Şimdi de babası mı
ölmek üzereydi? Olamazdı! Peki, ondan başka kim olabilirdi ki?

Odaya girerken gülümsemeye çalışıyordu. «Ben hazırım.» Artık babasına bambaşka bir gözle
bakıyordu. Eğer ölümü bekliyorsa ki o sözlerin başka bir anlamı olamazdı, o zaman neydi hastalığı? Her
şey olabilirdi. Kalp yetmezliği, başka bir ölümcül hastalık. Ona karşı nasıl bu kadar acımasız, bu kadar
çocukça davranabilmişti?
Babası ayağa kalktı. «Çok güzelsin, Sara.» Teyzesiyle eniştesine döndü. «Bizimle birlikte gelmenizi
gerçekten çok isterdim.» «Teşekkürler, başka bir zaman,» dedi teyzesi. «Sara!» Araba evin önünde
durur durmaz, Marie sevinçle onu karşılamaya koştu, arabanın kapısını açtı, kolundan tutarak eve
götürdü. «Babam yemeğe geleceğini söylediğinde inanamadım.» Ona sımsıkı sarıldı. «Dün olanlardan
sonra bizi hiç görmek istemeyeceksin sandım.»

Sara gözlerinde yaşlar, gülümsedi. Marie’nin sevinci o kadar yapmacıksız, o kadar içtendi ki «Öz
kardeşimi nasıl görmek istemem?»

Yemek oldukça neşeli geçti. Marie ile babası Sara’nın kendini evinde hissetmesi için ellerin den geleni
yaptılar.

Yemek bittikten sonra babası ile Marie, Sara’ yi akşam yemeği için de ikna etmeyi başardılar. Babası
Sara’ya sevgi ve özlemle baktı. «Yalnızca akşam yemeği değil, Sara. Ben, yani Marie ile ikimiz»
Sözcükleri söylemekte zorluk çekiyor gibiydi. «Senin hep bizimle kalmanı istiyoruz.»

Sara ne diyeceğini bilemedi, yutkundu. «Ama Marie yakında evlenecek.» Dominic ile Marie’nin
evleneceği düşüncesi, sesinin hafifçe titremesine neden olmuştu. O sabah Dominic kendisini öperken
aslında Marie’yi öpüyor olabilirdi. Ama Sara için Dominic, Dominic’ti. Başka hiç kimse değil! Aynı anda
hem kardeşinin, hem de kendisinin âşık olduğu adamdı. Evet âşık olduğu! Üstelik bu adam, ne nefret
edebileceği, ne de mücadele edebileceği kendi öz kardeşiyle nişanlıydı.

«İyi ya,» dedi Marie gülümseyerek. «Kalman için çok daha geçerli bir neden bu. Böylece ben gittiğim
zaman babam yalnız kalmamış olur.»

Marie’nin bu sözlerinin ardında hiçbir kötü niyet yoktu, ama Sara yine de içinde bir şeyle rin kırıldığını
hissetti. Bir kez Marie’nin yerine konmuştu.

Babası Sara’nın yüzündeki kırgın ifadeyi görmüştü. “Ben bizimle kalmanı senin için istiyorum. Bunca
yıldan sonra seninle birlikte olmak istiyorum.»

«Şey, biraz düşünmem gerek,» dedi Sara tedirgin bir sesle.

«Babacığım, sen işine gidebilirsin.» Marie gergin havayı geçiştirmeye çalıştı. «Biz Sara ile havuzda
biraz yüzeriz. Sana söz veriyorum, dön düğünde onu burada bulacaksın.»

Babası onları öptü, odadan çıkarken Sara ar kasından baktı. Her genç kızın, babası olduğu için
övüneceği bir adamdı. Sara da bu duyguyu benimsemeye başlamıştı. Hem yirmi yıl önce olanlar anne
ve babasının ortak kararıyla ger çekleşmişti. Annesini çok sevmişti, neden zamanla babasını da
sevmesindi? Zamanla mı? Bu gün duyduğu sözler pek fazla zamanı olmadığını gösteriyordu.

«Zavallı babam,» dedi Marie. «Olanlar onu çok sarstı. O günden beri rahat yüzü görmedi.»
Sara düşünceli bir ifadeyle kardeşine baktı. «Her şeyi böyle kolaylıkla kabullenmene şaşıyorum.»

Marie omuzlarını silkti. «Yaşam böyle bir şeyle kendini üzmeye değmeyecek kadar kısa. Bili yorum,
babamın seni yaraladığını düşünüyor sun. Ama annen, yani annemiz de bana aynı şeyi yapmadı mı?
Yine de ben ona kızmıyorum. Sonuçta o da beni bırakıp gitti. Senin için yeni bir bakış açısı, değil mi?»

Haklıydı. Sara gülerek başını salladı. «Evet, yeni bir bakış açısı gerçekten.»

Marie’nin yüzü ciddileşti. «Nasıl bir insandı? Annemiz yani. Güzel miydi? Biz ona mı benzemişiz?»

«Bu bir övünme mi?» Sara kardeşine göz kırptı.

«Dominic gibi biri bana evlenme teklif ettiği ne göre, övünebilirim, değil mi? Onu harika bulmuyor
musun?»

«Çok hoş bir insan.» Sara doğal olabilmek için olağanüstü çaba gösteriyordu. Dominic’e duyduğu aşk,
daha önce hiç yaşamadığı kadar derin, güçlü bir duyguydu. «Ona ısınamamamı hoş karşılamalısın,»
dedi zorla gülümseyerek. «İlk karşılaşmamızda üstüme yürüdü, ikincisinde de beni bir sürü şeyle
suçladı.»
«Tabii, anlıyorum,» dedi Marie gülerek. «Hadi, yüzelim mi? Benim bikinilerimden birini giyebilirsin,
sana tam gelir. Hâlâ annemin nasıl bir kadın olduğunu söylemedin. Aman Tanrım, şu hale bak!
Çenemin düşüklüğünden, sana, cevap verme fırsatı bırakmıyorum.» Acıklı bir ifadeyle gülümsedi.
«Dan Şey, Dominic yani, her zaman boş konuştuğumu söyleyip durur. Galiba haklı da. Ama
sessizlikten gerçekten nefret ediyorum. Sen etmez misin? Yalnız kalmayı da hiç sevmem.» Yüzü
kederlendi. «Nefret ederim.»

Sara kardeşinin bu kez boş yere çene çalmadığını, bir şeyleri gizlemek için konuştuğunu anamıştı. Dan
diye birinden söz etmiş, sonra da bunu Dominic’e çevirmeye çalışmıştı. Kimdi bu Dan?

«Annemiz çok güzel, çok zeki bir kadındı,» diye kardeşinin sorusunu cevapladı. «Çok renkli bir kişiliğe
sahipti, eğlenmeyi severdi. Üvey babamla çok mutluydu. Onu beğenirdim, ama an nem olduğu için
değil.»

«Bundan eminim,» dedi Marie. «İnsan annesini, babasını çok sevmesine rağmen onları beğenmeyebilir.
Ben de babamı beğenirim, onu tanıdıkça senin de beğeneceğine inanıyorum. Senin bizimle kalmanı
gerçekten istiyor. Hepimiz istiyoruz.»

«Düşünmek için zamana ihtiyacım var, Marie.»

«Peki, hadi gel yüzelim.»

Daha sonra Sara, teyzesiyle eniştesine telefon ettiğinde, akşam yemeğine orada kalabileceğini,
herhangi bir programlarının olmadığını söylediler.

Sonra Marie kolundan çekiştire çekiştire Sara’yı odasına götürdü, dolabının kapısını ardına kadar açıp, o
akşam giymesi için bir elbise seçmesini istedi. O kadar neşeliydi ki, karşı koymak olanaksızdı.

Sonunda Sara mavi, kadife bir elbise seçti. Esnek kumaş vücudunu sarıyor, göğüslerini büyük ölçüde
açıkta bırakıyordu. Etekleri de yere kadar inmekteydi.

Babası ile Dominic geldiklerinde, Sara yemeğe kaldığına pişman oldu. Dominic’in geleceğini tahmin
etmiyordu.

«Merhaba, Sara,» diyerek Dominic kısaca selamladı onu.

«Merhaba, Mr. Thorne.»

«Nişanlıma Mr. Thorne diye hitap etmen doğru değil,» diye güldü Marie. «Değil mi, sevgilim?»

«Haklısın.» Dominic’in sesi ifadesizdi.

Sara gece boyunca Dominic’e herhangi bir şekilde hitap etmemeye çalıştı. Daha çok babasıyla konuştu.
Yeni ailesini giderek benimsiyordu.

Ama Dominic’e âşık olması İngiltere’de kalmasını olanaksız kılmıştı. «Sara?»

Başını kaldırınca, babasının soran bakışlarıyla karşılaştı. «Affedersin, ne diyordun?» diye şaşkın bir yüz
ifadesiyle sordu.

Babası güldü. «Aldırma, önemli değildi. Bu gece ne kadar güzel olduğunu söylemiş miydim?»

«Teşekkür ederim.» Sara kızardığını hissetti. Dominic’in içine işleyen bakışlarıyla karşılaşmamak için
çaba gösteriyordu. Sürekli kendisini izlediğinin farkındaydı. Ama neden? Bir bilebilseydi! «Şey, artık
benim kalkmam gerek.» Dominic sanki bu anı bekliyormuş gibi atıldı. «Seni ben bırakabilirim.»

Sara kesin bir tavırla reddetti. «Hayır.» Bu adamla yalnız kaldığı zaman kendine güvenini yitiriyordu.
«Yani, bir taksiyle gidebilirim demek istedim,» diye aceleyle ekledi. «Dominic’i bu kadar erken bir
saatte Marie’den ayırmak istemem.»

Dominic sözcüklerin üzerine basa basa konuştu. «Beni buradan erken ayırmış olmazsın. Seni
bıraktıktan sonra geri dönerim.»

Babası da onu destekledi. «Hem saat onu geçiyor. Sara nezaket gösterip sizi yalnız bırakmak istiyor,
ama senin de yatman gerek, Marie.»

Marie güldü. «Eğer düşündüğün buysa, hiç üzülme, Sara. Biz Dominic’le baş başa bahçede biraz
dolaşırız, sen de kendini suçlu hissetmezsin.» Nişanlısının elinden tuttu, bahçeye çıktılar. Kapı
arkalarından kapandıktan sonra babası Sara’ya döndü. «Marie’ye aldırma, biraz fazla açık sözlüdür.»

«Evet.» Elinde olmadan aklı bahçeye gidiyor, kıskançlık, bir bıçak gibi yüreğine saplanıyor, yüzüne ateş
basıyordu. «Ben Benim hoşuma gidiyor. Annem de»“Sözünün sonunu getireme di.

«Evet?» Babası devam etmesi için üsteledi. «Be nim yanımda annenden söz etmekten kaçınma malısın.
Rachel’den haber almayalı o kadar uzun zaman oldu ki, senden onu dinlemek beni mutlu kılar.»

«Özür dilerim,» dedi Sara, gerçekten üzülerek. Babasının annesini sevdiğini söylerken Dominic’ in haklı
olduğunu düşündü. «’Annem de beni dürüst bir insan olarak yetiştirdi,’ diyecektim.»

Babası başını salladı. «Çocuk eğitimi konusun da her zaman aynı görüşleri paylaşmışızdır.»
O sırada Dominic ile Marie içeri girdiler. Marie’nin ışıldayan yüzünden, rujsuz dudaklarından uzun uzun
öpüldüğü anlaşılıyordu, ama yine de Dominic kendisine bakıyordu! Neden?

Sonunda çıktılar. Arabadaki sessizlik sinir bozucuydu. «Benimle olmaktan hoşlanmıyorsun, değil mi?»
Dominic’in tepeden inme sorusunu Sara beklemiyordu.

«Pek hoşlanmıyorum,» diye aynı açıksözlülük ile cevapladı.

«Seni öptüğüm için.»

«Hayır.»

«Yalan söylüyorsun.»

«Yalan değil. Sen beni değil, Marie’yi öpüyordun.»

Dominic güldü, ama sesi ciddiydi. «Marie’yi öyle öpseydim, ödü kopardı. Ben seni öpüyordum,
Sara. Ne yazık ki, seni.»

Sara’nın aklı daha da karışmıştı. Yoksa Dominic birden fazla kadının kendisiyle ilgilenme sinden
hoşlanan erkeklerden miydi? Ama Marie’ yi çok sever görünüyordu. Belki de gerçekten seviyordu, ama
bu, başka kadınlara ilgi duymasına engel olmuyordu.

«O zaman bir daha tekrarlanmamasını istiyorum.»

«Çok çaba gösteriyorum, Sara.» Sesi acı çeker gibiydi. «Gerçekten çaba gösteriyorum.»

«O halde biraz daha dikkatli ol. Kız kardeşimin nişanlısının gönül eğlendirme aracı durumuna düşmek
istemem.»

Dominic’in dudakları, bastırmaya çalıştığı öfkeyle sımsıkı kenetlenmişti. «Gönül eğlendirme değildi,»
dedi öfkeden kısılmış bir sesle. «Ben ben kendime engel olamadım.» Zaafını kabul etmenin ona ne
kadar güç geldiği belli oluyordu. «Ama İngiltere’de kalacak olursan, bir daha tekrarlanmayacağına söz
veririm.»

«Bir daha olsa da olmasa da, Amerika’ya döneceğim.»

«Dünyanın öbür ucuna kadar peşinden gelebilirim“»

Sara şaşırdı. «Pek akıllıca bir iş olmasa gerek.»

«Hayatımda bir kez olsun, akıllıca olmayan bir şey yapmak isterdim.» Direksiyonu kavrayan elleri
öylesine sıkılmıştı ki, parmaklarından kan çekilmiş, bembeyaz kesilmişti.
«Düğün ne zaman?» diye anlamlı bir ses tonuyla sordu Sara.

Dominic derin bir soluk aldı. «Henüz tarih saptanmadı.»

“Saptansa iyi olur. Seni oyalayacak bir karın olursa, başka kadınların peşinden koşmaktan vazgeçersin
belki.» Gözleri karanlıkta kıvılcımlar saçıyordu. «Bana davranışını Marie bilseydi, eminim çok üzülürdü.
Tabii babam da.»

Dominic’in yüz çizgileri birden gerildi. «Onlara söylememeni rica ederim.»

Sara’nın sesinde açık bir küçümseme vardı. «Tahmin etmiştim.»


«Sandığın nedenle değil. Senin anlayamayacağın bir nedenden ötürü istemiyorum onların bilmesini.
Eğer söylersen, onlara, düşünebileceğinden çok daha fazla kötülük etmiş olursun. Her ikisinin de sana
çok ihtiyaçları olacak.»

Aynı duygu yeniden içini kaplamıştı. Bir tehlike önsezisiydi bu. Dominic babasının hastalığından mı söz
ediyordu yoksa?»

«Peki, ben ne olacağım?» diye isyan etti Sara. «Bana kim yardım edecek?»

Karanlıkta Dominic’in eli uzandı, Sara’nınkini kavradı. «Ben her zaman yanında olacağım. Bundan emin
olabilirsin.»

Sara gözlerini kaldırdı ve Dominic’in, yüreği ne bıçak gibi saplanan alev alev bakışlarıyla karşılaştı. Artık
istese de Florida’ya gidemezdi. Sevdiği erkek buradaydı, onun da yeri burasıydı.

Başını eğdi, ağlamaklı bir sesle cevap verdi. «Kalacağım.»

Dominic birden rahatlamıştı sanki. Saranın elini aldı, avucunu açıp içini uzun uzun öptü. «Teşekkür
ederim Sara, pişman olmayacaksın.»

ALTINCI BÖLÜM

Ertesi sabah Marie, teyzesiyle eniştesinin evi ne geldiğinde sevinçten uçuyordu.

Sara rahatsız geçmiş bir geceden sonra yeni uyanmış, şaşkındı. «Nereden öğrendin kararı mı?»

«Dominic’ten. Beni her sabah arar.» Dudaklarının üzerinde dudaklarının tadı, her defasında içinde
ürpertiler uyandıran bakışları olmasa, Dominic’in bütün benliğiyle nişanlısına bağlı olduğuna
inanabilirdi.

«Hadi, bugün taşın bizim eve!» Marie çevresin de dört dönüyor, ona rahat vermiyordu. «Şimdi!
Babama sürpriz yapalım.»

Sara yardım ister gibi teyzesine baktı. Marie ile karşılaşmak teyzesini çok heyecanlandırmıştı.
Şimdiyse, koltuğuna oturmuş, kucağında örgüsü, sevgiyle yeğenlerini izliyordu. Sara umutsuzlukla,
«Susan teyze, ne diyorsun?» diye sordu. «Artık yerin, baban ve Marie’nin yanı,» dedi teyzesi kesin bir
sesle.

«Ama sizleri böyle bırakmak bana ters geliyor.»

«Sana gücenecek değiliz, Sara. Buraya sık sık bizi ziyarete gelirsin. Ayrıca, seni tek başına Florida’ya
göndermektense, burada, İngiltere’de olduğunu bilmek bizi çok daha mutlu eder.»

Sara, babasının durumu nedeniyle teyzesinin haklı olduğunu biliyordu. Ama Dominic’i sık sık göreceği
bir yerde olmak, genç kızı sarsmayacak mıydı? «Pekâlâ,» dedi sonunda. «Hadi eşyaları mı toplayalım.
Çok az şey getirmiştim zaten. Uzun sürmez.»

Teyzesi ile eniştesine veda ederken, Sara onları sık sık arayacağına söz verdi. Valizlerini Marie’nin
kırmızı spor arabasının bagajına yerleştirdiler, yola çıktılar.

Marie bu yeni durumun coşkusuna kendini kaptırmış, planlar yapıyordu. «Hey, aklıma ne geldi. Seni
tüm dostlara tanıştırmak için bir parti verelim!»

Sara bu öneri karşısında garip bir çekingenlik duydu. «Şimdilik vazgeç, Marie. Önce yeni yaşantıma
alışmalıyım.»

«Saçmalama. Bize alışacak değilsin ya. Biz senin ailen değil miyiz? Hem ben seni arkadaşlarıma
göstermek istiyorum.»

Sara tartışmaya girmekten kaçındı. Kardeşi her şeyi gönlünce yapmaya alışmıştı, ama bunu o kadar
tatlılıkla beceriyordu ki, insan kolay kolay direnemiyordu.

Marie onu, kendi odasının yanındaki odaya götürdü. «Seni ikna edeceğimden emindim,» de di Sara’nın
valizini yatağın üstüne koyarken. «Onun için, Edith’e bu odayı hazırlamasını söyledim. Sevdin mi?
Sevmedinse, başka bir odayı seçebilirsin. Babamla benimkinin dışında altı yatak odası daha var.
Beğendiğine yerleş.»

Sara hiçbirisinin bundan daha rahat olamaya cağından emindi. Mobilyalar beyaz, dinlendirici, halılar,
yatak örtüsü ve perdeler kahverengiydi.

Babası geldiğinde, Sara odasındaydı. Pencereden baktı. Olamaz! Bir değil, iki arabaydı gelen. Babasının
Mercedes’inin yanında, o çok iyi tanıdığı mavi Rolls-Royce park etmişti. Babası bir kez daha yalnız
gelmemiş, Dominic’i de getirmişti. Ama Sara biliyordu ki, onu sık sık görmeye artık alışması
gerekiyordu.

Babasının, üzerini değiştirmek üzere odasına girdiğini duydu. Kendini göstermek için en uygun zamandı
bu.

«Merhaba, canım.»

Sara’yı ilk kez Marie sanmıştı. Odasına ondan başkasının girmesini beklemiyordu anlaşılan. «Bugün
Sara’yı gördün mü?»

Sara, babasının kendisine duyduğu sevgiyi görünce, boğazında bir şeylerin düğümlendiğini hissetti.
«Evet,» dedi titrek bir sesle.

«Eve geldiğimde, akşam yemeği için onu da burada bulacağımı sanmıştım,» dedi gerçek bir üzüntüyle.

Sara ellerini ona doğru uzattı. «Buradayım,» dedi yumuşak bir sesle. «Hem de kalmak üzere.»

«Sara sen misin?» Babasının gözleri şaşkınlıkla açılmıştı.

Sara, titrememesi için dudaklarını ısırdı. «Evet.»

Birbirlerinin kollarına atıldılar. Sara babasının omuzlarının sarsıldığını hissetti. Ayrıldıklarında, adamın
gözlerinde yaşlar parlıyordu.

«Beni ne kadar mutlu ettiğini bilemezsin.»

«Sanırım biliyorum.»

Babası zafer kazanmış bir insanın mutluluğuyla bir kahkaha attı. «Evet, evet. Artık biliyor sun!» Kolunu
omuzuna doladı. «Hangi odayı seç tin?» Sonra kendi kendine mırıldandı.

«Marie’nin yanındaki oda. Nasılsa böyle olacaktı.»

Sara’nın kaşları çatıldı. «Eğer başka bir oda da kalmamı istiyorsan»

«Hayır,» diye sözünü kesti babası. «Hayır, onu demek istemedim. Yalnızca bazen Marie, şey Marie
uykuda yürür de.»
«Mesele bu muydu?» diye rahatlayarak gülümsedi Sara. «Ben onunla başa çıkarım. Annemin de aynı
alışkanlığı vardı.»

Babasının yüzü hüzünlendi. «Demek Rachel eski huyunu bırakmamış.»

Sara güldü. «Hayır. Gece yarısı onu evin için de dolaşırken bulurduk.»

«Marie altı ay önce başladı. Merdivenlerden düştükten sonra.»

«Ne diyorsun?» Sara’nın yüzündeki dehşet, sesine de yansımıştı. «Yaralandı mı?»

«Yalnızca kafası şişti.» Kravatını bağlamak için arkasını döndü. «Birkaç gün gözü morarmış dolaştı.»

O sırada kapıda Marie belirdi. Yürüdükçe pırıltılar saçan lame elbisesiyle göz kamaştırıcıydı. Sara’nın
hayran bakışlarını görünce güldü. «Bu gece Dominic’le annesinin verdiği bir partiye gidiyoruz.
Gelemeyeceğimizi bildirmeye fırsat olmadı.»

«Gitmemeniz için hiçbir neden yok ki,» dedi Sara salona girerlerken.

İsteksizce Dominic’e baktı ve genç adamın kısık gözlerle onları süzdüğünü gördü. Koyu renk takım
elbisesi ve kar beyazı gömleğiyle göz alıcıydı.

«Acaba hanginizi öpmem gerekiyor?» diye sordu şakayla, sanki onları karıştırmış gibi.

«Bil bakalım!» Marie yaramaz bir çocuk gibi güldü.

Dominic tanımaya çalışıyor gibi dikkatle ikisine bakıyordu. Oysa Sara onu bir bakışta tanıdığından
emindi. İki karşılaşmaları hariç, Dominic onları hiç karıştırmamıştı.

Kendisine doğru yürüdüğünü görünce, bir an kalbinin durduğunu sandı. Ama Dominic son anda fikir
değiştirip, Marie’yi hafifçe dudaklarından öptü.

Sonra Sara’ya döndü. «Seni kaygılandırdım mı?»

«Kaygılanmak mı?» Marie gülerek koluna girdi. «Senin tarafından öpülme düşüncesi hiçbir kızı
kaygılandırmaz.»

«Sen öyle diyorsan, öyledir.»

«Evet, öyle diyorum. Ben de tam Sara’ya bu akşamki partiye gitmemezlik edemeyeceğimizi
söylüyordum.»

«Ben de, gitmemeniz için hiçbir nedenin olmadığını söylüyordum,» diye atıldı Sara.

Dominic kayınpederine döndü. «Michael, siz neden bizimle gelmiyorsunuz? Annem gelemeyeceğini
duyunca üzülmüştü. Sara’yı görmeyi de çok istiyordu zaten.»

Sara söze karıştı. «Annenle başka bir zaman tanışabiliriz, Dominic.»

«Neden bu gece olmasın?» Gözlerini Sara’ya dikmişti.

Babası kolunu Sara’nın omuzuna doladı. «Diane seni gördüğüne çok sevinecek, Sara. Beni de davet
etmişti, ama senin için kaygılı olduğumdan gitmek istememiştim. Ama şimdi bizimle olduğuna göre,
hep birlikte gidebiliriz. Parti öyle çok kalabalık olmayacak, değil mi, Dominic?»

«Otuz kadar çağrılı var.»

Otuz kişi Sara’ya dünyanın insanı gibi geliyordu o anda. Ama tartışmayı daha fazla uzatmak istemedi.

Yemekte Sara ile Marie’nin çocukluk yıllarından konuştular. Bu arada bir sürü ilginç benzerlik ortaya
çıkardılar. Örneğin, ikisi de aynı zamanda kızamık olmuşlar, aynı günlerde bademciklerini aldırmışlardı.
«Belki de aynı erkeğe âşık oluruz.» Marie bunu gözlerinde muzip bir pırıltı, çocukça bir neşeyle
söylemişti, gerçeğe ne kadar yaklaştığının hiç farkında olmadan. Ama yine de, Sara derinden
sarsıldığını hissetti. Marie, «Nasıl bir şey olurdu, sevgilim?» diye nişanlısına döndü.
Dominic’in yüz çizgileri sert, ifadesi ciddiydi. «Hiç hoşuma gitmedi.»

«Yalnızca şakaydı, Dominic.» Marie de ciddileşmişti. «Eminim, Sara’nın Amerika’da bir erkek arkadaşı
vardır.»

Dominic delici bakışlarla Sara’ya döndü. «Var mı?»

Sara’nın aklına Barry geldi, ama hemen vazgeçti. «Amerika’da yok, ama burada bir bir arkadaşım
var, Eddie.» İçinden, onu böyle kullandığı için Eddie’nin kendisini bağışlamasını diledi. Ama kendini
savunabilmek için bir silaha ihtiyacı vardı. En çok korktuğu şey, Dominic’ in, ona ne kadar derinden
bağlandığını anlamasıydı
.
«Çok hızlısın,» dedi Dominic. «Buraya geleli daha iki hafta bile olmadı.» Sara ona bakarak hafifçe
gülümsedi. «Bazen bir bakış bile birini tanımaya, ondan hoşlanmaya yeterli olabiliyor,»

«Eddie’yi bir gece eve çağırmalısın,» dedi babası. «Onu tanımayı çok isterim.»

«Marie’nin partisinde olabilir.»

Marie hevesle atıldı. «O zaman partiyi olabildiğince yakın bir tarihte vermeliyiz. Cumartesi
nasıl olur?»

«Benim için çok erken,» dedi Sara gülümseyerek. «Belki gelecek hafta cumartesi. Olur mu?»

«Peki,» diye isteksizce kabul etti kardeşi. Sonra saatine baktı. «Artık çıkmamız gerek.»

Diane Thorne’un evi son derece görkemliydi. Bir uşak onları karşıladı, diğeri, konukların iki şer üçer
gruplar halinde bir araya gelip söyleştiği büyük, göz kamaştırıcı salona aldı.

Marie ile Sara’nın girişi, sandığından çok da ha büyük bir ilgi uyandırdı. Sara’nın korktuğu da buydu.
Babasının kolunun, onu korumak ister gibi beline dolandığını hissedince, içine dolan güven duygusuyla
ona yaslandı.

«Gel, annemle tanıştırayım,» diye kulağına fısıldadı Dominic.

Sara irkilerek ona baktı, telaşla kolundan sıyrıldı. «Sen olduğunu fark etmemiştim. Ben ben
babam sandım.»

«Babana seninle benim ilgileneceğimi söyledim. Marie onu içki almaya götürdü. Şimdi gel, seni
annemle tanıştırayım.»

Dominic onu dirseğinden tutarak yol gösterdi. «Akşam yaptığım şey için özür dilerim,» dedi yavaşça.
«Aptalca bir şeydi.»

Sara şaşırmıştı. «Ne demek istediğini anlamadım.» Bir yandan da salonun öbür ucuna yürürlerken
herkesin onları izlediğini hissedip, özellikle Dominic’e bakmamaya çalışıyordu.

Dirseğindeki el kasıldı. «Neredeyse Marie’yi değil, seni öpecektim. Kim bu Eddie?»

«Bir arkadaşım, söyledim ya.» Dominic durup onu kendine doğru çevirdi, yüzüne bakmaya zorladı.
Gözleri keskin birer bıçak gibiydi. «Ne kadar yakın bir arkadaş?»

«Dominic!» Ufak tefek, hafifçe kırlaşmış siyah saçlı, güzel bir kadın yanlarına geldi.

Bu kadın, Dominic’in annesi olmalıydı. Yaşından çok daha genç görünüyordu. «Sen Sara ol malısın,»
diye elini uzattı.

Sara kızararak elini sıktı. «Tanıştığımıza sevindim, Mrs. Thorne.»


«Marie ile benzerliğiniz inanılacak gibi değil.» Sara gülümsedi. «Ama yine de farkı sezdiniz.» Diane
Thorne oğluna baktı. «Gidip bize birer içki alır mısın, hayatım?»

Dominic bir an için annesinin sözlerini duymamış gibi yaptı, sonra ona öfkeyle bakarak bara doğru gitti.

İki kadın da gözleriyle arkasından onu izlediler. Mrs. Thorne’un yüzünden duyguları anlaşıl mıyordu.
«Babamla Marie»

«Öteki oğlumla konuşuyorlar.» Sara’nın gözleri hayretle açıldı. «Başka oğlunuzun olduğunu
bilmiyordum.»

«Bir de kızım var. Seni birazdan onlarla ve Samantha’nın kocası Brett’le tanıştıracağım, ilk çocuklarını
bekliyorlar. Benim de ilk torunum olacak.» Gülümseyerek ekledi. «Büyükanne olmaktan hoşlanacağımı
sanmıyorum, bana yaşımı hatırlatıyor.»

Sara güldü. «Annem hep, insanın kendisini hangi yaşta hissediyorsa o yaşta olduğunu söylerdi.»

«Doğru bir söz. Dominic, fotomodel olduğunu söyledi,» dedi Mrs. Thorne ilgiyle.

«Modeldim. Mesleğimi sürdürebileceğimden kuşkuluyum. Görünüşe göre, babam kadınların çalışmasını


pek onaylamıyor.»

«Babanın, bağımsız olma isteğine saygı duya cağından eminim. Marie’nin durumu farklı. O ev kadını
olmaktan, konuk ağırlamaktan hoşlanıyor. Dominic için bulunmaz bir eş olacak.»

«Evet,» diye onayladı Sara zayıf bir sesle. O sırada salonun öbür ucundan ellerinde içkilerle kendilerine
doğru gelen Dominic’e bakıyordu.

Annesi yavaşça Sara’nın koluna dokundu. «Lütfen yapma,» diye fısıldadı.

Sara kaskatı kesildiğini hissetti. «Ne yapmayayım, Mrs. Thorne? Anlayamadım.»

Mrs. Thorne anlayışlı gözlerle ona baktı. «Oğluma âşık olma, Sara.»

«Ben»

«İşte getirdim.» Dominic annesine kadehini uzattı. Sara’nın bembeyaz yüzünü görünce kaşları çatıldı.
«Sara, ne oldu?»

«Hiçbir şey. Hiçbir şey olmadı. Ben izninizle,» diyerek, bahçeye açılan kapıya doğru hızla yürüdü.
Gecenin serin havası onu iliklerine kadar ürpertti. Diane Thorne duygularını bu kadar çabuk nasıl
anlamıştı?

«Sara!» Dominic onu kollarından tutup kendi ne doğru çevirdi. «Annem sana ne dedi?»

«Ben hiçbir şey!» Gözlerini yere dikmiş, kaldıramıyordu. «Bir an için kendimi kötü hisset tim.»
Gülümsemeye çalıştı. «Şimdi iyiyim. İçeri dönelim mi?» Kapıya doğru döndü.

«Hayır!» Dominic sert bir hareketle durdurdu onu. Gözleri birer kor parçası gibiydi. «Annemin sana ne
dediğini bilmek istiyorum.»

«Şey dedi Dominic, bırakalım bu konuyu, ne önemi var ki?» Sara’nın gözleri Dominic’in güçlü
yüzüne, ağzının tahrik edici sert çizgilerine takılı kalmıştı. Birden, «Dominic!» diye hıçkırarak kollarına
atıldı.

Dominic tek bir sözcük söylemeden onu kollarına aldı, yüreklen tek bir yürek gibi çarpıyordu.
Birbirlerine susamış bu iki beden birleşemiyordu belki, ama dudaklarının birleşmesine hiç bir şey engel
olamadı.

«Tanrım, Sara!» diye inledi Dominic. «Seni nasıl istiyorum, bilemezsin!» Dudakları bu kez göğüslerinin
üzerinde geziniyordu.
Sara, Dominic’in düğmelerini çözdü, elleri gömleğinin içine doğru kaydı, göğsünde, sırtında yumuşak
dokunuşlarla dolaşmaya başladı. Hiçbir erkeğe böylesine yaklaşmamıştı. Dominic’in be deninden
yayılan sıcaklık öylesine heyecan vericiydi ki, Sara dayanılmaz bir arzunun tüm benliğine egemen
olduğunu hissetti.

İkisi de, duygularının bu korkunç patlamasına engel olacak durumda değildi. Çok daha yakın bir
bütünleşme için susamış elleri, özgürce birbirlerinin bedenlerinde dolaşıyordu.
«Sana sahip olmak istiyorum.» Dominic’in Sara’nınkine sımsıkı yapışmış bedeni titriyor, kendini
denetlemek için bir savaş veriyordu. «Seni korkutuyor muyum?»

«Hayır. Beni heyecanlandırıyorsun. Seni çılgınca istiyorum, Dominic.» Kendi itirafıyla kıpkırmızı
olmuştu.

«Ne zaman, sevgilim?» Elbisesinin üstünden göğüslerini okşuyordu. «Ne zaman benim olacaksın?»

«Beni ne zaman istersen,» dedi Sara soluk soluğa. Dominic’in, elini elbisesinin açık yakasın dan
sokarak çıplak göğsünü sımsıcak parmaklarıyla kavradığını hissedince, soluğu kesildi, dizlerinin bağı
çözüldü.

«Şimdi,» diye boğuk bir sesle fısıldadı Dominic. «Seni şimdi istiyorum.»

«Tanrım! Dominic!» Ona karşı duyduğu akıl almaz istekle bayılacak gibiydi genç kız.

«Dominic? Dominic!»

Dominic’i çağıranın annesi olduğunu anlayınca, Sara paniğe kapıldı. Ne kadar zamandır oradaydılar,
annesi onun için neler düşünecekti?

«Annen çağırıyor,» diye fısıldadı. «Hemen içeri girmelisin, Dominic.»

Dominic ona daha sıkı sarıldı. «Ve seni burada yalnız bırakmalıyım, öyle mi? Bunu yapamam. Artık
senin hiç yalnız kalmanı istemiyorum, Sara. Sana kol kanat germek istiyorum, ama arkadaşın olarak
değil, ben seni»

«Sevgili olarak mı istiyorsun?» dedi Sara titrek bir sesle. «Olmaz, Dominic. Hiçbir dürüst erkek iki kız
kardeşle aynı anda yatamaz.»

Dominic bu sözlerin verdiği acıyı dindirmek ister gibi gözlerini kapadı. «Şu anda kendimi dürüst
hissetmiyorum. Hissettiğim tek şey»

«Dominic!» Annesinin çağırışı artık öfkeli bir fısıltıya dönüşmüştü. «Dominic, konuklarımız
var.»

Dominic öfkeyle içini çekti, düğmelerini iliklemeye başladı. «içeri girmek zorundayım, Sara. Annemin
buraya gelmesini istemiyorum.»

«Evet git. Ben ben biraz burada kalacağım. Babam ya da Marie sorarsa, başınım ağrıdığını söyle.»

«Oh, Sara. isterdim ki İsterdim ki»

«Lütfen git, Dominic, lütfen git.» Dominic güçlükle döndü, birkaç adım attıktan sonra durdu, dönüp ona
baktı. «Bu geceyi unutmayacağım, Sara. Onun için, benden unutmamı isteme!» Gözlerinde hâlâ aynı
ateş yanıyordu. «Ve annem sana ne söylediyse»

«En doğrusunu söyledi,» diye sözünü kesti Sara. «Şimdi git. Ama önce» Ona yaklaştı, dudaklarındaki
ruj izlerini sildi.

Dominic’in cevabı ise bir kez daha eğilip dudaklarını ezercesine öpmek oldu. Bu kez ağzını kendi eliyle
sildi, ama kabaca, aceleyle değil, Sara’nın içini ürperten bir yumuşaklıkla, ağır ağır, sanki parmak
uçlarında Sara’nın dudaklarının tadını yeniden hissetmek ister gibi Son bir kez daha ona çok şey
anlatan gözlerle baktı ve gitti. Sara dakikalar boyu vücudunu kasıp kavuran gerilimin ağır ağır
gevşediğini hissetti.

Çıldırmış olmalıydı. Ama eğer o çıldırmışsa, Dominic de çıldırmıştı. Hiçbir şey umurunda değildi
Dominic’in. Konuklardan birinin gelip onları öyle görebileceğinden bile korkmamıştı.

Bu nerede son bulacaktı? Böyle bir durumun nasıl bir sonu olabilirdi? Dominic’i istiyordu, onu
seviyordu. Dominic’in de onu istediği açıktı, ama yine de Marie’yi seviyordu. Sara da Marie’yi se
viyordu, onu hiçbir şekilde kıramaz, üzemezdi. O sırada terasa birisinin çıktığını görüp bah çenin
karanlık bir köşesine çekildi. Başka bir gölgenin ötekine yaklaştığını gördü.

«Git buradan, Danny! Bu Marie’nin sesiydi. Danny? Sara birden dikkat kesildi. Önceki gün Sara, ‚Dan’
diye birinin adini kaçırmıştı ağzın dan. Danny o muydu yoksa?

«Marie»

«Beni yalnız bırak,» diye itti onu Marie. «Burada benimle olmaman gerek, biliyorsun.»

«Arkandan geleceğimi biliyordun.» Adamın sesi Sara’nın kulağına yabancı gelmemişti.


Ama neden? İngiltere’de Danny diye birini tanımıyordu ki!

«Marie, konuşmamız gerek. Nick’le evlenemezsin.»

Nick! Bu adam Dominic’e Nick diyordu. Ondan bu adla söz eden bir tek kişi tanımıştı, o da Soho’da
karşılaştığı genç adamdı. Demek sesi ondan yabancı gelmemişti.

«Yanılıyorsun, Danny,» dedi Marie sert bir sesle. «Dominic’le evleneceğim.»

«Ama geçen sene benimle evlenmek istiyordun,» diye öfkeyle konuştu Danny.

«Yanılmışım. Evet o zaman seni seviyordum, ama duygularım değişti. Şimdi Dominic’le evleneceğim.»

«İzin vermeyeceğim.» Danny hırsla Marie’yi kollarının arasına aldı. «Seni seviyorum, Marie. Sen de
beni seviyorsun.»

Marie onu çılgınca öpen Danny’nin kollarından zorlukla sıyrıldı. «Bırak beni, Danny,» dedi soğuk bir
sesle. «Kardeşim bahçede olmalı. Dışarı onu aramak için çıktım.»

Kendisinden söz edildiğini duyar duymaz, Sara irkildi ve önünde duran bir saksıyı devirdi. Geriye doğru
çekilerek saklandı.

«Bir ses duydum,» diye fısıldadı Marie, Danny’ yi kendinden uzaklaştırarak. «Lütfen git. Bu Sara
olabilir. Onun ikimizi görmesini istemiyorum.» Danny’nin hiç hareket etmediğini görünce, «Lütfen, git,»
diye yalvardı.

«Pekâlâ,» diye öfkeyle soludu Danny. «Ama her şey burada bitmiyor. Nick’le evlenmene izin
vermeyeceğim.» Danny dönüp hızla oradan uzaklaştı.

Sara kardeşinin derin derin içini çektiğini duydu. Toparlanması için birkaç dakika bekledi.

Ama Marie Sara’yı görür görmez yüzünü değiştirmeyi başardı. «Başın ağrıyormuş, nasıl oldun?»

«Daha iyiyim. Hadi içeri girelim.» Sara kardeşinin üzüntüsünü paylaşabilmeyi isterdi, ama onları
dinlediğini nasıl söyleyebilirdi?

Dominic’le babasının yanma gittiklerinde, Marie hasta gibiydi. Dominic onu korumak ister gibi kolunu
omuzuna doladı. «Galiba gitme zamanı geldi,» dedi yumuşak bir sesle. «Yorgun görünüyorsun, Marie.»

Sara’nın kafası gittikçe daha çok karışıyordu. Yeni tanıdığı ailesinin geçmişi ve bugünüyle ilgili
bilmediği, çözemediği daha pek çok şey var

YEDİNCİ BÖLÜM
Marie kendini tümüyle parti hazırlıklarına vermişti. Gerekli düzenlemeler için koşuştururken, oradan
oraya konan bir kelebek gibiydi.

Hafta ortalarına doğru migren krizleri tuttu. Sara gece yarısı onun odasında dolaştığını duydu. Odasına
girdiğinde, Marie’yi yatağına oturmuş, başı ellerinin arasında iki büklüm olmuş buldu. «Tanrım, ne olur
bitsin, dinsin bu acı,» diye inliyordu.

«Marie!» Sara ona doğru koştu, sarılıp başını kendi omuzuna dayadı. «Marie! Ne oluyor?»

«Başım!» diye hıçkırdı kardeşi. Gözlerinden yaşlar boşanıyordu.

«Marie, nasıl bir ağrı bu?»

«Beynimi oyuyor, korkunç bir şey. Dayanamayacağım, Sara. Dayanamıyorum!» Kriz geçiriyor gibiydi.
„«Geçecek, canım, geçecek.» diye onu yatıştır maya çalıştı Sara. «Bak, ben yanındayım. İkimiz bir olup
yeneceğiz ağrıyı. Şimdi uzan, Marie Haydi yat, canım.» Bir yandan yastıkları düzel tip, bir yandan da
sürekli konuşuyordu. Yavaşça kardeşini yatırdı. «Oldu işte,» diye saçlarını ok şadı. «Şimdi ışıkları
söndüreceğim.»

«Hayır! Hayır, beni karanlıkta bırakma!» Marie çırpınarak doğrulmak istedi. «Karanlıkta nefret
ediyorum. Bana bana ölümü hatırlayor. Sara, öldüğün zaman her şeyin kapkaranlık olacağını
düşünür müsün sen de?»

«Hayır, hiç düşünmem,» dedi Sara, Marie’nin alev alev yanan alnını okşarken. Şaşırmıştı. Bu arada
Marie’nin yavaş yavaş sakinleştiğini hissediyordu.

Kardeşinin ne kadar zamandan beri bu baş ağrılarını çektiğini merak ediyordu. Büyük bir olasılıkla,
babasının ölmek üzere olduğunu öğrendiği zaman yakalanmıştı bu hastalığa. Ölüm den ve
sonuçlarından müthiş bir korkuya kapılmış, bu korkuyla kâbuslar görmeye, baş ağrılarına yakalanmaya,
geceleri uykuda yürümeye başlamış olmalıydı.

«Peki, Sara. Tepedeki ışığı söndür, başucu lambam kalsın,» dedi Marie. Rahatlamış gibiydi.

Sara ışığı söndürdükten sonra yatağa, kardeşinin yanına geri döndü, onu kollarına aldı, sıkı sıkı sarıldı.
«Bak yanındayım, Marie,» diye fısıldadı. «Artık uyuyabilirsin, yalnız değilsin.»

«Teşekkür ederim,» diye içini çekti Marie. « Kendimi daha iyi hissediyorum şimdi.» Gözlerini yumdu,
vücudu gevşemişti. «Böyle çocuk gibi davrandığım için beni affet.»

«Çocuk gibi davranmış değilsin,» dedi Sara, kardeşinin saçlarını okşayarak. «Başın çok ağrı yordu,
doğal olarak paniğe kapıldın.»

«Ağrı hafifledi, Sara.»

Az sonra, Sara kardeşinin uykuya daldığını fark etti. Ama yine de onu bırakmadı. Marie’nin
onu yanında istediğini hissediyor, uyuşa bile, yalnız olmadığını bileceğini seziyordu.

Marie’nin baş ağrılarının nedenini birisine söylemeliydi. Eğer Marie babasının hastalığını bir yakınıyla
rahatça konuşabilse, bu ağrılar geçerdi. Sara’yı kaygılandıran, babası ile Marie’nin bu konuyu
tartışmaya hazır olmamalarıydı. O zaman bu iş Dominic’e kalıyordu.

Ama Sara, onunla da konuşamazdı. Son günlerde ona bakmaktan bile kaçınıyordu. Annesinin evinde
olanları düşündükçe kendinden utanıyordu. Daha önce benzerini hiç tatmadığı bir arzunun tutsağı
olmuştu. Kendisine sahip olmasını istediği erkek, yakında öz kardeşinin kocası olacaktı!

Sabaha karşı Sara da uykuya dalmış olmalıydı ki, günün ilk ışıkları perdelerin arasından oda ya
sızdığında gözlerini açtı. Saat sekize geliyordu. Marie hâlâ uyumaktaydı. Artık sabah olduğuna göre,
Sara odasına dönebilirdi. Sessizce yataktan indi, odadan çıktı.

Koridorda, işe gitmek üzere giyinmiş olan babasıyla karşılaştı. Sara’yı Marie’nin odasından çıkar
görünce kaşları çatıldı. «Hasta mıydı?» diye merakla sordu.
«Başı ağrıyordu, şimdi iyi.»

«Gidip bakayım,» diyerek kapıya doğru yürüdü babası.

«Hayır.» Sara son anda onu durdurdu. «İçeri girme, uyuyor.»

Babası şaşırmıştı. «Nasıl basardın?»

«Onunla oturdum, konuştum. Uyuyuncaya kadar kucağımda yatırdım. Karanlığı sevmiyor.» Neden
sevmediğini babasına bir söyleyebilseydi! Babası bakışlarını kaçırdı. «Biliyorum.» «Bence Marie’yi bir
doktora göstermeliyiz.» Belki Marie korkularını doktora anlatır, o da babasına söylerdi.

«Bir değil, birkaç doktor gördü onu. Asabi ağrılarmış,» diye konuyu geçiştirmeye çalıştı babası. Sonra
aceleyle saatine baktı. «Geciktim. Haydi, birlikte kahvaltı edelim.»

Kahvaltıda Sara aynı konuyu açmaktan kendini alamadı. «Marie en son ne zaman doktora gitti.»

«Birkaç hafta önce. Lütfen meraklanma, Sara. Yarın bir şeyi kalmaz.»

«Bugün iyileşmez mi?»

«Krizlerden sonraki günlerde genellikle kendini iyi hissetmez.» Babası düşünceli görünüyordu.
«Sanırım, bu gece Dominic’in konuklarını ağırlayacaktı.»

«Dominic programını iptal eder herhalde.» Babası başını salladı. «Bunlar işimizle ilgili konuklar,
yalnızca bir gün kalacaklar. Neyse, herhalde Dominic bir şeyler düşünür.»

Gerçekten de düşündü. Marie’nin yerine, ev sahipliğini Sara’nın yapmasını rica etti. Öğle yemeğinden
az önce eve gelmiş, bir süre Marie ile odasında yalnız kaldıktan sonra aşağı inmişti. Salona girdiğinde.
Sara elindeki kitabı bıraktı. Sırf bir şeyler söylemiş olmak için, «Marie nasıl?» diye sordu. Çünkü daha
yarım saat önce onun yanındaydı ve nasıl olduğunu biliyordu.

«İyi,» dedi Dominic. «Sen nasılsın?»

«Ben mi? İyiyim. Asıl kaygılandığım Marie. Babam sorunu hafife alıyor galiba.»

«Eminim, gereken her şeyi yapıyordur.»


«Emin misin?» diye öfkeyle sordu Sara. «Yoksa sen de mi ona neler olduğuna aldırış etmiyordun?»

Dominic’in sesi birden sertleşti. «Ne demek istiyorsun?»

Sara ayağa fırladı, odanın içinde gezinmeye başladı. «Kimse Marie’nin bu esrarengiz baş ağrılarını
ciddiye almıyor. Böyle olması bana»

Sözünü bitiremedi, Dominic birden onu bileğinden yakaladı, parmakları canını acıtıyordu. «Bilmediğin
şeylere karışma. Bazı şeyleri anlayamayacak kadar kısa süredir buradasın.»

Sara silkinerek kolunu kurtardı. «Neleri anla yamayacak kadar? Ne senin, ne de babamın Marie’ye
aldırış bile etmediğinizi mi? Hatta o arkasını döner dönmez benimle gönül eğlendirmek istediğini mi?»

«Gönül eğlendirmek ha!» Dominic öfkelenmişti. Yakışıklı yüzü kızgınlıktan allak bullak olmuştu.
«Demek seninle gönül eğlendirdiğimi düşünüyorsun?»

«Başka ne olabilirdi?»

Dominic derin bir soluk aldı. Öfkesi geçmiş gibiydi. «Eğer bilseydin ki»
«Bilmediğim daha neler var? Aileye yeni katıldığım için bana söylenmeyen başka bir şey daha mı?
Bunlar senin sözlerindi, Dominic.» Sesi titriyordu. «Anlayamayacak kadar kısa süredir buradayım, öyle
mi?» Gözyaşları içinde döndü, koşarak yukarı çıktı.

Dominic’in arkasından geleceğini biliyor, hatta ayak seslerini çok yakınında duyuyordu. Tek umudu,
ondan önce odasına girip kapısını kilitlemekti. Ama odasına girdiğinde, kapının üze rinde anahtar
olmadığını gördü. Dominic hızlı arkasından odaya girdi, kapıyı kapadı, kararlı adımlarla ona doğru
yürüdü.

«Hayır, Dominic,» diyerek geri geri gitti Sara. Sonunda sırtı duvara dayanmıştı.

Dominic’in gözlerinde garip bir ifade vardı, bakışlarından, söylediğini duymadığı anlaşılıyordu. «Buraya
gelmemi sen istedin, Sara.»

Kapkara bir gölge gibi üzerine eğildi. Sara haklı olduğunu biliyordu. Peşinden gelmesini sağlamıştı.
Belki istemeyerek, belki bilinçaltı bir istekle. Ama işte buradaydı ve burada olmasının sonuçları, güneşin
her gün doğması kadar kaçınılmazdı.

Birbirlerinin kollarına atıldılar, gövdeleri kırık bir heykelin iki parçası gibi birleşti öylesine uyumlu,
öylesine bütünleşmiş.

Ama kardeşi! Hemen bitişikteki odada Marie yatıyordu!

Dominic duygularını anladı, kolları iki yana düştü, yüzü acıyla gerildi. «Senden uzak duramıyorum,»
diye çaresizlikle söylendi. «Ama burası uygun değil. Öyle değil mi?»

«Bizim için hiçbir yer uygun değil. Benden uzak durmalısın, Dominic. Sana hayır diyemiyorum.»

«Tanrı aşkına, bana hiçbir zaman hayır deme!» Dominic’in sesinde Sara’nın içine işleyen bir acı vardı.
«Sana ihtiyacım var, Sara.»

Sara kederle gülümsedi. «Hadi aşağı inelim. Marie bizi duyabilir.»

«Haklısın. Sara seninle yeniden konuşabilmek ne güzel. Benden sürekli kaçtığının farkındaydım,
nedenini de biliyorum. Ama eğer söz verirsem»

«Hayır, Dominic! Söz falan istemiyorum.»

Dominic acı acı gülümsedi. «Doğru son verdiğim sözü tutmada hiç de başarılı olamadım, değil mi?»

«Lütfen, Dominic, aşağı inelim.»

Merdivenlerden inerken, arkasında Dominic’in yakıcı bakışlarını duyuyor gibiydi. Onu denetimli,
soğukkanlı, ne islediğini bilen bir insan olara tanımıştı. Ama ne zaman karşılaşsalar, bu güçlü irade
uçup gidiyor, yerini tutkularına yenik düşen, tepeden tırnağa arzuyla yanan bir adam alıyordu. Evet,
Marie’yi seviyor olmalıydı kuşkusuz. Ama bu sevgi Sara ile aralarında doğan o tutkulu, o engel tanımaz
aşka hiç benzemiyordu.

«Ne düşünüyorsun?»

Gözlerini kaldırdığında, Dominic’in dikkatle kendisini süzdüğünü gördü. «Sen ve Marie’yi
düşünüyordum.»

Dominic merakla baktı. «İkimizle ilgili ne düşünüyorsun?»

Sara bütün cesaretini topladı, başını kaldırdı ve gözünü kırpmadan Dominic’in yüzüne baktı. «Onunla
yatıyor musun?»

«Hayır!» Dominic’in cevabı son derece kesindi. «Peki ,sen Eddie’yle yattın mı?»

«Eddie’yle mi? Elbette hayır.» Eddie’den söz açılmışken,» Aceleyle saatine baktı, «onunla yemek
yiyecektik, hemen çıkmazsam gecikeceğim.»

«Sara!» Dominic, tam kapıdan çıkacakken onu durdurdu. «Marie bu gece verdiğim yemekte onun
yerine bana senin eşlik etmeni istiyor.»

«Neden annen eşlik etmiyor? Onunla birlikte oturuyorsun, öyle değil mi?»
«Pek sayılmaz. Hiçbirimiz onunla oturmuyoruz. Benim bir çatı katım var.»

Sara’nın gözleri açıldı. «Ve sen benim orada ev sahibesi rolünü oynamamı istiyorsun. Yapamam.»

Dominic ona dokunmuyordu, ama gözleri okşar gibi üstünde geziniyordu. «Marie’yi çok mutlu ederdin,»
dedi fısıldar gibi.

Sara derin bir soluk aldı. «Ve sen onu mutlu görmek istiyorsun, öyle mi?» Bu gerçek bir kez daha
vurgulanmış oluyordu. «Pekâlâ, geleceğim. Yalnız bir koşulla. Benden uzak duracaksın.»

Genç kız, babasının evine taşındıktan sonra birkaç kez Eddie’yle buluşmuştu. Onun insana güven
veren, içten, sıcak arkadaşlığı Sara’yı rahatlatıyor, sinirlerini yatıştırıyordu. Yine öyle oldu. Sakin bir
restorana gittiler, bol bol şakalaştılar, söyleştiler. Genellikle her buluşmalarından sonra Eddie onu
teyzesiyle eniştesinin evine götürürdü. Bu kez de aynı şeyi yaptı.

Sara .teyzesine Marie’nin baş ağrılarından söz etti.

«Eminim, baban gerekeni yapıyordur,» dedi teyzesi mutfakta çayı hazırlarken. «Dominic de aynı şeyi
söylüyor.»

«O halde onlara inanmalısın, şekerim.» Ama Sara’nın içi rahat değildi. Özellikle, o gece Marie’nin
solgun yüzünü görünce yine üzülmüştü. Dominic’le çıkmadan önce giyinmiş, Marie’nin odasına gitmişti.

Sara yastıklarını düzeltirken Marie de yatağında doğrulmuştu. Yüzü bembeyaz, gözleri kederliydi. «Dün
gece benimle kaldığın için sana ne kadar minnettarım bilemezsin.» Elini halsizce başına götürdü. «Bu
baş ağrılarından sonra kendimi öyle bitkin hissediyorum ki!»

Kapıda babaları belirdi. «Sana arkadaşlık etmeye geldim,» dedi Marie’ye. «Dominic aşağıda, Sara.»

«Hayır, aşağıda değilim.» Dominic, Michael’ın arkasında duruyordu. «Bu akşam nasılsın?» Doğrudan
doğruya Marie’ye bakıyordu.

«İyiyim.» Gelip yanına oturması için eliyle yatağını gösterdi.

«Ben aşağıda bekliyorum,» dedi Sara. Aceleyle kardeşini öpüp, başı önde kapıya yürüdü. Tam kapıdan
çıkarken Dominic’le çarpıştı. Dominic güçlü elleriyle onu tuttu, başını kaldırıp baktığında, gözlerinde
derin bir acı vardı. «Afedersin.» dedi genç kız.

Dominic onu bıraktı. «Birazdan geliyorum.»

«Acele etme.» Sara sesine doğal bir hava ver meye çalıştı, oysa tam tersine, alabildiğine gergindi.
Koşarcasına aşağı indi.

Salona vardığında, o anda Dominic’le Marie’nin öpüşüyor olabileceğini düşünüp iliklerine kadar ürperdi.
Eğer aklını başına almazsa, kendi si de hastalanacaktı. İştahı kaçmış, geceleri uyuyamaz olmuştu.

Az sonra babası geldi, kolunu omuzuna atarak ona gülümsedi. «Bu gece sıkılmazsın sanıyorum. Martha
ile Jim’i seveceksin, tatlı bir çifttir.»

«Yalnızca onlar mı gelecek?»

«Evet. Jim ile İngiltere’deki tüm bürolarının donanımını üstlenmek üzere bir sözleşme yapmak
istiyoruz. Eminim, sana bir kez baktıktan sonra sözleşmeyi imzalayacaktır. Çok güzelsin. Öyle değil mi,
Dominic?» O sırada Dominic de salona girmişti.

«Evet.» Dominic’in bakışları rahatsız ediciydi. Haydi gidelim,» dedi.

Arabanın yanına gittiklerinde, yeni park etmiş bir başka arabadan kırk beş yaşlarında, uzun boylu,
yakışıklı bir adamın indiğini gördüler. «İyi akşamlar, Dominic. Marie?» Durakladı. Yoksa»

«Bu genç hanım Sara, Simon.» Dominic dirseğinden sıkı sıkı tutmuş, arabaya binmesi için ona kapıyı
açıyordu bir yandan. «Memnun oldum, Miss Hamille.»
Sara da ona gülümsedi, bu arada Dominic’in neden onu adamla tanıştırmayıp aceleyle arabaya
bindirmeye çalıştığını merak ediyordu. Yola çıktıklarında sordu. «Kimdi o?»

Dominic omuzlarını silkti. «Babanın bir arkadaşı.»


LIKE A RIDDLE ne Demek Turkce - Turkce Çeviri

Do not share my Personal Information.

Bir cümlede Like a riddle kullanım örnekleri ve çevirileri

Bilmece gibi. Bize ipuçları veriyor.
Bilmece gibi. Bize ipuçları veriyor.
Bize ipuçları veriyor. Bilmece gibi.
Bize ipuçları veriyor. Bilmece gibi.
Could Prosecutor Kang have
Bulmaca gibi olan ipucuyla mı buldu? Savcı Kang kaçıran kişiyi?
O cevabı olmayan bir bilmece gibiydi.
Bazen çok anlaşılmaz oluyor. Tekerleme gibiydi.
Kodlanmış, şifrelenmiş bir bulmaca gibidir.
And then he said, like, a riddle.
Sonra da bilmece gibi bir şey söyledi.
And is trying to give you clues, like in a riddle.
Bir yap boz gibi sana parçaları vermeye çalışıyor.
So a riddle is just fact that's told in really confusing way.
Yani bilmece aslında bir gerçeğin çok karışık bir halde anlatılması.
For sharp mind such as yours, a riddle  this should be easy to solve.
Böyle bir bilmeceyi çözmek kolay olur. Seninki gibi keskin zekâ için.
This report reads like  child's riddle book.
Bu rapor bir çocuğun bilmece kitabı gibi.
It's chiefs like Riddle who.
It's like the riddle of the Sphinx.
Sanki Sfenkste bir bilmece gibi.
Wrapped in ten inches of titanium alloy. It's like  inside enigma.
Inçlik titanyum alaşımla kaplanmış, bilmece içinde… bilmece gibi.
It's like  inside enigma, wrapped in ten inches of titanium alloy.
Inçlik titanyum alaşımla kaplanmış, bilmece içinde…-… bilmece gibi.
Sonuçlar: 94, Zaman:

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası

© 2024 Toko Cleax. Seluruh hak cipta.