ilmel yakin ne demek / YAKİN NE DEMEK? - İlmel Yakin, Aynel Yakin, Hakkal Yakin

Ilmel Yakin Ne Demek

ilmel yakin ne demek



İlm-ül-yakîn
,ilimle bilmek,
Ayn-ül-yakîn,gözle görerek bilmek,
Hakk-ul-yakîn,her şeyi ile bilmek, vakıf olmak demektir.

Bir misalle açıklayalım!
Medine-i münevverede yaşayan bir kimse, ömründe hiç kar görmese, kar kendisine anlatılsa, bu kimsenin kar hakkındaki bilgisine (İlm-ül-yakîn)denir.

Yakından karı görmekle hasıl olan bilgisine de (Ayn-ül-yakîn) denir.

Karı eline alıp incelese, soğukluğunu öğrense, biraz yiyip tadına baksa, bu bilgisine de (Hakk-ul-yakîn) denebilir.

Murakabe yaparken evliyada bazı hallerin hasıl olmasına (İlm-ül-yakîn) denir. Kalbde bir ışık parlamasına (Ayn-ül-yakîn) denir. Allahü teâlânın ahlakı ile ahlaklanmaya da (Hakk-ul-yakîn) denir. (Mektubat-ı Dehlevi)

Tasavvuf ehlinin, eserden müessiri, yani işi görerek, bunu yapanı keşf ile anlamasına (İlm-ül-yakîn) denir. (Mektubat-ı Rabbani c.3, m)

Cennete ve Cehennemin varlığı yakîn olarak bilinirse, buna (İlm-ül-yakîn), meleklerin bildiği gibi, bizzat müşahede edilerek görülürse, buna da (Ayn-ül-yakîn) denir. Dünyada yapılan kötü işlerin ahirette karşılığının Cehennem olduğu, böyle ilm-i yakîn ile bilinir. Tekasür suresinde mealen (İlm-i yakîn ile bilseydiniz, Cehennemi elbette görürdünüz) buyuruluyor. Peygamberler, ilm-i yakîn ile Cenneti, Cehennemi ve ahiret hallerini bilirler. Bu bilgilerine (İlm-ül-yakîn)denir. (Mükaşefet-ül-kulub)

Yakîn ne demektir? Kur&#;an-ı Kerîm&#;de zannın karşıtı olarak ifade edilen yakîn ne anlama gelmektedir? Yine Kur&#;an-ı Kerîm&#;de yakîn kavramı ile ilgili zikredilen ilme&#;l-yakîn, ayne&#;l yakîn ve hakka&#;l-yakîn hakkında kısaca bilgiler&#;

Yakîn Bilgi, kesin bilgi demektir. Delil ve burhan ile elde edilen kesin bilgi anlamına gelmektedir.

a- İlme&#;l-yakîn nedir? İlme&#;l-yakîn Hakkında Kısaca Bilgi

Sâlim akıl ve sahih naklin ifade ettiği bilgidir. Kesinlik ifade eden bilgilerin en aşağı derecesidir.

İlim ile bir şeyi bilmek ve tanımaktır. Bu bilgi kesinliği ispatlanmış olan bilgidir. Kesinliği delillerle ispat edilmeyen şeye bilgi denmez, malumat denir. Bilginin yakîn mertebesi kesin bilgidir.

b- Ayne&#;l-yakîn nedir? Ayne&#;l-yakîn Hakkında Kısaca Bilgi

Ayne&#;l-yakîn, Duyularla ya da tecrübe ile elde edilen, bizzat müşahede sonucu ortaya çıkan bilgidir.

Kuran&#;ı Kerim&#;de Tekâsür sûresinde Ayne&#;l-yakîn bilgisine işaret edilmiştir: &#;Sonra andolsun onu yakîn gözüyle göreceksiniz&#; (Tekâsür, /5)

Bu tür bilgi ya gözlem ve deneye dayanan bilimsel bilgidir, ya da anlatıma dayalı tarihsel bilgidir. Birinci yolla elde edilen yakîn, ikinci yoldan elde edilen yakinden daha yüksek ve kuvvetlidir. Ateşi ya da Kâbe&#;yi görerek bilmek ve tanımak gibi. Hz. İbrahim&#;in ayne&#;l yakîn derecesindeki bir bilgiye ulaşmak için Allah&#;a müracaatı Kur&#;ân&#;da şöyle anlatılmaktadır: &#;Hani İbrahim `Ey Rabbim ölüyü nasıl dirilttiğini bana göster&#; demişti. Rabbi de ona, `Yoksa inanmadın mı?&#; dedi. İbrahim: `Hayır! İnandım, fakat kalbimin mutmain olması için (görmek istedim)&#; dedi&#;&#; (Bakara, 2/)

c- Hakka&#;l-yakîn nedir? Hakka&#;l-yakîn Hakkında Kısaca Bilgi

Hakka&#;l-yakîn, Bizzat yaşanarak elde edilen bilgidir. Kesinlik ifade etme bakımından en üstün bilgi çeşididir.

Bir bilginin hakikatine erme hadisesidir. Bilgi ve marifet mertebelerinin en yükseği olan bu mertebenin de çok mertebeleri vardır. Bu bilginin de yakîn mertebesine ulaşması ile kazanılan kesin bilgidir. Bu mertebe bilgiyi yaşama, hakikatine erme ve şüpheye yer bırakmadan işin doğrusunu anlama mertebesidir.

Kalp ile sezilip bizzat duyulan ve basiretle müşahade olunarak yaşanmak suretiyle hasıl olan bilgi mertebesidir. Bu bilgi yakîn ifâde eden bilgilerin en yüksek mertebesini teşkil eder. Bu yüzden &#;tatmayan bilmez&#; denilmiştir. Hakka&#;l-yakîn mertebesine ulaşan kimselere ehl-i marifet (marifet sahibi) ve arif denir. Bunların elde ettikleri bilginin sözle ifâdesi güçtür. Bazı müfessirlere göre Kur&#;ân&#;ın şu âyetleri ilmin bu mertebesine işaret etmektedir: &#;Ve O, gerçekten kat&#;î bilginin ta kendisidir.&#; (Vakı&#;a, 56/95); &#;Şüphesiz ki bu, kesin gerçektir.&#; (Hâkka, 69/51)

SOHBETİN ADI: İLM’EL YAKÎN, AYN’EL YAKÎN, HAKK’UL YAKÎN
TARİHİ:


Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönü dostlarım! Allah'a sonsuz hamd ve şükrederiz k; bir zikir sohbetinde  Allahû Tealâ bizleri bir defa daha beraber kıldı. Konumuz; İlm’el yakîn, Ayn’el yakîn, Hakk’ul yakîn.    

Sevgili kardeşlerim, bilindiği gibi İslâm merdivenini 28 basamak oluşturur. Vel-Asr Suresinde bu 28 basamak, 4 tane 7 basamaktan vücuda gelir. İlm’el yakîn, Ayn’el yakîn, Hakk’ul yakîn müesessesi 28 basamağın bütününü ihata eder. Bu 28 basamak, bütünü içerir. Allah’a ulaşmayı dilemekten başlayan iradenin teslime kadar ulaşan bir dizayn içerisinde bir muhteva söz konusudur. Bunun öğretime müteallik kesimi 'İlm’el yakîn, Ayn’el yakîn, Hakk’ul' yakîn isimlerini alır. Aynı basamaklar ama bu sefer meseleye yakîn açısından bakıyoruz.    

Allahû Tealâ ne diyordu? Allahû Tealâ Neml'de: “Kıyâmete yakın bir zamanda yerden (topraktan) bir dabbe çıkartırız ve göklerden seslenir. İnsanlara, o mukaddes kitabın âyetlerine yakîn hasıl edemediklerini söyler." buyuruyordu. İşte o dabbe bir uydudur. Uydu, gökyüzünden sesleniyor ve insanlara diyor ki: “Siz o kitabın âyetlerine yakîn hasıl edemediniz."    

27/NEML Ve izâ vakaal kavlu aleyhim ahracnâ lehum dâbbeten minel ardı tukellimuhum ennen nâse kânû bi âyâtinâ lâ yûkınûn(yûkınûne).

Ve onların üzerine (Allah’ın Kitap’ta söylediği) söz vuku bulunca, onlara arzdan dabbe çıkardık (çıkarırız). İnsanların (Kitap’taki) âyetlerimize yakîn hasıl etmediklerini söyleyecek.


İşte yakîn hasıl etme müessesesi, İlm’el yakîn’den başlayan, Ayn’el yakîn ve Hakk’ul yakîn’i de kavrayan bir bütün oluşturur. Allahû Tealâ’nın dizaynı yakîn hasıl etmek istikametinde geçerlidir.

28 basamağın başından başlayalım Vel Asr Suresini bir şekil içerisinde vermeye çalışalım:

/ASR Vel asri.

Asra yemin olsun.

/ASR İnnel insâne le fî husr(husrin).

Muhakkak ki insan, gerçekten hüsrandadır.

/ASR İllâllezîne âmenû ve amilûs sâlihâti ve tevâsav bil hakkı ve tevâsav bis sabrı.

Ama âmenû olanlar (ilk 7 basamağı aşanlar), nefs tezkiyesi yapanlar (ikinci 7 basamağı aşanlar), Allah’a ruhu ulaşıp Hakk’ı tavsiye edenler (üçüncü 7 basamağı aşanlar) ve sabrı tavsiye edenler (dördüncü 7 basamağı aşanlar) hariç.


vel asr:Asra (zamana) andolsun ki, yemin olsun ki.    
innel insâne le fî husr:İnsanlar muhakak ki hüsrandadırlar.    
illellezîne âmenû: Ama amenu olanlar hariç.    
ve amilûs sâlihâti:Ve nefsi ıslah edici amel yapanlar da hariç.    
ve tevâsav bil hakkı:Hakk'ı tavsiye edenler.    
ve tevâsav bis sabr:Sabrı tavsiye edenler (hepsi) hariç.    

Böyle bir dizaynda İlm’el yakîn’i, Ayn’el yakîn’i ve Hakk’ul yakîn’i nereye oturtuyoruz? Allahû Tealâ ne diyor? Diyor ki: “Zamana and olsun ki, insanlar hüsrandadır. İnsanlar cehenneme gidecektir, hüsranda olanların sonu cehennemdir ama 4 tane istisna var: Âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı dileyenler), nefsi ıslâh edici amel işleyenler (mürşidine tabi olup, nefs tezkiyesine başlayanlar, basamaktan sonrası), Hakk’a ulaşıp da Hakk’ı tasfiye edenler ( basamaklar arası) ve sabrı tasfiye edenler ( basamaktan sonrası, iradenin teslimine kadar).” Öyleyse ilim açısından meseleye bakarsak, yakîn hasıl edebilmek ilme hasıl edebilmektir. Öyleyse İlm’el yakîn, Ayn’el yakîn ve Hakk’ul yakîn üç ayrı yakîn kademesini ifade eder.    

Allahû Tealâ da âyetlere yakîn olmak konusunu çeşitli âyetlerde işlemiştir. Secde Suresinin âyet-i kerimesine baktığımız zaman şunu görüyoruz. Allahû Tealâ buyuruyor ki: “ve cealnâ minhum eimmeten yehdûne bi emrinâ lemmâ saberû ve kânû bi âyâtinâ yûkınûn: İnsanlardan imamlar kıldık. Emrimizle insanları hidayete erdirsinler diye. Sabır sahibi olmalarından dolayı ve âyetlerimize yakîn hasıl etmelerinden dolayı.”    

32/SECDE Ve cealnâ minhum eimmeten yehdûne bi emrinâ lemmâ saberû ve kânû bi âyâtinâ yûkınûn(yûkınûne).

Ve onlardan, emrimizle hidayete erdiren imamlar kıldık, sabır sahibi oldukları ve âyetlerimize (Hakk’ul yakîn seviyesinde) yakîn hasıl etmiş oldukları için.


Buradaki yakîn kademesi Hakk’ul yakîn’dir. Böyle bir kişi (huzur namazının imamı) mutlaka Rabbini görmüştür. Hakk’ul yakîn kademesi Rabbin, Allah'ın Zat'ının görülmesiyle başlar. Mutlaka Allah’ın bütün resûlleri, nebîleri Rab’lerini görmüşlerdir. Allahû Tealâ onların kalp gözlerini açmıştır. Onları İlm’el yakîn’den Ayn’el yakîn’e ulaştırmıştır. Ondan sonra da iradelerini teslim almıştır. Allahû Tealâ huzur namazının imamlarını ise tasarruf altına almıştır. Kişi huzur namazının imamı olmasa ama irşad makamına ulaşmış olsa, kavim resûlü de olmasa ama yine irşad makamına ulaşmış olsa o kişi yine Hakk’ul yakîn’in sahibi olur.

Öyleyse bu açıdan meselemize baktığımız zaman en büyük alanı İlm’el yakîn’in kapladığını görüyoruz. İlm’el yakîn 3. basamaktan başlar ve basamağın sonuna kadar devam eder ve basamağı da kapsar. 23, 24 ve basamaklar İlm’el yakîn’in aşıldığı ama Ayn’el yakîn’e ulaşılamadığı bir köprüdür.    

Öyleyse buradaki muhtevaya bakalım. 1. basamakta olayları yaşıyoruz, herkes yaşar. 2. basamakta olayları değerlendiriyoruz, herkes değerlendirecektir. Bu değerlendiren insanlardan bir kısmı Allah’a ulaşmayı dilmemekle kalmayıp başka insanların da Allah yoluna ulaşmasına mani olmaya çalışanlardır. Onlar, başka insanları da Allah yolundan men edenlerdir. Allah onlara yardımcı olmuyor, onları seçmiyor. Onlar özellikle Allah’a karşı cephe almış insanlardır. İradelerini, Allah’a karşı çıkmak yolunda kullanıyorlar. Hedefleri belli. Allahû Tealâ tarafından biliniyor ki, o insanlar başka insanları da Allah’ın yolundan ayırmak konusunda özel bir gayretin sahipleridir.    

Sevgili kardeşlerim, 2. basamakta Allahû Tealâ insanların büyük kısmını Kendisine ulaştırmayı temin etmek üzere seçer. Şura Suresinin âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor ki: “allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb: Allah dilediğini Kendisine seçer ve onlardan kim Allah’a yönelirse Allah onları Kendisine ulaştırır.”

42/ŞÛRÂ Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).

(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).


Allahû Tealâ burada Allah’ın büyük kısmı seçtiğini ama Allah’ın seçiklerinden sadece Allah’a ulaşmayı dileyenlerin Allah’a ulaştırıldığını anlatıyor.    

Acaba ilmin ulaştırdığı nokta neresidir? İlim bir yerden başlayacaktır. Bir kendilerine ilim verilenler var, bir de ilim sahipleri var. Kendilerine ilim verilenler, ilmi almaya başlamış olanlardır. Allahû Tealâ kimleri ilim sahibi kabul ediyor? İlimleri sebebiyle dalâlette olanları değil. Onlar kendilerine ilim verilenler de değildir, ilim sahibi olanlar da değildir.

Allahû Tealâ Casiye Suresinin âyet-i kerimesinde buyuruyor ki: “Habibim! O hevalarını kendilerine ilâh edinenleri görüyor musun? Allah onları, onların ilmi üzerine dalâlette bırakır.”

45/CÂSİYE E fe raeyte menittehaze ilâhehu hevâhu ve edallehullâhu alâ ilmin ve hateme alâ sem’ihî ve kalbihî ve ceale alâ basarihî gışâveten, fe men yehdîhi min ba’dillâhi, e fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne).

Hevasını kendisine ilâh edinen kişiyi gördün mü? Ve Allah, onu ilim (onun faydasız ilmi) üzere dalâlette bıraktı. Ve onun işitme hassasını ve kalbini mühürledi. Ve onun basar (görme) hassasının üzerine gışavet (perde) çekti. Bu durumda Allah’tan sonra onu kim hidayete erdirir? Hâlâ tezekkür etmez misiniz?


Öyleyse hem adamlar ilim sahibi ama aynı zamanda dalâletteler. Onların ilimleri üzerine Allahû Tealâ onları dalâlette bırakır. Çünkü onların ilimleri ilim değildir. O insanlar ne kendilerine ilim verilenlerdir ne de ilim sahibi olmuşlardır. İlmi kendilerine göre yorumlamış ve Allah’ın hiç hedef göstermediği bir yerlere ulaşmışlar, Allah’ın ilmini unutmuşlardır. Bugün faydasız ilmin sahipleri o insanlardır ki, onlar Allah’a ulaşmayı dilemezler. Bu kadar bile tarif yeterlidir. Allah’a ulaşmayı dilemeyenler ilimsizlerdir. Öyleyse kendilerine ilim verilen insanlardan bir kısmı ilimsiz kalacaktır yada kendilerine faydası olmayan bir ilme sahip olanlar olacaklardır.    
Allahû Tealâ ilmi herkese verir, herkes dilediği kadarını ilimden alacaktır. Ama ne yazık ki şeytan boş durmaz. O insanları hem ilim öğreniyorum diye bir şeylerle meşgul kılar hem de o insanlar nihayetinde kendilerine faydası dokunacak hiçbir şeyi öğrenemezler ve öldükleri zaman bu dünyadan kara cahil olarak ayrılırlar. Kendilerine verilen ilimden nasip alamayan kesim bu.    

Allahû Tealâ Hacc Suresinin âyet-i kerimesinde kendilerine ilim verilenlerden bahsediyor: “O kendilerine ilim verilenler, o kişinin (mürşidin) o sözleri Hakk'tan alarak söylediğini idrak etsinler ve O'na inansınlar diye, irşad makamının Allah’tan aldıklarını söylediğinden emin olsunlar diye onlara ilim verildi.”

22/HACC Ve li ya’lemellezîne ûtûl ilme ennehul hakku min rabbike fe yu’minû bihî fe tuhbite lehu kulûbuhum, ve innallâhe le hâdillezîne âmenû ilâ sırâtın mustakîm(mustakîmin).

Ve kendilerine ilim verilenlerin, onun (irşad makamının, Velî Resûl'ün, Nebî Resûl'ün) söylediklerinin Rabbinden bir hak olduğunu bilmeleri, O'na îmân etmeleri, onların kalplerinin O'nu (Allah'ı) idrak etmesi (kalplerinden ekinnetin alınıp yerine ihbat sistemi konarak kalplerin mutmain olması) içindir. Muhakkak ki Allah, âmenû olanları (Allah'a ulaşmayı dileyenleri) mutlaka Sıratı Mustakîm'e hidayet edendir.


Öyleyse burada bir ilim verilmesi müessesesi var. İşte demin söylediğimiz Casiye Suresinin âyet-i kerimesindekilere de ilim verilmiş ama onlar o kendilerine verilen ilmi hiç alamamışlardır. O ilmin kendilerine hiç fayda sağlamayacak olan kesimlerini almışlar ve onunla da "Ben ilim sahibi oldum." diye böbürlenmişlerdir. Oysaki ilim sahibi olamamışlardır.    

İlim odur ki insanı kurtuluşa götürür. Yani felâha götürür. İlmin sonunda felâh yoksa Allah’a göre o bir faydalı ilim değildir. Hangi ilim olursa olsun insanı felaha ulaştırmıyorsa, kurtuluşa ulaştırmıyorsa, daha çok cehenneme gitmeye medar oluyorsa o ilim Allah’a göre faydalı ilim değildir. İnsanlardan her kim böyle faydalı bir ilme sahip olmak istiyorsa o kişi mutlaka Allah’a ulaşmayı dilemelidir. Dilemiyorsa hiçbir şekilde faydalı ilmin sahibi olamaz. Allah'a ulaşmayı dilemeyen kişi faydalı ilmin sahibi olamaz. O, kendisine ilim verilmişlerden birisi de olamaz. İlim onlara ait değildir. İlim Allah’a ulaşmayı dileyenlere aittir.    

Eğer ilmin verilmesi söz konusuysa ilim bütün insanlığa verilir. Her indirilen mukaddes kitap bütün insanlığadır. Ama kendilerine ilim verilenler, bu ilmin kendilerine o ilmi bilenler tarafından, Allah’ın öğrettikleri tarafından verilenlerdir. Onlar da yine ikiye ayrılır. Bir kısmı ilimden hiç nasiplerini alamazlar, bir kısmı ise alırlar. İşte o ilimden nasiplerini alabilenler Allah’a ulaşmayı dileyenlerdir. Allah’a ulaşmayı dileyen herkes kendisine ilim verilenlerden biridir ama bu ilim daha ön kademede ona sunulmuştur.    

Her şey tebliğ ile başlar. Evvelâ şunu kesinlikle söyleyelim ki; tebliğe muhatap olmayan kimse yoktur. Herkes mutlaka tebliğe muhatap olacaktır. Ama büyük kitle tebliği reddedecek ve tebliğ sahibini küçültmeye çalışacaktır. Onlar, kendilerine ilim verilenler standartlarına girmezler. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse, o kişi tebliğe muhatap olmuştur ve tebliği kabul etmiştir. Öyleyse o noktadan itibaren o, kendisine ilim verilendir ve bu kişi adım adım ilmin sahibi olmaya başlayacaktır. Bu kişiye ilim verilmeye başlamıştır. Çünkü kişi Allah’a ulaşmayı dilemiş, Allah da bu talebi görmüştür, işitmiştir, bilmiştir ve tâbiyetiyle beraber o kişinin üstünde Râhim esması ile tecelliye başlamıştır. Kişinin ilim sahibi olması bu noktadan sonradır. Çünkü Allahû Tealâ Yusuf Suresinin âyet-i kerimesine göre bu kişide Râhim esmasıyla tecelli etmeye başlar.     

Buradaki Rahîm esması ile tecellinin standartlarına bakıyoruz. Yusuf Suresinin âyet-i kerimesinde Hz. Yusuf diyor ki: “ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le emmâretun bis sûı illâ mâ rahime rabbî, inne rabbî: Ya Rabbi! Ben nefsimi beraat ettiremem. Çünkü nefs şerri emreder. Ama Rabbimin Rahîm esması ile tecelli ettiği nefsler hariç. O Rabbimin Rahîm esması ile tecelli ettiği nefsler, onlar ancak tezkiye olabilir, beraat edebilir, Allah’ın katında aklanabilir.”    

12/YÛSUF Ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le emmâretun bis sûi illâ mâ rahime rabbî, inne rabbî gafûrun rahîm(rahîmun).

Ve ben, nefsimi ibra edemem (temize çıkaramam). Muhakkak ki nefs, mutlaka sui olanı (şerri, kötülüğü) emreder. Rabbimin Rahîm esmasıyla tecelli ettiği (nefsler) hariç. Muhakkak ki Rabbim, mağfiret edendir (günahları sevaba çevirendir). Rahîm’dir (rahmet nurunu gönderen ve merhamet edendir).

    
Kişi Allah’a ulaşmayı dilediğinde Allah, ona Rahmân esmasıyla tecelli etmişti. Allah’ın bu Rahmân esması ile tecellisi ne sağlar, bakalım. Allahû Tealâ Enfal Suresinin âyet-i kerimesinde ne diyor? Buyuruyor ki:

8/ENFÂL Yâ eyyuhâllezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).

Ey âmenû olanlar! Allah’a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.


“Ey âmenû olanlar! Takva sahibi olun (Allah’a ulaşmayı dileyin) ki Allah da size furkanlar versin ve sizin günahlarınızı örtsün, sonra da size mağfiret etsin.”    

İşte Allah’ın verdiği furkanlar devreye giriyor. Allahû Tealâ o kişinin görme hassasının üstündeki 'gışavet' ismindeki mührü alıyor. Bu kişi mutlaka Allah’ın davetine icabet etmiştir. Onu başlangıçta anlamamıştır ama Allah’ın davetine muhatap olduğu anda onu algılayamazsa kişinin gözleri, görme hassası örtülür, gözlerine hicab-ı mesture konulur, görme hassasının üstüne 'gışavet' adlı bir perde konulur. Kulaklarına vakra konulur, işitme hassası mühürlenir. Kalbine ekinnet konulur, kalbi mühürlenir. Bu standartlarda bir insan vardır.    

Allah’a ulaşmayı dileyene kadar insan ilk tebliğe muhatap olduğu andan itibaren Allah’a ulaşmayı dilediği noktaya kadar kördür, sağırdır, dilsizdir ve idraksizdir. Allah’a göre ölüdür. İşte bu ölüler ilimsizlerdir veya zulmanî ilmin sahipleri veya faydasız ilmin sahipleridir. Hepsi ölüler safında yer alır. Ne zaman o kişi Allah’a ulaşmayı dilerse, Allah ona Rahmân esmasıyla tecelli eder ve 7 tane furkan vererek onu kör, sağır, dilsizken, gören, işiten, konuşan ve idrak eden bir hüviyete sokar. İşte burada o kişinin görmesi, işitmesi ve idrak etmesi söz konusu olur. Bu noktadan itibaren bu kişi ilmin sahibi olmaya başlamıştır.    

Kendilerine ilim verilenler safhasını aşıp da kişinin ilmin sahibi olmaya başlaması ancak görmesi, işitmesi ve idrakinin açılmasıyla mümkündür. Bu görme işitme ve duyma hassası açıldığı noktadan itibaren kişi artık İlm’el yakînin sahibidir. Artık yakîn hâsıl etmek için hazır zemini vardır. Yakîn hâsıl etmek bu noktadan itibaren başlar. Allah’a ulaşmayı dilemenin hemen arkasından gelir. 3. basamakla 7. basamak arasında sadece dakikalık bir farklılık vardır.

Allahû Tealâ o kişinin 7 tane furkan vererek görmesini, işitmesini ve idrak etmesini mümkün kılacaktır. İşte bu kişi artık gören işiten ve idrak eden bir insandır. Kendisine bir ilim verilmiştir. İlm’el yakîn için ilk adımı atmıştır. Artık İlm’el yakînin içindedir. Kendisine tebliğ edilen hiç kimse tebliğ edildiği an İlm’el yakînin sahibi olamaz. Tebliğden sonra Allah’a ulaşmayı dileyenler kulaklarının, gözlerinin ve kalplerinin açılmasıyla muhatap oldukları noktadan itibaren İlm’el yakînin sahibi olurlar. Bu da olmadıkları nokta ile oldukları nokta arasında 7 dakikalık farklılıkla teşekkül eder. Her furkanda Allahû Tealâ o kadar süre kullanmaz ama biz 1 dakika kullandığını düşünüyoruz. Aslında kullanmaz ama kişi en geniş mânâda 7 dakikalık bir zaman zarfında ilimsizken İlm’el yakîn standartları içine girer.

Kendilerine ilim verilenler, Allah’a ulaşmaya, davete icabete çağrılanlardır. Onlara anlatılır, ilim verilir, sunulur. Bu ilimden ne kadarını aldıkları, onların ilim sahibi, İlm’el yakînin sahibi olabilmeleri mutlak bir sonuç gerektirir. Bir insanın İlm’el yakînin sahibi olabilmesi için gören, işiten ve idrak eden bir hüviyete kavuşması lazım. Bu hüviyet yoksa o kişi İlm’el yakînin sahibi olmaya yetkili değildir.    

Bu kişi görmeye, işitmeye ve idrak etmeye başlar. Sonra ne olur? Allah o kişinin kalbine ulaşır. Sonra ne olur? Allah o kişinin kalbinin nur kapısını Allah’a çevirir, kalbini Allah’a çevirir. Sonra ne olur? Allah o kişinin göğsünü yarar, göğsünden kalbine nur yolunu açar. Sonra bu kişi zikir yapmaya başlar. Bu kişi üzerinde Allah Rahmân esmasıyla tecelliye başladığı için Allah’ın katından gelen rahmetle fazl nurları o kişinin göğsüne gelir, göğsünü Allah’ın yardığı yerden geçerek kalbine ulaşır, kalbe rahmet nuru girmeye başlar. Burada kişi basamaktadır ve kalbinin içine rahmet nurunun girmesini ve %2’ye ulaşmasını müteakip kişi huşû sahibi olur. Allah’a mürşidinin kim olduğunu sorar ve Allah ona mürşidini gösterir ve kişi irşad makamına ulaşır ( basamak) ve de ilmi devamlı olarak artar.    

Allah’a ulaşmayı dileyen kişi bu dileğinden sonra mürşidine ulaştığında İlm’el yakîn konusunda gerçek bir eğitimin içine girer. İyi bir öğretim veren bir yerde ise bu kişi, dışarıda olanların kolay kolay ulaşamayacakları bir büyük ilmin sahibi olabilir. Tâbiiyetten sonra kişinin ilmi mutlaka geniş seviyeli, geniş çaplı artacaktır.    

Tâbiiyet, basamakta gerçekleşir ve ruh vücuttan ayrılır, nefs tezkiyesi başlar. İlmi eğitimin o kişiyi hedeflere ulaştıracak olan bilgilendirme sistemi de her gün biraz daha gelişme gösterecektir. Bu bapta bu kişi nefsinde %7 nur birikimi (fazl birikimi) oluştuğu zaman ruhu 1. gök katına ulaşacaktır; Nefs-i Emmare’dedir. 2. bir %7 nur birikimi ile 2. gök katına ulaşacaktır; Nefs-i Levvame’dedir. 3. defa %7 nur birikimi ile Nefs-i Mülhimme’de 3. gök katına ulaşacaktır ve Allah’tan ilham almaya başlayacaktır. 4. defa % 7 nur birikiminde Nefs-i Mutmainne’ye gelir. Allah’ın verdiklerinin kendisine kesinlikle yeterli olduğunu kişi bu noktada idrak edecektir. Sonra bu noktadan daha ötede 5. gök katında Nefs-i Radiyye’dedir. Kişi Allah’tan razı olacaktır. 6. gök katına ulaşınca ruhu Nefs-i Mardiyye’dedir, Allah da ondan razı olacaktır. 7. defa %7 nur birikiminde ruhu Allah’a ulaşacaktır ve o kişi nefs tezkiyesini tamamlamış olacaktır.     

Başlangıçta bu kişinin nefsinde %2 rahmet birikimi oluşmuştu. basamaktan sonra basamakta göğsünden kalbine nur yolu açılmıştı ve kalbine sadece Allah'ın rahmeti ve fazlı ulaşabildi. Bu rahmetin kalbe göre %2 oranında bir kısmı o kişinin kalbine ulaştı ve kişi huşû sahibi oldu demiştik. Burası nur birikimin başlangıç noktasıydı. Bu %2’lik rahmetin üzerine 7 defa %7’lik nur birikimi tahakkuk etti. Fakat bunlar rahmet nurları değil, fazıllar. Kişiyi fazilet sahibi kılan özellikler. Bu, ruhun hasletlerinin paralelinde olan hasletlerin kişinin nefsinin kalbine yerleşmesi olayıdır.    

Sevgili kardeşlerim, Allah ile olan ilişkilerinizde böyle bir statüye dikkatle bakın ki; bu sizi bu kademede ( basamakta) Allah'a ulaştırmıştır ve ruhunuz Allah'ın Zat'ında yok olur. Ruhunuz Allah'a ulaştığı zaman birinci kesim İlm’el yakîn olayı tamamlanmıştır.    
Şimdi buraya kadar olan bu konunun açıklamasına gelelim. Allahû Tealâ Bakara Suresinin âyet-i kerimesinde nurunu tamamladığını söylüyor:    

2/BAKARA Fezkurûnî ezkurkum veşkurû lî ve lâ tekfurûn(tekfurûni).

Öyle ise Beni zikredin ki Ben de sizi zikredeyim. Ve Bana şükredin ve Beni inkâr etmeyin.


âyet-i kerimesinde ise: “Tıpkı o nur gibi sizin için de sizden olan bir Resûl’ü size gönderdik. Nebî resûl olarak gönderdik.”

2/BAKARA Kemâ erselnâ fîkum resûlen minkum yetlû aleykum âyâtinâ ve yuzekkîkum ve yuallimukumul kitâbe vel hikmete ve yuallimukum mâ lem tekûnû ta’lemûn(ta’lemûne).

Nitekim size, aranızda (görev yapmak üzere), sizden (kendinizden) bir Resûl (Peygamber) gönderdik ki, âyetlerimizi size tilâvet etsin (okuyup açıklasın) ve sizi (nefsinizi) tezkiye (ve tasfiye) etsin, size Kitap’ı (Kurânı Kerim’i) ve hikmeti öğretsin ve (hikmetin de ötesinde) bilmediğiniz şeyleri öğretsin.


Allahû Tealâ Bakara'de şartları, Resûl'ün yapacağı görevleri söylüyor:    

1- Size Allah'ın ayetlerini tilavet etmek için (okumak ve anlatmak için).
2- Sizin nefsinizi teksiye etmek için.
3- Size kitap öğretmek için.
4- Size hikmet öğretmek için.
5- Hikmetin ötesinde daha bilmediğiniz şeyleri size öğretmek için.    

İşte İlm’el yakînin içine âyetlerin tilâveti girer ve tilâvetin ötesinde nefsin tezkiyesi girer. Bakara bu konunu bu kısmını içerir. Öyleyse İlm’el yakîn muhtevasına neyi alır? Tilaveti alır. Tilâvet tebliğ ile başlar. Tebliğ, tilâvet, ayetlerin okunması ve anlatılması, izah edilmesi ve nefsin tezkiyesidir.     

Allahû Tealâ Fatır Suresinin âyet-i kerimesinde nefs tezkiyesinin sonucunu veriyor. Allahû Tealâ diyor ki: “ve men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsih (nefsihî), ve ilâllâhil masîr (masîru): Kim nefsini tezkiye etmişse o kişi bunu kendi nefsi için yapmıştır ve ruhu Allah'a döner, Allah'a ulaşır.” Neden kendi nefsi için yapmıştır? Çünkü nefs ezelde Allah'a, tezkiye olacak ve tasfiye olacak diye yemin vermiştir.

35/FÂTIR Ve lâ tezirû vâziretun vizre uhrâ, ve in ted’u muskaletun ilâ himlihâ lâ yuhmel minhu şey’un ve lev kâne zâ kurbâ, innemâ tunzirullezîne yahşevne rabbehum bil gaybi ve ekâmûs salât(salâte), ve men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsihî, ve ilâllâhil masîr(masîru).

Ve yük taşıyan birisi (bir günahkâr) başka birinin yükünü (günahını) yüklenmez. Eğer ağır yüklü kimse, onu (günahlarını) yüklenmeye (başkasını) çağırsa bile ondan hiçbir şey yükletilmez, onun yakını olsa dahi. Sen ancak gaybte Rabbine huşû duyanları ve namazı ikame edenleri uyarırsın. Ve kim tezkiye olursa (nefsini tezkiye ederse), o taktirde bunu sadece kendi nefsi için yapar. Ve dönüş (varış) Allah’adır (Nefs tezkiyesi ile ruh Allah’a döner, ulaşır).


Tezkiye, yolun yarısını ifade eder. Nefsin kalbi %51 nurlarla dolmuştur. Yani yarıdan fazla nur olmuştur. Şeytanın emirlerine o kişinin nefsi başlangıçta % açıkken şimdi nefsin kalbinin %51’i artık Allah'ın emirlerini yerine getirmek için gayrette, yasak ettiği şeyleri işlememek üzere gayrettedir. Eskiden nefsin kalbinin hepsi Allah'ın emirlerine isyan ediyordu ve Allah'ın yasak ettiği fiilleri de işlemek istiyordu. Tabi o noktada şeytan nefsin bütün boyutlarıyla hâkimiydi. Ama bu noktada şeytanın hâkimiyeti %’den %49’a düşmüştür. Nurlar ise 0’dan %51’e ulaşmıştır. Burası İlm’el yakînin sonudur.    

Sonra bu kişinin ruhu Allah'ın Zat'ında yok olur. Kişi fenâfillah olur. Allahû Tealâ Nebe Suresinin âyet-i kerimesinde diyor ki: “zâlikel yevmul hakk(hakku), femen şâettehaze ilâ rabbihî meâbâ (meâben): İşte o gün Hakk günüdür. O gün dileyen kişi kendisine Allah'a ulaştıran, Allah'a doğru bir yol ithihaz eder. Kimin ruhu o yol üzerinden Allah'a ulaşırsa Allah'ın Zat'ı o kişiye meab (sığınak) olur.”

78/NEBE Zâlikel yevmul hakku, fe men şâettehaze ilâ rabbihî meâbâ(meâben).

İşte o gün (mürşidin eli Hakk'a ulaşmak üzere öpüldüğü ve ona tâbî olunduğu gün), Hakk günüdür. Dileyen (Allah'a ulaşmayı dileyen) kişi, kendisine Rabbine ulaştıran (yolu, Sıratı Mustakîm'i) yol ittihaz eder. (Allah'a ulaşan kişiye Allah) meab (sığınak, melce) olur.


Kişinin ruhu Allah'a ulaşmış ve Allah'ın Zat'ında ifna olmuştur, yok olmuştur. Bir başka ifadeyle Allah'ın Zat'ı o kişiye meab olmuştur. Ruhunu Allah'a ulaştıran bir sığınakta yok eden, ruhu sığınağa sığınan kişi de evvab olmak şerefine ermiştir.    

Allah'ın Zat'ı bir sığınaktır. Allahû Tealâ Ali İmran Suresinin âyet-i kerimesinde diyor ki:

3/ÂLİ İMRÂN Zuyyine lin nâsi hubbuş şehevâti minen nisâi vel benîne vel kanâtîril mukantarati minez zehebi vel fıddati vel haylil musevvemeti vel en’âmi vel hars(harsi), zâlike metâul hayâtid dunyâ, vallâhu indehu HUSNUL MEÂB(meâbi).

İnsanlara, "kadınlara, oğullara, kantar kantar biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, hayvanlara ve ekinlere olan sevgiden oluşan" şehvetleri (aşırı düşkünlükleri) güzel gösterildi. Bunlar, dünya hayatının menfaatleridir. Ve Allah, O'nun katındaki en güzel sığınaktır.


“vallâhu indehu HUSNUL MEÂB (meâbi):And olsun ki Allah, Allah'ın katında en güzel sığınaktır.” Bu, sığınağa ulaşma, sığınmadır.    

Sonra Allahû Tealâ o kişiye bir taht ihsan ediyor. Yani o kişiye İndi İlâhi’de, Allah'ın İndi’nde bir teslim yurdu veriyor. Allahû Tealâ En'âm'de buyuruyor ki: " Onlara Allah'ın katında bir teslim yurdu vardır."    

6/EN'ÂM Lehum dârus selâmi inde rabbihim ve huve veliyyuhum bimâ kânû ya’melûn(ya’melûne).

Rab’lerinin katında onlar için selâm yurdu (teslim yurdu) vardır. Yapmış olduklarından dolayı, O (Allah), onların dostudur.


Bu bir altın tahttır. Kişiye böyle bir taht verilir ve sonra o kişi zahid olur, zühd makamının sahibi olur. Yani bu tahtı elde etmesi, gününün yarısından fazla zikre başlamadan evvel bir olgudur. Bu kademeye 'bekabillah' denir. Kişinin ruhu Allah'ın Zat'ında zaten yok olmuştur. Yeni bir ruh, İndi İlâhi’de o kişiye bir taht ihsanıyla Allah'ın katında baki kalmasını temin etmiştir. Sonra kişinin zikri günün yarısını aşar. Bu kişi böylece zahid olur, zühd makamının sahibi olur, nefsin kalbindeki nurlar %71’e ulaşır. Bu nurlar günün yarısından fazla zikir, giderek daha çoğalacağı için ilkin %81’e ulaşır. Bu, fizik vücudun da Allah'a teslimini içerir.

Allahû Tealâ Nisâ Suresinin âyet-i kerimesinde diyor ki: “men ahsenu dînen mimmen esleme vechehu lillâhi ve huve muhsinun: O kişi vechini (fizik vücudunu) Allah'a teslim etmiş ve muhsinlerden olmuştur. Ondan daha fizik vücudu ahsen olan kim vardır?”    

4/NİSÂ Ve men ahsenu dînen mimmen esleme vechehu lillâhi ve huve muhsinun vettebea millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen). Vettehazallâhu ibrâhîme halîlâ(halîlen).

Ve hanif olarak Hz. İbrâhîm’in dînine tâbî olmuş ve vechini (fizik vücudunu) Allah’a teslim ederek muhsin olan kimseden, dînen daha ahsen kim vardır. Ve Allah, Hz. İbrâhîm’i dost edindi.


Fizik vücudun teslimi, İlm’el yakîn ile Ayn’el yakîn arasındaki köprünün son merhalesidir. İlm’el yakîn, ruhun Allah'a ulaşmasıyla tamam olmuştur ama ilim devam ediyor. İlm’el yakîn seviyesinde devam ediyor. Ruhun Allah'ta yok olması, bir altın taht verilmesi, kişinin zikrinin günün yarısını aşması ve fizik vücudun Allah'a teslimi, her biri birbirinin arkasından daha üst kademe bir ilmin kişinin sahibi olmasını ifade eder. Ama kişi daha üst seviyede bir ilme sahip olduğu halde Ayn’el yakîn'e ulaşamaz. Demek ki burası bir köprü.    

İlm’el yakîn, ruhun Allah'a ulaşmasıyla sona ermiştir. Zaten ruh Allah'ın Zat'ında yok olacaktır ama Ayn’el yakîn başlamamıştır. Taht ihsanı; Ayn’el yakîn başlamamıştır. Fizik vücudun teslimi; Ayn’el yakîn başlamamıştır. Ayn’el yakîn’in özelliği ne? Niçin başlayamıyor? Ayn’el yakîn’in özelliği bir tane değil. Özelliklerinden bir tanesi; daimî zikrin sahibi olmaktır. Bir kişi daimî zikrin sahibi olmadıkça Ayn’el yakîn’in sahibi yani kalp gözü ile görerek yakîn olamaz. Halbuki bundan evvel de kişinin kalp gözü açılabilir. Bu köprü üzerinde birçok kişinin kalp gözü açılmıştır. Bir kısmının da kalp kulağı açılmıştır. Bazılarında da hem kalp gözü hem kalp kulağı beraberce açılmıştır. Bu kişiler arif olmuşlardır. Bu kademede arif olmuşlardır ama Ayn’el yakîn’in sahibi olamamışlardır.    

İlm’el yakîn’in sahipleri ile Ayn’el yakîn’in sahipleri arasında ne fark var? Şu fark var: Ayn’el yakîn’in sahiplerinin birinci özellikleri daimî zikre ulaşmaları, ikinci özellikleri ise bu sebeple nefslerinin kalbinde hiç afetlerinin kalmamasıdır. Halbuki İlm’el yakîn boyunca nefsin kalbinde afetler hep vardır, Ayn’el yakîn’de yok olur. Öyleyse bu noktaya kadar kişi Ayn’el yakîn’e ulaşamamıştır. İlm’el yakîn de bundan evvel tamamlanmıştır ama Ayn’el yakîn’e gelemediği için kişi İlm’el yakîn hudutlarında kalmıştır ama İlm’el yakîn’i aslında aşmıştır. Ruhun Allah'a ulaşması ve Allah'ta yok olması İlm’el yakîn’in ilim olarak sonudur. Ama kişinin bir taraftan da geçen zaman parçasında zikri artarken, giderek ilmini de artırıyor. Ama artan ilmi Ayn’el yakîn’e eklenmiyor, İlm’el yakîn’in ilaveleri arasındadır.    

Buradaki birine veya diğerine ait olamamanın özelliği; her ikisi de aynı kademede görülebiliyor. Yani Ayn’el yakîn’ in özelliği; kalp gözünün açılması ve kalp kulağının açılması, bu 4 basamağın birinde her an vücuda gelebilir. Ama vücuda geldi diye kişi Ayn’el yakîn’in sahibi olamaz. Veya vücuda gelmeyebilir ama vücuda gelmedi diye de Ayn’el yakîn standartlarını kişinin aştığı inkar edilemez. Çünkü ilmi, İlm’el yakîn seviyesini yani tilaveti ve nefs teskiyesini aşmıştır. Nefs teskiyesi %51 nur birikimi ile bitmiştir. Bundan sonra ise o kişiye kitap öğretilecektir. Yani Kur'ân-ı Kerim’in ruhu öğretilecektir. Öyleyse Kur'ân-ı Kerim’in 7 tane ruhunun öğretildiği bir dizayn söz konusudur.     

Kur'ân-ı Kerim’in 7 tane ruhu İlm’el yakîn’i de Ayn’el yakîn’i de kapsar.    

1- Fenâ makamı.
2- Beka makamı.
3- Zühd makamı.
4- Muhsinler makamı.
5- Ulul elbab makamı.
6- İhlas makamı.
7- Salâh makamı.    

Bu makamlar, Kur'ân-ı Kerim’in 7 tane ruhunun öğretildiği makamlardır. Bundan evvel Kur'ân-ı Kerim’in lafzı öğretilmişti. Nereye kadar? O kişinin nefsini tezkiye ettiği noktaya kadar. O noktaya kadar kişiye Kur'ân-ı Kerim’in lafzı öğretilmişti, nefs teskiyesi de lafz müessesesi içinde tamamlanmıştı. Şimdi kitabın öğretilmesi, kitabın ruhunun öğretilmesi anlamına geliyor. Öyleyse İlm’el yakîn’i aşan bir müessese var. Artık ruha gelinmiş ama öbür tarafta da daimî zikre ulaşılamamıştır.

Ruha gelinmesi, İlm’el yakîn’in ötesinde olduğunu gösterir. Ama kişi daimî zikre ulaşamamışsa o zaman henüz Ayn’el yakîn’e ulaşamamıştır. Bu sebeple burası bir köprüdür. Kitabın ruhunun öğretilmeye başlandığı ama daimî zikre ulaşılamadığı, 7 tane vasfın sahibi olunamadığı bir dizayn. Öyleyse Kitabın öğretilmesi Kitabın ruhunun öğretilmesidir. İçinden 7 tane ruhun bir kısmı Kitabın öğretilmesidir, bir kısmı hikmetin öğretilmesidir.

İşte başlangıçtaki 4 kesim; Fena makamı (ruhumuzun Allah'a ulaştıktan sonra Allah'ın Zat'ında yok olması), Beka makamı, Zühd makamı ve Muhsinler makamı yani fizik vücudumuzu Allah'a teslim ettiğimiz nokta, bunların hepsi Kur'ân-ı Kerim’in ruhunun öğretilmesidir ama hikmete ulaşılamamıştır. Hikmetin öğretilmesi İlm'el yakîn’i aştığınızı Ayn’el yakîn’e ulaştığınızı gösterir. Hikmet, Ayn’el yakîn’in standartları içindedir. Hikmete ulaşmadan evvel kişi Ayn’el yakîn’in sahibi olamaz.

Ayn’el yakîn’ in sahibi olan kişiyi inceleyelim. Özellikleri:

1- Daimî zikrin sahibi oluşu.
2- Bu sebeple nefsinin kalbinde hiç afet kalmaması.
3- Bunun muhtesip hakkı olarak o kişinin kalp gözü mutlaka açılmıştır.
4- Kalp kulağı da açılmıştır.

Bu 4 temel şartın ötesinde bu kişi 3 tane de vasıf şartı kazanmıştır:

1- Bu kişi ehli tezekkür olmuştur. Allah ile konuşabilmektedir.
2- Ehli hayır olmuştur. Daimî zikirde olduğu için devamlı bir hayrın sahibidir.
3- Ehli hikmet olmuştur. Hikmetin sahibidir.

İşte Ayn’el yakîn’i dizayn eden faktör budur. Ayn’el yakîn bu standartlar içinde geçerlidir. Kişi hikmetin sahibi olmalıdır, daimî zikrin sahibi olmalıdır. Bu 2 vasıf mutlaka var olmalıdır. Kişinin kalp gözü, kalp kulağı açık olmalıdır ki, ancak o zaman bu kişi hikmet ehlidir. Burası, lafzı aşıp Kur'ân-ı Kerim’in ruhuna, gerçek anlamda hikmet kademesine girmeyi ifade eder. Burada artık hikmet söz konusudur. Kişi gerçek anlamda hikmetin sahibi olmuştur. Yani Ayn’el yakîn burada bütün boyutlarıyla görülür. 1. aşamada, ulûl’elbab makamında, kalp gözü açık olan bu kişiye yerlerin melekûtu gösterilir. Sonra hikmetin 2. kademesine geçilir. 1. gök katından itibaren 7 tane gök katı (göklerin melekûtu) gösterilir. Her bir gösterimde bu makamın yani Ayn’el yakîn’in bir başka özelliği oluşur.

Ayn’el yakîn’in bir başka özelliği de o kişinin kalbinin artık müzeyyen olmasıdır. Kalbindeki bütün afetler yok olmuştur ve kalp hemen müzeyyen olmaya başlamıştır. Ulûl’elbab’ta 7 kademe, ihlas’ta 7 kademe olmak üzere, kalp 14 kademe müzeyyen olacaktır. Bundan sonra kişi Tövbe-i Nasuh’a davet edilecektir. Sidretül Münteha kişiye gösterildiği an Allah onu mutlaka Tövbe-i Nasuh’a davet eder. Bu davet o kişiyi Ayn’el yakîn’in daha üst kademesine ulaştırır ama Hakk’ul yakîn’e ulaştıramaz.

Daha üst kademede o kişinin günahları örtülecektir ve o kişiye salâh nuru verilecektir. Neden sonra? Evvelâ Allahû Tealâ’nın yaptığı şey, o kişiyi Tövbe-i Nasuh’a davet etmesidir. Bundan sonra o kişinin günahları, daimî zikrin bu kademesinde örtülecektir. Ondan sonra salâh nuru verilecek ve günahları sevaba çevrilecektir. 4 defa müzeyyen olmak da buradan gelir. 14 defa ulûl’elbab ve İhlas’ ta müzeyyen olmuştu kalp, 4 kademe de burada müzeyyen olur ve kişi irşada ulaşır.

Peki irşada ulaşınca bu kişi Hakk’ul yakîn’in sahibi olur mu? Hayır, olmaz. Hâlâ Ayn’el yakîn’in içindedir. Ne zaman o kişi iradesini de Allah'a teslim ederse o zaman Hakk’ul yakîn’in sahibi olur. O zaman Hakk’ı görür. Hakk’ul yakîn; Hakk’ı görme yeteneğinin sahibi olmak demektir. Kişi bihakkın takvanın, hakkatukatihi takvanın, Hakk’ul yakîn takvasının sahibidir. Allahû Tealâ böyle insanlar için diyor ki:" ve lâ temûtunne illâ ve entum muslimûn (muslimûne): Ölme, önce Allah'a teslim-i küllî ile teslim ol, ondan sonra öl."

3/ÂLİ İMRÂN Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekullâhe hakka tukâtihî ve lâ temûtunne illâ ve entum muslimûn(muslimûne).

Ey âmenû olanlar, Allah’a karşı “O’nun hak takvası” ile (bi hakkın takva, en üst derece takva ile) takva sahibi olun! Ve sakın siz, (Allah’a) teslim olmadan ölmeyin!


Buradaki teslim; ruhun, nefsin ve iradenin de teslimini gösterir. İşte sadece o insanlar Hakk’a Tukatihi takvanın sahipleridir. Onlar 7. safhaya; Hakk’ul yakîn’e ulaşırlar. Bu, Kur'ân-ı Kerim’in ruhunun öğretilmesinin sonudur. Resûllerin ve nebîlerin dışındaki insanların ulaşabilecekleri en yüksek mertebe, Salâh makamının 5. kademesidir. 6. kademesinde resûller vardır. Her kavimdeki resûller, kavim resûlleri gibi. 7. kademesinde de devrin imamları vardır.

Sevgili kardeşlerim, işte İlm’el yakîn, Ayn’el yakîn, ve Hakk’ul yakîn müesseseleri birbirinden farklı özellikler gösterirler. Aslında bunların hepsinin 1 saatlik programın içine girmesi gördüğünüz gibi biraz zor oldu. Gene Ayn’el yakîn ve Hakk’ul yakîn konuları gerekli boyutta açılamadı.

Allahû Tealâ, Hakk’ul yakîn sahipleri için ‘âyetlerimize yakîn hasıl ettikleri için’ ifadesini kullanıyor. Mesela devrin imamlarından bahsediyor. Hakk’ul yakîn’in sahiplerinden bir grup, en üst seviyede olan devrin imamıdır. Hakk’ul yakîn’in en üst noktasında olan kişiler devrin imamlarıdır. Nebî resûl iseler zaten otomatik olarak devrin imamıdır. Devrin imamı olabilecek 2. bir kişi yoktur. Allahû Tealâ’nın aralarından seçip de devrin imamı yapması diye bir olay yoktur. Çünkü bir tane devrin imamı vardır. Peygamber varsa mutlaka devrin imamı O’dur. Ama eğer peygamber yoksa o zaman Allahû Tealâ bütün kavimlerdeki resûllerden bir tanesini devrin imamı olarak seçer ve devrin imamı olarak seçtiği bu kişiyi devrin imamlığı görevine tayin eder. O kişi bir peygamber değildir, bir nebî resûl değildir; bir velî resûldür, evliya resûldür. İkisi arasında çok büyük bir farklılık var.

Nübüvet müessesesi bir defa Peygamber Efendimiz (S.A.V) ile sona ermiştir. Peygamberlik O’nunla beraber bitmiştir. seneden beri dünya üzerinde peygamber yoktur, bir daha olması da hiçbir zaman mümkün olmayacaktır.

İlm’el yakîn, Ayn’el yakîn ve Hakk’ul yakîn müessesesinin bütün boyutları bu standartlar altında beyan ediliyor Kur'ân-ı Kerim’ de.

Allahû Tealâ’nın hepinizi hem cennet saadetine, hem dünya saadetine ulaşmanızı Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi inşaallah burada tamamlıyoruz. Allah hepinizden razı olsun.

İmam İskender Ali  M İ H R

İlmel yakîn, Aynel yakîn ve Hakkel yakîn

İlm-ül-yakîn, ilimle bilmek, 
Ayn-ül-yakîn, gözle görerek bilmek, 
Hakk-ul-yakîn, her şeyi ile bilmek, vakıf olmak demektir. 

Bir misalle açıklayalım!
Medine-i münevverede yaşayan bir kimse, ömründe hiç kar görmese, kar kendisine anlatılsa, bu kimsenin kar hakkındaki bilgisine (İlm-ül-yakîn) denir. 

Yakından karı görmekle hasıl olan bilgisine de (Ayn-ül-yakîn) denir. 

Karı eline alıp incelese, soğukluğunu öğrense, biraz yiyip tadına baksa, bu bilgisine de (Hakk-ul-yakîn) denebilir.

Murakabe yaparken evliyada bazı hallerin hasıl olmasına (İlm-ül-yakîn) denir. Kalbde bir ışık parlamasına (Ayn-ül-yakîn) denir. Allahü teâlânın ahlakı ile ahlaklanmaya da (Hakk-ul-yakîn) denir. (Mektubat-ı Dehlevi)

Tasavvuf ehlinin, eserden müessiri, yani işi görerek, bunu yapanı keşf ile anlamasına (İlm-ül-yakîn) denir. (Mektubat-ı Rabbani c.3, m)

Cennete ve Cehennemin varlığı yakîn olarak bilinirse, buna (İlm-ül-yakîn), meleklerin bildiği gibi, bizzat müşahede edilerek görülürse, buna da (Ayn-ül-yakîn) denir. Dünyada yapılan kötü işlerin ahirette karşılığının Cehennem olduğu, böyle ilm-i yakîn ile bilinir. Tekasür suresinde mealen (İlm-i yakîn ile bilseydiniz, Cehennemi elbette görürdünüz) buyuruluyor. Peygamberler, ilm-i yakîn ile Cenneti, Cehennemi ve ahiret hallerini bilirler. Bu bilgilerine (İlm-ül-yakîn) denir. (Mükaşefet-ül-kulub)

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası