örtünmemenin günahı nedir / Din İşleri Yüksek Kurulu : Dini Bilgilendirme Platformu

Örtünmemenin Günahı Nedir

örtünmemenin günahı nedir

Başörtüsü ve Örtünme

İslâmiyet’ten önce Araplarda örtünme adeti yoktu. Kadına saygı gösterilmez, kadınlar da erkeklerden sakınmazlardı. Başörtülerini enselerine bağlar veya geriye doğru bırakırlardı. Yakaları önden açı­lır, boyunları ve gerdanlıkları ortaya çıkar, süsleri gözükürdü. Erkek­lerin ilgisini çekmek için süslenen, açık saçık kıyafetler giyinen, ba­kışlarıyla ilgi toplamaya çalışan düşük ahlaklı kadınlar da vardı.

((Elmalılı Muhammed Hamdi YAZIR, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul , C. IV, s ve C. V, s (Nur Suresi 31, Ahzab 59).)) Ev­lilik dışı ilişkiler peşinde koşan bir kısım erkekler, kadınların arka­sına takılır ve onları zan altında bırakırlardı. ((Fahreddin er-Râzi Ebu Abdillah Muhammed b. Ömer (öl. h. / m.) et-tefsîr’ül-kebîr, Mısır, C. XXV, s (Ahzab 59).))

Örtünme ile ilgili emirler Ahzab Suresi ile Nur Suresi’ndedir. Her iki surenin de Medine-i Münevvere’de indiği hususunda tam bir görüş birliği vardır. ((el-Kurtubî Muhammed b. Ahmed el-Ensârî (öl. h. / m.), tahkik eden Ebu İshak İbrahim Etfiş, el-Cami li Ahkam’il-Kur’an, Kahire h. m. C. XII, s ve C. XIII, s)) İslâm’ın bir çok emir ve yasağı gibi örtünme emri ile buna ilişkin yasaklar da Medine-i Münevvere’de gelmiştir.

Kadınlar Medine-i Münevvere’de de günahkâr erkekler tarafın­dan rahatsız ediliyorlardı. Durum Muhammed aleyhisselama şikayet edilince Ahzab Suresi’nin ayeti nazil oldu. ((el-Kurtubî, a.g.e., funduszeue.info, s (Ahzab 59).))

“Ey Nebî! Eşlerine, kızlarına ve inanıp güvenenlerin hanımlarına söyle de cilbablarını /büyük başörtülerini üzerlerine yaklaştırsınlar. Bu, iffetli bilinmeleri, dolayısıyla incitilmemeleri açısından daha uygundur. Allah daima bağışlayan ve ikramı bol olandır.”

Cilbab, kadınların evlerinden çıkar­ken üstlerine aldıkları, başörtüsünden büyük bir örtü ya da büyük bir başörtüdür. Bu husus ileride tekrar ele alınacaktır.

Bazı kadınlar cilbab başları üzerine, bazıları da omuzlarına atar­lar. İki ucu bir biri üzerine sıkıca örtülmezse kadının saçları, boynu ve gerdanlığı gözükür ve erkeklerin bakışlarını üze­rine çeker. Kimi kötü niyetli erkekler de bundan umutlanarak böyle kadınların arkasına düşer, onları rahatsız eder ve töhmet altında bırakırlar.

Kadınlar cilbabını, başını kapayacak şekilde alır ve uçlarını bir biri üzerine getirerek sıkıca örtünürse bu, onların iffetli ve ahlâklı olduğunun bir işareti olur ve rahatsız edilmekten kurtulurlar.

Nur Suresi’nin ayetinde ise örtünme emrinin kapsamı geniş­letilmiş, bakışların kontrol edilmesi, namusun korunması, akrabalar ve yabancı erkekler yanında bazı organlar dışında kalan yerlerin ör­tülmesi farz kılınmıştır.

BAKIŞLARIN KONTROL EDİLMESİ

Gözler kalbe açılan pencerelerdir. Duygusal ilişkiler göz göze gelmekle başlar. Sonra bütün davranışlar bundan etkilenir. Eğer arkasında evlilik yoksa böyle bir ilişki sadece ızdırap kaynağı olur. Kur’an-ı Kerim gerek erkeğe, gerekse kadına bakışları kontrol etme emri verilmiş ve karşı cinsin gözünün içine bakmak yasaklamıştır. Çünkü kadınla erkeğin evlilik dışı yollarla birbirinden cinsel yönden yararlanması kesin olarak yasaktır.

“Mümin erkeklere söyle, bakışlarında ölçülü olsunlar ve edep/avret yerlerini korusunlar….” (Nur 24/30)

“Mümin kadınlara da söyle, bakışlarında ölçülü olsunlar ve edep/avret yerlerini korusunlar….” (Nur 24/31)

Cilbabıyla sıkıca örtünüp, erkekler yanında gözlerini önüne indi­ren ve bakışlarıyla onlara hiç bir ümit vermeyen bir kadın, kötü ni­yetli erkeklerin dahi saygısını kazanır. Bu kadın, namusunu da kolay bir şekilde koruma imkanı elde eder.

ZİYNETİN AÇILMASI

Allah-ü Teâlâ kadını güzel bir biçimde yaratmıştır. Saçları, yüzü, boynu, gerdanlığı, kolları, ayakları, hasılı kadının bütün vücudu gü­zeldir. Takındıkları takılar da güzelliklerine güzellik katar. Kadın bu güzellik ve süslerini istediği gibi sergileyemez. Zaten yaratılıştan kendisine verilen utanma duygusu da buna engeldir. Aralarında daimi evlenme yasağı bulunan babası, kardeşi, oğlu, da­yısı, amcası gibi kimselere zinet yerlerini göstermesine müsaade edilmiştir. Genel­likle iç içe yaşandığından kadının bu gibi kimseler yanında her tara­fını kapaması sıkıntıya sebep olur. Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır:

Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Mümin kadınlara söyle …. Kendiliğinden görünen kısım hariç, ziynetlerini /vücutlarını göstermesinler. …” (Nur 24/31)

Bu emirle, açılmasına ihtiyaç olan yüz ve eller dışındaki süs yer­lerinin kapatılması istenmektedir. Buna göre mümin kadınlar, baş­larını, boyunlarını, kulaklarını, göğüslerini, kollarını ve ayaklarını kapayacaklardır.

Ayetin devamında bazı erkeklerin yanında, kadının zinet yerle­rini açmasına müsaade edilmiştir:

“… Kadınlar Başörtülerinin bir kısmını da yaka açıklıklarının üzerine yerleştirsinler. Kocaları, babaları, kocalarının babaları, oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kadınlar, hâkimiyetleri altında olan esirler, cinsel ihtiyaçtan değil de (meşru bir sebepten) kendilerine bağlı ya da bağımlı olan erkekler ve kadınların mahrem yerlerinin farkında olmayan çocuklar hariç hiç kimseye ziynetlerini /vücutlarını açmasınlar…” (Nur 24/31)

Konu ile ilgili ayrıntılı hükümler ileride gelecektir.

BAŞÖRTÜSÜ

Ayette başın örtülmesi özellikle emredilmiş ve örtünmenin na­sıl yapılacağı da belirtilmiştir.

“Başörtülerinin bir kısmını da yaka açıklıklarının üzerine yerleştirsinler…” (Nur 24/31)

Eskiden kadınlar yakaları açık elbiseler giyinirler, boyunları ve göğüs kısmı gözükürdü. ((Ebubekr el-Cessas er Râzî (öl. h. / m.), Ahkam’ül-Kur’an, Beyrut (Matbaa-i Amire baskısından ofset), C. III, s)) Bu emirle başörtülerinin bir bölümüyle boyunlarını ve yakalarını örtmeleri istenmiştir.

Bütün mezhepler Müslüman kadının başını örtmesinin farz ol­duğu konusunda tam bir görüş birliği içindedirler. Ancak Malikî mezhebi ile ilgili olarak bazılarının zihnini karıştıran bir konu var­dır.

Malikî mezhebinde saçlar (avret-i hafife) hafif avret sayıldığın­dan, acaba Malikî mezhebine göre bir kadın başörtüsü kullanmadan, saçı açık olarak dışarı çıkamaz mı?

Malikî mezhebinde kaba avret (avret-i muğallaza) ve hafif avret (avret-i hafife) ayırımı yalnız namaz açısından yapılmıştır. Kadının yabancı erkekler yanında örtünmesi gerekli yerler açısından böyle bir ayırım yoktur. Bilindiği gibi avret yerlerinin kapatılması namazın farzlarındandır. Hanefî, Şafiî ve Hanbelî mezheplerine göre na­mazda başörtüsü açılan bir kadının namazı bozulur. ((Fahreddin er-Râzî, a.g.e., C. XXIII, s; el-Kurtubî a.g.e., C. XII, s)) Ancak Malikî mezhebi bu durumda kadının namazının bozulmayacağını belirt­miş, fakat vakit çıkmadan namazın iade edilmesini istemiştir. Çünkü baş, namaz açısından hafif avrettir, bu her ne kadar namazı bozmasa da kadının başını açması haram olduğundan namaz kılar­ken işlenen bu haram fiilin günahından kurtulmak için henüz vakit çıkmadan namazın iade edilmesi gerekli görülmüştür. Vakit çıktık­tan sonra namazı iade imkanı ortadan kalkar. ((Ömer Nasuhi BİLMEN, Büyük İslam İlmihali, İst. , s; Ahmed b. Hacer el-Heytemî, Tuhfet’ül-Muhtac bi Şerh il-Minhac, (Şirvânî ve İbâdî haşiyeleri ile birlikte) tarih ve yer yok, C. II, s; Abdullah b. Ahmed b. Kudame (öl. h. / m.) el-Muğnî, Kahire, C. I, s))

Malikî mezhebine göre kadının yabancı erkekler karşısındaki davranışı şöyledir:

Kadın, Müslüman olan bir yabancı erkek karşısında eli ve yüzü dışındaki bütün organlarını kapamak zorundadır. Bu ona farzdır. Eğer bir fitne korkusu yoksa yabancı erkek kadının yüzüne ve elle­rine bakabilir. Fitneden korkulduğunda kadının elini ve yüzünü de kapamasının farz olduğunu söyleyen Malikî alimler olmuştur. “Kadının bir sorumluluğu yoktur, bu durumda erkeğin bakmaması farzdır.” diyen Malikî alimler de vardır. Malikî mezhebine göre ka­dın, Müslüman olmayan bir yabancı erkeğe yüzü ve elleri de dahil hiç bir organını gösteremez. ((Muhammed Uleyş, Menâhil’ül-Celî alâ muhtasar-i allâme Halîl, tarih ve yer yok, C. I, sMuhammed Uleyş, Menâhil’ül-Celî alâ muhtasar-i allâme Halîl, tarih ve yer yok, C. I, s))

Demek ki, bütün İslâmî kaynaklar Müslüman bir kadının ya­bancı erkekler karşısında başını örtmesinin farz olduğu konu­sunda tam bir görüş birliği içindedir.

Ayetin ilgili kısmı şöyledir: وَلْيَضْرِبْنَ بِخُمُرِهِنَّ عَلَى جُيُوبِهِنَّ

(ضرب)‘ın Türkçe karşılığı ‘vurmak’tır. Bu, Arapça’da bir şeyi bir şeyin üstüne düşürmek ve sabitlemek olarak açıklanmaktadır. ((er-Rağıb el-İsfahânî, Müfredâtü elfâz’il-Kur’an, Beyrut /, s. Burada geçen ifade şöyledir: (الضرب إيقاع شيء على شيء)))

Burada fiil (علىharf-i cerri ile kullanılmıştır. Kur’an-ı Kerim’de (ضرب) fiilinin bu şekilde kullanıldığı başka ayetler de vardır. O ayetler buradaki mananın tam olarak ne olması gerektiği konusunda bizi aydınlatır.

(ضربت عليهم الذلةBu ayet Rağıb el-İsfahânî’nin Müfredat’ında şu şekilde açıklanmaktadır: (إلتحفتهم الذلة التحاف الخيمة بمن ضربت عليه) “Alçaklık onları, üzerine çadır kurulan kişiyi çadırın örttüğü gibi örtmüştür. (ضربت عليهم المسكنة) ayeti de aynı şekilde açıklanmıştır. ((er-Rağıb el-İsfahânî, a.g.e. s))

Demek ki, (ضربfiili (علىharf-i cerri ile kullanılınca üstünü örtmek anlamına geliyormuş.

Cüyûb: Ayette geçen (جيوبkelimesi( جيب)kelimesinin çoğuludur. Ceyb Arapçada yaka anlamınadır.

Ayette başörtüleri diye tercüme edilen kelime (خُمُر) dır. Bu, (خِمار) kelimesinin çoğuludur. Bunun da kökü (خَمْر)dir. Güvenilir bir Kur’an lugatı olan Müfredât’ta şöyle denmektedir. (خَمْر)‘ın kök anlamı bir şeyi örtmektir. (خمار) da örtü anlamındadır. Ancak Arap örfünde kadının başını örttüğü örtüye isim olmuştur. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Başörtülerinin bir kısmını da yaka açıklıklarının üzerine yerleştirsinler….” (Nur 24/31)

Aklın bulunduğu yeri örttüğü için şaraba da (خَمْر) adı verilmiştir. ((er-Rağıb el-İsfahânî, a.g.e. s))

Güvenilir hadis lügatı olan İbn’ül-Esîr’in en-Nihâye’sinde :

(أنه كان يمسح على الخُفِّ والخِمار“O, mestinin ve hımarının üzerini meshederdi.” hadisindeki (خمارkelimesi ile ilgili olarak şöyle deniyor: “Burada sarığı kastetmiştir. Çünkü erkek onunla başını örter. Nitekim kadın da başını hımar ile örter. Bu şundandır: Arap sarığını örter ve onu çenesinin altından döndürürse her vakitte açamaz. O zaman o, mestler gibi olur. Ama bu durumda başının az bir kısmını meshetmesi gerekir. Kaplama mesh yerine de sarığının üstünü mesheder. ((İbn’ul-Esîr, el- Mübârek b. Muhammed el-Cezerî (/ h.), en-Nihâye fî garîb’il-hadîsi v’el-eser, Beyrut /, II/))

(خمار) kelimesinin kadının başörtüsü anlamına geldiği eski sözlüklerde yazılıdır. (الخمار للمرأة وهو النصيفHımar kelimesi kadın için nasîf anlamındadır. ((İbn Manzûr, Muhammed b. Mükerrem ( h.), Lisan’ul-Arab, Beyrut, /, IV/; Muhammed Murtaza ez-Zebîdî, Tâc’ul-Arûs, Mısır , III/)) Nasif de başörtüsüdür. ((İbn Manzûr, Lisan’ul-Arab, IX/))

İçinde (خمارkelimesi geçen çok sayıdaki hadisten üç örnek verelim:

1- Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve selleme ipekli elbiseler getirilmişti. Ömer’e bir elbise gönderdi. Üsâme b. Zeyd’e bir elbise gönderdi. Ali b. Ebî Talib’e bir elbise verdi ve dedi ki;

(
شققها خمرا بين نسائكOnu karıların arasında başörtüsü olarak parçalara ayır… Akşamüstü Üsame elbisesinin içinde çıkageldi. Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem ona farklı bir bakışla bakınca yaptığından hoşlanmadığını anladı. Dedi ki, “Ey Allah’ın Elçisi! Bana neden bakıyorsun, onu bana sen göndermiştin. Buyurdu ki, “Ben onu sana giyesin diye göndermedim. Ama onu sana gönderdim ki, kadınların arasında başörtüler olarak parçalayasın. (لتشققها خمرا بين نسائك(Müslim, Libas)

2- Alkame b. ebî Alkame annesinin şöyle dediğini naklediyor: Abdurrahman’ın kızı Hafsa Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellemin eşi Ayşe’nin yanına girdi Hafsa’nın üzerinde ince bir başörtüsü vardı. Ayşe onu parçaladı ve ona kalın bir başörtüsü giydirdi.

(
وكستها خمارا كثيفا(El-Muvatta, Libas, 4, hadis no 6)

3- Aişe  Nebî sallallahu aleyhi ve sellemin şöyle dediğini bildirmiştir. (لا يقبل الله صلاة حائض إلا بخمارAllah adet gören (yani büluğ çağına ermiş) bir kadının namazını başörtülü olmadan kabul etmez”. (Ebu Davud Salat 85, hadis no )

CİLBAB

Baş tarafta belirtmeye çalıştığımız gibi İslâmiyet’ten önce Arap­larda örtünme adeti yoktu. Kadına saygı gösterilmez, kadınlar da er­keklerden sakınmazlardı. Evlilik dışı ilişkiler peşinde olan bir kısım ayak takımı, kadınların arkasına takılır, onları rahatsız eder ve suç­lama altında bırakırlardı. Müslümanlar henüz tuvaleti icat etmeden önce kadınlar ihtiyaçlarını gidermek için evlerin arkasındaki boş sa­haya doğru giderlerdi. Bunu gören kötü ahlaklı erkekler onları inci­tici davranışlara girerler. Kadınlar bağırınca geri çekilirlerdi. Durum  nebî aleyhisselama şikâyet edilince Ahzab Suresinin ayeti nazil oldu. ((Muhammed Uleyş, a.g.e., C. I, s))

“Ey Nebî! Eşlerine, kızlarına ve inanıp güvenenlerin hanımlarına söyle, cilbablarını/büyük başörtülerini üzerlerine yaklaştırsınlar. Bu, iffetli bilinmeleri, dolayısıyla incitilmemeleri açısından daha uygundur.”

Cilbab başörtüsünden büyük ve rida’dan küçüktür. Kadın onu başına sarar ve kalan kısmını göğsü üzerine sarkıtır. ((el-Kurtubî, a.g.e., C. XIV, s; Ebubekr el-Cessâs, a.g.e., C. III, s)) Günümüzde Müslüman kadınlar iki türlü başörtüsü kullanmaktadırlar. Birisi saç­larını ve boyunlarını örtmek için kullandıkları küçük başörtüsü di­ğeri de namaz kılarken ve dışarı çıkarken kullandıkları büyük başör­tüsü. Buna göre başı örttükten sonra, kalan kısmı göğüs üzerine sar­kıtılan büyük başörtüsü yukarıda tanımı geçen cilbab olmaktadır.

Cilbabın milhafe olduğu da söylenmiştir. ((Şeyhülislâm Ebussuud Efendi Muhammed b. Muhammed el-İmâdî (öl. h. / m.) Tefsirü Ebissuud (Tefsir-i Kebir ile birlikte) Matbaa-i Amire, C. VII, s (Ahzab 59).)) Milhafe, yorgan ve çarşaf gibi bürünecek şey ve üstlük elbise anlamına gelir. ((Şeyhülislâm Ebussuud Efendi, a.g.e., C. VII, s)) Burada yorgan söz konusu olamayacağı için cilbab, mülâe demek olur. ((Firuzabâdî, Kamus’ül-Muhît, tercüme Asım Efendi.)) Mü­lâe, kadınların büründükleri çâr’dır. Bir en ya da iki en kumaştan ya­pılır. Bununla bütün vücutlarını bürüyüp örtünürler. ((el-Mucem’ül-Vecîz, Heyet tarafından hazırlanmış. Mısır h. / m.)) Burada söz konusu olan çâr ya da çarşaf (milhafe) günümüz Türkiye’sinde ka­dınların giydiği, yüz ve ayaklar dışında bütün vücudu örten ve tek parça olarak dikilmiş elbise değil, bazı yerlerde ehram, bazı yerlerde de şal adı verilen ve kadınların bütün vücutlarını bürüyüp örten bir kumaştır.

Cilbabın rida olduğu da ifade edilmiştir. ((Firuzabâdî, Kamus, Asım Efendi Tercümesi.)) Rida başa ve belden yukarıya bürünecek çâr, şal ve kumaş gibi şeylerdir. ((Ebubekr el-Cessâs, a.g.e., C. III, s))

Cilbaba, kadını baştan aşağı örten çarşaf, ferace ve çâr gibi dış el­bise anlamı da verilmiştir. ((Firuzabâdî, Kamus, Asım Efendi Tercümesi.)) Buna göre kadının yüzü ve ayakları dı­şında bütün vücudunu örten ve tek parça elbise olarak dikilmiş bu­lunan çarşaf bir cilbab olduğu gibi başörtüsü ile birlikte manto veya pardesü de cilbab sayılmaktadır.

CİLBABI ÖRTÜNME ŞEKLİ

Cilbabın nasıl örtünüleceğine dair kaynaklarda farklı bilgiler var­dır.

1- Yalnız gözün biri açıkta kalacak şekilde sıkıca örtünmek. İbn Abbas (r.a.) demiştir ki, Allah-ü Teâlâ, cilbab ayetiyle mümin kadın­lara, bir ihtiyaç için evlerinden çıktıklarında baştan aşağı yüzlerini cilbabları ile kapamalarını ve yalnızca bir gözlerini açık bırakmala­rını emretmiştir. Muhammed b. Sîrîn diyor ki, “Ubeydet’üs-Selmân­î’ye cilbab ayetini sordum, yalnız sol gözünü açık bırakarak yüzünü ve başını örttü.” ((Elmalılı, a.g.e., C. IV, s)) Elmalılı Muhammed YAZIR diyor ki, “Bizler ye­tiştiğimiz zaman memleketimizde validelerimizin tesettür tarzı bu idi.” ((İsmail b. Kesir (öl. h. / m.), Tefsirü İbni Kesir, Muhammed es-Sabûnî tarafından ihtisar ve tahkik edilmiş nusha, Beyrut , C. III, s))

2- Cilbabını alnının üzerinden sıkıca sardıktan sonra burnunun üzerinden dolayıp gözlerinin ikisi de açık kalsa bile yüzün büyük bö­lümü ve göğsü tamamen örtmek. Bugün Anadolu’nun birçok yöre­sinde kadınlar dışarı çıkınca böyle örtünürler. Elmalılı Muhammed YAZIR diyor ki, da (yani tarihinde) İstanbul’a geldiğimde İstanbul hanımlarının, bir peçe ilave edilmek ve elde açık bir şem­siye bulunmak şartıyla tesettür tarzları bu idi. ((Elmalılı, a.g.e., C. V, s)) Eldeki bu açık şem­siye yağmur ve güneşe karşı değil, erkekler yanından geçerken ka­dına perde görevi görsün diye taşınıyordu.

3- Bu ayet, örtülü ve iffetli olduklarını göstermek için genç ka­dınların dışarı çıkınca yüzlerini örtmeleri gerektiğini göstermektedir. Böylece düşük ahlâklı kimseler bunları rahatsız etmezler. ((Elmalılı, a.g.e., C. V, s)) Bu­gün Suudî Arabistan’da kadınlar bu şekilde sokağa çıkmaktadırlar.

KADINA BAKMA YASAĞI

Nur Suresi’nin ayetiyle erkeklerin kadınlara bakmaları ve on­ları rahatsız edici tavırlar içine girmeleri yasaklanmıştır.

“Mümin erkeklere söyle, bakışlarında ölçülü olsunlar ve avret/edep yerlerini korusunlar. Onlar için nezih olan budur. Allah, yapmakta oldukları şeyin iç yüzünü bilir.”

Bu ayetle erkeklerin gözlerini, kendilerine haram olan şeylerden çekmeleri ve evlilik dışı ilişkilere götürebilecek davranışlara girme­meleri emrolunmuştur.

Kadın ile erkek birbirine karşı güçlü cinsel arzu içinde bulunur­lar. Bunun ayıplanacak ve yadırganacak bir tarafı yoktur. Ancak İs­lâm dini bu arzunun evlilik dışı yollarla tatmin edilmesini şiddetle yasaklamış, aykırı davranışları, toplum düzenini sarsan ağır bir suç saymıştır. Bu sebeple bütün unsurları ile tespit edilmiş bir zina su­çunu bağışlama yetkisi hiç bir şahıs ya da makama verilmemiştir. ((Ebubekr el-Cessâs, a.g.e., C. III, s))

Bakışlar kadınla erkek arasındaki ilk irtibatı kurar, günaha elçi­lik eder. Gözleri öne eğip harama bakmamak kolay değildir. Bir çok kimse bu konuda kendine hakim olamayacak gibi olur. ((Damad Abdurrahman b. Muhammed, Mecma’ül-Enhür (hudud), İstanbul , C. I, s vd.))

Bir gün Nebîmiz aleyhisselam ashabına,

«- “Sakın yollar üzerinde oturmayın.” buyurdu. Dediler ki,

– “Ya Resulullah, bir türlü oturmazlık edemiyor, yol üzerinde konuşuyoruz.” Buyurdu ki,

– “Mutlaka oturmak istiyorsanız, yolun hakkını verin.”

-”Yolun hakkı nedir?” diye sordular. Buyurdu ki,

– “Gözü öne indirmek, kimseye sıkıntı vermemek, selâm almak, iyiliği tavsiye edip kötülüğe engel olmaktır.”» (Buhari, İstizan 2; Müslim, Selâm 2)

Nebîmiz aleyhisselam Ali’ye (r.a.) bu­yurdu ki, “Ya Ali, bir kere baktıktan sonra ikinci bakışı yapma, birinci bakış senin hakkın ama ikincisi senin hakkın değildir.”

Nebîmiz aleyhisselam bir keresinde de şöyle buyurmuştur: “Ey Âdemoğlu, birinci bakış senin hakkın ama sakın ikinci bakışı yapma.” Birinci bakış kasıtsız olarak yapılacağı için kişi­nin hakkıdır. Eğer harama bakmak kastıyla olursa birincisi de yasak­tır. ((Fahreddin er-Râzî, a.g.e., C. XXIII, s))

Erkeğin bakabileceği ve bakamayacağı kadınlar vardır. Hanefî mezhebine göre durum şöyledir:

1- Erkeğin, mahremi olan kadınlara bakması: Bir erkek, arala­rında ebedi evlenme yasağı bulunan bir kadının, mesela annesinin, kızının, teyzesinin diz kapağı ile göbeği arasına bakamaz; arzu duy­maması şartıyla başına, boynuna, göğsüne, kollarına, dizkapağının altında olan baldırına bakabilir. Bu organlara dokunması da caizdir. Ancak bunun için taraflardan hiç birinin diğerine arzu duymaması gerekir. Böyle bir endişe olursa ne dokunmak ne de bakmak caiz olur.

Erkek, mahremi olan kadınların karın bölgesine ve sırtına da ba­kamaz. Bir kadın, kendisinin böyle yakını olan bir erkeğin yanında karnını, sırtını, dizkapağı ile göbeğinin arasını örtmek zorundadır. Bu ona farzdır.

Erkeğin mahremi olan yani kendileri ile ebediyen evlenemeyeceği kadınlar annesi, babaannesi, anneannesi, kız kardeşleri, erkek ve kız kardeşlerinin kızları, kendi kızları, torunları, halaları ve teyze­leri, karısının annesi, sütannesi, sütninesi, sütkardeşi, sütkardeşinin kızları, sütkızı, sütkızının kızları, süt halası ve süt teyzesidir. ((Ebubekr el-Cessâs, a.g.e., C. III, s (Nur Suresi 30).))

Nikâhtan sonra cinsel birleşme olmuşsa o zaman karısının başka kocadan olma kızı da erkeğe ebediyen haram olur. ((Ömer Nasuhi BİLMEN, Büyük İslam İlmihali, (Müslümanlıkta aile ve karabet münasebetleri) İst. , s))

2- Erkeğin evlenebileceği kadınlara bakması: Erkeğin evlenebile­ceği kadınlar, aralarında ebedi evlenme yasağı olmayan kadınlardır. Geçici evlenme yasağının bu konuda etkisi yoktur. Mesela iki kız kardeşi bir arada nikâhı altında bulundurmak yasaklanmıştır. ((Bkz. Nisa Suresi ayet )) Karı­sının ölmesi ya da onu boşaması halinde baldızı ile olan evlenme ya­sağı ortadan kalkacağı için baldız, yani karısının kız kardeşi bu bak­ması yasak olan kadınlar grubuna girer.

Yabancı olsun veya kendisi ile evlenebileceği bir yakını mesela amcasının veya dayısının kızı olsun erkek böyle bir kadının yalnız yüzüne ve ellerine bakabilir. Eğer arzu duyuyorsa bu organlara da bakamaz. Bir kadın, aralarında ebedi evlenme yasağı bulunmayan bir erkeğin yüzü ve elleri dışındaki bütün organlarını kapamak zorun­dadır.

3- Erkeğin kendi karısına bakması: Arzu duysun duymasın bir erkek karısının bütün organlarına bakabilir. Cinsel organına bak­maması edebe uygun görülmüştür.

4- Doktorun bakması: Bir doktor, tedavi ettiği bir kadının hasta olan mahrem organına ancak zaruret miktarı bakabilir. Eğer bir ka­dına tarif ederek tedavisini yaptırabiliyorsa bu daha uygun olur. Çünkü cinsin cinse bakması daha zararsızdır. ((Bkz. Nisa Suresi ayet ))

ERKEĞE BAKMA YASAĞI

Nur Suresi’nin ayet-i kerîmesi aynen erkekler gibi kadınların da harama bakmasını yasaklamış evlilik dışı ilişkilere sebep olacak davranışlardan uzak kalmalarını emretmiştir.

“Mümin kadınlara söyle, gözlerini önlerine indirsinler ve edep/avret yerlerini korusunlar…”

Gözler kişiyi gayri meşru ilişkilere götürebilecek en önemli giriş kapısıdır. Haramlar karşısında gözlerinizi öne indirerek bu kapıyı kapattığınız zaman avret yerlerinizi korumanız ve evlilik dışı ilişki­lere sebep olacak davranışlardan kaçınmanız büyük ölçüde kolayla­şır.

Yukarıda “Kadına Bakma Yasağı” bölümünde geçen hadisler bu bölüm için de geçerlidir.

Hanefi mezhebine göre bakma konusunda kadınlara düşen gö­revi şöylece sıralayabiliriz:

1- Kadının kadına bakması: Bir kadın, arzu duysun veya duyma­sın diğer bir kadının dizkapağı ile göbeğinin arasına bakamaz. Arzu duymamak şartı ile diğer organlarına bakabilir. Eğer arzu duyuyorsa diğer organlarına bakması da haram olur. Bu sebeple bir kadın, başka bir kadının yanında diz kapağı ile göbeğinin arasını kapamak zorun­dadır, bu ona farzdır.

2- Kadının erkeğe bakması: Bir kadın, kocasının dışında bir erkeğin diz kapağı ile göbeğinin arasına bakamaz. Arzu duymamak şartıyla bunun dışındaki organlarına bakabilir. Erkek ister yabancı olsun, is­terse kendi oğlu, babası, amcası gibi bir yakını olsun fark etmez. Bu sebeple bir erkeğin, başkaları yanında dizkapağı ile göbeğinin arasını kapaması farzdır.

3- Kadının kocasına bakması: Arzu duysun veya duymasın, bir kadın kocasının bütün organlarına bakabilir. Erkeklik organına bak­maması edebe uygun görülmüştür. ((Damad, a.g.e., C. II, s))

KADINLARIN ÖRTÜNMESİ

Kadınların örtünmesiyle ilgili hükümler Nur Suresinin aye­tinde oldukça ayrıntılı bir şekilde belirtilmiştir:

“…Kendiliğinden görünen kısım hariç, ziynetlerini /vücutlarını göstermesinler. …”

Ziynet, süslenecek, bezenecek ve donanacak şeye denir. ((Damad, a.g.e., C. II, s)) Kadının ziyneti olarak düşünüldüğü zaman takıları, giyimi ve kuşamı anlaşı­lır. Bunların alımı satımı, üretimi ve başkalarına gösterilmesi konu­sunda bir yasak bulunmadığına göre burada anlaşılması gereken şey bu ziynetlerin bulunduğu organların açılmamasıdır. ((Firuzabâdî, Kamus, Asım Efendi Tercümesi.)) Kadının takıla­rının bulunduğu organları; başı, saçı, kulağı, yüzü, boynu, göğsü, pa­zusu, kolu, eli, baldırı (bacağın dizden ayağa kadar olan kısmı) ve ayağıdır. Başta taç veya süslü bir şapka bulunur. Saçlar çeşitli şekil­lerde örülür ya da boncuklarla süslenir. Boyun ve göğüste gerdanlık­lar olur. Boyundan koltuk altına kadar uzayan, süslü taşlarla bezeli ve işlemeli bir bez, bir hamail takılır. Pazuda pazubent, kolda bilezik, kulakta küpe, ellerde yüzük ve boya, baldırda halhal, ((Ebubekr el-Cessâs, a.g.e., C. II, s; Şemsüddin es-Serahsî (öl. h. / m.), el-Mebsût, Mısır , C. X, s (İstihsan).)) yüzde sürme bulunur. ((Şemsüddin es-Serahsî, a.g.e., C. X, s)) Bunların dışındaki organların zineti de elbisedir. “…ziynetlerini /vücutlarını göstermesinler …” emri organların tamamını kapsar. Eğer ayette bazı zinet yerleri için bir ayrım yapılmamış olsaydı Müslüman kadının tepeden tırnağa her tarafını kapaması ve ancak süslü ve gü­zel olmayan elbiselerle bütün organları kapalı olarak dışarı çıkması gerekirdi.

Ayette belirtilen “…Kendiliğinden görünen kısım…” yani görünen zinet nedir? Şimdi bununla ilgili hüküm ve görüşleri inceleyelim.

GÖRÜNEN ZİNET

Elbise kadının görünen zinetidir. ((Ebubekr el-Cessâs, a.g.e., C. III, s)) Elbisenin gösterilmesine mü­saade edilmiş, kumaşın rengi, cinsi ve elbisesinin modeli konusunda bir sınırlama getirilmemiştir. Elbise konusuna daha sonra değinile­cektir.

Kadının yüzü ve elleri de görünen zinet yerleridir.  Ali ve Abdullah b. Abbas (r. anhüm) demişlerdir ki, görünen zinet kadının sürmesi ve yüzüğüdür. Abdullah b. Abbas (r. a.) her ne kadar kadının yalnız ayakkabısının ve çarşafının görülebileceğini ((Ebubekr el-Cessâs, a.g.e., C. III, s; Şemsüddin es-Serahsî, a.g.e., C. X, s)) belirtmişse de yüzün ve ellerin görülebileceğine dair deliller kuvvetlidir. Ahzab Suresinin ayetinde Nebîmiz aleyhisselama hitaben şöyle buyrulmaktadır: “Bundan sonra güzelliği çok hoşuna gitse bile, hâkimiyetin altında olan dışında bir kadınla evlenmen ve bir eşini bırakıp başkasını alman sana helal değildir. Allah her şeyi takip eder. …” Bir insan ancak yü­zünü gördüğü kadının güzelliğinden hoşlanacağından bu ayet, kadı­nın yüzünün görülebileceğini göstermektedir. ((Şemsüddin es-Serahsî, a.g.e., C. X, s Burada çarşaf diye tercüme ettiğimiz “müâle” kelimesidir. Müâle, bir ya da iki en kumaştan yapılır, kadınlar bununla bütün vücutlarını bürüyüp örtünürler. Cilbab konusuna da bakınız.))

Bir gün  Ömer (r.a.) hutbede,

“Dikkatli olun, kadınların mehirlerini artırmayın.” dedi.

Bunun üzerine hemen yanakların esmerin kırmızı kadın söze karıştı ve dedi ki, “Bu senin görüşün mü, yoksa Allah’ın Elçisi aleyhisselamdan mı duydun. Biz  Allah-ü Teâlâ’nın kita­bında, senin söylediğinin aksini buluyoruz. Allah-ü Teâlâ şöyle bu­yuruyor: “Eğer bir kadını boşayıp yerine başka bir kadını almak isti­yorsanız, ilkine kantar yükü altın vermiş de olsanız hiç bir parçasını geri almayın.” (Nisa Suresi 20)

Bunun üzerine  Ömer (s.a.) bir ara şaşkınlaştı ve şöyle dedi: “Herkes Ömer’den daha anlayışlı, evlerindeki kadınlar bile.” Bu olayı bize ileten ravi, o kadının yanaklarının esmerin kırmızısı ol­duğunu belirttiğine göre demek ki, kadının yüzü açıktı. ((Ebubekr el-Cessâs, a.g.e., C. III, s))

Konu ile ilgili bir başka olay da Nebî aleyhisselam ile alakalıdır.

 Aişe validemiz (r. anha) buyuruyor ki, bir kadın Nebî aleyhisselama bir mektup uzattı, hemen onun ko­lunu tuttu Kadın dedi ki, “Ya Rasûlullah ben size mektup uzattım almadınız.” Nebîmiz buyurdu ki, “Bunun kadın eli mi, yoksa erkek eli mi olduğunu anlayamadım.” “Bu bir kadın elidir.” O şöyle buyurdu:

“Eğer sen kadın olsaydın tırnaklarının rengini kına ile değiştirir­din.” ((Şemsüddin es-Serahsî, a.g.e., C. X, s)) Bu hadis-i şerif de kadının eline bakabileceğine yani elin, gö­rünen zinet yerlerinden olduğuna delil olmaktadır. Zaten kadın er­keklerle ilgili işlerini görebilmek için yüzünü, alıp verebilmek için de elini açık bulundurmaya muhtaçtır. ((Nesaî, Zinet Aynı hadis, küçük kelime değişiklikleriyle Ebu Davud, Tereccül 4 ve Ahmed b. Hanbel, C. VI, s de geçmektedir. Her üçünde de el yerine “yed” kelimesi kullanılmıştır. Yed kelimesi Arapçada hem kol, hem de el anlamına gelir (Kamus). Bu hadis-i şerif, Ebu Yusuf’a ait olan kolun açılabileceği görüşünü desteklemektedir. Ancak Mebsût’ta geçen rivayette “yed” yerine “keff” kelimesi geçmektedir. Keff ise elden başka bir anlama gelmez. (Bkz. Şemsüddin es-Serahsî, a.g.e., C. X, s).))

İmam Ebu Hanife (öl. h. /m.) rahmetullahi aleyh’e göre kadının ayakları da görünen zinetlerindendir. Bu görüşü talebele­rinden Hasan b. Ziyad (öl. h. /m.) rivayet etmiş ve Tahâvî de (öl. h. /m.) aynı şeyi ifade etmiştir. Çünkü kadın nasıl yüzünü ve ellerini açmak zorunda kalıyorsa yalınayak ya da terlikle yürür­ken ayaklarını da açmak zorunda kalır. Çünkü her zaman bot ya da çizme bulamayabilir. ((Şemsüddin es-Serahsî, a.g.e., C. X, s)) Çorabı da her yerde ve her zaman kolay değil­dir. Ayak, ayak bileklerinin altında kalan kısımdır. Yukarısına baldır denir.

İmam Ebu Yusuf’tan (öl. h. /m.) rivayet edilen bir görüşe göre kadının kollarına da bakılabilir. Çünkü ekmek pişirirken ve çamaşır yıkarken kollarını açmak  zorunda kalır. ((Şemsüddin es-Serahsî, a.g.e., C. X, s))  Aişe (r. anha)’dan “bilezik ve yüzük yerlerinin görünen zinetler” olduğuna dair bir ri­vayet de vardır. ((Şemsüddin es-Serahsî, a.g.e., C. X, s))

BAŞÖRTÜNÜN AÇILABİLECEĞİ YERLER

Bir kadın, bazı erkekler yanında başını açabilir; bu husus Nur Su­resinin ayetinde şöyle ifade edilmektedir:

“…Kendiliğinden görünen kısım hariç, ziynetlerini /vücutlarını göstermesinler. Başörtülerinin bir kısmını da yaka açıklıklarının üzerine yerleştirsinler. Kocaları, babaları, kocalarının babaları, oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kadınlar, hâkimiyetleri altında olan esirler, cinsel ihtiyaçtan değil de (meşru bir sebepten) kendilerine bağlı ya da bağımlı olan erkekler ve kadınların mahrem yerlerinin farkında olmayan çocuklar hariç hiç kimseye ziynetlerini /vücutlarını açmasınlar. Vücutlarından örttükleri kısımlar bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Ey müminler, hepiniz Allah’a tövbe edin /dönüş yapın ki umduğunuza kavuşasınız!”

Yukarıda kadının süs yerlerinin baş, saçlar, yüz, boyun, göğüs, kulak, pazu, kol, el, baldır (bacağın dizden ayağa kadar olan kısmı), ayak olduğunu görmüştük. Bir kadın, ayette sayılan kişiler yanında bu organlarını açabilir. Bunlarla birlikte aralarında ebedi evlenme yasağı bulunan diğer akrabaları yanında da bu organlarını açabilir. Bunlar dayı, amca ve süt akrabalarıdır. Sütkardeş, sütbaba, sütana, süt amca, süt dayı, süt dede, sütkardeşin oğulları, süt oğulun ve sütkızın oğullarıdır. Çünkü aralarında ebedi evlenme yasağı bulunan kimseler birbirlerinin evlerine izin almadan girip çıkarlar. Kadın kendi evinde umumiyetle iş elbisesiyle bulunur, örtülü olmaz. Eğer Cenab-ı Hak kadının, aralarında ebedi evlenme yasağı bulunan ya­kınlarının yanında da örtünmesini emretseydi bu sıkıntı doğururdu.

Bu şahıslar, bakabilecekleri organlara dokunabilirler. Çünkü Nebîmiz aleyhisselam Fatıma’yı öper ve “Onda cennet kokusu buluyorum.” derdi. Bir yolculuktan döndüğünde önce onunla görüşür, kucaklaşır ve başını öperdi.  Ebubekir de (funduszeue.info) kızı  Aişe’nin (funduszeue.info) başını öpmüştür.  Nebîmiz aleyhisselam şöyle buyurmuştur:

“Kim annesinin ayağını öperse cennetin eşiğini öpmüş gibi olur.”

Ancak dokunma ve bakma hem kadının hem de erkeğin arzu duymaması şartına bağlıdır. Eğer taraflardan biri diğerine arzu du­yarsa bakmak da dokunmak da haram olur.

Yukarıda da belirtildiği gibi bakma ve dokunma konusunda süt akrabalığı aynen soy akrabalığı gibidir. Nebîmiz aleyhisselam soy akrabalığı yolu ile evlenilmesi haram olanların süt akrabalığı yolu ile de haram olduğunu belirtmiştir. Bu konuda yaşanmış birçok örnekler vardır.

 Aişe (r. anha) bir gün  Rasul aleyhisselama şöyle dedi: “Ya Rasûlullah ben ev kıyafeti içindeyken Eflah b. Ebî Kays odama giriyor.” Nebîmiz buyurdu ki, “Efleh girebilir, çünkü o senin süt amcandır.”

Zeyneb binti Ümmi Seleme (r. anha) saçını tararken Abdullah b. Zübeyr yanına girer saçlarını tutar ve Zeyneb’e “Bana dön” derdi. Zeyneb onun sütkardeşiydi. ((Ebubekr el-Cessâs, a.g.e., C. III, s))

ELBİSE İLE İLGİLİ HÜKÜMLER

Burada konu, Hanefî, Şafiî, ve Mâlikî mezheplerine göre incele­necektir.

HANEFİ MEZHEBİNDE ELBİSE

Hanefi mezhebine göre, elbise ile ilgili hükümler beş kısma ayrı­labilir:

  1. Giyinilmesi farz olan elbiseler: Bunlar avret yerlerini kapatan, vücudu sıcağın ve soğuğun doğuracağı zararlardan koruyan elbise­lerdir. Çünkü avret yerlerinin kapalı olması farzdır. Bir de insan vü­cudu, sıcağa ve soğuğa tahammül edemez. Vücudun elbise ile ko­runması gerekir. Bu, aynen hayatı devam ettirecek kadar yeme ve içme gibi farzdır.

Elbisenin pamuk veya ketenden olması daha iyidir. Çünkü bu, insanı kibirden daha kolay uzaklaştırır. Kendini aşağı görmemesi için elbisesi kötü olmamalı kibirlenmemesi için de pek lüks olma­malıdır. Çünkü Nebimiz aleyhisselam şöhretin iki çeşidini de yasaklamıştır: Bunlardan birisi, güzellikte en iyi olmak; diğeri de en kötü ve pejmürde olmaktır. İşlerin en iyisi orta seviyede olanıdır.

  1. Müstehap olan elbise: Zaruret miktarından fazla olup, süslen­mek ve Allah’ın nimetini göstermek için giyilen elbisedir. Bilhassa, ilim adamları ve itibarlı kişilerin böyle giyinmeleri iyi olur. Nebi aleyhisselam, şöyle buyurmuştur: “Allah Teâlâ, verdiği nimetlerin eserinin kulu üzerinde görülmesini sever.”
  2. Mübah olan elbise: Bu, güzel görünmek için giyilen elbisedir. Eğer, kibirlenme düşüncesi yoksa Cuma ve Bayram günleri ile top­lantılarda böyle elbiseler giyilebilir. Çünkü Nebi aleyhisselambazen dirhem kıymetinde bir rida ile çıkar, ba­zen de dirhem kıymetinde bir rida ile namaza dururdu. ((Şemsüddin es-Serahsî, a.g.e., C. X, s)) imam Ebu Hanife de dirhem kıymetinde rida giyinir ve öğrenci­lerine şöyle derdi: “Memleketinize gittiğinizde en güzel elbiseler gi­yininiz.” İmam Serahsî, her zaman kullanılmış elbiseler giyinirdi. Muhtaçları üzmemek için böyle yapardı. Kınye isimli kitapta yazıldı­ğına göre İmam Nehaî ((Dirhem, Nebi sallallhü aleyhi ve sellem zamanında ve daha sonra dolaşımda bulunan gümüşten basılmış para biriminin adıdır. Nebîmiz devrinde birbirinden farklı üç ayrı dirhem vardı.  Ömer (r. a.) devrinde kabul edilen İslam dirheminin yaklaşık ağırlığı gr.’dır. Değeri ise gr. altına eşittir. Bu altın genellikle 22 ayardır. O zaman yaklaşık olarak 5 dirheme bir koyun alınabilmekteydi. (Bkz. Abdülaziz BAYINDIR, «Paranın Değer Kaybetmesiyle Ortaya Çıkan Problemler ve İslam Hukukuna Göre Çözüm Yolları», İslam Açısından Enflasyon ve Çözüm Yolları s vd. İstanbul ).)) evinden güzel elbiseler içinde çıkardı. Onun arkadaşları derlerdi ki, biz çok iyi biliyoruz ki, o, ölü hayvanın etini yemesi caiz olacak derecede fakirdir.
  3. Mekruh olan elbise: Bu, kişiye kibir ve gurur veren elbisedir. Nebîmiz aleyhisselam Mikdad b. Ma’di Kerib’e şöyle buyurmuştur: “Seni kibre sokmayacak ölçüde ye, iç ve giyin.”

Elbise ile ilgili diğer hükümler:

1- Renkler: Elbisenin beyaz veya siyah renkte olması müstahap­tır. Çünkü Nebîmiz aleyhisselam şöyle buyur­muştur:

“Allah Teâlâ beyaz elbiselileri sever; zira cenneti beyaz olarak ya­ratmıştır.”

Rivayete göre Nebîmiz aleyhisselam Mekke’nin fethi günü siyah cübbe giymiş ve siyah sarık takınmıştı.

Elbisenin mavi olmasının da bir sakıncası yoktur.

Bazı kitaplarda yeşil giymenin sünnet olduğu belirtilmiştir.

Erkeklerin elbiseleri kırmızı ve sarı renkli olmamalıdır. Çünkü Nebîmiz aleyhisselamın bu konuda bir yasağı­nın olduğu rivayet edilmiştir. Kırmızı elbisenin giyilebileceği yo­lunda görüşler de vardır. Buradaki yasağın bir kerâhet-i tenzihiyye olduğu anlaşılmaktadır.

Kadın elbiselerine renk sınırlaması yoktur.

2- Başa sarılan sarığın bir ucunu, sırta aşağı bir karış uzunlu­ğunda sarkıtmak sünnettir. Çünkü Nebîmiz aleyhisselam böyle yapardı. Sarığın bir ucunun sırtın orta kısmına, hatta oturak yerine kadar uzatılmasının sünnet olacağı yolunda görüşler vardır. Sarığı yeniden sarmak isteyen onu çıkarıp yere koyamaz, ol­duğu gibi geriye doğru açar ve baş üzerinde tekrar sarar.

3- Her çeşit kürk giyilebilir. Bunun yabani veya diğer hayvanların tabaklanmış derilerinden yapılmış olmasının bir farkı yoktur.

((Çözgü: Dokumacılıkta, boyda kullanılan ipliktir.

Atkı: Dokumacılıkta, enden atılan ipliktir.

İbrişim: Bükülmüş ipek ipliğidir.))

MALİKİ MEZHEBİNDE ELBİSE

  1. Elbise, cildin rengini hemen belli etmeyecek derecede sık ve ka­lın olmalıdır. Elbise şeffaf olup cildin rengini he­men belli ediyorsa bununla örtünme olmaz. Bu şekilde kılınan na­mazın mutlaka iade edilmesi gerekir.
  2. İnce veya dar olduğu için organın şeklini belli eden (muhaddid) bir elbiseyi giymek mekruhtur. Bağlanmak sebebiyle or­ganı belli eden elbise de böyledir. Çünkü bu, bir şahsiyetsizlik sayılır ve selefin elbisesine muhalefet edilmiş olur. Ancak rüzgâr vurması veya ıslanması sebebiyle vücuda yapışıp organları belli edecek bir el­biseyi giymenin mahzuru yoktur. ((Bu bilgiler için bk. Damad, a.g.e., C. II, s vd. (Faslün fi’l-lübs) ile Ömer Nasuhi BİLMEN’in Büyük İslam İlmihali s vd. 8. Kitap, (Giyilmeleri ve Kullanılmaları Lazım ve Caiz Olup-Olmayan Şeyler) Ömer Nasuhi BİLMEN, Muvazzah İlm-i Kelam, İstanbul , s; Bekir TOPALOĞLU, (İslam İtikadı Açısından Kıyafet ve Örtünme’ kitabı içinde) İstanbul , s vd.)) Çok dar veya şeffaf elbise giyen kadın çıplak gibi olur. Nebîmiz aleyhisselam şöyle buyurmuştur: “Giyinmiş fakat çıplak kadınlar, kıvrak bir şekilde yü­rüyerek erkeklerin yüreğini hoplatan (ilgisini çeken) kadınlar cen­nete giremiyecek ve kokusunu hissedemiyeceklerdir. Halbuki cenne­tin kokusu beşyüz yıllık yoldan hissedilir.” (Muhammed ‘Uleyş, a.g.e., C. I, s)
  3. Ne erkek ne de kadın için belli bir elbise modeli yoktur. Çok dar olmamak ve altını göstermemek şartıyla her model elbise giyile­bilir.

ŞAFİİ MEZHEBİNDE ELBİSE

Elbisede şart olan organın şeklini belli etse de cildin rengini belli etmemesidir. Elbise organın her tarafını örtmelidir. Cam, saf su ve şeffaf elbise ile örtünme meydana gelmez. Karanlık da başlı başına bir örtü değildir. Vücudu boyama ile örtünme meydana gelmez. Çünkü boya her ne kadar rengi örtse de bir örtü sayılmaz. Ayrı bir varlığı (cirm) olmadığı için pek incedir. Çamur ve bulanık su böyle değildir. Onlarla örtünme meydana gelir. ((Ebu’l-velid b. Rüşd, el-Mukaddimât (el-Müdevvene ile beraber) Matbaa-i Hayriyye, , C. I, s))

Dar elbiseye gelince (mesela dar pantolonlar gibi) bunları da ka­dınların giymesi mekruh, erkeklerin giymesi de hilaf-ı evladır. ((Ahmed b. Hacer el-Heytemî, a.g.e., C. II, s))

ÖRTÜNMENİN DİNDEKİ YERİ

Allah Teala’ın Elçisi tarafından tebliğ edildiği kesin olarak bilinen hü­kümlere ve haberlere zarurat-ı diniyye denir. Her Müslümanın bun­ları olduğu gibi kabul ve tasdik etmesi gerekir. Bunlardan birinde te­reddüt veya şüphe etmek kişiyi imansız bırakır.

Kur’an-ı Kerîm Allah’ın kelamıdır. Nebîmiz aleyhisselama indirilmiş ve ondan bize tevâtüren ulaşmıştır. Müs­lümanlar  Nebîmiz aleyhisselam zamanından beri Kur’an-ı Kerîm’e büyük itina göstermişler, hem yazıyla hem de milyonlarca hafızın zihninde ve hafızasında bize kadar ulaştırmış­lardır. Bugün yeryüzünde bulunan Kur’an nüshalarının her biri di­ğerinin aynıdır. Elimizde bulunan Kur’an-ı Kerîm’in Allah Teala’ın Elçisi aleyhisselama indirilmiş olan Kur’an’ın aynısı oldu­ğunda hiç bir tereddüt yoktur. Onun için Kur’an!ı Kerîm’i, hiç şüp­heye düşmeden kabul ve tasdik etmek gerekir. Aynı şekilde Kur’an’ı Kerîm’in kesin ve açık olarak belirttiği bütün hükümleri hiç tered­düt göstermeden kabul etmek icabeder. Namaz, oruç, zekat vb. hükümlerin farz olması hırsızlık, zina, faizin haram olması gibi emir ve hükümler nasıl açık ve kesin ise örtünme ile ilgili hükümler de açık ve kesindir. Bu emir ve hü­kümleri kabul etmeyen bir şahıs derhal imanını kaybeder ve kâfir olur. ((Abdülhamid eş-Şirvânî, Tuhfe haşiyesi II, (Bu görüş, Nihâye ve Muğnî’den nakledilmiştir).))

İNSANLIĞIN DURUMU

İnsanların bir kısmı samimi olarak Müslümandırlar. Bunların kalplerinde ne varsa dillerinde de o vardır. İslâmî hakikatlere doğru bir biçimde inanırlar ve bunu itiraf ederler. İşte gerçek müminler bunlardır.

İnsanların bir kısmı da kâfirdirler. İslam’ın hükmünü kabul et­mez ve kendi yanlış inançlarını açığa vururlar. Bunların durumları belli olduğu için müminlerin onlara karşı tavır alması kolay olur.

Bir kısım insanlar da münafıktırlar. İçlerinde olanı açığa vur­maz, kafir oldukları halde kendilerini mümin gösterir, Müslümanları aldatmak isterler.

Deme düşmana düşman elinde silahı ola

Veli müşkil budur sûret-i haktan gele.

Bunlar dost görünen düşmanlardır. Bu gibilere karşı tavır almak çok zordur. Müslümanların önemli bir kısmını aldatıp kendilerine destek sağlayabilir ve fesatlarını sürdürebilirler. Müslümanların asıl düşmanları bunlardır. Bunlara karşı korunmak gerekir. (Münafikun Suresi ayet 4)

Bunlar yalancıdırlar. Kâfir oldukları halde yalan söyler, gerekirse yemin eder kendilerini Müslüman göstermeye çalışırlar. (Münafikun Suresi ayet 1) Çok korkaktırlar, en küçük bir sesi ve en küçük bir davranışı aleyhlerinde zannederler. (Münafikun Suresi ayet 4) ((Ömer Nasuhi BİLMEN, Kur’an-ı Kerîm’in Türkçe Meâl-i Alîsi ve Tefsiri, İstanbul, C. I, s))

KUR’AN-I KERİM NE DİYOR?

Kendilerini Müslüman zanneden ama İslâm’ın bazı hükümle­rini kabul etmeyenlerle ilgili Kur’an-ı Kerîm’de çok sayıda ayet var­dır. Konumuzla ilgisi dolayısıyla Nisa Suresinin ayetinden ayetine kadar olan kısmını okuyalım:

“Hem sana indirilene hem de senden önce indirilenlere inandığını iddia eden kişileri görmedin mi? Kendilerine tağutu tanımama emri verildiği halde, hakemlik etsin diye tağuta gitmek isterler. Şeytan ise bunları derin bir sapıklığa düşürmek ister. Onlara &#;Allah&#;ın indirdiğine ve Resul’e gelin&#; dendiği zaman o münafıkların senden büsbütün uzaklaştıklarını görürsün.

Kendi elleriyle yaptıkları yüzünden başlarına bir iş geldiğinde halleri ne olur? O zaman sana gelip Allah’a yemin ederek derler ki “Biz sadece iyilik yapmak ve arayı bulmak istemiştik.” Onlar var ya onlar! Onların kalplerinde olanı Allah bilir. Onlara aldırma, ama yine de öğüt ver. Onların içlerine işleyecek etkili sözler söyle.

EK

T.C.

BAŞBAKANLIK

DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI

ANKARA

Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanlığına

Konu : İmam-Hatip Liselerinde Okuyan Kız Öğrencilerin Kıyafetleri

Karar Tarihi :

Karar No. : 77

Milli Eğitim Bakanlığı’nca İmam-Hatip Liselerinde okuyan kız öğrencilerin kıyafetleri konusunda Bakanlık görüşünün bildirilme­siyle ilgili olarak Devlet Bakanı Sn. Mehmet Özgüneş’e yazılan gün ve sayılı yazı ile Devlet Bakanlığı Makamının konunun Din İşleri Yüksek Kurulunca da incelenerek Bakanlık gö­rüşünün tespit edilmesine dair gün ve sayılı yazı­ları konunun önemi ve şümulü dikkate alınmak suretiyle sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun’un 5. maddesiyle Kurulumuza verilen görev, yetki ve sorumluluklara dayanılarak dinî, hukukî ve diğer yönlerden incelendi.

Yapılan müzakereler sonunda:

1- Kur’an-ı Kerîm’de Nur Suresi’nin ayet-i kerîmesinde: “Mümin kadınlara da söyle, bakışlarında ölçülü olsunlar ve edep yerlerini korusunlar. Kendiliğinden görünen kısım hariç, ziynetlerini /vücutlarını göstermesinler. Başörtülerinin bir kısmını da yaka açıklıklarının üzerine yerleştirsinler. …” buyrulmuştur.

İslâmiyet’ten önce (Cahiliyye Devrinde) kadınlardan başlarını ör­tenler, örtülerini enselerine bağlarlar veya arkalarına salıverirler, bo­yun ve gerdanlarını açık bırakırlardı. Cenab-ı Hak bu ayet-i celile ile Cahiliyye Devri’nin bu adetini kesinlikle yasaklamış, Müslüman ka­dınların başörtülerini, saçlarını, başlarını, kulaklarını, boyun ve ger­danlarını örtecek şekilde yakalarının üzerine salmalarını emretmiş­tir.

Kur’an-ı Kerîm’in mücmel hükümlerini açıklama yetkisi, onu tebliğ ile görevli Allah’ın Elçisi Efendimize aittir. Bu ayet-i celi­lede “kendiliğinden görünenler” ifadesiyle mücmel olarak beyan edi­len uzuvların hangileri olduğunu, muhterem eşi Ümmü’l-mü’mi­min  Aişe (r. a.)’nın nakletmiş olduğu bir hadis-i şerifinde Rasûl­lah (s. a.) Efendimiz,  Aişe’nin(funduszeue.info) ablası  Esma’ya yüz ve ellerini işaret ederek: “Ey Esma! Kadın erginlik çağına erince, şurası ve şurası dışında kalan yerlerini göstermesi caiz olmaz.” (Sünen-i Ebî Davud, 4/62 Hadis No. ) buyurmuş, böylece ayet-i celilede istisna edilen uzuvları bizzat açıklamıştır.

Ahzâb Suresi’nin ayet-i celilesinde ise: “Ey Nebî! Eşlerine, kızlarına ve inanıp güvenenlerin hanımlarına söyle de cilbablarını /büyük başörtülerini üzerlerine yaklaştırsınlar. Bu, iffetli bilinmeleri, dolayısıyla incitilmemeleri açısından daha uygundur.” buyurmuştur.

Bu ayet-i celile ile de, Müslüman hanımların evlerinden çıkar­ken üzerlerine vücut hatlarını belli etmeyecek bir dış elbise almaları, ev kıyafetiyle sokağa çıkmamaları emredilmiştir.

Yukarıda mealleri verilen ayet-i celileler ile  Aişe (r.a.)’nın naklettiği hadis-i şerif ve benzeri hadis-i şeriflerden İslam müctehid ve fakihleri, Müslüman kadınların sadece namaz kılarken değil, namaz dışında da vücudun el, yüz ve ayaklar dışında kalan kısımla­rını, aralarında dinen evlilik caiz olan yabancı erkekler yanında açık bulundurmamaları gerektiği hükmünde ittifak etmişlerdir. İslâmî hükümlerin iki temel kaynağı olan Kitab ve Sünnet delilleri ya­nında, ashab ve tabiîn devirlerinden itibaren bu husus daima böyle anlaşılmış, böylece kadınların tesettürü konusunda her asırda icma‘-ı ümmet de meydana gelmiştir. Nitekim, İslâm’ın doğuşundan, gü­nümüze kadar bütün İslâm ülkelerinde her asırdaki uygulama da böylece devam edegelmiş, hiç bir İslâm alimi söz konusu hükme ay­kırı bir beyanda bulunmamıştır.

2- İnsan haklarına saygılı ve demokratik rejimle yönetilen ülke­lerde, yönetimin en önemli ilkelerinden biri de laiklik ilkesidir. La­iklik, Devletimizin de temel ilkelerinden biridir. Bu ilkenin tabii so­nucu ise, devlet yönetiminde din kurallarına uyma zorunluluğunun olmamasıdır. Bunun yanında, devletin de kişilerin dini inanç ve kanaatlerine saygılı olması, bunları baskı altına almaması, devletçe fertlere tam bir din ve vicdan hürriyeti tanınmış olması da laikliğin tabii bir sonucudur. Nitekim Birleşmiş Milletler Teşkilatının 10 Ara­lık tarihinde kabul ettiği «İNSAN HAKLARI EVRENSEL BE­YENNAMESİ»’ nin maddesinde:

«Her şahsın fikir, vicdan ve din hürriyetine hakkı vardır. Bu hak, din veya kanaat değiştirmek hürriyetini, dinini veya kanaatini tek başına veya topluca, açık veya özel surette öğretim, tatbikat, ibadet ve ayinlerle açıklama hürriyetini gerektirir.» hükmü yer almıştır. Bu beyanname, 6 Nisan tarih ve sayılı Bakanlar Kurulu Kararı­’yla Türkiye tarafından da benimsenmiş ve 27 Mayıs tarihinden itibaren yürürlüğe konmuştur.

Din ve vicdan hürriyeti, esasen, Türkiye’mizde Gülhane Hatt-ı Hümayunu’ndan, yani ’dan beri devlet umdelerimizin başında gelmiştir. Anayasasının maddesinde bu hürriyet:

«Hiç kimse mensup olduğu felsefî ictihad, din ve mezhepten do­layı muaheze edilemez. Asayiş ve umumi muaşeret adabına ve ka­nunların hükümlerine aykırı bulunmamak üzere her türlü dinî ayinlerin yapılması serbesttir.» cümleleriyle ifade edilmiştir.

Anayasasının «Temel Haklar ve Ödevler»le ilgili bölü­münde yer alan maddesinde ise:

«Herkes, vicdan ve dinî inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir.

Kamu düzenine veya genel ahlaka veya bu amaçlarla çıkarılan kanunlara aykırı olmayan ibadetler, dinî ayin ve törenler serbesttir.

Kimse, ibadette, dinî ayin ve törenlere katılmaya, dinî inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz. Kimse dinî inanç ve kanaatle­rinden dolayı kınanamaz…» hükmüne yer verilmiştir.

3- Din, sırf bir inanç veya inanç sisteminden ibaret değildir. Dinin inanca ait esasları yanında; ibadet, amel ve ahlaki davranışlarla ilgili hükümleri, dini kabul eden inançlı kişilerin yaşayışlarında uymaları zorunlu emir ve yasakları da vardır. O halde din ve vicdan hürriyeti, sadece bir dinin inançla ilgili esaslarına inanmak veya inanmamak hakkı değil; dindarın mensup olduğu dinin bütün emir ve yasakla­rını hiç bir engele rastlamadan, serbestçe yerine getirebilmesi hakkı­dır. İnanç, ferdin iç alemiyle ilgili olup kendisi tarafından açıklan­madıkça başkaları tarafından kontrolü mümkün olmadığına göre devletin fertlerinin inancına karışıp karışmaması fazla bir önem ta­şımaz. Din ve vicdan hürriyeti, dinin emir ve yasaklarını hiç bir bas­kıya uğramadan yerine getirebilme hürriyeti olduğu şüphesizdir. Ni­tekim İnsan Hakları Evrensel Beyannamesini kabul eden Devleti­miz, Anayasamızın ( Anayasası) maddesiyle din ve vicdan hürriyetini açık bir şekilde tanımış ve bu hürriyeti Anayasanın maddesiyle kişiye bağlı, dokunulmaz. Devredilmez, vazgeçilmez te­mel hak ve hürriyetlerinden saymıştır. O halde her Türk vatandaşı, bir anayasa hakkı olarak, mensup olduğu dinin bütün emir ve yasak­larını «kamu düzeni, genel ahlak ve bu amaçlarla çıkarılan kanun­lara aykırı olmamak şartıyla» hiç bir baskıya maruz kalmadan, ser­bestçe yerine getirebilme hürriyetine sahiptir. Din ve vicdan hürriye­tinin ve laiklik ilkesinin tabiî ve mantıkî sonucu budur.

4- Müslüman hanımların başlarını örtmeleri, vücutlarının el, yüz ve ayaklar dışında kalan kısımlarını, aralarında dinen evlenme caiz olan yabancı erkekler yanında açık bulundurmamaları, bazı çevrelerce sanıldığı gibi belli zümrenin sonradan ortaya çıkardığı bir adet veya işaret değil, İslâm Dini’nin bir hükmüdür. Bu husus yuka­rıda delilleriyle açıklanmıştır. Bu emirlerin bir gereği olarak kadınla­rın örtünmesi milletimizin de bir örfü haline gelmiştir. Ülkemiz­deki hanımların çoğunluğunun, yaşlı hanımların ise hemen hemen tamamının günümüzde de başlarını örtmeleri bunun en açık kanıtı­dır. Üstelik hanımların söz konusu kıyafetlerinde (yani başlarını ka­patmalarında ve dinin emrettiği şekilde örtünmelerinde), kamu dü­zenine, genel ahlaka ve kanunlara aykırı bir durum olmadığı da açıktır. Bu hususun devletin ülkesi ve milletiyle bütünlüğünün, Cumhuriyetin, milli güvenliğin, kamu düzeninin, kamu yararının, genel ahlakın ve genel sağlığın korunup korunmamasıyla da bir il­gisi yoktur. Bu itibarla Müslüman hanımların dinî tesettüre uymala­rının kanunla sınırlandırılması da Anayasamızın maddesi uya­rınca söz konusu olamaz. Kaldı ki, Anayasamız, maddesiyle «devleti, kişinin temel hak ve hürriyetlerini fert huzuru, sosyal ada­let ve hukuk devleti ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan si­yasi, iktisadi ve sosyal bütün engelleri kaldırmak ve insanın maddi manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamakla» yü­kümlü kılmıştır.

5- Hürriyet, en basit anlamıyla, başkalarına zarar vermemek şar­tıyla kişinin dilediği şekilde hareket edebilmesi ve dilediğini yapa­bilmesi demektir. Buna göre dinin emrettiği şekilde örtünmeyi ka­bul etmeyen bir kimseyi örtünmeye zorlamak, kişi hak ve hürriyetiyle ne derece bağdaşmayan bir davranış ise ister sırf öyle arzu ettiği için veya estetik amaçlarla olsun, örtünmek isteyen bir kimsenin örtün­mesini engellemeye kalkışmak ve bu maksatla ona baskı yapmak da aynı şekilde kişinin temel hak ve hürriyetlerine açık bir müdahale sayılmak gerekir. Çünkü genel ahlaka aykırı bir durum olmadıkça, kişinin örtünmesi veya örtünmemesinde başkaları için bir zarar söz konusu değildir. Nitekim hürriyetçi demokrasi ile idare edilen ve laiklik ilkesini kâmil uygulayan bütün ülkelerde, kişi hak ve hürri­yetleri bu şekilde anlaşılmakta, ister dini, ister estetik, isterse başka amaçlarla olsun kişilerin giyinişlerine, kılık ve kıyafetlerine hiç bir sınırlama getirilmemekte ve bu konuda herhangi bir müdahale dü­şünülmemektedir. Hatta bu ülkelerde bir takım dinî okulların ve cemaatlerin, kendi inançlarının gereği sayarak giydikleri, toplumun genellikle benimsediği kıyafetten çok farklı olan özel kıyafetleri de hiç bir şekilde yadırganmamakta, hatta saygı görmektedir.

6- Milli Eğitim Bakanlığı yazısında kadınların örtülü kıyafetleri­nin «Atatürk ilkelerine tamamen aykırı» olduğu ifade edilmekte ise de, genel ahlaka ve kanunlara aykırı olmayan her türlü kadın kıyafe­tinin Atatürk devrim ve ilkelerine aykırılığı söz konusu değildir. Ni­tekim bizzat Atatürk «Eğer kadınlarımız Şer‘in tavsiye ve dinin em­rettiği bir kıyafetle, faziletin icap ettiği tavr u hareketle içimizde bulu­nur, milletin ilim san’at, ictimaiyyat hareketlerine iştirak ederse bu hali, emin olunuz, milletin en mutaassıbı dahi men‘-i nefs edemez.» demiştir. (Prof. Dr. Afet İnan, Atatürk ve Türk Kadın Haklarının Ka­zanılması, Tarih Boyunca Kadının Hak ve Görevleri, s, İstanbul, , Milli Eğitim Bakanlığı Yayınlarından).

Atatürk’ün Müslüman Türk kadınının kıyafeti konusunda be­nimsediği bu fikirlerine aykırı bir sözüne rastlanmadığı gibi bu sözle­rinden çok sonra çıkartmış olduğu devrim kanunlarından kıyafetle ilgili olan , ve sayılı kanunların hiç birinde kadın kıyafe­tiyle ilgili bir hükme de yer verilmemiştir. Esasen, Atatürk’ü ve ilke­lerini, -çoğu zaman yapıldığı gibi- dinimizin kadın kıyafetiyle ilgili hükümlerine karşı göstermek, memleketimiz yararları ve Atatürk ilkelerinin benimsenmesi açısından son derece sakıncalı bir tutum­dur. Müslüman Türk vatandaşı, «ya Allah’ın emri, ya Atatürk ilke­leri» şeklinde son derece vahim bir tercihle karşı karşıya bırakılma­malıdır.

Unutulmamalıdır ki, örtünmek dinin bir emridir ve Atatürk di­nimizin en son ve mükemmel din olduğunu çeşitli vesilelerle birçok defalar ifade etmiştir.

7- Bilindiği üzere İmam-Hatip Liseleri ve Kur’an Kurslarında, Kur’an-ı Kerîm’in usulüne uygun olarak tilaveti yanında, bu okul­lardaki eğitim ve öğretimin bir gereği olarak dini hükümler de öğre­tilmekte ve bu hükümlere her Müslümanın uymasının gerekli ol­duğu anlatılmaktadır. Dinimizin kadın kıyafetiyle ilgili hükmü, yu­karıda belirtilmiştir. Sözü edilen eğitim ve öğretim kurumlarında dinimizin kadınların örtünmeleriyle ilgili hükümleri de tabiatıyla öğretilecektir. Bu durumda, bir taraftan Müslüman kadınların ör­tünmelerinin dinen zorunlu olduğu öğretilirken, diğer yandan Müslüman kızların başlarını açmaya zorlanmaları, izahı kabil olmayan bir çelişki olacağı gibi, onların vicdanında da son derece olumsuz et­kiler meydana getirecektir. Şüphesiz bu durumun eğitim ve öğretim açısından da fevkalade sakıncalı ve olumsuz sonuçları olacaktır.

Diğer taraftan İmam-Hatip Liselerimizde ve özellikle Kur’an Kurslarımızda Kur’an-ı Kerîm Öğretimi, temel dersler arasında yer almaktadır. Bilindiği gibi, Kur’an-ı Kerim okumak bir ibadettir. İba­det esnasında Allah’ın emirlerine tam bir itaat halinde olmak gere­kir. Kız öğrencilerin yaptıkları bir ibadeti başı açık halde yapmaya zorlanmaları, onların vicdanına açık bir baskı teşkil eder.

8- Vatandaş vicdanına baskı daima reaksiyonla karşılaşır ve top­lumun huzursuz olmasına sebep olur. Şayet bu baskılar devletten ge­liyorsa, devlet-millet ilişkilerinin olumsuz yönde etkilenmesine se­bebiyet verir.

İmam-Hatip Liseleri ve Kur’an Kursları gibi dini öğrenim ku­rumlarında okuyan öğrencilerin ve onların velilerinin vicdanlarına yapılacak baskıların okul-veli-öğrenci, ilişkilerini olumsuz yönde et­kileyeceğinde şüphe yoktur. Çünkü sözü edilen eğitim ve öğretim kurumlarına çocuklarını gönderen veliler, çocukların öğrenimlerini dinî hükümlere uygun yapmalarını ve onların dinî emirlere riayetkâr olarak yetişmelerini istemektedirler. Kaldı ki ilk nazarda sadece okul-veli-öğrenci ilişkilerinde olumsuz gelişmelere sebep olabileceği sanılan bu gibi durumlar, genişleyerek toplum vicdanında da rahat­sızlıklara sebep olabilir.

SONUÇ

Belirtilen sebeplerle, İmam-Hatip Liseleri’nin Yönetmeliğinde, dinimizin Müslüman kadınların örtünmesiyle ilgili hükümlerine aykırı, Anayasamızın tanıdığı, kişinin temel hak ve hürriyetlerini zedeleyici ve sözü edilen okulların yönetim, eğitim ve öğretim faali­yetlerini olumsuz yönde etkileyici nitelikte hükümlerin yer alması­nın uygun olmayacağı mütalaa olunmuştur.

Keyfiyetin Devlet Bakanlığı Makamına sunulmak üzere Başkan­lık Makamına arzına karar verildi.

Prof. Dr. Abdulaziz BAYINDIR

kaynağı değiştir]

Ana maddeler: Fıkıh ve Şeriat

Tesettürü dinî bir emir olarak algılayan din yorumlarında ayrıca bu emrin kimleri ilgilendirdiği üzerinde de durulur. Buna göre cariyeler, ergenliğe kadar kız çocukları ve adet görmekten ve cinsel cazibeden kesilmiş yaşlı kadınlar ve akıl hastaları kapsam dışı tutulur. Bu yorumlara göre ayrıca süslü, şeffaf ve vücut hatlarını belli eden elbiseler tesettür mantığına aykırı bulunur. İçi gösteren kumaşlar, kadın giyiminde olduğu gibi, erkekte de kullanılmaz. Hanefî, Şafii ve Malikilerin anlayışında Şeriat kurallarına göre hünsâ olarak tanımlanan ara cinsiyet (hermafroditler, interseksüeller) kadınlar gibi örtünmeye zorlanır. Hanbelîlere göre ise onun örtünmesi erkek gibidir.[74]

Kur'an'da tesettür'e uymama ile ilgili herhangi bir yaptırım öngörülmemesine rağmen Şeriat hukukunda tesettür kurallarına uymama günah veya büyük günah olarak değerlendirilir ve bu duruma uygun tazir cezaları uygulanabilir. Bu ceza basitçe bir azarlamadan, direnç halinde sopa, hapis veya sürgün gibi hakimin takdir edebileceği farklı uygulamalara kadar değişiklik gösterebilir.

Modern Müslüman âlimler genellikle kadınların toplum içinde el ve yüzleri hariç her şeyi örtmesini ister[7], ancak peçe (bâzı Müslüman kadınlar tarafından giyilen bir yüz örtüsü) gerekli görmezler. Neredeyse tüm Müslüman kültürlerde genç kızların tesettürü zorunlu değildir.

Sünnî[değiştir kaynağı değiştir]

Kur'an[değiştir

ÖRTÜNMENİN ANALİZİ

ÖRTÜNMENİN ANALİZİ

“Kendi savaşınızı açmalısınız, kendi düşüncelerinizin uğruna. Düşünceleriniz yenilse bile, dürüstlüğünüz zafer çığlıkları atmalıdır bunun için.” F. Nietzche ()

Analiz; “nedir” sorusu sorularak olgu, obje ve olayın mahiyetini objektif olarak tespit etmektir. Sübjektif davranarak ne savunma ne de çürütmedir.

 

Ülkemizde en büyük sorun, hiçbir konunun bilimsel teknik bilgisi bilinmiyor. Öğretilmiyor da. İnsanlar, en çok önemsediklerini iddia ettikleri dini dahi hiç öğrenmiyorlar. Hatta ülke gündemini en çok işgal eden örtünme konusunun dinsel mahiyeti hiç bilinmiyor. Bu en büyük çelişki ve samimiyetsizliktir. Bu durumda din kullanılarak dahili sömürgeci olan başkalarının dinsel klonları ve kuklaları oluyorlar.

 

Bu yazımızda kadının örtünmesi konusu ile ilgili bilimsel ve teolojik bilimsel teknik bilgileri ortaya koyarak örtünme olgusunun ne olduğunu analiz edip adını koyacağız.

 

Filozof J. P. Sartre şöyle der: “Sen, sadece adını koy. Etki edip etmemesini düşünme.”

Başörtüsünün Antropolojisi

Antropolojik olarak örtünme, ilk insanların, kadın ve erkek kendilerini doğa olayları gibi dış etkenlerin tahribinden koruması için ürettikleri bir araçtır. Fakat başın, saçın ve yüzün örtülmesi, anlamsal nedenlerle olmuştur. Kadının başını, saçını ve yüzünü örtme geleneğinin, Mezopotamya toplumlarında MÖ. ’lere kadar gittiği kaydedilir. Sümer’deki tanrı “İnanna” mabetlerinde rahibelerin başlarını örtmeleri zorunluydu. Bu tapınaklarda rahibeler, kutsal fahişelik görevi yaparlar ve bundan dolayı diğer kadınlardan ayrıştırılmak için başlarını örterlerdi. M.Ö. yıllarında Asurlularda evli ve dul kadınlar ve tapınak fahişelerinin başlarını örtmeleri emredilmiş; bekâr kızların, cariyelerin ve sıradan fahişelerin başlarını örtmeleri ise yasaklanmıştır. Bu uygulama Perslerde devam etmiş, oradan Araplara geçmiştir. Anadolu’da yaşayan Hititler, Frigyalılar ve İyonyalılar’da kadınlar saçlarını örterlerdi. Eski Yunan toplumlarında kadınlar, M.Ö 6. yüzyıldan itibaren başlarını değişik örtülerle kapatmışlardır. Roma devletinde dindarlık ve haya kavramları, genellikle başı örtülü kadın veya tanrıça biçiminde sembolize edilmiştir.

 

YAHUDİLİK

Yahudilikte, örtünmenin bir sembolü olarak erkekler başlarını kipa veya şapka ile, kadınlar başörtüsü ile örterler. Kadının başörtüsü kimilerine göre; ilk çıplaklık günahını telafi etmek için iffetli oluşunun sembolüdür. Bazılarına göre kadının evli ve kocasına ait olduğunun göstergesidir. Kimine göre ise başörtüsü Yahudi kadınların saygınlık, soyluluk sembolüdür. Neticede erkek ve kadının örtünmesinin temeli Tevrat’taki örtünme felsefesine dayanır. Bu felsefede örtünme, gökyüzünü yeryüzü ile birleştirmek ve Aden cennetinden kovulmaya neden olan ilk günahı telafi etmek gibi teolojiktir. Bugünkü Yahudilikteki örtünme bu felsefenin sürdürülmesidir. Çünkü Tevrat’taki örtünme felsefesi, Yahudiliğin ürettiği bir felsefedir.

 

TEVRAT

Tevrat’ta çıplaklığın bir felsefesi vardır. Bu felsefesi aşağıdaki ayetlerde görülür.

 

Ağaçtan Yemek ve Bilmek Özgürlüğü

İyi ve kötüyü bilmek Tanrı gibi olmaktır: “Çünkü Tanrı biliyor ki, o ağacın meyvesini yediğinizde gözleriniz açılacak, iyiyle kötüyü bilerek Tanrı gibi olacaksınız.&#; Yar., 3/5.

 

İyi ve kötüyü bilmek ölmek demektir: “RAB Tanrı Aden bahçesine bakması, onu işlemesi için Adem&#;i oraya koydu. Ve ona, &#;Bahçede istediğin ağacın meyvesini yiyebilirsin&#; diye buyurdu, &#;Ama iyiyle kötüyü bilme ağacından yeme. Çünkü ondan yediğin gün kesinlikle ölürsün.” Yar., 2/ Bu ağacın, Tevrat müfessirleri tarafından “cinsel ilişki” olduğu tespiti yapılmıştır. Tevrat’a göre insanlığın ilk kadın-erkek ilişkisi cinsel ilişkidir ve bu ilişki yasak ve kaçamak olmuştur. İlk insan kadın ve erkek olarak, bilme özgürlüğünü, Tanrının emrine karşı gelerek cinsel ilişki yapıp çıplaklaşarak elde etmiştir.

 

İlk Bilge Kişi Kadındır

İnsanlıkta ilk bilge olan kişi kadındır: “Kadın ağacın güzel, meyvesinin yemek için uygun ve bilgelik kazanmak için çekici olduğunu gördü. Meyveyi koparıp yedi. Yanındaki kocasına verdi. Kocası da yedi.” Yar., 3/6. Bugün bu felsefe, kadının açılmasını, erkek karşısında orijinal özgür haline getirerek kadının bilmesini sağlamak için istemektedir.

 

Ağaçtan Yemek ve Çıplaklık

Tevrat’a göre Aden cennetindeki ağaçtan yiyince Adem ve karısı çıplak oldular: “Adem de, karısı da çıplaktılar, henüz utanç nedir bilmiyorlardı.” Yar., 2/ Demek ki cennetteki ağaçtan yemeden önce örtülü idiler.

“Çağımız insanlık çizgisi için çıplaklık; orijinal halin iadesi, kökene dönüş demektir.”

Tanrı’ya İsyan, Çıplaklık ve Bilmek

Tevrat’ın felsefesine göre; Tanrı’ya isyan eros, çıplaklık ve bilmek birliktedir. Bilgi ve günah erosun üzerine dayanır. Bilmek, erostan kaynaklanan çıplaklıkla olmuştur. Çıplaklık, Tanrı gibi insan olmaktır. Çıplak olunca insan oldular ve cennetten kovuldular. Cennette insana yer yoktur.

 “Tevrat’a göre çıplaklık, bilme özgürlüğüdür.”

Örtünme

Adem ve Havva örtünmek istedi: “İkisinin de gözleri açıldı. Çıplak olduklarını anladılar. Bu yüzden incir yaprakları dikip kendilerine örtü yaptılar.” Yar., 3/7. Tanrı da onları giydirdi: “RAB Tanrı, Adem&#;le karısı için deriden giysiler yaptı, onları giydirdi.” Yar., 3/ Örtünme ile insan, bilgi elde edemez oldu.

 

“Tevrat’a göre örtünme, bilme özgürsüzlüğüdür.”

 

Örtünme ve Bilme Özgürsüzlüğü

Tevrat’ta örtünme, bilme özgürlüksüzlüğü olarak görülür. İnsan, ilk çıplaklıkla elde ettiği bilme özgürlüğünü, daha sonra, insanlaşma yolunda örtüme nedeniyle yitirmiştir. Çağımızda çıplaklıktaki felsefe, insanlığın ilk çıplaklıkla sahip olduğu ama doğuşundan sonra örtünme ile edindiği “bilme özgürlüğü üzerindeki engeli” kaldırma çabasıdır.

 

HIRİSTİYANLIK

Dört İncil’de örtünme konusunda bir ifade yoktur. Bu konuda Pavlus’un Mektuplarındaki sözler esas alınmıştır. Pavlus, Yahudilerdeki kadınların örtünmesi adetinin sürdürülmesini putperest kültüre muhalefet etmek için istemiştir. Şöyle der: “Kadın başını açarsa, saçını kestirsin. Ama kadının, saçını kestirmesi ya da tıraş etmesi ayıpsa, başını örtsün. Erkek başını örtmemeli; çünkü o, Tanrı’nın benzeri olup Tanrı’nın yüceliğini yansıtır. Kadın ise erkeğin yüceliğini yansıtır. Çünkü erkek kadından değil, kadın erkekten yaratıldı. Bu nedenle ve melekler uğruna kadın buyruk altında olduğunu göstermek için saçını örtmelidir. (I. Korintliler, ) Asırlarca bütün kadınlara uygulanan bu beden ve saç örtünme, zamanla sadece rahibelere hasredilmiştir. Rahibeler İsa ile evliliğin sembolü olarak saçlarını örterler.

 

“Saçı örtmek, Yahudilik ve Hıristiyanlık kimliğine hizmet eder.”

 

İSLAM

“Ne bedeni ne de başı örtme, İslam’ın beş esasından ve imanın altı şartından biri yapılmıştır.”

İslam’a göre kadının örtünmesi konusunu tespit edebilmek amacıyla bu konuyu İslam’ın Kuran, Fıkıh ve Fıkıh Usulü disiplinleri kaynaklarından ele alacağız.

KURAN

Kuran’ın önemli bir karakteri; zamanında Yahudilik ve Hristiyanlık düşüncesi üzerine kurulu olan mevcut ve müesses organize ve kurumsal din anlayışını sonlandırmaktır. Dolayısıyla bütün konseptlerini bu açıdan okumak gerekir.

 

Kuran’ın örtünme konusu, Tevrat’ın aksine, bir felsefe üzerine kurulu değildir. Kuran, Tevrat’taki örtünme konusunu, tamamen kişiler arası ilişki sistemine aktarır. Olaylar oldukça onlar hakkında düzenlemeler getiriyor. Konjonktürel olayların peşinden gidiyor. Kur’an, Arabistan’da mevcut olan sosyolojik örtünme geleneğini sürdürüyor, fakat giyim kuşam konusunda bütüncül bir paradigma ortaya koymuyor. Nitekim konunun önem derecesinden dolayı örtünme konusuna birkaç ayette değinmiş, tekrara gitmemiştir.

 

Genel Örtünme

Kuran, ahlaken erkek ve kadının çıplaklığını istemez, örtülü olmalarını ister. Genel örtünme ile ilgili sadece iki tane ayet vardır. “Ey Âdem oğulları! Size ayıp yerlerinizi (“sev’ât” cinsel organları) örtecek giysi, süslenecek elbise yarattık. Takvâ elbisesi&#; İşte o daha hayırlıdır. Bunlar Allah&#;ın ayetlerindendir. Belki düşünüp öğüt alırlar.” Araf, “Ey Âdemoğulları! Şeytan, ana-babanızı (Adem ve Havva), ayıp yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi sizi de aldatmasın. Çünkü o ve yandaşları, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Şüphesiz biz şeytanları, inanmayanların dostları kıldık.” Araf, Genel örtünmeyi dini değil, toplumsal bir mesele olarak görür. Bu ayetlerde erkek ve kadının genel örtünmesinin nedeninin Yahudilik ve Hristiyanlıkta olduğu gibi salt teolojik değil, avret yerlerini göstermemek olan değersel, ahlaki aksiyolojik ve sosyolojiktir.

 

“Takva elbisesi”nin daha önemli görülmesi, örtünmenin elbise gibi kaportasal değil, zihinsel yani motorsal bir mesele olduğunu söylemektir.”

Kadının Örtünmesi

Birinci Ayet

“Ey nebi! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle de cilbabları (dış örtüleri)nı üzerlerine alsınlar. Bu, onların tanınıp eziyet edilmemelerine en elverişli olandır. Bununla beraber Allah çok bağışlayıcı-merhamet edicidir.” Ahzab,      

 

Ayetinin İniş Sebebi

Medine’nin evleri dardı, tuvaletleri yoktu. Erkekler ve kadınlar, tuvaletlerini dışarıda açık yerlerde yaparlardı. Bir takım çapkınlar, geceleyin tuvalet ihtiyaçlarını gidermek için dışarı çıkan cariye kadınları takip eder onları tavlamak için laf atarlarmış. O devirde hür kadınlar örtülü olur, köle kadınlar ise örtünemezlerdi.

 

Yukarıdaki ayet, örtülü olarak dışarı çıkması gereken hür kadınların cariyeler gibi ön ve arkadan derin dekolteli örtüsüz olarak dışarı çıkmış olmaları durumunda, aşağıdaki ayet gelmiştir. Bu kadınlardan biri Peygamberin hanımı Sevde idi, Rivayete göre Hz. Peygamber’in hanımlarından Sevde binti Zem’a hazretleri, tuvaletini yapmak için başörtüsüz ve dış elbisesiz bir şekilde geceleyin dışarı çıktı. O, cüsseli bir kadındı. Herkesin gözüne çarpardı. Hz. Ömer, bir gece dışarıda onu gördü, tanıdı ve “Ey Sevde! Vallahi sen, biz erkeklere gizli kalmazsın, dikkatli ol! Böyle nasıl çıkıyorsun!” dedi. Sevde, “Ömer’in sözünü duyunca başımı eğip geri döndüm. Eve geldiğimde Peygamber, evimde akşam yemeği yiyordu. Elinde hurma yaprağından örülmüş bir sepet vardı. İçeri girdim, ‘Ey Allah’ın Resulü! Bazı hacetimi gidermek için dışarı çıkmıştım. Ömer, bana şöyle şöyle dedi,’ dedim. Allah’ın Resulüne hemen yukarıdaki ayetin vahyi geldi,” dedi. Sevde olayı nedeniyle ayet, “Nebinin hanımlarını” da içeriyor.

 

“Kuran’da kadının örtünmesi, cinsel ilişki teklif edilerek rahatsız edilmesini önlemek içindir.”

 

Ayet, kadının bedenini ya da başını örtmesinden söz etmiyor. Dış örtüyü üzerlerine almasını söylüyor. Bu örtünme, cariyelerden ve paralı ya da parasız cinsel ilişkiye uygun olan kadınlardan ayırt edilip hür ve iffetli kadınların tanınarak cinsel ilişki teklif edilmeyip rahatsız edilmemelerini sağlamak için gelmiştir. Bu ayette kadının örtünmesi, tamamen kendisine cinsel ilişki teklifiyle ilgilidir. Fakat bu cinsellik, iniş sebebinde görüldüğü üzere, erkeğin kadına cinsel musallat olması esasına dayalıdır.

 

İkinci Ayet

“Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar ve ferçlerini (cinsel organlarını) korusunlar. Görünen kısımları müstesna, süslerini teşhir etmesinler. Başörtülerini, yakalarının üzerine atsınlar. Kocaları, babaları, kocalarının babaları, kendi oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kendi kadınlarına, ellerinin altında bulunan (köleleri), erkeklerden kadına ihtiyacı kalmamış (cinsellikten düşmüş) hizmetçiler yahut henüz kadınların cinselliklerinin (‘avrât) farkında olmayan çocuklardan başkasına süslerini göstermesinler. Gizledikleri süsleri anlaşılsın diye ayaklarını yere vurmasınlar. Ey müminler! Hep birlikte Allah’a tövbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz.” Nur,

 

Ayetteki süslerden kastın ne olduğu net belli değildir. Fiziksel mi yoksa zinet eşyası takılar mıdır? Fiziksel süsleri de olsa, takıların takıldığı yerler de kast edilse, ikisi de kadının süsleridir. Süsler, evlenilebilecek ve cinsel ilişki söz konusu olduğu erkeklere gösterilmiyor ama evlenilemeyebilecek ve cinsel ilişki söz konusu olmadığı erkeklere gösterilebiliyor.

Başörtüsüne Biçim Vermek

Kuran, Yahudilik ve Hristiyanlıkta olduğunun aksine kadının başörtüsü için özel bir çabası yoktur. Ondan sadece bir yerde Nur, ayetin içerisinde “Başörtülerini, yakalarının üzerine atsınlar,” şeklinde söz eder. Ayetten anlaşıldığı üzere, toplumda zaten var olan başörtüsüne, yakaların üzerine atmak şeklinde biçim vermektedir. Ayrıca başörtüsünün bu şekli, o günkü toplumda istenen sonucu doğuruyordu. Çünkü başörtüsünün yakaların üzerine atılması, toplumda bu fonksiyonuyla biliniyordu.

 

Kuran’ın başörtüsünü bir araç olarak kullanması, başörtüsünün o devirde böyle bir fonksiyona sahip olmasındandır. Ayetten anlaşıldığına göre eğer böyle bir fonksiyona sahip olmasaydı, başörtüsünden hiç söz etmeyecekti.

 

FIKIH USULÜ

Fıkıh Usulü kısaca; İslam’ın kaynaklarından hüküm çıkarma sistemini içeren disiplindir. Biz de Kuran’daki örtünme ayetlerini bu disiplinle analiz edeceğiz.

Kuran’daki Emirler Açısından

Fıkıh Usulü disiplinine göre, Kuran’daki emirlerin hepsi farz, vacip ve haramlık ifade etmezler. Bazıları nedb (teşvik), ibaha, irşat (yol gösterme), nasihat, tavsiye, öğüt içindirler. Nitekim bu emirleri içeren ayetlerin sonunda, o fiilleri yerine getirmeyenler suçlanmaz, kötülenmez ve onlara cezadan söz edilmez.

 

Farz ve Haram

Bir emrin farz olabilmesi için onun; inanç, ibadet gibi Allah için olması ve cezalar gibi kamusal niteliği olan Allah’ın hadleri sayılan bir fiili içermesi gerekir.

Nedb, İbaha, Nasihat, İrşatın Hükmü

Allah’ın, mükelleften yapılmasını bağlayıcı olmayan bir tarzda istediği fiiller; nedb (teşvik), ibaha, irşat (yol gösterme), nasihat, tavsiye, öğüt içindirler. Örtünme ile ilgili ayetlerdeki emirlerin farz, vacip ve haramlık ifade etmedikleri; nedb (teşvik), ibaha, irşat (yol gösterme), nasihat, tavsiye, öğüt ifade ettikleri görülecektir.

 

Ahzab, ayetindeki “Ey nebi! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle de cilbabları (dış elbiseleri)nı üzerlerine alsınlar. Bu, onların tanınıp eziyet edilmemelerine en elverişli olandır,” cümlesinde, kadınların dışarı çıktıklarında dış elbiseyi üzerlerine almalarının kendileri için iyi bir önlem olduğunu öğütlüyor. Ayetin ifade üslubu dahi, farz içermeyen bir yumuşaklıktadır. Örtünmenin Allah için değil, kişilerin çıkarı için olduğu söyleniyor. Ayette ceza ve kötüleme olmadığından başörtüsüzlük suç görülmüyor.

 

Ayetin sonundaki, “Bununla beraber Allah çok bağışlayıcı-merhamet edicidir,” cümlesi, ayetteki öneriye rağmen yine de örtüsüz dışarı çıkanları Allah’ın, dolayısıyla Peygamberin de affedeceğini ve ceza vermeyeceğini söylemektedir.

 

Örtünme ile ilgili ayetlerdeki emrin durumu, “Alışveriş yaptığınızda şahit bulundurun,” (Bakara, ) ayetindeki emrin nedb ve irşad/yol gösterme için olması gibidir.

 

Eziyetle Tahsis

Ahzab ayette kadının örtüyü üzerine alması, “Bu, onların tanınıp eziyet edilmemelerine en elverişli olandır,” “eziyet edilme” illeti ile tahsis (snırlandırılmış) edilmiştir. Yani örtünme, bütün durumları kapsamayıp, sadece eziyet edilme durumu ile sınırlandırılmıştır. Örtünmenin kapsamı, bir durumla daraltılmıştır. Tahsis edilme nedeniyle ayetteki emir; mutlak yani sınırsız değil, mukayyet yani “eziyet edilme” gibi bir durumla sınırlıdır. Bu durum, bu ayetteki örtünme emrinin farz değil, nedb ve irşat ifade ettiğini gösterir. Bu ayette örtünmenin, zinaya götürmeyeceğinden dolayı istendiği değil, kadının erkekler tarafından cinsel ilişki istemek amacıyla “rahatsız edilmelerinin” önlenmek istendiği söyleniyor. Bu ayetten, aynı zamanda kadının eziyet görmeyeceği yerlerde örtüsüz olmasına da izin verildiği hükmü çıkarsaması yapılabiliyor.

Mutlak ve Mukayyetlik Açısından

Zinetleri Göstermenin Bazı Erkeklerle ve Cinsel İlişkiyle Tahsisi

Nur, ayetindeki “kadının süslerini göstermemesi” emrini, bir başka fıkıh usulü kurumu olan “mutlaklık (sınırsızlık) ve mukayyetlik (sınırlılık)” açısından ele alalım. Ayetteki emir herkesi ve her nedeni içermediğinden, mutlak değil, mukayyettir. Mukayyet emirler farzlık ve haramlık ifade etmezler.

 

Ayette “süsleri gösterme ve göstermeme” emri, bazı erkeklerle tahsis edilerek sınırlandırılmıştır. Gösterme ve göstermeme nedeni açıkça belirtilmemesine rağmen nedenin, “cinsel ilişki” olduğu ve erkeği “tahrik etmek” olmadığı görülmektedir. Çünkü bu sınırlamalar,  evlenebileceği erkekler için geçerlidir. Evlenemeyeceği erkekler, kadının süslerini görmeleri durumunda tahrik olabilirler. Ama onlarla evlenme söz konusu olmadığından cinsel ilişki gerçekleşmez olarak görülüyor. Demek açık olmak, süslerin gösterilebildiği kişilere cinsel ilişki daveti bulunmuyor. Bu ayet, süslerini akrabalarına göstermesine izin vermesiyle kadının, her yerde ve her zaman örtülü olması gerekmediği çıkarsamasını da içeriyor. Dolayısıyla kadının örtünmesi, bedeni ile ilgili bir durum değildir.

 

Bu durumlar, ayetteki emrin, farz değil, istenmeyen sonucun doğmasını önlemek amacıyla irşat/yol gösterme ve nasihat/öğüt ifade ettiğini gösterir. Farz emirler mutlaktır.

 

Müeyyide Açısından

Fıkıh Usulüne göre Kuran’daki bütün yasaklama emirleri, “haramlık” ifade etmezler. Haramlık ifade eden emirlerin cezaları, kötüleme, tehdit gibi müeyyideleri vardır. “Kadının zinetlerini başka erkeklere göstermesini” istemeyen Nur, ayette her hangi bir kötülemeden, tehditten ve cezadan söz edilmediğinden ondaki emir haramlık ifade etmez. Zinetleri göstermek, Allah’la ilgili değil, kadının kendisini ilgilendiren bir konudur.

 

Haramlık

Fakat mesela, “Hırsızlık eden erkek ve kadının, yaptıklarına karşılık bir ceza ve Allah&#;tan bir ibret olmak üzere ellerini kesin.” (Maide, 38) ayetindeki el kesme cezasındaki ölçüde görüldüğü üzere Kuran’a göre en ağır haram suç hırsızlıktır. Çünkü en ağır ceza ona veriliyor. İkinci haramlık suç zinadır. Çünkü cezası, “Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüz sopa vurun.” (Nur, 2) Bu yüzden, “Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o çok çirkin ve kötü bir yoldur,” (İsra, 32) ayetinde kötülemeden söz edildiğinden yasaklama emri, haramlık ifade eder. “Birbirinizin kusurunu araştırmayın, Allah’tan korkun” (Hucurat, 12) ayetindeki yasaklama da haramlık ifade eder. Çünkü ayette tehdit olan “Allah’tan korkmak”tan söz edilmektedir.

 

AMAÇ

Mekasıd-ı Şeria ve Mesalih-i Mürsele

Kuran’ın bütün emirlerinin bir “mekasıd- şeria (şeriatın amacı)”sı vardır. Bu amaç, kişisel veya toplumsal faydanın sağlanması, zararın savulması olan “mesalih-i mürsele”dir. Bu yararlar şu beş tanedir; can, mal, akıl, din ve neslin korunmasıdır. Bunlara aykırı her fiil haramdır. Bunların dışındaki fiiller haramlık derecesinde değillerdir.

 

“İslam için araçlar değil, amaçlar önemlidir.”

ARAÇ

Seddi Zerai

Seddi zerai; sakıncalı ya da yasak sonuçlara götürmesi kesin ya da kuvvetle muhtemel olduğundan aslında mubah olan araç eylemlerin yasaklanmasıdır. Fakat araç fiilleri işlemenin cezası yoktur. Ayetlerdeki cilbab ve süsleri göstermemek, “seddi zerai” kapsamına girebilir.

 

Cilbab Aracı

Ayette dışarı çıktığında “cilbabını üzerine alması”, cinsel ilişki daveti yapılarak kadının rahatsız edilmesini önleyen bir araç olarak kullanılmaktadır. Zinaya götüren bir araç olarak görülmemektedir. Çünkü açık kadınlarla cinsel ilişki ogünkü toplumsal yapıda zina değildi ve cezası yoktu.

Kuran geldiği dönemde kadının bedeninin ve başının örtülmesi hür kadını, köle kadın olan cariyeden ve fahişelerden ayırma göstergesi idi. Hür kadın bedenini ve başını örterdi. Böylece ayrışırdı. Köle kadınlar isteseler de başlarını ve bedenlerinin çoğunu örtemezlerdi. Cariyelerle nikahsız cinsel ilişkiye girmek zina sayılmazdı. Kuran, geldiği dönemdeki ve bölgedeki geleneksel anlayış olan kadının açık olmasının, sosyal statü göstergesi olmasını sürdürmüş ve onu esas alarak hukuki ve ahlaki düzenlemeler yapmıştır. Kadının örtünmesini gerektiren bu sebep ancak çağımızda değişmiştir.

 

Cinsel organları Korumak ve Süsleri Göstermemek Aracı

Nur ayette kadının “cinsel organlarını koruması” ve “süslerini göstermemesi” Fıkıh usulünün “seddi zerai” alanına giriyor. Bunlar, asıl amaç olan zinasızlığı sağlayan araçlardır. Ayetten anlaşıldığı kadarıyla, Kuran’ın geldiği dönemde “cinsel organları korumamak” ve “süsleri göstermek”, o toplumda zina yapmaya gitmek anlamını taşıyordu. Zinaya ceza verirken, araç olan cinsel organları korumamaya ve süsleri göstermeye bir ceza vermiyor. Çünkü kadının bunları ihlal etmesi bizatihi bir kötü fiil üretmiyor.

 “Araç olduklarından dolayı Kuran’da salt örtünmenin bir ödülü ve salt açılmanın bir cezası yoktur.”

FIKIH

Fıkıh, İslam Hukukunun adıdır. Fıkhın önemi, konu ile ilgili ayet ve hadislerin hepsini incelemesi ve işlemesi sonucunda hükme varması ve uygulanabilecek hale getirmek için formüle etmesidir. Fıkıh kadının örtünmesini nasıl ele aldığına bakalım.

Saç ve Baş Ayırımı

Fıkıhta baş örtme vardır, saç örtme yoktur. Bu nedenle başın alanını belirler. Başın alanı; kulak memelerine kadar sağ ve sol iki yanı, tepesi ve arkasıdır. Kulak memelerinden aşağı sarkan saç ne kadar uzun olursa olsun, örtülmesi gerekmez. Bu nedenle bu saç örtülmediği halde kılınan namaz geçerlidir. Çünkü kulak memelerinden aşağıda kalan kısım başın sınırları dışındadır. Saç, bedenin bir parçası sayılmıyor. Bu nedenle cünüp olan kadın, gusül abdesti aldığında saçını yıkamak zorunda değildir, başını yıkaması yeterlidir.

“Fıkha göre kadının, başını örtmesi vardır ama saçını örtmesi yoktur.”

 

Avret

“Kadın avrettir,” hadisini alarak Fıkıh, kadının bütün vücudunu avret olarak görür. Avret nedir? Avret, cinsel organlar (pudendum)dır. Böylece kadının bütün bedenini cinsel organ olarak görür. Fakat kadına “zorluk çıkarması (ibtilâ’)” ve “ihtiyaç” gerekçeleri göz önüne alınarak bazı istisnalar getirilmiştir. Nitekim yüz, eller ve ayaklar avret olmalarına rağmen; yürümede ayaklarını, işlerini görmede yüzünü ve ellerini açmaya muhtaç olduğundan ve örtülü olmaları zorluk çıkardığından dolayı onları açabiliyor. Bu kolaylık hükmü, zorlukla ve ihtiyaçla karşılaşıldığında başın açılmasını içerir.

 

Kuran’da Avret

Nur, ayetinde; evlenmesi haram olan erkek akrabalara ve kadın cinselliklerinden (‘avrât) anlamayan yabancı erkek çocuklara zinetlerini gösterilebiliyor olması, onlarla cinsel ilişki söz konusu olmadığından dolayı, “avretliği”, Yahudilik ve Hristiyanlığın aksine, kadının bedeni ile değil, cinsel ilişki ile ilgili bir mesele olduğunu gösteriyor. Yani Kuran, kadının bedenini bizzat “avret” olarak görmüyor. Avret olarak görseydi, kadının kocasından başka herkese bedenini göstermesini yasaklardı.

 

Avret Yerini Açma Ölçüsü

Fıkha göre kadının, avret sayılan bedeninin parçalarını bir ölçüye göre yarısını, diğer ölçüye göre dörtte biri kısmını açması, örtülülüğünü gidermez, kadın bu miktar açık haliyle örtülü sayılır.

 

Şehvetle Bakmak

Fıkıhta kadının bedeninin açıklığının önemli olması kadının bedeninden dolayı değil, ona şehvetle bakmaktan dolayıdır. Kadının açık olması değil, erkeğin veya kadının açık kadına şehvetle bakması haramdır. Cariye, dinen bedenini açar ama ona şehvetle bakmak haramdır. Hür kadının yüzünün, ellerinin ve ayaklarının açık olması dinen serbest olmasına rağmen onlara şehvetle bakılması haramdır. Kadının açık saçına da şehvetle bakmak haramdır. Bu şehvetle bakmak, kadının saçının avret olmasından değil, saçına şehvetle bakmanın “fitne” doğuracağı düşüncesindendir. Hadisi şerifte, “yabancı kadının yüzüne şehvetle bakan erkeğin gözlerine kıyamet günü kurşun dökülür,” demektedir. Demek ki fitne doğurmayacak şehvetli veya şehvetsiz bakış haram değildir.

 

Kadına şehvetle bakmak, zinayı doğurmasa da haram olmasının nedeni, şehvetle bakabilmek bakışları doğrultmayı gerektirdiğinden dolayı kadına yapılan gözle tacizdir ve taciz de eziyettir. Fıkhın bu bakmanın haramlığı hükmü, Ahzab, ayetindeki “Bu, onların tanınıp eziyet edilmemelerine en elverişli olandır,” gerekçesinden kaynaklanır.

 

HUKUK ve AHLAK

Örtünmenin İslam’da hukuki mi ahlaki bir mesele mi olduğunu tespit için hukuk ile ahlak ayırımını kısaca yapmak gerekir. Hukuki konular resmi, kamusal, zorunludur ve cezaları vardır. Ahlaki davranışlar gayri resmi, kişiseldir ve kişinin isteğine bırakılmıştır. Cezai müeyyidesi, yaptırımı yoktur. Hukukun amacı adaleti gerçekleştirmektir. Buna karşın ahlakın amacı &#;iyi&#;yi gerçekleştirmek, ya da iyiye ve doğruya ulaşmaktır ve kötüyü def etmektir.

 

Kuran’da yaptırım belirtilmeyen kurallar ancak ahlaki olabilir. Örtünme ve iffeti korumak bunlardan biri olabilir. Çünkü açıklığa ve iffeti korumamaya bir yaptırım getirmemiştir. Ayrıca kadının açık olmasında başkalarına zarar vermek de yoktur, kadının kendisine başkaları tarafından tacizle zarar verilmesi vardır ve örtünmenin istenmesi bu zararı önlemek içindir. İffeti korumanın istenmesi, zina fiilini işlememek içindir. İffeti korumamak, zina fiili ile sonuçlanırsa hukuk alanına girer ve cezalandırmaya muhatap olur.

 

Husun ve Kubuh Açısından

Fıkıh Usulüne göre husun; iyi, kubuh ise; kötü demektir. Husun, fayda ve yarar sağlayan, kubuh ise zarar üreten söz ve eylemlerdir. Bunlar, dinin hukuk değil, ahlak alanıdır. Örtünme ise kendi başına başkasına bir iyilik sağlayan fiili değildir ve iyilik üretmez, açık olmak da  kendi başına başkasına zarar veren bir kötülük fiili değildir ve kötülük üretmez. Dolayısıyla bunlar, husun ve kubuha da girmez.

 

“Kadının örtünmesi veya açılması Kuran’ın hukuki konusu değildir.”

FIKIH USULÜNDE HÜKMÜN DEĞİŞMESİ

Fıkıh Usulü, Kuran hükümlerinin değişmesini kabul etmektedir. Hükümlerin değişmesi genellikle üç nedene dayanır. Bunlar; sebebin ve örfün değişmesi ve aracın etkisizleşmesidir.

 

Sebebin Değişmesi

Fıkıh Usulü kaidesine göre sebep değişince hüküm de değişir. Bu kaideye göre, kadınların açık olmalarından dolayı eziyet edilmemeleri durumu doğarsa örtünme hükmü de değişir. Çünkü Ahzab, ayette cilbabla örtünmek, eziyet edilme sebebine bağlanmıştır.

 

“Ey nebi! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle de cilbabları (dış elbiseleri)nı üzerlerine alsınlar. Bu, onların tanınıp eziyet edilmemelerine en elverişli olandır.” Ahzab,

 

Mecelle madde 2:“Bir işten maksat ne ise hüküm ona göredir.”

 

Ayette kadının örtünmesi, açık olması durumunda erkeğin taciz etmesi nedeniyledir. Erkeklerin tacizci olmak özelliğinden çıkmaları ve açık olmanın eziyet sebebi olma durumundan çıkması halinde kadının örtünmesi gerekmediği ortaya çıkıyor.

 

Örf ve Adetin Değişmesi

Kuran geldiği dönemde dışarıda cinsel ilişki için kadın tavlayan erkekler, örtülü kadınları terk ederlerdi. Örtüsüz açık bir kadın gördüklerinde, ona yaklaşırlar ve cinsel ilişki isterlerdi. Kuran, geldiği dönemde ve bölgedeki geleneksel örfte kadının bedeninin ve başının açık olmasının “cinsel ilişki” kurmak işareti olmasını esas alarak kadının cinsel ilişki teklifine uğramasını önlemede örtünmesini önerir. Örtünme ayetleri, Kuran’ın geldiği dönemdeki örf esas alırlar. Ahzab, ayetindeki örtünme bu örf ve adete dayalı gelmiştir.

 

Fıkıh Usulüne göre; nedenin değişmesi yanında, hükmün üzerine bina edildiği örf de değişince hüküm de değişir. Hanefi fakihlerinden Ebu Yusuf () şöyle der: “Eğer dinde bir uygulama örfe dayalı konulmuşsa, sonraki dönemlerde o örf değişmişse ve bu değişim Kuran’la çelişiyorsa, yeni örf geçerli kabul edilir. Çünkü örf ve adete bağlı olan ayetin hükmü, örf ve adetin değişmesiyle değişir.” Yeni örf, nas gibi olur: “Örf ile tayin, nas ile tayin gibidir.” Mecelle madde “Ezmânın tağayyürü ile ahkâmın tağayyürü inkâr olunamaz (zamanın değişmesiyle birlikte ahkam da değişir).” Mecelle madde

 

Kuran geldiği dönemde kadının bedeninin ve başının açık oluşu, cinsel ilişkiye uygunluk ve davetiye anlamı taşıyordu. Bu örf, çağımızda değişmiştir. Kadının açık olması, cinsel ilişki ifade etmeyen bir anlama evrilmiştir. Anlam kaymasına uğramıştır.

 

Aracın Etkisizleşmesi

Açık kadının cinsel ilişki teklifi nedeniyle rahatsız edilmesine Kuran’ın önerdiği çözümün günümüzde etkisiz bırakılması, yerine başta hukuki olan çözümler getirilmesi nedeniyle Kuran’daki kadının örtünmesinin hükmü değişmiştir.

 

“İslam’da amaçlar değil ama araçlar değişebilir.”

 

SONUÇ

Kadın Kendisinden Dolayı Örtünmüyor

İslam’da kadının bedenini örtmesi, Yahudilik ve Hristiyanlıktaki cinsiyetçiliğin aksine, bedeninin dişiliği ve cinsiyeti ile ilgili bir konu değildir. Erkekle ilgilidir. Erkeklerin, kadına cinsel ilişki nedeniyle musallat olup onu rahatsız etmeleri durumu olmasa kadının da örtünmesi istenmeyecekti. Böylece kadın, kendi kadınlığından dolayı değil, başkası yani ikinci şahıs nedeniyle örtünmekte ve giyim özgürlüğü kısıtlanmaktadır. Kadının bedenini ve başını açmasının, budünyada ve ahrette cezası hatta günah olduğu zikredilmemiştir. Ama kadının açık yerlerine şehvetle bakan erkeğe ahrette “gözlerine kurşun dökülecek” şeklinde ceza tehdidi vardır.

 

“Kadın, kendi bedeni nedeniyle değil, tacizci erkek nedeniyle örtünür.”

“Çağdaşlık ve dindarlık kaportada değil, motordadır.”

 

 

 

 

Bu yazıyı paylaş :

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası