muharrem ertaş kara ahmet / Muharrem Ertaş - Vikipedi

Muharrem Ertaş Kara Ahmet

muharrem ertaş kara ahmet

Türk halk müziğinin duayen isimlerinden Muharrem Ertaş, senesinde, Kırşehir’in Yağmurlubüyükoba köyünde dünyaya geldi. Ailesi abdallık geleneğinden gelen Muharrem Ertaş, bu kültürün içerisinde büyüdü. Babası Zurnacı Kara Ahmet olarak nam salan, yerelde ünlü bir müzisyen olunca Muharrem Ertaş’ın sanatla ve müzikle tanışması erken yaşlarda oldu. Dayıları Bulduk Usta ve Yusuf Usta ise onun bağlama çalmadaki yeteneğini ortaya çıkaran ilk ustaları oldular. Çok küçük yaşlarda babasıyla birlikte düğünlerde saz çalmaya ve köçeklik yapmaya başlayan Muharrem Ertaş, İç Anadolu’nun geleneksel kültürünü çok daha iyi tanımaya başladı. Onun sanattaki duruşunda ve halk müziğindeki icrasında, bu kültürün derin izlerine rastlamak mümkün.

Muharrem Ertaş, derin bir kültürün önemli temsilcilerinden biri olmanın yanında çok güçlü bir sese sahip olmasıyla bilinen bir isim. Usta sanatçı, sesinin geniş desibel aralığı, ses rengi ve tınısıyla kendine has bir üslup yaratmayı başardı. Bozlak okumadaki yetkinliği ve deyişlere getirdiği yeni soluk onun ön plana çıkmasını sağladı. Muharrem Ertaş, bozlak tarzında gelmiş geçmiş en büyük icracı olarak kabul ediliyor.

Muharrem Ertaş, sanat hayatında kırkın üzerinde albüm çalışmasına imza attı ve bozlak tarzı halk müziğinin tüm Türkiye’de tanınmasını sağladı. Büyük usta, büyüleyici sesi ile tüm yurtta bozlak ve deyişlerin sevilmesini, ilgi görmesini sağladı. Bunun yanında, abdallık geleneğini insanlara anlattı ve tanıttı. Bir nevi kültür elçisi görevi yaptı.

Büyük usta Muharrem Ertaş, müziğimize ve Anadolu folkloruna yetiştirdiği çıraklar ile de katkı verdi. Türk halk müziğinin en önemli isimlerinden birkaçı onun açtığı yoldan ilerledi. Oğlu Neşet Ertaş, Çekiç Ali ve Hacı Taşan, Muharrem Ertaş’ın yetiştirdiği büyük sanatçılar olarak biliniyor.

Türk halk müziğinin “ekol” isimlerinden Muharrem Ertaş, 3 Aralık tarihinde, 71 yaşında aramızdan ayrıldı.

Muharrem Ertaş (Mahalli Sanatçı ve Kaynak Kişi)

yılında Yağmurlubüyükoba köyünde başlayan yoksul ve çileli hayatı, Kırşehir’in Bağbaşı mahallesindeki yoksul gecekondulardan birinde noktalandığında 71 yaşındaydı. Ömrünün neredeyse tümünü çalıp çağırarak geçiren Muharrem Usata’nın bütün bir hayatı bir bakıma bu iki kelimede saklı: "Çaldı ve söyledi." Musiki kültürümüzün en orijinal ve sanatkarane örneklerini içeren hususi repertuarı ve icra uslubu üzerine değil akademik çalışmalar yapılması, ciddi bir makalenin bile yayınlanmadığı göz önüne alınırsa, ülkemizde Muharrem Ertaş’ı derli toplu değerlendiren elinizdeki yayın olduğu söylenebilir. Ülkemizde diyoruz, zira çeşitli zamanlarda A.B.D. ve Japonya’dan gelen müzikolog ve etnomüzikologların Muharrem Ertaş üzerinde çalıştıklarını biliyoruz. Kimdir Muharrem Ertaş ? O’nu farklı ve orijinal kılan nedir? Temsil ettiği o güçlü geleneğin neresindedir? 

    Muharrem Ertaş zurnacı Kara Ahmet ile Ayşe Hanım’ın 5 çocuğundan biri dedelerinin deveci kabilesi mensup olduğu ve Horasan’dan gelip Kırşehir’in Yağmurlubüyükoba köyüne yerleştiğini daha sonra bir tek kişi (Yusuf Usta) hariç, bu köyün tamamını lı yılların başında Kırşehir’in Bağbaşı Mahallesine göç ettiğini biliyoruz. Henüz yaşında iken ilk bağlama derslerini aldığı dayısı Bulduk Ustadan sonra, Muharrem Ertaş’ın asıl ustası bu Yusuf Ustadır. Yusuf Usta yöresinin anonim ezgilerinin yanı sıra, daha çok Toklumen’li Aşık Sait’in () şiirlerini ustaca çalıp söyleyen ve bütün bunları Muharrem Ertaş’a da öğreten yörenin en ünlü saz ustalarından biridir. Muharrem Ertaş o günleri şöyle anlatıyor :

"Çalıp söyleme merakım küçük yaşlarda başladı. Bulduk adındaki dayımın çok güzel sesi vardı. Bir köyde türkü söyledi mi diğer köyde dinlenirdi. Hatta seferberlikte asker kaçaklarını yakalamak için subaylar dayımı yanlarına alıp köy köy dolaşırlarmış. Dayıma türkü söylettirip kendileri de pusuya yatarlar ve dayımın sesine dağlardan köye inen kaçakları yakalarlarmış. Derken Yusuf Usta beni çok severdi, merakımı görünce beni yanına aldı her gittiği yere götürdü. Düğünler de, bayramlarda, eğlencelerde yanından ayırmayarak ustalarından öğrendiğini bana da öğretirdi. Yedi yıl O’nun la çalıştıktan sonra artık tek başıma çalıp söylemeye başladım."

    İlk karısı Hatice Hanım’ın kısa bir süre sonra vefatı üzerine evlendiği ikinci karısı Döne Hanım’dan Necati, Neşet, Ayşe ve Nadiye adında dört çocuğu olur. Daha sonra Döne Hanım’da vefat eder ve bir düğün için geldiği Yozgat’ın Kırıksoku köyünde kader karşısına Arzu Hanım’ı çıkarır.

    Bu son evliliğinden Ekrem, Ali, Muharrem ve Cemal adlarında dört çocuğu daha olur ve ömrü, yöresel tabirle sekiz baş horantaya ekmek parası kazanmak uğruna son derece zor ve kötü şartlarda çalışıp çırpınmakla geçer.

    Muharrem Ertaş’ın adı bir TV programında okuduğu sözleri Dadaloğlu’na ait ünlü ‘Avşar Bozlağı’ ile yurt genelinde duyulur. Bu öyle bir okuyuştur ki şimdiye kadar saz çalıp okuyanların hiç birine benzememektedir. Tok ve davul gibi gümbürdeyen, ama alabildiğine duygulu bir divan sazı eşliğinde ; tiz, gür, parlak ve bir o kadar da içli ve yanık bir sesin okuduğu, bir buçuk oktavı aşan ses genişliğine sahip bir Dadaloğlu gürlemesi :

     Kalktı göç eyledi avşar elleri
     Ağır ağır giden eller bizimdir
     Arap atlar yakın eyler ırağı
     Yüce dağdan aşan yollar bizimdir

    Repertuarındaki diğer eserler de kimsenin bilmediği, söylemediği, bilenlerin ise asla bu derece güzel ve etkileyici okuyamayacaklarını itiraf ettikleri türküler, bozlaklar, ağıtlar ve halay havaları Her biri tümünün en güçlü ve orijinal örnekleri

    Muharrem Ertaş, ’li yıllardan itibaren, o yıllarda büyük bir şöhrete sahip olan ‘Neşet Ertaş’ın babası Muharrem Ertaş’ olarak ismi daha çok duyulur olmuş fakat hiçbir zaman layık olduğu gerçek şöhrete erişememiştir. O şan şöhret için, büyük paralar kazanmak için sanat yapan biri olmadığı hiçbir zaman, olamazdı da. Çünkü çalıp söylemek, O’nun için doğal yaşam biçimiydi.

    Bu dünyada 71 yıl yoksul kendi halinde ve sessizce yaşayan Muharrem Usta , yılının 3 Aralık günü yine yoksul ve sessizce öldü. Dünya durdukça sesi gökkubemizde yankılanacak bir sanatçının “garip” ölümüydü bu. Son sözleri gerisini tamamlayamadığı “sazımın emaneti” oldu. Muharrem Usta‘nın adı, yaşarken kıymeti bilinmeyen sanatçıların başında anılsa yeridir. Ruhu şad olsun.

Neşet Ertaş (Garip)

Delikanlı

Dinler isen sana bir şey söyleyim
Gönüllüye gönül ver delikanlı
Sana olmadığını der delikanlı

Gönülsüz gövdeye elin uzatma
Aman sakın böyle bir hata yapma
Zorbalık eyleyip yanlışa sapma
Biraz kendine gel, dur delikanlı

Yare yar olmadın kendini tanı
O zaman bilirsin canı,cananı
Tanı gönlümde yatan aslanı
Ona saygıyınan var delikanlı

Sevda ateeştende betermiş derler
Hasreti burnunda tütermiş derler
Her gönülde bir aslan yatarmış derler
Gönüldeki aslan yar delikanlı

Tepeden bakarak konuşma boşa
Dengesiz sevgiler gider mi boşa
Engin ol,aslanın gönlünü okşa
Eğer yaralıysa sar delikanlı

Garibim zorunan gönül alınmaz
Gönülsüz gönüle sahip olunmaz
Kıskançlık deliliktir, çare bulunmaz
Bunu bir bilene sor delikanlı

Bilemedim Kıymatını Kadrini

Hata Benim Günah Benim Suç Benim

Eliminen İçtim Derdin Zehrini

Hata Benim Günah Benim Suç Benim

Sana Karşı Benim Bir Sözüm Yoktur

Haklısın Sevdiğim Kararın Haktır

Garibim Derdimin Dermanı Yoktur

Hata Benim Günah Benim Suç Benim




   Halk müziğimize kaynaklık eden mahalli sanatçılarımızın eserleri ve yapmış, oldukları çalışmaların yanı sıra, biyografilerinin de araştırılarak ortaya çıkarılması büyük önem taşımaktadır. Şu anda hayatta olmayan mahalli sanatçılar hakkındaki bilgileri ikinci üçüncü şahıslardan öğrenmekteyiz. Söz konusu mahalli sanatçılar hakkındaki edindiğimiz bilgilerde bir takım soru işretleri oluşmakta ve açıklığa kavuşturulması gereken bazı konular ise yeterince açıklık kazanamamaktadır. Özellikle bu biyografik çalışmaların mahalli sanatçılar hayatta iken kendilerinden alınan bilgiler ışığında yapılması en sağlıklı olanıdır.

Orta Anadolu türkülerini ve bozlaklarını gerek sazı gerekse sesi ile getirdiği yorum ve icra biçimleri sonucunda ün yapmış, mahalli sanatçılarımızdan biriside Neşet Ertaş'tır.

Neşet Ertaş yılında Çiçekdağı'na bağlı eski adıyla ABDALLAR yeni adıyla GIRTILLAR köyünde doğdu. 7 kardeşi olan Neşet Ertaş ailenin 2. çocuğudur ve kardeşlerinden müzikle ilgilenen yoktur. yaşlarında bağlama ve keman çalmaya bağlayan Neşet Ertaş babası Muharrem Ertaş ile birlikte gittikleri düğünlerde babasına kemanla eşlik ediyordu. Geçimlerini düğünlerde aldıkları paralardan temin eden Ertaş'lar birlikte 8 yıl Kırşehir, Nevşehir, Niğde, Kırıkkale, Keskin, Yerköy, Kayseri, Yozgat ve köylerini gezerek bu işi sürdürdüler. Neşet Ertaş bu işlerle uğraşmaktan okula da hiç gidememiştir.

14 yaşında çalışmak için İstanbul'a giden Neşet Ertaş'ın iş bulması kolay olmadı. Karın tokluğuna çalışacağı bir işe dahi razı olan sanatçı bir gün Şençalar Plak adında bir şirkete gider. Şirketin sahibi olan Kadri Şençalar Neşet Ertaş'ı dinler ve çok beğenir. ''Neden Garip Garip Ötersin Bülbül'' adlı ilk plağı yılında Şençalar plak tarafından piyasaya çıkarılır. Neşet Ertaş bu arada Beyoğlu'nda da bir gazinoda sahneye çıkmaktadır. 

2 yıl İstanbul'da çalışan Neşet Ertaş daha sonra Ankara'ya gelir ve sahne hayatı burada devam eder. Ankara' da çalıştığı gazinoda Leyla isminde bir kızla tanışır ve hemen evlenirler. İki kız bir erkek çocukları olur. Ama bu evlilik mutlu sürmemektedir. Neşet Ertaş bu arada askere gider. 'de İzmir Narlıdere'de askerliğini yapan Neşet Ertaş askerlik dönüşünde Leyla Ertaş ile süren 7 yıllık evliliğini bitirip ayrılır. Plak üzerine plak yapan Neşet Ertaş konserleriyle de bir çok şehri defa gezdi. Beste ve plaklarıyla çok meşhur olan Neşet Ertaş her yerde aranan bir sanatçı olmuştu. Özellikle orta Anadolu düğünlerinin değişmez sanatçısıydı. Neşet Ertaş düğünlerdeki içkili sofraların sayesinde alkolün dozunu da artırmıştı. Dolayısıyla sıhhati de bozulmaya bağladı ve yılında parmakları felç oldu. Müzisyenlikten başka mesleğide olmadığı için işsiz ve parasız kaldı. Çok perişan bir hale gelen Neşet Ertaş tedavi olacak parayı dahi bulamadı. Çareyi 'da Almanya'da bulunan kardeşinin yanına gitmekte bulan Neşet Ertaş, tedavisini de orada yaptırdı. Eşinin yanında olan 3 çocuğunu da daha sonra yanına aldıran sanatçı mesleğine de Almanya'da tekrar başladı. Türklerin bulunduğu yerlerde gazino ve düğün salonlarında çalıp söylemeye başladı.

Kaset ve sahne çalışmalarına Almanya'da devam eden sanatçı kendisi okula gidemediğinden dolayı çocuklarının okumaları için elinden geleni yaptı. 1 Oğlu 2 Kızı olan sanatçı ; oğlunu hem üniversitede okutmakta hem de iyi bir müzisyen olarak yetiştirmektedir. Evli olan kızı da eşiyle birlikte üniversitede öğrenim görmektedirler.

Neşet Ertaş'a babasının hayatı ve sanatı ile ilgili bir soruya;
"Babam Kırşehir'den çıkmış, Keskin"e gelmiş, anamınan evlenmiş. Çiçekdağı'nın Gırtıllar eski adıyla Abdallar köyü denilen 20 haneli küçük bir köye gelip yerleşmiş. Ben o Abdallar yeni adıyla Gırtıllar köyünde dünyaya gelmişim.

Babam sazıynan sesiynen tanınmış engin gönül , hoşgörüsüynen sevilen bir sanatçıydı. Saz çalmasını Yusuf Usta'dan öğrenmiş. Geçinmemizi sazıyla temin ederdi. Anamı Keskin'den almış, kendisi Kırşehir'li olmasına rağmen uzun yıllar Keskin'de kalmış, Hacı Taşanı yetiştirmiş. Kırıkkale ve Yozgat'ın köylerini, İç Anadolu'nun birçok köylerini sazı omzunda gezmiş, her yerde türküler avazlar bırakmış. yaşımda babam beni yanına aldı. Gittiği yerlere beni de götürürdü. Birlikte 8 yıl Yozgat, Kayseri, Niğde, Nevşehir, Kırıkkale, Keskin ve Yerköy'ü köyleriyle beraber gezip düğün çalardık. Geçimimizde
verilen bahşişlerden olurdu.

En sonunda Kırşehir'e gelmiş de mi de mi rahmete kavuşmuş oldu." şeklinde cevap vermiştir. Neşet Ertaş'a bağlama çalmaya kaç yaşında başladığını sorduğumuzda ise; "Ben dünyaya geldiğimde sazı göbeğime koymuşlar'' şeklinde cevap vermiştir. Bağlama öğrenmesinde babasının çok etkisi ve emeği olduğunu söyleyen sanatçı, Bayram Aracı, A. Gazi Ayhan, Refik Başaran gibi bağlama ustalarını da çok beğenerek dinlediğini ifade etmektedir. Sanatçı; bir bağlamada hangi özellikleri arıyorsunuz? şeklindeki sorumuza ;
"Oyma saz ve çok perdeli olsun." diye cevap vermiştir.

Bağlamalarını da oyma tekne yapan ustalara yaptırmayı tercih eden sanatçı, bağlamalarına da 7 tel takıp, kendi sesine göre akort yaptığını söylemektedir.

Sanatçının bağlamasından duyduğumuz bazı sesleri, başka bağlamaları dinlediğimizde duyamamaktayız. Sanatçı bunun nedenini bağlamasındaki perde ayarlarını kendisinin yapmasından dolayı meydana gelen bir farklılık olduğu ifade etmektedir.

Sanatçı bestelerini, sôz ve müziği aynı anda düşünerek yaptığını, şimdiye kadar kaç bestesi ve kaseti olduğunu hatırlayamadığını ve kendi eserlerini en iyi icra eden sanatçıların da Gülşen Kutlu, Nezahat Bayram, Neriman Altındağ Tüfekçi olduğunu söylemektedir.

Neşet Ertaş'a bir çok eserlerinde adını kullandığı ve ona türküler yaktığı Leyla'nın kim olduğunu sorduğumuzda; 
"Eski eşim ve çocuklarımın anası Leyla Ertaş'tır. Ama ayrıldıktan sonra türkülerimde Leyla ismini artık kullanmıyorum."diye cevap verdi. Neşet Ertaş, kendisine ait türkülerin son kıtalarında "GARİP'' mahlasını kullanmaktadır. Kendisi bunun nedenini şöyle açıklamaktadır.
"Soyadı yokken bize Garipler derlermiş. Gerçektende biz garip, yani ezilmiş, hor görülmüş, Abdal diye nitelendirilmiş, aşağılanmışızdır. O gariplik bende kaldığı için garibim diyorum. Sanatçı BOZLAK'ın tanımını da Feryattır, Ağıttır." olarak yapmıştır.

Neşet Ertaş'a ilk plağını yapmasında maddi ve manevi yardımı olanları sorduğumuzda;

"Kadri Şençalar'dır. Kendisi benimle çok yakından ilgilendi, bana plak okuttu. Beyoğlu saza götürerek bana proğram aldı ve onun sayesinde sahne hayatım başladı." diye cevap verdi. Sanatçı şimdiye kadar sazı ile hiç bir sanatçıya eşlik etmediğini, sadece tek olarak çalıp söylemeyi tercih ettiği söyledi.

Neşet Ertaş önceki bestelerinin çoğunda sevgiliye duyulan aşk ve özlem konularını işlemişti. Son kasetlerindeki (Nerde ne arıyorsun, Yolcu, Şirin Kırşehir, Benim Yurdum) bestelerinde ise insanlara belli mesajlar veriyor. Allah aşkı, insan hakkı ve sevgisi, ana ve babaya duyulan özlem, ilim ve cehalet, memleket hasreti, ölüm gibi. Sanatçı bunun nedenini şöyle açıklıyor:

"Aşık Veysel in de dediği gibi benim sadık yarim gara topraktır. Gözünen görülen, e!inen tutulan, yediğimiz içtiğimiz, canımız topraktır. Bu toprağın en güzeli insandır, insanların en güzeli de anamız ve yarimizdir.
İnsanı seven insan; Hakkı sever, bizde o Hakkın aşığıyız. Şüphesiz ki ölmez, yitmez, yemez, içmez, solmaz bir tek Allah' tır. Allah hepimizi eşit yaratmış. Haksızlık, cana gıyma, düşük görme olmasın. Allah'tan geldik Allah'a gideceğiz. Cehalete hatırlatabildimse mutluyum."
Türkiye'de konserler vermeniz için teklifler yapılıyordur. Bu teklifleri nasıl karşılıyorsunuz? sorumuza sanatçı şöyle cevap verdi:
"Kabul etmiyorum. Çünki; kırk yıl o garip vatandaşlarımın ekmeğini yedim. Tekrar konser verip onların cebindeki ekmek paralarını alamam. Ama onlara televizyondan bedava konser veririm."

Sanatçı tüm ailesinin Almanya'da olduğunu, çocuklarının üniversitede okuduğunu ve kendisinin de müzisyen olarak çalışmaya devam ettiğini, dolayısı ile Türkiye' ye kesin dönüş yapmayı, şimdilik düşünmediğini ifade etmektedir.

Neşet Ertaş Türkiye'de halk müziğinin şu andaki yeri hakkında şöyle düşünüyor:
"Halk müziği ölümsüzdür. Yeter ki yürekten okuyan, yürekten çalan olsun. Şu anda çalan olsun okuyan olsun verimlilik göremiyorum."
Halk müziğine büyük emeği geçmiş bir sanatçı olarak TRT ve Kültür 
Bakanlığı'nın size gösterdiği ilgiden memnunmusunuz? diye sorduğumuzda:
"Hayır memnun değilim. Muzaffer Sarısözen 14 yaşımda iken beni mektupla çağırır, misafir olarak çaldırır, okuturdu. Daha sonra imtihanla mahalli sanatçı olarak radyoya girdim. 23 sene her ay 2 proğram yapardım. Halk müziği yöneticilerinden çok bencil insanlar vardı. Beni çıkardılar, istediğim gibi çaldırıp söyletmediler. Bende terk ettim." diye cevap verdi.

Neşet Ertaş'a, şimdiye kadar sizin ve babanızın hakkında herhangi bir
araştırma yapıldı mı? diye sorduğumuzda;
"Benim hakkımda, yani bana sorulmadı. Ama babamın hakkında kendisinden soranlar olmuştur." diye cevap verdi.
Orta Anadolu türkülerini ve bozlaklarını en iyi yorumlayan mahalli sanatçılardan biri olan Neşet Ertaş'ın eserlerinin ve müzik çalışmalarının bilinmesinin gerekliliği ile birlikte sanat hayatının ve kendisinin yaptığı müzik hakkında düşünce ve yorumlarının da bilinmesi gerekmektedir.

Neşet Ertaş gibi bir çok mahalli sanatçı hakkında bu tür çalışmalar yapılmadığı için eserleri ve yaşantısı hakkında yazılı bilgiler bulmakta güçlük çekilmektedir. Dileğimiz bu tür çalışma ve yazıların artmasıdır.

AŞIK VEYSEL ŞATIROĞLU

Photobucket - Video and Image Hosting

 

Veysel Şatıroğlu,’te Sivas’ın Şarkışla ilçesine bağlı Sivrialan köyünde dünyaya geldi. Veysel’in dünyaya geliş öyküsü, Anadolu köylerinde hemen birçok çocuğun yaşadığı olağan bir doğum biçimidir. Ama, bugün özellikle dışarıdan bakanlar için ilginçtir, olağandışıdır. Anlatmak gerekirse, annesi Gülizar Ana, Sivrialan dolaylarındaki Ayıpınar merasında koyun sağmaya giderken sancısı tutmuş, oracıkta dünyaya getirmiş Veysel’i. Göbeğini de kendisi kesmiş, bir çaputa sarıp yürüye yürüye köye dönmüştür.

 

 

Veysellere yörede “Şatıroğulları” derler. Babası “Karaca” lakaplı, Ahmet adında bir çiftçidir. Veysel’in dünyaya geldiği sıralar, çiçek hastalığı Sivas yöresini kasıp kavurmaktadır. Veysel’den önce, iki kız kardeşi çiçek yüzünden yaşamlarını yitirmiştir.

Yedi yaşına girdiği ’de Sivas’ta çiçek salgını yeniden yaygınlaşır; o da yakalanır bu hastalığa. O günleri şöyle anlatıyor: “Çiçeğe yatmadan evvel anam güzel bir entari dikmişti. Onu giyerek beni çok seven Muhsine kadına göstermeye gitmiştim. Beni sevdi. O gün çamurlu bir gündü, eve dönerken ayağım kayarak düştüm. Bir daha kalkamadım. Çiçeğe yakalanmıştım Çiçek zorlu geldi. Sol gözüme çiçek beyi çıktı. Sağ gözüme de, solun zorundan olacak, perde indi. O gün bu gündür dünya başıma zindan.”

Bu düşmeden sonra Veysel’in belleğine bir de renk işler: Kırmızı. Düşerken büyük bir olasılıkla elinde sıyrık oluyor, kanıyor. Bunu eşi Gülizar Ana şöyle anlatıyor: “Bilinmez değilsin, renklerden yalnız kırmızıyı hatırladı. Gözleri gönlüne çevrilmeden önce, yani çiçek hastalığına yakalanmadan önce düşmüştü. Kan görmüştü. Kanın rengini hatırlardı yalnız. Kırmızıyı Yeşili de elleriyle bulur ve severdi.”

Sağ gözünün görme şansı varmış, ışığı seçebiliyormuş bu gözüyle o sıralar. Yalnız yakınlardaki Akdağmağdeni’nde doktor varmış. Babasına “Çocuğu Akdağmadeni’ne götür, orada gözünü açacak bir doktor var” demişler. Sevinmiş babası.

Ne var ki, olumsuzluklar yakasını bırakmamış Veysel’in. “Bir gün inek sağarken babası yanına gelmiş. Veysel ansızın dönüverince; babasının elinde bulunan bir değneğin ucu öteki gözüne girivermiş. O göz de akıp gitmiş böylece.”

Ali adında bir ağabeyisi ve Elif adında bir kızkardeşi varmış Veysel’in. Tüm aile çok üzülmüş, günlerce gözyaşı dökmüş bu hale. Bundan böyle bacısı elinden tutarak gezdirmeye, dolaştırmaya başlar Veysel’i. Gittikçe içine kapanmaktadır Veysel. Emlek yöresi olarak adlandırılan Sivas’ın bu âşığı/ozanı bol diyarında, Veysel’in babası da şiire meraklı, tekkeyle içli-dışlı biriymiş. Veysel’in dertlerini birazcık da olsa unutacağı bir uğraş olsun diye bir saz verir eline. Halk ozanlarından da şiirler okuyup, ezberleterek avutmağa çalışırmış oğlunu. Ayrıca yöre ozanları da zaman zaman babası Şatıroğlu Ahmet’in evine uğrar, çalıp söylermiş. Merakla dinlermiş bunları Veysel. Komşuları Molla Hüseyin de sazını düzenler, kırılan tellerini takarmış.

İlk saz derslerini babasının arkadaşı olan Divriği’nin köylerinden Çamışıhlı Ali Ağa’dan (Âşık Alâ) almış. Kendini de iyice saza vermiş; usta malı şiirlerden çalıp söylemeye başlamış. Karanlık dünyasını aydınlatan ozanlar dünyasıyla Çamışıhlı Ali tanıştırıyor daha çok Veysel’i. Pir Sultan Abdal, Karaoğlan, Dertli, Rühsati gibi usta ozanların dünyalarıyla tanışıyor böylece.

“Âşık Veysel’in hayatında ikinci mühim değişiklik seferberlikte başlamıştır. Kardeşi Ali de cepheye gitmiş, küçük Veysel kırık telli sazıyla yalnız kalmıştır. Harp patladıktan sonra Veysel’in bütün arkadaşları, emsalleri cepheye koşuyorlar. Veysel bundan da mahrum

Böylece münzevi olan ruhunda ikinci bir inziva da açılmıştır. Arkadaşsızlık acısı, sefalet, onu çok bedbin, umutsuz ve mahzun ediyor. Artık küçük bahçesindeki armut ağacının altında yatıp kalkmakta, geceleri ağaçların ta tepelerine çıkarak içindeki derdini göklere ve karanlıklara bırakmaktadır.”

O günlerini Aşık Veysel şöyle anlatır Enver Gökçe’ye;

“Eve girerim, yüzüm asık: anam babam halimi bilmez. Ben onlara derdimi, dokunmasın diye, açamam. Onlar benim kafa tuttuğumu zannederler, bense derdimi dökmekten çekinirim, öyle ki, sazdan bile farır gibi oldum.”

Veysel’in annesi ve babası seferberlik sonlarına doğru “belki biz ölürüz ve kardeşi Veysel’e bakamaz” düşüncesiyle Veysel’i Esma adında, akrabalarından bir kızla evlendiriyorlar. Esma’dan bir kız, bir oğlu oluyor Veysel’in. Oğlan çocuğu daha on günlükken annesinin memesi ağzında kalarak ölüyor Veysel’in acıları bununla da bitmiyor; aksilikler, talihsizlikler üst üste gelmeye başlıyor’in 24 Şubat’ında annesi bir gün ondan onsekiz ay sonra da babası ölüyor. Bu arada bağ, bostan işleriyle uğraşıyor. Köye de bir çok âşık gelip gitmekte, Karacaoğlan’dan, Emrah’tan, Âşık Sıtkı, Âşık Veli gibi saz şairlerinden çalıp söylemektedirler. Köy odalarındaki bu âşık fasıllarından Veysel de geri kalmamaktadır.

Ağabeysi Ali’nin bir kız çocuğu daha olunca çocuklara ve işlere bakması için bir azap (hizmetkar) tutuyorlar. Bu hizmetkar ileride Veysel’in bağrında açılacak başka yaranın sebebi olacaktır. Bir gün Veysel hasta yatarken, kardeşi Ali de keven toplamakta iken, Veysel’in ilk eşi olan Esma’yı kandırarak kaçırıyor bu yanaşma. Veysel’in acılı yaşamına bir acı daha ekleniyor böylece.

Karısı bir başına bırakıp gittiğinde Veysel’in kucağında henüz altı aylık kızı varmış. İki yıl kucağında gezdirmiş Veysel onu, ne çare o da yaşamamış.

Bir şiirinde dile getirdiği gibi:

“Talih çile kadar sözü bir etmiş,

Her nereye gitsem gezer peşimde.”

Bin katmerli acılar silsilesi kısacası.

O artık alemden, bu diyardan uzaklaşmak, göçmek isteyen bir ruh haleti içindedir’de en iyi arkadaşı olan İbrahim ile Adana’ya gitmeye karar veriyorlar. Fakat Sivas’ın Karaçayır köyünde Deli Süleyman isminde birisi âşığı bu ilk seyahatinden vazgeçiriyor. Veysel’i dinleyelim:

“Bu adam, saz çalarım dinler, söze başlarım keser. Gideyim derim, ‘ah kivra, çoluk çocuk ağlaşıyor, gel gitme’ diye elime ayağıma düşer. Nihayet dayanamadım, gitmiyorum vesselam diye bu seyahatten vazgeçtim.”

Veysel’in köyünden ilk ayrılışı şöyledir: Zara’nın Barzan Baleni köyünden Kasım adında birisi Veysel’i köyüne götürerek iki üç ay beraber yaşıyorlar. Kendisini Adana’ya göndermeyen Deli Süleyman, Sivas’lı Kalaycı Hüseyin, Veysel’e yol arkadaşlığı ediyorlar. Dönüşte Veysel, Hafik’in Yalıncak köyüne ve Zara’nın Girit köyüne uğrayarak 9 liraya güzel bir saz alıyor; Sivas’tan Sivrialan’a dönerlerken arkadaşları bir “üç kağıtçı” grubuna yakalanarak bütün paralarını kaybediyorlar. Arkadaşları Veysel’in 9 lirasını da alarak kumara veriyorlar. Veysel bu hadiseden bir müddet sonra Hafik’in Karayaprak köyünden Gülizar adlı bir kadınla evleniyor.”

yılında Sivas Lisesi edebiyat öğretmeni olan Ahmet Kutsi Tecer ve arkadaşları “Halk Şairlerini Koruma Derneği”ni kuruyorlar. Ve 5 Aralık tarihinde de üç gün süren Halk Şairleri Bayramı’nı düzenliyorlar. Böylece Veysel’in yaşamında önemli bir dönüm noktası işlemeye başlıyor. Denebilir ki, Veysel için funduszeue.info Tecer’le tanışması hayatında yeni bir başlangıcı işaretliyor.

’e kadar usta ozanlarından şiirlerinden çalıp söylüyor. Cumhuriyet’in onuncu yıldönümünde A. Kutsi Tecer’in direktifleriyle bütün halk ozanları cumhuriyet ve Gazi Mustafa Kemal üzerine şiirler düzmüşler. Bunlar arasında Veysel de var. Veysel’in günışığına çıkan ilk şiiri böylece “Atatürk’tür Türkiye’nin ihyası” dizesiyle başlayan şiir oluyor. Bu şiirin gün yüzüne çıkışı, Veysel’in de köyünden dışarıya çıkması oluyor.

O zaman Sivrialan’ın bağlı olduğu Ağacakışla nahiyesi müdürü Ali Rıza Bey, Veysel’in bu destanını çok beğeniyor, “Ankara’ya gönderelim” diye istiyor. Veysel de “Ata’ya ben giderim” diye vefalı arkadaşı İbrahim ile yayan yola düşüyor. Karakışta yalınayak, başı kabak yola çıkan bu iki arı gönül, bu iki insan örneği, üç ay yol çiğneyerek Ankara’ya geliyorlar. Veysel Ankara’da konuksever tanıdıkların evlerinde kırkbeş gün misafir kalıyor. Destanı Atatürk’e getirmek hevesiyle geldiğini söylüyorsa da destanı Atatürk’e okumak kısmet olmuyor. Eşi Gülizar Ana: “Ata’ya gidemediğine bir, askere gidemediğine iki; yanardı ki o kadar olur” diyor. Ancak, Hakimiyet-i Milliye (Ulus) basımevinde destanı gazeteye veriliyor. Destan gazetede üç gün boyunca yayınlanıyor. Bundan sonra da bütün yurdu dolaşmaya, dolaştığı yerlerde çalıp-söylemeye başlıyor, seviliyor, saygı görüyor.

O günleri şöyle anlatıyor: “Köyden çıktık. Yaya olarak Yozgat köylerinden Çorum-Çankırı köylerinden geçip üç ayda Ankara’ya gelebildik. Otele gitsek para yok. ‘Nere gidek? Nasıl Edek? ” diye düşünüyoruz. Dediler ki: “Burada Erzurumlu bir Paşa Dayı var. O adam misafirperverdir.” O zamanlar Dağardı diyorlardı, (şimdiki Atıf Bey Mahallesi) orada ev yaptırmış Paşa Dayı. Gittik oraya. Adamcağız hakikaten misafir etti. Birkaç gün kaldık o zaman, Ankara’da, şimdiki gibi kamyon filan yok. Bütün işler at arabalarıyla görülüyor. At arabaları olan, Hasan Efendi adında bir adamla tanıştık. O, bizi evine götürdü. Kırkbeş gün Hasan Efendi’nin evinde kaldık. Gideriz, gezeriz, geliriz; adam yemeğimizi, yatağımızı, herşeyimizi sağlar. Dedim ki: -‘Hasan Efendi biz buraya gezmek için gelmedik! Bizim bir destanımız var. Bunu, Gazi Mustafa Kemal’e duyurmak istiyoruz! Nasıl ederiz? Ne yaparız? ’

Dedi ki: -‘Vallahi ben böyle işlerle ilgili değilim. Burada bir milletvekili var. Adı Mustafa Bey, soyadını unuttum. Bu işi ona anlatmak gerek. Belki size o yardımcı olabilir.’

Gittik Mustafa Bey’e derdimizi anlattık. Öyle böyle bir destanımız var. Gazi Mustafa Kemal’e duyurmak istiyoruz. ‘Bize yardım et! ’ dedik.

Dedi ki: -‘Amaan! Şimdi şaire falan önem veren yok. Kıyıda köşede çalın çağırın. Geçin gidin! ’

-‘Yok öyle değil dedik. Biz destanımızı okuyacağız, Mustafa Kemal’e! ’

Milletvekili Mustafa Bey, ‘okuyun da bir dinleyeyim bakayım’ dedi. Okuduk dinledi. O zamanlar Ankara’da çıkan Hakimiyet-i Milliye Gazetesi’yle konuşacağını söyledi. ‘Yarın bana gelin! ’ dedi. Gittik. ‘Ben karışmam’ dedi. Sonunda kesti attı. Biz ordan döndük geldik. ‘Ne yapsak? ’ diye düşünüyoruz. Sonunda, ‘Matbaaya biz gidelim’ dedik. Saza, tel alıp takmak eski telleri yenilemek de gerekti. Ulus Meydanı’ndaki çarşıya, o zamanlar Karaoğlan Çarşısı diyorlardı. Saz teli almak için Karaoğlan Çarşısı’na yürüdük.

Ayağımızda çarık. Bacağımızda şal-şalvar, şal-ceket, belimizde kocaman bir kuşak.! Efendim polis geldi: -‘Girmeyin’ dedi. ‘Çarşıya girmek yasak! ’ Bizi tel alacağımız çarşıya sokmadı.

Polis: -‘Yasak diyoruz. Siz yasaktan anlamaz mısınız? Orası kalabalık. Kalabalığa girmeyin! ’ diye diretti.

-‘Peki girmeyelim’ dedik. Polisi güya salmış gibi yürümeye devam ettik. Adam geldi, arkadaşım İbrahim’e çıkıştı. –‘Kafadan gayri müsellah mısın? Girmeyin diyorum. Beynini patlatırım senin! ’ diye çıkıştı.

-‘Beyefendi biz dinlemiyoruz! Biz çarşıdan saz teli alacağız! ’ dedik. O zaman polis, İbrahim’e: -‘Tel alacaksan bu adamı bir yere oturt. Git telini al! ’ Neyse gitti İbrahim teli aldı geldi. Tel taktık. Ama sabahleyin çarşıdan da geçemiyoruz. Sonunda matbaayı bulduk.

-‘Ne istiyorsunuz? ’ dedi müdür.

-‘Bir destanımız var. Gazeteye vereceğiz! ’ dedik.

-‘Çalın bakayım; bir dinleyeyim! ’ dedi. Çaldık dinledi!

- ‘Ooo! Çok iyi’ dedi. ‘Çok güzel.’

Yazdılar. ‘Yarın gazetede çıkar’ dediler. ‘Gelin de gazete alın! ’ Orada bize telif hakkı olarak biraz da para verdiler. Sabahleyin gidip gazete aldık. Çarşıya çıktık. Polisler:

- ‘Oooo! Âşık Veysel siz misiniz? Rahat edin efendim! Kahvelere girin! Oturun! ’ dediler. Bir iltifat başladı ki sormayın! Çarşıda bir zaman gezdik. Fakat yine Mustafa Kemal’den ses yok. Dedik: ‘Bu iş olmayacak.’ Amma Hakimiyet-i Milliye Gazetesi’nde destanımı üç gün birbiri üstüne yayınladılar. Mustafa Kemal’den yine ses çıkmadı. Köye dönmeye karar verdik. Fakat cebimizde yol paramız da yok. Ankara’da bir avukatla tanışmıştık.

Avukat: - ‘Ben belediye başkanına bir mektup yazayım. Belediye sizi köyünüze parasız gönderir! ’ dedi. Elimize bir mektup verdi. Belediyeye gittik. Orada bize dediler ki: - ‘Siz sanatkâr adamsınız. Nasıl geldinizse öyle gidersiniz! ’

Döndük avukata geldik. ‘Ne yaptınız? ’dedi. Anlattık. ‘Durun bir de valiye yazalım! ’ dedi. Valiye de dilekçe yazdı. Valiye dilekçemizi imzalayıp yine Belediyeye buyurdu. Belediyeye ilettik. Belediye bize: -‘Yok! ’ dedi. ‘Paramız yok! Sizi gönderemeyiz! ’ dedi.

Avukat içerledi ve kahretti: - ‘Gidin! İşinize gidin! ’ dedi. ‘Ankara Belediyesi’nin sizin için parası yokmuş; tükenmiş! ’ dedi. Acıdım avukata.

‘Nasıl edelim? Ne edelim? ’ derken bir de ‘Halkevi’ne uğrayalım bakalım. Belki oradan bir şey çıkar’ diye düşündük. Mustafa Kemal’e gidemiyok. Halkevine gidek. Bu defa, Halkevine, bizi kapıcılar bırakmıyor ki girelim. Orada dinelip duruyorduk.

İçeriden bir adam çıktı: -‘Ne geziyorsunuz burada? Ne yapıyorsunuz? ’ diye sordu.

-‘Halkevine gireceğiz ama bırakmıyorlar! ’ diye cevap verdik.

-‘Bırakın! bu adamlar, tanınmış adamlar! Âşık Veysel bu! ’ dedi.

O içeriden çıkan adam, bizi edebiyat şubesi müdürüne gönderdi. Orada: -‘Ooo! Buyurun! Buyurun! dediler. Halkevinde bazı milletvekilleri varmış. Şube müdürü onları çağırdı: -‘Gelin halk şairleri var, dinleyin.’ dedi.

Eski milletvekillerinden Necib Ali Bey: -‘Yahu dedi bunlar fakir adamlar. Bunlara bakalım. Bunlara birer kat elbise de yaptırmalı. Pazar günü de Halkevinde bir konser versinler! ’

Hakikaten bize, birer takım elbise aldılar. Biz de o Pazar günü Ankara Halkevi’nde bir konser verdik. Konserden sonra cebimize para da koydular. Ankara’dan köyümüze işte o parayla döndük.

Plağa okuduğu ilk türkü ise, Emlek yöresinin ünlü ozanlarından Âşık İzzeti’nin:

“Mecnunum, Leyla’mı gördüm

Bir kerrece baktı geçti.

Ne söyledi ne de sordum

Kaşlarını yıktı geçti

Soramadım bir çift sözü

Ay mıydı gün müydü, yüzü

Sandım ki zühre yıldızı

Şavkı beni yaktı geçti.

Ateşinden duramadım

Ben bu sırra eremedim

Seher vakti göremedim

Yıldız gibi aktı geçti.

Bilmem hangi burç yıldızı

Bu dertler yareler bizi

Gamzen oku bazı bazı

Yar sineme çaktı geçti..

İzzetî, bu ne hikmet iş

Uyur iken gördüm bir düş

Zülüflerin kement etmiş,

Yar bonuma taktı geçti.” şiiridir.

Köy Enstitüleri’nin kurulmasıyla birlikte, yine Ahmet Kutsi Tecer’in katkılarıyla, sırasıyla Arifiye, Hasanoğlan, Çifteler, Kastamonu, Yıldızeli ve Akpınar Köy Enstitüleri’nde saz öğretmenliği yapıyor. Bu okullarda Türkiye’nin kültür yaşamına damgasını vurmuş birçok aydın sanatçıyla tanışma olanağı buluyor, şiirini iyiden iyiye geliştiriyor.

yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi, özel bir kanunla Âşık Veysel’e, “Anadilimize ve milli birliğimize yaptığı hizmetlerden ötürü” lira aylık bağlanmıştır.

21 Mart günü, sabaha karşı saat ’da doğduğu köy olan Sivrialan’da, şimdi adına müze olarak düzenlenen evde yaşama gözlerini yumdu.

Âşık Veysel’in yaşamını özetlemek gerekirse, Erdoğan Alkan’ın şu betimlemesi en güzel cümleleri oluşturur: “Kızılırmak soru işaretine benzer, Zara’dan doğar, Hafik ve Şarkışla’dan sonra Sivas topraklarını terkeder. Bir yay çizip Kayseri’yi, Nevşehir’i, Kırşehir’i, Ankara’yı ve Çorum’u sular, Samsun’un Bafra ilçesinde denize dökülür, Âşık Veysel’in yaşam öyküsü Kızılırmak gibidir. Bir ucu Bafra’dadır, bir ucu da Zara’da. Bafra’ya dek uzanan acılı bir yaşam Zara’nın doğusundaki Kızıldağ’ın gür sularıyla beslenip sona erer.”

 

 

ESERLERİ

En güzel şiirlerinden bazılarını ölümünden hemen önce yazdı. Şimdi Şarkışla’da her yıl adına bir şenlik yapılır. Türkçesi yalındır. Dili ustalıkla kullanır. Tekniği gösterişsiz ve nerdeyse kusursuzdur. Yaşama sevinciyle hüzün, iyimserlikle umutsuzluk şiirlerinde iç içedir. Doğa, toplumsal olaylar, din ve siyasete ince eleştiriler yönelttiği şiirleri de var. Şiirleri, Deyişler () , Sazımdan Sesler () , Dostlar Beni Hatırlasın () isimi kitaplarında toplandı. Ölümünden sonra Bütün Şiirleri () adıyla eserleri tekrar yayınl’andı.

 

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası