muharrem ergin ses bilgisi / Türk Dil Bilgisi (Muharrem Ergin) - Fiyat & Satın Al | D&R

Muharrem Ergin Ses Bilgisi

muharrem ergin ses bilgisi

Türk Dil Bilgisi - Muharrem Ergin

TÜRK DIL BILGISI
Muharrem Ergin

Prof. Dr. Muharrem Ergin (d. , Ahıska - ö. 6 Ocak , İstanbul) Yazar ve Türkolog.

Prof. Dr. Muharrem Ergin

yılında Azerbaycan'ın Ahıska bölgesinde doğdu. yılında Balıkesir Lisesini ve yılında İ.Ü.Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi. Bir süre öğretmenlikyaptıktan sonra mezun olduğu bölüme asistan oldu (). 'te doçent, 'de profesör oldu. Bölüm başkanlığı yaptı. Dil sahasındaki araştırmaları yanında, Ortadoğugazetesinde fikir yazıları da yazdı. Aydınlar Ocağı yöneticiliği yapmıştır. 6 Ocak tarihinde öldü.

Muharrem Ergin'in Eserleri

Kitaplar: Araştırma-İnceleme

  • Azeri Türkçesi (, )
  • Dede Korkut Hikayeleri-Dede Korkut kitabı (,, )
  • Dede Korkut kitabı : (inceleme) (, , , )
  • Dede Korkut kitabı : Metin-sözlük ()
  • Ebülgazi Bahadır Han:Türklerin Soy Kütüğü ()
  • Edebiyat ve Eğitim Fakültelerinin Türk Dili ve Edebiyatı (, )
  • Kadı Burhaneddin Divanı (Hazırlayan) ()
  • Oğuz Kağan Destanı (Yayına hazırlayan) ()
  • Orhan Şaik'e cevap- : Biz şaşmadık ()
  • Orhun Abideleri (,,,,,,,, )
  • Osmanlıca Dersleri (, , , ,,, , )
  • Sovyet emperyalizmi, Balkanlar ve Türkiye (?)
  • Türk Dil Bilgisi (,, )
  • Türk Dili (, )
  • Türk Dili : Lise I ()
  • Ahmet ve dedesi ()
  • Türk Dili Kompozisyon : lise I,II,III,IV. dönemler (, )
  • Türk Dili ve Edebiyatı : Edebiyat-kompozisyon-Türkdili,
  • Türk Dili: lise 1 ()
  • Türk Dili, Lise II. Dönem ()
  • Türkiye'nin Bu Günkü Meseleleri ()
  • Türkoloji Tezleri, ()
  • Üniversiteler için Türk Dili (, , , , , )

Makaleler

  • Bursa Kitaplıklarındaki Türkçe Yazmalar Arasında, , İ. Ü. Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, c. IV Sayı 4, (İstanbul ) , s.
  • Cami-ül-Meani'deki Türkçe Şiirler, İ. Ü. Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi c. III Sayı , s.
  • Dede Korkut Kitabı Üzerinde I, İ. Ü. Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, c. V, (İstanbul ) , s.
  • Dede Korkut Kitabı Üzerinde II, İ. Ü. Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, c. VI, (İstanbul ) , s.
  • Kadı Burhaneddin Divanı Üzerinde Bir Gramer Denemesi, İ. Ü. Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi c. IV Sayı 4, (İstanbul ) ,
  • Melihi, İ. Ü. Edebiyyat Fakültesi Türk Dili Ve Edebiyatı Dergisi c. II Sayı (İstanbul ) , s.
  • R. Rahmeti Arat'ın Eserleri, İ. Ü. Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, c. XI, (İstanbul ) , s.
  • Türk Dili ve Edebiyatını İlgilendiren Neşriyat, İ. Ü. Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi c. II Sayı (İstanbul ) , s.
  • Türkçe ve Dil Bilgisi Öğretimi () , Türk Kültürü 33 () 2. 95, s.  
    Türkoloji Bölümü Çalışmaları II. Tez Çalışmaları, İ. Ü. Edebiyat Fakültesi
  • ürk Dili ve Edebiyatı Dergisi, c. X, (İstanbul ) , s.
  • Türkoloji Bölümü Çalışmaları II-Tez Çalışmaları, İ. o. Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, c. XI, (İstanbul ) , s.

Prof. Dr. Muharrem Ergin ( - ) Biyografi

Muharrem Ergin, Haydar Ergin ile Naime (nüfus kaydında Hanım) Ergin'in oğlu olarak 'te Ahıska vilâyetinin Ahılkelek kazasına bağlı Gögye köyünde doğdu. 'li yıllarda Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin sınırları içerisinde kalan bu bölgede yaşayan Türkler kendilerine Terekeme veya Karapapak adını vermişlerdir. Ancak Türkiye'de "Mesket Türkleri" adı ile tanınmaktadırlar.

Timur devrinde Semerkand'dan göçen bu Türkler iki yüzyıl kadar İran'da Sulu düz > Sulduz bölgesinde yaşamışlar sonra Ahıska vilâyetine gelmişlerdir. İşte Muharrem Ergin bu Terekeme Türklerinin beylerini teşkil eden Kemaloğulları adlı bir aileye mensuptur. Osmanlı idaresi bu beyler ailesine fermanla beylik de vermiştir.

Terekeme Türkleri yüzyılın sonlarında kendilerini Türk-Ermeni mücadelesinin içerisinde buldular. Birinci Dünya Savaşı esnasında bu Türk-Ermeni mücadelesi en had safhaya ulaştı ve savaştan sonra sınırlar belirlendiğinde sınırın Sovyet tarafında kalan Terekemeler artık bu topraklarda kalmanın güvenilir ve doğru olmadığını görerek Türkiye'ye göç etmeye karar verdiler.

Daha önceleri kışın Türkiye'de Kars civarında, yazın Ahıska vilâyetinde yaşayan ve hayvancılıkla geçinen Kemaloğulları, küçük Muharrem'in doğumundan üç yıl sonra Türkiye'ye temelli göçü gerçekleştirmişlerdir. Devlet bu beyler ve reayasına Türkiye'de yerleşim bölgesi olarak Muş vilâyetinin Bulanık kazasını seçmiştir. Muharrem Ergin'in sülâlesinin Gögye'den Bulanık'a göçleri bir buçuk yıl kadar sürmüş ve yılında tamamlanmıştır. Göç eden dört kabile mensubudur. Altı kabilenin mensupları ise orada kalmıştır.

Muharrem Ergin'in aile arasındaki adı Behram-'dır. Yaşlılar onun kendi aralarında Behram diye çağırırlar. Ancak nüfus kaydında adı Muharrem Ergin-'dir.

Ergin ailesi 11 çocuklu kalabalık bir ailedir. Babası Haydar'ın ilk eşi Zöhre'den İbrahim, Mah-yıldız, Celîl, Kamil ve Enver adlı beş çocuğu olmuştur. İbrahim ve kız kardeşi Mahyıldız ailenin Gürcistan'da kalan tarafında yaşadılar. İbrahim Veteriner Profesör oldu. İbrahim ağabeyi ve Mahvılchz ablası vefat etmişlerdir.

Annesi Naime'nin ilk eşi Ali'den Bahri ve Mihriban adlı iki çocuğu vardı. Sonra babası Haydar ile annesi Naime evlendiler ve bu evlilikten de Bahri, Yıldız, Muharrem ve Fahrettin doğdu.

Muharrem Ergin ilk tahsilini Bulanık îlk Okulu'nda yapmıştır. İlk okulu bitirince en yakın yer olan Muş vilâyeti merkezinde orta okul açılmış, böylece Muharrem Ergin orta tahsiline devam etmek fırsatını bulmuştur. Orta okul sıralarında bu sefer lise ihtiyacı hasıl olmuş, Muharrem Ergin bu ihtiyacını da devlet parasız yatılı sınavına girerek karşılamıştır. Sınavı kazanan Muharrem Ergin kendisini Balıkesir Lisesi'nde bulmuştur.

İlk ve orta okulda çok parlak bir öğrencilik hayatı olan Muharrem Ergin Balıkesir Lisesi'nde de kendisini göstermiş ve o zamanlar Millî Eğitim Bakanlığı tarafından bütün Türkiye ölçüsünde hazırlanan İftihar Listesi kitabına girmiştir.

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümüne kaydolan Ergin, Reşid Rahmeti Arat, Ahmet Caferoğlu, İsmail Hikmet Ertaylan, Ali Nihat Tarlan, Ahmet Hamdi Tanpınar, Mecdut Mansuroğlu, Janos Eckmann, Ahmet Ateş, Abdülkadir Karahan, Mehmet Kaplan gibi hocaların öğretiminde başarılı bir yüksek tahsil hayatı sürdürerek ders yılında mezun oldu. Bir yıl kadar Boğaziçi Lisesi'nde Türkçe öğretmenliği yaptı. yılında açılan asistanlık sınavını kazanarak Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'ne asistan oldu.

Muharrem Ergin Türk Dili Kürsüsü'nde Ord. Prof. Dr. Reşid Rahmeti Arat'ın asistanı olarak o sıralarda Vatikan Kütüphanesinde ikinci yazması bulunan Dede Korkut Destanları'nın karşılaştırmalı metni üzerinde doktora çalışmasına başladı. Doktora tezini yılında tamamladı. İki yıllık askerlik görevinden sonra da doçentlik çalışması olarak Dede Korkut Destanlarının hazırlamış olduğu karşılaştırmalı metninin gramerini ve sözlüğünü hazırladı ve bu çalışması ile yılında doçent unvanını aldı.

yılının sonlarında Ord. Prof. Dr. Reşid Rahmeti Arat vefat edince Doçent Dr. Muharrem Ergin Eski Türk Dili Kürsüsü'nün başkanı oldu ve bu görevi yaş haddinden emekli olduğu Temmuz 'a kadar devam etti.

yılında Özden Ergin ile evlendi. yılında Ergin çiftinin tek çocukları olan Çağrı dünyaya geldi. Muharrem Ergin yılında profesörlüğe yükseltildi. Profesörlüğe yükseltilirken biri Orhun Âbideleri diğeri Azeri Türkçesi adlı iki profesörlük takdim tezi sundu.

yılından Temmuz 'a kadar Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nün başkanlığını da yürüten Ergin başarılı ve parlak bir akademik hayat geçirmiştir. Türkiye Millî Kültür Vakfı'nın, Boğaziçi Yayın-evi'nin, Aydınlar Ocağı'nın ve Milletler Arası Türkoloji Kongresi'nin üstün hizmet ve şeref armağanları ile taltif edilmiştir.

Prof. Dr. Muharrem Ergin Türkçeyi çok iyi konuşan bir hatiptir. Vurgulaması, tonlaması ve telaffuzu çok iyidir. Muharrem Ergin eser vermiş olan velud bir hocadır. Eserleri Türk dilinin ve kültürünün çeşitli sahalarına aittir. Başta meslekî eserleri gelir.

Meslekî eserlerinin en önde geleni Türk Dil Bilgisi adlı kitabıdır. İlk baskısı yılında Edebiyat Fakültesi yayınları arasında yapılan bu eserin genişletilmiş ikinci baskısı yılında yapıldı. Bu ikinci baskıdan yapılan üçüncü baskı ise özellikle SSCB'ye bağlı doğu bloku hocalarının ihtiyaçları için Bulgaristan'da Sofya'da 'de "Narodna Prosveta" olarak yayımlanan baskıdır. Yine genişletilen eserin yılında dördüncü baskısı yapılmıştır.

Türk Dil Bilgisi üniversitelerde yazılan ve okutulan ilk Türk Dil Bilgisi'dir. Bu güne kadar Türkiye üniversitelerinin tümünde okutulan temel kitap olarak yılına kadar 20'nin üzerinde yayımlanmıştır. Ergin'in bu eseri çeşitli ölçü ve hacimlerde Eğitim Enstitüleri, Yüksek Okullar ve Temel Bilimler Fakülteleri için yine Türk Dil Bilgisi başlığı ile, Lise 1 ve II için Türk Dili başlığı ile, Yaygın Yüksek Öğretim'in kuruluşundan sonra Türkiye Üniversiteleri'nin her bölümünün öğrencilerinin okumaları için Üniversiteler İçin Türk Dili başlığı ile, yayımlanmıştır. Bu sonuncusunun 8. baskısı yapılmıştır.

Ergin'in ikinci meslekî eseri Osmanlıca Dersleri adlı ders kitabıdır. Eski yazının ve Osmanlıcanın üniversitelerde kapısını açan ve mükemmel bir antolojisi de olan Osmanlıca Dersleri, ilk baskısı yılında olan ve bu güne kadar 8 baskısı yapılan orijinal bir eserdir.

Muharrem Ergin'in ilmî araştırmaları ise Türk dilinin çeşitli saha ve devrelerini inceleyen eserler olarak karşımıza çıkmaktadır.

Eski Türkçe sahasında hazırladığı eseri Orhun Âbideleri adını taşır. 'te Temel Eser serisinde ilk baskısı yapılan bu kitapta Köl Tigin, Bilge Kağan ve Tonyukuk yazıtlarının metinleri, tercümeleri, sözlüğü ve tıpkıbasımları yer almaktadır. 27 yıldan beri üniversitelerde ders kitabı olarak da okutulan bu eserin 20 baskısı yapılmıştır.

Çağatay Türkçesi sahasında hazırladığı eseri Ebülgazi Bahadır Han'ın Şecere-i Terâkime adlı eseridir. Bu eser Tercüman Temel Eser serisinin kitabı olarak yılında Türklerin Soy Kütüğü başlığı ile yayımlanmıştır.

Azeri Türkçesi sahasındaki ilk eseri Şehriyâr'ın Haydar Baha'ya Selâm I-II adlı iki şiirinin esas alınarak Şehriyâr'a yapılan nazireler ile birlikte Şehriyâr'ın şiirlerinin dil özelliklerinin gösterildiği Azeri Türkçesi adlı kitabıdır. İlk () ve ikinci () baskısı İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi yayınları arasında yapılan bu eserin üçüncü baskısı 'da Ebru Yayınevi tarafından yapılmıştır. Bu sahada hazırladığı diğer eseri de İstanbul Edebiyat Fakültesi yayınları arasında yayımlanan Kadı Burhaneddin Divanı'nın transkripsiyonlu metnidir.

Türkiye Türkçesi sahasında hazırladığı eseri Dede Korkut Kitabı'dır. Ergin Dede Korkut destanlarının karşılaştırmalı metni ile indeksini doktora tezi olarak, gramerini ise doçentlik tezi olarak hazırlamış ve bu eserlerin ilk baskıları Türk Dil Kurumu Yayınları arasında ve yıllarında yayımlanmıştır.

Muharrem Ergin hocalığının dışında bir düşünür, bir fikir adamıdır. Türkiye'nin Bugünkü Meseleleri adlı dört baskısı yapılan eseri Ziya Gökalp'ten sonra bu sahada yazılmış en muhı eserdir.

Ergin'in diğer fikir eserleri arasında Sovyet Emperyalizmi, Balkanlar ve Türkiye (İstanbul ) ve Türkiye'yi Bu Güne Getiren Tarihi Seyir (Ankara, ) adlı eserlerini zikredebiliriz.

Onun gözlerden uzak kalan bir büyük eseri de ile yılları arasında yazdığı 'den fazla ilmî ve siyasî makaledir. Çeşitli dergiler ile Orta Doğu gazetesindeki yorumları Milliyetçiler Korkmayınız, Birleşiniz (Ankara ) adı ile yayımlanmıştır.

Ergin'in ilmî yorumları genellikle üniversite dergileri dışında Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü'nün aylık organı olan Türk Kültürü dergisinde görülür. İlim politikasını genellikle Aydınlar Ocağı'ndaki çalışmalarında yapmış, siyasî yorumlarını ise Orta Doğu gazetesinde yayımlamıştır.

45 yılı aşan ilim hayatında bir çok üniversite hocası yetiştiren Ergin'in büyük bir hizmeti de Türkiye liselerindeki dil ve edebiyat öğretmenleridir. Bu gruba onun yazı, konferans, panel, seminer, sempozyum, kollokyum ve kongrelerdeki görüşlerinden faydalanan, başka bir söyleyişle Muharrem Ergin pınarından doyasıya, kana kana bilgi içen her yaştaki bir milliyetçiler ordusunu da ilâve etmek gerekiyor.

Ergin Türk milliyetçisi, Türk kültürcüsüdür. Türklüğü daima bölünmez bir bütün olarak görmüştür. Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü'nün kuruluşunda ve gelişmesinde büyük emeği geçmiştir. Ergin teşkilatçıdır, yönlendiricidir, idarecidir, liderdir. Bulunduğu grupta derhal fark edilen bir şahsiyete, müthiş bir ikna kabiliyetine sahiptir. Demirel hükümetine Temel Eser serisini kabul ettiren kişilerin başında gelir. Zaten Temel Eser serisi Ergin'in Dede Korkut hikayelerinin Türkiye Türkçesi tercümesi cildi ile başlamıştır.

Yine onun Türk Mûsikisi Devlet Konservatuarının kuruluşunda devrin siyasî ekibine yaptığı olumlu telkinler ile bu müstesna müessese Türk milletine kazandırılmıştır.

Ergin Milletler Arası ve Millî kongreleri, kol-lokyumları ile Türkoloji ilminin bir ilim disiplini olarak Türkiye'de ve dünyada tanınmasında çok gayret göstermiş, bu müesseseler onun Genel Sekreterliği zamanında kökleşmiş ve gelenekleşmiştir.

Muharrem Ergin 6 Ocak Cuma günü öğleden sonra dört civarında evinde vefat etti. 9 Ocak Pazartesi günü saat 'de İstanbul Üniversitesi Merkez Binası'nda akademik tören yapıldı ve Muharrem Ergin'in eller üzerinde Beyazıt Camii'ne taşınan cenazesi kılınan öğle namazından sonra Hasdal Mezarlığında toprağa verildi.

Kaynak: Prof. Dr. Osman Fikri SERTKAYA, Hocam Prof. Dr. Muharrem Ergin'in Ardından.

Turk Dil Bilgisi Muharrem Ergin

1. Dil, insanlar arasında anlaĢmayı sağlayan tabiî bir vasıta, kendisine mahsus kanunları

olan ve ancak bu kanunlar çerçevesinde geliĢen canlı bir varlık, temeli

bilinmeyen zamanlarda atılmıĢ bir gizli antlaĢmalar sistemi, seslerden örülmüĢ

içtimaî bir müessesedir.

Tabiî bir vasıta

Dil insanlar arasında anlaĢmayı sağlayan tabiî bir vasıtadır. Ġnsanlar duygularını,

düĢüncelerini, fikirlerini, hükümlerini birbirlerine nakletmek, meramlarını

birbirlerine anlatmak için dil denilen vasıtaya baĢ vururlar. Fakat dil insanların

kullandığı her hangi bir vasıtaya benzemez. Onun vasıtalığı sadece anlaĢmayı

temin etmesi bakımındandır. Fertler ve nesiller arasında anlaĢma vasıtası olarak

iĢ görür. Fakat bu iĢi görürken daima müstakil bir hüviyete sahiptir. Ġnsanlar ona

istedikleri gibi hükmedemezler. Onu olduğu gibi kabul etmeğe, onu bir vasıta

olarak kullanırken onun hususiyetlerine dikkat etmeğe, onun hususiyetlerine

uymağa mecburdurlar. Çünkü dil sun‘î bir vasıta, maddî bir vasıta, bir âlet

değildir. O tabiî bir vasıtadır. Vasıta vazifesi görür, fakat tabiî bir varlığı vardır.

Dil bu bakımdan canlı bir vasıtaya benzer. Meselâ at da bir vasıtadır, otomobil

de bir vasıtadır. Fakat insan otomobile istediği Ģekilde hükmedebilir, at

karĢısında ise ancak onun tabiatına uygun hareket etmek zorundadır. Otomobile

istediği Ģekli verir, onun biçimini istediği Ģekle sokar, onu istediği gibi kullanır,

isterse uçuruma sevk edebilir. Fakat atın biçimini değiĢtiremez, onu istediği gibi

kullanamaz, istediği yere sevk edemez. BaĢını kesseniz ata korktuğu yerde bir

adım attıramazsınız. ĠĢte dilin vasıtalığı böyle bir vasıtalıktır, atın vasıtalığı

gibidir. AnlaĢmayı sağlamak bakımından bir vasıta gibi iĢ görür, fakat tabiî bir

varlığa sahiptir.

1
Canlı bir varlık

Tabiî bir varlık olan dilin kendisine mahsus birtakım kanunları vardır. Bunlar dil

kaideleridir. Dil kaideleri dilin yapısına hâkim olan, dilin yapısından ve

temayüllerinden doğmuĢ bulunan birtakım prensiplerdir. Bunlar dille birlikte

mevcut olup onun yapısının hususiyetlerini ifade ederler, temayüllerinin

istikametlerini gösterirler. Dil canlı bir varlıktır. Zaman zaman birtakım

değiĢiklikler, kendi bünyesinden doğan çeĢitli sebeplerle bazı geliĢmeler

gösterir. Bu değiĢiklikler ve geliĢmeler ona, uzun tarihi boyunca, daima serpilen

ve zaman içinde akıp gelen bir manzara verirler. Bu yüzden dilin tarihinde

birtakım merhaleler, birtakım geliĢme safhaları göze çarpar. Fakat bütün bu

değiĢiklikler ve geliĢmeler dil kaideleri çerçevesinde cereyan ederler. Dile yeni

kelimeler kazandırmak için dıĢarıdan yapılacak müdahalelerin de daima bu

kaideler çerçevesinde olması gerekir. Kendi kanunlarına aykırı zorlamaları dil

hiçbir zaman benimsemez. Canlı bir varlık olarak yapısı, fertlerin ve

cemiyetlerin istedikleri Ģekilde karıĢmalarına müsait değildir. Onun fertlere ve

cemiyetlere tâbi olmayan bir nizamı vardır. Bu nizamı meydana getiren Ģey

kendi kanunları, kendi kaideleridir. Bu kaideler dıĢına çıkacak bir müdahale dile

hiçbir Ģey kazandırmaz. Dil ancak kendi bünyesine uygun normal bir

müdahaleyi kabul eder. Normal bir müdahale ise sadece dilin tabiî geliĢme

yolunu açık tutmaktır. Yani dıĢarıdan dile, ancak, dilin tabiî geliĢmesini önleyen

bir durum varsa, müdahale edilmelidir. Zira bazen bünyesini saran yabancı

unsurlar, zararlı otlar gibi, dilin tabiî geliĢmesine engel olurlar. Böyle

durumlarda dilin tabiî geliĢme yolunu açık tutmak için yabancı unsurları

temizlemek üzere dile dıĢarıdan yardım etmek mümkündür ve lâzımdır. Böyle

bir yardım ise ancak dile kendi kaideleri içinde kalarak yanaĢmak Ģartı ile

2
faydalı olabilir. Çünkü dil kendi kanunları, kendi kaideleri içinde geliĢen canlı

bir varlıktır.

Gizli antlaşmalar sistemi

Dil bir gizli antlaĢmalar sistemidir. Canlı ve cansız varlıkları, mefhumları, hareketleri

karĢılayan kelimeler üzerinde, kelimelerin birbirleri ile münasebetleri ve fikirleri

anlatmak için yapılan kelime sırası üzerinde bir cemiyetin, bir kavmin, bir

milletin bütün fertleri gizli anlaĢmalar, gizli sözleĢmeler yapmıĢ durumdadırlar.

Bu suretle bir cemiyetin bütün fertleri bir varlığı hep ayni kelime ile karĢılarlar.

Meselâ bütün Türkler bildiğimiz sert cisme taş, suya su, ıĢığa ışık demek için

âdeta sözleĢmiĢlerdir. Bu sözleĢmeyi, bu gizli anlaĢmayı her cemiyet, her kavim

ayrı bir Ģekilde yapmıĢ, böylece her kavmin ayrı bir dili olmuĢtur. Ayni bir

varlığa Türkler taş, Farslar seng, Araplar hacer demiĢlerdir. Ayni duygu ve

düĢünceleri anlatmak için kelimelerin münasebeti ve sıralanıĢı da bu kavimlerde

baĢka baĢkadır. Çünkü her kavmin ayrı bir gizli antlaĢmalar sistemi vardır. Bir

kavmin bütün fertleri arasında mevcut olan bu gizli anlaĢma ve sözleĢmelerin

temeli bilinmeyen zamanlarda atılmıĢtır. Dil insanla birlikte var ola geldiğine

göre bu gizli anlaĢmaların kökleri ilk insanlara kadar gider. Yalnız, bu gizli

anlaĢmaların doğuĢu ve mahiyeti bilinmemektedir. Varlıkların ve hareketlerin

sözlerle karĢılanıĢı gibi bu karĢılayıĢın ayrı kavimlere göre farklı oluĢunun da

sebepleri ve mahiyeti meçhulümüzdür. Bu hususta mevcut kanaat dillerin

doğuĢunda tabiattaki sesleri taklidin mühim bir yeri olduğu merkezindedir.

Bugün her dilde ses taklidinden doğdukları açık olan bazı kelimeler de

mevcuttur. Fakat böyle bir kaç istisna dıĢında büyük kelime kütlelerinin her

hangi bir ses taklidi izi taĢımadıkları da muhakkaktır.

İçtimaî ve millî müessese

3
Dil içtimaî bir müessesedir. Fertlerin üstünde, bütün bir cemiyetin malı olan ve bütün

bir cemiyeti içine alan kuvvetli bir müessesedir. Cemiyetlerin en büyük

dayanağı dildir. Bir cemiyeti ayakta tutan, bir cemiyetin varlığını sağlayan,

devam ettiren, bir cemiyette sarsılmaz bir birlik yaratan müessese olarak dilin

oynadığı rol çok büyüktür. Bu bakımdan dil milleti teĢkil eden unsurların

baĢında gelir. Bir milleti, bir kavmi bazen tek baĢına ayakta tutar, millî benliği

muhafaza ederek, onu yok olmaktan, eriyip baĢkalaĢmaktan kurtarır. Demek ki

dil bir milletin en büyük millî müessesesidir. Bu içtimaî ve millî müessesenin

malzemecisi ise seslerdir, yapısı seslerden örülmüĢtür. Sesler yan yana gelerek

kelimeleri ve kelime dizilerini meydana getirir. O hâlde dil seslerden yapılmıĢ

bir bina, seslerden kurulmuĢ bir yapı, büyük bir sesler sistemi, seslerden

örülmüĢ içtimaî bir müessesedir.

YER YÜZÜNDEKĠ DĠLLER

2. Her kavmin ayrı bir gizli antlaĢmalar sistemi olduğuna göre yer yüzündeki kavimler

kadar da dil var demektir. Her kavmin dili kendi kavim ismi ile ilgili bir kelime

ile adlandırılır. Bizim dilimizde dil isimleri yapmak için kavim isimlerinin

sonuna -ca, -ce, -ça, -çe ekleri getirilir: Türkçe, Ġngilizce, Arapça gibi. Yer

yüzündeki diller bugün birbirlerinden ayrı ve müstakil bir durumda bulunmakla

beraber aralarında gurup gurup birtakım yakınlıklar vardır. Diller arasında

mevcut olan bu yakınlıklar bazen ancak dilcilerin anlayabileceği Ģekilde kapalı,

bazen de dilci olmayanların bile görebileceği derecede açıktır.

Yer yüzündeki diller arasında mevcut bulunan yakınlık ve benzerlikler iki nokta

etrafında toplanır: 1. menĢe, 2. yapı.

Dil âileleri

4
3. MenĢe bakımından birbirlerine yakın olan diller ayni kaynaktan çıkmıĢ bulunan

akraba dillerdir. Bu diller bir dil âilesi teĢkil ederler. Dünya dilleri bu Ģekilde

muhtelif dil âilelerine ayrılırlar. Bir dil âilesi bir ana dilden geliĢme yolu ile

ayrılmıĢ bulunan dillerin teĢkil ettiği topluluktur. Gerçi bir âiledeki dillerin

menĢei olarak kabul edilen ve ana dil sayılan bir dile ait metinlerin mevcudiyeti

pek enderdir. Fakat diller arasındaki benzerlikler, eskiden böyle bir dilin mevcut

bulunmuĢ olduğunu göstermekte; bir âile teĢkil eden ve bugün çok defa pek

büyük farklarla birbirinden uzaklaĢmıĢ bulunan dillerin, aslında, bilinmeyen bir

zamanda ve bilinmeyen bir sahada, binlerce sene evvel ve henüz tespit

edilemeyen bir arazide konuĢulmuĢ bulunan bir ana dilden çıkmıĢ oldukları

anlaĢılmaktadır. Bir ana dilin metinleri olmadığı hâlde, birçok hususiyetlerini

kendisinden türemiĢ bulunan âiledeki dilleri mukayese etmek suretiyle tespit

bile mümkündür.

Yer yüzündeki baĢlıca dil âileleri Ģunlardır:

Hint - Avrupa dilleri âilesi:

Bu dil âilesinin içine Macarca, Fince ve diğer bazı küçük memleketlerde konuĢulan

diller dıĢında kalan bütün Avrupa dilleri ile Asya dillerinden Farsça ve

Hindistan‘da mevcut birçok diller girer. Yani, adından da anlaĢılacağı gibi, Hind

- Avrupa dil âilesi biri Avrupa‘da, diğeri Asya‘da olmak üzere iki büyük kola

ayrılır.

Avrupa kolunun içinde Germen dilleri, Roman dilleri, Ġslâv dilleri olmak üzere üç

büyük kol vardır.

Germen dilleri koluna Almanca, Felemenkçe, Ġngilizce ve Ġskandinav dilleri girer.

5
Roman dilleri kolunun ana dili Lâtince‘dir. Bugün yaĢayan baĢlıca dilleri ise Fransızca,

Ġspanyolca, Portekizce, Ġtalyanca ve Rumence‘dir.

Ġslâv dilleri kolunu ise Rusça, Bulgarca, Sırpça, Lehçe gibi diller teĢkil eder.

Bunlardan baĢka Yunanca, Arnavutça, Keltçe, Litvanca da Hint - Avrupa âilesinin

Avrupa dillerindendir.

Yine tarihî bir dil olan Hititçe de Hint - Avrupa âilesinin Avrupa koluna girer.

Hint - Avrupa dil âilesinin Asya kolunda ise baĢlıca Hint - Ġran dilleri vardır. Bunlar

tarihî Sanskritçe ile bugünkü baĢlıca Hint dilleri ve tarihî Avestçe ile eski, orta

ve yeni Farsça‘dır.

YaĢayan dillerden Ermenice de bu kola dahildir.

Sâmi dilleri âilesi:

Bu âileye Akadca, Ġbranice, Arapça gibi diller dahildir.

Bantu dilleri âilesi:

Afrikadaki en büyük dil âilesi olan bu âileyi orta ve güney Afrika‘da konuĢulan Bantu

dilleri teĢkil eder.

Çin - Tibet dilleri âilesi:

Asya‘nın bu büyük dil âilesine Çin ve Tibet dilleri girer.

Dil gurupları

4. Yapı bakımından ise yer yüzündeki diller üç guruba ayrılır:

6
1. Tek heceli diller

2. Eklemeli (iltisaklı) diller

3. Çekimli (tasrifli) diller

Tek heceli diller

Tek heceli dillerde her kelime tek hecelidir. Kelimelerin çekimli hâlleri yoktur. Cümle

bir çekimsiz ve tek heceli kelimeler sırasından ibarettir. Cümlenin ifade ettiği

mâna umumiyetle kelime sırasından anlaĢılır. Kelimelerin diğer dillerde çekimle

veya ekle ifade edilen hâlleri ya hiç ifade edilmez veya ayrı bir kelime ile ifade

edilir. Tek heceli oldukları için Ģeklen birbirine çok benzeyen kelimeleri ayırt

etmek üzere çok zengin bir vurgu sistemi vardır. Birçok mefhumları karĢılamak

için de kelime kombinezonları kullanılır. Çin - Tibet dilleri bu guruba girerler.

Eklemeli diller

Eklemeli dillerde ise tek veya çok heceli kelime kökleri ile ekler vardır. Kelimelerden

yeni kelimeler veya kelimelerin geçici hâlleri yapılırken köklere ekler eklenir.

Bu ekleme sırasında kökler değiĢmez, köklerle ekler açık Ģekilde ayırt edilebilir.

Bu diller ön ekli veya son ekli olabilirler. Yani ekler bazen baĢa, bazen sona

getirilir. Türkçe, Macarca gibi diller eklemeli dillerdendir. Türkçe son ekli

eklemeli bir dildir.

Çekimli diller

Çekimli dillerde de tek ve çok heceli kökler ve birtakım ekler vardır. Fakat yeni kelime

yaparken ve çekim sırasında çok defa, köklerde bir değiĢiklik olur. Yani bazen

az sayıdaki ekler kullanılmakla beraber, umumiyetle gramer ifadeleri kökün bir

7
içten kırılma ile aldığı değiĢik Ģekillerle karĢılanır. Bazı dillerde bu değiĢiklik

çok defa kökü tanınmaz bir hâle getirir, yeni kelimede veya kelime hâlinde kökü

hatırlatacak hiçbir iz, hiçbir ses kalmaz. Hint - Avrupa dilleri böyledir. Bazı

dillerde ise kelime kökü ile yeni kelime veya kelime hâli arasında daima açık bir

bağ, ilgiyi gösteren belirli bir iz vardır. Kelime kökündeki asıl sesler yeni

kelimede veya kelime hâlinde hep ayni kalırlar, değiĢmezler. Sâmi dilleri,

meselâ Arapça bu guruba girer.

TÜRKÇENĠN DÜNYA DĠLLERĠ ARASINDAKĠ YERĠ

5. Yer yüzündeki diller arasında Türkçe‘nin içine girdiği gurup Ural - Altay dilleri

gurubudur. Ural - Altay dilleri yukarıda gördüğümüz diğer âileler gibi sağlam

bir âile teĢkil etmezler. Meselâ Hint - Avrupa dilleri arasındaki yakınlık bu

dillerde yoktur. Ural - Altay dilleri arasındaki yakınlık bir menĢe birliğinden çok

bir yapı birliği Ģeklindedir. Onun için bu dillere Ģimdilik bir dil âilesi değil, bir

dil gurubu olarak bakmak lâzımdır. Bir âile olmak, yani, bir menĢeden çıkmıĢ

bulunmak Ural - Altay dilleri için kuvvetli bir ihtimal olmakla beraber henüz

kesinleĢmiĢ değildir. Buna karĢılık yapı bakımından bu diller arasında bir

benzerlik vardır. Zira Ural - Altay dilleri eklemeli dillerdir. Ayrıca, birbirinden

farklı olmakla beraber, hepsinde derece derece ve umumî sistemi birbirine

benzeyen bir vokal uyumu vardır. Bunlardan baĢka Hint - Avrupa dillerinin

tesirinde kalanlar hariç olmak üzere, bu dillerde kelime sırası da aĢağı yukarı

aynidir.

ĠĢte baĢlıca hususiyetleri bu Ģekilde olan Ural - Altay dilleri, adından da anlaĢılacağı

gibi, Ural ve Altay olmak üzere iki kola ayrılırlar.

Ural kolu da yine Fin - Ugur ve Samoyed olmak üzere ikiye ayrılır.

8
Fin - Ugur kolunda ise muhtelif dalları ile Fince, Macarca‘yı da içine alan Ugurca ve

Permce vardır.

Samoyed koluna ise çeĢitli kolları ile Samoyedce girer.

Ural - Altay dillerinin Altay kolunda ise Ģu diller vardır: Mançuca, Moğolca, Türkçe.

Demek ki Türkçe Ural - Altay dillerinin Altay koluna bağlı bir dildir. Bu diller içinde

Türkçe‘ye en yakın olanı ise Moğolca‘dır.

KONUġMA DĠLĠ, YAZI DĠLĠ

6. Bir dilin iki cephesi vardır. Biri insanların karĢı karĢıya sesli olarak görüĢürken, yani

konuĢtukları zaman kullandıkları konuĢma dili; diğeri yazıda kullanılan, yani

insanların söylemek istediklerini yazı ile anlatırken kullandıkları yazı dilidir.

Konuşma dili — lehçe, şive, ağız

KonuĢma dili evde, sokakta, günlük hayatta kullanılan tabiî dildir. KonuĢma dili içtimaî

muhitlere bağlı olarak bir dil sahası içinde farklı Ģekiller gösterir. Bu farklar esas

itibariyle kelimeleri söyleyiĢ ile bazı ses ve Ģekil ayrılıkları etrafında toplanır.

Bir dil sahası içinde bir kavmin muhtelif kabileleri, bir ülke içinde muhtelif

bölge ve Ģehirler ayrı konuĢma dillerine sahip olabilirler. Bu Ģekilde bir dilin

muhtelif lehçeleri, Ģiveleri ve ağızları bulunur. Bunlardan lehçe bir dilin bilinen

ve takip edilebilen tarihinden önce, karanlık bir devrinde kendisinden ayrılmıĢ

olup çok büyük ayrılıklar gösteren kollarına denir. Şive bir dilin, bilinen tarihî

seyri içinde ayrılmıĢ olup bazı ses ve Ģekil ayrılıkları gösteren kolları, bir

kavmin ayrı kabilelerinin birbirinden farklı konuĢmalarıdır. Ağız ise bir Ģive

içinde mevcut olan ve söyleyiĢ farklarına dayanan küçük kollara, bir

memleketin çeĢitli bölge ve Ģehirlerinin kelimeleri söyleyiĢ bakımından

9
birbirinden ayrı olan konuĢmalarına verdiğimiz addır. Ağız‘larda ses (söyleyiĢ),

şive‘lerde ses ve Ģekil, lehçe‘lerde ise ses ve Ģekilden baĢka kelime ayrılıkları,

kelime sahasına inen ayrılıklar bulunur. Meselâ Türkçe‘den bilinmeyen

zamanda ayrılmıĢ olan ÇuvaĢça ve Yakutça Türkçe‘nin lehçeleri; Kırgızca,

Kazakça, Özbekçe, Azeri ve Osmanlı Türkçe‘si vb. Türkçe‘nin Ģiveleri;

Karadeniz, Konya, Ġstanbul Türkçeleri vb. Türkiye Türkçesinin ağızlarıdır.

Yazı dili

Yazı dili eserlerde, kitaplarda, tek kelime ile, yazıda kullanılan dildir. Yazı dili bir

medeniyet dilidir. Tarih boyunca ancak medeniyeti, kültürü, edebiyatı olan

kavimlerin yazı dilleri olmuĢtur. Yazı dili bir kavmin kültür dili, edebiyat dili

olduğu için ona edebî dil de denir. Bir dil sahası içinde veya bir memlekette,

Ģive ve ağızlar çeĢitli olduğu hâlde, bir tek yazı dili bulunur. Bu bakımdan yazı

dilinin hudutları konuĢma dillerininkinden çok geniĢ olup ayrı konuĢma

bölgeleri bulunan bütün bir ülkeyi içine alır. Her bölgenin tabiî dili konuĢma

dilidir. Fakat o dil yalnız kendi bölgesinde geçer ve yazıda kullanılmaz. Yazıda

bütün bölgeler tabiî konuĢma dillerinden baĢka, müĢterek bir dil kullanırlar.

Meselâ geliyorum kelimesi Karadeniz ve Konya ağızlarında baĢka baĢka

söylenir, fakat bir Trabzonlu da, bir Konyalı da bu kelimeyi geliyorum Ģeklinde

yazar. Yani, umumiyetle hiçbir bölgede konuĢulduğu gibi yazılmaz, yazıldığı

gibi konuĢulmaz. Bu sebeple yazı dili sun‘î bir dildir. Fakat bu sun‘îlik onun

tabiî konuĢma dilinden ayrı olmasındandır. Yoksa yazı dili uydurma bir dil

değildir, aslında yine bir konuĢma diline dayanır. Her yazı dili bir konuĢma

dilinden doğmuĢtur. Bir dil sahası içindeki muhtelif konuĢmalardan bir tanesi,

çeĢitli sebeplerle yazı dili hâline gelir. Bu bakımdan yazı dili bir memleketin

diğer bütün konuĢma bölgeleri için sun‘î olduğu hâlde, bir konuĢma bölgesi için

10
bir dereceye kadar tabiî bir dildir. Bir dereceye kadar diyoruz, çünkü yazı dili,

dayandığı konuĢma diline bile yüzde yüz uymaz. Onun içine, bağlı olduğu

konuĢma dilinin dıĢındaki diğer konuĢma dillerinden de bazı unsurlar girebilir.

Bu suretle yazı dili, yalnız bir konuĢma ile kalmayıp, bütün bir dil sahasının

çeĢitli kaynakları ile beslenir. Hattâ bazen yabancı dillerin çeĢitli unsurlarının

istilâsına uğrayarak büsbütün sun‘î bir dil hâline bile gelebilir. Sonra, yazı dili

konuĢma diline göre daha muhafazakârdır. Bağlı olduğu konuĢma dilindeki

değiĢme ve geliĢmeler hemen yazı diline aksetmez. ĠĢte bütün bunlardan

dolayıdır ki yazı dili bağlı olduğu konuĢma diline bile hiçbir zaman yüzde yüz

uymaz. Aralarında daima bir ayrılık, bir farklılık vardır. Yalnız bu ayrılığın

derecesi dillere göre değiĢir. Bazı dillerde aradaki açıklık çok, bazılarında ise

azdır. Türkçe‘mizde bu fark bugün en aĢağı bir durumdadır. Gerçekten bugün,

yazı dilimizle onun bağlı olduğu Ġstanbul Türkçe‘si arasındaki ayrılık yok

denecek bir derecededir. Bu yüzden Ġstanbul Türkçe‘si yazı dili vasıtasıyla

yurdun diğer konuĢma bölgelerine de bir konuĢma dili olarak yerleĢmekte,

bilhassa okumuĢlar çevresini içine almak üzere, bütün Türkiye çapında bir

konuĢma dili hâline gelmektedir.

Yazı dili ile konuĢma dili arasında bir ayrılık daha vardır ki, esas yapı bakımından

birbirlerine ne kadar yakın olurlarsa olsunlar, bu ayrılık onları her dilde ve her

zaman birbirinden çok farklı durumda bulundurur. Bu ayrılık onların kullanıĢ

bakımından gösterdiği ayrılıktır. Yukarıda konuĢma dilinin tabiî, yazı dilinin ise

sun‘î olduğunu söylemiĢtik. KullanıĢ bakımından da, görünüĢte konuĢma dili

tabiî, yazı dili sun‘îdir. KonuĢma dili günlük hayatta kullanılan canlı dildir.

SöyleniĢ hâlinde vazife görür, seslidir. Anlatmak istenilen Ģeyi ifade için çeĢitli

vurgulardan ve ses tonundan geniĢ ölçüde istifade edilir. Ayrıca yüz yüze veya

karĢılıklı olduğu için konuĢmada yüz ve vücut hareketlerinden, el ve baĢ

11
iĢaretlerinden her an faydalanmak imkânları mevcuttur. Yine karĢılıklı olması

dolayısıyla, söylenmek istenilen anlaĢılmadığı takdirde ona dönmek, onu

açıklamak daima mümkün olduğu için, söylenecek sözlerin bir kısmı dinleyenin

anlayıĢına bırakılır. Sonra, konuĢmada ayrıca düĢünmeğe vakit yoktur. Onun

için eni boyu fazla ölçülmez, söylenenlerin sağına soluna fazla dikkat edilmez.

ĠĢte bütün bunlardan dolayı konuĢma dili geliĢigüzel dildir. Onda dilin

ölçülerine yüzde yüz uyulmaz, dil kaidelerine, kelime sırasına dikkat edilmez.

Dilin kaideleri, icapları, kelime sırası konuĢma dilinde konuĢanların kafalarının

içindedir, dillerinde değildir. GeliĢigüzel söylenenleri kafalarına yerleĢmiĢ

bulunan dil süzgecinden geçirerek, dil mantığına vurarak tam ve muntazam

ifadeler hâlinde anlarlar, benimserler. Yani, konuĢma dili günlük dil olduğu için,

sesli ve canlı olduğu için, kısacası, olduğu gibi olduğu için tabiîdir. Fakat bu

tabiîlik görünüĢtedir. Dilin yapısına uygunluk, dil kaidelerine bağlılık, kelime

sırasına dikkat bakımından konuĢma dili tabiî dil değildir. Dilin tabiî

kanunlarının tam hakkını vermez.

Yazı dilinde ise dilin ifade vasıtası sadece yazıdır. Ortada sesli dil yoktur, seslenmeğe

hazır bir dil vardır. Sonra, tek taraflıdır, onda yüz yüzelik değil, bir gıyabîlik

vardır. Bu sebeplerle anlatmak islenilenlerin tam olarak anlaĢılması için yazı dili

hususî bir dikkat ister. Dilin bütün icaplarını göz önünde bulundurmak, dil

kaidelerine bağlı kalmak, kelimeleri, cümle unsurlarını karıĢıklığa meydan

vermeyecek Ģekilde yerli yerine koymak gerekir. Bunun için de düĢünmek

lâzımdır. DüĢünce geliĢigüzel olmadığı, dilin mantığına uygun bir sıra içinde

aktığı için düĢüncelere uygun bir Ģekil ve sıra içinde ortaya çıkan yazı dili de

dilin yapısına tam bir bağlılık gösterir. Demek ki bir dilin tam bir ifade

kabiliyetine sahip olan cephesi yazı dilidir. Dil kaidelerine uygunluk onu ifade

bakımından tam mânâsiyle efrâdını câmi ağyârını mâni hâle getirir. Yazı dili

12
olduğu gibi, geldiği gibi olmadığı için, düĢünülerek ve muayyen esaslara dikkat

edilerek kullanıldığı için görünüĢte sun‘îdir. Fakat görülüyor ki aslında onun bu

sun‘îlikten doğan gerçek bir tabiîliği vardır. Dilin tabiî yapısına uygun, o tabiî

yapıyı en iyi ortaya koyan dil olarak aslında konuĢma dilinden daha sağlam ve

daha tabiî bir yapıya sahiptir.

KonuĢma dili canlı bir dil olarak nesillere, fertlere bağlıdır. GeliĢme seyri içinde çeĢitli

safhaları nesillerle beraber ortadan kalkar. Ancak yaĢayan Ģekli tesbit edilebilir.

Onun için dillerin, uzun tarihleri boyunca, Ģivelerini takip imkânı yoktur. Bu

hususta ancak Ģiveler üzerine yazılmıĢ eserlerden bilgi edinilebilir ki bunlar da

son derece mahduttur. KonuĢma dillerinin takibi ancak son devirde, Ģiveleri

tesbit eden metinler ve ses makineleri sayesinde mümkün olmaktadır.

Buna karĢılık yazı dili yazılı olduğu için dillerin tarihî geliĢmesi yazı dilinden takip

edilebilmektedir. Onun için bir dilin geçmiĢinden bahsetmek, tarih içindeki

geliĢmesine bakmak demek, yazı dilinin tarihî geliĢmesine bakmak demektir.

Yazı dili de dilin en gerçek aynası olduğu için onda bir dilin asırlar içinde akıp

gelen yapısını görmek mümkündür. Türkçe‘yi de uzun tarihi boyunca bu Ģekilde

yazı dili olarak takip etmekteyiz. Tarihî Ģiveler hakkında ise elimizde sadece

KâĢgarlı Mahmud‘un asırda temas imkânını bulduğu Ģiveler için verdiği

bilgiler vardır.

TÜRK YAZI DĠLĠNĠN TARĠHÎ GELĠġMESĠ

Eski Türkçe

7. Türk yazı dilinin ele geçen ilk örnekleri Orhun âbidelerinin metinleridir. Fakat bu

metinler Ģüphesiz Türk yazı dilinin ilk örnekleri değildir. Çünkü Orhun

âbidelerindeki dil yeni teĢekkül etmiĢ bir yazı dili olarak değil, çok iĢlenmiĢ bir

13
yazı dili olarak karĢımıza çıkmaktadır. Bu bakımdan, Türk yazı dilinin

baĢlangıcını ele geçen bu ilk metinlerden çok daha öncelere çıkarmak gerekir.

Türk yazı dilinin sekizinci asırdan sonraki geliĢmesi ile mukayese edilerek bir

tahmin yürütülürse, Orhun abidelerindeki yazı dilinde hiç değilse bir kaç asırlık

bir geliĢme mevcut olduğuna kolaylıkla hükmolunabilir. Buna göre Türk yazı

dilinin baĢlangıcını Milâdın ilk asırlarına, hiç olmazsa Orhun âbidelerinden bir

kaç asır önceye çıkarmak doğru olur. Fakat Orhun kitabelerinden daha eski bir

metin ele geçmediği için bu yazı dilini ancak sekizinci asırdan itibaren takip

edebilmekteyiz.

ĠĢte nazarî olarak Milâdın ilk asırlarında baĢladığını kabul ettiğimiz ve ilk ele geçen

metinleri sekizinci asra ait olan bu yazı dili 12 - asra kadar devam etmiĢ

olup, bu devre Türk yazı dilinin ilk devresini teĢkil etmektedir. Bu ilk yazı dili

devresi ayni zamanda müĢterek bir yazı dili devresidir. Yani bu yazı dili bütün

Türklüğün tek yazı dili olarak kullanılmıĢ, Orta Asya‘da geniĢ bir sahayı

kaplayan Türklük âlemi asırlar boyunca hep ayni dille okuyup yazmıĢtır. O

devirden kalma eserlerde görülen ufak tefek farklar ise saha ve zaman

farklarından ileri gelen normal ayrılıklar olup tek bir yazı dilinin hudutlarını

aĢacak mahiyette değildir. KâĢgarlı‘nın en çok beğendiği ve Ģivelerle

karĢılaĢtırırken ―Türkçe‖ diye adlandırdığı, Hakaniye Türkçe‘si, yahut baĢka

eserlerde KâĢgar dili, KâĢgar Türkçe‘si adı ile anılan dil hep bu ilk Türk yazı

dilidir. Bu yazı dili devresinden gelen eserlerin büyük bir kısmı Uygur yazısı ile

yazılmıĢ olduğu için bu devreye Uygur devresi, bu yazı diline de Uygurca

denilebilir. Fakat Türkoloji öğretiminde Türkçe‘nin bu ilk devresi için bugün en

uygun isim olarak ―Eski Türkçe‖ tâbirini kullanmaktayız. Türkçe‘nin ondan

sonraki çeĢitli geliĢmelerinin kaynağı hep bu devreye çıkmakla, bugün geniĢ

sahalarda ayrı kollara ayrılmıĢ bulunan Türkçe‘nin bütün Ģekillerinin menĢei bu

14
devrede bulunmakta, kısacası, Türkçe‘nin bütün yapısı bu devre ile izah

edilebilmektedir. Demek ki bu devre Türkçe‘nin ana Türkçe devresi, ilk devresi,

eski devresidir. Onun için bu devreyi ―Eski Türkçe‖ diye adlandırmak çok

yerindedir. Bu kitapta biz de bu ismi kullanacağız.

O hâlde Türk yazı dilinin ilk devresi Eski Türkçe‘dir. Eski Türkçeden daha önceki devir

ise Türkçe‘nin karanlık devridir. O devir artık Eski Türkçe‘nin ÇuvaĢça ve

Yakutça ile, bunların da daha ileride Moğolca ile birleĢtikleri devirdir.

Türkçe tarih boyunca iki gramer yapısına sahip olmuĢtur. Eski Türkçe devresi

Türkçe‘nin eski gramer yapısını temsil eder. Ondan sonraki devreler Türkçe‘nin

yeni gramer yapısına sahip olan devrelerdir.

Kuzey-doğu Türkçe’si, Batı Türkçe’si

8. Eski Türkçeden sonraki devre gelince, bu devirde Türkçe karĢımıza birden fazla yazı

dili ile çıkmaktadır. Eski Türkçe‘nin sonlarında Orta Asya‘daki Türklük

âleminin parçalanarak büyük kütleler hâlinde Hazar Denizinin güney ve

kuzeyinden kuzeye ve batıya yayılması, yeni kültür merkezlerinin meydana

gelmesi, Ġslâm kültürünün Türkler arasına gittikçe kuvvetli bir Ģekilde

yerleĢmesi, yeni mefhumlarla birlikte yeni bir yazının kabulü gibi çeĢitli dıĢ

sebeplerle beraber Türkçe‘nin içinde bir müddetten beri kendisini hissettiren

tabiî geliĢmeler neticesinde ortaya çıkan büyük değiĢiklikler yazı dili birliğini

parçalayarak Eski Türkçe‘nin ömrünü tamamlamıĢ ve ayrılan Türklük kollarının

yeni kültür merkezleri etrafında kendi Ģivelerine dayanan yazı dilleri meydana

getirmeleri birden fazla yeni yazı dilinin doğmasına ve geliĢmeğe baĢlamasına

sebep olmuĢtur. Böylece asırdan sonra biri Kuzey-doğu Türkçe’si, diğeri

Batı Türkçe’si olmak üzere iki Türk yazı dili meydana geldiğini görmekteyiz.

15
Kuzey Türkçe’si, Doğu Türkçe’si

9. Bunlardan Kuzey-doğu Türkçe‘si önce 13 ve asırlarda, bir müddet, Eski

Türkçe‘nin tabiî ve yeni bir devamı olarak eski ve yeni arasında köprü vazifesi

gören bir geçiĢ devresi hâlinde devam etmiĢ, sonra asırdan itibaren Kuzey

Türkçe‘si ve Doğu Türkçe‘si olarak iki yeni yazı diline ayrılmıĢtır. Son

zamanlara kadar devam eden bu yazı dillerinden Kuzey Türkçe‘si, Kıpçak

Türkçe‘sidir. Doğu Türkçe‘si ise Çağatayca gibi yanlıĢ bir isimle anılan ve

Timur devrinde baĢlayarak ve asırlarda kuvvetli bir edebiyat meydana

getirmek suretiyle en parlak çağını yaĢadıktan sonra son zamanda yerini modern

Özbekçe‘ye bırakan yazı dilidir.

Batı Türkçe’si

Batı Türkçesi‘ne gelince, bu yazı dili asrın ikinci yarısı ile asrın ilk yarısında

teĢekküle baĢladığı anlaĢılan, asrın ikinci yarısından itibaren de metinlerini

günümüze kadar aralıksız bir Ģekilde takip ettiğimiz yazı dilidir. Selçuklulardan

baĢlayarak bugüne kadar gelen ve devam etmekte olan bu yazı dili, Türklüğün

en büyük ve en verimli yazı dili durumundadır. Batı Türkçesinin esasını Oğuz

Ģivesi teĢkil eder. Onun için bu yazı diline Oğuz Türkçe‘si de denilebilir. Oğuz

Ģivesi Hazar Denizinden Balkanlara kadar uzanan sahaya yayılmıĢ bulunan

Türkçe‘dir. Bu saha ise batı Türklerinin yaĢadığı sahadır. Onun için Oğuz yazı

diline, Oğuz Türkçe‘sine umumî olarak Batı Türkçe‘si adını vermekteyiz.

Türkolojide Batı Türkçe‘si için bazen Cenup Türkçe‘si veya Cenup ġivesi adı

da kullanılmaktadır. Fakat bu ġimal Türkçe‘sine göre verilen bir addır ve

Ģüphesiz Batı Türkçe‘si kadar uygun değildir.

Azeri Türkçe’si, Osmanlı Türkçe’si

16
Batı Türkçesinin içinde saha bakımından zamanla iki daire meydana gelmiĢtir.

Bunlardan biri Azeri ve Doğu Anadolu sahasını içine alan doğu Oğuzcası, diğeri

Osmanlı sahasını içine alan batı Oğuzcasıdır. Doğu ve batı Oğuzcaları arasında

ilk asırlarda çok küçük saha farkları dıĢında bir ayrılık mevcut olmamıĢ, bu saha

farkları yavaĢ yavaĢ geniĢleyerek ancak asırdan sonra doğu ve batı Oğuzca

dairelerini meydana getirmiĢtir. Bununla beraber arada yine iki yazı dili olacak

kadar fark mevcut değildir ve her ikisi de ayni Ģiveye, yani Oğuz Ģivesine

dayandıkları için Azeri ve Osmanlı Türkçeleri ancak tek bir yazı dilinin kardeĢ

iki dairesi sayılabilirler. Esasen doğu ve batı Oğuzcası arasındaki farklar daha

çok Ģivede yani konuĢma dilinde kalmıĢ, devamlı olarak Osmanlı kültür ve

edebiyatının tesiri altında kalan Azeri sahasında yazı dili, Osmanlı

Türkçe‘sinden konuĢma dilindeki ile mukayese edilemeyecek kadar az bir

ayrılık göstermiĢtir.

Azeri ve Osmanlı Türkçeleri arasında, daha çok Ģivede kalan bu ayrılığın sebeplerini

doğu Oğuzcasına Oğuz dıĢı Türk Ģivelerinin, bilhassa zaman zaman kuzeyden

gelen Kıpçak unsurlarının yaptığı tesir ile Ġlhanlılardan kalan bazı Moğol

izlerinde aramak lâzımdır. Bunlardan birincisi doğu Oğuzcasını batı

Oğuzcasından bazı Ģekiller bakımından biraz farklı yapmıĢ, ikincisi ise Azeri

Türkçe‘sinde bazı Moğol asıllı kelimeler bırakmıĢtır. Bilhassa konuĢma dili

bakımından birbirinden farklı olan Azeri ve Osmanlı Türkçe‘si arasındaki

baĢlıca ayrılıklar, kelime baĢındaki b-m, kelime içindeki q-ġ, h, ilk hecedeki e-i,

kelime baĢındaki t-d ile akkuzatif ve bazı fiil çekim Ģekilleri etrafında toplanır.

Bu ayrılıklar daha çok konuĢma dilinde kaldığı, yazı diline aksedenlerin ise

ancak son devir Azeri Türkçe‘sinde görülebildiği, Azeri sahasında yetiĢen

baĢlıca edebî Ģahsiyetlerin bulunduğu asırdan önce de doğu ve batı

17
Oğuzcaları arasında kayda değer bir ayrılık bulunmadığı için bu iki Oğuz

Türkçe‘si yazı dili olarak Batı Türkçe‘si adı altında bir bütün teĢkil ederler.

Batı Türkçesinin gelişmesi

Batı Türkçesinin yedi asırlık uzun hayatında bazı merhaleler vardır. Bu merhaleler

onun iç ve dıĢ geliĢme seyri içinde görülen çeĢitli safhalardır. Gerçekten Batı

Türkçe‘si uzun geliĢme seyri içinde bugüne kadar iç ve dıĢ yapısı bakımından

muhtelif geliĢmeler ve değiĢiklikler göstermiĢtir. Ġç yapı bakımından gösterdiği

değiĢiklikler, Türkçe kök ve eklerde görülen bazı ses ve Ģekil değiĢiklikleri olup,

doğrudan doğruya Türkçe‘nin tabiî geliĢmesi ile ilgilidir. DıĢ yapı bakımından

Batı Türkçe‘sinde görülen çeĢitli safhalar ise, Türkçe‘nin bünyesi ile ilgili

olmayıp, onun, içine karıĢan yabancı unsurlara göre aldığı değiĢik

görünüĢlerden ibarettir.

Demek ki Batı Türkçe‘sinde Türkçe‘den baĢka bir de yabancı unsurlar vardır. Bu

unsurlar çeĢitli Arapça ve Farsça kelime ve terkiplerdir. Türklerin Ġslam kültürü

çerçevesine girmeleri dolayısıyla Türkçe‘ye sokulan Arapça ve Farsça unsurlar,

Türkçe‘yi Eski Türkçeden sonra, yeni yazı dilleri devresinde istilâya baĢlamıĢ,

bu istilâ bilhassa Batı Türkçe‘sinde korkunç bir geliĢme göstererek bir kaç asır

içinde Türkçe‘yi âdeta tanınmaz bir hâle getirmiĢtir.

Arapça ve Farsça unsurların Batı Türkçe‘si içindeki durumu yedi asır boyunca hep ayni

olmamıĢ ve çeĢitli safhalar göstermiĢtir. Bu sebeple Batı Türkçe‘si içinde hem

Türkçe bakımından, hem de yabancı unsurlar bakımından birbirinden farklı bir

kaç devre var demektir.

ĠĢte asırdan günümüze kadar Batı Türklerinin yazı dili ola gelmiĢ bulunan Batı

Türkçe‘si iç ve dıĢ geliĢme ve değiĢiklikler bakımından Ģu üç devreye ayrılır:

18
1. Eski Anadolu Türkçe’si

2. Osmanlıca

3. Türkiye Türkçe’si

Eski Anadolu Türkçe’si

Eski Anadolu Türkçe’si 13, 14 ve asırlardaki Türkçe‘dir. Batı Türkçesinin ilk

devrini teĢkil eden bu Eski Anadolu Türkçe‘si bilhassa Türkçe bakımından

kendisinden sonraki iki devreden çok farklıdır. Bu devreye Batı Türkçesinin bir

oluĢ, bir kuruluĢ devresi olarak bakmak yerinde olur. Batı Türkçesini Eski

Türkçe‘ye bağlayan birçok bağlar bu devrede henüz kendisini iyice

hissettirmektedir. Bu devreden sonraki Türkçe‘de gördüğümüz birçok yeni

Ģekiller bu devrede henüz Eski Türkçedeki eski Ģekillerinin izlerini

taĢımaktadırlar. Eski Anadolu Türkçe‘si bir taraftan böylece Eski Türkçe‘nin

izlerini taĢırken diğer taraftan köklerde ve eklerde bazı ses ve Ģekil ayrılıkları

göstermek suretiyle Osmanlıca ve Türkiye Türkçe‘sinden biraz farklı bir durum

arzeder. Öyle ki Batı Türkçe‘si içinde Türkçe bakımından mevcut baĢlıca

değiĢiklikler bu devre ile bundan sonraki iki devre arasındaki değiĢikliklerdir.

Yani Batı Türkçesini yalnız Türkçe bakımından devrelere ayırırsak Eski

Anadolu Türkçe‘si ve Osmanlıca - Türkiye Türkçe‘si diye ikiye ayırmamız icap

eder. Osmanlıca ile Türkiye Türkçe‘si arasında Türkçe bakımından, Eski

Anadolu Türkçe‘sinden Osmanlıcanın ilk devirlerine taĢan bir kaç Ģekil dıĢında,

bariz bir ayrılık yoktur.

Eski Anadolu Türkçe‘si yabancı unsurlar bakımından denilebilir ki Batı Türkçesinin en

temiz devridir. Bu devirde Türkçe‘ye Arapça ve Farsça unsurlar girmeğe

baĢlamıĢtır. Fakat bu unsurlar kesifliğini yavaĢ yavaĢ arttırmıĢ ve ancak

19
devrenin sonlarında geniĢ bir istilâ baĢlangıcı hâlini alarak Osmanlıcanın

doğuĢunu hazırlamıĢtır. Eski Anadolu metinlerinde görülen Arapça ve Farsça

kelimeler henüz çok fazla olmadığı gibi devrenin sonlarına doğru artan terkipler

de henüz açık ve basit bir durumdadır. Yabancı unsurlar bakımından bu devirde

manzum ve mensur metinler arasında da oldukça fark vardır. Gittikçe artan

yabancı kelime ve terkipler daha çok nazım dilinde görülür. Nesir dili ise çok

temiz ve duru bir Türkçe olarak devrenin sonunda bile Arapça ve Farsça

kelimeler ve bilhassa terkiplerden mümkün olduğu kadar uzak kalmıĢtır.

asrın ortalarına doğru ikinci Murat devrinde geniĢ bir kültür hamlesinin ifadesi

olarak meydana getirilen telif ve tercüme pek çok Türkçe eserin dili bunu açıkça

göstermektedir. Nazım dilinde ise, Ģiirin Fars taklitçiliği üzerine kurulması ve

vezin, Ģekil zaruretleri yüzünden duruluk çok muhafaza edilememiĢ ve

Türkçe‘deki geliĢmeler bakımından devre daha bitmeden, asırda, basit de

olsa terkipler ve yabancı kelimeler adam akıllı çoğalmıĢ ve Türkçe‘yi sarmıĢtır.

Bu yüzden asrın ikinci yarısı Osmanlıcanın temelini atan, onun baĢlangıcını

teĢkil eden bir devir olmuĢ, Eski Anadolu Türkçe‘si Türkçe hususiyetleri

bakımından devrini ancak Osmanlıcanın baĢlarında tamamlamıĢtır.

Eski Anadolu Türkçesinin cümle yapısı ise Türkçe‘nin baĢlangıçtan bugüne kadar hep

ayni kalan normal cümle yapısı dıĢına çıkmamıĢtır. Gerek nesirde, gerek Ģiirde

Türk cümlesi bu devirde normal, sade, anlaĢılan, unsurları yerli yerinde ve

doğru cümle olarak kalmıĢ, tercüme sadakati yüzünden nadir olarak kırıldığı

yerler dıĢında, umumiyetle sağlam yapısını muhafaza ederek Osmanlıca devrine

girmiĢtir.

20
Osmanlıca

Osmanlıca Batı Türkçesinin ikinci devri olup asrın sonlarından asrın

baĢlarına kadar devam etmiĢ olan yazı dilidir. Dört asırdan fazla bir ömrü olan

Osmanlıca, Ģüphesiz hep ayni kalmamıĢ, baĢtan ve sondan geçiĢ devirlerinde ve

ortada, hudutları kesin olarak çizilemeyen birbirine geçmiĢ çeĢitli iç merhâleleri

olmuĢtur. Fakat iç ve dıĢ bakımından esas vasıfları itibariyle Osmanlıca ismi

altında bu ismin çok iyi ifade ettiği bir bütünlük gösterir.

Türkçe bakımından, Osmanlıca‘da aĢağı yukarı mühim hiçbir değiĢiklik olmamıĢ, Eski

Anadolu Türkçe‘sinden sonra günümüze kadar Türkçe‘nin baĢlıca Ģekilleri

hemen hemen hep ayni kalmıĢtır. Yani gramer Ģekilleri bakımından Osmanlıca

ile Türkiye Türkçe‘si arasında belirli bir ayrılık yoktur. Yukarıda da

söylediğimiz gibi Türkçe bakımından ancak bu son iki devre ile Eski Anadolu

Türkçe‘si arasında belirli ayrılıklar vardır. Osmanlıca ile Türkiye Türkçe‘si

arasında çok küçük Ģekil farklarına rastlansa bile bunlar zaman ayrılıklarına

dayanan basit değiĢikliklerden baĢka bir Ģey sayılmamalıdırlar. Eski Anadolu

Türkçe‘si, Batı Türkçesinin eski gramer Ģekillerini, Osmanlıca ile Türkiye

Türkçe‘si ise Batı Türkçesinin yeni gramer Ģekillerini ihtiva eden devrelerdir.

Yani, gramer Ģekilleri bakımından Osmanlıca ile Türkiye Türkçe‘si arasında bir

devre farkı yoktur.

Devrelerin birbirine geçiĢi keskin çizgilerle ayrılamayacağı için eski Anadolu Türkçe‘si

ile Osmanlıca arasında da uzun bir geçiĢ safhası olmuĢtur. Osmanlıca‘nın

baĢlangıcını teĢkil eden ve asrın ikinci yarısı ile asrın ilk yarısını içine

alan devirde eski gramer Ģekilleri, yerlerini henüz tamamıyla yeni Ģekillere

bırakmıĢ değillerdi. Bu eski Ģekillerden bazıları Osmanlıca‘nın içinde daha

sonraları da kendisini muhafaza etmiĢ, bunlardan kliĢeleĢmiĢ olarak Türkiye

21
Türkçe‘sine geçenler bile olmuĢtur. Bazı yeni Ģekiller ise oluĢunu ancak

Osmanlıca içinde tamamlamıĢ veya kullanıĢ sahasına bu devirde çıkmıĢtır. ĠĢte

geçiĢ devrindeki normal geliĢmeler, ondan sonraki küçük sızıntılar ve bazı yeni

Ģekillerin ortaya çıkıĢı dıĢında, Osmanlıca‘ya Türkçe bakımından baĢından

sonuna kadar bir durgunluk hâkim olmuĢ, asırdan günümüze kadar Türkçe

gramer Ģekilleri bakımından belirli hiçbir geliĢme kaydetmemiĢtir.

Osmanlıca‘yı batı Türkçe‘si içinde bilhassa Türkiye Türkçe‘sinden ayrı bir devre

hâlinde tutan Ģey onun dıĢ yapısıdır. Ġç yapı, yani Türkçe bakımından yalnız

Eski Anadolu Türkçe‘sinden farklı bulunan Osmanlıca, dıĢ yapı, yani yabancı

unsurlar bakımından Eski Anadolu Türkçe‘sinden de, Türkiye Türkçe‘sinden de

çok büyük farklarla ayrılan bir devre manzarası gösterir. Bu devre Türkçe‘nin

yabancı unsurlar tarafından tam mânâsiyle istilâ edildiği, Türkçe‘yi Arapça ve

Farsça unsurların son haddine kadar sardığı devredir.

Osmanlıca devrinde Türkçe‘yi saran bu Arapça ve Farsça unsurlar, sayısız Arapça ve

Farsça kelime ve terkipler olup esas itibariyle isim sahası içinde kalmıĢtır. Fakat

bu sahada o kadar ileri gidilmiĢtir ki bütün isim cinsinden kelimeler ve cümle

içinde isim muamelesi gören bütün kelime gurupları Arapça ve Farsça

kelimelere ve terkiplere boğulmuĢtur. Bu müthiĢ istilâdan fiil kökleri bile

yakasını kurtaramamıĢ, Türkçe‘nin basit fiil kökleri yerine Arapça ve Farsça

kelimelerle Türkçe yardımcı fiillerden yapılmıĢ birleĢik fiiller kullanılarak

Türkçe, bugün de yaĢamakta olan sayısız yabancı köklü birleĢik fiil ile

dolmuĢtur. Fiil dıĢında kalan isim cinsinden bütün kelimeler ve isim muamelesi

gören kelime gurupları sahasını böylece Arapça ve Farsça kelimelere, sıfat ve

izafet terkiplerine kaptıran yazı dilinde umumiyetle Türkçe olarak isim ve fiil

çekimi ile cümle yapısı kalmıĢtır. Fakat cümle yapısı da, Türkçe kalmakla

22
beraber, ağır darbeler yemekten kendisini kurtaramamıĢ, birçok defa esas

bünyesi yıkılarak bozuk bir kelime yığınından ibaret olmuĢtur. Hülâsa, Türk

yazı dili Osmanlıca devrinde esas yapısı Türkçe olan fakat Türkçe, Arapça ve

Farsça‘dan meydana gelen üçüzlü, karıĢık ve son derece sun‘î bir dil manzarası

göstermiĢtir.

Osmanlıca’nın devreleri

Yabancı unsurların durumu bakımından Osmanlıca içinde üç devre vardır.

Osmanlıca‘nın asrın sonu ile asrın büyük bir kısmını içine alan ilk

devresi Eski Anadolu Türkçe‘sinde yazı diline sokulmağa baĢlayan Arapça ve

Farsça unsurların Türkçe‘yi istilâ iĢinin çok sür‘atlendiği devredir. Bu devre,

Osmanlıların Ġstanbul‘a yerleĢmesinden sonra kurulan saray hayatı ile baĢlamıĢ,

bu saray etrafında geliĢen edebiyat ve kültür hayatının Arap ve Fars kültür ve

edebiyatının nüfuzu altına girmesi Türk yazı diline bambaĢka bir istikamet

vermiĢtir. Bu devrede Türkçe Eski Anadolu devresindeki duruluğunu

kaybetmiĢ, yabancı unsurların kesafeti iyiden iyiye artmıĢtır. Fakat daha sonraki

asırlara göre henüz nisbî bir sadelik göze çarpar gibidir. Yabancı kelime ve

terkiplerin sayısı ve çeĢitleri çok artmakla beraber terkip zincirleri henüz son

haddine varmıĢ değildir. Fakat iyice karıĢık dil yolunda çok sür‘atli bir gidiĢ,

çok kesif bir hazırlık vardır. Öyle ki devrenin sonu, yani asrın sonları artık

koyu Osmanlıca‘nın tam bir baĢlangıcı hâline gelmiĢtir. Böylelikle ilk devir

sona ermiĢ ve Osmanlıca‘nın yeni bir devri gelip çatmıĢtır. Bu devre

Osmanlıca‘nın ikinci devresi olup asrın sonundan asrın ortalarına kadar

süren devredir ki baĢlıca asrın sonu ile ve asırları içine alır. Bu

devrede karıĢık dil, koyuluğunun son haddine varmıĢ, yapısı güç halle

Türkçe‘ye benzeyen yazı dilinde Arapça ve Farsça unsurlar arasında Türkçe

23
unsurlar âdeta görünmez olmuĢtur. Osmanlıca böylece Türkçelikten çıkmıĢ bir

hâle geldikten sonra nihayet üçüzlü sun‘î dilin en yüksek noktasından aĢağıya

doğru dönmeğe baĢlamıĢ ve üçüncü devresine girmiĢtir. Osmanlıca‘nın ayni

zamanda son devresi olan bu üçüncü devre, asrın ortalarından baĢlayıp

asrın baĢlarına kadar gelen, yani Tanzimattan meĢrutiyetine kadar olan

devri içine alır. Bu devrenin son örnekleri ‘den sonra da Cumhuriyete

kadar, sür‘atle ortaya çıkan yeni yazı dilinin yanında, gittikçe zayıflayarak bir

nıüddet daha devam etmiĢtir. Bu üçüncü devre karıĢık dilin koyuluğunu yavaĢ

yavaĢ kaybettiği devredir. Osmanlıca bu devirde zaman zaman çok sun‘î bir

koyuluk göstermekle beraber umumî olarak bir çözülme yoluna girmiĢ

durumdadır. Bu çözülme nihayet asrın baĢlarında tamamlanarak

Osmanlıca‘nın hayatı sona ermiĢ ve Türkiye Türkçe‘sine geçilmiĢtir.

Osmanlıca‘nın bu son devrini eskisinden ayıran mühim bir fark da batıdan gelen

yeni mefhumlar dolayısıyla yeni yeni Arapça ve Farsça kelime ve terkiplerin

yazı diline sokulması ve uydurulmasıdır. Bu hususta bazen çok sun‘î hareketler

olmuĢ, lügat kitaplarına bakarak yazı yazanlar bile çıkmıĢtır. Fakat umumiyetle

terkipsiz Türkçe‘ye gidiĢ temayülleri artmıĢtır. Eski devirde de koyu

Osmanlıca‘nın yanında görülen oldukça sade dil örnekleri bu son devrede

umumî yazı dilinin yanı sıra sayılarını çok arttırmıĢlardır. Bu devrenin sonları

ise Türkçe‘nin aydınlığa çıkıĢının açık müjdeleri ile doludur. Öyle ki bu devir

eserlerinin bir eli Osmanlıca‘da, bir eli Türkiye Türkçe‘sindedir. DeğiĢiklik bir

neslin hayatı içinde ortaya çıktığı, daha doğrusu meyvelerini verdiği için, artık

dili bazen Osmanlıca, bazen Türkiye Türkçe‘si, veya önce Osmanlıca, sonra

Türkiye Türkçe‘si olan Ģahıslar görülür. Hülâsa Osmanlıca‘nın sonlarında yazı

dili yabancı unsurlar ve terkiplerden sür‘atle temizlenmiĢ, böylece asrın

24
baĢlarında terkipli karıĢık dil tarihe karıĢarak yerini Türkiye Türkçe‘sine

bırakmıĢtır.

Nazım dili, Nesir dili

Osmanlıca‘nın, kendi içinde yukarıda gördüğümüz Ģekilde üç devreye ayrılan uzun

tarihi boyunca, nazım ve nesir sahasındaki görünüĢü birbirinden farklı olmuĢtur.

Bu fark, bir yabancı unsurlar, bir de cümle yapısı bakımından nazım ve nesir dili

arasında görülen ayrılıktır. ġiirin, bilhassa divan Ģiirinin muhteva ve Ģekil

bakımından muayyen Ölçülere bağlı bulunması nazım diline de tesir etmiĢ ve

Osmanlıca‘da umumiyetle tek bir çeĢit nazım dili oluĢmuĢtur. Buna karĢılık

Osmanlıca içinde ilmi ve didaktik eserlerde ayrı edebi eserlerde ayrı bir nesir

dili kullanılmıĢtır. ilmî nesir dili bir dereceye kadar sade ve basit bir dil, edebî

nesir dili ise çok aĢırı ve sun‘î bir Ģekilde yabancı unsurlarla dolu, secili ve

kelime gurubu silsilelerinden örülmüĢ bir dildi. Bu iki çeĢit nesir dili

Osmanlıca‘da daima yan yana yürümüĢtür. Burada Ģu noktayı belirtelim ki adî

nesirde edebî nesre göre bir sadelik ve basitlik vardı, yoksa umumî olarak o da

yabancı unsurlarla dolu karıĢık bir dil, bir Osmanlıca idi. ĠĢte umumiyetle bir

çeşit olan nazım dili ile iki çeĢit olan nesir dili yabancı unsurlar ve cümle yapısı

bakımından Osmanlıca içinde farklı bir durumda bulunmuĢlardır.

Yabancı unsurlar bakımından Osmanlıca‘nın ilk devresinde nazım ve nesir dili aĢağı

yukarı birbirine yakındır. yabancı unsurlar her ikisinde de çoğalmıĢtır. Daha çok

nazım dilinde görülen terkipler, eski basitliğini muhafaza etmekle beraber bu

devirde henüz fazla zincirleme hâlinde değildir. Umumiyetle nesir dili, nazım

diline göre daha sade bir durumdadır. Fakat nazım dili pek değiĢmediği hâlde

nesir dili gittikçe ağırlaĢmaktadır devrenin sonlarında bu gidiĢ hızlanmıĢ ve

nesir dili nazım diline göre çok ağır bir dil hâline gelmiĢtir. Osmanlıca‘nın en

25
koyu devri olan ikinci devrede ise bu koyuluk hem nazımda, hem nesirde

görülür. Fakat nesirde çok aĢırı bir durumdadır. Nazım dili ise eskiye göre o

kadar ağırlaĢmamıĢ ve nesir dilinin yanında oldukça sade kalmıĢtır. Nazım

dilinde eski basit terkipler yerini üçüzlü. dördüzlü ve daha geniĢ zincirleme

terkiplere bırakmıĢ nesirde ise ağırlık ve koyuluk içinden çıkılmaz bir hâle

gelmiĢ, bilhassa edebî nesir Türkçe olmaktan büsbütün çıkmıĢtır. Üçüncü

devrede ise nazım ve nesir dili birbirine yine yakındır ve her ikisinde de nisbî

bir sadeliğe gidiĢ vardır. Bu gidiĢ devre boyunca nesirde daha süratli olmuĢ,

nazımda ise, koyu Osmanlıca devrinde divan Ģiirinde de tek tük olarak

görülebilen sade örnekler gittikçe artmakla beraber, bol yabancı unsurlu ve

terkipli dilden kurtulmak daha güç olmuĢtur Devre bittikten sonra sonra da

Osmanlıca‘nın Türkiye Türkçe‘si içine taĢmaları daha çok nazım dilinde olmuĢ

ve daha sonra tarihî hatıra olarak verilen tek tük Osmanlıca örnekler de hep

nazım sahasında kalmıĢtır. Bu arada Türkçe‘nin yakasını en geç bırakan eski

dilin resmî muhaberede ve mevzuatta kullanılan köhne nesir dili olduğunu da

unutmamak lâzımdır. Türkçe bugün bile yakasını bu kırtasiye dilinden

tamamıyla kurtaramamıĢtır. Fakat bu, adî nesrin her devirde ağır olan çok hususî

bir koludur ve umumî nesir diline ayak uyduramamasının fazla bir kıymeti

yoktur.

Osmanlıcanın nazım ve nesir dili asıl, yabancı unsurlar bakımından değil, cümle yapısı

bakımından birbirinden çok farklı bir durumdadır. Divan Ģiirinde mânânın bir

beyitte tamamlanması, bir beyit dıĢına taĢmaması kaidesi Türk cümlesinin

yapısı için çok hayırlı olmuĢtur. Zira mânânın bir beyitle tamamlanması demek,

bir beytin hiç değilse bir cümle olması, bir cümlenin en çok bir beyit

uzunluğunda bulunması demektir. Gerçekten divan Ģiirinde her beyit en çok bir

cümleden, birçok defa da birden fazla cümleden müteĢekkil olmuĢtur. Bu suretle

26
Osmanlı Ģiirinde cümleler daima kısa, unsurları sade ve yerli yerinde Türk

cümleleri olarak kalmıĢ, nazım dilinde Türkçe cümle yapısı Türkçe‘nin bütün

tarihi boyunca hiç değiĢmemiĢ bulunan normal karakterlerini muhafaza etmiĢtir.

Osmanlıca‘nın bütün tarihi boyunca Ģiirde Türk cümlesi karĢımıza daima

sağlam olarak çıkar. Buna karĢılık Osmanlı nesrinde Türk cümlesi tam bir

periĢanlık içindedir. Bu bakımdan nazım dilinin daima Türkçe kalabilmiĢ

olmasına karĢılık nesir dili çok az Türkçe olabilmiĢtir Çünkü nesirde Ģiirdeki

gibi belirli bir ölçüye sığmak mecburiyeti yoktur. Nesir, cümle unsurlarının tam

bir serbestliğe kavuĢtuğu sahadır. Cümlenin bir bütün teĢkil eden yapısını

bozmadan o unsurları istenildiği kadar geniĢletmek mümkündür. ĠĢte cümle

unsurlarının nesir dilindeki bu serbestliği Osmanlıca‘da tam bir baĢıboĢluk

hâline gelmiĢtir. Yani, nesir dilindeki serbestlik istismar edilerek, bilhassa

gerundium ve edat guruplarında olmak üzere, cümle unsurlarının çerçevesi de,

sayısı da geliĢigüzel bir Ģekilde geniĢletilmiĢ, bu yüzden uzun uzun cümleler

içinde cümle unsurları, aralarında çok defa yanlıĢ bağlar kurulmuĢ olarak bir

araya getirilmiĢtir. Bu suretle Türk cümlesinin sağlam yapısı Osmanlı nesrinde

umumiyetle bozulmuĢ ve cümleler çok defa büyük bir kelime yığınından ibaret

kalmıĢtır. Cümle unsurları geniĢledikçe, cümle uzadıkça hâkim olmak güçleĢir,

Cümle büyüyünce hâkimiyeti elden kaçırmamak için dili iyi bilmek, onun

kaidelerini iyice hazmetmiĢ olmak, onun yapısını teĢkil eden örgü karĢısında

tam bir hassasiyete sahip bulunmak lâzımdır. Üç dilli bir dil olan Osmanlıca‘da

ise yazıcılar maalesef Türkçe‘yi incitmeyecek bir nesir diline sahip

olamamıĢlardır. Bunda Osmanlıca‘nın karıĢık dil olmasının çok büyük bir rolü

vardır. Bu karıĢık dilin öğretimi sırasında esas emek ve dikkat daima Arapça ve

Farsça üzerinde toplanarak Türkçe ihmal edildiği gibi, yazı yazarken de Arapça

ve Farsça terkipler yapmak hevesi Türkçe‘ye itina etmeğe vakit bırakmamıĢtır.

27
Bu hususla, Türkçe‘ye çevrilirken cümle unsurları Türk cümlesine uygun bir

sıraya konmadan yerli yerinde bırakılan Arapça ve Farsça‘dan yapılmıĢ

tercümelerin de çok tesiri olduğunu unutmamak lâzımdır. Hülâsa,

Osmanlıca‘nın nesir sahasında Türkçe, bünyesine aykırı bir yapıya sahip

cümlelerle bozuk düzen bir yazı dili manzarası göstermiĢtir. Bu bozuk düzenliği

en çok Osmanlıca‘nın ikinci devresinde görüyoruz. ilk devrede tercüme tesiri

çok hissedilmekle beraber Eski Anadolu Türkçe‘sinden devralınan nesir dilinde

cümle yapısı oldukça sağlamdır. Fakat ikinci devrede bu yapının Türkçe olan

tarafı kalmamıĢtır denilebilir. Cümle yapısındaki bozukluğun nisbeti ise yabancı

unsurların derecesi ile cümle uzunluğuna göre değiĢik olmuĢtur. Yabancı

unsurları fazla ve cümleleri uzun olan yazılarda bozukluk çok olmuĢ, oldukça

sade ve kısa cümleli olan yazılarda ise daha az olmuĢtur, Osmanlıca‘nın son

devrine gelince, bu devrede nesir dilinin kısa zamanda Türkçe cümle yapısına

kavuĢtuğunu görmekteyiz. Tanzimatla beraber nesirde artık Türk cümlesi

sağlam bir yapıya sahip olmuĢtur. Bu devir cümleleri, eskisi kadar olmamakla

beraber, yine bir hayli uzun olmuĢlar, fakat yapılan Türkçe‘ye aykırı

düĢmemiĢtir, Arada sırada bozuk cümlelere rastlanmakla beraber umumî olarak

nesir dilinde cümle yapısının büyük bir selâmetle çıktığı açıkça görülmektedir.

Bu devrede nazım dilinde ise cümleler eskisinden daha fazla uzun olmak yoluna

girmiĢlerdir, Yeni edebiyatla beraber mânânın bir beyitte tamamlanması

mecburiyeti ortadan kalkınca bir cümle icabında bir kaç mısra içine yayılmıĢ,

böylece bilhassa devrenin sonlarına doğru uzun nazım cümleleri ortaya

çıkmıĢtır. böylece cümlelerde nadir olarak bazen yapı sakatlıkları görülmekle

beraber, Osmanlıca‘nın bu son devresinde de, cümleler biraz uzadığı hâlde

umumî olarak nazım dilinin cümle yapısı her zamanki gibi sağlam kalmıĢ

28
böylece Osmanlıca‘nın ömrü tamamlandığı zaman Türk cümlesi hem nazım

dilinde, hem nesir dilinde Türkiye Türkçe‘sine sağlam bir yapı ile girmiĢtir.

Türkiye Türkçe’si

Türkiye Türkçe’si Batı Türkçesinin üçüncü devresidir. Bugün de devam etmekte

olan bu devre, meĢrutiyetinden sonra baĢlar. Bu yeni devrenin

meĢrutiyetinden sonra baĢlayan ve Cumhuriyete kadar devam eden ilk safhası

Türkiye Türkçesinin baĢlangıç devri mahiyetindedir bu kısa devirde çok süratli

bir Ģekilde ortaya çıkan yeni yazı dilinin yanında Osmanlıca henüz tamamıyla

sahneden çekilmiĢ değildir. Fakat lam manasıyla son günlerini yaĢamakta ve

umumi dil olmaktan çıkarak muayyen kalemler tarafından tutulmağa çalıĢılan

hususî bir dil durumuna düĢmüĢ bulunmaktadır. Hâsılı bu devir. Osmanlıca‘nın

son örnekleri ile Türkiye Türkçesinin ilk örneklerinin yan yana bulunduğu

devirdir, Osmanlıca‘nın bu son örneklerine yeni dil gittikçe fazla sokulduğu

gibi, yeni dilin ilk örneklerinde de bazı Osmanlıca unsurlar, eskimiĢ bazı

kelimeler, bazı terkipler görülmektedir. Yukarıda da söylediğimiz gibi

değiĢiklik bir neslin hayatı içinde ortaya çıktığı için Osmanlıca‘dan yeni dilin ilk

örneklerine bu Ģekilde ufak tefek taĢmalar olmuĢtur. Fakat yeni dil bu küçük

taĢmalardan bu ilk devre içinde kendisini süratle kurtarmıĢ, temiz Türkçe‘nin

sayısız örneklerini vererek Osmanlıca‘yı kısa zamanda gerilerde bırakmıĢtır

Öyle ki Cumhuriyet deri baĢlarken Osmanlıca artık çoktan ölü bir dil hâline

gelmiĢ ve yazı dilinin bütün ufukları Türkiye Türkçe‘sine açılmıĢ bulunuyordu.

Türkiye Türkçesini Osmanlıca‘dan ayıran baĢlıca hususiyet onun yabancı unsurlar

karĢısındaki durumudur, Dilin iç yapısı, yani Türkçe bakımından Batı

Türkçesinin bu iki devresi arasında bir devre farkı olmadığını, bu iki devrenin

yabancı unsurlar bakımından ayrı devreler teĢkil ettiğini yukarıda da

29
açıklamıĢtık. Yabancı unsurlar bakımından bu iki devre arasında gerçekten çok

büyük bir fark vardır. Bu farkın en ehemmiyetli tarafı terkipler bakımından olan

ayrılıktır. Türkiye Türkçe‘si terkipsiz Türkçe‘dir. Türkiye Türkçesinin en belirli

vasfı budur. Bu bakımdan Türkiye Türkçe‘si Bütün Türkçe‘nin en temiz

devridir, Az ve basit olmakla beraber Eski Anadolu Türkçe‘sinde yabancı

terkipler vardı. Osmanlıca tam mânâsıyla terkipli dil demektir. Türkiye

Türkçe‘si ise Türk yazı dilinin bu Arapça, Farsça terkiplerden kurtulmuĢ olduğu

mesut devridir. Bir dil, yabancı bir dilin tesirinde kalabilir, Bu tesir, lügat

hazinesinde. yani kelime sahasında kaldığı müddetçe ne kadar aĢırı olursa olsun

dil için bir tehlike teĢkil etmez. Fakat kelime sahasını aĢar ve kelime

guruplarına, cümle sahasına el atarsa dilin yapısı tehlikeye girer. dilin gidiĢi

çığırından çıkar. Dilin, yapısını ayakta tutabilmek üzere bunlara mukavemet

edebilmesi için çok sağlam bir bünyeye sahip bulunması lâzımdır. Osmanlıca‘da

Türkçe‘ye korkunç bir nisbette karıĢan Arapça ve Farsça terkipler de bu Ģekilde

kelime sahasında kalmayan, cümle sahasına giren yabancı unsurlardı.

Türkçe‘nin bünyesi çok sağlam olduğu için bunlara asırlarca mukavemet

edebilmiĢ ve zamanı gelince onlardan kolaylıkla silkinerek kendi yapısı ile baĢ

baĢa kalmıĢtır. Fakat bu yabancı unsurlar onun ifade kabiliyeti için çok zararlı

olmuĢlar, onun geliĢmesine asırlarca çelme takmıĢlardır. ĠĢte Türkiye Türkçesini

Osmanlıca‘dan ayıran en büyük vasıf, onun bu Ģekilde terkipsiz Türkçe

olmasıdır. Bu sebeple Osmanlıca‘nın sonları ile Türkiye Türkçesinin baĢlarında

karĢımıza çıkacak örnekleri de bu kıstasa göre ayırmak icap eder. Elimizdeki

örneğin dili, terkipsiz ise Osmanlıca, terkipsiz ise Türkiye Türkçe‘sidir.

Türkiye Türkçe‘si terkipler dıĢındaki yabancı unsurlar bakımından da Osmanlıca‘dan

çok farklıdır. Bir kere Türkiye Türkçe‘si Osmanlıca‘daki yabancı çekim

edatlarından, Arapça, Farsça çokluk yapmak gibi yabancı kaidelerden de

30
kurtulmuĢtur. Sonra yabancı kelime sayısı büyük ölçüde azalmıĢ ve

azalmaktadır. Fakat, bir kısmı konuĢma diline de yerleĢmiĢ olduğu için, Türkiye

Türkçe‘sinde bugün hâlâ pek çok Arapça ve Farsça kelime vardır. Bu hususta

Türkiye Türkçe‘si Batı Türkçesinin en temiz devri değildir. Osmanlıca ile

mukayese edilemeyecek kadar temiz bir durumda olmakla beraber, Eski

Anadolu Türkçe‘sinden daha çok yabancı kelime ihtiva etmektedir. Demek ki

Türkiye Türkçe‘sinde yabancı unsur olarak yalnız çok sayıda Arapça, Farsça

kelimeler kalmıĢtır. Bu arada bazı terkipler de görülür, fakat bunlar tek kelime

muamelesi gören kliĢeleĢmiĢ Ģeyler olup, sayıları da çok azdır. Türkiye

Türkçesinin diğer devrelerden bir farkı da batı dillerinden bazı yabancı

kelimeler almıĢ olmasıdır.

Türkiye Türkçe‘sinde cümle yapısı da büyük bir aydınlığa kavuĢmuĢtur. Bu devrede

Türk cümlesi eski devrelerdeki karıĢık ve mânâsız uzunluğun dan kurtulmuĢ,

kısa, derli toplu yanlıĢsız cümle hâline gelmiĢtir.

Osmanlıca‘dan Türkiye Türkçe‘sine geçiĢ, yazı dilini konuĢma diline yaklaĢtırmak

suretiyle olmuĢtur. Osmanlıca, konuĢma dilinden çok uzaklaĢmıĢ derece sun‘î

bir yazı dili idi. Türk yazı dilini daima temiz kalan konuĢma diline yaklaĢtırınca

yazı dili kolaylıkla Türkçe‘yi bulmuĢ ve sun‘i Osmanlıca tarihe karıĢmıĢtır.

Esasen Türkçe‘ye sokulmuĢ olan yabancı unsurlar Arapça, Farsça gibi gerek

menĢe, gerek yapı bakımından Türkçe ile hiç ilgisi bulunmayan bir Sâmi, bir

Hind-Avrupa dilinden gelme idi. Bu sebeple bu unsurlar Türkçe‘nin bünyesi

içinde daima yabancı kalmıĢ ve büyük sun‘iliğe dayanan iğreti durumlar, yazı

dili konuĢma dili kaynağına dönünce çabucak sarsılarak üçüzlü sun‘î dil en kısa

zamanda yıkılıp gitmiĢtir. Yazı dili konuĢma diline yaklaĢtırılırken tabiî öteden

beri kültür merkezi olarak Türkçe bakımından esasen yazı dilinin dayandığı

31
konuĢma diline sahip bulunan muhitin dili, yani Ġstanbul Türkçe‘si esas

alınmıĢtır. Bu sebeple bu gün Türk yazı dili yani Türkiye Türkçe‘si hemen

hemen Ġstanbul konuĢma dilinin, Ġstanbul Türkçesinin aynidir. Yazı ve konuĢma

dili olarak ikisi arasındaki fark en aĢağı bir derecededir.

Hülâsa, ana çizgileri ile baĢlıca vasıflarını belirttiğimiz Türkiye Türkçe‘si bugün tam bir

özleĢme, güzelleĢme geliĢme hâlindedir. Batı Türkçe‘si bu son devre ile çok

hayırlı bir yola girmiĢ ve Türk yazı dilinin bütün geliĢme ufukları açılmıĢtır.

Kuvvetli bir yazı dili olmak üzere geliĢme yoluna giren Türkiye Türkçesinin

yürüyüĢ hızı devre boyunca memnunluk verici bir seyir göstermiĢ. ‘de eski

harflerin terk edilmesinden sonra ise büsbütün artmıĢtır. Bu devirde son

zamanlarda bile arada sırada Osmanlıca bazı Ģiirler yazıldığı da görülmektedir.

Fakat ölü dille yazılmıĢ olan bu bir kaç Ģiir Ģüphesiz ancak tarihi birer hatıradan

ibarettir.

Netice

Bütün bu yukarıdan beri söylediklerimizi toparlayacak olursak, demek ki Batı

Türkçe‘si kendi içinde birbirini takip eden ve birbirini geçmiĢ bulunan üç

devreye ayrılmaktadır. Bu devrelerin birincisi olan ve iki asır devam eden Eski

Anadolu Türkçe‘si Selçuklular, Anadolu beylikleri ve ilk Osmanlıların yazı

dilidir. Ġkinci devre Ġstanbul‘un fethinden Osmanlı Ġmparatorluğunun sonuna

kadar imparatorluğun yazı dili olarak beĢ asra yakın bir Ömür sürmüĢ bulunan

Osmanlıcadır. Üçüncü devreyi teĢkil eden Türkiye Türkçesinin hayatı ise henüz

yarım asrı geçmemiĢtir. Yani, Osmanlıca Batı Türkçesinin en uzun devresidir.

Bu uzun devre Batı Türkçesinin ayni zamanda en güç devresidir de. Bu devir

metinlerin üzerine eğilirken üçüzlü yazı dilinde Türkçe‘den baĢka iki yabancı

ortağın gerekli kaidelerini de bilmek lâzımdır. Türkçe‘ye kendi kaideleri ile

32
girmiĢ bulunan bu yabancı unsurlar, bir taraftan Eski Anadolu Türkçe‘sinde

görünmeğe baĢlamıĢ olduğu, diğer taraftan, kelime hâlinde de olsa, Türkiye

Türkçe‘sine de taĢmıĢ bulunduğu için bir dereceye kadar Osmanlıca‘dan önceki

ve sonraki devreleri de ilgilendirirler. Osmanlıca‘daki Arapça, Farsça unsurların

mahiyetini öğrenmek ilk ve son devrenin yabancı unsurlarını da yakından görüp

bilmek demektir. Yani, Osmanlıca‘nın yabancı unsurlarını kavramakla bütün

Batı Türkçesinin yabancı unsur durumu aydınlığa çıkmıĢ olur. Türkçe

bakımından ise Osmanlıca Türkiye Türkçe‘sinden farklı olmadığı gibi, Eski

Anadolu Türkçe‘sine de bağlıdır. Bu yüzden onun Türkçe cephesini ele alırken

Türkiye Türkçe‘si ile Eski Anadolu Türkçesini de ele almıĢ oluruz. Hülâsa, Batı

Türkçesinin en karıĢık ve güç devri olan Osmanlıca‘nın iç ve dıĢ yapısını

incelerken yalnız onun hudutları içinde kalmayarak bütün Batı Türkçesini göz

önünde bulundurmak lâzımıdır.

TÜRK DĠL BĠLGĠSĠ

Bu kitap, Batı Türkçesinin gramerini içine almaktadır Gramer tabirini burada geniĢ

mânâsı ile alıyor ve dil bilgisi karĢılığı olarak kullanıyoruz. Dar mânâsı ile

gramer, dil bilgisi‘nin fonetik ve sentaks kısımlarının dıĢında kalan bahisleri için

kullanılır.

Dil bilgisi bir dili bütün cepheleriyle inceleyen bilgi koludur, dil bilgisi‘nin dilin

seslerim inceleyen kısmına ses bilgisi (fonetik), kelime ve Ģekillerin yapısını

inceleyen kısmına şekil bilgisi (morfoloji), kelime ve Ģekillerin menĢeini

araĢtıran kısmına menşe bilgisi yahut türeme bilgisi (etimoloji), kelime ve

Ģekillerin mânâları üzerinde duran kısmına mânâ bilgisi (semantik), kelime ve

Ģekillerin bir birleri ile olan münasebetlerini ve cümleleri inceleyen kısmına

cümle bilgisi (sentaks) adı verilir. Fakat dil bilgisi‘nin bu bölümlerine müstakil

33
olarak ayrı ayrı ele almak doğru değildir. Bunların daima bir birlerine karıĢan

tarafları vardır ve aralarına kesin hudutlar çizilemez. Bilhassa Ģekil, menĢe ve

mânâ bilgilerini birbirinden ayırmağa imkân yoktur. Esasen dil seslerden en

geniĢ cümleye kadar bir bütündür bu sebeple onun bütün cepheleri ile bir bütün

olarak ele alınması icap eder. Yani, dil gibi dil bilgisi de bir bütün hâlinde

bulunmalıdır.

Dil, seslerden yapılmıĢ birtakım Ģekiller manzumesidir. Bu Ģekillerin mânâları veya

vazifeleri vardır. O hâlde seslerden cümleye kadar bütün bir dil, mânâsı veya

vazifesi olan sesli Ģekillerden ibarettir. ġekil kelimesini burada morfolojik Ģekil

yani morfem karĢılığı olarak kelime bünyesindeki gramatikal Ģekiller yerine

değil; sesten cümleye kadar müstakil gramer hüviyeti olan her türlü dil

malzemesini, dil unsurunu; sesler, kelimeler, kök ve ek Ģekilleri kelime grupları,

cümle gibi çeĢitli birlikleri karĢılamak üzere geniĢ mânâsı ile kullanıyoruz. ĠĢte

bir dili incelemek demek bu dil birliklerini, gramer birliklerini, Ģekilleri mânâ ve

vazifeleri ile birlikte incelemek demektir. O hâlde dil bilgisi‘nin vazifesi

seslerden cümleye kadar bütün dil birliklerini yapı, mânâ ve vazife bakımından

incelemektir. Bu sebeple bir dili incelerken, bir dilin gramerini ortaya koymağa

çalıĢırken, dil bilgisi‘ni yukarıda gördüğümüz klâsik bölümlere ayırmak yerine,

dili bütün hâlinde yapı, mânâ ve vazife bakımından ele almak daha doğrudur.

ĠĢte bu kitapta Batı Türkçesini incelerken bizde bu Ģekilde hareket edecek ve dil

bilgisinin klâsik bahislerine bağlı kalmadan Türkçe‘yi, seslerden cümleye kadar

bütün dil birliklerini, mânâ ve vazife bakımından ele alarak gözden geçireceğiz.

Batı Türkçesinin gramerini içine ele alan bu kitabın baĢına Türk dil bilgisi ismini

koyduk. Kitap içindede Batı Türkçesi yerine çok defa kısaca Türkçe tâbirini

kullanacağız. Bunlardan umumî olarak Türk dili veya Türkçe mânâsı

34
anlaĢılmamalı ve konumuzun Batı Türkçesi olduğu unutulmamalıdır. Batı

Türkçesi dıĢına ancak Batı Türkçesinin bazı hususiyetlerinin daha iyi

anlaĢılması ve Batı Türkçesi içinde izah edilemeyen bazı Ģekillerin aydınlanması

için çıkılacaktır.

BİRİNCİ BÖLÜM

SESLER

SES NEDİR

Tarifi ve mahiyeti

Dilin en küçük parçası

En küçük gramer birliklerinden en büyük birlik olan cümleye kadar dili meydana

getiren bütün Ģekillerin bünyesinde ses adını verdiğimiz en küçük ve en basit dil

unsurları bulunur. Bu unsurlar bazen tek baĢlarına, çok defa da yan yana gelerek

canlı cansız varlıkları, mefhumları ve durumları karĢılayan kelime dediğimiz dil

birliklerini, dil unsurlarını, dil Ģekillerini meydana getirirler. Kelime mânâlı

veya vazifeli ses veya sesler topluluğudur. Tek sesten ibaret olmadığı zaman,

kelimenin bünyesinde daha küçük gramer birlikleri, kök ve ek dediğimiz ses

veya ses toplulukları bulunur. Kök ve ekleri ile kelimeler muayyen sıralar içinde

yan yana gelerek daha geniĢ varlıkları, mefhumları ve durumları karĢılayan

kelime guruplarını ve cümle adını verdiğimiz, fikirleri, hükümleri, varlıkların

zaman ve mekân içindeki hareketlerini, oluĢ ve kılıĢlarını tam olarak karĢılayan

en büyük gramer birliklerini meydana getirirler. Demek ki en küçüğünden en

büyüğüne kadar bütün dil birlikleri seslerden yapılır. Yani, sesler dilin

malzemesidir. Gramer birliklerinin en küçüğü tek sesli olur. Sesten daha küçük

35
bir gramer birliği yoktur. Ses parçalanamayan en küçük gramer birliğidir. O

hâlde ses dilin en küçük parçasıdır. a, d, l, y gibi.

Mânâsı olmayan dil birliği

Seslerin tek baĢlarına mânâları yoktur. Dilin bu küçük unsurları diğer gramer birliklerini

vücuda getirmek üzere sedaları ile vazife görürler. Yani, sesler mânâsı olmayan,

fakat mânâlı veya vazifeli gramer birlikleri yapmağa yarayan dil birlikleridir.

Şekilli seda

Dilin en küçük parçası, dilin malzemesi olan ses alelâde ses, ses kelimesinin umumî

mânâsıyla seda karĢılığı olan ses demek değildir. Tabiatta canlı cansız

varlıkların çıkardıkları çeĢitli sesler, seda ve gürültüler vardır. Dildeki ses seda

ve gürültüden baĢka bir Ģeydir. Dil sesinde de gerçi seda vardır. Fakat bu seda

geliĢi güzel bir seda, ham ve basit bir seda değil; kalıptan çıkmıĢ, iĢlenmiĢ bir

sedadır. Yani her sedada dildeki mânâsıyla bir ses yoktur, fakat her dil sesinde

bir seda vardır. Demek ki dildeki ses Ģekilli bir sedadır.

Ses dediğimiz bu Ģekilli sedaları insanlar hususi ve sun‘î bir gayretle meydana getirirler.

Ġnsanın ses organları doğuĢtan sadece Ģekilsiz sesler, tabiî sesler çıkarma

hassasına maliktir. Çocuk dünyaya geldikten sonra bir müddet sadece bu tabiî

sesleri çıkarır. Sonra zamanla, muhitinden duya duya, ses organları Ģekilli

sedalar çıkarma alıĢkanlığını kazanırlar. Çocuğun duyduklarını taklit suretiyle

ses organlarına kazandırdığı bu alıĢkanlık gittikçe kuvvetlenerek kısa zamanda

tabiî bir hâle gelir. ġekilli sedaları çıkarmada ve konuĢmadaki tabiîlik Ģüphesiz

alıĢkanlığa dayanan ve daha çok görünüĢte olan bir tabiîliktir. Aslında insan

konuĢurken, arka arkaya Ģekilli sedalar çıkarırken farkına varmadan hususî ve

sun‘î bir gayret sarf eder. Çünkü ses organları Ģekilli seda yapma kabiliyetini

36
sonradan kazanmıĢlardır ve sesleri çıkarmak için normal durumlarının dıĢına

çıkan hususî hareketler yapmak zorundadırlar. Bu sebepledir ki insan alıĢtığı

seslerden baĢka olan sesleri, kendi dilinde bulunmayan sesleri çıkarmakta çok

güçlük çeker.

Dillerdeki sesler

Ġnsan oğlunun çıkarabileceği sesler mahdut olduğu için, bütün dillerdeki sesler dillerin

çeĢitliliğine uygun düĢecek kadar çok değildir. Seslerin büyük bir kısmı umumî

olarak dillerde müĢterektir. Dilleri birbirinden ayıran Ģey esas itibariyle sesler

olmayıp, seslerin meydana getirdiği Ģekillerdir, gramer birlikleridir. Ayni

seslerden her dilde baĢka Ģekiller, baĢka birlikler yapılır. Seslerin büyük bir

kısmı böylece dillerde ayni olmakla beraber her dilin kendisine mahsus sesleri

de yok değildir. Bir dilde bulunan bazı sesler bir diğerinde bulunmayabilir, ayni

Ģekilde diğer birçoklarında bulunan bazı sesler bir dilde hiç kullanılmayabilir.

Hülâsa, seslerin çoğu dillerde ayni olmakla beraber diller tek tek veya gurup

gurup birbirinden aynı sesler de ihtiva ederler. Bu yüzden, bir dile kendisinde

bulunmayan bir ses taĢıyan yabancı bir kelime girerse, o kelimedeki yabancı ses

dilin ona yakın bir sesine çevrilir.

Seslerin çıkarılması, ses yolu, ses cihazı

Ses geçidi

Sesler akciğerden baĢlayıp ağız ve burunda sona eren teneffüs yolları ile bu yollar

üzerinde sıralanmıĢ organlar tarafından meydana getirilir. Seslerin

söylenmesinde akciğerden itibaren sırayla nefes borusu, gırtlak, ağız, boĢluğu ve

burun yolu bir ses geçidi olarak vazife görürler. Bu ses geçidinin muhtelif

noktalarında hareket edebilen, birbirine yaklaĢıp uzaklaĢabilen organlar vardır.

37
Bu organların da yardımı ile ses geçidi açılıp kapanmak, daralıp geniĢlemek

suretiyle değiĢik Ģekillere girebilir. ĠĢte ciğerlerden yükselen hava cereyanı

dıĢarı çıkmak üzere ses geçidinden geçerken geçidin, içindeki organları da

harekete getirerek açılıp kapanması ve daralıp geniĢlemesi neticesinde sesler

teĢekkül eder. SıkıĢıp açılan geçitte hava cereyanı kendisine yol bulmak için

karĢısına dikilen organları zorlar, onlara çarpar, sürtünür, böylece seda hâline

geldikten sonra son olarak bir noktada karĢısına çıkan bir kalıptan, bir engelden

geçer ve ses hâline gelerek dıĢarı çıkar. DıĢarı çıkmak isteyen havanın ses

geçidinde çarptığı ve sürtündüğü yol ve organlar hançere, boğaz, ağız ve burun

boĢlukları ile ses telleri, küçük dil, damak, dil, diĢler ve dudaklardır.

Ses telleri

Demek ki seslerin teĢekkülü için her Ģeyden önce ciğerlerden bir hava akımının

yükselmesi lâzımdır. Ciğerlerin sıkıĢması ile yükselen bu hava akımı nefes

borusundan geçerek o borunun sonunda, seslerin teĢekkülü bakımından ilk

mühim noktaya, seslerin teĢekkülünde çok büyük rolü olan bir noktaya gelir. Bu

noktada ses telleri bulunur. Ses telleri adını verdiğimiz organ karĢıdan karĢıya

atılmıĢ teller hâlinde olmayıp, hançerenin sonunda karĢı karĢıya gelen yarım

daire Ģeklinde iki dudakcıktan ibarettir. Bu dudakcıklar ön tarafa daima bitiĢik

bulunurlar. Arka tarafta ise normal teneffüs ve birçok seslerin teĢekkülü

sırasında aralıklı bulunurlar. Yani bir kısım seslerin teĢekkülüne ses telleri

iĢtirak etmez, hava akımı arkadaki aralıktan geçerek yoluna devam eder. Diğer

bir kısım seslerin teĢekkülüne ise ses telleri büyük ölçüde iĢtirak ederler. Ses

tellerinin iĢtiraki gereken sesler çıkarılacaksa derhâl dudakcıkların arka tarafı da

kapatılır. Ciğerlerden gelen hava birleĢmiĢ olan dudakcıklar arasından kendisine

bir yol açmak üzere onları iter. Bu itme neticesinde hava akımının karĢısına

38
çıkmıĢ olun ses telleri titrer, hava akımı onları titreterek aralarından geçer. Bu

titreĢimden bir kısım seslerin teĢekkülü için zaruri olan seda meydana gelir. Ses

telleri bazen de kapandıktan sonra titreĢmez ve hava akımına hiç yol vermezler.

Hava onlara çarparak sesi meydana getirir.

Küçük dil, ağız yolu, burun yulu

Seslerin teĢekkülünde ciğerlerden yükselen hava akımının ses geçidinde ses tellerinden

sonra uğradığı ikinci mühim nokta ağız ve burun yollarının birleĢtiği noktadır.

Bu noktada küçük dil bulunur. Küçük dil damağın arka tarafına, yumuĢak

damağın sonuna asılı bulunan ve hava akımı karĢısında çok kolay hareket

edebilen bir organdır. Küçük dil, gelen hava akımı karĢısında, teĢekkül edecek

sese göre vaziyet alır. Gelen havaya ağız yolunu açık tutması gerekince

yükselerek geniz yolunu kapatır. Havanın geniz yolundan çıkmasını gerektiren

seslerde ise, aĢağıya sarkarak arka tarafı yükselen dil ile birlikte ağız yolunu

kapatır ve havayı geniz yoluna sevk eder. Geniz seslerinin sayısı çok azdır.

Seslerin asıl büyük kısmı ağız yolu açık olduğu zaman teĢekkül eder. Ağız

yolunda seslerin teĢekkülü için baĢlıca rolü oynıyan organ dildir. Dil, gelen hava

ve seda akımı karĢında, teĢekkül edecek sese göre çeĢitli hareketler yapar, türlü

Ģekillere girer. Kabarır, yayılır, damak ve diĢlerle temasa gelir. böylece gelen

hava veya seda akımını çeĢitli noktalarda çeĢitli kalıplardan geçirerek Ģekilli

seda, yani ses hâline getirir. Bu suretle hava veya seda akımı ses tellerinden

diĢlerin dıĢına çıkıncaya kadar birçok sesler teĢekkül etmiĢ olur. Bazı seslerde

ise hava veya seda akımı diĢleri geçtikten sonra bile henüz ses hâline gelmiĢ

olmaz. Bu seslerin de teĢekkülünde dudaklar rol oynar. Gelen ve o zamana

kadar karĢısına bir engel çıkmamıĢ olan akımı dudaklar kalıptan geçirerek ses

hâline getirirler.

39
Teşekkül noktası

Demek ki hançere ve gırtlaktan dudaklara kadar olan geçitle hava veya seda

akımının ses hâline gelmek için kalıptan geçtiği, boğumlandığı çeĢitli noktalar

vardır. Bu noktalara seslerin teĢekkül noktaları denilir. Bir sesi ses hâline

getiren, onu seda ve gürültüden farklı, Ģekilli bir seda yapan Ģey teĢekkül

noktasıdır. Hava ve seda akımının önüne teĢekkül noktasından sonra artık hiçbir

engel çıkmaz. Ses önündeki açık yoldan rahatlıkla dıĢarı çıkar ve duyulur.

Sedalı sesler, sedasız sesler

Seslerin duyulmasını sağlayan sedayı, biraz yukarıda söylediklerimizden de

anlaĢılacağı gibi, bir kısım seslerde ses telleri meydana getirir. TeĢekküllerinde

ses telleri titreĢmeyen sesleri duyuran seda ise hava akımının hançerden

dudaklara kadar ses geçidinde karĢısına çıkan engellere çarpması veya

sürtünmesinden ileri gelir, böyle olduğu için, sedanın ses tellerinin titreĢiminden

alan seslerinin teĢekkülü sırasında hem hava akımı hafif, hem de ses geçidinin

havanın karĢısına çıkardığı engeller zayıf olur; buna karĢılık, sedasını çarpma ve

sürtünmeden alan seslerin teĢekkülünde hem hava akımı, hem de ses geçidinin

bu akım karĢısına çıkardığı engeller kuvvetli olur. Engellerin zayıf veya kuvvetli

olması demek ses yolunun az veya çok kapalı olması, hava akımı için rahat veya

rahat olmayan bir geçidin bulunması, ses geçidindeki organların normal

durumlarından az veya çok farklı hâle geçmeleri, gergin veya gevĢek olmaları

demektir. ġüphesiz sedalarını ses tellerinden alan sesler de, çarpma veya

sürtünmeden alan sesler de kendi aralarında bu bakımdan birbirinden

farklıdırlar. Bu farklar çarpma ve sürtünme ile teĢekkül eder seslerde az,

teĢekküllerinde ses telleri titreĢen seslerde ise çok fazladır. Öyle ki titreĢimli

seslerin bir kısmı diler kısmından çok büyük ölçüde ayrılarak, organların gergin

40
veya gevĢek olması bakımından aralarında çok fark olduğu hâlde, çarpma ve

sürtünmeyle meydana gelen sesler safına girer.

Böylece sesler her Ģeyden önce. titreĢimli veya titreĢimsiz olarak değil, geçidinin açıklık

ve kapalılığına, engellerin kuvvetli veya zayıf olmama, organların gergin veya

gevĢek bulunmalarına göre ikiye ayrılır. Yani, sedasını ses tellerinden alan

seslerin bir kısmının teĢekkülünde hava ve seda akımının önüne hiçbir engel

çıkmaz. Seda, iyice açık olan yolun noktasında boğumlandıktan sonra ses

hâlinde dıĢarı çıkar. Sedasını ses tellerinden alan seslerin diğer kısmı ile sedasını

sürtünme ve çarpmadan alan seslerde ise hava ve seda akımının önüne belirli

engeller çıkar, ses geçidindeki organlar türlü hareketler yaparak geçidi çeĢitli

Ģekillerde daraltır veya kapatırlar. Yalnız bu daralma ve kapanma titreĢimlilerde

daha zayıf, sürtünme ve çarpma ile seslenenlerde daha kuvvetlidir. Organların

birbirine yakınlaĢmaları veya birbiriyle birleĢmeleri birincilerde gevĢek,

ikincilerde ise gergindir. Birincilerde seda ses tellerinde temin edildiği için

teĢekkül noktalarında sadece boğumlanmayı yapacak kadar bir enerji sarfedilir.

Ġkincilerde ise hem seda çıkaracak, hem de boğumlanma yapabilecek kadar

kuvvetli bir enerjiye ihtiyaç vardır. Bu yüzden birincilerde hava akımı zayıf,

organların teması gevĢek; ikincilerde ise hava akımı kuvvetli, organların teması

gergin ve sıkı olur.

Demek ki seslerin bir kısmı teĢekkülleri sırasında belirli hiçbir engele takılmadan, hiçbir

zorluğa uğramadan çıkan sesler; diğerleri ise teĢekkülleri sırasında zayıf veya

kuvvetli fakat belirli bir engele takılarak belirli bir takıntıya uğrayarak çıkan

seslerdir. Takıntıya uğrayarak çıkan seslerinin bir kısmı ile takıntıya uğramadan

çıkan sesler sedalarını ses tellerinden, takıntıya uğrayarak çıkan seslerin geri

kalan kısmı da sedalarını sürtünme ve çarpmadan alırlar.

41
Sesler için hakiki seda ses tellerinden çıkan sedadır. Ancak bu çeĢit sedanın değiĢik ses

perdeleri bulunur, konuĢmada veya melodide ses perdesi ancak bu seda ile

yükselip alçalabilir. Çünkü ses perdesinin değiĢmesi ses tellerindeki titreĢimin

frekansına, ses tellerinin saniyedeki titreĢim adedine bağlıdır. Ses tellerinin

titreĢiminden değil de çarpma ve sürtünmeden doğan seslerin perdesi

değiĢtirilemez. O hâlde, hakikî sedalı sesler sedalarını ses tellerinden alan

seslerdir. Bu sebeple teĢekküllerinde ses telleri titreyen seslere sedalı,

teĢekküllerinde ses telleri titreyen seslere sedasız diyoruz. Demek ki takıntıya

uğramadan çıkan bütün seslerle takıntıya uğrayarak çıkan seslerin bir kısmı

sedalı, takıntıya uğrayarak çıkan seslerin diğer kısmı da sedasızdır. Seslerin bu

sedalı, sedasız vasıflarının onların sınıflandırılmasında ve kelime bünyesindeki

çeĢitli ses hadiselerinde ne kadar önemli olduğunu ileride daha yakından

göreceğiz.

Vokal

TeĢekkülleri sırasında ses geçidinde belirli hiçbir takıntıya uğramayan, hiçbir

engelle karĢılaĢmayan seslere vokal adı verilir. Vokaller teĢekkül ederken ses

yolu tamamıyla açık bulunur. Gelen hava ve seda akımı rahat bir seyirle dıĢarı

çıkar. Yalnız, yolun açıklık derecesi vokallerin çeĢitlerine göre değiĢir. Bu

değiĢiklik çenelerin az veya çok açılması, dilin kabarıp alçalması ve dudakların

yuvarlaklaĢıp düzleĢmesi ile temin edilir. Vokallerin teĢekkülünde teĢekkül

noktalarına göre dilin arkası, ortası veya ucu kabarır. Fakat bu kabarmalar hiçbir

zaman geçidi kapatacak Ģekilde olmaz ve ortada rahat bir yol kalır. Vokallerin

dıĢındaki seslerde boğumlanmayı temin etmek üzere teĢekkül noktalarında

organlar, dil, damak, diĢler, dudaklar vb. zayıf veya kuvvetli olarak birbirleriyle

temasa gelirler. Esasen teĢekkül noktaları da bu temas ve yaklaĢma noktalarının

42
zirveleridir. Vokallerin teĢekkülünde ise organların teması yoktur. Boğumlanma

dilin çeĢitli kısımlarının kabarması ile temin edilir. Vokallerin teĢekkül noktaları

da dilin bu kabaran noktalarının zirvelerinde bulunur. Vokallerin teĢekkülünde

açık olan dudaklar ise düz veya yuvarlak Ģekiller alır. Bu düzlük ve yuvarlaklık

da vokallere göre dar veya geniĢ olur, sonra, vokaller sedalı seslerdir. Yani,

teĢekküllerinin baĢlangıcında ses telleri de hareketi geçer. Ses telleri dediğimiz

dudakcıklar vokal için gelen havanın karĢısında, normal durumda aralık bulunan

arka taraflarından da birleĢerek yolu gevĢek bir Ģekilde kapatırlar. Gelen hava

çarparak onların arasından kendisine yol açar. Bu sırada o dudakcıklar titreĢim

yaparak seda meydana getirirler. ĠĢte vokallerin teĢekkülünde geçit sadece bu

ses tellerinde kapanır. Ondan sonra artık dıĢarı çıkıncaya kadar ses yolunda

hiçbir kapanma olmaz. Vokallerin teĢekkülünde umumiyetle ağız yolu açık

bulunur. Fakat bazı dillerde nazal vokaller de vardır. Bu vokallerin teĢekkülünde

tabiî, geniz yolu açık tutulur. Geniz yolunu açık tutmak için, yukarıda

gördüğümüz gibi, küçük dil aĢağı sarkarak dilin kabaran kökü ile birleĢir, geniz

yolunu kapayarak ağız yolunu açık tutmak için de küçük dilin kökü yükselir ve

geriye çekilir. ĠĢte vokallerin teĢekkülünde baĢlıca ses organlarının hareketleri

bunlardır. Bu hareketler ise seslerin teĢekkülünde görülen en hafif, en yumuĢak

hareketlerdir. Yani, vokallerin teĢekkülünde, teĢekkül noktaları da hemen hemen

hep dil üzerinde olduğu hâlde, bilhassa ağız yolundaki organlar normale,

sükûnet hâllerine en yakın bir durumda bulunurlar.

Vokallerin tabiatı ve kabiliyeti

Vokallerin bu yumuĢak tabiatleri, teĢekküllerinde organların gösterdiği bir sükûn hâli

onları diğer seslerden daha üstün bir duruma sokar, onlara diğer seslerin yanında

daha önemli vazifeler yükler. Vokaller tek baĢlarına hece, kelime, kök ve ek

43
olabilirler. Böylece bir vokal bazen bir taraftan bir ses, diğer taraftan mânâsı

veya vazifesi olan bir gramer birliği olarak çifte hüviyete sahip olur. Vokal

dıĢında kalan seslerde ise bu kabiliyet yoktur. Onlar tek baĢlarına sadece ek

olabilirler. Tek baĢlarına kelime olmadıkları gibi hece olamazlar. Bir heceye

veya kelimeye bitiĢik oldukları zaman bile hece teĢkil edemezler. Kelime içinde

bazı dillerde nadir olarak bir kaçı ancak yarım hece taĢıyabilir, tek vokalli bir

kelimeye bir buçuk hecelik bir kıymet kazandırabilirler. Vokal dıĢında kalan

seslerin bir hecede yan yana gelmeleri de güçtür, nadir veya mahduttur. Bu

sesler çok defa vokallerin yardımı ile yan yana gelebilirler.

Vokallerin uzunluğu ve kısalığı

Vokallerin, teĢekküllerindeki rahatlık yüzünden, diğer seslerden farklı bir tarafı daha

vardır. O da vokallerde uzunluk kısalık vasıflarına bulunmasıdır. Vokaller açık

bir geçitte rahat bir Ģekilde teĢekkül ettikleri için istenilen uzunlukta

söylenebilirler. Onun için bazı dillerde bir vokalin uzunluk kısalık itibariyle

birden fazla Ģekli vardır. Diğer seslerde ise bu hususiyet yoktur. Gerçi diğer

seslerin bazıları da çıkıĢlarındaki açıklık ve rahatlık dolayısıyla sürekli bir

Ģekilde söylenebilirler. Fakat dillerde kelime içinde onların bu vasfından

vokallerdeki kadar istifade edilmez. Yalnız bazı tabiat taklidi kelimelerde bu

sürekliliğe baĢvurulur. Vokal dıĢındaki seslerin sürekli olmayanlarının ise

sadece bir Ģekilleri vardır ve hiçbir zaman uzun kullanılamazlar.

Konsonant

Vokaller dıĢında kalan diğer seslere konsonant adı verilir. Konsonantların

teĢekkülünde hava ve seda akımı ses geçidinde belirli bir takıntıya uğrar. Ses

yolunda belirli bir darlık, gevĢek veya gergin bir kapantı olur. Konsonantların

44
bir kısmı sedalı, bir kısmı sedasızdır. Sedalı ve sedasız konsonantlar arasındaki

fark sadece bir seda farkı değil, aynı zamanda bir kuvvet farkıdır. Yukarıda da

söylediğimiz gibi, sedalı konsonantlarda ses tellerinin titreĢimi için sarf edilen

kuvvet teĢekkül noktalarında tasarruf edilir. Sedasız konsonantlarda ise teĢekkül

noktalarında hem boğumlanma yapmak, hem de konsonantın duyulması için

lâzım gelen sesi çıkarmak üzere daha fazla bir kuvvet sarf etmek icap eder.

Hava akımı sedalılardakinden daha kuvvetli, ses yolundaki daralma ve kapantı

daha sıkı olur. Sedasız konsonantların sedalılar içinde birer karĢılıkları vardır.

Bu karĢılıklı durumu teĢekkül noktalarının ayni olması temin eder. Ayni noktada

teĢekkül eden iki konsonanttan biri sedalı, biri sedasız olursa bunlar karĢılıklı

konsonant sayılırlar. KarĢılıklı konsonantlar gerekince, birbirlerinin yerlerini

kolaylıkla alabilirler. Sedalı konsonantların geri kalan kısmının ise sedasız

karĢılığı yoktur. Demek ki seda bakımından üç türlü konsonant vardır: Sedasız

karĢılıkları olan sedalı konsonantlar, sedasız karĢılıkları olmayan sedalı

konsonantlar, sedasız konsonantlar. Sedasız konsonantlar söylenirken

umumiyetle bir aspirasyon, sürtünmeden doğan bir yelenme husule gelir. Fakat

bu yelenme çok defa hissedilmez. Ancak, teĢekküllerinde organların temas ve

yaklaĢması çok olan bazı konsonantların sonunda duyulur.

Konsonantların teşekkül noktaları

Konsonantlar hançerenin sonundan baĢlayarak dudaklar kadar ses yolunun çeĢitli

noktalarında teĢekkül ederler. TeĢekkül noktası ses tellerinden önce olan

konsonantlar çok nadirdir ve ancak bazı dillerde vardır. Ses tellerinden sonra

gırtlakta, boğazda, dudaklara kadar ağız boĢluğunun çeĢitli noktalarında

konsonantların teĢekkül noktaları bulunur. Konsonantların teĢekküllünde en

büyük rolü oynayan uzuv, dildir. Konsonantların çoğu onun çeĢitli hareketleri

45
ile, ağız boĢluğunda çeĢitli noktalara yaklaĢması ve teması ile meydana gelirler.

Hava ve seda akımının karĢısına en çok engel çıkaran odur. Hülâsa,

konsonantlar hançereden dudaklara kadar ses geçidinde daralma ve kapantılar

meydana getiren uzuvların yaklaĢma ve temas noktalarında teĢekkül ederler. Bu

teĢekkül noktaları bazen aynı yerde, bazen de gurup gurup muayyen bölgelerde

toplanır. Bu sebeple konsonantlar sedadan baĢka bir de temas eden uzuvlara

yani teĢekkül noktalarına göre sınıflara ayrılırlar.

Konsonantların temas dereceleri

Konsonantların teĢekkülünde uzuvların temas derecesi her zaman aynı olmaz. Temasa

gelen, hava akımına engel çıkaran uzuvlar bazı konsonantlarda tam bir kapantı

meydana getirirler, bazılarında dar, bazılarında ise da geniĢ bir geçit bırakırlar.

ĠĢte konsonantlar seda ve teĢekkül noktalarının baĢ olarak da temas dereceleri

bakımından sınıflara ayrılırlar.

Nazal olup olmama

Konsonantların çoğunda hava ağız yolundan, bir ikisinde ise geniz yolundan dıĢarı

çıkar. Havası geniz yolundan çıkan nazal konsonantların teĢekkül noktaları da

umumiyetle yine ağız yolundadır.

Konsonantların tabiatı ve vasıfları

Her dilde konsonantların sayısı vokallerinkinden çok fazladır. Fakat konsonantlar ses

hudutlarını aĢma kabiliyeti bakımından, yukarıda söylediğimiz gibi, vokallerden

daha zayıf bir durumda bulunmaktadır. Sesten baĢka sadece, ek olarak bir

gramer birliği hâlinde görünebilirler. Tek baĢlarına, daha doğrusu vokalsiz

kelime teĢkil edemezler, kök olamazlar. Ancak bir kaçı bazı dillerde bir kelime

46
içinde bir nevi heceyi taĢıma kabiliyeti göstererek yarım hece teĢkil edebilir ve

kendilerinden önceki vokalli normal heceye bir buçuk hece kıymeti

kazandırabilirler. Tek baĢlarına veya vokalsiz yan yana gelerek hece teĢkil

edemezler. Tek baĢlarına söylenince baĢlarına veya sonlarına daima bir vokal

eklenir. Engellerden, kapantılardan doğan sesler oldukları için aralarında ve

yanlarında vokal olmadan hece yapamazlar, söylenemezler. Çünkü iki

konsonantta ayrı ayrı hareketler yapan uzuvların bu hareketlerini birbirine

bağlamak için onların vokallere mahsus olan sükûn hâlinden geçmeleri, sükûn

hâli ile baĢlamaları veya bilmeleri icap eder. Kelime içinde tek hecede yan yana

gelmeleri de yine bu yüzden güç ve mahduttur.

Konsonantlar takıntılı teĢekkülleri yüzünden vokallerden sert bir söyleniĢe sahiptirler.

Bazılarında ise bu sertlik kelime içinde açıkça hissedilir. Böyle olanların

kelimelerde arka arkaya gelmesi kulağı Ģiddetle tırmalayan bir ses çirkinliği

meydana getirir.

Konsonantların vokaller gibi çeĢitli uzunlukları da yoktur. Gerçi teĢekküllerinde tam bir

kapantı olmayanlar tek baĢlarına sürekli olarak telâffuz olunabilirler. Fakat

bunlar da ses taklidi bazı sözler dıĢında, normal kelime bünyesinde sürekli

Ģekilleri ile değil, bir defada çıkan normal süreksiz Ģekilleri ile kullanılırlar.

TÜRKÇEDEKĠ SESLER

Harf, alfabe, sesler

Sesler, adından da anlaĢılacağı gibi, söylenilen, ağızdan çıkan, iĢitilen küçük dil

birlikleridir. Dili yazıya geçirmek için bu küçük birlikler birtakım iĢaretlerle

karĢılanır. Bu iĢaretlere harf denir. Demek ki harf sesin yazıdaki iĢaretidir. Bir

dildeki sesleri karĢılayan harflerin hepsinin birden meydana getirdiği muayyen

47
sıralı topluluğa alfabe denir. Bir dil için ayrı ayrı zaman ve sahalarda çeĢitli

alfabeler kullanılabilir. Çünkü harf denen iĢaretler itibarîdir; ayni ses ayrı ayrı

alfabelerde değiĢik iĢaretlerle gösterilebilir. Her milletin bir millî alfabesi,

umumî alfabesi vardır. Millî alfabeler ufak tefek ayrılıklarla gurup gurup

birbirlerine benzerler; ayrı ayrı milletlerin alfabeleri gurup gurup ayni asıllıdır.

Umumiyetle bir millî alfabe bağlı olduğu dildeki seslerin hepsi için ayrı ayrı

harfler ihtiva etmez. Harf kalabalığı olmasın diye birbirine yakın sesler ayni

harfle gösterilir, alfabedeki bir iki harf bir den fazla ses için kullanılır. Bu

yüzden her dilin, bilhassa metin tespit ederken, bütün seslerini ayrı ayrı

iĢaretlemek için transkripsiyon alfabesine baĢ vurulur. Transkripsiyon alfabesi

bir dilin bütün sesleri için ayrı ayrı iĢaretler taĢıyan hususî, ilmî bir alfabedir.

ĠĢte biz de burada Türkçe‘deki sesleri gözden geçirirken onları bugünkü umumî

alfabemizdeki harfleri ile iĢaretleyeceğiz. Umumî alfabemizde tek harfle

gösterilen ayrı seslerle hiç iĢareti bulunmayan sesler için de transkripsiyon

alfabemize baĢ vuracağız.

Türkçedeki sesler umumî ve transkripsiyon alfabemizdeki iĢaretleri ile sırasıyla

Ģunlardır:

abcçdefgğġhhıijkqlmnñoöprsştuüvyz

Vokaller

Türkçedeki bu seslerin içinde Ģu sekiz tanesi vokaldir:

aeıioöuü

Türkçe, vokal bakımından çok zengin bir dildir. Belli baĢlı dillerde umumiyetle

vokal bulunduğu hâlde Türkçe‘de en aĢağı 8 vokal vardır. En aĢağı diyoruz

48
çünkü Türkçe‘de bilhassa konuĢma dilinde açık e‘nin yanında bir de e ile i

arasında söylenen bir kapalı mevcuttur.

Türkçedeki vokallerden a vokali at, taş, ana, yayla kelimelerindeki vokal; e vokali et,

sen, evet, dede kelimelerindeki vokal; ı vokali yıl, sıkı, kırıntı, ılık

kelimelerindeki vokal; i vokali diş, iki, ilik, bilgin kelimelerindeki vokal; o

vokali o, yol, ot, çok kelimelerindeki vokal; ö vokali ön, söz, göç çöl

kelimelerindeki vokal; u vokali su, uçuş, burun, uyku kelimelerindeki vokal; ü

vokali ise üç, türk, gülünç, yüzük kelimelerindeki vokaldir. Bilhassa konuĢma

dilinde görülen, fakat Ġstanbul Türkçesinde bulunmayan, Ġstanbul Türkçesine de

diğer konuĢmalardan geçen kapalı e de, el ―il‖, geç, ver, et kelimelerindeki e ile

i arasında olan vokaldir. Asıl Ġstanbul Türkçesinde bu kapalı e‘ler ya i veya açık

e Ģekline geçmiĢtir. Kapalı e i‘den e‘ye yahut e‘den i‘ye geçiĢin bir safhası

durumundadır. i-e değiĢikliğinde Ġstanbul Türkçesi bu safhayı atlamıĢtır.

Vokallerin sınıflandırılması

ĠĢte her birine bir kaç misal vererek renklerini belirttiğimiz Türkçe‘deki vokaller

çeĢitli bakımlardan gurup gurup birbirlerine yakınlık gösterirler. Vokallerin

tasnifi bu yakınlıklara dayanır ve vokaller teĢekkül noktalarına göre, açıklık

kapalılık derecelerine göre, teĢekkülleri sırasında dudakların aldığı duruma göre

uzunluk ve kısalıklarına göre sınıflara ayrılırlar.

Kalın vokal, ince vokal

TeĢekkül noktalarına göre vokaller art ve ön vokaller yahut kalın ve ince vokaller

olmak üzere ikiye ayrılır. Art vokaller dil ve damağın arka tarafında, ön vokaller

dil ve damağın ön tarafında teĢekkül eden vokallerdir. Tabiî, damağın arka

yarısında veya ön yarısında teĢekkül eden vokallerin de teĢekkül noktaları kendi

49
yarım bölgelerinde birbirinden ayrı yerlerde bulunur. Vokallerin teĢekkülünde

dilin çeĢitli noktalarının kabararak damağa yaklaĢtığını ve böylece teĢekkül

noktaları meydana getirdiğini yukarıda söylemiĢtik. ĠĢte dilin arka tarafının

çeĢitli noktaları kabararak arka yani yumuĢak damağa yaklaĢtığı zaman teĢekkül

eden vokaller art vokaller, dilin ön yarısının çeĢitli noktalarda kabararak ön yani

sert damağa yaklaĢması ile teĢekkül eden vokaller ön vokallerdir. Türkçe‘de

daha çok kullanılan tâbirleri ile art vokallere kalın vokaller, ön vokallere de ince

vokaller adı verilir. Sekiz vokalimizin dördü art yahut kalın vokal, dördü ise ön

yahut ince vokaldir. Art yahut kalın vokaller a, ı, o, u‘dur. e, i, ö, ü ise ön yahut

ince vokallerdir. Bunlardan en arkada teĢekkül eden vokal u, en önde teĢekkül

eden vokal i‘dir, a vokali art vokallerin en önde teĢekkül edenidir; hemen hemen

arka ve ön damakların ortasında teĢekkül eder. a vokalinin teĢekkülünde uzuvlar

sükûn hâline en yakın bir durumda bulunurlar. Kalın vokallerin arkadan öne

doğru teĢekkül noktaları Ģöyle sıralanır: u, o, ı, a. Ġnce vokaller ise ikiĢer ikiĢer

ön damağın ön ve arka taraflarında teĢekkül ederler. i ile ü‘nün teĢekkül

noktaları önde, e ile ö‘nünkü onların arkasındadır.

Bunlardan baĢka Türkçe‘deki yabancı kelimelerde kullanılan bir a daha vardır. Bu a

ince bir vokaldir, teĢekkül noktası ön damak bölgesinin arkasında ve a ile e

arasındadır. Meselâ dikkat ve hakikat kelimelerin son vokalleri böyledir. Onun

içindir ki dikkati veya hakikati dediğimiz zaman a vokalinden sonra i, e gibi

ince vokaller getirmekteyiz

Geniş vokal, dar vokal

Açıklık kapalılık derecelerine göre vokaller yine ikiye ayrılırlar. Bir kısmının

teĢekkülünde ağızdaki yolun yüksekliği daha çok, bir kısmımın teĢekkülünde ise

daha az olur. Yüksekliğin bu Ģekilde az veya çok olması çenelerin birbirine az

50
veya çok yaklaĢmasından ileri gelir. Çenelerin birbirine az veya çok yaklaĢması

neticesinde dilin kabaran kısmı ile damak arasındaki açıklık dar veya geniĢ olur.

Ayrıca dudaklar da çenelerin bu hareketine az veya çok büzülüp açılmak

suretiyle iĢtirak ederler. Böylece vokallerin teĢekkülünde ağız boĢluğunun

yüksekliği az veya çok, ağız geçidindeki yol dar veya geniĢ olur. Açıklık fazla

iken teĢekkül eden vokallere geniş vokaller, açıklık az iken teĢekkül eden

vokallere de dar vokaller denir. Türkçe‘deki sekiz vokalin dördü geniĢ, dördü

dar vokaldir. GeniĢ vokaller a, e, o, ö; dar vokaller ise ı, i, u, ü‘dür. Bunların

içinde en geniĢ vokal a vokalidir.

Türkçedeki kapalı e, adından da anlaĢılacağı gibi, açık e‘den dar bir vokal olup e ile i

arasında bir açıklığa sahiptir.

Düz vokal, yuvarlak vokal

Teşekkülleri sırasında dudakların aldığı duruma göre de vokaller iki kısma ayrılır.

Dudakların açıklığı bir kısmının teĢekkülünde düz, bir kısmının teĢekkülünde

ise yuvarlak bir durum alır. TeĢekküllerinde dudaklar düz olan vokallere düz

vokaller, yuvarlak olan vokallere yuvarlak vokaller denir. Türkçenin sekiz

vokalinin dördü düz, dördü yuvarlak vokaldir. Düz vokaller a, e, ı, i; yuvarlak

vokaller ise o, ö, u, ü‘dür. Bunların içinde en düz vokal e, en yuvarlak vokal

ü‘dür. Yuvarlak vokaller daraldıkları nispette dudak büzülmesi ve

yuvarlaklaĢması artar.

Uzun vokal, kısa vokal

Uzunluk kısalıklarına göre vokaller sınıflara ayrılmazlar. Her vokalin uzun ve kısa

Ģekli olur. Vokaller teĢekküllerindeki rahatlık ve açıklık dolayısıyla kısa ve uzun

çıkarılabilirler. Dillerde kısalıkla beraber uzunluk da kelimelere aksedebilir.

51
Vokallerin kısalık ve uzunluğu boğumlanma müddetinin kısa veya uzun

olmasıdır. Bir vokalin teĢekkülünün baĢladığı zamanla bittiği zaman arasındaki

müddet onun kısalık ve uzunluğunu gösterir. Ayni vokal bir darbe hâlinde

çıkarılırsa onun kısa Ģekli, süreklice çıkarılırsa onun uzun Ģekli elde edilmiĢ

olur. Bazı dillerde bir vokalin hem kısa Ģekli, hem de uzun Ģekli kelime

bünyesinde yer almıĢ bulunmaktadır. Bir vokalin uzunluk bakımından normal,

normalden uzun ve normalden kısa olmak üzere üç Ģekli olabilir. Normal Ģekil

vokallerin darbe hâlinde söylendikleri zaman gösterdikleri ses uzunluğudur ki

bu uzunluk orta bir ses uzunluğu olup, sadece sesi kulakta canlandırır, geçer.

Yani bir süreklilik, tek sesinkinden fazla bir uzunluk duyulmaz. Vokallerin bu

Ģekillerini uzun Ģekillerinden ayırmak için böyle normal uzunluktaki vokallere

kısa vokaller diyoruz. Normalden uzun olan, darbe ile değil süreklilikle

çıkarılan vokallere de uzun vokaller adını veriyoruz. Vokallerin bu kısa ve uzun

Ģekillerinden baĢka bir de normal bir ses uzunluğunu bile taĢımayan normalden

kısa Ģekilleri vardır. ĠĢte Türkçe‘de bu üç çeĢit vokalden kısa vokal ile

normalden kısa vokal mevcuttur. Uzun vokal Türkçe‘de yoktur. Türkçedeki

sekiz vokalin yedisi normal uzunlukta vokal, yani kısa vokaldir. Bir tanesi ise

normalden kısa vokaldir. Türkçedeki normal vokaller a, e, i, o, ö, u, ü’dür. ı

vokali ise normalden daha kısadır. Türkçedeki diğer yedi vokalin, tek baĢlarına

hece olmalarına, bir hece sonunda veya içinde bulunmalarına göre, normal,

normalden biraz uzun ve normalden biraz kısa Ģekilleri vardır. Fakat bu

normalden biraz kısalık ve uzunluk kulakla hissedilemeyecek bir derecededir.

Onun için Türkçedeki yedi vokal normal ses uzunluğundadır diyoruz. Yedi

vokalin bu normalliğine karĢılık ı vokalinin Türkçe‘de yalnız normalden kısa

Ģekli vardır. ı vokalinin uzunluğu diğer vokaller gibi normal değildir. Bu yüzden

müstakil bir ses olma kabiliyeti diğer vokallerden biraz eksiktir. Diğer vokaller

52
kadar tek baĢına heceyi taĢıma kabiliyeti göstermez. Bu zayıflığı dolayısıyla, tek

baĢına hece olmak durumunda kaldığı zaman bazen hecenin yükünü

taĢıyamıyarak yerini kendisine en yakın normal vokal olan i‘ye bıraktığı

görülür. Bazı Türk Ģivelerinde ise ı vokalinin bu normalden kısa Ģekli de yoktur,

yerini tamamıyla i kullanılır. ı vokalinin bu hususî durumuna, sebep olduğu ses

hadiseleri ile birlikte biraz aĢağıda ve misallerle tekrar temas edeceğiz.

Türkçedeki Arapça ve Farsça kelimelerde ise çok miktarda uzun vokal vardır. Bu

yabancı uzun vokaller Türk ses organlarının sun‘î ve hususî bir gayreti ile

söylenmekte, bu gayret tam bir Ģekilde ancak aydın çevrelerde görünmekte, halk

dilinde ise uzun vokaller çok defa kısalmaktadır. Çok kullanılan bazı yabancı

kelimelerin vokal bakımından TürkçeleĢtiğini, yani uzun vokallerinin kısa

vokale döndüğünü bugün edebî dilde de görmekteyiz.

Hülâsa, Türkçe‘de uzun vokal yoktur. Bazı ses düĢmeleri ve birleĢmelerinde ortaya

çıkan uzun vokaller de geçicidirler. Yalnız bazı nidalarda ve ses taklidi sözlerde

uzun vokal kullanılabilir. Fakat bu vokaller ölçülü bir uzun vokal karakterinde

olmayıp geliĢigüzel bir süreklilik gösterirler. Vokaller istenildiği kadar sürekli

çıkarılabilecekleri için onların bu vasfından tabiat taklidi sözlerde faydalanmak

her zaman mümkündür. Fakat bu çeĢit sözlerde vokalin uzunluğu taklit edilen

sese bağlı olduğu için ölçülü uzun bir vokal yerine sürekli çıkarılan bir vokalle

karĢılaĢabiliriz. Sonra, tabiat taklidi kelimeler zaten her zaman dilin yapısına ve

kaidelerine bağlı bulunmazlar.

Netice

Yukarıdan beri söylediklerimizi Ģöyle toparlayabiliriz: Demek ki, hepsi kısa olan

Türkçedeki sekiz vokalden a, ı, o, u kalın; e, i, ö, ü ince vokallerdir. Bunlardan

53
a, e, ı, i düz; o, ö, u, ü yuvarlak; ayni zamanda a, e, o, ö geniĢ; ı, i, u, ü dar

vokallerdir. Yani a, e düz geniĢ; ı, i dar düz; o, ö geniĢ yuvarlak; u, ü dar

yuvarlak vokallerdir.

Vokaller teĢekkül noktaları, açıklık kapalılık, düzlük yuvarlaklık ve uzunluk kısalık

bakımlarından baĢka, kuvvetlerine ve nazal olup olmamalarına göre de sınıflara

ayrılırlar. Fakat bu iki husus Türkçe‘deki vokalleri ilgilendirmemektedir. Çünkü

Türkçe‘deki vokallerin söyleniĢinde bir kuvvet farkı yoktur. Aynı Ģekilde

Türkçe‘de geniz vokali de mevcut değildir. Onun için ayrıca bu noktalar

üzerinde de durmuyor ve temas ettiğimiz hususlar Türkçe‘deki vokalleri yeter

derecede aydınlattığı için konsonantlara geçiyoruz.

Konsonantlar

Yukarıda sırayla kaydettiğimiz Türkçe‘deki sesleri biraz önce geçirdiğimiz sekiz

vokal dıĢında kalanları, yani Ģu sesler konsonantlardır:

bcçdfgğġhhjkqlmnñprsştvyz

Bu sesler tek baĢlarına söylenirken sonlarına ğ, ġ ve h‘da bir ı vokali, q‘da bir a vokali,

ñ hariç olmak üzere diğerlerinde de bir e vokali getirilir: be, de, ġı, qa gibi. ñ

konsonantı ise Ġstanbul Türkçesinde yoktur. Onun için bu ses edebî dilde

kullanılmaz. Bu sebeple eskiden yazı dilinde, bugün Ġstanbul dıĢındaki bütün

Türkiye ağızlarında mevcut bulunan bu ses, tek baĢına, telâffuz edilmeden

sadece sağır kef veya sağır nun gibi eski harf ismiyle anılır. Bununla beraber

sonuna bir e getirerek onu da diğer konsonantlar gibi ñe diye telâffuz edebiliriz.

Tükçedeki konsonantların karakterleri, renkleri Ģu misallerdeki söyleniĢleri gibidir:

54
b: boş, ebe, bol; c: gece, sıcak, acı: ç: çok, geçit, aç d: dağ, dil, oda; f: fısıltı, üflemek,

ufak; g: göz, bilgi, geniş; ğ: dağ, ağrı, oğul; ġ:gaga, gıcırtı, olgun; h: hey,

hangi, hele; k: küçük, iki, bekçi; q:kaş, kız, kucak; l: al, el, gönül; m: yem,

damla, gümüş; n:ben, anne, inanmak; p: tepe, parlak, köprü; r: duru, yaprak,

demir; s: sevgi, ıslak, üst; ş: taş, şırıltı, düşüş; t: türk, atış, geçit v: var, sivri,

ova; y: ay, yeşil, oyun; z: yaz, güzel, kızgın.

h hafif bir hırıltı ile teĢekkül eden arka damak konsonantı olup bugün Ġstanbul

Türkçesinde yerini tamamıyla h‘ye bırakmıĢtır. Onun için edebî dilde ses olarak

h Ģeklinde söylenmekte ve alfabede de ayrı bir harfle iĢaret edilmektedir.

Anadolu ağızlarında bugün de kullanılan h sesi han, hatun, hanım gibi Eski

Türkçede q‘li olan bazı kelimelerde ve hırıltı gibi ses taklidi sözlerde bulunan

sestir. Ġstanbul Türkçesinde bu kelimeler ince h ile hırıltısız h ile söylenir.

Yabancı kelimelerdeki çeĢitli h‘ler de Türkçe‘de tek bir Ģekilde bu h‘ye

çevrilmiĢlerdir.

j ise Türkçe asıllı olmayan ve Türkçe‘deki bir kaç yabancı kelimede kullanılan bir

sestir: jandarma, müjde, müjgân, jâle, japon gibi.

ñ sesine gelince, dilin arka tarafının yumuĢak damağa teması ile ve genizden söylenen

bu ses nazal n olup ñg sesi verir. Eskiden beri bütün Türkçe‘de bulunan bu ses

de Ġstanbul Türkçesinde atılmıĢ ve yerini n‘ye bırakmıĢtır. Ağızlarda ise bugün

de yaĢamaktadır. Ġstanbul Türkçesinde olmadığı için bugünkü alfabede harfi de

bulunmayan ñ sesi deñiz, seniñ, diñlemek gibi kelimelerdeki sestir. Ebedî dilden

n ile söylenen bu kelimeler ağızlarında ñ yani ñg ile söylenmektedir.

Yukarıda transkripsiyon harfleri ile iĢaretlediğimiz ve misallerini verdiğimiz ġ ve q

sesleri Türkçe‘deki normal konsonantlardan olup, ayrıca iĢaretlenmeyen ve g ve

55
k ile birlikte ikiĢer ikiĢer ayni harfle gösterilen seslerdir. Yazıda g ve k harfleri

kalın vokalli kelimelerde iseler ġ ve q (saygı, korku gibi), ince vokalli

kelimelerde iseler g ve k (güzel, keçi, gibi) okunurlar. Türkçe‘de ġ ve q ancak

kalın vokalli, g ve k ise ancak ince vokalli kelimelerde bulunabileceği için

alfabede bunların ikiĢer ikiĢer ayni harfle gösterilmiĢ olması Türkçe kelimeler

için hiçbir karıĢıklığa meydan vermez. Bu harfler, ileride de temas edeceğimiz

gibi, yalnız Türkçe‘deki yabancı kelimelerin söyleniĢlerinde bazı karıĢıklıklar

doğurmaktadır. Fakat bir milli alfabe yabancı seslere göre tertip edilemeyeceği

için g, k ve ġ, q seslerinin bugünkü Türk alfabesinde ikiĢer ikiĢer ayni harflerle

gösterilmesi çok tabiîdir. Yalnız g ve k harflerinin iki sesin iĢaretleri olmayıp

ikiĢer ikiĢer dört sesin iĢaretleri olduğu hiçbir zaman unutulmamalı, iki sesin bir

iĢaretle gösterilmiĢ olduğunu daima hatırda tutarak bu seslerin eski alfabelerdeki

harfleri karĢısında seslerle harfler birbirine karıĢtırılmamalıdır.

ğ harfi ile de bugün iki konsonant iĢaret edilmektedir. Bunlardan biri yukarıda

kaydettiğimiz ve bağ, doğum, yığın, ağlamak gibi kelimelerde bulunan arka

damak konsonantı ğ, diğeri de geldiği, görmeğe, direğin, gibi kelimelerde

bulunan ve g ile k‘nin iki vokal arasında yumuĢamasından meydana gelip y sesi

veren fakat ğ harfi ile gösterilen konsonanttır. yumuşak g adı verilen ve y‘den

farksız Ģekilde söylenen bu konsonantın y yerine ğ harfi ile gösterilmesi baĢka

bir gramer birliği olan y ile karıĢtırılmaması ve g ile k‘nin yumuĢamasından

türediğinin belirtilmesi içindir. Ayni Ģekilde ġ ve q‘nin iki vokal arasında

yumuĢamasından da ğ sesi meydana gelir (aldığı, yazmağa, kulağım gibi),

Buradaki ses ğı‘dır ve yumuĢak g‘den çok farklıdır. Fakat aralarındaki paralellik

bu iki sesin ayni harflerle iĢaretlenmesine sebep olmuĢtur. Eski alfabede ise bu

sesler ayrı ayrı harflerle gösterilirdi. Bu sebeple ğ ve yumuĢak g (yani y)

arasındaki farka da çok dikkat etmek lâzımdır.

56
Türkçe‘de iki çeĢit l vardır. Bunlardan biri ince vokalli kelimelerde bulunan ince l,

diğeri kalın vokalli kelimelerde bulunan kalın l‘dir. Fakat bu iki çeĢit l

arasındaki fark azdır ve Türkçe‘de karıĢıklık doğurmamaktadır. Yalnız yabancı

kelimelerde kalın vokalin yanında ince l bulunabileceğini bilmek ve

Türkçe‘deki bu çeĢit kelimelerin söyleniĢine dikkat etmek lâzımdır.

Konsonantların sınıflandırılması

Yukarıda konsonantların seda bakımından, teĢekkül noktası ve temas derecesi guruplara

ayrıldıklarını söylemiĢtik. ĠĢte bazılarının hususî durumlarına da temas ederek

sırayla hepsini kaydettiğimiz bu Türkçe konsonantlar seda, teĢekkül noktası ve

temas derecesi bakımından Ģu durumdadırlar:

Sedalı konsonant, sedasız konsonant

Seda bakımındanTürkçe‘deki konsonantlar sedalı ve sedasız olmak üzere ikiye

ayrılırlar. Sedalı konsonantlar Ģunlardır: b, c, d, g, ġ ğ, j, l, m, n, ñ, r, v, y, z.

Sedasız konsonantlar da Ģunlardır: ç, f, h, h, k, q, p, s, ş, t. Sedasız

konsonantların sedalılar arasında birer karĢılıkları vardır. Bu karĢılıklı durum

onların teĢekkül noktalarının ayni yerde olmasındandır. Sedalı sedasız birbirinin

karĢılığı olan konsonantlar Ģunlardır: b—p, c—ç, d—t, g—k, ġ—q, ğ—h, j—ş,

v—f, z—s. Sedasız karĢılığı olmayan sedalı konsonantlar da l (ince ve kalın l), m,

n, ñ, r, y sesleridir.

Teşekkül noktalarına göre konsonantlar

TeĢekkül noktası bakımından Türkçe‘deki konsonantlar çeĢitli guruplara ayrılırlar.

Bu gurupların teĢekkül noktaları gırtlaktan dudaklara kadar boğaz ve ağız

yolunun çeĢitli noktalarında bulunur. Bu noktalarda baĢta dil olmak üzere

57
hareket eden uzuvlar birbirlerine yaklaĢır veya temas ederler. Önden arkaya

doğru konsonantla teĢekkül noktalarına göre Ģöyle sıralayabiliriz:

Dudak konsonantları: b, p, m. Bunlar iki dudağın teması ile dudaklarda teĢekkül eden

konsonantlardır.

DiĢ-dudak konsonantları: f, v. Bunlar alt dudağın üst ön diĢlere teması ile teĢekkül eden

konsonantlardır.

DiĢ konsonantları:d, t, s, n, z. Bunlar dilin ucunun veya ön tarafının üst ön diĢlerin

arkasına veya diĢ yuvalarına teması veya yaklaĢması ile teĢekkül eden

konsonantlardır. t, d, n‘de yolu kapatacak Ģekilde bir temas; s, z‘de ortada açık

bir yol kalacak Ģekilde bir yaklaĢma vuku bulur. n’de geniz yolu açık tutulur.

Damak-diĢ konsonantları: c, ç, j, ş. Bunlar dilin ucunun ve ön tarafının diĢ yuvası veya

sert damağa teması veya yaklaĢması ile teĢekkül eden konsonantlardır. c, ç‘de

yolu kapatan bir temas olup teĢekkül noktası biraz önde; j, Ģ‘de yaklaĢma olup

teĢekkül noktası biraz arkadadır.

Ön damak konsonantları:g, k, l, r, y. Bunlar dilin ucunun veya orta tarafının sert yani ön

damağa teması veya yaklaĢması ile teĢekkül eden konsonantlardır. g, k, y‘de

dilin orta tarafı kabarır; r‘de ise dilin ucu kalkar. l ince ve kalın olmak üzere iki

tanedir. Ġnce l‘de dilin ön tarafı ince vokallerdeki gibi kabarır ve ucu kalkar.

Kalın l‘de ise dilin arka tarafı arka vokallerdeki gibi kabarır ve ön tarafı temas

için kalkar. Kalın l‘nin teĢekkül noktası daha arkada ve arka damak seslerine

yakındır. g, k‘de temas, yolu kapatır ve kuvvetli bir yelenme duyulur; I‘de dilin

yanlarında yol açık kalır. y ve r‘de yolu açık tutan bir yaklaĢma olur. y’de dilin

durumu i vokalininkine yakındır. Bu sebeple vokale en yakın konsonant odur ve

kendisine yarı vokal de denir. r’nin teĢekkülünde yukarı kalkan dilin ucu titrer.

58
Onun için r titrek bir konsonanttır. Dil ucunun kalkıp titremesiyle teĢekkül eden

bu r vokal sahasının önünde teĢekkül eden r’dir. Türkçe‘de bu ön r vardır. Bazı

dillerde ise bir de küçük dilin titremesiyle vokal sahasının arkasında teĢekkül

eden bir r vardır. r‘nin titrek olması onu diğer konsonantlar kadar sağlam

olmaktan alıkoymakta ve r sesi kelimelerde bazen yıpranıp düĢme temayülü

göstermektedir.

Arka damak konsonantları: ġ, ğ, h, q, ñ. Bunlar dilin arka tarafının yumuĢak damağa

teması veya yaklaĢması ile teĢekkül eden konsonantlardır. ġ, q, ñ‘de yolu

kapatan bir temas; ğ, h‘da ise kuvvetli bir sürtünmeye sebep olan bir yaklaĢma

olur. ñ‘de geniz yolu açık tutulur. Bu konsonantlar arka damağın boğaza yakın

noktalarında teĢekkül ettiği için bunlara arka damak-boğaz konsonantları da

denilebilir.

Gırtlak konsonantı: h. Bu konsonant gırtlaktan önce hançerenin sonunda teĢekkül eder.

TeĢekkülü sırasında ses telleri yarı açık bulunur. Bu konsonant bugünkü

Türkçe‘de, h‘dan türemiĢ olarak bazı kelimelerde ve ses taklitlerinde, nidalarda

bulunur. Konsonantların en arkada teĢekkül edenidir.

Sürekli konsonant, süreksiz konsonant

Temas derecesi bakımından konsonantlar Ģu üç kısma ayrılırlar:

1. Temas derecesi tam olanlar: b, c, ç, d, g, ġ, k, q, p, t. Bunların teĢekkülü sırasında

temasa gelen uzuvlar yolu tamamıyla kapatarak hava için hiçbir geçit

bırakmazlar. Hava akımı önüne çıkan engele çarparak onu bir darbe ile açar ve

konsonantın teĢekkülüne sebep olur. Bu konsonantlarda havanın, önündeki

kapantıya çarpması ve onu açması ile bir patlama duyulur. Bu patlama bu

konsonantların belirli vasıflarını teĢkil eder. Onun için bu konsonantlara

59
patlayıcı konsonantlar da denir. Patlama bu konsonantların sedalılarında hafif

olur ve konsonantın ses tellerinden gelen sedasına karıĢır. Fakat sedasızlarda

kuvvetli bir Ģekilde meydana gelerek açık surette iĢitilir. Onların duyulan sesleri

de zaten bu patlayıĢtan ileri gelir. Demek ki temasın derecesi ve hava akımı

sedalılarda zayıf, sedasızlarda kuvvetlidir. Bu konsonantlar bir patlayıĢla, bir

darbe ile teĢekkül ettikleri için, havanın önüne tam bir kapantı dikildiği için

ancak bir darbe Ģeklinde söylenebilirler; sürekli bir Ģekilde çıkarılamazlar. Onun

için bunlara süreksiz konsonantlar da denir.

2. TeĢekküllerinde hava için dar bir geçit bulunan konsonantlar: f, ğ, h, h, j, s, ş, v, z.

Bunların teĢekkülünde hava temasa gelen uzuvlar arasındaki dar yoldan

güçlükle geçer. Konsonantlar bu geçiĢ sırasında vuku bulan sürtünme ile

teĢekkül ederler.

3. TeĢekküllerinde hava için geniĢ bir yol bulunan konsonantlar: l (kalın ve ince), m, n,

ñ, r, y. Bunların teĢekkülünde temasa gelen veya yaklaĢan uzuvlar arasında hava

için rahat bir yol kalır. Temas derecesi en az olan konsonantlar bunlardır.

Bunlardan daha az temas derecesine sahip olan sesler ise vokallerdir. Temas

derecelerinin vokallere yakınlığı dolayısıyla bu konsonantlara vokal-konsonant

adı da verilir. Bunlar bu vasıfları ile bazı dillerde heceyi de taĢıyabilirler.

Ġçlerinde vokallere en yakın olanı y‘dir. y‘nin teĢekkülünde uzuvların durumları

i‘ninkine çok yaklaĢır. Hülâsa bu konsonantlar en mülâyim söylenen

konsonantlardır.

TeĢekküllerinde hava için dar bir geçit bulunan konsonantlarla geniĢ bir geçit bulunan

konsonantlar sürekli bir Ģekilde çıkarılabilirler. Bu yüzden bu iki temas

derecesindeki konsonantlara sürekli konsonantlar adı verilir.

60
Geniz konsonantı, ağız konsonantı

Seda, teĢekkül noktası ve temas derecesi bakımından yaptığımız bu sınıflamalardan

baĢka konsonantlar bir de nazal olup olmama bakımından ikiye ayrılırlar.

Türkçe‘de üç nazal konsonant vardır. Onlar da m, n, ñ‘dir. Bunların

teĢekkülünde hava geniz yolundan çıkar. Nezle olunca insanın bu sesleri iyi

söyleyememesinin sebebi de budur. Bunların dıĢında kalan diğer bütün

konsonantlar, ağız konsonantları olup teĢekküllerinde geniz yolu kapalı tutulur.

SESLERİN BİRLEŞMELERİ

ĠĢte yukarıdan beri vokal ve konsonant olarak çeĢitli vasıfları ile gözden

geçirdiğimiz bu sesler yan yana gelerek mânâlı veya vazifeli ve kendilerinden

daha büyük gramer birliklerini meydana getirirler. Ġçlerinde vokaller bazen bu

iĢi tek baĢlarına bile görebilirler. Fakat sesten daha büyük birlikleri umumiyetle

birden fazla sesle yapılırlar.

Daha büyük birlikleri meydana getirmek üzere yan yana gelen seslerin birleĢmeleri

onların müstakil olarak, birbirinden ayrı olarak arkaya gelmeleri Ģeklinde olmaz;

bir kenetlenme, bir zincirleme hâlinde ortaya çıkar. Bu zincirlemeyi temin için

bir gramer birliğinde yan yana gelen sesler teĢekküllerini birbirlerine bağlarlar.

Her ses teĢekkülünü tek baĢına söyleniyormuĢ gibi yapmaz. Birlikteki bir sesi

çıkartmak için harekete geçen uzuvlar sesi meydana getirdikten sonra normal

sükûnet hâllerine geçmeden birliğin ikinci sesini sağlayacak hareketlere

baĢlarlar. Böylece gramer birliğindeki sesler, aralarında fasılalar girmeden

birbirlerine bağlanırlar. Bu suretle sesten büyük gramer birliklerinin bünyesinde

ses bakımından bir bütünlük, bir kaynaĢma meydana gelir. Kelimelerdeki ve

sesten büyük diğer birliklerdeki seslerin bu kaynaĢma ve zincirleme birleĢmeleri

61
esas itibariyle vokal etrafında toplanır. Bir vokalle birleĢen bir ses veya bir

vokal etrafında toplanan sesler birbirlerine sıkı bir kaynaĢma ile bağlanırlar. Bu

bağlanmada sesleri meydana getiren uzuvlar hareketlerini kesintisiz ve iniĢsiz

çıkıĢsız olarak birleĢtirirler. Böylece bir vokal etrafında kurulan ses topluluğu

için uzuvlar bütün hâlinde bir hareket, tek istikametli bir hareket yaparlar.

Meydana gelen ses terkibinde de, bu terkibi ortaya çıkaran harekette de hiçbir

kesinti ve kırılma olmaz. Bir vokal etrafında meydana gelen bu ses terkibine

hece denir. Hece tek vokalden ibaret olmadığı zaman bir vokalle bir veya birden

fazla konsonantın meydana getirdiği ses topluluğudur. ĠĢte sesten büyük gramer

birliklerinde seslerin birbirleriyle asıl bir kaynaĢma, bir zincirleme hâlinde

birleĢmeleri hece içinde vuku bulur. Gramer birliği tek heceden ibaretse içindeki

sesler tam bir kaynaĢma ile birleĢmiĢ demektir. Birden fazla heceli gramer

birliklerinde ise her hecede ayrı bir ses kaynaĢması olur; fakat heceler arasında

hece içindekinden çok zayıf bir bağlantı ile karĢılaĢırız. Yani birden fazla heceli

bir kelimede veya baĢka bir gramer birliğinde hece içinde bir kaynaĢma, heceler

arasında bir eklenti vardır. Heceler arasındaki bu eklenti sağlam bir birleĢmeden

çok arka arkaya bir söyleyiĢten ibarettir. Ek yerinde fasıla verilse bile kelime

veya baĢka gramer birliğinin bünyesi yıkılmaz. Hâlbuki hece içindeki bir fasıla

heceyi de, hecenin dahil bulunduğu gramer birliğini de yıkar. Heceler arasındaki

eklenti kelimeler arasında da görülür. KonuĢurken kelimeler arasında her zaman

değil, arada sırada fasılalar verilir. Kelimeler arka arkaya tek tek söylenmez,

gurup gurup birbirlerine bağlanırlar. Bu bağlanma da tıpkı heceler arasındaki

eklenmeler gibi olur. Onun içindir ki insan bilmediği dilde yapılan bir

konuĢmayı dinlerken hece ve kelime aralıklarını birbirinden ayırt edemez.

Heceler arasında ve kelimeler arasında meydana gelen bu bağlantıyı sadece,

önce gelen hece veya kelimedeki son sesler teĢekkül ettikten sonra hareket

62
hâlindeki uzuvlar yerlerine gelmeden arkadaki hece veya kelimenin ilk sesinin

teĢekkülüne geçilmesi temin eder. Birbirine bağlanan iki sesi meydana getiren

uzuvların hareketleri ayni istikamette bulunmaz. Arada dâima kırılma olur. Bir

hece içinde birbirine bağlanan sesler de ayni Ģekilde önce gelen sesi meydana

getiren uzuvların, yerlerine dönmeden, sonraki sesin teĢekkülü için harekete

geçmeleri dolayısıyla birleĢirler. Fakat bu sesleri meydana getiren uzuvların

hareketleri ayni istikamette olur. Arka arkaya gelen hareketler birbirinin devamı

olarak, âdeta birbirinin tamamlayıcısı olarak kırılmadan ayni çizgi üzerinde

bulunur, ayni istikameti takip ederler. Ses organları ve hava akımı, içinde bir

vokal bulunan bir ses topluluğunu bir hamlede meydana getirebilir. Fakat bir ses

topluluğu içinde iki vokal olunca iki hamle yapmak icap eder. Çünkü bir

hamlede iki vokal çıkarılamaz; ancak bir vokal veya yanına bir iki konsonant

alan bir vokal çıkarılabilir. Bu sebeple iki hecenin veya kelimenin bağlantı

noktasında yan yana gelen sesler ayrı iki hamleye, bir hecede yan yana gelen

sesler ise tek bir hamleye bağlı bulunurlar. Onun için hecenin sesleri arasında

ayni istikametli bir birleĢme, hecelerin veya kelimelerin yan yana düĢen sesleri

arasında ise ayrı istikametli bir birleĢme olur. Bu birleĢmelerden biri kaynaĢma

Ģeklinde bir birleĢme, diğeri bağlantı Ģeklinde bir birleĢmedir.

Ses hadiseleri

Demek ki sesler kendilerinden büyük gramer birliklerini meydana getirmek üzere

yan yana gelirken tek tek arka arkaya dizilmezler; kuvvetli veya zayıf, fakat

daima zincirleme olarak birbirlerine bağlanırlar. Bu bağlanma sırasında gramer

birliklerinde birtakım ses hadiseleri vuku bulur. Bu ses hadiseleri seslerin

birbiriyle birleĢmelerinin bazı Ģartlar altında meydana gelmesindendir. Bütün

sesler dil birliklerinde keyfî bir Ģekilde yan yana gelmezler. Bazı sesler bazı

63
seslerle birleĢmez, bazı sesler gramer birliğinin bazı yerlerinde kendilerini

muhafaza edemez; bazıları birbirleriyle yer değiĢtirmek ister; bazıları

yanlarındaki sese tesir eder; bazıları birbirine karıĢır; bazıları değiĢir; hülâsa, bir

gramer birliğinde bir araya gelen sesler muayyen bir nizam dahilinde

birbirlerine bağlanır ve birliklerini devam ettirirler. ĠĢte bu yüzden gramer

birliklerinde seslerin muayyen Ģartlarla birbirlerine bağlanmalarının icabı olarak

birtakım ses hadiseleri meydana gelir. Kelimeler diğer gramer birlikleri bu ses

hadiselerinin tesirinde kalarak yapılarını bünyelerindeki seslerin temayüllerine

göre kurar ve yaĢayıĢlarını bu temayüllerine göre düzenleyerek hayatları

boyunca bazı değiĢiklikler gösterirler.

Türkçe kelimelerin ve kelime dıĢında kalan diğer gramer birliklerinin kuruluĢunda ve

hayatında, seslerin muayyen Ģartlar altında birleĢmelerinin ve beraber

yaĢamalarının icabı olarak görülen baĢlıca ses hadiseleri Ģunlardır:

Ses türemesi: Sesler gramer birlikleri içinde yan yana düĢerken bazen birbirleriyle

doğrudan doğruya birleĢemez ve aralarına bağlanmayı sağlayacak ilâve bir ses

alırlar. Bu hadiseye ses türemesi denir. Meselâ at ve ı gibi iki gramer birliği bir

kelime, bir tek birlik hâlinde yan yana gelince atı olur; fakat sıra ve -ı gramer

birlikleri tek kelime, tek birlik hâlinde bir araya gelince aralarına bir y sesi

alarak sırayı Ģekline geçerler. ĠĢte bu sesi ilâve ses, türemiĢ sestir. Ġleride

göreceğimiz yardımcı sesler Türkçe‘de ses türemesinin en iyi misalleridir.

Konsonant düĢmesi: Seslerin birbirleriyle münasebeti sırasında gramer birliğinin

bünyesindeki bir konsonantın bazen düĢtüğü görülür. Bu hadiseye konsonant

düĢmesi hadisesi denir. Meselâ büyük ve cek birlikleri birbirine bağlanınca

aradaki k konsonantı düĢerek yeni birlik büyücek Ģeklini alır. Ayni Ģekilde

64
küçük-cük küçücük, ufaq-raq ufaraq Ģekline geçer. ermek, imek değiĢikliğinde

de r konsonantı düĢmüĢtür.

Orta hece vokalinin düĢmesi: Ġkiden fazla hece gramer birliklerinde sonunda

konsonant olmayan orta hece vokalinin çok defa düĢtüğü görülür. Meselâ gönül

ve -üm birlikleri yan yana gelince gönülüm yerine gönlüm Ģeklini alırlar. Yani

orta hecedeki ü vokali düĢer. Bu orta hece vokalinin düĢmesi hadisedir.

Orta hece vokalinin değiĢmesi: Ġkiden fazla heceli birliklerin orta hecesindeki vokal

bazen de değiĢmek temayülü gösterir. Buna orta hece vokalinin değiĢmesi

hadisesi denir. Meselâ başla- ve -yor gibi iki gramer birliği birbirine bağlanınca

başlıyor Ģeklini alarak ortadaki a vokali ı‘ya çevrilir. ĠĢte bu, orta hece vokalinin

değiĢmesidir.

Vokal birleĢmesi (kontraksiyon): Gramer birliklerin de bazen yan yana gelen

vokaller birleĢerek tek bir vokal meydana getirirler. Bu kaynaĢma neticesinde

ortaya çıkan vokal bazen önceki, bazen de sonraki gibi olur. ĠĢte bu hadiseye

vokal birleĢmesi denir. Bu birleĢme neticesinde gramer birliğinde bir darlaĢma,

bir kısılma, bir büzülme göze çarpar. Meselâ gele + umadım bu Ģekilde yan yana

gelen e ve u vokallerinin birleĢmesi neticesinde büzüĢerek gelemedim Ģekline

geçmiĢtir. Ayni Ģekilde kahve + altı kahvaltı hâlini almıĢtır.

Yer değiĢtirme (metatez): Bir gramer birliğinde yan yana gelen iki sesin bazen yer

değiĢtirdiği görülür. köprü-körpü, çömlek-çölmek, öğretmek-örgetmek gibi

misallerde hep bu hadise vardır.

BaĢta konsonant türemesi (protez): Vokalle baĢlayan bir gramer birliğinin baĢına

bazen fazladan bir konsonant getirilir: inmek - yinmek, ayva - hayva

misallerinde olduğu gibi. Bu hadise baĢta bir konsonant türemesi hadisesidir.

65
Hece düĢmesi (haploloji): Bir gramer birliğinde arka arkaya gelen ve ses

bakımından birbirine benzeyen iki heceden birinin bazen eridiği, düĢtüğü

görülür. Böylece o iki hece bir hece hâline gelir. Meselâ: durur -dur, yorır- yor,

pekiyi - peki olmuĢtur. başlayayım‘ın başlayım olması da bu yüzdendir. ĠĢte bu

hadiseye, bir hecenin, bir ses topluluğunun düĢmesi hadisesine hece düĢmesi

adını veriyoruz.

Ġki vokalin yan yana gelemesi (hiatus): Bir gramer birliğinde iki vokalin yan yana

gelmesi demek olan bu hadise Türkçe‘de çok nadir olup aradaki konsonantın

erimesi neticesinde ortaya çıkabilir: soğuk - souk gibi.

Konsonant ikileĢmesi: Bir gramer birliğinde bir konsonantın iki defa söylenmesi

hadisesi olan konsonant ikileĢmesi de Türkçe‘de çok nadirdir. yedi - yeddi, seki

- sekkiz, dokuz - dokkuz, ana - anne gibi bazı misallerde görülür.

49 BenzeĢme (asimilâsyon): Bir gramer birliğinde bir kelimede bazen yan yana gelen

veya biraz aralıklı olarak bir arada bulunan iki sesten birinin diğerine tesir

ederek onu kendisine benzettiği, böylece iki sesin birbirine benzeĢtiği görülür.

ĠĢte bu hadiseye benzeĢme denir. BaĢka bir sese tesir eden bir ses onu beĢ

bakımdan kendisine benzetebilir. Bu sebeple beĢ türlü benzeĢme vardır: 1. Seda

bakımından benzeĢme, 2. teĢekkül noktası bakımından benzeĢme, 3. temas

derecesi bakımından benzeĢme, 4. nazal olma bakımından benzeĢme, 5. düzlük

yuvarlaklık bakımından benzeĢme.

Seda bakımından benzeĢme bir sesin diğer bir sesi sedalılık sedasızlık bakımından

kendisine benzetmesidir. Mesalâ ağaç ve -da gramer birlikleri yan yana gelince

sedasız ç sesi sedalı d sesini t yapar. t ise d‘nin sedasızıdır. Demek ki ç d‘yi seda

bakımından kendisine benzetmiĢtir.

66
TeĢekkül noktası bakımından benzeĢme bir sesin diğer bir sesi teĢekkül noktası

bakımından kendisine benzetmesidir. Meselâ yaz- gibi bir gramer birliği -dı ve -

di gibi ayni iki gramer birliğinden ancak -dı‘yı yanına alabilir. Çünkü yaz-‘daki

a vokali, önde teĢekkül eden i vokali yerine kendisi gibi arkada teĢekkül eden ı

vokalini yanına alabilmektedir. Ayni Ģekilde o ve bir gramer birlikleri tek

birlikte yan yana gelince bir‘ın vokali o‘yu ö yapmak suretiyle teĢekkül noktası

kendisine benzetmiĢtir. Türkçe‘ye giren yabancı sözlerden anbar, penbe ve

çarĢamba perĢembe deki şenbe‘nin n‘lerinin m olması da bundandır.

Temas derecesi bakımından benzeĢme bir sesin diğer bir sesi kendi temas derecesine

çekmesidir. Meselâ ayak ve -a gramer birlikleri yan yana gelince k konsonantı

g‘ya döner. Burada ayni zamanda bir seda benzeĢmesi vardır. Fakat yalnız seda

benzeĢmesi olsaydı k‘nin kendi sedası olan g‘ya dönmesi gerekirdi. Hâlbuki

burada ayni zamanda bir temas derecesi benzeĢmesi vardır. Ġki taraftaki a vokali

aralarındaki k‘yı hem seda kendilerine benzetmiĢler, fakat bununla kalmayarak,

hem de kendi temas derecelerine çekmiĢlerdir.

Nazal olma bakımından benzeĢme bir geniz sesinin bir ağız sesini nazal yaparak

kendisine benzetmesidir. Meselâ ben ve biñ kelimelerinin sonlarındaki nazal n

ve ñ seslerinin baĢtaki dudak konsonantı b‘yi bazen nazal dudak konsonantı olan

m‘ye çevirdikleri görülür ve böylece men ve miñ kelimeleri ile karĢılaĢırız. ĠĢte

bu bir nazal benzeĢmesidir.

Düzlük yuvarlaklık bakımından benzeĢme aralıklı olarak bir araya gelen düz ve

yuvarlak vokallerden birinin diğerini düzlük veya yuvarlaklık bakımından

kendisine benzetmesidir. Meselâ gelüp kelimesinde düz e vokali yuvarlak ü

vokalini düzleĢtirerek gelip kelimesinde görülen i‘ye çevirmiĢtir. Diğer taraftan

gözi kelimesindeki yuvarlak ö vokali de düz i vokalini yuvarlaklaĢtırarak gözü

67
kelimesinde gördüğümüz ü‘yü ortaya çıkarmıĢtır. ĠĢte bu iki hadise düzlük

yuvarlaklık benzeĢmesidir.

Böylece bir sesin diğer bir sesi bu beĢ bakımdan kendisine benzetmesi demek olan

benzeĢme, misallerde görüldüğü ve tarifinden de anlaĢılacağı gibi iki kısma

ayrılır: Yakın benzeĢme, uzak benzeĢme. Yakın benzeĢme yan yana düĢen iki

ses arasındaki benzeĢmedir. Uzak benzeĢme ise aralıklı bir Ģekilde bu arada

bulunan iki sesin birbirine benzemesidir.

AykırılaĢma (disimilâsyon): Bazen bir kelimede yan yana gelmiĢ bulunan ayni

cinsten iki sesin birbirinden ayrıldıkları, bir sesin baĢkalaĢarak ikizlikten kaçtığı

görülür. BenzeĢmenin zıddı olan, bu yüzden benzeĢmeme de diyebileceğimiz bu

hadise Türkçe‘de çok nadir olarak ve Türkçe‘ye girmiĢ bir kaç yabancı kelimede

görülür. Mesalâ aslında attar ve muşamba olan kelimeler sonradan Türkçe‘de

aktar ve muşamba Ģekline geçmiĢtir. Bu hadisenin sebebi Türkçe‘nin kelime

kökünde ikiz sesten kaçınmasıdır. Türkçe‘de buradaki, onunki gibi misallerde

görülen ki‘nin kalın kelimelere uymaması da bir çeĢit aykırılaĢma gibi

görülebilir. Fakat bu ilerde de göreceğimiz gibi ayni sesten kaçma

temayülünden değil, yabancı dilden gelme bir dıĢ tesirden doğmuĢtur. Onun için

bu aykırılık bir aykırılaĢma sayılmaz. Esasen Türkçe‘de bir aykırılaĢma

temayülü değil, aksine çok kuvvetli bir benzeĢme temayülü vardır.

YuvarlaklaĢma: Bazı kelimelerde bazı seslerin tesiriyle düz vokallerin

yuvarlaklaĢması hadisesidir. Gerçekten dudak ve dudak–diĢ konsonantları bazı

kelimelerde düz vokalleri yuvarlaklaĢtırırlar: bilüp-bilip, bilevüz-bilebiz

misallerinde olduğu gibi (bk. g 91).

68
Yukarıdan beri gördüğümüz bu ses hadiseleri Türkçe‘de daha önce ve daha çok

konuĢma dilinde kendilerini gösterir ve yazı diline çabuk ve fazla aksetmezler.

Bunlardan bazıları yazı dilinde de tam mânâsiyle hâkim bulunmakta, bazıları ise

esas itibariyle konuĢma dilinde görülmekte ve yazı diline geçmemektedir.

ĠĢte bu ses hadiseleri muvacehanesinde birbirleriyle birleĢen sesler sesten büyük gramer

birliklerini, kökleri, ekleri. kök ve ekleri ile kelimeleri meydana getirirler.

Kelimeler taĢıdıkları sesler bakımından tam bir serbestlik içinde bulunmazlar.

Sesler kelimelerdeki yerlerini geliĢigüzel bir Ģekilde almaz ve kelimeler

bünyelerinin her noktasını her sese açık bulundurmazlar. Bu hususta

kelimelerde bazı ses nizamları olduğu göze çarpar. Bu nizamlar dilin ses

hususiyetlerini teĢkil eder. Her dilin birtakım ses hususiyetleri vardır. Bu

sebeple bir dile girmiĢ bulunan yabancı kelimeler o dilin ses hususiyetlerine

uymadıkça tam mânâsiyle benimsenmiĢ sayılmazlar ve çok defa kolaylıkla ayırt

edilebilirler. Bir dildeki ses hususiyetlerinin bazıları her devirde, bazıları devir

devir kendilerini gösterirler. Ayni Ģekilde bir kısmının dilde çok kesin olarak

hüküm süren sağlam bir durumu, bir kısmının ise baĢka ses hadiselerine karĢı

koyamıyacak kadar gevĢek ve daha az kesin olan bir kuvveti vardır.

TÜRKÇE KELĠMELERDEKĠ BAġLICA SES HUSUSĠYETLERĠ

Türkçe keimelerin bünyesinde görülen baĢlıca ses hususiyetleri Ģunlardır:

1. Uzun vokal bulunmaması

Türkçe kelimelerde kendiliğinden uzun vokal yoktur. Yukarıda da gördüğümüz gibi

Türkçe‘de her vokalin, hecede tek baĢına olması, baĢına veya sonuna bir

konsonant alması hâlinde normal, normalden biraz uzun veya kısa Ģekilleri

vardır. Fakat normalin altına ve üstüne taĢan bu kaymalar kulakla

69
hissedilemeyecek kadar az ve ehemmiyetsizdir. Bu arada yalnız ı vokali hususî

bir durum arz eder. ı vokalinin Türkçe‘de yalnız normalden kısa Ģekli vardır. Bu

yüzden o diğer vokaller kadar tek baĢına hece olma kabiliyeti göstermez ve

böyle durumlarda yerini kendisine en yakın vokal olan ve normal kısalıkta

bulunan i‘ye bırakır: ınanmak > inanmak misalinde olduğu gibi. Bu hususta Batı

Türkçesinin doğu kolu yani Azeri Türkçesi çok ileri gitmiĢ ve ı vokali ile

baĢlayan bütün kelimelerin ilk vokalini bugün i yapmıĢtır: işıh (ışık), ildız

(yıldız), ilân (yılan) gibi. ı vokalini kelime baĢında tek hece olmaktan kurtarmak

için bazen de Türkçe‘de y proteze baĢ vurulur: ınanç > yınanç gibi. Bazı Türk

Ģivelerinde, meselâ Tarançi Ģivesinde ise ı sesi hiç yoktur; onun yerine i

kullanılmaktadır. Hülâsa Türkçe‘deki vokallerin bir tanesi normalden de kısa

olmak üzere, hepsi kısa vokaldir. Türkçe kelimelerde uzun vokale ancak iki

sesin birleĢmesi, bir sesin düĢmesi gibi hâllerde rastlamak mümkündür. Çok

nadir olan bu hâllerde birleĢen veya düĢen ses bir iz bırakmak üzere yanındaki

vokali biraz uzatabilir: pekî (< pekiyi), Ahmet â (< Ahmet ağa) misallerinde

olduğu gibi. Fakat bu uzatma da geçici olup bir müddet sonra düĢmenin ve

birleĢmenin bütün izleri silinerek vokal yine normal kısa hâline döner: pekiyi >

pekî > peki misalinde olduğu gibi. Demek ki Türkçe‘de kendiliğinden uzun

vokal bulunmaz. Uzun vokal ancak Türkçe‘ye girmiĢ yabancı kelimelerde

mevcuttur. Türk ses organları bu yabancı sesleri çıkarmak için hususî bir gayret

sarf eder. Böyle bir gayret sarf edilmediği zaman bu uzun vokaller kısa telâffuz

edilirler. Halk dilinde uzun vokalli yabancı kelimelerinin çok defa kısa

söylenmesinin sebebi de budur. Edebî dilde de bazı yabancı kelimelerin uzun

vokallerin kısalmıĢ olduğu görülür. Bunun sebebi o kelimelerin aslını

hatırlatmayacak kadar Türkçe‘ye yerleĢmiĢ olması, bir dereceye kadar

70
TürkçeleĢmiĢ bulunmasıdır. Hülâsa, demek ki Türkçe‘de uzun vokal bulunan

her kelime yabancıdır.

2. o, ö vokalleri

Türkçe kelimelerde o, ö vokalleri yalnız ilk hecede bulunur, birinci heceden sonraki

hecelerde bulunmazlar. Onun içindir ki hususî bir gayret sarf edilmediği zaman

konuĢma dilinde horoz, doktor gibi yabancı kelimeler ikinci vokalleri u‘ya

çevrilerek horuz, doktur Ģeklinde söylenirler. o, ö vokallerinin birinci hece

dıĢında bulunmaması eskiden beri Türkçe‘nin her devrinde görülen bir kaidedir.

Bu kaide yalnız Kazakça, Kırgızca gibi vokalleri geniĢ ölçüde yuvarlaklaĢan

bazı Türk Ģivelerinde bozulmuĢtur. Bu Ģivelerde birinci heceden sonraki

heeclerde de o, ö vokalleri bol bol kullanılmaktadır. Bunların dıĢında o, ö

vokalinin yeri Türkçe‘de dâima birinci hecede kalmıĢtır. Hattâ ilk hecesinde o, ö

vokali bulunan kelimeler, baĢka kelimelerle birleĢip birleĢik kelime teĢkil

ettikleri zaman, birinci heceden sonraki hecelere düĢer düĢmez bu vokallerini

değiĢtirmiĢlerdir. Eski Türkçedeki et ve öz‘den meydana gelen etüz «vücut» ve

Eski Anadolu Türkçesindeki şol ve oq kelimelerinden meydana gelen şoluq «Ģu,

o, iĢte» kelimelerinde olduğu gibi. Yalnız -yor eki bu kaidede bir istisna olarak

kalmaktadır. Zira, ileride de göreceğimiz gibi, -yor ekinin aslı yorır kelimesidir;

bu kelime haploloji ile tek heceye inip ekleĢmiĢ ve -yor Ģekline geçmiĢtir; fakat

bu ek kökün izini taĢımağa devam etmekte, o vokalini değiĢtirmemektedir; bu

yüzden bu ekin bulunduğu kelimelerde, birinci heceden sonra o vokali ile

karĢılaĢılır. Bazı ağızlarda bu o vokali de umumî kaideye uyarak bugün

değiĢmiĢ ve yerini u, ü, ı, i seslerinden birine bırakmıĢ durumdadır. Fakat edebî

dilde böyle bir değiĢiklik görülmemekte ve -yor eki istisna teĢkil eden

durumunu muhafazaya devam etmektedir. Bu muhafaza ise onu baĢka Ģekillerle

71
karıĢmaktan alıkoymak bakımından hayırlı olmaktadır. ĠĢte bu istisnalar dıĢında

Türkçe‘de ilk heceden sonraki hecelerinde o, ö vokali taĢıyan her kelime

yabancıdır.

3. İnce a

Türkçe‘de bir çeĢit a vardır. O da uzuvlarının sükûn hâline en yakın bulunmaları

sırasında teĢekkül eden kalın a‘dır. Türkçe‘de bunun dıĢında ve a ile e arasında

teĢekkül eden bir a vokali yoktur. Türkçe‘ye girmiĢ bazı yabancı kelimelerde ise

böyle bir a‘ya rastlamaktayız. Gerçekten bazı yabancı kelimelerde teĢekkül

noktası a ile e arasında olan bir ince a bulunmaktadır. Türk ağzında ancak

hususî bir gayretle söylenen bu vokalin inceliği kendisinden sonra gelen Türkçe

eklerin ince vokalli olmasından da anlaĢılmaktadır: hakikat-i, dikkat-e

misallerinde olduğu gibi. Demek ki hakıkat ve dikkat kelimelerinin son vokalleri

ince a‘dır. Tabiî hususî bir gayret sarfedilmediği zaman bu ince a‘lar hemen

Türkçe‘deki a‘ya dönmektedirler. Demek ki Türkçe‘de kullanılan ve ince a

taĢıyan her kelime yabancıdır.

4. Kapalı e

Türkçe‘de bilhassa konuĢma dilinde açık e yanında bir de kapalı e vardır. Yalnız

Ġstanbul Türkçesinde bir türlü, yani açık e kullanılır. Yukarıda da söylediğimiz

gibi kapalı e, i - e değiĢikliğinin bir safhası olup açık e ile i arasında bir

vokaldir. Aslında e olup da i‘ye dönmüĢ vokaller ve bilhassa aslında i iken

sonradan e‘ye çevrilmiĢ bulunan vokaller bugün her bölgede kapalı e ile

söylenmektedir. Yalnız Ġstanbul Türkçesi bu değiĢiklikleri ya hiç yapmamıĢ,

yahut da kapalı e‘de durmadan diğer sese atlamıĢtır. el «memleket», yer, beş,

ver- gibi aslında i‘li olan kelimeler bütün ağızlarda bugün kapalı e ile

72
söylenmekte; Ġstanbul Türkçesinde ise birincisi il Ģeklinde i ile, diğerleri açık e

ile kullanılmaktadır. Diğer taraftan ağızlarda gey-, eğri, er-, gibi eskiden e‘li

olan kelimeler kapalı e ile kullanılırken Ġstanbul Türkçesinde i ile

söylenmektedir. Ağızlar yabancı kelimelere bile kapalı e‘yi sokmakta, fakat

Ġstanbul Türkçesi onu yine atlamaktadır. Meselâ piş kelimesi ağızlarda kapalı e

ile peş, Ġstanbul Türkçesinde ise açık e ile peş Ģeklinde kullanılmaktadır.

Türkçe‘ye giren yabancı kelimelerde böyle bir iki TürkçeleĢme dıĢında, aslında

olduğu gibi, kapalı e yoktur. ġunu da kaydedelim ki edebî dilde kapalı e

kullanılmakta ve Ġstanbul Türkçesi de kapalı e‘leri git gide benimsemektedir. Bu

ise ağızların Ġstanbul Türkçesinin rağmine yazı diline yaptığı baĢlıca tesirlerden

biridir.

5. Orta hece vokali

Türkçe kelimelerde orta hecenin, sonunda konsonant olmayan vokali düĢme veya

değiĢme temayülü gösterir: ötürü > ötrü, yaşayan > yaşıyan misallerinde olduğu

gibi. Buna sebep Türkçe‘de orta hecenin vurgusuz olmasıdır. Üzerine

basılmayan, üzerinde durulmayan, söyleniĢine hususî bir dikkat gösterilmeyen

orta hece vokali kendisini her zaman muhafaza edemez ve birçok defa düĢer

veya değiĢir.

6. j sesi

Türkçe kelimelerde j sesi yoktur. j sesi ancak Türkçe‘ye sonradan girmiĢ bir kaç

yabancı kelimede bulunur: jandarma, jale, japon gibi. Ağızlarda bu kelimelerin

bazıları j yerine c ile söylenir: candarma, capon gibi. Türkçe‘de kelime baĢında

c sesi olmadığı hâlde bu misallerde kullanılması bu aykırılığın j sesine tercih

edildiğini, j sesinin daima yabancı kaldığını göstermektedir. j sesi Batı

73
Türkçesinde olduğu gibi Eski Türkçede de bir kaç yabancı kelimede

görülmektedir: ajun ―acun, dünya‖ gibi. Bu ses Türkçe‘de ancak ses taklidi

kelimelerde bulunabilir ki bunlar da çok nadirdir: ġıjıltı gibi.

7. f sesi

Türkçe kelimelerde esas itibariyle f sesi de yoktur. f sesi Türkçe‘de ancak tabiat

taklidi bazı kelimelerle aslında v‘li olan bir kaç kelimede görülür: fısıltı, fırıldaq,

fosur fosur, üflemek, üfürmek, öfke (< övke < öbke), ufaq (< uvaq), yufqa (<

yuvqa) misallerinde olduğu gtbi. Böyle kelimeler dıĢında Türkçe‘de f sesi

bulunmaz. Türkçe‘de kullanılan birçok yabancı kelimelerde ise f sesi mevcuttur.

O hâlde ses taklidi veya sonradan türemiĢ olan bir kaç istisna dıĢında Türkçe‘de

kullanılan f‘li her kelime yabancıdır.

8. h sesi

Türkçe kelimelerde aslî olarak h sesi yoktur. Bugün bir kaç kelimede görülen h sesi

eskiden q Ģeklinde idi. Eski Turkçede hiçbir türlü h yoktu. Eski Türkçeden Batı

Türkçesine geçilirken Türkçedeki bazı q‘Iar değiĢmiĢ ve böylece bazı Türkçe

kelimelerde h ve h sesi ortaya çıkmıĢtır. Bu değiĢme esas itibariyle q‘dan h‘ya

geçiĢ Ģeklinde olmuĢ, h ise bir kaç kelimede ve daha sonra meydana gelmiĢtir.

Batı Türkçesinin ilk devresinde Eski Türkçede q‘Iı olan pek çok kelimenin h‘ya

döndüğünü görüyoruz. Bu h’lardan bazıları Eski Anadolu Türkçesinden sonra

tekrar q Ģekline geçerek asıl Ģekli ile günümüze kadar gelmiĢ, bazılan da son

zamanlara kadar h olarak kalmakta devam etmiĢtir. q‘ların h olması Batı

Türkçesi içinde bilhassa Azeri sahasında çok yaygın bir Ģekil almıĢ, Osmanlı

sahasında ise, dediğimiz gibi, ancak Eski Anadolu Türkçesindeki bazı h‘lar

muhafaza edilmiĢtir. Bugün ağızlarda q’lar çok geniĢ ölçüde h‘ya çevrilmiĢ bir

74
durumdadır. Buna karĢılık yazı dilinde; q‘nın yeri çok sağlam bir hâldedir. Yazı

dilinde h bugün h’ye çevrilmiĢ olarak sadece bir kaç kelimede mevcuttur. Yani

bugün yazı dilinde bir iki kelimede sadece h vardır, h hiç yoktur. Çünkü

Ġstanbtıl Türkçesi h‘ları tamamıyla atmıĢ ve onun yerine yalnız h‘yi tutmuĢtur.

q‘ların h olmasında h sesi en son ortaya çıkmıĢ bulunan bir konsonanttır. q‘lar

Batı Türkçesinde önce h olmuĢ ve daha sonraları da h sesi yaygın bir Ģekilde

görülmüĢtür. Bugün ağızlarda da bu konsonant kullanılmaktadır. Buna karĢılık h

sesi Batı Türkçesinin son zamanlarında ve ancak bir iki kelimede ortaya

çıkmıĢtır. Öyle ki bu bir iki kelime, Batı Türkçesinde h‘lı kelimelerin yanında

uzun müddet q‘lı olarak kalmıĢtır. Bugün ise ağızlarda çok yaygın olan h‘nın

yanında ancak bir iki kelimede h sesi vardır. Ġstanbul Türkçesi ise bir hırıltı ile

söylenen bu arka damak konsonantı h‘yı atmıĢ olarak h‘yi kullanmaktadır. Bu

sesi ihtiva eden Türkçe kelimeler de Ġstanbul Türkçesinde zaten bir kaç taneden

ibarettir. Ġstanbul Türkçesi Türkçe‘ye girmiĢ yabancı kelimelerdeki çeĢitli h‘leri

de hep bir Ģekilde ve bu bir kaç Türkçe kelimedekl h Ģeklinde söylemektedir.

Bugün edebî dilde, Ġstanbul Türkçesinde gördüğümüz h‘li Türkçe kelimeler han,

hanım, hatun, hani, hangi, dahi, daha gibi kelimelerdir. Bunların hepsi Batı

Türkçesinden önce q‘lı idi. Batı Türkçesinde bunlardan han, hanım, hatun, dahi

kelimeleri son zamanlara kadar h ile kullanılmıĢ ve bütün ağızlarda h ile

kullanılmaktadır; hani ve hangi kelimeleri ise uzun zaman qanı ve qangı hâlinde

eski q‘larını muhafaza etmiĢ ve ancak son zamanlarda h‘li olarak

kullanmıĢlardır; daha kelimesine gelince, bu, dahi ile ilgili olarak çok sonraları

ortaya çıkmıĢ yeni bir kelimedir ve h‘lidir. Bugün Ġstanbul Türkçesi iĢte bu

kelimeleri hep bir Ģekilde ve h ile kullanmaktadır. Bunların dıĢında Türkçe‘de

hay, hey, hışırtı, horlamak, hırıltı gibi bazı nida ve tabiat taklidi kelimelerinde

de h sesi vardır. Bunlardan da hay, hey h‘lidir; hışırtı, horlamak, hırıltı eskiden

75
h‘lı idi ve bugünkü ağızlarda da h‘lıdır. Ġstanbul Türkçesinde ise hepsi h‘li

söylenir.

ĠĢte h ve h sesinin Türkçe‘deki durumu budur ve görüldüğü gibi bu sesler Türkçe‘de

eskiden q‘lı olan bir kaç kelime ile bazı ses taklitlerinde vardır. Bunların dıĢında

kaian ve Türkçe‘de kullanılan h‘li her kelime yabancıdır.

9. Başta bulunmayan sesler

Türkçe‘de kelime baĢında umumiyetle c, ğ, l, m, n, ñ, r, v, z sesleri bulunmaz. Fakat

kelime baĢında bulunmamak bakımından bu sesler arasında bazı farklar vardır.

Ġçlerinde bazılarının kelime baĢında hiç kullanılmamalarına karĢılık bazılarının

birtakım istisnaları olduğu görülür. Onun için, kelime baĢında bulunmama

derecelerini aydınlatmak ve hususî durumlarını belirtmek üzere bu sesleri ayrı

ayrı gözden geçirmek lâzımdır.

c sesi Türkçe‘de ancak tabiat taklidi bir kaç kelimenin baĢında bulunur: cayır cayır,

cırlaq, cırtlaq, cıvıl cıvıl, cıvıltı, cıvıldamaq, cızırtı, cıyaq cıyaq, cız, civciv

kelimelerinde olduğu gibi. caymak, çocuk dilinden gelme cici gibi kelimelerin

baĢında da c sesi vardır. ĠĢte bu gibi istisnalar dıĢında Türkçe‘de kelime baĢında

c sesi bulunmaz. Esasen c sesi Türkçe‘de ç sesinden türemiĢ olarak sonradan

ortaya çıkmıĢ bir sestir. ç sesinin sedalılaĢması ile meydana gelen bu c sesi

bugün kelime içinde bol bol kullanılmaktadır. Fakat Eski Türkçede önceleri bu

c‘ler ç hâlinde idi ve ancak sonraları c‘ler görülmeğe baĢlamıĢtır. Öyle ki, bugün

c‘li olan ekler, ileride de göreceğimiz gibi, Eskj Anadolu Türkçesinde bile

henüz tamamıyla c olmuĢ değildi ve daha çok ç‘li idi. Bugün bile, bilhassa Azerî

sahası ağızlarında eklerdeki ç‘lerin birçoğu henüz c‘ye dönmemiĢtir ve

muhafaza edilmektedir. Hülâsa, c sesi Türkçe‘de diğer seslere göre oldukça yeni

76
bir sestir. Bilhassa son zamanlarda çoğalmıĢtır. Fakat yukarıda kaydettiğimiz

istisnalar dıĢında kelime baĢında bulunmamaktadır. Bu ses bugün Batı Türkçesi

dıĢındaki bazı Türk Ģivelerinde, meselâ Kazakça‘da ise kelime baĢında da geniĢ

ölçüde kullanılmaktadır. Kazakça kelime baĢındaki y‘leri c yapan bir Ģivedir: yıl

> cıl, yigit > cigit gibi. Fakat Batı Türkçesinde yukarıdaki bir kaç istisna dıĢında

kelime baĢında c sesi kullanılmaz. Bu istisnalar dıĢında Türkçe‘de kullanılan ve

baĢında c sesi bulunan her kelime yabancıdır.

ğ sesi Türkçe‘de kelime baĢında hiç bulunmaz. Aslında baĢında ğ bulunan yabancı

kelimeler de Türkçe‘de ġ ile söylenirler. ğ sesi Türkçe‘de kelime içinde

kullanılan bir sestir. ġ‘nin daha yumuĢak Ģekli olan, daha geride ve açık bir

temas derecesinde sürtünme ile teĢekkül eden bu ses de Türkçe‘de sonradan

ortaya çıkmıĢ oldukça yeni bir sese benzemektedir. Bugün kelime sonundaki

q‘lar iki vokal arasında kalınca, ğ‘ya çevrilmektedirler. Fakat q‘nın asıl sedalısı

ġ‘dir ve ġ olarak sedalılaĢtıktan sonra ğ Ģeklinde yumuĢamıĢtır. Bazı ağızlarda

bugün bile sondaki q‘lar iki vokal arasında kalınca, ġ Ģeklini almakta ve ğ

olacak kadar yumuĢamamaktadır. ğ asıl, yukarıda sonradan türemiĢ bir ses

olduğunu belirttiğimiz h‘nın sedalısıdır. Ġki vokal arasında kalan sondaki h‘lar

da ğ olmaktadır. Hülâsa ğ sesi Türkçe‘de q ve h‘nın seda bakımından, ġ‘nın da

temas derecesi bakımından benzeĢmeye tabiî tutuldukları zaman ortaya çıkan

yeni bir sestir ve sadece kelime içinde bulunur. Kelime baĢında hiç kullanılmaz.

l sesi de Türkçe‘de kelime baĢında hiç bulunmaz. lıq lıq, loqur loqur, lopur lopur, löp

löp gibi baĢında l taĢıyan ses taklidi kelimeler de çok azdır. Türkçe‘de kelime

baĢında l bulunmadığı içindir ki l ile baĢlayan yabancı kelimelerin bazen halk

dilinde baĢına vokal getirilir: ilimon ―limon‖, ―ilâzım‖ ―lâzım‖ gibi.

77
m sesi Türkçe‘de umumiyetle kelime baĢında bulunmaz. Eski Türkçede m ile baĢlayan

bazı kelimeler vardı. Fakat bunların baĢındaki m‘ler umumiyetle b‘den türemiĢ

m‘lerdir. Eski Anadolu Türkçesinde de böyle m‘ler vardı: men ―ben‖‘de olduğu

gibi. Azeri ve Doğu Anadolu sahasında bu m‘ler çok artmıĢ olarak bugün de

kullanılmaktadır: men ―ben‖, miñ ―bin‖, minmek ―binmek‖ misallerinde olduğu

gibi. Misallerde de görüldüğü üzere bu m’ler b‘nin uzak nazal benzeĢmeye tabiî

olarak n ve ñ tesirinde kalması ile ortaya çıkmıĢtır. Bunların dıĢında Türkçe‘de

kelime baĢında m ancak bazı tabiat taklidi sözlerin baĢında bulunmaktadır:

mırıltı, mırıldanmaq, mışıl mışıl, miyavlamaq gibi. Kelime baĢında m bir de

masmavi, mosmor, ev mev, yol mol gibi m‘li tekrarlarda görülmektedir. ĠĢte bu

istisnalar dıĢında Türkçe‘de görülen ve m ile baĢlayan her kelime yabancıdır.

n sesi Türkçe‘de kelime baĢında eskiden beri ancak ne ve ne ile yapılmıĢ birleĢik

kelimelerde görülür: ne, niçin, nasıl gibi. Ayrıca nene, nine, ninni gibi tabiat

taklidi ve çocuk dilinden gelme sözlerde de vardır. Bunların dıĢında Türkçe‘de

kullanılan ve baĢında n sesi taĢıyan her kelime yabancıdır.

ñ sesi Türkçe‘de kelime baĢında hiç bulunmaz.

r sesi Türkçe‘de kelime baĢında hiç bulunmaz. Ses taklidi sözlerin baĢında bulunması

da çok nadirdir: rap rap gibi. Türkçe‘nin kelime baĢında r‘yi sevmemesi

yüzünden halk dilinde r ile baĢlayan yabancı asıllı kelimelerin baĢına bir vokal

getirilir: iramazan, irecep, irahat, urus, urum misallerinde olduğu gibi. Demek

ki Türkçe‘de kullanılan ve baĢında r sesi bulunan her kelime yabancıdır.

v sesi aslında Türkçe‘de kelime baĢında hiç yoktu. Kelime baĢındaki bazı b‘lerin v

olması ile sonradan ortaya çıkmıĢtır. Yani Batı Türkçesinde baĢında v bulunan

az sayıdaki kelimeler Eski Türkçede b‘li idi; var < bar, varmaq < barmaq,

78
vermek < virmek < birmek gibi. vurmaq‘taki v ise sonradan ortaya çıkmıĢtır;

eskiden bu kelime urmaq Ģeklinde idi. ĠĢte v aslında v‘li olmayan bu bir kaç

kelimenin baĢında bulunmaktadır. Bunlardan baĢka bir de, diğerlerinde de

olduğu gibi, tabiat taklidi kelimelerin baĢında v sesi görülür: vız, vızıltı,

vızıldamaq, vızır vızır misallerinde olduğu gibi. ĠĢte bu istisnalar dıĢında

Türkçe‘de kelime baĢında v sesi bulunmaz. Onun için bunların dıĢında

Türkçe‘de kullanılan ve v ile baĢlayan her kelime yabancıdır.

z sesi Türkçe‘de ancak tabiat taklidi bir iki kelimenin baĢında bulunur: zır, zırıltı, zınq,

zonqlamaq gibi. Bunların dıĢında Türkçe‘de kelime baĢında z sesi yoktur. Bu

sebeple, Türkçe‘de kullanılan ve baĢında z sesi bulunan her kelime yabancıdır.

Sonda bulunmayan sesler

Türkçe‘de kelime hece sonunda umumiyetle b, c, d, g, ġ sesleri bulunmaz.

Bunlardan g Eski Türkçe‘de, diğer Türk Ģivelerinin bazılarında, Batı Türkçesinin ilk

devirlerinde ve bugünkü bazı ağızlarda kelime ve hece sonunda görülür. Bir

kısım ağızlarla Ġstanbul Türkçesinde ise bu g‘ler ya sedasızlaĢarak k‘ye

çevrilmiĢ (öksüz kelimesindeki ög > ök «ana» misalinde olduğu gibi) veya ğ

(yumuĢak g, yani y) ve v sesine dönmüĢtür: ögmek > öğmek, övmek; dögmek >

döğmek, dövmek; beg > bey; egmek > eğmek misallerinde olduğu gibi.

d de Eski Türkçede bazı hece ve kelimelerin sonunda vardı: qutadmaq «mes‘ut olmak»,

öd «zaman», ked «pek, çok» misallerinde olduğu gibi. Fakat Batı Türkçesinde

bu d‘ler ked > key, qodmaq > qoymaq misallerinde olduğu gibi y olmamıĢlarsa

sedasızlaĢarak t‘ye çevrilmiĢlerdir. Eski Anadolu Türkçesinde ve Osmanlıca‘da

bazı hece ve kelime sonlarında d yazılması bir imlâ meselesidir. Bugün bile bir

hayvan ismi olan at ile karıĢmasın diye isim karĢılığı olan kelime ad Ģeklinde

79
d‘ile yazılmaktadır. Bu da bir imlâ meselesi olup isim karĢılığı olan kelime

aslında ve söyleniĢte at Ģeklindedir. Yani hece ve kelime sonunda Batı

Türkçesinde d sesi yoktur.

b sesi Türkçe‘de kelime ve hece sonunda hiç bulunmaz. Gerçi bu ses Eski Türkçenin

baĢlarında bir iki kelimenin sonunda mevcuttu: eb «ev», sab «sav, söz»

misallerinde olduğu gibi. Fakat bu b‘ler bir müddet sonra, daha Eski Türkçe

devresinin içinde iken hemen v oluvermiĢ ve kelime ve hece sonunda b sesi

kalmamıĢtır. Batı Türkçesinde Eski Anadolu Türkçesi ile Osmanlıca

devrelerinde birçok hece ve kelimelerin sonlarında b yazılmıĢ olduğu görülür:

gelüb, gidüb gibi. Bu tamamıyla bir imlâ meselesi olup hece ve kelime sonunda

b harfi ile yazılan ses p‘den ibarettir. Yani hece ve kelime sonunda p sesini

iĢaretlemek üzere b harfi kullanılmıĢ, fakat b sesi hiçbir zaman sonda

bulunmamıĢtır. Bu b yazılıĢının eski yazının bir imlâ hususiyeti olduğu

unutulmamalı ve Türkçe‘de sonda b sesi bulunduğu zannedilmemeli; yazı ile

dil, harfle ses arasındaki fark hatırdan çıkarılmamalı; b ile p birbirine

karıĢtırılmamalıdır.

c sesi Türkçe‘de hiçbir devirde hiçbir Ģekilde hece ve kelime sonunda bulunmamıĢtır.

Batı Türkçesinde eski yazıda sondaki ç‘lerin çok defa c harfi ile iĢaretlenmiĢ

olduğu görülür. Tabiî bu da biraz önce söylediklerimiz gibi bir imlâ

meselesinden baĢka bir Ģey değildir ve Türkçe‘de hece ve kelime sonunda hiçbir

zaman c sesi bulunmaz.

ġ sesi Eski Türkçede hece ve kelime sonunda kullanılmakta idi. Fakat sonradan bu ġ‘ler

ya düĢmüĢ, ya sedasızlaĢarak q olmuĢ veya yumuĢayarak ğ hâline gelmiĢtir. Bu

yüzden bugün hece ve kelime sonunda ġ yoktur, onun yumuĢağı ve daha az

80
temas derecelisi olan ğ vardır: dağ, ağlamak, otağ misallerinde olduğu gibi. Batı

Türkçesi dıĢındaki Türk Ģivelerinin bazılarında sonda ġ sesi bugün de vardır.

Demek ki b, c, d, g, ġ seslerinin bir kısmı hece ve kelime sonunda bulunabiliyordu.

Fakat bugün bilhassa edebî dilde bu sesler hiçbir Ģekilde hece ve kelime sonuna

gelmemektedirler. Türkçe‘nin hece ve kelime sonunda bu tip seslerin ancak

sedasızlarını yani p, ç, t, k, q‘yı kabul ettiği görülüyor. Türkçe‘ye girmiĢ olan ve

sonunda b, c, d, g, ġ sesleri bulunan yabancı kelimelerin sonlarındaki seslerin

sedasızlaĢması da bundandır: kitab > kitap, ilâc > ilâç, derd > dert, aheng >

ahenk, çeraġ > çıraq misallerinde olduğu gibi.

Hülâsa, iĢaret ettiğimiz istisnalar dıĢında Türkçe‘de hece ve kelime sonunda b, c, d, g, ġ

sesleri bulunmaz. Onun için gördüğümüz istisnalar dıĢında Türkçe‘de kullanılan

ve hece ve kelime sonunda bu sesleri taĢıyan her söz yabancıdır.

Sedalılaşma ve yumuşama

Türkçe‘de kelime sonunda bulunan ç, k, q, p, t konsonantları iki vokal arasında

sedalılaĢır ve yumuĢarlar. Bunlardan ç, p, t sadece sedalılaĢırlar. Bu

sedalılaĢmada tabiî ç c, p b, t d olur; yani ç, p, t konsonantları yerlerini kendi

sedalılarına bırakırlar: ağaç-ı > ağacı, dip-e > dibe, geçit-i > geçidi gibi. Bu

değiĢmenin sebebi sedasız konsonantı iki yanındaki vokallerin seda bakımından

kendilerine benzetmeleridir. k ve q‘da ise hem sedalılaĢma, hem de yumuĢama

olur. Ġki vokal arasında kalan k ve q önce sedalılaĢarak yerlerini kendi sedalıları

olan g ve ġ‘ya bırakırlar; fakat bununla kalmayarak sonra hemen yumuĢar ve

yumuĢak g (ğ yani y) ve ğ Ģekline geçerler: bilek-i > bilegi > bileği, ayaq-a >

ayaġa > ayağa gibi. Böylece iki yanlarındaki vokaller k ve q‘yı hem seda

bakımından, hem de temas derecesi bakımından kendilerine benzetmiĢ olurlar. k

81
ve q‘nın yalnız sedalılaĢma ile kalmayıp ayni zamanda yumuĢamaları Türkçe‘de

oldukça yeni bir geliĢmeye benzemektedir. Bu hususta bugün kesin bir hudut

çizmek imkânına sahip değiliz. Fakat bu geliĢme her hâlde Eski Anadolu

Türkçesinden sonra ortaya çıkmıĢtır. Batı Türkçesinin doğudaki bazı ağızlarında

bugün bile hâlâ böyle bir geliĢme yoktur ve k ile q sadece sedalılaĢırlar: ayaġı,

çürüge gibi.

Kelime sonundaki bu seslerin iki vokal arasında kalınca sedalılaĢmaları ve

yumulamaları fiil dıĢında Türkçe için umumîdir. Türkçe‘de ancak bazı tek

heceli kelimelerle karıĢıklığa meydan verecek kelimelerde ve bazı isimlerde

sondaki bu konsonantlar değiĢtirilmez: at-a > ata, aç-ı > açı, turġut-a >

turġuta, turġuda gibi. Fiil köklerinin sonunda ise bu konsonantlar nadir olarak

ve ancak fiil kökü unutulursa veya yapılan yeni kelime fiil kökünün mânâsından

çok uzaklaĢırsa sedalılaĢır ve yumuĢarlar: quç-aq > qucaq, geç-e > gece gibi.

Fakat istisna teĢkil ederek konsonantı sedalılaĢan bazı fiil kökleri de vardır: git-

en > giden, dit-ik > didik, güt-er > gü-der misallerinde olduğu gibi.

Umumiyetle tek heceli ve t‘li köklerde görülen bu istisnaların baĢka sebepleri

(meselâ baĢtaki g ve d seslerinin tesiri) de olabilir. Fiil köklerindeki

konsonantların sedalılaĢmamasında Ġstanbul Türkçesi çok muhafazakâr bir

durumdadır. Batı Türkçesinin ilk devirlerinde ve bugünkü ağızların birçoğunda

birçok fiil köklerindeki konsonantların sedalılaĢtığı görülür; aqıt-an > aqıdan,

yarat-an > yaradan, qurut-ur > qurudur misallerinde olduğu gibi. Fakat

Ġstanbul Türkçesinde bu sedalılaĢmalar yoktur. Ġstanbul Türkçesi fiillerde bu iĢi

belirttiğimiz Ģekildeki bir kaç istisna dıĢında hiç yapmamak temayülündedir.

Kelime sonundaki sedasız konsonantların iki vokal arasında sedalılaĢtırılması Türkçe‘ye

geçmiĢ yabancı kelimelere de tatbik edilir. Fakat onlarda sedalılaĢtırma çok az

82
görülür. Tabiî bu hususta yabancı kelimenin Türkçe‘de kullanılma derecesine ve

yanlıĢ anlaĢılıp anlaĢılmamasına göre hareket edilmektedir. Onun için yabancı

kelimelerin ancak bazılarında böyle bir sedalılaĢtırılma yapıldığına Ģahit

olmaktayız.

Diftong

Türkçe‘de bir hecede veya bir kelimede iki vokal yan yana gelemez. Ġki vokalin bir

hecede yan yana gelmesine diftong denir. Diftongda yan yana gelen iki vokalin

söylenmesinde uzuvların hareketi ayni istikamette bulunur; teĢekkül noktaları

birbiriyle birleĢir; böylece birbiriyle kaynaĢmıĢ olarak diftongun baĢlangıcında

birinci vokalin, bitiĢinde ikinci vokalin sesi çıkarılır. Onun için diftong iki vokal

sesi veren bir vokal durumundadır ve bünyesindeki iki vokal iki ayrı hece

meydana getirmeden tek bir hece içinde bir arada bulunurlar. Türkçe‘de diftong

yoktur. Türkçe‘de bazı ses değiĢmeleri ve düĢmeleri ile yan yana gelen vokaller

birbirleri ile kaynaĢarak tek bir vokal meydana getirirler; ortaya iki sesli bir

vokal, bir birleĢik vokal değil, tek sesli tek bir vokal çıkar. Bu kaynaĢmanın bir

safhasında düĢen veya değiĢen sesin izi mahiyetinde olmak üzere bazı Türk

Ģivelerinde diftonga benzer durumlar görülebilir. Fakat bunlar hem geçicidirler,

hem de tam bir diftong karakterinde değillerdir. Bugünkü küçük bir iki Türk

Ģivesi dıĢında büyük Ģivelerde ve edebî dillerde bu diftonga benzer durum da

görülmez. Bilhassa Batı Türkçesinde böyle bir Ģey hiçbir Ģekilde mevcut

değildir. Onun için, hülâsa olarak, tereddütsüzce, Türkçe‘de diftong yoktur

diyebiliriz.

Türkçe‘de bir hecede iki vokal bulunmadığı gibi bir kelimenin iki hecesinde de yan

yana iki vokal bulunmaz. Yani, Türkçe‘de bir gramer birliğinde hiçbir zaman iki

vokal bir araya gelmez. ğ sesinin temas derecesi iki vokal arasında çok azalarak

83
bu sesi bazen çok zayıf bir hâle getirir ve âdeta erimiĢ bir duruma düĢürür. O

zaman erimiĢ gibi olan sesin iki yanındaki vokaller yan yana gelmiĢ gibi

görünebilirler. Fakat hakikatte ğ sesi tamamıyla erimiĢ ve iki vokal bir araya

gelmiĢ olmaz. Sadece ğ sesi dikkat etmeyen tarafından âdeta hissedilmeyecek

kadar zayıflamıĢ bir hâle gelir. Yani, ortada iki vokal oldukça arada iki vokali

birbirinden ayırmağa yetecek kadar bir konsonant daima mevcut bulunur. Bu

zayıf konsonantın tamamıyla eriyip kaybolması hâlinde ise yan yana düĢen iki

vokal en kısa zamanda birleĢerek tek bir vokal hâline gelirler ve böylece iki

vokal bir vokale, iki hece de bir heceye çevrilmiĢ olur. Türkçe iki vokalin yan

yana gelmesinden hiçbir zaman hoĢlanmaz. Onun içindir ki büyük küçük gramer

birliklerinin, köklerle eklerin birleĢmeleri sırasında iki vokal yan yana düĢünce

araya derhal yardımcı bir konsonant getirilir. iki vokalin yan yana gelmesinden

bu derece Ģiddetle kaçınan Türkçe‘de, Ģu veya bu Ģekilde, iki vokalin bir arada

bulunması elbette beklenemez. Onun için Türkçe‘de bir kelimede iki vokalin

yan yana gelemiyeceğinden Ģüphe etmemek ve ne kadar zayıflarsa zayıflasın

meselâ soğuq kelimesindeki ğ‘nın, ortada iki vokal bulundukça, daima mevcut

olduğunu düĢünerek bu kelimeyi souq Ģekline geçmiĢ kabul etmemek; souq

Ģeklinde yazmamak lâzımdır. Yukarıda hiatustan bahsederken zikrettiğimiz bu

kelimede dahi ğ ya hiçbir zaman tam bir Ģekilde erimemiĢ veya tam bir Ģekilde

erimiĢse yerini baĢka bir konsonanta bırakmıĢtır ve tam bir hiatus mevcut

değildir. Bu kelimede, ğ çok zayıfladığı için, ancak hiatusu andıran, hiatusa

benzer bir durum vardır denilebilir. ğ‘yı tamamıyla eriten ağızlarda ise onun

yerine bir y konsonantının getirildiği görülür: soyuq gibi. Bu da gösteriyor ki

kelimenin iki vokali arasında konsonantın yeri hiç boĢ kalmamakta, ğ düĢer

düĢmez yerine y geçmektedir. Yani y ortaya çıkmamıĢsa iki vokal arasında çok

zayıf da olsa ğ konsonantı kendisini muhafaza ediyor demektir. Onun için

84
ortasındaki konsonantın bazen çok hafif söylendiğine bakılarak soğuq

kelimesinin souq Ģekline geçtiği zannedilmemeli ve kelime asla souk Ģeklinde

yazılmamalıdır. Dediğimiz gibi Türkçe‘de hiçbir zaman bir kelimede iki vokal

yan yana bulunmaz. Türkçe‘de kullanılan ve yan yana iki vokal taĢıyan her

kelime yabancıdır.

İkiz konsonant

Türkçe‘de kelime köklerinde ayni cinsten iki konsonant yan yana bulunmaz. Ġkiz

kaynağı değiştir]

Azeri Türkçesi (, )

Dede Korkut Hikayeleri-Dede Korkut kitabı (, , , , , , , )

Dede Korkut kitabı : (inceleme) (, , , )

Dede Korkut kitabı : Metin-sözlük (?)

Ebülgazi Bahadır Han:Türklerin Soy Kütüğü (?)

Edebiyat ve Eğitim Fakültelerinin Türk Dili ve Edebiyatı (, )

Kadı Burhaneddin Divanı (Hazırlayan) ()

Oğuz Kağan Destanı (Yayına hazırlayan) ()

Orhan Şaik'e cevap- : Biz şaşmadık ()

Orhun Abideleri (,,,,,,,, )

Osmanlıca Dersleri (, , , ,,, , )

Sovyet emperyalizmi, Balkanlar ve Türkiye (?)

Türk Dil Bilgisi (, , , , , , , , , , )

Türk Dili (, )

Türk Dili : Lise I ()

Ahmet ve dedesi ()

Türk Dili Kompozisyon : lise I,II,III,IV.dönemler (, )

Türk Dili ve Edebiyatı : Edebiyat-kompozisyon-Türkdili,

Türk Dili: lise 1 ()

Türk Dili, Lise II. Dönem (?)

Türkiye'nin Bu Günkü Meseleleri ()

Türkoloji Tezleri, ()

Üniversiteler için Türk Dili (, , , , , )

Makaleleri

Bursa Kitaplıklarındaki Türkçe Yazmalar Arasında, İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, c. IV Sayı 4, (İstanbul ), s

Cami-ül-Meâni'deki Türkçe Şiirler, İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi c. III Sayı , s

Dede Korkut Kitabı Üzerinde I, İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, c. V, (İstanbul ), s

Dede Korkut Kitabı Üzerinde II, İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, c. VI, (İstanbul ), s

Kadı Burhaneddin Divanı Üzerinde Bir Gramer Denemesi, İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi c. IV Sayı 4, (İstanbul ),

Melihî, İ.Ü. Edebiyyat Fakültesi Türk Dili Ve Edebiyatı Dergisi c. II Sayı (İstanbul ), s

R. Rahmeti Arat'ın Eserleri, İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, c. XI, (İstanbul ), s

Türk Dili ve Edebiyatını İlgilendiren Neşriyat, İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi c. II Sayı (İstanbul ), s

Türkçe ve Dil Bilgisi Öğretimi (), Türk Kültürü 33() , s

Türkoloji Bölümü Çalışmaları II. Tez Çalışmaları, İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, c. X, (İstanbul ), s

Türkoloji Bölümü Çalışmaları II-Tez Çalışmaları, İ.o. Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, c. XI, (İstanbul ), s

Yaptırdığı Tezler

Ceval Kaya (), Altun Yaruk (Suvarnaprabhasottama-Sutra) giriş-metin-dizin (2 cilt) Doktora Tezi, sayfa (YÖK Tez Numarası: ).

Gülşen Seyhan (), Köroğlu Destanı (Azerbaycan varyantı) inceleme-metin, Doktora Tezi, sayfa (YÖK Tez Numarası: ).

Mustafa S. Kaçalin (), Çinggis Kağan Tarihi çevirisi, Doktora Tezi, sayfa (YÖK Tez Numarası).

funduszeue.info Alışık (), Çağdaş Azeri Türkçesi hikâyeleri, Doktora Tezi, sayfa (YÖK Tez Numarası: ).

Nilüfer Akgür(), Kadı Burhaneddin divanı (s)`nın gramatikal indeksi, Yüksek Lisans Tezi, sayfa (YÖK Tez Numarası).

Ümit Tokatlı (), Elvan Çelebi'nin Menâkıb-Nâme'si (metin-indeks-gramer) , Doktora Tezi, sayfa (YÖK Tez Numarası)

Muharrem Ergin'in Ardından Yazılanlar[değiştir

Bu kitap İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde okutulan Türk dil bilgisi derslerini içine almaktadır. İlk baskısı ’de yapılmıştı. İkinci baskısı ’de İstanbul’da, üçüncü baskısı ’de Sofya’da yapılmıştır. Dördüncü baskıda eser yeniden gözden geçirilmiş ve genişletilmiştir. Bu gramer umumî Türk dilinin grameri değil, Batı Türkçesinin grameridir.
                Bu kitapta Batı Türkçesinin grameri verilirken Türkçe oldukça yeni bir gramer şeması içinde incelenmiştir. Bu şemanın dayandığı esasları şu iki nokta etrafında toplayabiliriz: Türkçeyi çok defa olduğu gibi doğu veya batı gramerleri çerçevesi içinde değil, kendi bünyesine göre ele almak; Türkçenin geniş ve dağınık gibi görünen gramer şekillerini bir sisteme bağlamak. Türkçeye kendi bünyesi içinde yanaşmak ve Türkçenin yapısının gerçek sistemini yakalamak şeklinde hülâsa edebileceğimiz bu iki esasa bir yandan umumî gramer mefhumlarının dışına çıkmamak, öte yandan fazla zorlamaya kaçmamak şartıyla mümkün olduğu kadar bağlı kalınmağa çalışılmış, böylece teklif ettiğimiz şema ortaya çıkmıştır.
                Üniversite seviyesinde okutulan bir gramerin pratik gramer olmayacağı tabiîdir. Onun için bu kitapta da gramer şekilleri klişeler, ezberlenecek kalıplar şeklinde verilip geçilmemiş, Türkçenin problemlerine göre ele alınarak çeşitli yönlerden etraflıca incelenmiş, münakaşa süzgecinden geçirilmiştir. Eserin üslûbu gibi, büyük ve göz alıcı başlıklardan, klişe ve cetvel hâlindeki tertiplerden uzak şekli de bundan ileri gelmekte ve ezber yerine muhakemeye dayanan bir dil bilgisi öğretimi hedefini gütmektedir.

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası