ahmet davutoğlu kaç yıl başbakanlık yaptı / Ahmet Davutoğlu'nun ''Başbakanlık'' dönemi - Günün Haberleri

Ahmet Davutoğlu Kaç Yıl Başbakanlık Yaptı

ahmet davutoğlu kaç yıl başbakanlık yaptı

Ahmet Davutoğlu: AKP'den Gelecek Partisi'ne 17 yıllık serüven

Video-haber: Ege Tatlıcı - Mahmut Hamsici

Eski başbakan Ahmet Davutoğlu liderliğindeki Gelecek Partisi, 13 Aralık'ta Ankara'da yapılan tanıtım toplantısıyla kuruluşunu ilan etti.

Davutoğlu, siyasette ve akademide bilindiği sıfatla Hoca, 2002 sonundan itibaren Türkiye'yi yöneten AKP iktidarının en çok tartışılan isimlerinden biri oldu.

2014-2016 yılları arasında AKP Genel Başkanı ve Başbakan olarak görev yapan Davutoğlu, tartışmalı dış politika tercihleri nedeniyle bugün dahi eleştiri toplayan bir siyasetçi.

Davutoğlu, uzun yıllar boyunca içinde yer aldığı Adalet ve Kalkınma Partisi ve omuz omuza mücadele ettiği Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a karşı yeni partisiyle açıktan muhalefet yürütecek.

Ahmet Davutoğlu kimdir ve siyasi hayatının serüveni en başından bugüne nasıl bir seyir izledi?

1959'da Konya'da doğdu

Davutoğlu, 1959'da Konya'nın Taşkent ilçesinde dünyaya geldi. İstanbul Erkek Lisesi'ni, ardından da Boğaziçi Üniversitesi'nde Ekonomi ve Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümlerini çift ana dal programıyla bitirdi. Doktorasını da Boğaziçi'nde Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde tamamladı.

1990 yılında, Malezya Uluslararası İslam Üniversitesi'nde yardımcı doçent unvanı ile çalışmaya başladı. Üniversitenin Siyaset Bilimi bölümünü kurdu ve 1993 yılına kadar bu bölümün başkanlığını yürüttü. 1995-1999 yılları arasında Marmara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünde öğretim üyesi olarak görev yaptı. 1998-2002 yıllarında, Silahlı Kuvvetler Akademisi ve Harp Akademilerinde misafir öğretim üyesi olarak ders verdi. 1999 senesinde profesör unvanını aldı.

Davutoğlu, 3 Kasım 2002'de yapılan genel seçimlerde işbaşına gelen Adalet ve Kalkınma Partisi hükümeti döneminde Başbakan Başmüşavirliği ve Büyükelçilik görevine atandı ve böylece siyasete danışman sıfatıyla adım atmış oldu.

Davutoğlu'nu siyasete kazandıran isim, Ali Babacan'da olduğu gibi, 2007-2014 arası cumhurbaşkanlığı da yapmış olan AKP hareketinin önde gelen isimlerinden Abdullah Gül olmuştu.

Gül, Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı olarak seçilip AKP Genel Başkanlığı ve Başbakanlık görevlerini Davutoğlu'na bırakmasının açıklandığı 2014 Ağustos ayında yaptığı bir konuşmada, "Kongrede Genel Başkan seçilecek olan Ahmet Davutoğlu'nu siyasete ben kazandırdım, başarılı olacağına inanıyorum" demişti.

Davutoğlu'nun, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemde Recep Tayyip Erdoğan ile de tanışıklığı olduğu ancak Gül ile ilişkisinin daha güçlü olduğu biliniyor.

Stratejik Derinlik ve yeni Osmanlıcılık

Erdoğan ve Gül ile yakın ilişkisi sayesinde hem başbakan hem de dışişleri bakanına danışmanlık yapma olanağını bulan Davutoğlu, 2002'den itibaren zaman zaman özel temsilci veya arabulucu olarak da Türk dış politikasında önemli roller oynamaya başladı.

Dış politikanın oluşturulmasında ağırlığının artmasıyla birlikte, 2001 senesinde yayımlanan "Stratejik Derinlik" kitabı siyasetçiler, gazeteciler, akademisyenler ve yabancı diplomatlar tarafından dikkatli bir şekilde okunmaya ve incelenmeye başlandı.

Davutoğlu, 100'den fazla baskı yapan ve birçok dile çevrilen Stratejik Derinlik kitabında, Türkiye'nin "yakın kara havzası" olarak tanımladığı Balkanlar-Kafkaslar-Ortadoğu; "yakın deniz havzası" olarak tanımladığı Karadeniz-Boğazlar-Marmara-Ege-Doğu Akdeniz-Kızıldeniz-Basra-Hazar ve "yakın kıta havzası" olarak tanımladığı Avrupa-Kuzey Afrika-Batı ve Orta Asya bölgesinde tarihsel, coğrafik ve stratejik derinliğe sahip "merkez ülke" konumunda olduğunu kayda geçiriyordu.

Merkez ülke sorumluluğunun Türkiye'ye bu bölgelerle olan ilişkilerinde "stratejik yenilenme" zorunluluğu verdiğini savunan Davutoğlu, bu konumun Türkiye'nin bölgesel ve küresel rolünü artıracağı öngörüsünde bulunuyordu.

Stratejik Derinlik kitabı, Türkiye'nin bu bölgelerde daha etkin ve oyun kurucu bir rol üstlenmesi gerektiğini bunu da Osmanlı mirası üzerine kurulacak bir zihni değişimle yapması tavsiyesini yapıyordu.

Davutoğlu'na yapılan "yeni-Osmanlıcı" eleştirilerinin kaynağı da yine bu kitapta dile getirdiği görüşler oldu.

Çok yetkili büyükelçi - danışman dönemi

Davutoğlu'nun AKP saflarında uyguladığı siyaset, dört önemli tarihte incelenebilir: 2002-2009 danışmanlık dönemi; 2009-2014 dışişleri bakanlığı, 2014-2016 başbakanlık ve 2016-2019 arası dönem.

2002-2009 döneminde AKP hükümetlerine danışman olarak hizmet veren Davutoğlu, bu dönemde hassas konular ve bunalımların çözümünde önemli roller oynadı. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 31 Mart tezkeresini reddederek ABD'nin 2. Irak Savaşı için Türkiye topraklarını kullanmasını engellemesi, Kıbrıs'ta Türk ve Rum toplumlarını yeniden bir ortak devlet kurmaya teşvik eden Annan Planı müzakereleri ve Türkiye'nin AB ile tam üyelik müzakerelerini başlatması bu dönemde akla gelen en önemli dosyalardan sadece birkaçı.

Davutoğlu'nun uluslararası diplomasi sahnesinde giderek daha görünür olduğu bu dönemde Suriye ile İsrail arasında Golan Tepeleri sorunun çözümü için gerçekleştirdiği arabuluculuk girişimi, Hamas lideri Halid Meşal'in 2006 yılında yaptığı sürpriz Ankara ziyareti gibi gelişmeler dikkat çekti.

2007'de bırakmak istedi ama bırakamadı

Davutoğlu, danışman olarak başladığı siyaset kariyerini 2007 seçimlerinden sonra bırakıp üniversite hocalığına geri dönmeyi planlıyordu. Milliyet gazetesine verdiği bir demeçte, kararından vazgeçme nedenini şöyle açıklıyordu:

"Ben o dönem üniversiteye dönmeyi çok arzu ediyordum. Bunu da beyan etmiştim. Ancak o kararı vereceğim dönemde, Türkiye'de hukuka uygun olmayan gelişmeler yaşandı. Cumhurbaşkanlığı seçiminde 367 garabeti baş gösterdi. Dağlıca baskını oldu, içimiz yandı. Sonra 2008'in başında AK Parti'yi kapatma davası açıldı. Milli iradeye büyük bir müdahale vardı. Bu durumda üniversiteye dönemezdim. Bırakıp kaçmak olurdu. Yapamazdım. Bu davanın içinde kalmam gerekiyordu. Öyle yaptım."

Erdoğan da 2014'te El Cezire'ye yaptığı bir değerlendirmede, Davutoğlu'nu siyaseti bırakma kararından vazgeçirirken, "Biz dedik ki artık bak buraya kadar danışman olarak geldin, Abdullah Bey'in yanında çalıştın şimdi bizim yanımızda çalıştın bundan sonra sizi çok daha farklı görevler bekleyecek. Siz bugüne kadar teorisyendiniz. Şimdi bundan sonra bu işin pratiğini de yapmak suretiyle teoriyle pratiği bir araya getirecek ve ülkemize, milletimize bu şekilde çok daha faydalı olacaksınız." ifadelerini kullandığını anımsatacaktı.

TBMM dışından Dışişleri Bakanlığı'na atandı

2007 seçimlerinden sonra kurulan hükümette Ali Babacan dışişleri bakanı olarak görev aldı. Babacan'ın ekonomi kökenli bir bakan olması ve daha düşük profilli bir dışişleri bakanı olarak görev yapması, Davutoğlu'nun bu süreçteki rolünü daha da artırdı. Türkiye, 2009-2010 dönemi BM Güvenlik Konseyi geçici üyeliğine Babacan'ın dışişleri bakanlığı, Davutoğlu'nun danışmanlığı döneminde seçilmişti.

Davutoğlu'nun artan etkisi ona Dışişleri Bakanlığı'nın kapılarını bu süreçte açtı. Milletvekili olmayan Davutoğlu, 1 Mayıs 2009 tarihinde dışardan atama yoluyla dış politikanın başına geldi.

Bakan olarak ilk açıklamasını Babacan'dan görevi devralırken yapan Davutoğlu, Stratejik Derinlik kitabında dile getirdiği görüşlerin yeni oluşturacağı diplomasinin temelini inşa edeceği mesajını da veriyordu:

"Öncelikle komşularla sıfır problem ilişkisini maksimum çıkar ilişkisine dönüştürme gayreti içinde olmalıyız. Türkiye tek bölgeyle anılan bir ülke değildir. Balkan ülkesidir, Kafkas ülkesidir, Ortadoğu ülkesidir, Karadeniz ülkesidir, Akdeniz ülkesidir, Hazar ülkesidir, Körfez ülkesidir hatta etkileri itibarıyla. Bütün bu bölgelerde Türkiye düzen kurucu ülke rolü üstlenmek durumundadır."

5 yıl süren Dışişleri Bakanlığı

"Düzen kurucu ülke" iddiasıyla Dışişleri Bakanlığı'na başlayan Davutoğlu, 5 yıl sürecek görevi boyunca cumhuriyet tarihinin belki en çok tartışılan Dışişleri Bakanı oldu. Davutoğlu, muhalefet partilerinin hakkında en çok gensoru verdiği dışişleri bakanlarından biri olarak da siyaset tarihine girdi.

Davutoğlu yönetimindeki Dışişleri Bakanlığı ilk ciddi eleştiriyi, İsrail ile yaşanan ve 10 Türk vatandaşının yaşamını yitirdiği Mavi Marmara bunalımında, Mavi Marmara isimli yardım gemisinin İsrail'e gitmesini engellemediği gerekçesiyle almıştı.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Mavi Marmara saldırısından bir hafta sonra yaptığı açıklamada, Dışişleri'nin saldırı olabileceğini bilmesine karşın, geminin Akdeniz'e açılmasını engellenmediğini ancak AKP milletvekillerine gemiye binmeme talimatı verildiğini iddia etmişti. Kılıçdaroğlu, "Türkiye Cumhuriyeti'nin Dışişleri Bakanlığı, İsrail'le yapılan yazışmaları lütfen kamuoyuna açıklasın, gizli kalmasın bu süreçte. Halk doğruları, bilsin öğrensin. İsrail uyardı mı uyarmadı mı? 'Müdahale yapacağım' dedi mi demedi mi? Bu süreçte Amerika'yla da görüşmeler yapıldı. Amerika aracı oldu. İpler karşılıklı atılmış vaziyette. Nedir bu olayın ayrıntıları biz öğrenmek zorundayız," demişti.

Arap Baharı'nda Türkiye diplomasisi

2010 sonunda Tunus'tan başlayan, Libya, Yemen, Mısır ve Suriye'yi etkileyen Arap Baharı, Davutoğlu'nun Türk dış politikasının "stratejik yenilenmesi" projesi için uygun bir ortam sundu.

Libya'da Muammer Kaddafi'nin, Mısır'da Hüsnü Mübarek'in yıkılması ve başta Müslüman Kardeşler olmak üzere siyasi İslam çizgisindeki hareketlerin güç kazanması, Orta Doğu'daki dengelerin bir anda değişmesine yol açtı.

Arap Baharı'na güçlü destek veren Türkiye, bu ülkelerde yönetime gelen iktidarlarla yakın ilişki içinde olmayı ve böylece 'düzen kurucu ülke rolü' oynamaya girişti. Özellikle Mısır'da 2012'de yapılan seçimleri kazanan Muhammed Mursi ile kurulan yakın ilişki, bölgede güçlü bir Ankara-Kahire ekseni kurulmasına yol açtı.

İsrail ve Suudi Arabistan liderliğindeki Körfez ülkelerinin tepkisini çeken bu gelişme, 2013 Temmuz ayında Mısır Savunma Bakanı Sisi liderliğinde bir askeri darbeyi tetiklemiş ve Mısır için Arap Baharı'nı sonlandırmıştı.

'Rolls Royce hırsı, Rover olanakları'

Bu dönem Türk diplomasisiyle ilgili en çarpıcı değerlendirmeyi eski ABD Ankara Büyükelçisi, şimdi Suriye Özel Temsilcisi olarak görev yapan James Jeffrey yapmıştı. Wikileaks tarafından sızdırılan belgeler arasında Jeffrey'in 2010'da ABD Dışişleri Bakanlığı'na gönderdiği bir rapor da yer alıyordu.

Davutoğlu'nun liderliğinde Türkiye'nin Balkanlar ve Ortadoğu'da yeni Osmanlıcı politikalar izlemesinin ABD açısından en büyük tehlike olduğunu kaydeden Jeffrey, "Kendilerini Rolls Royce sanan ama bir Rover'ın olanaklarına sahip olan Türkler, eyleme geçme konusunda sıkıntı yaşadıklarında, bir mazlum bularak "kandırmaca" yapıyorlar ve 'bu adam'ın çıkarı için 'Batılı' duruşa toslamaya kalkışıyorlar. Batı'nın politikaları ve güdülerinin Türk kamuoyunun büyük kısmı ve AK Parti tarafından sorgulanması, 'etki', 'güç' ve 'Geri döndük!' sloganları için düşük maliyetli ve popüler bir araç sağlıyor," değerlendirmesinde bulunmuştu.

Suriye konusunda 'hesap hatası'

Davutoğlu'nun uzun Dışişleri Bakanlığı döneminde Türkiye'yi en çok meşgul eden, ve hala da etmekte olan, konu Suriye oldu. 2011 Mart ayında Suriye'ye ulaşan Arap Baharı, Beşar Esad yönetiminin sert karşılığı nedeniyle kısa sürede iç savaşa döndü. BM rakamlarına göre 1 milyondan fazla insanın yaşamını yitirdiği, milyonlarcasının evlerinden ve ülkelerinden kaçmasına neden olan Suriye bunalımı; ABD, Rusya, Türkiye ve İran gibi bölgesel ve küresel güçlerin de içinde olduğu en önemli istikrarsızlık kaynaklarından biri haline geldi.

Suriye bunalımının bu kadar büyümesinde ve Türkiye'nin bu sürecin içine çekilmesinde en çok sorumluluk sahibi olarak görülen siyasetçilerin başında Davutoğlu geliyor.

Esad yönetiminin haftalar içerisinde yıkılacağı hesabıyla Suriye muhalefetini destekleyen, Suriye'den kaçarak gelen üst düzey ordu mensuplarına rejime dönük muhalefet hareketlerini planlayabilmeleri için harekat merkezleri kurmasına izin veren Türkiye, Şam yönetimiyle köprüleri atan ilk hükümetlerden biri oldu.

Davutoğlu, Temmuz ayında gazeteci Yavuz Oğhan'ın YouTube kanalına verdiği röportajda "Suriye politikasından pişman mısınız?" içerikli bir soruya yanıt verirken, bazı hesap hatalarının yapılmış olabileceği yanıtını vermişti. Davutoğlu, "Uluslararası toplum dediğimiz toplumun Suriye konusunda bu kadar riyakar bir tutum takınacağını düşünemedik" diyerek de hesap hatasının uluslararası toplumdan kaynaklandığı mesajını vermişti.

Suriye politikasını kendi partisi de eleştirdi

Davutoğlu'nu, Suriye konusunda, sadece muhalefet partileri değil kendi partisinden üst düzey yetkililer de eleştirdi.

Davutoğlu'nun Başbakanlık görevinden ayrılmasından sadece birkaç ay sonra konuşan dönemin Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, Türkiye'nin başına gelen birçok şeyin Suriye'deki durum ve 'Suriye politikasının bir sonucu' olduğunu söyledi. Hürriyet gazetesinin haberine göre Kurtulmuş, "Başkaları da öyle, ama biz de geçerli bir politika ortaya koyamadık. Ben bunu yıllardır söylüyorum. Keşke zamanında geçerli bir barış perspektifi geliştirilebilseydi. Yakında inşallah dışarıdan zorlamayla değil, Suriye halkının kabul edebileceği bir çözüm bulunacaktır," ifadelerini kullandı.

Musul Başkonsolosu ve 49 Türk vatandaşının IŞİD tarafından 101 gün boyunca alıkonulması, IŞİD'in Türk vatandaşlarını hedef alan saldırılarını bu dönemde artırması Davutoğlu'na Suriye stratejisinin faturası çıkarılırken en fazla dillendirilen gelişmeler oldu.

Davutoğlu'na bir eleştiri de bakanlığı döneminde Gülen Hareketi'nin Dışişleri Bakanlığı'na sızmasını kolaylaştıracak adımlar attığı iddiaları oldu. Davutoğlu'nun halen hapiste olan Özel Kalem Müdürü Gürcan Balık'ın büyükelçi atamaları başta olmak üzere birçok kilit karar süreçlerinde etkin olduğu, başta Personel Dairesi olmak üzere önemli pozisyonlara Gülen hareketine bağlı isimleri getirttiği iddia edildi.

Davutoğlu'nun da 2013 senesinde BM Genel Kurulu toplantıları için ABD'de bulunurken heyet başkanı dönemin Cumhurbaşkanı Gül'e haber vermeden Pensilvanya'ya gidip Fethullah Gülen'le görüşmesi dikkat çeken bir gelişme olmuştu.

Erdoğan'ın AKP'yi Gül'e devretmemek için seçtiği aday

Gül'ün dönem süresinin dolması ve Erdoğan'ın Ağustos 2014'te Cumhurbaşkanlığına seçilmesinin ardından gözler, AKP Genel Başkanlığı ve Başbakanlığa kimin geleceğine çevrilmişti. O dönem öne çıkan iki isim Davutoğlu ile birlikte Binali Yıldırım olmuştu. Erdoğan, AKP'de yapılan uzun değerlendirmelerin ardından Davutoğlu'nu halefi olarak seçmişti.

Erdoğan, Davutoğlu'nu seçme nedenini şöyle açıklamıştı: "Zaten değerler noktasında fikri planda en ufak bir ayrılığımız söz konusu değil. Ve çalışkan bir kardeşimiz, arkadaşım. Buna inanıyorum, buna güveniyorum. Burada çalışmak çok önemli; yani bu biraz böyle keyfilik kabul etmez, çok koşturmayı ister. Dışişleri Bakanlığı'nda bu noktada başarılı bir performans Sayın Davutoğlu ortaya koydu şimdi de inşallah gerek ülke içi gerek ülke dışı beraberce koşturacağız. Bakanlarımızla beraber inşallah ülkemizi çok daha farklı bir yere taşıyacağız."

Davutoğlu, 27 Ağustos 2014'te yapılan AKP Kongresi'nde Genel Başkan seçildi ve ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından hükümeti kurma görevi verildi. Erdoğan, bu süreçte uygulanacak yönetim modelini "güçlü cumhurbaşkanı-güçlü başbakan uyumu" ile tanımlayacaktı.

Ancak iki lider arasındaki çalışma biçimi beklenenden önce çatışma işaretleri vermiş ve Davutoğlu, başbakanlık makamında iki seneyi bile tamamlayamadan 5 Mayıs 2016 tarihinde görevinden ve AKP Genel Başkanlığı'ndan istifa etmek zorunda kalmıştı. 2015'de yapılan iki seçimde Genel Başkan sıfatıyla AKP için oy isteyen Davutoğlu, 1 Kasım 2015 seçimlerinde yüzde 49,5 oy oranıyla 2002'de bu yana en yüksek oy oranını almış ama sadece 7 ay sonra makamından ayrılmak durumunda kalmıştı.

Her ne kadar Erdoğan, "güçlü başbakan" kavramını gündeme getirse de aslında istediğinin kendisine tam bağlı, sözünden çıkmayan "düşük profilli bir başbakan" ile çalışmak olduğu kulislerde konuşuluyordu. Temmuz ayındaki demecinde bu noktanın altını çizen Davutoğlu, Erdoğan'ın kendisine "Sen başbakan gibi görün ama başbakan olma. Başbakanmış gibi yap ama yetki kullanma" mesajını verdiğini kaydetti. Davutoğlu, "O dönemde düşük profilli bir başbakan isteniyordu. Ben kendimi bilirim benden her şey olur da düşük profilli olmaz" ifadelerini kaydetti.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Başbakan Davutoğlu'nu karşı karşıya getiren önemli olaylar arasında AKP Genel Başkanı olarak Davutoğlu'nun MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ı 2015 seçimlerinde milletvekili adayı yapmak istemesi ve Erdoğan'ın buna karşı çıkışı; yolsuzlukların önlenmesi için Davutoğlu'nun şeffaflık yasası çıkartmaya çalışması; Davutoğlu'nun başkanlık sistemine mesafeli oluşu ve 7 Haziran seçimlerinden sonra Erdoğan'ın aksine koalisyon hükümeti kurmaya niyetli olması sayılıyor.

Davutoğlu'nun demokrasi, insan hakları, hukuk devleti gibi ilkeler konusunda daha liberal bir yaklaşımda olması örneğin barış dilekçesine imza atan akademisyenlerin tutuksuz yargılanmalarını tercih ettiğini kaydetmesi de ikili arasındaki uçurumu keskinleştirdi.

İkili dış politikada da ayrı düştüler. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Davutoğlu'nun müzakere ettiği AB ile göçmen anlaşmasından hoşnut olmadığı, Başbakan'ın ABD ile temasların kendi üzerinden yapılması için Beyaz Saray'dan randevu istemesi ve Rusya ile ilişkilerde düşürülen uçak bunalımını aşmak yönünde ciddi bir çaba göstermemesi iki liderin arasın açan diğer gelişmeler oldu.

Davutoğlu ise Rus uçağının düşürülmesinin ardından krizi yönetmeye çalıştığını ancak Cumhurbaşkanlığı'ndan "bir işgüzarın" "Rus uçağını düşürdük" açıklaması yaparak süreci sabote ettiğini iddia etti.

Sokağa çıkma yasakları, 'Sur'u Toledo gibi yapacağız'

Rus uçağının düşürülmesi Davutoğlu'nun başbakanlığının dış politikada karşılaştığı en önemli krizlerden birini oluştururken, içeride, en ciddi kriz, çözüm süreci sırasında silahların bir dönem sustuğu Kürt sorununun alevlenmesi oldu.

'Çözüm süreci'nin çökmesinin ardından PKK'nın 2015 ortalarından itibaren Güneydoğu'daki birçok kentte ve ilçede hendekler ve barikatlar oluşturarak bu bölgelere polis ve askerin girmesini önleme çabalarına hükümet sokağa çıkma yasakları ve operasyonlarla yanıt verdi.

Çok sayıda kişinin hayatını kaybettiği bu olaylar sırasında hükümet ve güvenlik güçleri insan hakları örgütleri tarafından insan hakları ihlalleri yapmakla suçlandı.

Bu süreçte Başbakan Davutoğlu'nun tahrip edilmiş olan Sur ilçesini İspanya'nın tarihi Toledo kentine benzer şekilde yeniden inşa edecekleri açıklaması büyük tepki toplamıştı.

Pelikan bildirisiyle istifaya zorlandı

Davutoğlu'nu istifaya götüren süreç 29 Nisan 2016'da toplanan Merkez Karar ve Yönetim Kurulu'nun Genel Başkanın yetkilerini elinden alması ile başlamıştı. İkinci darbe ise Mayıs ayı başında Pelikan Dosyası adı verilen bir bildirinin sosyal medyada yayılmasıyla yaşandı. Davutoğlu ile Erdoğan arasındaki çatışma unsurlarını irdeleyen ve Başbakan'ı küçük düşürecek bir dil kullanılan bildiri, AKP Genel Başkanlığı ve Başbakanlıkta yakında yaşanacak görev değişikliğini haber veriyordu.

Kaynak, Twitter@BosphorusGlobal

Görevden uzaklaştırılmasıyla ilgili uzun süre konuşmayan Davutoğlu, Temmuz ayındaki demecinde "Pelikan çetesi' denilen çete, herkes tarafından malum oldu. Bu bildirinin arkasındakileri biliyorum, kimlerden talimat aldıklarını biliyorum. 'Ben ne yaptım bu insanlara? Acaba kendimde bir şey var mı?' dedim. Beni istifaya zorlamak istenen bildiri beni Alman ajanı ilan ediyordu. Ben ne yaptım ki bu kadar ağır bir ithamla karşı karşıya kaldım?" diyerek hayalkırıklığının sürdüğünü kayıtlara geçiriyordu.

Ahmet Davutoğlu, bir dönem Adalet ve Kalkınma Partisi'ni siyasi konjonktür partisi değil, 'aziz milletin tarihsel yürüyüşünde küresel bir gücün doğuşunu, yeni bir nizam-ı alem davasının misyonu' olarak tanımlamıştı.

Şimdi bu partiyle yolları ayrılmış durumda. Siyasete yeni bir partiyle devam etme kararıyla ise bir dönem tarihsel misyon atfettiği eski partisinin kaderinde rol oynamaya devam edecek gibi görünüyor.

kaynağı değiştir]

Sare Davutoğlu ile evlidir, dört kız ve bir erkek çocuk babasıdır. Bir kızını henüz altı günlükken kaybetmiştir.[45] İyi derecede İngilizce, Almanca, Malayca ve Arapça bilmektedir.[15][46]

Yıldız Holding'in yönetim kurulu başkanı olan Murat Ülker ile liseden sınıf arkadaşıdır.[47]

Eserleri[değiştir kaynağı değiştir]

AK Parti kurucusu ve eski Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, 2014 Türkiye cumhurbaşkanlığı seçimi sonucunda 12.Cumhurbaşkanı seçilmesi ile birlikte Erdoğan'dan sonra Başbakanlığı ve parti genel başkanlığını kimin devralacağı sorusu Türkiye gündemini meşgul etmiştir.[kaynak belirtilmeli] 27 Ağustos 2014 tarihinde gerçekleştirilen, Adalet ve Kalkınma Partisi 1. Olağanüstü Büyük Kongresinde süreç sonuçlanmış; kamuoyunda Abdullah Gül ve Binali Yıldırım gibi isimler konuşulurken o dönem Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı olarak görev yapan Ahmet Davutoğlu, AK Parti Genel başkanlığına seçilmiştir. Bu süreçte Recep Tayyip Erdoğan'ın özellikle emanetçi değil, güçlü başbakan istiyorum, sözleri ön plana çıkartılmış ve Erdoğan sonrasına dair düşük profilli başbakan eleştirilerinin de önüne geçilmek istenmiştir.[kaynak belirtilmeli]

Bazı yorumcular[kim?] Davutoğlu'nun, Erdoğan'ın cumhurbaşkanı sıfatıyla devam eden ve başkanlık sistemini getirmeyi de içeren siyasi gündemine itaatkâr bir yaklaşım içinde olacağını iddia etti.[16][17] Ancak, 20 aylık bir zaman diliminde, Genel Başkanlık ve Başbakanlık koltuğunda olan Ahmet Davutoğlu ile görevi devraldığı Cumhurbaşkanı Erdoğan arasında bir dizi görüş ayrılığı yaşanmış ve süreç Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun, 05 Mayıs 2016 tarihinde aldığı olağanüstü büyük kongre kararı ile sonuçlanmıştır.[3]

Şeffaflık Paketi[değiştir

Ahmet Davutoğlu Haberleri

Türkiye Cumhuriyeti'nin 62. Başbakanı Ahmet Davutoğlu, 26 Şubat 1959 tarihinde Konya'nın Taşkent ilçesinde dünyaya geldi. Memnune Davutoğlu ve Mehmet Davutoğlu'nun 4 çocuğu arasında tek erkek evlat olan Ahmet Davutoğlu, henüz 4 yaşında iken annesi Memnune Hanım'ı kaybetti.

Ahmet Davutoğlu, Soğuk Savaş sonrasında Türkiye’nin izlemeye başladığı ‘yeni dış politika’nın hem mimarlığını hem mühendisliğini yaptı. Bu yeni dış politikayı Merkez Ülke, Çok Boyutlu ve Çok Kulvarlı İlişkiler, Özgürlük-Güvenlik Dengesi, Komşularla Sıfır Sorun, Ritmik Diplomasi gibi genel prensipler üzerinden yürüttü.

Konya'nın Taşkent ilçesinde nakliye işleri ve kunduracılık ile uğraşan babası Mehmet Bey eşi Memnune hanım'ın vefatında sonra kısa bir süre içerisinde yeniden evlendi. Yeni eşi Sefure Hanım annesinin yokluğunu hissettirmemeye çalıştı. Ahmet Davutoğlu, bu ikinci annesini her zaman minnet ve şükranla andı. Onun hakkında konuşurken 'Beni ve kardeşlerimi hiçbir ayrım gözetmeden bir Anadolu terbiyesiyle büyüttü' diyordu. Ahmet Davutoğlu ikinici annesine olan sevgi ve saygısını ilk doğan kızına ikinci annesinin "Sefure" adını vererek minnetini ifade etti.

Babası Mehmet Bey oğlunun işletme okumasını ve  işlerini ona devretmeyi düşlüyordu.İkili bir kültürel yapısı vardı İstanbul Erkek Lisesi’nin  Cumhuriyetin ilk kuşağından Türk öğretmenlerden ders alıyor, güçlü bir tarih bilinci ile donanıyorlardı öğrenciler. Bir yandan da Almanca öğretmenlerden Batı kültürünü, asıl olarak da Alman kültürünü ve edebiyatını öğreniyorlardı. Yatılı okula 12 yaşında girdiği ilk günlerden itibaren klasikler ile yüzyüze gelmişti. Diğer öğrenciler gibi o da hemen Kafka’yı, Goethe’yi okumaya başlamıştı. Berthold Brecht’in eserlerini tanımıştı. Kitaplarda yeni bir dünya bulmuştu. İki cepheli bir yüzleşmeydi yaşadığı. Batı kültürünün temel eserlerini okumakla kalmıyor, Türk öğretmenlerinin teşvikiyle Türk edebiyatını hatmediyordu. Ahmet Hamdi’den Fuzuli’ye, Farabi’den Ahmet Cevdet’e kadar eserleriyle tanışmadığı isim kalmamıştı.

1970’ler, Türkiye’de çalkantılı yıllardı. Gençlik, daha çok sol siyasi hareketlerin etkisi altındaydı. İstanbul Erkek Lisesinde de rüzgarlar soldan esiyordu. Ahmet Davutoğlu da bu havanın dışında kalmadı. Marksist literatürün temel eserlerini de okudu. Stalin’in “Diyalektik ve Tarihsel Materyalizm” kitabını okuduğu sırada orta üçteydi. Altını çizip, sayfaların kenarına notlar alarak dikkatle okuduğu kitabı, özenle saklayacaktı yıllarca. Yine de Marksist olmadı. Mekanik buldu bu ideolojiyi. Milli Türk Talebe Birliği gibi İslamcı gençlerin örgütlendikleri yapılanmaların da dışında kaldı. Zaman zaman konferanslara, gecelere gitse, kültür kulüplerine katılsa bile daha çok kendi çizgisinde yol alan bir gençti. Eğlenmeye, gezmeye zaman ayırdığı pek görülmezdi. Bazen futbol oynardı Mustafa Çam, Murat Ülker, Aydın Babuna ve Engin Işıksal’ın da aralarında bulunduğu sınıf arkadaşlarıyla. İyi bir oyuncuydu.

Alman kültürüyle iç içe olan İstanbul Erkek Lisesi öğrencilerinin çoğunun hayallerini Almanya’ya gitmek, orada üniversite okumak süslerdi. Davutoğlu ise İstanbul’dan kopamazdı. Almanya’da okumayı kendi kültürüne yabancılaşma olarak görüyordu. 1977’de liseyi bitirdiğinde İstanbul’un tarihi ve kültürüyle, kökeniyle iyiden iyiye bütünleşmişti. Liseden sonra sosyal bilimler okumaya karar vermesi de tarihle yüzleşmede vardığı noktadan kaynaklanıyordu. Bilim adamı olmayı kafasına koymuştu. Hayat planının ilk adımı Boğaziçi Üniversitesi olacaktı. Fen bölümü mezunuydu ama sosyal bilimler okumaya kararlıydı.

Ailesinin gönlünden geçen ise farklıydı. Annesi, doktora zamanında yetiştiremedikleri için hayatını kaybetmişti. O zamanlar İstanbul gibi doktorun çok olduğu büyük bir kentte değil, Konya’nın Taşkent kasabasında oturuyorlardı. Memnune hanım öldüğünde, Ahmet, henüz dört yaşındaydı. 1959’da doğmuştu. Babası Mehmet Bey, Toroslar’ın zirvesinde tipik bir Türkmen kasabası olan Taşkent’te nakliye işleri, kunduracılık ile uğraşıyordu. Kısa zamanda yeniden evlendi. Babasının tek oğlu olan Ahmet, Sefure hanımı benimsedi. Ona hep “Anne” diye seslendi. Onu oğlu olarak gören Sefure hanım da Memnune hanımın ölümünü unutamadığı için Ahmet’in doktor olması hayalini kuruyordu.

Sare Davutoğlu'nun kadın hastalıkları ve doğum uzmanı olduğu biliniyor. Sare Davutoğlu bir zamanlar Erdoğan'ın kızına da doğum yaptırdı.Türkiye'nin yeni başbakan hanımı olmaya hazırlanan Sare Davutoğlu, tıp fakültesinde okurken Ahmet Davutoğlu ile tanışmış.Evlendiklerinde ise Ahmet Bey Boğaziçi'nde yüksek lisans yapmaktaymış o yıllar.30 yıllık evlilikleri boyunca en büyük destekçisinin eşi olduğunu söyleyen Sare Hanım, "Yıllardır İstanbul Bahçelievler'de, aynı evde oturuyoruz ama çok az uğrayabiliyor evine. Çocuklar da zaman zaman buna sitem ediyor" diyor. Hatta küçük kızı Hacer Bike'nin 5 yıl önce Başbakan Erdoğan'a, "Galiba babam belinde silahlı, kulağında kulaklık olan adamları daha çok görür. Bunu ona söylediğimde hiç sevemediğim bir şey söyler. Ne mi? Senin geleceğin için, der ve güler. Neyse yatacam, güle güle" diye bir mektup yazdığını anlatıyor. Sare Hanım, eşinin özellikle bulamaç ve bulgur çorbasını çok sevdiğini, peynirli yumurta pişirmekten de çok hoşlandığını söylüyor.

Babası Mehmet Bey ise oğlunun işletme okumasını, işlerini ona devretmeyi düşlüyordu. Mehmet bey, ilk eşinin ölümünün üzerinden bir yıl bile geçmeden ailesini alıp İstanbul’a göçmüş, Fatih’e yerleşmişlerdi. Ahmet de orada büyümüş, ilk dört yılı Hacı Süleyman Bey İlkokulu’nda okumuştu. Bahçelievler’e taşınınca ilkokulu orada bitirmişti. Tekstil ve ticaretle uğraşan Mehmet bey de yıllar içinde işini büyükmüştü. Oğlunun işletme okuyup yardım etmesini istiyordu. Davutoğlu da Boğaziçi’nde önce İktisat bölümüne kaydoldu. İngilizce için bir yıl hazırlık okuması gerekti. Lisede ikinci dili olduğu için zorlanmadı. Yazın da bir ay kadar İngiltere’ye giderek pekiştirdi İngilizcesini. Mutlu olamadı İktisat bölümde. İlaveten bir de Siyaset Bilimi bölümüne girdi. Boğaziçi’nde iki bölümde okuma uygulaması yeni başlamıştı. İktisat bölümünü 1982’de bitirdi.Yine siyasi gruplara katılmadan okumayı sürdürdü. Düşünceler tarihine yoğunlaştı. Eflatun’dan Hegel’e kadar düşünce tarihini incelemek, Osmanlı-Türk ve İslam kültürünü içselleştirmesi sonucunu doğurdu. Düşünce tarihindeki yerini daha iyi kavradı. Sınıf arkadaşları arasında Adnan Büyükdeniz, Ethem Eldem ve Nuray Mert de vardı. Bu yıllarda konserlere, toplantılara, öğrenci etkinliklerine fazla zaman ayırmadı. Futbol ve güreş dışında bir sporla da ilgilenmedi. Zaten 12 Eylül dönemiydi, öğrenci hareketleri de durulmuştu.

Üniversite sonrasında hiç tereddüt etmeden “bilim adamlığı” planına devam etti. 1984’te Kamu Yönetimi bölümünde yüksek lisansa başladı. Doktorasını ise Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümünde tamamladı. Öğretim üyeleri ile arası iyiydi. En çok da Prof. Dr. Şerif Mardin sevdi onu. Tez hocası oldu. 1986’da başladığı tezini daha bitirmeden özet bir makale olarak üniversitenin akademik dergisinde yayınlattı. Tezin yayınlanması Davutoğlu için büyük bir teşvik oldu. Birbiri ardına makaleler hazırladı. 1989 Kasım’ında iki teklif birden aldı. Teklifin biri Amerika’dan geliyordu diğeri Malezya’dan…

Amerika’ya gitmek cazip gelmiyordu. Batı kültürünü yeterince tanıdığına inanıyordu. Malezya üzerinde duruyordu. Eksik kalan halkayı orada tamamlayabilirdi. Çin-Hint-İslam kültürü, Batı kültüründen nispeten uzak biçimde yaşanıyordu bu ülkede. Ama artık tek başına değildi. 1984’te evlenmiş, iki kızı olmuştu. Jinekolog olan Sare hanım ile dünyaya aynı gözlüklerle bakıyorlardı. Kızlarına isim koymayı eşine bırakmıştı Davutoğlu. Sare hanım da onu memnun etmişti seçimleriyle. 1986’da doğan ilk kızlarına Sefure, 1988’de doğan ikinci kızlarına Memnune adını vermişti. Davutoğlu’nun her iki annesine de değer veriyordu. Sare hanım, eşinin Malezya’ya gitme kararını da destekledi. Kızlarını da alıp 1990’ın ilk aylarında yola çıktılar. Kuala Lumpur’da, Çin mahallesinde bir ev tutup yerleştiler.

İslam Konferansı Örgütü’nün kurduğu Uluslararası İslam Üniversitesi’nde Türkiye’den 15 kadar öğretim üyesi vardı. Daha sonra aralarına Yusuf Ziya Özcan da katılacaktı bu akademisyenlerin. Davutoğlu, bir hafta kadar sonra girdi ilk derse. Bir baktı, sınıf küçük bir Birleşmiş Milletler gibi. Sınıfın neredeyse yarısı Müslüman Malaylardan, kalanı da Çinli, Hint, Asyalı, Afrikalı öğrencilerden oluşuyordu. Her biri ayrı kültür havzasındandı. Fakat elindeki Sabine’in artık klasikleşen “Siyasi Düşünceler tarihi” kitabında onlar yoktu. Elindeki kitap Eflatun ile başlıyor, Aristo, Roma, Hıristiyanlık, Reform, Rönesans, Modern ideolojiler diye gidiyordu. İçinde Malaylar, Çinliler yoktu. Bunu yapamazdı. Oturdu, Konfiçyus’tan Taoizme, Hint ve tabii İslam kültürüne çalıştı. Onların yanına Osmanlı düşünürü Kınalızade’yi de ekledi ve yepyeni bir siyasi düşünce tarihi metni oluşturdu. Bu metin üzerinden verdi derslerini.

Malezya tam istediği türden bir laboratuvardı onun için. Yerel kültürü tanımak için hiçbir fırsatı kaçırmıyordu. Yerel festivallerin hemen tamamına eşi ve kızlarıyla beraber gidiyordu. Hem ailece de gezmiş oluyorlardı. 1993’te doçent oldu. Önce 1994’te “The Civilizational Transformation and the Muslim World” (Medeniyetin dönüşümü ve Müslüman dünyası) kitabını yazdı. Ardından aynı yıl, doktora tezi olan “Alternative Paradigms”ı (Alternatif Paradigmalar) kitap olarak çıkardı. İki yıl için gitmişti ama dört yıl kaldıktan sonra 1995’te ayrıldı Malezya’dan. Türkiye’ye döndüğünde aynı dosyasıyla yeniden başvurdu, doçentlik ünvanını burada da aldı. Çok geçmeden Marmara Üniversitesi’nde göreve başladı. Üniversitede kadro sorunları vardı. Önce sosyal bilimler yüksek okulunda başladı, sonra uluslararası ilişkilere geçti.

1999’da profesör olduktan sonra da Beykent Üniversitesi’ne geçti. Yeni kurulmuş bir üniversiteydi Beykent. En çok yankı uyandıran kitabını da bu üniversitedeyken yayınladı. “Stratejik Derinlik” bir yıl içerisinde 13 baskı yaptı. Giderek akademik yaşamın dışında da aktif olmaya başladı. Harp Akademisi’nden MÜSİAD’a kadar birçok yerde konferanslar verdi. Abdullah Gül ile 1980’li yıllarda tanışmışlardı. Bir makalesi, Gül’ün ilgisini çekmiş, bunun üzerine tanışmışlardı. Aralarındaki dostluk, 1990’lı yıllarda Gül’ün, Suudi Arabistan’dan dönüşünden sonra oluştu. Daha sık görüşür oldular.
 Tayyip Erdoğan ile de belediye başkanlığı öncesinde tanıştı. Fakat Gül’e daha yakındı. Devlet Bakanlığı sırasında ihtiyaç duyduğunda Gül’e yardımcı oldu. Danışmanlığı, Gül’ün 2002 sonrasında başbakan olarak hükümet kurmasıyla resmileşti. Davutoğlu, Başbakanlık Başdanışmanı olarak göreve başladı. Gül’ün önerisiyle dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in onayıyla büyükelçilik ünvanı aldı. Gül’ün Başbakanlığı Erdoğan’a devretmesinden sonra da görevine devam etti. Zaten onu Gül davet etse de sonra Erdoğan ile de biraraya gelmişler; o da daveti yinelemişti. Davutoğlu, o dönemde “gölge Dışişleri bakanı” gibi dış temaslarda etkili olmaya başladı.

AB ile temaslardan, Kıbrıs müzakerelerine, Irak savaşına kadar hemen her alanda rol aldı. Göreve gelirken iki üç yıl sonra ayrılmayı planlıyordu. Yazmayı planladığı kitaplara yoğunlaşmayı, üniversiteye dönmeyi hayal ediyordu. 2007 seçimleri yaklaşırken milletvekili olmayı düşünmediği gibi ayrılmaya niyetlendi. Seçim sonrasında dosyalarını hazırlamaya da başladı. Ancak ayrılmasını ne Erdoğan uygun buldu ne de Gül. Hem PKK eylemlerinin artması nedeniyle aniden kendisini yeniden yoğun bir diplomatik trafik içinde buldu. Erdoğan’ın özel uçağıyla çeşitli ülkelere giden, hükümet adına resmi temaslarda bulunan, Türkiye diplomasi tarihinde örneğine rastlanmayan bir “Başdanışman” haline geldi.

Cumhurbaşkanı ve Başbakanın dış temaslarının, ikili görüşmelerinin değişmez ismiydi artık. Görüşmelerin en özel anlarına bile katılıyordu. ABD, Avrupa ülkeleri bile büyükelçilikler, Dışişleri yerine çoğu zaman onun telefonu, maili üzerinden Türkiye ile temaslar yürütüyordu. Gelen mesajları sonradan Dışişleri’ne aktarıp kayda geçiriyordu.

Şam’da Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy ile görüşme görevi MGK bildirisiyle duyuruluyordu. ABD Başkanı Obama gelmeden önce Washington’a gidip hazırlıkları da o yürütüyordu. Geldiği noktanın dikkat çekmesi ise Suriye, Filistin ve İsrail ile temasları sayesinde oldu. Hamas lideri Halit Meşal ile gizli görüşmesinin ortaya çıkması epey gürültü kopardı. Artık “Türk diplomasisinin Kissenger’ı”, “Gölge adam”, “İnce bir taktisyen” olarak tanımlanıyordu.

İlginç ama ayrı bir ekibi hiç olmadı Davutoğlu’nun. Başbakanlıkta, yardımcısı ve eski öğrencisi Ali Sarıkaya, bir sekreteri ve şoförü vardı sadece. Cumhurbaşkanlığı-Başbakanlık-Dışişleri Bakanlığı üçlüsü ile koordinasyon halinde çalıştı hep. Askerler de analizlerine önem verdi. Amacı, Türkiye’yi “merkez ülke” yapmaktı. Bölgedeki uçan kuştan bile haberdar olmaya çalışıyordu.

Sonuç, 1.5 ay içinde 11 ülkeye gitmesiydi. Şubat sonundan itibaren Tanzanya, Kenya, İran, Irak, Çek Cumhuriyeti, ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, Katar ve Suriye’yi dolaşmıştı ve geziler aynı tempoda sürüp gidiyordu. 40 yıldır oturdukları Bahçelievler’deki evine çok az uğrayabiliyordu.AK Parti’nin 2009 yılında yapılan kongresinde Merkez Karar Yönetim Kurulu’na girdi. Bülent Arınç ile birlikte delegelerinin verdiği geçerli bin 243 oyun tamamını alan iki isimden biriydi.
1 Mayıs 2009’da yapılan kabine değişikliği sırasında Ali Babacan’ın yerine dışarıdan atamayla Dışişleri Bakanlığı makamına getirildi. Haziran 2011'daki genel seçimde, AKP listesinden Konya milletvekili seçilerek parlamentoya girdi.

AKP'nin elde ettiği yüzde 50'ye yakın oy oranıyla büyük bir zafere imza attığı bu seçimden sonra kurulan Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki 61. Cumhuriyet Hükümetinde de Dışişleri Bakanlığı koltuğunu korudu.Davutoğlu eliyle yürütülen dış politika Arap Baharı’na daha ilk gününden itibaren destek verdi. Arap Baharı’nı Ortadoğu’da halkların diktatörlüklere isyanı, kendi yöneticilerini kendi özgür iradesiyle seçme talebi, özgürlük ve refah arayışı olarak gördü ve destekledi. Bu sebeple farklı ülkelerde dile getirilen bu taleplere bu perspektiften yaklaştı.

Türkiye, bu dönemde Mısır’da ülkenin tarihinde ilk kez seçimle iktidara gelen Muhammed Mursi’ye tam destek verdi. Hüsnü Mübarek’e ‘artık çekil’ çağrısının yapılması dış politikada o zamana kadar alınan en riskli kararlardan biriydi. Erdoğan’ın ağzından yapılan bu çağrı Kahire’de Tahrir meydanındaki yüzbinlerce Mısırlı tarafından canlı olarak izlenmişti. Türkiye’nin seçilmiş yönetime destek politikası Mursi’nin darbeyle devrilmesinden sonra da devam etti ve darbeci yönetimle ilişkiler Mübarek dönemindeki gibi olmadı.Özellikle 900 kilometrelik sınırı paylaştığı Suriye rejimini çok önceden bu taleplere sessiz kalmaması için uyarmaya başladı. Hem Erdoğan hem Davutoğlu, Beşşar Esed’i halkın reform taleplerini kulak ardı etmemesi için sekiz ay çaba harcadı. Bu süreçte en kritik görüşme Davutoğlu ile Esed arasında 9 Ağustos 2011'de yapılan 6.5 saatlik görüşmeydi.O görüşme de sonuçsuz kalınca ipler koptu, Suriye’deki isyan dalgası iyice büyüdü. İsyanla birlikte rejimin karşı saldırılarıyla Suriye bir iç savaşa sürüklendi, ülke kan gölüne ve harabeye döndü. Milyonlarca Suriyeli ülkesine terk etmek zorunda kaldı, bir milyondan fazlası da Türkiye’ye sığındı.

Mısır ve Suriye politikaları özellikle Türkiye içinden çok sert eleştirilere uğradı. Türkiye’nin bölgedeki bütün ülkelerle ilişkilerinin neredeyse kopuk hale gelmesi üzerinden Davutoğlu’na yönelik olarak yıpratıcı bir kampanya yürütüldü. Ancak Başbakan Erdoğan, bu politikanın arkasında durmaya devam etti. Türkiye’nin 2003 yılında "Irak’a Komşu Ülkeler Toplantıları"nı devreye sokmasıyla başlayan Ortadoğu’ya açılım politikaları geçen 12 yılda Türkiye’nin bölgedeki profilini yükseltti. Bu süreçte yaşanan 1 Mart tezkeresinin reddedilmesi, Davos’taki 'one minute' vak’ası ve İsrail’in Mavi Marmara gemisine yönelik saldırısından sonra yaşanan gelişmeler ve İsrail’in Türkiye’den resmen özür dilemesi bu profili daha da yükseltti.

Türkiye’nin Avrupa Birliği ile müzâkerelere başlaması, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne üye seçilmesi, İsrail ile Suriye arasındaki dolaylı görüşmeleri başlatması, İran ile Batı arasındaki nükleer görüşmelerde Brezilya ile birlikte devreye girip İran’ı uzlaşmaya razı etmesi, Hamas üzerinde etkili en önemli aktörlerden biri haline gelmesi de Ankara’nın Batı tarafından dikkatle izlenmesine yol açtı.

26 Şubat 1959’da Konya’da doğdu. Ortaöğrenimini İstanbul Erkek Lisesinde tamamladı. 1983–84 eğitim öğretim yılında Boğaziçi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Ekonomi bölümlerinden mezun oldu. Boğaziçi Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümünde yüksek lisans, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümünde de doktorasını yaptı. 1990 yılında, Malezya International Islamic University’de yardımcı doçent unvanı ile çalışmaya başladı. Üniversitenin Siyaset Bilimi bölümünü kurdu ve 1993 yılına kadar bu bölümün başkanlığını yürüttü. 1993 yılında Doçentlik unvanını aldı. 1995–1999 yılları arasında Marmara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünde öğretim üyesi olarak görev yaptı. 1998–2002 yıllarında, Silahlı Kuvvetler Akademisi ve Harp Akademilerinde misafir öğretim üyesi olarak ders verdi. 3 Kasım 2002 yılında yapılan genel seçimlerin ardından 58. Cumhuriyet Hükümeti döneminde, Başbakan Başmüşavirliği ve Büyükelçilik görevine atanan Davutoğlu, 59. ve 60. Cumhuriyet Hükümetleri döneminde de bu görevlerini sürdürdü. 1999–2004 yılları arasında Profesör unvanı ile Beykent Üniversitesinde, üniversite yönetim kurulu üyeliği, senato üyeliği ve uluslararası İlişkiler bölümü başkanlığının yanısıra, Marmara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünde de misafir öğretim üyeliği yaptı. Dış politika konusunda Türkçe ve İngilizce kaleme aldığı çok sayıda eseri bulunmaktadır. Ayrıca eserleri Japonca, Portekizce, Rusça, Arapça, Farsça ve Arnavutça başta olmak üzere çeşitli dillere tercüme edildi. 1 Mayıs 2009 tarihinde 60ncı T.C. Hükümeti’nin Dışişleri Bakanı olarak atandı. T.C. Hükümeti’nde de Dışişleri Bakanı olarak görevine devam etti.Ortadoğu ve Balkanlardaki sorunların çözülmesi amacıyla yürütülen barışı inşa ve arabuluculuk çabalarında Dışişleri Bakanı ve Dış Politika Danışmanı olarak aktif bir rol oynadı. Ortadoğu ve Balkanlardaki sorunların çözülmesi amacıyla yürütülen barışı inşa ve arabuluculuk çabalarında Dışişleri Bakanı ve Dış Politika Danışmanı olarak aktif bir rol oynadı. Ortadoğu ve Balkanlardaki sorunların çözülmesi amacıyla yürütülen barışı inşa ve arabuluculuk çabalarında Dışişleri Bakanı ve Dış Politika Danışmanı olarak aktif bir rol oynadı.

Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu, 27 Ağustos 2014 tarihinde yapılan AK Parti 1. Olağanüstü Büyük Kongresi'nde AK Parti Genel Başkanı seçildi. 29 Ağustos 2014 tarihinde AK Parti Genel Başkanı olarak 62. Hükümeti kurdu. 2016 yılının Mayıs ayına kadar başbakanlık görevini sürdüren Ahmet Davutoğlu, istifa ederek koltuğunu Binali Yıldırım'a devretmiştir.

Evli ve dört çocuk babası olan Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu İngilizce, Almanca ve Arapça bilmektedir.

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası