patlamayan hacıyatmaz / Çocuklar, aptallar ve diğer masum ucubeler | monash.pw

Patlamayan Hacıyatmaz

patlamayan hacıyatmaz

Doğrusu, Tayyip Erdoğan'ın siyasi macerasını biraz kıskançlık ve hasetle izliyorum. Macera uzadıkça, yolun başında tutulan doğrultuyla varılan nokta arasında durmaksızın büyüyen bir açı oluşuyor ama o sanki bu yolculuk zaten başka türlü olmazmış rahatlığında, bizim hiç bir zaman öngöremeyeceğimiz bir rotada, o daldan bu dala sıçrayarak, her sıçrayışla birlikte naralara dönüşen stres patlamaları eşliğinde yoluna devam ediyor. Üstelik bir de bütün bunlar için onun değil de sizin bir açıklama borcunuz varmış, işlerin öyle değil böyle gitmesinden siz sorumluymuşsunuzcasına suratınıza çemkirme kapasitesi ve o hep aynı telden çalıyormuş da bu muhteşem icrayı takdirden aciz olan sizmişsinizcesine, olan biteni ve olup bitmeyeni durmadan kafanıza kakabilme istikrarı yok mu, işte o, apayrı bir meziyet gerektirir. Nasıl kıskanmazsınız!

Nasıl, hep ihanete uğrandığı halde hiç tökezlenmez, her şey batırılırken zeytinyağı gibi üste çıkılır, herkes tarafından hiç acınmadan aldatılırken nasıl olur da hiç kül yutmamış sayılınır, ezelden ebede hep mağdur olunduğu halde nasıl olur da daima muktedirin diliyle avaz avaz haykırılır? Üstelik bütün bunlar, pijama altı ve atlet fanilasıyla evin içinde dolaşırcasına bir teklifsizlik halinde dünya alemin önünde nasıl yapılır? Bu kadarı gerçekten herkesin harcı olamaz, bambaşka bir seviye gerektirir. Erdoğan'ın Batı tarafından bu kadar kıskanılmasının bir nedeni besbelli, orada artık bu derinliklere inebilecek kalibrede liderlerin yetişmemesi olmalı. Hepimiz gördük, Macron'a verdiği ayarı. Bir elense, bin cilt lafa bedel! İşte bu seviye.

Erdoğan'ın on yıl arayla iki 12 Eylül değerlendirmesi bu açıdan bir örnek teşkil edebilir. Önce, Erdoğan'ın 12 Eylül 'da oylanacak Anayasa değişikliğini gerekçelendirmek üzere bir AKP TBMM Grup toplantısındaki göz yaşlarına hakim olamadığı içli konuşmasındaki muhakemeye bakalım. Başbakan, oylamada MHP'nin desteğini yanına çekmek üzere Bahçeli'nin hassas kalbine şefkat oklarını atıyor ve Alparslan Türkeş'in 12 Eylül yergilerini aktarıyor: "Alparslan Türkeş, 'de verdiği bir röportajda DYP-SHP koalisyonuna güvenoyu verme gerekçesini açıyor: '12 Eylül Anayasası'nı değiştireceklerine söz verdiler. 12 Eylül, ülkücüler olarak bize çok haksızlık etmiş, büyük mağduriyetler getirmiştir. Ah Mamak Cezaevinin dili olsa da bize tabutlukları, C-5'leri anlatsa. Metris'in, Bayrampaşa'nın dili olsa da orada kararan hayatları anlatsa.'"

Büyük siyaset dehası işte tam burada punduna getirip Bahçeli'nin yapamayacağı şeyi yapıyor. TBMM çatısı altında, PKK tutsaklarının uğradığı zulmü de dillendiriyor: "Buradan ah Diyarbakır Cezaevinin dili olsa da konuşsa Diyarbakır Cezaevinin dili yok ama keşke 12 Eylül'de orada yatan bazı MHP yöneticileri, vicdanlarının sesine kulak verip, dürüştçe konuşsa. Tam 30 yıl sonra, yine bir 12 Eylül günü, işte bu işkenceler, zulümlerle, bu insanlık dışı uygulamalarla milletçe hesaplaşacağız. Gencecik ölümlerle, zamansız vedalarla, 17 yaşındaki çocukları yağlı urgana taşıyan zihniyetle hesaplaşacağız." Şu belagate, şu hakkaniyete bakar mısınız?

Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez! Erdoğan'ın siyaset felsefesi karmaşık ilke ve kavramlara değil, basit ve sonuç alıcı esaslara dayanıyor. Kaz-tavuk diyalektiği bunlardan biri. Daha sonraları Avrupa ve Amerika'ya gidip geldikçe oralarda buna"win-win" dendiğini öğrenecekti ama, esas buydu. Bir yandan MHP'lilerin, öte yandan 'den başlayarak  sıkıyönetim altında bir uçtan ötekine ezilen, sivil yönetim döneminde OHAL altında da aynı zulme maruz kalan, arasında Diyarbakır 5 No'lu Askeri Cezaevi'ndeki 34 ölümle, sayısız işkence, aşağılama ve haysiyet kırıcı muamelenin acılarıyla dağlanan Kürt kentlerindeki ödeşme beklentisini oya dönüştürebilecek ise duyguları okşamaktan neden kaçınılsındı? "Win-win" işte Erdoğan her nabza hitap etmekten kaçınmadığı, her satırda bir hıçkırık, her paragrafta bir kaç damla gözyaşıyla bezediği konuşmasını tamamladığında 12 Eylül'ün bütün mağdur ve muhataplarıyla şöyle ya da böyle bir diyalog kurduğundan emin olabilirdi. 12 Eylül'ün yılı böyle eda eylenmişti.

Başbakanlığında, memleketi Irak işgaline ortak edemeyişi Batı'da yanlış anlaşılmasın diye ABD finans kapitalinin önde gelen organlarından Wall Street Journal'e "Ülkem Sadık Müttefikiniz ve Dostunuzdur" diye makale döktüren Erdoğan'ın Cumhurbaşkanlığı'nda bambaşka bir aydınlanmaya ulaştığına tanık olduk: "Türkiye'yi 12 Eylül'e hazırlayan karanlık odak, darbe sonrasının planlarını da yapmıştır. Askeri rejimin sol grupları sert bir şekilde tasfiye etmesinin amacının, PKK'nın gelişip büyümesinin önündeki engelleri kaldırmak olduğu anlaşılıyor. Yine askeri rejimin bu ülkenin milli ve yerli tüm unsurlarını yok etme gayretinin de FETÖ'nün önünü açmak amacında olduğunu görüyoruz."

Yeni yoruma göre, demek ki, 12 Eylül rejimi Diyarbakır 5 No'lu Askeri Cezaevi'nde insanların kafalarını kalaslarla parçalayarak, bedenlerini ateşlere vermelerine yol açarak, ölüm oruçlarında hayatlarını yitirmelerine neden olarak; işkencelerde sakat bırakarak, akıllarını yitirterek; her akşam gün batımında "İstiklal Marşı"nı söyletmek üzere köy, kasaba ve kentlerin ahalisini meydanlarda tekme tokat hazır ola geçirerek "PKK'nin gelişip büyümesi"nin önündeki engelleri kaldırmayı planlamış. Bunlar da yetmezmiş gibi, "sol grupları sert bir şekilde tasfiye etmiş" ki, PKK'nin önü insan mezbahaları yönünde iyice açılsın.

Bu muhteşem "anelizler" ilk bakışta deli saçması gibi görünebilir ama ben "Tayyip Erdoğan Düşüncesi"nin -evet artık kendine özgü böyle bir düşünce sistematiği doğduğundan söz edebiliriz- bu akıl yürütme tarzında ifadesini bulduğunu kabullenmemiz gerektiğinde ısrarlıyım. Bu "anelizler", şahsi çıkar ve düşüncelerden bağımsız olarak "nesnel gerçek"in çözümlenmesiyle tamamen ilgisizdir. Bu tür düşünceler "eski Türkiye" düşünceleridir. Yok "24 Ocak kararları"ymış, yok "rejim krizi"ymiş, bu gibi şeylerin siyasi fikriyatta şu kadar yeri yoktur. Tam tersine yeni Türkiye'de gerçeklerden fikirlere değil, fikirlerden gerçeklere yükselinir. "Gerçek -altını çizerek söylüyorum -benim şahsi çıkarım neyi gerektiriyorsa, benim aklıma ne esiyorsa odur." Tabii herkes böyle düşünecek olursa, her şey birbirine gireceğinden, burada bir meta düzeltme gerekir: "Gerçek, Tayyip Erdoğan'ın menfaati neyi icap ettiriyor ve onun aklına ne esiyorsa odur ve o herkesin gerçeğidir." Buyurun "Tayyip Erdoğan Düşüncesi"ne.

Buradan hareketle Erdoğan düşüncesinin kodlarına girerek tespitlerini çözümlüyoruz: 10 yıl önce 12 Eylül'de Diyarbakır Cezaevi'ndeki işkenceler ve Kürt halkına yapılan zulüm gerçekti, çünkü Kürtlerin Anayasa oylamasında evet oyu vermesi için bu zulmün gerçek olduğunun ifadesi gerekiyordu. Sol ile Kürtlerin aynı zulme uğradıkları, hatta Kürtlerin daha çok zulme uğradığı gerçekti; çünkü Tayyip Erdoğan'ın çıkarı solun ve Kürtler'in Anayasaya "evet" demesinde, Erdoğan'ın dünyaya demokrasi güçlerinin sözcüsü fotoğrafı vermesindeydi.

Bugün 12 Eylül gerçeği bu değildir. Değişmiştir. Gerçek değişir mi evet değişir, çünkü Tayyip Erdoğan'ın aynı kalmasından bir çıkarı yoktur. Sol ile Kürtler karşı karşıya getirilmelidir çünkü Erdoğan'ın onların ortak bir siyasi harekette yani HDP'de bir araya gelmesinden bir çıkarı yoktur. HDP'nin yüzde 10'un üzerinde bir oy oranına ve etkin bir politik profile sahip olması, hem Başkanlık rejiminin bekası için bitli yorgan gibi bir ittifakı ebedileştiriyor hem de Türkü Kürde karşı tam verimle oynamayı güçleştiriyor, oysa ırkçılık ve sömürgeciliği frenliyorsa birbirlerine karşı oynanmaları gerekir. Çok geçmez, Tayyip Erdoğan Düşüncesi'nin cilacıları Fahrettin Altun, İbrahim Karagül ve Doğu Perinçek "sol"u "sınıf mücadelesini yükseltme"ye ve "kimlik eksenli" siyasetlerden uzak durmaya çağırmaya başlarlar, söylemedi demeyin. 

Aslında bu düşünce şekli bizim "milli ve yerli" geleneğimizin ta bağrından kopan hacıyatmaz mekaniğinin epistemolojideki izdüşümüdür!  O yüzden kavraması çok kolaydır. Ağırlık merkezinin kütlenin tabanında olması ve yarım küre şeklindeki tabanının yere bir yüzeyden değil bir noktadan temas etmesi dolayısıyla hacıyatmaz her yönden gelen basınçlara direnemez, tersine onların ittiği doğrultuda kaykılır ve basınç kalkınca tam ters yöne savrulur ve ancak hiçbir etkileşim olmadığında dik durmayı başarır. İşte, Tayyip Erdoğan Düşüncesi de aynen öyledir. Hiç bir kuvvetle karşılaşmadığı sürece "dik durur". Bir kuvvetle karşılaştığında onun bastırdığı yöne kaykılır, kuvvet ortadan kalktığında tam tersi istikamete savrulur. Erdoğancılığın Amerikancılık ile Rusçuluk, Orta Doğuculuk ile Avrupacılık, Batıcılık ile Doğuculuk, diktatörlük ile demokrasicilik, dincilik ile milliyetçilik arasında bitmek bilmeyen gidiş gelişleri onun fıtratındandır. Hacıyatmazlık bu hakikatin dışa vurumudur. Bir yana yattığında, bir an sonra tam ters yöne savurlacağından; şimdi ne söylerse, yarın eşit güçle tersini söyleyeceğinden emin olabilirsiniz. Bu hacıyatmaz diyalektiğidir, başka bir şeye benzemez. Yerli ve millidir.(AH)

Eleştiri

Kaderle böylesine iyi niyetli bir pazarlığa kalkışan bu adama gülmeyin. Bu adam seçilecek ve Amerika’nın son başkanı olacak. yaşına kadar yaşayacak.

Seçimler yaklaşıyor. Büyüklük ucubeliğinin ardına sinmiş Amerikan yalnızlığını, toplumsal ve bireysel ölçekte tedavi etmeyi amaç edinmiş bir başkan adayı var. Grotesk çirkinliği ve iriliği yüzünden anne ve babası tarafından istenmeyen, ikiz kardeşinden ayrılmış biri bu adam. Yalnızlığın ne olduğunu iyi bilir. Seçim sloganı ‘Artık yalnız değilsin!’

 

Ekonomik durum, sosyal sınıf, kan bağı, şehir bağı, din, ırk, her türlü doğuştan gelen aidiyet ve kimliği ortadan kaldıracağını söylüyor. Bak hele. Devlet tarafından tamamen tesadüfi olarak herkese bir göbek adı verilecek. Aynı göbek adına sahip olanlar akraba sayılacak. Farklı geçmişlerden gelen insanlar kaderlerini değiştirip yeni bir hayat şansı yakalayacaklar ve yalnızlıkları bitecek. Bu bir devrim değil, daha çok fantastik bir çocuk oyununun pratik kuralları. Zaten fikir çocukken aklına gelmiş ikiziyle birlikte. Amaç, daha az sevgi ve daha fazla karşılıklı edep. Kaderle böylesine iyi niyetli bir pazarlığa kalkışan bu adama gülmeyin. Bu adam seçilecek ve Amerika’nın son başkanı olacak. yaşına kadar yaşayacak. Hacıyatmaz onun hikayesi, aynı zamanda Kurt Vonnegut’ın otobiyografisi olduğunu söylediği eseri. ‘İlgili
makama’ diye başlıyor.

 

Okurun da yazarla ilişkisi tam da böylesi bir ‘göbek adı akrabalığı’ değil mi? Edebiyat, açık açık ‘Artık yalnız değilsin!’ diyen bir kampanya yürütmüyor mu? Her defasında oyumuzu bu slogan yüzünden edebiyattan yana kullanmıyor muyuz? Soruları burada kesip romandan çok uzaklaşmayalım.

 

Hacıyatmaz öyle bir roman ki, sanki Mark Twain, Roald Dahl’ın kulağına hicivler fısıldamış, Dahl da, yalan söylemeden ama gerçeği kolay anlaşılır şekilde kurgulayarak, büyüklerin ucube dünyasını çocuklara, aptallara ve diğer masumlara anlatmış. Sesine gizemli bir ton vererek, biraz da şekere bulayarak. Yani tipik bir Kurt Vonnegut romanı. Aynı zamanda diğer Vonnegut romanlarına en benzemeyeni.

 

 

 

 

 

 

Edebiyat ve otobiyografi

 


Vonnegut’ın romanları hep çok iyi bir kurguyla açılır. Bugüne dek kimsenin girmediği bir kapıdan, yabancı bir mekana ait bir hayata girilir. Ama ne hayat. İnsanlık değerlerini yitirmiş, aile parçalanmış, masumiyet kirlenmiş, toplum kendini yok etmiş, doğa kanunsuzlaşmış. Vonnegut bu kaosa bilim kurgunun ve kara mizahın hayal gücüne tanıdığı bütün olanakları kullanarak bir düzen getirmeye çalışır ama, geri dönülmez kıyamet günüdür vardığı son. Hacıyatmaz, hayatın sonuna dair bir roman. Aynı zamanda benim için yazarın en hüzünlü, en ümitvar, en tedavi edici romanı.

 

Vonnegut, sanki Hacıyatmaz’a kadar yazdığı romanların toplamında tek bir eser yazmış gibi gelir. Onun tek bir kitabı hakkında yazmak bu yüzden güç. Hacıyatmaz’ın pek çok Vonnegut temasının bir araya geldiği mükemmel bir özet olduğunu düşünüyorum. Hiç Vonnegut okumamış biri için ise, yeterince merak uyandırıcı. Vonnegut’ın alter egosu, pek çok romanda karşımıza çıkan Kilgore Trout karakterinin yer almadığı nadir eserlerden. Çünkü, diyor giriş bölümünde Vonnegut, Hacıyatmaz için: “Bir otobiyografi yazmaya en fazla yaklaştığım durum budur.” ‘Bunak hıçkırığı, durum şiiri, pembe dizi, düşer kalkar komedi’ Vonnegut’ın bu kitabı ayrıştırmak için kullandığı diğer tanımlar. En ehil eleştirmenden daha iyi çözümlüyor okuyacağımız hayal gücü parçalarını.

 

Hayal gücü parçalarında tipik Vonnegut absürtlükleri var: Çorak bir diyar olmuş New York, yerçekimini kontrol eden Çinliler, Mars’ta toprak kayması, köleleri olan kadın, Michigan’da bir kral, ölülerle iletişim kurmayı başaran adam, ucube ikizler ve yaşadıkları gizli geçitlerle dolu malikhane, zenginler ve elitlerin sığındığı Peru’daki Machu Pichu sürgünü. Her tuhaf mekân, toplumdaki çöküşün ayrı bir katmanını sembolize ediyor. İnsanların bu duruma uyum sağlama gayretleri sonucu dönüştükleri kişilikler en az mekânlar kadar uçuk. Bir Vonnegut distopyasındayız. Her distopya gibi sayfalarca sistem eleştirisi çözümlemesi yazılabilir hakkında. Semboller ve kinayeler labirentinde kaybolabilir yazı. Vonnegut ’da geleceği nasıl öngörmüş tespitleri yapılabilir, aferinler eşliğinde. Hatta, ‘göbek adı akrabalığı’ kapitalizme alternatif bir sosyal düzen olarak ciddiye alınıp günümüzde uygulanabilirliğine kafa yorulabilir.

 

Hacıyatmaz, böylece, okuyup bitirdikten sonra da zihni eğlendirmeye devam eder. Eğlenirken, Vonnegut’ın yazar olarak hissettiği yaratıcılık sancılarını da fark etmek gerek. Bu sancıların itirafı Hacıyatmaz’ı diğer Vonnegut romanlarından farklı kılan.

 

 

 

Her yazarın beyninde ikizler yaşar

 


Kurt Vonnegut, yazar olarak ulaşabildiği sanatsal bütünlüğün, edebi ahengin ve tekniğin ablasıyla kurduğu zihinsel bağ sayesinde olası olduğuna inanıyor. İlham kaynağı ablası öldükten sonra hissettiği parçalanmayı romanın ikiz başkahramanlarının tuhaf, simbiyotik ve şizofrenik ilişkisinde anlatıyor. Yazar için asıl yalnızlığın ve kısırlığın, ilham kaynağını yitirmesi olduğunu görüyoruz. ‘Tamamlanmış’ hissetmek isteyen yazarın duygusal bilinç ile akılcı bilincin yıpratıcı ve savaşçı birlikteliğine ihtiyacı var. Bu nedenle ikizler kavramı, yazarın bilincinin simgesi olarak bir romanda karşılaşabileceğiniz en isabetli seçim.

 

Kafalarını birbirine değdirince dahileşen, birbirlerinden ayrılınca aptallaşan bir bütündür ikizler. Birlikteyken ulaştıkları akıl ve ruh birlikteliği çılgın bir duygu patlamasıdır. Pek de ayık olmayan bir varoluş düzlemine, bir farkındalığa geçmek gibidir neredeyse. Bu birliktelik kusursuz bir uyum olsa da, bölünmek ve yalnızlık kaosuna sürüklenmek kaçınılmazdır. İkizler, sürekli bir ayrılma ve parçalanma endişesini içlerinde barındırır. İkizler gibi doğanın yarattığı bir mükemmellik bile sonsuza kadar huzurla birlikte yaşayamıyorsa, toplumun parçalanması nasıl engellenebilir?

 

Vonnegut, yazar olarak eriştiği yaratıcı gücün toplumu sürüklendiği yok oluş uçurumundan kurtarmaya yetmediğine inansa da, romanda iyimserliğini yitirmiyor. Çok naif bir iyimserlik bu. Çocukların geçirdikleri travma ile başa çıkmak için hayal güçlerinde yarattıkları bir oyuna inanmaları gibi. Yazar olarak kendini kurtarıcı gibi gördüğü yok. Sadece kendini romanda simgeleyen ikizlere, ölümden sonra da devam eden bir yaratma gücü bahşediyor. O kadar ego, her yazarda bulunur. Her yazar ölümsüz olmayı ister.

 

 

 

Ölümlü olduğunu hatırla

 

 

 

 

 


‘Hi-ho’ ya da ‘so it goes’ Kurt Vonnegut’ın sürekli kullandığı tekerlemeye dönüşmüş sözler. Bu sözleri dövme yaptırarak vücutlarında taşıyan Vonnegut fanatiklerinin sayısı hiç az değil. Hacıyatmaz’da da ‘bak hele’ diyor sürekli ve bunu ‘bunak hıçkırığı’ olarak tanımlıyor. Latince 'memento mori' denen, ‘ölümlü olduğunu hatırla’ anlamında kullanılan bu tekrar sözleri, yazarın konudan konuya kolayca geçmesini, ciddi bir konuya alaycı ve vurdumduymaz yaklaşmasını sağlayarak romanın mizahi tonuna yardım ediyor.

 

Hacıyatmaz, cüssesine oranla çok fazla tema içeren bir roman. Zihni, yazma hızından daha hızlı çalışıyor Vonnegut’ın, öyle ki bazı temalar havada kalmış. Hatta sonu bile eğreti duruyor biraz, ayakları yere basmıyor. Yerçekiminin eksikliğinden olsa gerek. Kurmaca metni eksik bırakırken, roman üzerine edilecek lafları çoğaltıyor bu durum. Sanki özel gözlükler takmanızı ve dünyayı kimsenin görmediği şekilde görmenizi istiyor. Olaylar tesadüfi seçilmiş absürt durumlar zinciri gibi. Ancak, her ayrıntının bir anlamı var ve önceden düşünülmüş aslında. Vonnegut, sizden hep bir adım önde, kitabı bitirdiğinizde bile ona yetişemiyorsunuz. O çoktan ilerlemiş, gözden kaybolmuş. Kahkahaları duyuluyor uzaktan. Kitap bitince, başa dönüp giriş bölümünü tekrar okuyorsunuz -bunu özellikle öneriyorum- ve içinizi derin bir hüzün kaplıyor. Her şey yerli yerine oturuyor. Bak hele.

 

 

 

 

 

 

 

Ramazan Toprak

Allah(CC) yolunun yolcusu, güzellikler dolu,
O mübarek insanlarımızdan bahsetmeyeceğiz
Bu 'hacıyatmaz' onlardan değil,
Edebiyatımızda yer alan önemli bir figür

Sözlük anlamı,
Altı yuvarlak ve ağır,
Üstü küçük ve hafif oyuncak..
Her yana yatar ama gene de yıkılmaz..
Yere nasıl bırakılırsa bırakılsın,
Dibindeki ağırlığı ve özelliği nedeniyle,
Hep kaba'sının üstüne düşmesi ve
Her dem dik kalabilmesi en önemli özelliği..
Yere bırakıldığı anda sallanmaya başladığı için
'Salla sallan dur' diyenler de vardır..
'Hacıbatmaz'dır aslında,
Hangi devirde olursa olsun,
Kimlerin döneminde olursa olsun, batmaz..
Hep üstte yüzeyde kalır, yüzergezer..
Hacıkatmaz'dır aslında,
Kendinden başkasına bi'şey katmaz, yağdan gayrı..
Mecazî anlamı da öyle,
Bulunduğu şartlar ne olursa olsun,
Her şart altında.. şahsî menfaatleri için..
Kişiliğinden tavizler vererek ayakta kalmayı..
Kendini çabucak toparlamayı becerebilen kişi..
Bir de argo anlamı var ama onu söylemeyelim şimdi..
Yumurta ve su kabağından da yapılabilen ve
Pek çok romana da konu olan bu tipleme,
Edebî dilde ve günlük konuşma dilinde
Ağırlıkla mecazî anlamıyla kullanılır..

Dediğimiz gibi aslında oyuncaktır..
Hep birileri tarafından oynanmaya hazır,
Hep birileri tarafından oynatılmaya nâzırdır..
Kendisi oynamak istese bile
Bir başkasının ipe dolaması ve yere atması şarttır..

Hacıyatmaz deyince nedense,
Aklıma hep topaç gelir.. açılımı hem 'top' hem 'aç'..
Top gibi yuvarlak.. doymayacak gibi aç..
Aşşık, misket, uçurtma, çember ve çelik-çomakla birlikte
Çocukluğumuzun lüks oyuncaklarından biridir, topaç..
Renkli, sade ve desenli çeşitleri vardır..
Çıngıraklısını da unutmayalım,
Döndükçe şıngır şıngır şıngırdar,
Kendisi eğlenmese de atanı eğlendirir..
Oynatıldığı zaman sivri ucu, yani
Kabara kısmı yerde, kaba tarafı havada döner döner..
Yanlışlıkla üzerine basıldığında basanı düşürür..
Kendiliğinden hareket etme özelliği yoktur..
Birisince önce tükürükle ıslatılan kaytan iple
Düzgünce sarılıp yere atıldı mı başlar dönmeye,
Döner de döner, fırıldak gibi..
Tek hareketi var zaten, o da dönmek..
Atan ne kadar güçlüyse o kadar iyi döner..
Kabara'sı ve zemin ne kadar kaygansa o kadar çok döner..
Şansı bol olsun diye kaba'sına çok tükürdüğümüz,
İyi dönsün diye kabara'sına tükürdüğümüz çok olmuştur..
İki temel dönme hareketi vardır:
Sağdan atılırsa sola doğru döner,
Soldan atılırsa sağa doğru döner,
Atana göre değişse de dönmektir onun işi..

Nâm-ı diğer vızıldak işte.. tek özelliği, dönmesi..
Önemini, kendisini çeviren-döndürenden alır..
Bakkalın tozlu rafında iken değeri kuruştur..
Hem eski, hem de yeni parayla..
kuruşa satın alan çocukların elinde iken
Hiç kimse için hiçbir önemi yoktur.. ancak,
Önemli bir şahsiyet eline alıp.. ipe dolayıp..
Yere atıp çevirmeye başladığı andan itibaren
Önemliymiş gibi fırdönmeye başlar..
Oyun bitip önemli şahsiyet oyundan ayrıldığında
Önemi de onunla beraber kaybolur gider..
Hey gidi günler hey, neydi o günler..!
Diye iç geçirdiğinizi hissedebiliyor, bir de,
Hey kimdi onlar! dediğinizi duyabiliyorum..

Hacıyatmaz aydınlıkta da oynar, karanlıkta da..
Gece de yatmaz, gündüz de.. uyumaz ama ayakta uyutur..
Uyur gibi yapar ama gezer, uyumazgezer'dir..
Hep öyle kötüye yormayın, iyi tarafları da vardır..
Mesela gelişimden yanadır.. gelişim dediysek, öyle
Kendini, eşi-dostunu, ülkeyi geliştirmek gibisinden değil..
Kabası yere sağlam otursun diye alt tarafını geliştirir,
Beyni pardon kabara'sı hep aynı kalır, gelişmez..
Aksine, çok döndüğü zaman
Kaba'sı pekişse ve aşınmasa da
Fazlaca aşınan kabara'sı değiştirilir..
Eskisi çıkarılır, yenisi takılır.. kabara değişir, kaba değişmez..
Kabara'nın tek özelliği kaygan ve iyi dönücü olmasıdır..
Başkaca bir önemi de değeri de yoktur, zaten..

Hayvanlar âleminde bu tiplemeye en çok uyan, kedi..
En belirgin iki özelliğinden biri nankörlük olan kedi..
İbo'nun türküsündeki nankör kedi..
Hep dört ayak üstüne düşmesi, diğer özelliği..
Bir parça ciğer için kasabın önünde,
Keyifle, durmaksızın alana kadar kuyruk sallar..
Kaptığı gibi ciğeri, vınnn.. kuytu bir yerde götürür..
Alacak gibi yapıp ciğerine el uzattın mı tırmalar elini..

Hacıyatmaz tiplemesine uyan kişi ya da kişilikler yok mu?
Olmaz mı? Böyleleri tarihte hiç eksik olmamışki..
Bugün de var, yarınlarda da hep varolacaklar..
Bi'gün.. hacıbatmaz ve hacıyatmaz tiplerin,
Batması ve hiç çıkmaması dileğiyle..

NOT:
'Hacıyatmaz' edebî tiplemesinin
Gerçek hayattaki kişilerle ilgisi bulunmamaktadır..
Bazı nüktedân dostlar, şaka olsun diye
Benzetmeye tevessül ederlerse,
Siz onlara inanmayın, e mi..!

Bu yazı toplam defa okunmuştur

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır