arzusu cennet olanlar ibrahim gadban / (PDF) insan-i kamil Abdulkerim ceyli hazretleri | sırra yolcu - seafoodplus.info

Arzusu Cennet Olanlar Ibrahim Gadban

arzusu cennet olanlar ibrahim gadban

INSAN-I seafoodplus.infoçiçek PDF

0 ratings0% found this document useful (0 votes)
views pages

Original Title

INSAN-I seafoodplus.infoçiçseafoodplus.info

Copyright

Available Formats

PDF, TXT or read online from Scribd

Share this document

Share or Embed Document

Did you find this document useful?

0 ratings0% found this document useful (0 votes)
views pages

Original Title:

INSAN-I seafoodplus.infoçiçseafoodplus.info

İ N S A N - I K Â M İ L

Çeviren

Abdulkadir AKÇİÇEK
Bu eserden beki enet
odur ki:
Salik için, en yüce re­
fikine i Tüten ola..
Ama. ince, düşünceli,
nazik, kibar arkadaş
gibi..
Abdülkerim CEYLİ
Ö N S Ö Z
Bu Eser Aziz Efendim
e m İn ij a f i z z a d e '
Scyyitt II. M. T e rlik UARPÜTİ (KUNTER)
H azretlerinin A /iz U ulm ııa A rm ağan Olsun

Muhterem Okuyucularımız,

Senelerdir beklediğiniz İNSAN I KÂMiL'i, istifadenize arz ediyoruz.


Bu muazzam eser, sizi size tanıtacaktır. Yılların değerlendirdiği bu eş­
siz eser: Yabancı gibi durduğunuz, öz varlığınızla sizi şenlendirecek, birlik
bulacaksınız; benliğinizde dirlik, düzenlik olacak, özünüzde şirkin kökü ka­
zınacak; tevhid ehli olacaksınız.

Yıllarca: Çilehanelerin gün görmez köşelerinde; gönülden gönüle açı­


lan sırları, bu eser, dilden kuiağa aktaracaktır.
*
**
İnsan, kemalini bulma yolundadır. Bu âlemin nizamı için çekilen zartı
perde aralanmak üzeredir. Onun için zahir, batın bir olmuş gibidir. Bir duy­
gusu ile, her şeyi yapma yolundadır. Bugün azını yapıyorsa, yarın mutlaka
daha fazlasını yapacaktır. Bir şeyi tutan eli, göz olacak; bir şeyi gören gözü,
kâinatı kucaklayan varlık olacaktır.

Yeryüzünde dururken; ayda uyuyanı uyandıran insan, elbette anlatıla­


nı yapma gücünü bir gün kendinde bulacaktır. Kendi özünde var olan bu
kuvve, tam manası ile fiile çıkacaktır.
Ve., şarkın flMneşi, garpta doğacaktır. Yolunu, anlatılan istikamette
alan, yüce varlığa halife insandan, artık bir şey saklanamaz.
Yüce Allah'ın:
— «Ona ruhumdan üfledim.» (15/29)
Diye anlattığı insan, öz varlığını keşif yolunda yorgun gibidir. Bu eser,
onun için yeni bir güç getirip yürüdüğü yolda; onun en ‘ «Vıyük yardımcısı
olacaktır.
o Ö WS Ö 2

Niyazî-i Mısrî Hz., nin sdylediöi bey Her bu manada nekadar gü-
zeldir:

lâh ir ü batın kamusu bir fenerdir gayrı yok;


Şem' insan oldu, fanusu cemii rnümkinât

Gezme gel, bahr ü berri kendinden iste sırrı;


Cism ü cana hükmeden gizli sultan şendedir,.

Anladınsa sen seni, bildinse can u teni;


Gayrı ne var ey gönül, can u canan şendedir..

İşte, her manada; özene bezene huzurunuza çıkan İNSAN-I KÂMİL,


anlatılan manaları siziere, açıktan da açık anlatmak için yazılmıştır.

ESERİM YAZARI

Bilindiği gibi bu eserin yazarı: Abdülkerim CEYLÎ Hz. dir.


Her nekadar elimizdeki eserin üzerinde:
— Abdülkerim CEYLÂNÎ..
Diye geçmekte ise de, birçok eserde:
CEYL
Oıarak anlatılmıştır.
Bilhassa evliya sultanı: Abdülkadir GEYLANÎ Hz, nin aziz hatırasına
tazim için, diğer eserlerde olduğu gibi: C E Y L Î olarak, yazdık.

Babasının adı: İbrahim olup, hicretin milâdın, yılında


:X^;seafoodplus.info gelmiştir.
Nekadar acaip bir durumdur ki: Vefat tarihi bilinmiyor. Halbuki, gerek
gerekse vakıa olarak: Çoğu geçen zatların vefat tarihi bilinir; doğum
tarihi bilinmez.
Büyük mutasavvıf, Kaclirî Tarikatın.*?? pı.*'; Evliya sultanı, Gavs-ü Azam
Abdülkadir seafoodplus.infoÂNÎ Hz. nin soyundan gelir. Zaten, başka tüılü olabilir mi
ki?. Aynı zatın doğduğu Bağdad'm, C E Y L kasabasında dünyaya gol
nvştir.
Tüm ömrünü ilme irfana vermiş; nice büyük zatlardan terbiye dersini
r>imış; sonunda maddesi ile manasının bir olduğunu anlamıştır.
Zamanına kadar c \ e len büyük zatların eserlerini okumuş, dilden dile
aî'/p gelen kelâmlarını incelemiştir. Böylece, şeriatı, tarikatı, hakikati, ma­
rifeti bîr eylemiş, iiâhî b»r ilhamla yoluna devam etmiştir.
INSAN-I KÂMİL 7

Kendisinin de anlattığı gibi: İbrahim CEBERTÎ Hz. onun tekâmülünü


sağlamış; mürşidi olmuştur.

Bu sayede, gönül sultanının emrine girmiş; hiç bir tesir altında kal­
madan bu eseri yazmıştır.

Bu eserin dışında; yazdığı, nice eserleri vardır; ancak, hepsinin özü


bu: İNSAN-I KÂMİL eseridir. Kalanları bundan birer damla sayılır.

ESERİN ASLI

Birçok eserde olduğu gibi, bu eserde de müellifin yazdığı nüsha eie


geçmemiştir. Mevcud olanlar: El yazması çoğaltmalar ve bazı matbu nüs­
halardır. Tercümemize esas kabul ettiğimiz de, matbu nüshalardan biridir.
Diğerlerinden faydalanmakla beraber; daima matbu nüshaları tercih âdeti-
mizdir. Birkaç elden geçip tetkik edildiği için; en az hatalı olan, matbu nüs­
halardır. Bunların hatası ancak; bazı kelime, harf veya noktalardadır. Bun­
lar da, işinin ehli için anlaşılmaz bir şey değildir.

Elimizde bulunan matbu nüsha: Hicrî , milâdî yılında Mı­
sırda Ezher matbaasında yapılan ilk baskıdır.
Eserin ismi baş sayfada şöyle geçer: EL » İNSAN'ÜL - KAMİL Fİ MA-
RIFET'İL - EV AH İRİ VEL - EVAIL.. - EVVELLERİ VE ÂHİRLERİ BİLMEK­
TE İNŞAISM KAMİL..

Eserin aslı 63 bölümdür. SON BÖLÜM de buna dahildir..


Eser, büyük ebatta, iki cilt biraradadır. Birinci cilt 80, ikinci cilt 98
sayfadır. Tamamen Arap dili ile yazılmıştır.

Baş sayfasında, eser ve müellifi için şu yazı vardır:

— Arif-i Rabbanî, Maden-i Samedanî, Seyyidî' Abdülkerim b. İbrahim


CEYLANÎ..

Allah rahmet eylesin. Amin!..

ESERİN MEVZUU

Eserin mevzuu C E Y L î Hz. nin şu az ve öz cümlesinde ifadesini


bulur;
— Yüco Hakk'ı bilip aııiama ile ilgili işlerdir.. Mülk ve melekût âlemini
anlamaya yarayan mevzulardır..
8 Ö N S Ö Z

insanın bu âleme gelişinden murad, yaratanını bilmektir, iman yolu İle


bildiğini, şehadet mertebesinca görmektir. Bu, onun için imanda kemaldir.
Üstte alman C E V L î Hz. nin cümleleri de anlatıyor ki, bu eser; insa­
na iman yolunda kemalini bulması için yardımcıdır. Bütün mesele bu yar­
dımı kabul edebilmektir.

Bunun oluşunu ise.. Abdülkerim C E Y L î Hz. şöyle dile getiriyor:

— İnsanın kemal derecesine erip ergin bir kimse olması; Allah'ı bil­
mesine bağlı olduğuna göre..

Marifet duygularının elde edilmesi gerekir..

Daha sonra, bunun kolay bir iş olmadığına işaret edip şöyle diyor:
— Marifet duygularına gelince: İlâhî bir ilhama ve onun vereceği ba­
şarıya bağlıdır.

•jt**
Anlaşıldığı gibi, eserin mevzuu: insanın kendi özünde bilkuvve var
olan kemal makamını bilfiil açığa çıkarması için yardımcıdır, fcunun bilfiil
görünmesi kolay olmadığ; gibi, göründükten sonra da, muhafazası zordur.
Bilhassa, böyle bir hale erdikten sonra sağlı sollu gelen taşlara taham­
mül edip dayanmak icab eder. Yoksa, yıllarca emek sarfı ile ele giren, bir
anda uçar gider.
İNSAN-l KÂMİL, özellikle anlatılan mevzuu güzelce işler; zâhirin ve
batının hakkını verme yolunu gösterir. Her iki kanadı da koruma yolunu
öğretir.
Daha şümullü bir mana ile, şirkin yok edilmesi ilâcının reçetesini verir.
İNSAN-l KÂMiL'de, vahdet'in ruhu dile gelir; tevhid'in sözü değil, özü
söyleşilir.
C E Y L î Hz. İNSAN-l KÂMIL'i işlerken, serd ettiği fikri, bazan bir
âyetle teyid eder. Bazan da bir hadisi delil getirir. Bazı yerlerde ise, oku
yanın şevkini artırıp mana âlemine kanat açtırmak için, eserini içli bir şiiri
ile süsler..
C E Y L î Hz. aynı zamanda, duygu altınını kelime potasında eritip
dilde süs altını yapan değerli bir şairdir.
Ancak, bu eserinde daha ziyade ilim ve mantık yolunu tutar. Hakika­
ti. Bir âyetin ve hadisin aydınlığında görür, mana dehlizinden inciler mer­
canlar sunmaya bakar..
İNSAN-l KAMİL &

Amma ehline..
Anlatmak istediğimizi daha açık bir dille, C E Y L î Hz. şöyle açık­
lar:

— Emelim o kî: Bu kitap, bu yolları taleb edenler İçin, şefkatli bir


kardeş gibi olacaktır..

Evet., böyle olması icab eder ki: Issız vahalarda kimsesiz kaldığı za­
man, onunla ünsiyet edebile..
Bu manaları işlerken:

— Amma kimlere?

Diye sorar; cevabını yine kendisi verir:

— haliyle herkese değil İman ve teslim ehli olup, bu şarabı iç­
meye ve sindirmeye güçlü olanlara..

Devam ediyor:

— Bu, öyle bir şaraptır ki: İkram sahibi olan Çan'dan gelir; emilirce-
sine içilir..
Bu, öyle bir şaraptır ki: Yoku da, varı da sarhoş eder..
Eserde işlenen mevzuların derinliğine dalana, nasibini alana mübarek
olsun.

ESERİN TERCÜM ESİ

Eski eserlerin pek çoğu tercüme edilmiştir. Matbaaların olmadığı za­


mana raslayan bu tercümeler, ya elde kalıp yapanın ölümü ile kaybolmuş;
ya, da bir kütüphanenin tozlu köşesinde çürümeye terk edilmiştir. İtina edi­
lip saklananlar h e . , dilimizin değişmesi sonucu bize yaramaz hale gelmiştir.
Bu eserin do bir iki tercümesi yapılmıştır. Bunlar, yakın zamanlarda?
yapılmasına rağmen, istifadeden uzaktır. Bazısı vukufsuzdur. Bazısı eksik­
tir. Tetkik ettiklerimiz arasında zamanımızda bize yeterli tam tercümesini
göremedik..
Ancak, yine bu yolda hizmetlerinden dolayı, hepsini şükranla karşıla­
rız. Ancak, verilen manevî vazife ve tekâmülü nazara alarak:

— Şimdiye kadar yapılan tercümelerin en iyisi budur..

Diyebilirsiniz. Yüce Allah, bize nasib etti.. Ona ha nd ederiz. Bunu bir
tahdis-i nimet olarak anlatmamızda mahzur yoktur.
10 Ö NS ö 1

Çünkü, Allah-ü Taâlâ:

— «Rabbın nimetini anlat.» (93/11)

Emrini vermiştir. Bu emri yerine getirme şerefini de biliriz.


«
**
Bu tercümede; senelerin çilesi, yılların emeği yatar.
Zira bu eser: yılından beri gönül köşemizde tahta çıkma sırasını
bekliyordu. Tahtına oturdu oturmasına ama, uğruna harcanmayan hiç bir
şey kalmadı.. Ülkeyi alan sultan gibi, herşeyi gönlünde düzenledi.

Bu tercüme yapılıp bitinceye kadar geçen zamanda olup biten hadise-


leri yazacak olsaydık; bir kaç cilt kitap olurdu.

Nice hacıların haçı koltuk altından çıktı.

Muhiddin-i Arabî Hz. nin:


— Taptığınız ilâh ayağımın altındadır.
ZL&. ■
Diye anlattığı kimseler görülüp bilindi.

İyiiik basamakları birbir çıkılırken, nice füccar güruhu görüldü ki: Hep­
si sureta Haklan görünüyorlardı.

Yandık, yakıldık. Çiğdik; piştik elhamdülillah..


c
Hâsılı: Adım atacak halimiz kalmamış olmasına rağmen, bu eseri de
sîzlere sunduk.

Bu netice için, incinen gönlümüzün alınmasını öbür âleme bırakıyo­


ruz..

Hiç kimseye bir sey denmez. Bir pül bahçesinin yetişmesi için, her
işi yapana ihtiyaç vardır; hem budayana; hem gübre koyana..

İNSAN-l KAMİL, bize onların hakkını teslim etmeyi öğretti.

BU ESERİN FAYDALARI

Bu eserin faydaların; saymakla bitiremeyiz. Daha önce de anlatıldığı


üzere: Başta, insana imanın kemali yolunda en büyük yardımcıdır. O yolda
kemale ermek İse., her şeydir. Anlatılan yolu aydınlatmak için, bu eserde
çeşitli marifet yolları öğretilir.
İNSAN-l KAMİL 11

İnsana bir başka âlemin kapısını açar.

C E Y L î Hz. bu manayı şöyle dile getiriyor:

— Bu eserden beklenen odur ki:

Safik için en yüce refikine ileten ola. Ama, ince, düşünceli, nazik, ki­
bar bir arkadaş gibi.

Bu, öyle bir arkadaştır ki: Yolunda olanı alıp götürür.


Öyle bir âleme götürür ki, ondan daha ötesi yoktur.
Acaba insana, kendini bilip tanıdığı âleme geçmesinden daha büyük
bir şey mi olur?

Bunu bulan başka ne ister ki?..

TAVSİYELERİMİZ

İNSAN I KÂMİL, anlatılanları saygı ile karşılayıp, ondan faydalanma


yolunu tutanlar için; irşad makamında yazılan bir eserdir.

Bu eserde, her nekadar cezbe, aşk, İlâhî ilhamın ağır bastığı görülür­
se de, hepsi irşad makamının cilveleri arasında sayılır. Faydalanmak İçin
onların havasına girmek icab eder. Sonunda yıktığını iyi yıkar; daha iyisini
yapar. Görülecektir ki: C E Y L î Hz. her yanın da hakkını vermiştir.
Çünkü İNSAN I KAMİL: Şeriatı, tarikatı, hakikati, marifeti besler.
Anlatılan mana icabı olarak: Tam bir kanaata varmak için, eseri sonu­
na kadar okuyunuz; tümünü,okumadan, hiç bir hüküm vermeyiniz.
Anlatılan manada C E Y L î Hz. nin şu cümlesini burada hatırlat­
mayı uygun buluruz:

— .. Bu kitaba, Kur'nn ve Resuliillah S.A. efendimizin sünneti ile te-


yici edilmeyen hiç bir şeyi almadım.

iş anlatıldığı gibi olunca; bu esere bakıp okuyandan bir dileğim var:


Şayet Kur'an'ı Kerim veya hadis i şerif dışında bir sözümü görürse., onun­
la amel etmeyi bıraksın.. Ve, o sözün, benim kasdım olmadığına, âyet i ke­
rime ve hadis-i şerifin mana mefhumu içinde olduğuna inanıp teslim olsun;
inkâr etmesin.

Taa, Allah-ü Taâlâ, o mana yolunda kendisine bir kapı açıncaya kadar..
12 ÖNSÖZ

Bu esorde anlatılan mana tadı özünda olmayana zorla bir şay anlatma-
ya kalkmayınız.
Bunlar, birer İlâhî sırdır; Allah'ın, Resulünün, evliyanın dili ve eli İle
gelen emanetidir. Bu emaneti ehli olmayana vermeyiniz.

Anladığınız bir manayı, hemen dışa atmayınız. Bu incinizi ibadet se­


defi ile besleyiniz. Zamanı gelince, siz söylemeden, hal diliniz söyler..

Eserin G İ R İ Ş kısmı ile, M U K A D D İ M E kısmını tekrar tek­


rar okuyunuz.

C E Y L I Hz. nin ifade ettiği gibi, o kısımlar eserin tümüne bedeldir,


öz manaya girmek için önemlidir.

NETİCE

Bu yeni eserimizi, size saygı ile sunuyoruz.


Size faydalı olması için hemen herşeyİ yaptık.

Tercümede, üslup ve ifade tarzının en güzelini kullandık.

Mecburî istilâhlar dışında ilim dilinden kısmen uzak; sade bir dil kul­
landık. Başbaşa konuştuğumuz gibi yazdık.

Sonra İstedik kî: içinin güzelliği kadar, dışı da hoş olsun..

Arzu ettiğimiz gibi oldu.

Elde olmayan bazı hatalar dışında, eserin hiç bir eksik yanını görme­
yeceksiniz. Elde olmayan hatalar için de, bizi bağışlayacağınızı umarız.

Ondan hiç bıkmadan, okudukça okuyacaksınız.

İNSAN-l KÂMİL'i nasibi olanlara da, inşaallah tavsiye edersiniz.

Bizleri duadan unutmayınız.


Allah'a emanet olunuz.

Abduikadir AKÇIÇEK
25 Z ilh icce
19 Ocak
BOSTANCI — İSTANBUL
İ Ç İ N D E K İ L E R
(B İR İN C İ CİLT)
Sayfa

8— ö N S ö 2 •5
II — G I R i Ş 18

III — M u k a d d i m e 35

IV — B Ö L Ü M L E R

1. B ö I ü m: Z a t 75

2. B ö I ü m : I s i m 88
3. B ö I ü m: S ı f a t
4. B ö l ü m : Ü l u h i y e t
5. B ö l ü m : A h a d i y e t

6. B ö l ü m: V a h i d i y e t

7. B ö I ü m : R a h m a n I y e t
m-

8. B ö I ü m: R ü b u b I y e t

9. B ö l ü m : A m â

B ö l ü m : T e n z i h

B ö I ü m: T e ş b I h

B ö l ü m : Fiiller tecellisi

B ö I ü m : İsimler tecellisi

B ö l ü m : Sıfatlar tecellisi

B ö l ü m : Zât tecelligâhı

B ö I ü m : H a y a t


14

B ö I ü m : I I i m

B ö I ü m : I r a d e

B ö I ü m : K u d r e t

B ö I ü m : K e I â m

B ö I ü m : S e m '


B ö I ü m : B a s a r

B ö I ü m : C e m â I

B ö I ü m : C e I â I


B ö I ü m : K e m a i

B ö l ü m : H ü v i y e t

B ö l u m ı l n n i y e t ..

B ö ! ü m : E z e I ..


B ö l ü m : Yüce Hakk'ın dünya semâsına nüzulü

B ö 1 ü m : K ı d e m ..

B ö 1 ü m : Allah'ın günleri

B ö l ü m : Salsala-i Ceres

B ö l ü m : Ümm'ül - Kitab

B ö I ü m : K u r ' a n


B ö 1 ü m : F ü r k a n

B ö I ü m : T e v r a t

B ö I ü m : 2 e b u r

B ö I ü m : I n c i I

B ö l ü m : Yüce Hakk'ın dünya semâsına nüzulü

B ö l ü m : Fatiha-i Kitab


B ö I ü m : Kitabı mestur
İNSAN-l KÂMİL 15

(İK İN C İ CİLT)

B ö l ü m : Refref-I âlâ

B ö l ü m : Şerir ve tac

B ö l ü m : Kademeyn - na'leyn

B ö I ü m : A r ş


B ö l ü m : K ü r s !

B ö I ü m : Kalem-i alâ

B ö I ü m : Levh-ü mahfuz

B ö I ü m : Sidre-i miinteha

B ö l ü m : Ruh'ül-Kudüs

B ö l ü m : Ruh adlı melek

B ö I ü m : K a I b

B ö l ü m : Akl-ı evvel

B ö I ü m : V e h m


B ö l ü m : H i m m e t

B ö S ü m: F i k i r

B ö I ü m : H a y â I

B ö I ü m : Suret i Mulıammediye

B ö I ii m : N e f s .

B ö l ü m : İnsan~ı Kâmil

B ö l ü m : Kıyamet alâmetleri

B ö l ü m : Semalar ve yerler


B ö l ü m : Sair dinler ve ibadetler

Son Bölüm : İbadetlerimiz


.

'2 ^ -XS I A

'


' :v«' - ’tf$. i'A V_ : js^II I
■H : -s u \ :

.
II

G İ R İ Ş M
GİRİŞ

Allah adı ile kaim olan o yüce zata: Hak ettiği şekilde hamd ol-
sun..
*
**

İşbu yüce Allah: Zatının hakkına ve hükmüne göre: Her kemal­


de tecellî eyledi..
Celâl beni noktasını, cemal harfleri noktasına yerleştirdi..
Hem de noksansız olarak..
*
**

Mabuda yapılan sena yolu ile, zatını övgüsünü duydu.. Nasıl


duymasın ki: Hamd eden, hamd ve hamd edilen kendisidir
*5J>
V

İşbu yüce Allah: Kayıtsız şartsız, mutlak varlığın hakikatidir..


Hak ve halk ismi ile yad edilen müsemmanın kimliği ondadır..
* *
İşbu yüce Allah: Bu zahir âlemi, Âdem sureti üzerine sınırladı.,
*

Kâinat, kelimesinin; sözünün ve lafzının manasıdır..


Bu benzeri olmayan eşsiz sanat eserlerinin suretlerine bir ruh­
tur..
*
**

Her aydınlıkta, onun cemal yüzünün nuru parlar..


Zatı için nasıl gerekilrse.. O şekilde bir cemal sahibidir.. Her iyi­
yi ve güzeli kapsamına alan bir kemale sahiptir..
*
**

ilk yaratılışa bir öz çekirdek olan cevherlerin de, bu cevherlere


sonradan ilişen arazların da hakikî yüzüne bir varlık olan zattır..
V a r lığ ın du, y o k lu ğ u n d a kim Eiğmi taşır..
Babanın da, oğulun da becı'tğî cndadtr..

* m

Sıfatları ile, cümle güzellikleri şümulüne atdu. Zatı ile, cümle


kemalleri özünde topladı..
*
*v

Güzellikleri: Safha safha, sıfatları yanaklarında kendini gös­


terir..
*
**

Zatından gelen sesle: Kayyumiyet sıfatına istikamet çizdf..


*

Durum ki, yukarıda anlatıldığı gibi oldu; sessizler konuştu:


— O, kendilerinin aynıdır..
İyilikler de kötülükler de şehadet getirdi:
— O, kendilerinin süsüdür..

İşbu yüce Allah: Sayılırda bir oldu..


Azameti ile: Ezellerin ve ebedlerin ferdiyetimi aldı.. O kadar ki:
Tenzih edilmekten yana münezzehtir..
Temsilden, teşbihten yana mukaddestir..
Birliğinde sayıya gelmez; büyüktür..
Büyüklüğüne hudud çizilemez; azizdir.,
*
*♦
Onun üzerine, bir kemmiyet ölçüsü vurulup:
— Nekadar?.
Gibi bir soru vakası olamaz..
Onun için, bir şekil ve bir keyfiyet de düşünülemez.
— Nasıl?.
Denemez.. Bir yer tahayyül edip:
— Nerede?
İNSAN I KAMİL 21

Sö*ü ©dibmez..
*
4*
İlim, onu ihatasına alamaz.. Göz, onu idrâk edemez..
*

Hayatı, hayat varlığının özüdür.. Nefesidir.. Nefsidir..


«♦
*

Zatı, sıfatların ötesinde kaim olan varlığın aynıdır..


*

En yükseklerde, onun öncülüğü görülür.. En altlarda, yine onun


önderliği vardır..
*
**

Evvellerin de, âhirlerin de aynıdır..

**£

Yüceliğine yüce kemal durumunu kabul eden bir varlıktır..


*
**

Sonsuz azametin menşei odur..


*

Onun eşyaya hayat verişi: Varlığa ilim kaynağı oluşudur.. Bilgi


merkezidir..
Onları bilmesi: Her gizliyi ve aşikâreyi görüp idrâk mahallinde
olmasıdır.. ,
Onları görmesi: Onların kelâmını baştan duymasıdır..
Onun duyması ise., zatının bir iktizasıdır..
Durum kil anlatıldığı gibidir: Onları nizama sokması hakkıdır..
*
**
Onun iradesi: Açık, parlak kelâmının merkezidir..
Kelâmı İse: Kadir sıfatının menşeidir..
Onun bekası: Ademin —yokluğun— batın durumları ile., varlığın
zuhur hüviyetidir..
22 GİRİŞ

Onun ülûhiyeti: Mabudun izzeti ile, ab.'din zilleti arasını birleş­


tirmektir..
*
*

İhata edici sıfatı ile: Ferdiyet vasfını alds..


— Ve bir oldu., tek oldu..
4=
*

Babası yoktur; oğlu yoktur; ortağı yoktur..



**

Zatını, azamet ve kibriya sıfatı ile örtüledi..


Mecid ve baha gömleğimi giydi..
*

İşbu yüce Allah: Anlatılan vasıfları icabıdır ki: Her harekette,


hareket edenle hareket etti.. Her sakin duranın sükûnu ile sakin ol­
du.. Ama hülulsüz..

Zatına ait her makamda, halkın her çeşidinde: İstediği gibi zu­
hur eder..
Hak ve halk olarak her manada sıfat aldı..
Zıdların bütün çeşidini zatı ile cem etti..
Bütün sıfatları vahicliyet sıfatı ile şümulüne aldı..
*
**

Yücedir AİLh.. hem de mukaddes.. Özellikle kendilerine ihtiyaç


duyulan zevçlerden ve ferdlerden..
Zira onun tekliği, bunlara manidir..
*
**

Onun ahadiyetîı, aynen kesretidir de..


Onun gizliliği, birleşik izdivaçlar meyamnda sayılır.. Hatta ay­
nıdır..
Tenzih sergisi, teşbih terkibinin kendisidir..
Zatında yüceliği:
İNSAN ! KÂMİL 23

— İzzet nişanına sahib..


Namının kimliğidir..
* •
**

Azametini, ilimler kavrayamaz..


Celâlinin özünü, fehimler idrâk edemez..
*

İlim sahibi: Onu idrâkten yana aczini itiraf ettk.


Akıl: Ulaşması babından onun bağına döndü.. Hem de: Ondan
ayrılıp bölünmekten yana eli boş olarak..
■-*
4>*

Gerekli olan vücub, gerekli olmayan cevaz dairesi!: Açık söyle­


nen sözlerde ve yapılan beyanların noktasındadır..
*

İmkân hüviyetinin bir yani: Gayeyi anlamak ve tam şehadet-


gâhtadır.. Bîr de: Cevherin ve arazın zarfındadır..
*

Ona dair hayat; Bazı müşahedelerin doğuşu ile başlar..


Bitkiler olsun; canlılar olsun.. O hayat eserinin inişi ile, alâmet-
'eri belirir..
*
**

Bir denizdir ki: Ulvî ruhaniyetler gelir.. Hem de, sultanın yüce
cöşküne.. Şeytanın ve hevanın düştüğü bahçeye..
*
» 4*

İman ve idrâk nurunun boyadığı, şirk ve küfür karanlığını yok


sder.
*

Hûda alnının sabahı, şaşkınlık ve âmâ gecesi; ezelin ve sonra­


dan olmuşların aynasıdır.. Azabın ve nimetin parlak nişanıdır..
*
**
Yüce Allah'ın eşyayı kuşatması: Onların zatı oluşudur..
24 G İRİ Ş

Öyle bir zat ki: Sıfatları onu kavramaktan yana güçsüzdür..


*
**

Evvelliği için, bir evvellik düşünülemez..


Âhiri için de bir son düşünülemez..
Ezelî bir kayyumdur..
Ebedî bakidir..

**

Bu varlıkta: Bir zerre dahi kıpırdayamaz.. Ancak onun arzusu,


onun kuvvetî ve onun kudreti ile kıpırdar., hareket eder., canlanır..
r* -
**

Olanı ve olacağı bilir.. İşin önünden ta, sonuna kadar..


*
**

Şehadet ederim; Allah'tan başka ilâh yoktur..


Öyle yüce bir Allah'tır ki: Bütün bu ibarelerden ötededir., üstün­
dür.. Kısaca: O, bu ibarelerle anlatılamaz..
Münezzehtir.. Mukaddestir.. Onun varlığı: Ne sarih ifade, ne
de muammalı işaretlerle anlatılabilir..
Burada: Ona delil olsun, diye yapılan her işareti: Onun hakika-
tından bir perdeyi açsın diye yazdım.. Bu da, ancak temsil yollu ol­
du..
Hangi ibare ki: Ona vardırır, ümidiyle getirildi; nice nice onu
anlatmaktan uzaktır. Ona vardıran asıl yoldan alır.. Hem de süratle..
Ve o: Zatını bildiği gibidir.. Amma, nasıl gerekli ise.. Nasıl ikti­
za ediyorsa..
Bizzat o: Her yönüyle, kemal vasfını haizdir.. Hem de yeteri ka­
dar.. Varlığına nekadar kemal vasfı gerekse o kadar..

«*

Resulüllah S.A. efendimiz için de, aynı şehadetimi tekrar ede­


rim..
Yüce Allah'tan ona salât ve selâm olsun..
İNSAN-! KAMİL 25

Şöylekis
O, âdemoğlu ferdleri arasında, yüce Hakkın zatına davet edi­
len ve vâsıl olan tek ferddir..

Allah'ın kuludur.. Kendimden önce gelen resullerin şeriatını silip,


yeni bir şeriatle gelen, Allah'ın muazzam Resulüdür..
Yeni bir şeriatle gelmeyen, kendinden önce gelen resullerin yo­
lunu izleyen nebiler arasında da: Allah'ın en çok keremine nail olan,
Allahın bir nebisidir.. Zatı iJçin belli bir ridadır; perdedir.. Zatına delâ­
let eden, üstün bir nişanıdır., alâmetidir.. Varlığına kavuşmakta en
kıdemli olandır.. Ona vardıran yolun en sağlamıdır..
Sonra o:
Hakkın zatına parlak bir aynadır..
İsimlerin ve sıfatların son derecede tecellisine bir zuhur yeri
olandır..
CEBERUT, nurlarının bir geliş yeridir.. (1)
MELEKÛT, sırlarına bir konak yeridir.. (2)
LÂHUT, hakikatlerinin toplandığı bir merkezdir.. (3)
NASUT, inceliklerinin bir kaynağıdır.. (4)
Sonra odur:
Cibril'ir) ruhu ile üfleyen..
Mikâil'in sırrı ile ihsanlar yağdıran..
Azrail'in kahrı ile yüzüp gezen..
İsrafil'in toplamasına yönelen., ilk koşan..
.. Ve odur:
Sidrelere münteha.. son yolcu., son yol ve., son yolculuk..
.. Ve isralar köşküne refref olan odur..
Hebanın da, tabîîatın da, heyulası odur..
üluhiyet atlasının felekidir..

(1) CEBERUT: Elm T alib -i M ekktye göre:


A zam et âlem idir.. Yani: İsim ve sıfa tla r âlem i..
Fakat, çoğunluk şu fikirdedir:
— Orta âlem dir.. Yani: Berzah.. Toplu o la ra k , bütün jşk riıı içinde durduğu
âlem ..
(2) MELEKUT : R uhlara ve n efislere h a s olan gayb âlem i..
(3) LAHUT: M elekiyet.. Yani: M elekler âlem i..
(4) NASUT : İn san iyet.. Yani: Bu in san lık âlem i..
26 GİRİŞ

Rübubiyet övcü burcunun bir mıntıkasıdır..


Yükseklik ve terakki övülmesinin semalarıdır..
İlmin, dirayetin güneşidir..
Kemal halinin nihayetinde, mehtap sofasının ayıdır., kameri­
dir..
Seçilme ve hidayet yolunda, yön gösteren bir yıldızdır..
Dilek hararetinin ateşidir..
Gayb ve şehadetin kİ: Görünen ve görünmeyen hayatın su­
yudur..
Rahmet ve rübubiyet nefesinde esen bir saba rüzgârıdır..
Zillet ve ubudiyet yerinin billur saksısıdır.
Seb-i mesanînin sahibi, birinci ve ikinci derecedeki füyuzat ka­
pılarının anahtarına sahiptir (1)
Cemal ve celâl sıfatlarının bir iktizası olarak: Kemal sıfatının
mazharıdır..
*
**

Hoş m anaya bir ayna, yüce nama tecelligâh;


Tatlı bir kaynaktır, kemal makamında cilvegâh..

Güzellik semasının kutbu, oranın güneşi;


Hiç de sönmez o oldukça doğuşa bir karargâh..

Tümden kemal, bir hardaldan ibaret ona göre;


Ki dağılışta onun güzelliği bir nazargâh..

**

Ona salât ve selâm..


Hallerinde yerine kaim olan ashabına da, âline de salât ve se­
lâm.. Kaldı ki: Bunlar, Resulüllah S.A. efendimizin, sözlerinde ve iş­
lerinde nöbet makamına kaim olan vekil oldular..
*
**

Şehadetimi tekrarlarım:

f i) Bu cüm lelerin, ta fsila tı: E serin YİRM İ BİRİNCİ BÖLÜMÜNÜN son kıs-
m m dadır..
İNSAN ! kamil 27

Kur'an Allah kelâmıdır.. Onun kapsamına giren manalar da


haktır..
Onu: Ruh-u emin olan Cebrail, nebilerin ve Resullerin sonuncusu
olan en büyük Peygamberin kalbine indirmiştir..
*
* *

Tekrar şehadet ederim ki:


Peygamberler haktır.. Onlara gelen kitaplar doğrudur..
Bütün bunlara iman etmek kesin olarak vaciptir..
Kabir, berzah, cızab olacaktır..
Kıyamet de gelecektir; ki ona, şüphe yoktur.. Ve Allah: Kabirde-
kileri dfriltecektir..
*
**
Tekrar şehadet ederim ki:
Cennet haktır..
Cehennem haktır..
Sırat haktır..
Neşir gününün hesabı haktır..

Tekrar şehedet ederim ki:


Allah hayrı da, şerri de diler..
Kırmak ve zorlamak, onun eli ile olur..
Hayır: Onun dileği, kudreti, rızası ve hükmü ile olur.
Şer: Onun dileği, kudreti, hükmü ile olur; ama buna rızası yok­
tur..
İyilik: Allah'ın kuvveti ve hidayeti ile olur..
Kötülük: Onun hükmü iledir.. Kulun şumluğu ve azgınlığı sebebi
ile gelir.. Edeb icabı şu manaya dikkat:
— «Sana bîr iyilik gelirse.. Allah'tandır.. Bİr kötülük İsabet eder­
se.. nefsindendir..
De ki: Hepsi Allah'tan,.» (4/79)
Vücud ondan başladı ve., omri olduğundan yine ona dönecek­
tir..
*

Besmeleyi çektik.. Allah'a hamde ettik.. Resulüllah'a salât ve se-


am getirdik.. Şehadet de getirdik..
28 GİRİŞ

Şimdi Gİ Rİ Ş kısmında anlatacağımız mevzua girebiliriz..


*
♦*
Şimdi iyi dinle;
İnsanın kemal derecesine erip ergin bir kimse olması; Allah'ı
bilmesine bağlı olduğuna güre..
Keza insanın fazileti: Cinsi izinde, onun kapsadığı manadan ka­
zancı kaderince olacağına göre..
Evet.» böyle olacağına göre: Marifet duygularının elde edilmesi
gerekir..
Tahkik sonunda elde edileceği kesin olan marifet duygularına
gelince: İlâhî bir ilhama ve onun vereceği başarıya bağlıdır..
Fakat., fakat., orası bir başka bölgedir ki, manasını şu âyet-i
kerimenin derinliğinde bulur:
— «Fm niyer telkin eden, saygıdeğer bir yerdir.. İnsanlar, onun
çevresinden uzaLîsştm hr.,» (29/68)

Amma neyle?.
Evet; neyle uzaklaştırılır?. Şununla: Bir sürü engeller ve oyalay»-
cı şeylerle..
Sonra oranın hali yerleri, sahilleri: Bir sü.ü kaya ve kaydırma-
çalarla doludur..
Denizlerine gelince: Helak ve boğulmacalarla doludur,.
Bu arada onun yolu; İnce bir kıldan daha incedir.. Keskinliğine
gelince: Keskin bir kılıçtan da keskindir..
Durum anlatıldığı gibi olunca: Yolcunun böyle bir yolda yürüye­
bilmesi.. ama tam olarak., dürüst bir şekilde İmkânsız gibidir..
*
**
Durum yukarıda arz edildiği gibi olunca, ister istemez sorula­
cak:
— Pekâlâ.. O halde bu yola nasıl girilecek?. Nasıl yürünecek?..
Ve düşüneceksiniz değil mi?.. Nitekim ben de düşündüm..
Düşündüm ve bir kitap yazdım..
*
**
Öyle bir kitap ki: Hakikat güneşi gibi parlak..
Açık, belli bîr işleme tabi tutulan ve tam bir tetkik mahsulü..
*
**
ÎNSAN-I k â m il 29

Bu eserden beklenen odur ki:


Salık için, en yüce refikine ileten ola.. Ama, ince, düşünceli, na­
zik, kibar arkadaş gibi..

4i**
Emelim o ki: Bu kitap, bu yolları taleb edenler için, şefkatli bir
kardeş gibi olacaktır..
Evet., böyle olması icab eder ki: Issız vahalarda, kimsesiz kaldı­
ğı zaman, onunla ünsiyet edebile..
Onun gizii talimgahına gire, başını onun sinesine yaslayıp kala.
Onun irfan duygusu aşılayan aydınlığı ile, sönük köşesini, bilin­
meyen karanlıklarını aydınlatmaya baka..
Bu işin başka çaresi yoktur..
*

Sebebine gelince: Artık müridlerin kalb semalarındaki cezbe


güneşleri kalmadı..
Yolcuların felek semalarında, mehtap safaları getiren mehtap
safası getiren dolunay kalmadı..
Bu yolu kasd edenlerin himmet bağlarındaki azimet yıldızları
battı..
İşte., anlatılan manaların bir icabıdır ki: O âlemin denizinde yü­
zenlerin kurtulma ümidi azaldı.. Onun sahillerinde gezenler için de,
necat ümidîi pek kalmadı..
Neden böyledir? Hepsi nasıl anlatılsın?. Anlaiılamaz; zira:

Anlatılanlar dışında menziller var yücesine;


Önemlileri: Sarmıştır dehşetler büyücesine..
Kılıçlar var ki, beyaz beyaz yeşil yeşil;
Mızraklar sanki zulüm yüklenmiştir güçlücesine..

İşbu halet içinde kitabı tamamladım: Açık biir keşif üzerine..


Ve., ondcıkî meseleleri güçlendirdim: Sağlam kaynaktan gelen
haberlerle..
30 GİRİŞ

Ve ona bir isim verdim; EL-İNSAN'ÜL-KÂMk. Fİ MARİFE-


TİL-EVAHİRİVEL-EVAİL. -EVVELLERİ VE AHİRLERİ BİLMEKTE
İNSAN I KÂMİL
*
*Ü >

Bu eseri yazarken ve yazdıktan sonra, bazı haller geçirdim ki:


Onları da burada anlatmak isterim..
Bu eserin telifine başladım.. Bazı beyanlar ve tarifler yapıyor­
dum..
Bunları yaparken, hatırıma gelen şu oldu: Bu işi bırakayım..
Bunlar birer tahkik gerektiren meseleler olması hasebiyle, saygı gös­
termek istedim.. Tetkik sonunda, bana ihsan edilenin yayımını azalt­
mak diledim..
İşbu düşünce iledir ki: Eseri parçalamak istedim. Bütün gayreti­
mi bu yola verdim..
Başladım onu darmadağın etmeye.. Sütün bölümlerin dağıttım.
Bu bahsi kapadım..
Birbirinden ayırdım; pare pare ettim.. Hiç bir işe yaramaz hale
getirdim..
*
**
Bundan sonradır ki: Onun güneşi battı; gitti.. Onun güzel yüzü­
ne hicap perdesi çekildi..
Unutulup giden bir şey oldu.. Yaramaz., hiç bir işe yaramaz
saydım..
*
**

Bir zaman sonra, işin rengi değişti.. Bir hayır olarak ortaya çık­
tı..
Böyle yazılıp dururken bîr hayır oluşu meydana çıktı..
Şu âyet-i kerimeyi okudum:
— «İnsan üzerine öyle bir zaman geçti ki: O zamanda o, anılan
bir şey değildi..»» (76/1)

Sanki yoktur hacuan ile safa arası;


Ne mekkecle yoldaşı ne seyir safası..
*
**
İMSAN-I KAMİL 31

İşte, bütün bu istihalelerden, değişen hallerden sonra.. Cenab-ı


Hak bana, bu eserin açıklanması emrini verdi..
Açıktan anlatılması gereken bölümleri ile, kapalı ifade edilme­
si gereken kısımları aydınlattı..
Ayrıca umumî bir fayda sağlayacağı yönünden vaadde de bu­
lundu..
*
**

Aldığım emirlerle vaadler, uyulması icab eden çeşittendi.. Bu


sebepledir ki;
. — Baş üstüne..
Deyip eserin, yeni şekli T'.Je telifine hemen başladım..
Anlattığı şekilde de, Cenab-ı Hakka tevekkül eyledim..
*
**

Evet.. İşte ben; Onun ezelî olan kocaman kadehi ile içirmekte­
yim.. Ama, ALİM ismi kâsesine dalıp dalıp çıkaraktan..
Ama kimlere?, haliyle herkese değil.. İman ve teslim ehli olup,
bu şarabı İçmeye ve sindirmeye güçlü olanlara..
Bu, öyle bir şaraptır ki: İkram sahibi olan candan gelir; emilir-
cesİne de İçilir..
Bu, öyle bir şaraptır ki: Yoku da, varı da sarhoş eder..

Bir geçmiş ki, bıraktı güneşi, karanlık geceyi;


SÜHA belirdi sabah aydınlandı çöz bilmeceyi.. (1)

Soyun bu vasıflardan latif bir şemaile bürün;


Am a şümullü bil, zamandaki ince kesmeceyi..

Kadehten geçersen taa, yüce menbaına kadar;


Dönersin döndükçe zaman, öğrenirsin zemzemceyi..
Ve, niceleri bağlandı kaldı süslü atkısında;
Bağlar Allah'ın mülküdür emr gösterir en yüceyi..

(1) SÜHA: Sem ada Uiiçük bir yıldızdır.. G örülm esi zor olup bazıları, oııuıı-
la fförıne güçlerini denerler..
32 GİRİŞ

Nice fakir vardır ki, sözü kendini kul eyledi;


Başladı varda yokken, öğrendi ilerlemece'/*..

Nice cahi! vardır ki, kokuları onlara vardı;


Ve., haber verdiler hem İblisceyi hem Âdemceyi..

Nice susanlar vardır ki, dinledim haberlerini;


Arşta izzet ikram gördüler ondan yücelmeceyi..
t

Onun kadehinin gözüne bir kez nazar eylesen;


Yapmazsın artık bilmediğine sürme çekmeceyi..

Bu bir nur güneş sayılır belki de gece zulmeti;


Bir yüce hayrettir ki, öğrenirsin çekişmeceyi..

Bir nurdur ama ona göz yok, ona bir ışık da yok;
Bir güzel var, yüz yok, yüz vardır neyler öpülmeceyi..

Bir burun var koku yok ve bir kokudur ki yayılmaz;


Bir şarap.. Yok bardağı ve bulmuş mühürienmeceyi..

Ey yakınlar, tutunuz onun yüce kadehlerinden;


Emniyet emelleridir yücel gör büyümeceyi..

Allah için, yüce şanı hakkına ihmal etmeyin;


Ne tad.. onu bırakan görür nedamet etmeceyi..

N'olurdu ondan tad alanlar kardeşim olsalardı;


Selâmım onlara., selâm bilir teslim etmeceyi..
*
**
GİRİŞ kısmı burada tamamlandı.. Bundan sonrası MUKADDİME
olacaktır.
M U K A D D İ M E
p'jrr^k-' :

î '«km
MUKADDİME

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adı ile başlarım..


Hamd: Tek olan Allah'a mahsustur..
Salât ve selâm: Kendisinden sonra bir peygamber gelmeyecek
olan büyük Resule..
Bu eserin meydana gelmesinden beklenen: Cenab-ı Hakkın ma­
rifeti olduğuna göre: Bize düşen, mukaddes ve yüce olan Cenab-ı
Hak üzerine konuşmak olacaktır..
Ama, önce onun isimleri yönünden gideceğiz.. Çünkü: Ona
delil olan isimleridir..
Daha sonra, vasıfları cihetine yöneleceğiz.. Çünkü: Zat-ı İlâhi­
nin kemal derecesi çeşitleri oradadır..
Kaldı ki: Cenab-ı Hakka has mahallerde, ilk zâhir olan sıfatları­
dır. Zuhurlarda, sıfattan sonra, ancak zat gelir..
Bu itibarla: Mertebe cihetinden; sıfatlar, isimlerden daha yük­
sektir..
Zat üzerine sarf edeceğimiz kelâmı: Esma ve sıfatlardan sonra­
ya bırakacağız..

**

Haliyle bu bölümdeki konuşmamız, bu âleme has oian ibarele­


rin tahammülü kadar olacaktır..
Durum böyle olunca: Konuşmalarda, sofiyenin kullanmakta ol­
duğu kelâm derecesine inmemiz gerekli olacaktır..
*
**

Bu arada bazı açıklamalar da yapacağız.. Haliyle: Lüzumlu ol­


duğu ve ihtiyaç duyulduğu yerlerde.. Ta ki: Bakıp okuyana kolay an­
lama durumu hâsıl ola..

*t

Bazı sırlara karşı da ayaktıracağız.. Ki onlar, ilmi: Kitaba yer­


leştiren zatın yazmadığı meşeleler olacaktır..
36 MUKADDİME

Kİ onİGr: Yüce Hakkı bilip anlama İle ilgili iğlerdir.. Mülk ve me-
lekût âlemini anlamaya yarayan mevzulardır..
*
* *

Bütün bunları anlatmaya çalışacağız.. Ama: Mevcud olan işa­


retli ifadelerle.. Bağlı remizleri, nükteleri ancak bu yoldan bileceğiz..
Bu arada izleyeceğimiz yol: Saklamakla, açmak arası bir ifade
tarzı olacaktır..
Bu haller içinde bir tercüman olacağız ki: Bazan yıkıp dağıtmak,
bazan da yapıp onarmak durumu meydana çıkacaktır..
Ta ki: Düşünme gücünü kendinde bulan, tam manası ile düşüne­
bilsin..
id
«•
Anlatılan manalar arasında öyleleri vardır ki: Ancak kapalı bir
ifade, ya da geniş manalı bir İşaretle anlatılabilir..
Böyle anlatılması gereken bir şey: Eğer aç*k bir şekilde anlatıla­
cak olursa., zihin kayar.. Esas mahallinden ayrılır; başka bîr yöne
gider.
Bu ise., beklenen hâsılatı getirmez., öyle ki: Arananın bulun­
ması imkânsız hale gelir..
Bu durum: İnce bir iştir.. Çoğukez, vukubulur..
Bu manayı, —Nuh'un gemisi anlatılırken geçen— şu âyet-i ke­
rime ile, daha iyi anlatabiliriz:
— «Onu, levhalar ve çivilerle yapılmışa yükledik.*»(54/13)
Görülüyor ki: Burada, gemiden söz edilmiyor.. Ve o, Nuh'u yük­
lenen, aslında: Levhalarla, çivilerle yapılan değildir.. O halde ney­
le?.. düşün..
Böyle olsaydı:
— Levhalarla, çivilerle yapılan gemiye yükledik..
Şeklînde bir ifada tarzı tercih edilirdi..
*
**

Şunu da bildirmem gerekir ki: Bu kitaba, Kur'an ve Resulüllah


S.A. efendimizin sünneti ile teyid edilmeyen hiç bir şeyi almadım..
İş, anlatıldığı gibi olunca; bu esere bakıp okuyandan bir dile­
ğim var: Şayet Kur'an-ı Kerim, veya hadis-i şerif dışında bir sözümü
İNSAN-! KAMİL 37

görürse., onunla amel etmeyi bıraksın.. Ve, o sözün, benim kasdım ol­
madığına, âyet-i kerime ve hadis-i şerifin mana maefhumu içinde
olduğuna inanıp teslim olsun; inkâr etmesin..
Taa, Allah-ü Taâlâ, o mana yolunda kendisine bir kapı açıncaya
kadar..
*
**

Burada inkâr yoluna sapmamanın ve teslim olmanın faydası şu­


dur: O anlamadığı şeyi anlama bereketinden mahrum kalmaz.. Şimdi
anlayamadığını, belki de az zaman sonra anlar..
Sebebine gelince: Bizim bu bilgilerimizden bir şeyi inkâr eden
kimse, onun aslını bilmekten yana mahrum kalır..
İşbu mahrumiyeti ise: İnkârı devam ettiği süre sürer.. Daha öteye
geçemez..
Başka yolu yoktur..
Sonra, onun vuslat tadı: Bu inkârı sebebi ile, ondan kesin olarak
Tamamen gider.. Hem de: İlk inkârı anında..
O kadar ki: Onun için, artık iman ve teslim babında başka bir
yol da kalmaz..
*
**
Burada önemli bîr hususu açıklamak isterim..
Bilesin ki: Hangi ilim olursa olsun; onu, âyet ve hadis ieyid etmi­
yorsa.. o, bir dalâlettir..
Belki de, hiç bir şey değildir..
Belki de, öyle bir şey yoktur..
Ancak bu durum: Senin o manayı değerlendiren, âyet ve hadisi
bulamadığın için meydana gelmez..
Hemerı her ilmin: Kendi özünde, âyet ve hadisle teyid edilmiş ol­
ması bir gerdektir.. Ancak, seni o ilmi anlamaktan alıkoyan, istidadı­
nın azlığıdır*. Bu halin, o ilmi anlamana engel olur..

O ilmi, kendi gücünle almaya, onunla nimetlenmeye kalkarsın..


Ne var ki, böyle bir şeye: Asla, gücün yetmeyecektir..
Bu halini anlamadığın için, sanırsın ki: O İlmî konu, âyet ve ha­
dise aykırıdır..
Şimdi sana bir tavsiye:
33 MUKADDİME

Böyle bir halle karşılaşırsan, teslim bayrağını çekmelisin., asla,


inkâr yoluna sapmamalısın..
***
Taa, yüce Allah elinden tutup seni, o ilmi anlayış makamına çı-
karıncaya kadar..
Zira bu ilim: Bir varidattır.. Geliştir.. Ama: Sence yapılan bir şey
olmadan..
T
**
Sana faydalı olacağı cihetiyle, aşağıda anlatılanları iyi dinle
Zira bu anlatılanlar, ilmin geliş yollarını gösterecektir..
Sana gelecek İlmî varidat, şu üç yönün dışında değildir..

BİRİNCİ YÖN:

Bu, bir mükâlemedir.. Karşılıklı konuşma, manasına..


Bu, senin kalbine gelir.. Fakat, Rabbanî ve melekî bîr ihtarla..
İlâhî bir anı ile.. Ondan gelen bir tahrikle..
Böyle bir halin reddine, yollar kapalıdır.. Keza inkârı da im­
kânsızdır..
Çünkü Cencı-ı Hakkın, kulları ile konuşması, onlara yaptığı ih­
barlar zatına has bir şekilde kcıbul edilmek zorundadır.. Böyle bir hali
def etmeye, kabul etmemeye, hiç bir yaratılmışın gücü yetmez., ama
hiç bir zaman..
Ancak, zihne gelen her kelâmı bu manaya almamak veya:
— Bu, Allah kelâmıdır..
Dememek için, alâmetlerini işaretlerini bilmek icab eder..
O alâmetler bildikten sonra: Duyan, mecburî bir şekilde anlar
Vö:
— Bu yüce Allah'n kelamıdır..
Der..
Meselâ: O kelâmı duyan, her yanı İle duyar.. Tepeden tırnağa
kadar.. Hiç bir şekilde o duyduğunu belli bir yöne bağlayamaz..
Bir yönden duyup, diğer yönelen duymamak olmaz..
Tek yönden duyulursa., onun, Allah kelâmı olması imkânsız
olur.. Çünkü o: Bir yöne mahsus oluyor; başka yöne geçemiyor..
İNSAN-! KAMİL 39

Görmüyor musun: Musg a.s. kendisine gelen hitabı ağaçtan din­


ledi.. ağacı dinlemedi.. O sesi hiç bir yöne bağlamadı.. Ağaca da
bağlamadı.. Çünkü ağaç bir cihettir.. Yöndür..
Evet.. Rabbanî ihtarın durumu budur..
*
**
Melekî ihtara gelince.. Kabul yönünden Rabbanî olana yakın­
dır..
Birincisi kadar kuvvete haiz değildir.. Ancak, kabul edilmesi iti­
barı yönünden zarurîdir..
Bu sırf Cenab-ı Hak'la mûkâleme değildir.. Demek oluyor ki:
Varidat yolundan, Cenab-ı Hakla vasıtasız bir konuşma değildir..
Buna, yüce Hakkın tecellileri da karışır..
özetleyelim: Her ne zaman ki, Cenab-ı Hakkın nurlarından bir
kırıntı kula tecelli oldu.. Kul: İlk anda bir ili'm sahibi olur.. Anlar ki:
O bildiği, Cenab-ı Hakkın bir nurudur..
*
*♦
Bu tecelliler değişmez.. Zata ait oluşu, sıfata ait oluşu, bilgiye
ait oluşu hiç bir şey değiştirmez. Hatta, aynı oluşu bile ayrı bir mana
taşımaz..
Hepsi odur..
Durum böyle olunca: Her ne zaman sana bir tecelli gelirse.. Ve
sen de: Onu ilk anda Cenab-ı Hakkın nuru bilirsen., amma sıfatının
nuru, amma zatının nuru.. İşte tecelli odur..
Anla..
Zira bu öyle bir ummandır ki, sahili yoktur..
*
**
Anlatılan makamın altında bir de ilham vardır.. Bunun duru­
munu da biraz açıklamak icab eder..
İlham, daha ziyade işin başında olanlar içindir..
Bîr müptedinJn, henüz işin başında olanın ilhamla amel etmesi,
ancak âyet veya hadise dayandıktan sonra olur..
Âyet ve hadiste şahitleri bulunursa.. İlâhî bîr ilham vasfını alır..
Âyet ve hadiste onu teyid eden bir mana olmadığı takdirde: İn­
kâr etmeden durmak, beklemek lâzımdır.. Daha önce de izah edildi-
diği gibi..
40 MUKADDİME

Burada, durmanın faydası: Şeytanî bir şey olup olmadığını


tam olarak tesbit edebilmektir..
Öyle ya: Şeytan müptedi olanın, henüz işin başında duranın kal­
bine bir şey atar ve onun ilham olduğunu anlatmaya çalışır..
Durup düşünmek gerekir ki: Böyle bir şey olup olmadığı sezile..
Bu arada tam ve katıksız bir yönelişle, Allah-ü Taâlâ'ya yönel­
mek icab eder..
Usulüne edebine, erkânına göre, ona tutunmak gerekir..
Taki: O âyet ve hadisle teyid edilemeyenin ne olduğunu Cenab-ı
Hak kendisine bildire..
*
**

İKİNCİ YÖN :

İlim alışın, bij yöndeki durumuna gelince..


Bu da, ehl-i sünnet ve onlara mensub olanların dilinden dökülen
ilimdir..

Bu çeşitten bir ilmin de, âyet ve hadiste şahidini ve delilini bu­


lursan; ondan murad ne ise, odur.. Daha ötesini aramamak icab
eder.. Ters bir durum meydana çıktığı takdirde kendini ondan çek­
men gerek..
O beyan edilen şeye mutlaka iman etmesi imkânsız olanlar ara­
sına gir. Zaten başka türlü de olmaz.. Sebebi de: Akıl nurunun, iman
nuruna galebe çalmış olmasıdır..
Burada da, izleyeceğin yol: İlham meselesinde izleyeceğin yol­
dur..
Durup beklemekle, teslim olmak arası bir yola gir..
*
■**

ÜÇÜNCÜ YÖN:

Bu derecedeki ilim, mutlak bir ilimdir.. Belli bir ciheti ve belli,


sabit bir durumu yoktur..
INSAINI-1 KAMİL 41

Hem kabul edilebilir; hem de kabul edilmez.. İlle de kabul edi­


lecek diye bir zorlama yoktur.. Kabul etmemek de böyle..
İşbu şekilde gelen ilim çeşidi: Mezhep dışı kalan, bidat ehli ara­
sına katılan kimselerden sadir olan ilimdir..
Aslında, bu çeşitten ilimler: Atılmıştır. Makbul sayılmazlar..
Ancak: Zirek, keskin akıllı bir kimse, kesin olarak, bütün çe­
şidi ile onları inkâr etmez.. Ama, her çeşidi ile..
O, eşit ilimlerin: Kitap ve sünnete uyan kısmını kabul eder; ki­
tap ve sünnete uymayan kısmını da reddeder.. Ama her çeşidi ile..
Onların da, hemen hepsî kıble ehli sayılır.. Aralarında, ittifak
halinde belirtilen meseleler azdır.. İster Kur'an'dan olsun; isterse ha­
disten.. Onlar, bîr yönü ile kabul edilir; bir yönü ile de kabul edil­
mez.. Hemen hepsi, aynı yönde gider..
«M>

Onların ihtilaflarına konu olan meseleler, karşılıklıdır.. Bir ma­


nayı bazan ikinci bir mana gibi göstermeye benzer.. Bu çeşitten me­
seleler, âyetlerde de gelir; hadislerde de..
Bunlardan bir tanesi, HİDAYET işidir ki, şu âyet-i kerimelerle tes-
bit edilir:
— «Sen sevdiğini HİDAYET'e erdiremezsin.. Lâkin Allah diledi­
ğini HİDAYETE erdirir..» (28/56)

— «Gerçekten sen: Doğru yola HİDAYET edersin..» (43/52)


Görülüyor ki, bu âyet-i kerimelerde, HİDAYET iki şekilde anlatı­
lıyor..
Onlardaki fikir çeşidi de bundan doğuyor..
Bir tanesî de:
— ÖNCE YARATTI..
Meselesidir.. Bunlar da şu hadis-i şeriflerin manalarında gö­
rülür:
— «Allah aklı önce yarattı..»
— «Allah kalemi önce yarattı..»
— «Ya Cabir, Allah önce Peygamberinin nurunu yarattı..»
*2 MUKADDİME

İşbu hadis-i şerifler de, ayrı ayrı düşüncelere, HİDAYET meselesi


gibi yol açıyor..
*
♦*

Bütün düşünceler bir yana; biz kendi düşüncemize bir yön ver­
meliyiz. Hiç birini, inkâr etmeden, en güzel şekle büründürmeliyiz..
Eksizste, tam ve umuma yarar bir şekilde..
İşi bu açıdan ele aldığımız zaman, anlattığımız gibi umuma ya­
rar bir mana olurca., kabul ederiz.. Ama, öbürünü de reddetmeyiz..
HİDAYET için, işimize yarayan şu fikir vardır:
— Resulüllah S.A. efendimizin elinde olmadığı anlatılan HİDA­
YET, ancak Allah'ın zatına olan HİDAYET'tir..
Resulüllah S.A. efendimizin elinde olan HİDAYET'e gelince, bu
da Cenab-ı Hakka ulaştıran yola HİDAYET'tir..
Yukarıda anlatılan üç hadİs-i şerif için ise., şu mana verilmiştir:
— Bunlardan tek şey murad edilmiştir.. Ancak, nisbet edildikleri
makama göre, ayrı ayrı sayılmıştır.
Tıpkı miraç işindeki: ESVED, LAMİ, BÜRAK gibi.. Bunların üçü
de birdir ve adi: HİBR'dir..
*
**

Bütün bu anlatılanlar, bir mesele idi.. Ve, bunları bu MUKAD­


DİME ile sana sunuyorum..
Hemen hepsini: Seni, mahcupların düştüğü vartadan çıkarmak
için yazdım..
Demek istiyorum ki:
— Çok yüzler arasından sıyrılıp tek yüzü görebilesin..
seafoodplus.info bu kitapta benim dilimden dökülen, yüce Allah'ın yürüttük­
lerine marifet hali ile eresin.. -
seafoodplus.info böylece.. Hak erleri derecesine çıkarsın..
Çıkasın., çıkasın ki: Bundan sonra, anlatılacakları rahatlıkla din-
leyesin.. Hele, İŞARET olarak aşağıda anlatılanları.
Ve., anlayasm.
*
**
INSAN-I KAMİL 43

İşte, o işaretlerden fc>iri.. Dinle, ama, itirazsız.. Anladığını kabul­


len.. Kalananı da, sonraya bırak..
Tam anlayabilmek için, özünde bir zemin hazırla..
İşte, anlatmaya başlıyorum:
Geçmişle, gelecekle bağlantısı olmayan bir vakt içinde, Cenab-ı
Hakkın huzurunda olduk.. Şarkın:

- O A R İ B m

Vasfını alan velî zatlarından biri ile..


Samediyet örtüsü ile örtünmüştü..
Ahadiyet izarına sarınmıştı..
Celâl perdesine bürünmüştü..
Güzellik ve cemal tacını da giymişti..
Kemal dili i'le selâmlaştık.. O hal o kadar güzeldi ki..
Selâmına, merhabasına karşılık verdiğim zaman: Onun meh­
tap safalı bedrinin üstünden örtüsü kayıp gitti..
Onu bir örnek ve bir nümune gibi gördüm». Evet, öyle müşahede
ettim.
Bir varlıktı; ama hükmî idi.. Hükmî idi; ama herşey? özünde oku­
nan bir kitap fihristi gibi idi.. Her şey özünde bulunan dersler man*
zumesiydi..
Güçlü olarak bir farz yoldan girdik işin içine.. Haliyle onunla..
Zira başkası yoktu arada..
Bu arada zimmet gitti; borç köleliği kalmadı., kalktı..
Bu sefer onun itibar ibresini, kendi ölçümde buldum.. Onun için
inciler dizer gibi bir nazım dizdim..
Ve., ilk anda benden: Herhangi bir şeye muhtaç olma bağları çö­
zülüp gitti.. O halimi: Şu an, mefhumunun inkisar sopası ile yararlı
hale getirdim..
Böylece, ayar saltanatım tam oldu.. Tam ölçüsünü buldu.. İşte o
zaman: Arşın Rabbı bu evde oldu..
İktidar kürsüsünü kurdum.. Onu da, itibar terazisine oturttum..
İşte o zaman: Olduğumu, olacağımı, halimi ve gelecek zama­
nımı ibretle gördüm..
44 MUKADDİME

Ama, anlattığım yüceliklerin usulünce.. O kanunlara göre..


İşte benim yolum., halim., durumum., edebim..
*
**

Ben bu halimi hayli gizledim.. Ama nekadar gizleyebilirdim


ki?..
Sonunda; Okkalar, kilolar, batmanlar bittî.. Tartacak bir ağır­
lık ölçüsü kalmadı.. İşte., bu zamana kadar gizleyebildim..
Artık onun ağırlığını tartabilecek bir dirhem kalmadı.. Onu tar­
tacak bir karşı ağırlık blunmadı..
Düşündüm, taşındım: Ağırlık zaferimi, tetkikte, incelemede bul­
dum.. Ama onu: Tahkik ayarı İle de perkittim.. güçlendirdim.. Sağla­
ma erdirdim..
Sonra ellerimi kına ile boyadım.. Gözümü uyur uyanık bir halle
de sürmeledim..
İşte o zaman: Gözümü, esastan tam olarak açtım.. Kilitleri kır­
dım..
Ve., o zaman bana:
— Nerede?..
Diye hitab etti.. Ben de:
— Arada..
Şeklînde bir lisanla cevap verdim..
İşbu halden sonradır ki: Aşağıdaki beytleri dile getirdim.. Ve
onu Nefy ile isbat, yokla var arası bir dizi şekline soktum:

Bence gerçek olan o: Yok oldu birdenbire:


Mademki varlık, teşhir edeniyim habire..

Hayal onu, taa uzaktan gördü gerçekten:


Kudret olarak varlık iktidarına göre..

Sen olamazsın kurulan bir duvardan başka;


Haznelerin var o haznedar olduğu süre..

Ben işte şu duvarım o dahi onun için;


Gizli haznedir bilirim gördüğüme göre..
m S A m KAMİL 45

Ve sen onu ellinde bâr kalıp olarak fut;


O, onun için bir ruhtur, ibretine göre..

Allah güzelliğini artırsın, zira oldu;


Yüce ilâhın cemali meşhur olduğu süre..

Parlaklıkta senden başka kaim olan yoktur;


İşi anla ki, suretlerini seyrin süre..
*

Yukarıdaki inci dizisi halindeki nazımları duyduktan sonra, ha­


limle hallendi.. Heyecan dalgamdaki mehtabı devre başladı..

Sonra., evet sonra., şu nazım beyitlleri sıraladı.. Ama hiç bir şe­
yi ifşa etmeden.. Ama ne güzel ifşa etti.. Haliyle ehline..

Saklı güzellikler dizisi örtüler de kendinden;


Yılanı ısıranı, sihri dahi görücülerden..

Sarhoşlarda tadıp şarap bir hoş surete büründü;


Sarhoşlarla ayan oldu göründü perdelerinden..

Mehtap onun hayaline girdi tamam olup aldı;


Ondaki huylardan her neki bulunmaz gibilerden..

Atlılar merkezinde kınacı nakışların gördü;


Onu yazmayı istedi başladı saç tellerinden..

Kayserin tacını giydi tebaasına uyaraktan;


Oranın mülkünde saltanat aldı çevrelerinden..

Sonra, tümden halkın mülkiyetine de sahip çıktı;


Ne varsa yeşil beyazlardan, kırmızı bitkilerden..

Onu sayılan tüm güzellikler sahibiı bildikçe;


Âmir'in bildiği Leylâ'dakine benzeyenlerden..

Onun özünde saklı duran azizlik hepten çıktı;


İç güzelliğidir neki var belli güzelliklerden..

**
43 MUKADDİME

Onun yukarıdaki tatlı hitabını dinledim; içindeki kurtuluş İfade


eden manayı da anladım..
İşte o andadır ki, olan ve olacak oldu; bunun üzerî'ne de yemin
ettim..
Bu yemin üzerine ahdine vefa gösterdi, dönmedi; bozmadı..
Yeni libasına büründü; eskilerinden soyundu..
Ve., ufuklarda cemalini göstermeye başladı..

Artık onlardan hiç bir şey, onun için olmadı. Ne ne için olabi­
lirdi. İkilik mi vardı ki: Bir şey, bir şey için olsun..
Sonra.. Akılların ve düşüncelerin uzak gördüğü her neki var;
hepsi onun bir beyanı, açıklaması babında zuhura geldi..
Sırları ve ruhları onun can evine yaklaştırdı..
Bir bereket geldî ki: Onun kuşatması için dehşetler saçtı..
Artık olduğu yerde soyundu. Bir nokta üzerinde mekân tuttu..
Sonra, kuşatma, sarma çemberini uzattıkça uzattı..
Evet, bunları yaptı.. Taki, hicab örtüsünü kaldıra..
seafoodplus.info açıktan açığa bana hitab ede..
Beklenen hitabını yaptı.. Nüzul eyledi., bana hitabını sonra yap­
tı..
Ama kim?, kendisi ile bulunduğum zat..
— Şark gariblerinden biri..
Demiştim ya.. İşte o.. Amma zâhirde o.. Batında anlattığım va­
sıfların sahibi..
Allah ona rahmet eyleye..
Şöyle söyledi:

Var veya yok, nefyedilen veya baki kalan benim;


Hissedilen, vehmedilen, yılan ve efsuncu benim..

Benim bağlanan ve çözülen, içilen hem de saki;


Hazine, fakir de benim; hallakım halkım da benim..

Kadehlerimle içme.- zira onda tiryak zehrim var;


Başka arama onu bağlamıştır bağlarım benim..
İNSAN-I KAMİL 47

Beni zimmetlerle koruma, dahi ahdimi bozma;


Varlığımı sabit kılma, yok da görme baki benim..

Ne bana bir yabancı, ne de bana uzanan göz yap;


Her neyi ki aynım; yaptın; şevklerim kaybettin benim..

Beni gördüklerinde ol, dolu kadehlerimden iç;


Çözme kuşağı belimden, giyme zıd elbisem benim..

De: Şuyum, şu değilim vasıflarımla huylarımla;


Ben, soğuğum, ama şu kalb yanar ateşimle benim..

Susuzluk benimledir, am a ceyhunda boğm am da var;


Yük aynımdir ama hiç bir yük yoktur boynumda benim..

Ağırdan ağır çekimi hafiflettim hava sakim;


Hayvanat halim anlatır, şevkim şenliğimdir benim..

O, kanatlarla bir kuştur, boyunlarla bir devedir;


Am a ne devedir ne kuş., geçen işaretim benim..

Ne göz var, ne de görmek gerçek uzanan bir sırrımdır;


Ne ecel var ne ömür, ne de fanim var, bakim bt nim..
*
**

Yukarıda geçen şiirde bir:


~ O..
Var ki, bu;
- HU..
Manasına gelir..
Bu nedir, şimdi onun üzerinde duracağız..
O: Bir cevherdir.. Mahiyettir.. Çeşitli yönleri olan, zâhirde hiç bir
belli yön çizilmeyen öz varlıktır..
İşbu varlığın kendisine ekli iki arızı vardır..
Maddî bir tabirle: Kendisine gelen.. Ya da: Kendisinde bulunan.,
iki hal..
seafoodplus.info ikinci bir mana..
O; Bir zattır., özün de özüdür.. Bunun da iki vasfı vardır ki..
48 MUKADDİME

aşağıda bu manalar iç içe anlatılacaktır.. Bulup çıkarmaya bakılma­


lı..
Biraz tafsile geçelim..
Yukarıda bahsi geçen cevherin kimliği: ,
a) İlimdir.. Bilgidir..
b) Güçtür.. Kuvvettir.. Veya, güçler ve kuvvetler.. —Bizde-
ki çeşitli kuvvetler, manasına da gelebilir..—
Belki de: Alim ve hakimdir.. Bizzat bilen, bizzat hâkim bir şekil­
de hükmünü verip sahip olandır..
Anlatılan iki vasıf, Allah'ın yüce varlığından ki sıfattır ki: Kuv- *
veler süzgecinden süzülür gelir..
Yani: Duyguların inbiğinden.. Fakat, o gelenleri kuvvelerden,
kuvveleri de onlardan ayırmak mümkün değildir..
Ayrıca burada KUVAYI: Nebatî, hayvanî nefis, insanı nefis şek­
linde almak da mümkündür.. Bunların maddî tabiri: Üçlü bir saç aya­
ğı gibidir..
İşte., meydana çıkan ilim ve hikmet bu üçlü kuvvet şeklinde çı­
kar..
* •'
**

önce ilim olarak akıp gelen duygulara parmak basalım..


Bunun hakimiyeti: Basit madde olarak görünenin, üçte bir ka­
dar nisbetini hükmü altına almasıdır..
Bu manayı kendi özünü anlatabilmek için şu iki cümleyi sarf ede­
bilirsin:
a) Madde asildir; kuvveler de parçaları..
b) Kuvveler bir yerdir; ilim de ekilen bir ekindir..

*» ’*

Tekrar ilim ve kuvvelere dönelim..


Burada ilmi iki yönlü ele almak kabildFr.. Şöyleki:
a) Kavlî ilim.. Sözde bilgi..
b) Amelî ilim.. İşte bilgi..
Sözdeki, yani: Sözle gelen ilim, bir nümuneden ve bir örnekten
İNSAN I KÂMİL 49

ibarettir ki: Bu örneği, senin, zıdlı şeylerden bir araya gelen şeklinde
bulabiliriz..
işbu hal, senin esas benliğinde saklı bir şenlikten, saklı görünen
varlığından soyunup arınmıştır..
İşteki bilgiye gelelim.. Bu sınrsız bir hikmet kaynağıdır ki: Ha­
kim bir kimse, ilmi ile faydalanmayı, o yoldan sağlar..
Ve bîr sultan : Verdiği hükümlerde, şaşırtıcı işleri başarma de­
recesine o yoldan ulaşır..
*
**

Şimdi, KUVA olarak adlandırılan duygulara gelelim.. Onun bö­


lümlerini anlatalım..

İşbu KUVA da ilim gibi iki kısma ayrılır:


a) Cümelî kuva.. Toplu, bölünmez olan duygular.. Ya da,
güçler Tek kelime ile *. Kuva, güçtür..
b) Tafsilî kuva.. Yaygın dağınık duygular.. Kuvvetler, ya da
güçler.. Görünürde böyle..

Birinci derecede geçen KUVA için: Mizacın bozuk olmaması, ta-


kib edilen usulün tam olması şarttır.. Özellikle, burada istidad önem­
lidir..
Zira, tabiatında değişiklik olan, acıyı tatlı; ya da, tatlıyı acı sa­
nabilir.. Yanlış yola sapar. Bozuk usul takib eden d~* aynı şekilde ya­
nılabilir..
Kaldı ki bir işin sıhhatli ve sağlam olması için, gelen naklin sağ­
lam olması şarttır. Kemalli, olgun ve yeterli durum ancak bu yoldan
elde edilir..
İkinci derecede geçen KUVA için : Yine bazı şartlar vardır.. Zi­
ra bunun hayal âlemi ile de, ilgisi bağlantısı vardır.. Şartlara gelince:
— Kabiliyettir..
Demek ve bu şartı başta saymak gerekir, özellikle onun bir cev­
her olması yönünden.
Ve., o cevhere bir yer olabilme cihetinden..
F.: 4
50 MUK W jT a bakar hasımca..

Böyle., bu ferahtır desem;


Karşıtındadır öfkelice..

Eğer ona korktu desem;


Ki metin durur görünce..

Yabancılık eder durur;


Hiç tanınmaz; bir bilmece..

Bir zattır ki vasfa gelmez;


Düsturları da çok yüce..

Bir güneştir aydınlatır;


Şimşekler çaktı parlakça..

Bir sözdür yayıldı böyle;


Kuşları beni aşınca..

İki zıd dahi birleşti;


Onda yoktur ayrılm aca..

Bir kaynaktır ki kaynadı;


Dalgaları da coşunca..
84 1. BÖLÜM — Z A T

Tndana zehir kesilir;


Misk olur hep koklayınca..

Alâmetleri kaybolur;
Dalana denizdir onca

*
**

Bundan sonra; o yeşil kuşun kanadına, kibrit-i ahmer mürekke­


binin kalemi ile şu satırlar yazıldı:
— Bundan sonrasına gelince..
Azamet ateştir.. İlim sudur. Kuvvetler de havadır..
Hikmet topraktır ki: Ferd, vasfını alan cevherimiz onun gerçek­
liğini bulur..
İşbu cevherin iki arazı vardır:
a) Ezel..
b) Ebed..

Aynı biçimde o cevherin iki vasfı vardır: :

a) Hak..
b) Halk..
Aynı şekilde o cevherin iki naatı —sıfatı— vardır:

a) Kıdem..
b) Hüdus..
Aynı değerde o cevherin iki adı vardır:

a) Rabb..
b) Abd..

Aynı yönde iki yüzü vardır:

a) Zâhir.. Ki, bu, dünyadır..


b) Batın.. Ki bu, âhırettir..
Aynı yoldan o cevherin iki hükmü vardır:
a) Vücub.. Varlığı gerekli olmak..
b) İmkân.. Oluşu da, olmayışı dö eşit olmak..
İNSAN I KAMİL 85

Yine o cevhere iki yönden itibar edilir:

a) Kendi özüne göre yok oluşu.. Başkası için mevcud oluşu..


b) Kendisi için var oluşu.. Başkası için de yok oluşu..

Yine o cevherin iki marifet yönü vardır;

a) önce vücubiyetini kabul etmek; sonra da selbiyeti cihe­


tine gitmek..
b) Önce selbiyeti cihetine gitmek; sonra vücubiyetini kabul
etmek.

Sonra..
O cevherin anlaşılması babında bir noktası vardır ki, çok dikkat
gerek.. Zira onda;
Bir sertlik vardır..
Onun ibareleri çözülürken, manalarından inhiraflar olabilir..
İşaretleri çözülmeye çalışılırken, dikkat başka cihete dağılabilir..
Sakın ha.. Sakın ey kuş, bu yazılanları çok iyi korupnaya bak.. O
kadar ki: Yabancı onu okumasın.
'*
•*1
O kuş, bu semalarda uçuşunu sürdürdü.. Hali: Ölüm içinde diri­
lik.. Helâk içinde beka.. Taa, topladığı kanatlarını açıp yayıncaya ka­
dar.. Kapamış olduğu gözünü açıncaya kadar..

Bir de baktı o: Kendi dışında değil.. Kendi cinsi'nden başkasına


salınmış değil..
Bir denize girmiş ki; Ondan hariç gibi..
Her nekadar ondan içmekte ise de, yine susuz; yine flçi yanık..
Ondan yana hiç bîr şey demedi.. Ama ondan bîr şey de kaybetmedi..

Mutlak kemal derecesini hakikat olarak: Kendi nefsinden ve za­


tından ibaret buldu.. Hal böyle iken; onun sıfatlarından bir sıfata da­
hî, sahî'p olamadı ki: Zat ve sıfat isimlerine hakkıyle bürüne..

Sonra o aradığı yüce varlığın bir tutulacak yeri de yok ki: İttifak,
ihtilaf hükmü ile de olsa, ona yapışıp kala.. Tam manası ile, onun sı­
fatlarından birinde mekân tuta..
86 1. BÖLÜM — Z A T

Bu işler böyle olunca, o kuşun bu tayin âleminde, kendine has


bir kemal durumu olmadı..
Uçuşunda bir kemdi durumu varsa o da, ancak kendi âleminde
ve kendine tayin edilen mahalde oluyor.. Bu durumda ise, kanatların­
da işaretli yerlerde, kendisine ancak, inhisarlı bir hal kalıyor..
Bundan sonra o kuş baktı: Aradığı yüce zatın mehtabını kendi
özünde hakikat olarak gördü,. Artık o güneş içinde doğmuştu.. Onun
nurunu söndürmeye de, güç yetiremiyordu..
Bir şey bilmez gözüktüğü halde, biliyordu..
Bir yerden göçüp gidiyordu; ama bakınca yine ilk olduğu yerde
durduğunu görüyordu..
Onun dilsiz konuşması v a r d ır ; dilli de konuşabilir..
İrfan duygusu tanıdır.. Onda bir kayganlık yoktur..
İrfan bakımından; âlem halkının irfanına sahip olduğu varlıkta,
en girginidir.. Bir açıklama olduğunda, en uzağı yine o görünür..
O irfan sahasına, halk arasında en uzak olan olduğu gibi, onla­
rın en yakın olanı yine odur..
Onun kelâm harfleri okunmaz.. Manasını anlamak ve derinliğini
kavramak güçtür..
Onun harfi üzerinde vehmi bîr nokta vardır.. Daire, onun üze­
rinde devrini tamamlamaya çalışır..
Ve noktanın özünde bir âlem yaşar.. O âlemde yuvarlak bir dai­
re gibidir..
Yine onun için, iki noktayı kasdediyorum; sözü geçen daireden
bîr nokta vardır..
O nokta ise., o dairenin umumî heyeti cüzlerinden bir cüzdür..
Daire bütünüyle, o noktanın genişlik yanlarından birindedir..
Adı geçen nokta, özünde basit; ama duruşuna göre mürekkeptir..
Zatı yönünden tektir..
Aydınlığı yönünden bir nurdur.. Bilinmeyişi ciheti ile de, zulmet­
tir.

Nice şeyler «öylendi; değil mi?. Hemen hepsi, işaret ve imalı söz­
INSAISM KAMİL 87

lerdi.. Böyle olunca: Hiç birî o yüce zatın hakikat noktasına isabet et­
mez.. Başka türlü olması da imkân dışıdır..
Zira, bu dil, onun anlatmakta lâl oldu.. Kısıldı; kaldı..
Zaman da ondan yana faydasız.. Dardır.. Sıkıştırılamaz ona; zi­
ra o da, belli bir haldedir., ölçülüdür.. Ölçülü olan, bir ölçüsüze nice
zarf olur? Kab olur?
*
**
Yücedir Allah.. Şanı büyük.. Bütün rifat dereceleri olan sultandır.
Azizdir; deyyandır..
*

Hindin bölgesinin ev eşikleri çok engellidir;


Binaları yüce, kapıları dahi şereflidir..

Onun ötesinde nice boyunlar vuruldu gitti;


O işte halk güçsüzdür, çeviremez engebelidir..

Hey., orada bir rüzgâr esecek olsa dehşetinden:


Akıllar gider, kalbler çarpar zira dehşetlidir..
2. BÖLÜM

İSİM

Burada, umumî bir ifade ile İSİM üzerinde durulacak; ona göre
mana verilecektir..

İSİM: Kendisi ile ad konan bi'r şeydir.. ,


Şöyle ki:
Fehim gözünde isim verileni gösterir..
Hayalde, o isim verilene suret verir..
Vehimde, o isim vferileni hazır eder.*
Fikirde, o isim verileni düşündürür..
Sonra isim verilen şey, adı geçtiği zaman, almış olduğu isimle ez­
berlenir..
Is?m verilen, akılda yoklanınca, yine o isimle akla gelir..
Bu isim verilen şeyin: Var olması, yok olması ile, hazırda veya
kayıp olması, İSİM durumunda bir değişiklik yapmaz..
f**
*

İsmin kemâl yönünden ilk büyüklüğü: Kendisi ile ad alan şeyin;


kendisini bilmeyene İSİM yolundan bildirmesi ile başlar..

**
İsmin, isim verilene bağlanışı, için dışa bağlanışı gibidir..
Esas mana anlatıldığı grbi olunca: İsim, kendisi ile ad alan şe*
yFn aynı olur..

**

İsimlendirilen şeyler arasında, öyleleri vardır ki, yok görünür..


Ama, kendi varlığı içinde.. Fakat, konuşulurken aldığı isimle vardır..
Buna misal: Anka-i Mağrib'dir..
Aslında o, belli bir varlık değildir.. Ancak ismi ile vardır.. İşte bu
isimdir ki: Onu bir varlık haline getirmiştir..
Yine bu isim yolundandır ki: İsim sahibi zata gerekli olan sıfatlar
bilinir..
t m & m k â m il 89

Dürüm aıniLGtiiiiaım yola girince, Esim verilen şey, bîr bcska olur;
isim çerçevesini aşar.. IsFm, isimlendirilenden başka olur..
Mssa! olarak*. Bu yolun ehli dilinde geçen: Anka-i Mağrib, mefhu­
mu mo^eberdir».
Niana bu olunca: Anka-i Mağrib üzerinde az duralım.. O nedir?.
O, öyle bir şeydir ki: Akıllardan fikirlerden uzak duran, özel du­
rumu, yapısı, nakşı ile, azameti icabı bu misal âleminde benzeri mev­
cut değildir..
— Anka-i Mağrib..
Adını alması da bu mana icabıdır..
Şimdi düşün.. Anka-i Mağrib için getirilen isim, onun için verilen
mana hükmünü kapsar mı?.. Şüphesiz kapsamaz..
Sanki o isim, analtılan mana için ona konmamıştır; külli bir hal
ile, akla uygun bir mana için konmuştur.. Özellikle varlık mertebesin­
deki rütbesi' ezberlensin diye..
Taki, böylece yok olmaya ve onun: Zatında, anlatılan hükümde
olduğunu bilesin..
İşte.. İsmin, ad olduğu yeri bu yoldan bilmek mümkündür.. Fikir
dahi, o adlananın akla uygun manasına bu yoldan girer..
*

Yukarıda nisbeten çözümü güç cümleler geçti.. Mana ağırlaştı..


Fakat sen: Bu sözlerdeki ağırlığı kaldır.. Tomurcuklar arasındaki
gülü dermeye çalış., çıkarmaya bak.. Zira, aşağıda anlatılacaklar
için lüzumludur..
*
«*

Şimdi, halk mefhumundaki Anka-i Mağrib ismi, Hak manasında­


ki Allah adı, açıları ters orantılı bir zıdlık teşkil eder..
Misal: Anka-i Mağrib adı ile adlandırılan, aldığı ada karşı kendi
özünde halk olarak yoktan ibarettir..
Allah adı ile anılan yüce zata gelince: Hak olarak sırf varlıktır..
Ancak yüce Allah adı ile, Anka-i Mağrib mefhumu arasındaki
zıdlık bir yönde kalkar.. O da: Esas varlıklarına, ancak isim yolundan
gitmek.. Şöyleki:
90 2. BÖLÜM - İ S İ M

Anka-i Mağribe, ancak isimle varılır.. Ve o: Yalnız bu itibara gö­


re mevcuttur..
Yüce Hak ise., aynı minvalde ancak isimleri ve sıfatları yolundan
vâsıl olunan bir varlıktır.. Bu yol, geniş bir alandır; Hakkın marifetine
geçmeyi mümkün kılar.. Başka türlü imkânsızdır..
Hasıl-ı kelâm: Allah-ü Taâlâ'ya vuslat için Allah ismi yolundan
başka bir yol yoktur..
*
**
Bu yüce ismi unutma, manasını bil..
, Çünkü bu ismin kazandığı bir varlığı vardır,. Bu varlığı: Hakika­
ti ile birleştiği için bulmuştur..
Durum anlatıldığı gibi olunca, yüce Allah'a varan yolu onunla
aydınlanmış olur.. İnsandaki mana büyüklüğü de, onunla mühürlen­
miş olur.. Rahmete eren kimse dahi, onunla rahman'a varır..
Bu mana açısından şöyle bir hükme varmamız mümkündür: Bir
kimse, mühürün nakşına bakar kalırsa., onun Allah ile oluşu isimde
kalır.. Ama ondaki nakşa, yazıya bakmaz da, başka yanları ile ka­
lırsa, onun da Allah ile oluşu sıfatlara dayanır..
İşbu iki halin dışında, bir başka durum vardır ki: Tam bir üstün­
lük sahibidir.. Meselâ:
Bir kimse mührü parçalarsa., isimi de, vasfı da geçmiş olur.. Böy­
le olunca da, o kimse: Yüce Allah'ın zatını bulur.. Sıfatlarını da görür..
Sıfatlar da, kendisine kapalı kalmaz..
Bu durumda, o yüce zata varan kimseye bir vazife düşür: Hak ile
halk beynini bulmak..
Bu beyni bulup birleştirmek kolaydır..
Şayet o kimse: Yıkılıp çökmek üzere olan duvarı tekrar yaparsa.,
parçalan dağılma tehlikesi geçiren mührü yapıştırır kuvvetendirirse..
olur.. İşte o zaman, olduğu âlemde kalır.. Zevkle yaşar..
.. Ve böylece onun:
— Hak ve halk..
Namları ile yad edilen iki yetimin hissesini yeterince ödemiş o-
lur. Hem de, onların erginlik çağlarında.. Hem de, her iki halin hâzine­
lerini bularaktan..
İNSAN I KÂMİL 01

Kademe kademe geçiyoruz.. Yukarıda anlatılanları bildinse.. da­


ha ötesine geçeceğiz..
Bunu da, iyi kavrayıp anlamaya gayret eyle..
Bütün noksan sıfatlardan temiz olan yüce Hak: Allah adını insa­
na bir ayna yapmıştır..
Bu manayı yüzüne baktığı zaman anlar.. Bilir.. Hem de gerçeğe
dayanan bir ilimle., özellikle:
— «Var olan Allah imiş., onunla birlikte bir şey yok imiş..»
Cümlesi ile ifade edilen mananın gerçek yüzüne geçer..
O yüze geçer geçmez, kendisine bir keşif kapısı açılır.. O keşif sa­
yesinde görür ki: x
İşitmesi, Allah'ın işîtmesi..
Görmesi, Allah'ın görmesi..
Konuşması, Allah'ın konuşması..
Hayatı, Allah'ın hayatı..
İlmi, Allah'ın ilmi..
İradesi, Allah'ın iradesi..
Kudreti, Allah'ın kudreti..
Evet., görür ve anlar ki: Kendinde bulunan bütün bu duygular,
asaleten yüce Allah'ındır..
Yine bilir kİ: Kendindeki o duyguların cümlesi; bir mecaz, bir
ariyet, emanet olqrak kendisinde..
Hem hakikat yönünde; hem de mülk olarak.. Ne varsa, hepsi
Allah'ın..
Bu manayı, bir âyet-i kerime ile açalım:
— «Allah, sizi de, yaptığınız işleri de yarattı..» (37/96)
Bîr başka yerde ise., şöyle buyuruldu:
— «Siz ancak putlara kulsunuz Böylece iftira yaratır durum­
dasınız..» (29/17)

Görülüyor ki, manalar birleşti: Kul yaratıyor; Allah yaratıyor..

Şimdi düğümü çözelim: Sanki, bir şeyi kullar yaratıyor; ne var


ki, aslında o şeyi yaratan Allahtır..
92 2. BÖLÜM - İ S İ M

Yaratma işi: Kullarda, mecaz yolu ile ve emaneten bağlanmıştır..


Ne var ki, hem mülkün sahibi oluşu, hem de tam bir bağlantı ile Al­
lah'ındır.
Derin bir mana kapısı açtık.. Daha da ineceğiz.. Dinleme ve an­
lama gücüne sahip olarak dinle..
Bütün bu anlatılanlar, bir zevk işidir.. Böyle olunca, bu yüce is­
min aynasında yüzüne bakan* bir kimse; Zevk olarak bu ilmi elde
eder..
Anlatılan zevke erdikten sonra da, o kimsede, tevhid ilmi çeşi­
dinden vahidiyet ilmi vardır..
Herkim anlatılan makama yerleşirse;
-A llah..
Diye çağırana icabet edip cevap veren olur.. Çünkü o; Allah İs­
minin mazharıdır..
Bundan sonra o kimse, bir yükselme kaydeder; yok olma duru­
mu kederini siler; İlme doğru safa seyrini, varlığı bir gerekli varlık ha­
lini alırsa., sonunda, yüce Allah onu, kıdem zuhuru ile, sonradan olma
kirinden de temizlerse.. İşte o zaman, Allah isminin aynası olur.. Buna
misal; İki aynanın karşılıklı duruşu gibidir.. Böyle olunca da, o aynada
ne yarsa., bu aynada da o olur..

Bu makama varan kimse için duanın kabul olunma ihsanı yapı­


lır.. Kim için dua ediyorsa.. Allah o duayı kabul eder.. Kime darılıyor­
sa.. Allah ona darılır.. Kimden razı ise.. Allah ondan razı olur..

Bu makamı bulan kimsede, tevhid ilmi çeşidinden, ahadiyete ka­


dar ne varsa., mevcuttur.. Ahadiyctten yukarısı değil..
Bu anlatılan makamın sahibi ile, zatî tecelliye eren kimse arasın­
da bir incelik vardır.. Şöyleki;
Bu makamın sahibi, yalnız fürkanı okur., —sıfatlar âlemini okur,
manasına alınabilir..—
Zatî tecelliye eren *nmse ise., nazil olan cümle kitapları okur..
Bu manadaki inceliği anla..
*
**
Bil..
Bu Allah ismi, bütün kemal derecelerinin temel maddesidir..
İNSAN-I KAMİL 93

Nekadar kemal derecesi varsa., hepsi bu yüce hmin kubbesi al­


tındadır.. Onun dışında hiç bir kemal derecesi bulunmaz..
Bu durum ki böyle oldu: Yüce Allah'ın kemal derecelerine bir son
olmayacağı açıktır..

Çünkü: Kendi1zatından, meydana getirdiği hangi kemal derecesi


olursa olsun; kendi gizliliğinde, ondan daha üstünü, daha temellisi
vardır.. Böyle olunca, elbette onun kemal durumunun sonunu bulma­
ya yol olamaz
Yani: Onun katında, gizli bir kemal derecesi bırakmama yönün­
den..
Bir başka kapı açalım.. Şu yoldan kî: İnsanda bu akıl yolu ile bi­
linen bir temel madde vardır.. Aynı zamanda, bu kâinatta da vardır..
Bunun bir kabiliyeti de, çeşitli görüntü suretleri açığa çıkarmaktır..
Şimdi düşün: Buradaki bir temel maddenin kabiliyetli olduğu su­
retlerin hepsini; artakalan olmamak üzere bilip bulmaya bir yol var
mıdır?.. Elbette olamaz.. Zira, hig bir şekilde onun suretlerinin sonuna
varıp:
— Bu iş burada biter..
Deyip bir idrâk noktası bulmaya imkân yoktur..
Yine düşün: Aralatılan durum, bu yaratılmışlar âleminde ki böyle-
dir; o yüce, her yönüyle büyük Hak'ta nasıl olur?.. Onun kemal dere­
celerine nasıl bfr hudud çizilir?
Bu büyük bir iştir..
Her kimeki, yüce Hakkın tecellilerinden bu yönde bir tecelli ge­
lirse.. özünü idrâkten aciz kalır ve şöyle der:
— Bir şeyi kavramaktan yana acizliği idrâk, idrâkin taa, kendisi­
dir..
Ne var ki, bu tecellinin de ötesinde bîr tecelli vardır.. Onu da
unutmamalı.
Meselâ: Yüce Hak bir kimseye, mana tecellisi içinde tecelli eder
ve ilmi cihetinden kendisinin aynı olduğunu, aynı oluşu cihetinden
hakikati bulmuş olduğunu anlatırsa., gayrı böyle bir tecelliye eren,
acizlik dili ile konuşmaz.. İdrâkten aciz o!duğunu söyleyemez.. Bu
manaya aykırı bir yöne de kayamaz..
94 2. BÖLÜM - I S I M

— Peki ne yapar?
Diyeceksiniz; anlatalım:
— Her iki tarafı da özüne çağırır..
Sebebine gelince: Onun makamı öyle bir makam olmuştur ki,
onu anlatabilmek imkânsızdır.. Zira, o: Yüce Allah'ın zatında^ en yü­
ce makama yükselmiştir..
Sen de onu ara.. O makamı iste., ondan yaya kalma; yanılma.,

***

Yukarıda anlatılan manada söylenen şu şiir nekadar güzeldir.,


Allah, söyleyene rahmet eyleye..

Allah-ü ekber,. bu deniz nekadar kabardı;


Esen fırtına ile dalgalandı inciler saçtı..

Elbiseni çıkar, ona dal, sonra bırak gayrı;


Şendeki yüzmeyi, övünülür yanı kalmadı..

Ve., öl., zira Allah denizinde ölü rahattır;


Hayatı Allah hayatı oldu, öz ömür aldı..

Şimdi, o yüce Allah ismPni bîr başka yönü ile işleyeceğiz.. Bunu
da bilmen gereklidir..
Sübhan olan yüce Hak: Allah ismini, İlâhî manaların suretine de,
ilk temel maddesi yaptı..
Cenab-ı Hakkın kendisinde, kendisi iç’rn nekadar tecellisi varsa.,
hepsi, bu Allah isminin kapsamına dahildir.. Geri kalanı sırf zulmet­
tir. Ki;
— Zatta, zatın batın yanları..
Adı verilir..
Bu yüce Allah ismi, anlatılan zulmete bi'r nurdur..,0 nurla, Ce-
nab-ı Hak kendisini görür..
.. Ve halk o nurla, Cenab-ı Hakkı bilmeye ulaşır.
Bunu da böyle bilesin..
INSAN-I k â m il 95

Biraz da, bu kelime üzerine söylenen itikad âlimlerinin fikirleri


üzerinde duracağız.. Bu yüce kelimeyi, çeşitli yönleri ile eleştirenleri
dinleyelim..
Faydalı olacağı düşüncesi ile onları iyi dinleyelim..
Mütekillim âlFmlere göre, bu yüce Allah kelimesi: üluhiyet istih­
kakı olan bir zatı anlatan sancaktır..
Evet., onların istilahında, bu yüce ismin delâlet ettiği mana bu-
dur..
Ayrıca, ulemanın bu yüce Allah isminin kelime türeyişi üzerinde
çeşitli görüşleri! var..
Bazıları der kî:
— Bu kelime dondurulmuştur.. Kendi başınadır.. Ve ona cins ola­
cak bir kök yoktur., Dolayısı ile, başka bir kelime kökünden de türe-
memiştir..
Bu görüş bizim mezhebimizin görüşüdür ki: Henüz kelimeler tü­
rememiş, türeyen kelimelerden bir şey de türememiş iken Cenab-ı Hak
bu:
— ALLAH..
Adı ile söylenir, anılırdı..
Bu yüce ismin, bazı kelime kökünden türediğine kail olanlar ise
şöyle diyor:
— Bu kelime: ELEHE YELEHÜ, kökünden gelmiştir.. Bu kelimeler
ise., aşka gelenin halini dile getirir..
Şimdi1bu aşkın manası üzerinde duruşlarına bakalım. Demek is­
tiyorlar ki:
— Anlatılan mana, yüce Hakkın geçerli iradesi üzerine; kâinatın
kendi özelliği ile, onun kulluğuna düşkünlüğü ve onun azameti önün­
de zilleti istemeleridir..

Zira kâinat, kendi oluşları icabı, kendilerine gelen Hakka kulluk


îstek, arzu ve aşkına karşı bir savunma gücüne sahip olamaz.. Demir
cinsi şeyleri'n mıknatısa can atıp içten bir yöneliş gösterdikleri gibi..
Onlar da, mıknatısın çekiciliği karşısında güçsüzdürler..
Kâinatın bu içten duyduğu Hak kulluğu aşkı, bir teşbihtir kİ:
Onun bütünüyle anlaşılması zordur.. Anlaşılamaz..
96 2. BÖLÜM — İ S İ M

Kâinatın ikinci bir teşbihi daha vardır ki: Hakkın zuhurunu ken­
disinde kabulleniridir..
Kâinatın üçüncü bir teşbihi ise.. Kendisinin Hakla halk olarak zu­
hurudur..
Kâinatın, yüce Allah'ı teşbih ediş şekli daha çoktur.. Bitmez..
Zira, kâinatın; yüce Allah'a ait her isimde bir bağlantısı vardır..
O ilâhî isme uyan biçimde teşbihini yapar..
Sayı itibarı ile, çokluğundan ötürü, hesaba kitaba sığmayan bu
teşbihlerin tümü bir dille ve bir anda Allah için yapılan teşbihlerdir..
Ve,, bu varlık âlemi ferdlerinden her birinin, yüce Aİlah ile olan
halleri bu minval üzere devam edip gider..

Anlatılan mana icabıdır ki: Yüce Allah, kelimesinin yukarıda sö­


zü geçen kelime kökünden geldiğini istidlâl eder ve derler ki:
— Eğer o, bir kelime kökünden gelmeyip de dondurulmuş, kendi
başına olup kalsaydı; anlatıldığı gibi bir tasarrufa sahib olamazdı..
Sonra, ELEHE kelimesini İLÂH, haline getirmek isteyerek şöyle
dediler:
— Bu yüce ismin kökü, ELEHE olduğu kabul edildiğine göre, ma*
bud için kullanılınca, başa bir EL, lâm-ı tarifi getirildi. O zaman EL-
ELEHE oldu.. Çok kullanılması dolayısiyle, ortadaki ELİF görünmez ha­
le getirildi ve: ALLAH, oldu..
Arab âlimlerinin bu yüce isim üzerine sözleri çoktur.. Ama teber-
rüken bu kadarını aldık.. Bu kadarını yeterli gördük..
*•
**
Burada, ALLAH lafzı üzerine bazı kelâm edilecektir.. Ayrıca, onun
harfleri üzerinde de durulup ifade ettiği manalara bakılacak..
Bu hususlar da, bilmen gereken bilgiler arasındadır..
Şöylekis
ALLAH, olarak anılan bu yüce isim, harf itibarile beşlidir.. Ama
lafızda..
Her nekadar, yazı şeklinde (LÂM) ile (HA) arasındaki (ELİF) gö­
rünmemekte ise de; lûfzan sabittir.. Lafız da, yazıya hâkim olduğuna
göre: (ELİF) i de, o harfler meyanında sayıp:
İNSAN-I KAMİL 97

— ALLAH ismi beşlidir..


Deyip kabullenmek icab eder..
*
**

Bilmen gerekli olduğundan o harflerin ifade ettiği manalar üze­


rinde duralım,.
BİRİNCİ HARF
ELİF: Haliyle baştaki elif.. İşbu harf, AHADİYET'ten ibarettir..
Ahadiyet, teklik manasına alınabilir..
Öyle bir ahadiyet ki, onda çokluk manasına gelen kesret tama­
men düşüp helâk olur.. Hangi yüzden bakılırsa, bakılsın; ondan baş­
ka varlık kalmaz..
İşbu mana:
— «Yüzünden başka her şey helake varır..» (28/88)
Meâline gelen, yüce Hak kelâmının hakikatidir..
Burada, zamir, ŞEY'e verilmektedir ki:
— Kalan, şeyin yüzü olur..
Manası çıkar.. O şeyin yüzü ise.. Özünde bulunan, özünden te­
celli eden yüce Hakkın ahadİyetidir..
Böyle olunca, her bakımdan duruma hâkim olmak, o yüze dü­
şer..
seafoodplus.info o yüz: Kesretle bir kayda bağlanamaz.. Çünkü bu manada,
kesretin hiç bir hükmü yoktur..
Şimdi manayı toplayalım:
Ahadiyet, zat tecellilerinin ilkidir.. Ama bu tecelli, zatın, kendin­
de, kendisine, kendisi ile olmaktadır..
Esas mana bu olunca: ELİF, tek başına, bu ALLAH, isminin başı­
na kondu., öyle bir teklik ki: Diğer harflerin hiç biri ile bir bağlantı
kurmadan,,
İşbu durum, doğrudan doğruya, ahadiyet makamına bir tenbih-
tir; uyarmadır..
O, öyle bir ahadiyet makamıdır ki: Ne Hakka ait vasıfların, ne
de halka dair vasıfların orada zuhuru vardır.. Çünkü o. Sırf ahadiyet-
tir.. O kadar ki: Orada, isimlerin ve sıfatların, fiillerin, mahlukatın
hiç biV hükmü yoktur..
F.: 7
98 2. BÖLÜM — İ S İ M

Tek başına değil de, yazılış itibariyle, diğer harfleri ile de, zata
işaret edilir.. Zira, hepsi onun içinde gizlidir..
ELİF, zat olunca, diğerleri de onda gizli sıfat ve onunla lakalı
olanlar olur.. Ki bu mana, aşağıda daha açık anlatılacaktır.
Meselâ: ELİF harfi, yazılı gösterildiği zaman, ELİF, LÂM, FA'dan
ibarettir,.
ELİF harfi, tek başına yazıldığı zaman, yazılış şeklini ve tek ba­
şına yazılışını da özünde toplayan zata delâlet eder..
LAM, harfi, dik kısmı ile; yüce zatın kadim sıfatlarına delâlet
eder.. Kendisinin, LÂM olduğunu anlatan kıvrık kısmı İle de, sıfatlar­
la alakalı kısımlarına delil sayılır.. Sıfatlarla ilgili kısımlar ise., zata
bağlanan kadim fiillerdir..
FA, harfinin ifade ettiği manaları ise., şu şekilde sıralamak
mümkündür:
a) Duruşu ile, yapılmış işlere delâlet edeır..
b) Başındaki noktası ile, halkın zatında var olan, Hakkın
varlığına delâlet eder..
c) Başının yuvarlak oluşu sonucu, içinin boş oluşu feyz ı
İlâhîyi kabul edişleri yönüyle halkın onda bir yer edinip sonsuzluğu­
nu kavramasına bir durak olmayacağına delâlet eder..
d) Ayrıca, yuvarlağının daire biçiminde oluşu da; mümkün
vasfını alan varlıkların sonsuzluğuna işarettir.. Zira dairenin nerede
başlayıp nerede biteceği bilinmez..
e) Ayrıca içinin boşluğu, feyiz kabulüne bir işaret mahalli­
dir.. Zira, içi boş olan; kendisini dolduracak bir şeyi kabul etrpek zo­
rundadır..
Sonra., burada bir başka husus vardır; bunu da belirtmemiz ye­
rinde olur..
İşbu husus; FA, harfinin başında duran noktadır.. Bu durumu ile
o noktanın yeri; FA harfinin yuvarlak boşluğu gibidir..
Anlatılan manaya göre, ince bir işareti burada göstermek gere­
kecek..
İşbu işaret; İnsanın ezelde aldığı emanetti»'..
Burada, emanetten kasdım:
— Kemal-i üluhiyettir.. ki bu; Yerin, göğün ve onlarda bulunan
İNSAN-I KÂMİL 99

mahlukat çeşitlerinden hiç birinin taşımaya güçlü olmadıkları emanet­


tir..
Burada bir başka husus var ki, onu da belirtmemiz yerinde olur..
Şöylekiı FA harfi, bütünüyle ele alındığı zaman, içi boş başın­
dan başka noktaya yer yer olacak bir kısım yoktur..
İşbu baş kısım ise., insandan ibarettir.. Çünkü insan, bu âlemin
reisidir..
Üstte anlatılan mana icabıdır ki, Resulüllah S.A. efendimizin şu
hadis-İ şerifi rivayet edilmiştir:
— «Ya Cabir, Allah'ın önce yarattığı peygamberimin ruhudur..»
Bu manadan anlaşılıyor ki: İnsan, yaratılışta bir önceliğe sahip­
tir.
Aynı şekilde yazarın elindeki kalem, FA harfini yazmaya başla­
dığı zaman: Boş yuvarlağını yapmaya öncelik verir.
Gerek bu son sözlerden, gerekse öncekilerden hâsıl olan mana
şudur; Yüce Hakkın ahadiyeti; isimler, sıfatlar, etkisine aldığı diğer
şeyler, mahlukatından hemen her şeyin hükmünü kendi özünde gizler..
Durum anlatıldığı gibi olunca., zatî sıfatından başka baki kalan
olmaz.. Bu sıfattan da bir başka yönüyle:
— AHADİYET..
Diye bahsedilir..
*

Bu yüce ALLAH ismi, üzerıVıe, açık ibare ile; buradakinden daha


fazla:
— El-Kehf'ü Ver-Rakim-Fi Şerh-i Bismillahirrahmanirrahim,.
Adlı eserimizde hayli kelâm ettik.. Orada bulunup okunmalıdır;
faydalı olur..
*
**

İKİNCİ HARF

LÂM: Bu harf, Allah isminden, birinci Lâm'dır.. Elif'ten sonra,


ikinci sırayı alır..
Bu, celâl sıfatından ibarettir..
2. BÖLÜM - İ Ş İ M

Anlatılan mana icabıdır İdî Eliften sonra geldi.. Kısmen onunla


bitişti.. Böyle olması gerekir; çüiîküst Celâl sıfatı, tecellîler derecesinin
en yükseğidir.. Cemal sıfatından daha öndedir.. Bu fikrimizi teyid
eden bîr hadis-i şerif vardır.. Hemen arz edelim:
— «Azamet gömleğimdir kibriya cübbemdir..»
Bu kudsî hadis anlatıyor ki: Bir şahsa en yakın olan şey, gömlek
ve cübbedir..
Şimdi sabit o!du: Celâl sıfatı, yakınlık itibariyle, cemal sıfatın­
dan daha yakındır..
Celâl sıfatının bu yakınlığı:
— «Rahmetim gazabımı geçti..»

Meâline alınan kudsî hadisindeki manayı bozmaz.. Çünkü ge


çen rahmet umum ve şümul şartıdır.. Böyle bir umum?yet ise Celâl
sıfatına aittir..
Nisbeten kapalı geçen üstteki ifadeyi daha iyi anlamak için, aşa­
ğıdaki cümlelere dikkat et; bi! ve anla..
Vahidiyet, şeklinde de anlatılan cemal sıfatı: Zuhur yönünde tam
kemalini bulduğu; ya da anlatılan kemal haline yaklaştığı zaman,
onun adi:
— Celal..
Olur.. Onun böyle oluşu, kuvvetli ve saltanatlı zuhurundan ötü­
rüdür.. Cemal sıfatındaki rahmet mefhumu, şümulu ile sonucu işte bu
celâldir..
*

ÜÇÜNCÜ HARF

LAM: bu harf de, Allah İsm'.ıîn ikinci lâmıdır..


İşte bu harf, yüce ve sübhan olan Hakkın bütün zuhur yerlerin­
de, mutlak geçerli olan cemal sıfatından ibarettir..
Cemal sıfatı bütünüyle, iki vasfa dönüktür:
a) İlim..
b) Lütuf..
İÎMSAN-I KAMİL

Aynı şekilde celâl sıfatı da, iki vasfa dönüktür:


a) Azamet..
b) İktidar..
Cemal sıfatında sayılan iki vasfın sonucu, celâl sıfatının iki vas­
fında birleşir.. Böyle olunca da: Cemal ve celâl bir sıfat haline gelir.
Bu manada şöyle söylendi;
— Halka zâhir olan cemal sıfatı celâl sıfatının cemal cihetinden
başka değildir.. Aynı şekilde onlara zâhir olan celâl ise, ancak celâl
sıfatından cemal sayılır. Sebebine gelince:; Peşpeşe gidişleri, birinin
diğeri için gerekli olduğudur..
Cemal ve celâl sıfatlarının tecellisi için bir misal olmak üzere:
güneşle tan yerinin ağarması ile başlayan fecir vaktini getirebiliriz.
Fecir, güneşin doğmasına bir başlangıçtır.. Güneş tam doğuncaya ka­
dar kalır..
Bu misalden cemal ile celâl sıfatı arasında bir bağlantı kurmak
isteyince:
— Fecrin cemal olduğunu; güneşin de tam aydınlatıcı vasfı ile,
celâl olduğunu..
Bir benzetme yolundan söyleyebiliriz.. Düşün ki, o tam aydınlık
fecrinden başlayıp geldi.. Fecir ise, aydınlığı güneşten aldı..
İşte:
— Celâlin cemali, cemalin
1
celâl?..
Demekteki mana budur..
Bu bahsi biraz daha açalım.»
Bahsi edilmekte olan bu ikinci LÂM, yazılışı itibari ile üç harften
ibarettir: LÂM, ELİF, MİM.. Ebced hesabı ile bu üç harfin sayı topla­
mı YETMİŞ BİR eder..
işbu sayı: Yüce Hakkın sarındığı ve halkı ile arasına gerdiği per­
delerdir..
Nitekim bu mana, şu hadis-i şerifle kuvvetle bulur:

— «Gerçekten, Allah'ın nurdan ve zulmetten yetmiş küsur per­


desi vardır.. Onları açacak olsa., yüzünün güzelliğinden, gözünün
gördüğü yere kadar ne varsa yanar..»
Bu hadis-i şerifte geçen:
2. BÖLÜM - İ S İ M

— «Nur..»
Cemal sıfatıdır..
— «Zulmet..»
İse, celâldir..
Bu hadis-i şerifin anlatmak istediği bir mana şudur:
— O makama varan kimsenin, ne kendisi kalır; ne de izi..
İşbu halin adına, tasavvuf ehli zatlar.
— MAHK (1) ve SAHK (2)..
Derler.. '
Sözü geçen harfin sayılardan her sayısı: Yüce Hakkın zatını
halkından gizlediği mertebelerden bir mertebeye işaret eder..

Ve., o hicab mertebelerinden her mertebe içm, yine bin perde


vardır..
O mertebe çeşitlerinden, biri izzet mertebesidir.. Bunun da ilk
perdesi: İnsanın bu kevn âlemindeki bağıdır.. Bu bağın dahi, bin yü­
zü vardır.. Bu yüzlerden her birinin de bir perdesi vardır.. Kalan per­
deler de buna göredir..
*
**

Burada kasdımız: Kısa kesmektir.. Eğer böyle olmasaydı; onla­


rın şerhini yapardık.. Hem de en tam şekli ile..

Onları anlatırdık: Eksiksiz, bütün özelliği ve fazilet toplamları­


nın tümü ile..
***

DÖRDÜNCÜ HARF

ELİF: Bu harf, Allah isminin dördüncü harfi ve ikinci ELİF'idir..

Burada bu harfe, ifade etmek istediği seafoodplus.info verilecektir. Üze­


rinde durulacaktır..

(1) MAHK: Kul vücudunun yüce Ilakk’ın zâtında fena bulmasıdır.


(2) SAIIK: Kul kendi varlığından geçip ondan tamamen uzaklaşmasıdır.
İNSAN-I KÂMİL

Bu harf, yazı şeklinde görülmez.. Ama okunurken, söylenirken,


ikinci lama med olması yönünden bellidir., vardır.. Bunun adına:
— Kemal ELİFİ..
Denir.. Ama bir kaplayıcı nitelik taşıyan kemal.. O kadar ki: O-
nun ne bir sonu, ne de bitimi için sınır vardır..
Onun sınırsız oluşunun işareti: Yazıda görünmeyîp^ düşmüş ol­
masıdır.. Böyle bir şeyin de, kendisini tam idrâk mümkün olamaya­
cağı gibi, izini bulabilmek dahi zordur..
Okunurken, var oluşu da şu manaya işarettir: Kemal durumu­
nun öz varlık hakikati yüce ve münezzeh Hakkın zatında gizlidir..
Yukarıda kısaca yapılan izahtan şu manayı çıkarabiliriz:
— Allah ehli, kâmil ismini alan kimse, daha mükemmel olma yö­
nünden daima: Yüce münezzeh Hakta ve onun cemal sıfatı tecelli­
sinde terakki eder.. Yükselir.. Hiç bir şekilde, bu tecelli kesilmez.. Pe­
şe peşe gelir.. İlerleyiş yönünden, son gelen ön gelenden yüksektir..
Bir kaidedir: İkinci, birinciyi de toplar.. Böyle olunca da, her ye­
ni tecelli bir yükselmedir..
üstteki açıklamamızı, tahkik ehli âlimlerin aşağıdaki sözleriyle
teyid edebiliriz..
Derler ki:
— Âlem, her an, her nefes bir yükselme kaydeder.. Zira, o anlar
ve nefesler Hakkın tecelli eseridir.. Böyle bîr şey ise., terakki sayılır..
Bu fikirden de anlaşılıyor ki: Bu âlemin, daima terakkide olması
lâzımgelir..
Ancak, burada bir incelik vardır.. Onun üzerinde biraz durmak
isterim..
Anlatılan terakki durumuna bakarak:.
— Her noksandan münezzeh ve her bakımdan yüce olan Hak­
kın da terakki etmekte olduğunu..
Söylediğin zaman, meramın Hakkın halktaki zuhuru olursa., bu
oldu.. Aksi halde, Cenab-ı İlâhî bahsinde buyurulan:
— «Yüce Allah, artıp eksiltmekten yana münezzehtir..»
Manasına gelen hadis-i şerifi vardır ki; Onun zatı için bir yüksel­
me mevzuu asla olamaz..
2. BÖLÜM — İ S İ M

Zira o; Zatında olduğu gibidir.. Yaratılmışların vasfına bürün­


mekten yana tam olarak münezzehtir..

BEŞİNCİ HARF

HA: Bu harf, başta da anlatıldığı gibi, yüce ALLAH isminin BE­


ŞİNCİ ve son harfidir..
Burada onun ifade ettiği manalar üzerinde duracağız..
Burada, HA harfi Hakkın kimliğine işarettir..
İşbu Hakkın kimliği ise., bu insanın öz varlığıdır..
İhlâs suresinin baş âyetini burada zikretmek yerinde olur..
Allah-ü Teâiâ şöyle buyurdu:
— «De ki: O, ahad olan Allah'tır..» (/1)
Burada:
— «De ki:»
Kelimesinin muhatabı, Resulüllah S.A. efendimizdir..
— «O..»
Zamiri ise., insanı gösterir..
Bu mananın böyle olduğu, aşağıda beyan edilecek delillerle de
anlaşılacaktır..
—* «O**»
Manasına gelen (HÜVE) kelimesindeki HA:
— «De ki:»
Emrinin failine işarettir ki:
— O, sensin,.
Demektir..
Bu, bövledii; ba^ka türlü olamaz.. Çünkü, adı geçmeyen bir
şeye zamirin bağlanması usuide yoktur..
— «Hüve..»
Zamiri gaiba işarettir.. Muhatabdan evvel, bir gaib de geçme­
diğine göre, muhaiab gaib yerine oturtulur..
in s a n -i k â m il

Bu mana, beyan ilminde; İltifat, olarak kabul edilir ki, yapılan


hitabın tek başına hazır olana değil; hem hazıra, hem de gaibe işa­
rettir.. '
Hitabda, hazır ve gaib aynı durumdadır..
— «Ateşe karşı durduruldukları zaman bir görsen..» (6/27)
Mealine gelen âyet-i kerimedeki;
— «Görsen..»
Kelimesine de muhatab, sadece Resulüllah S.A. efendimiz değil,
bütün görenlerdir..
***
Ayrıca, HA harfinin yuvarlak oluşu; Hakka ve halka nisbet edi­
len varlık çarkının insan üzerinde döndüğüne işarettir..

Bu misal âleminde insan; HA, ile kendisine işaret edilen daire


gibidir.. Anlatılan manayı iyi anladıktan sonra, dilediğin gibi konu­
şabilirsin..
İstersen şöyle söyle:
— Daire Hak'tır.. İçindeki boşluk ise., halk..
Dilersen, şöyle söyle:
— Daire halktır.. İçindeki boşluk ise.. Hak'tır..
Çünkü o: Hem Hak'tır; hem de halk..

İnsanın yapmakta olduğu iş emrine gelince, onun içinde;


— Onun emri ilham ile olmaktadır..
Diyebilirsin.. Çünkü, bu iş emrinde insan; şu iki devre arasında­
dır:
a) O, mahluktur; kulluk ve acizliği vardır..
b) O, rahman sureti üzerinedir,* kemal ve izzet sahibidir..
Aşağıda arz edeceğimiz âyet-i kerimeler, anlatmak istediğimiz
manaları teyid babında önemlidir:
— «Ve Allah, o velidir..» (42/9)
Bu âyet-i kerimede geçen:
— «Veli..»
Kelimesi :
— Insan-ı Kâmil..
2. BÖLÜM — İ S İ M

Demektir.. Bu insan-ı kâmil hakkında ise, şu âyet-i kerimede


işaret vardır;
— «Anlayınız ki; Allah'ın veli kullarına korku yoktur.. Ve onlar,
mahzun da olmazlar..» (10/12)

Bu mana, bir gerçektir.. Çünkü, onun için korku ve hüzün mu­


haldir.. Hatta buna benzer şeyler de Allah için muhaldir.. Sebebine
gelince:
— «O, veli ve hamiddir..» (42/28)
Âyet-i kerimesi, yüce Allah'ı ve insan-ı kâmili anlatma babın­
da açıktır..
Aynı manada şu âyet-i kerimeyi alabiliriz:
— «Allah, o velidir.. Ölüleri o diriltir ve o: Her şeye kadirdir..»
(42/9)
Bu âyet-i kerimedeki*.
— «O..»
Zamiri veliye aittir.. O, Haktır.. Halka bağlanan suretlerle suret
bulur.. Yahut böyle değildir de: İlâhî manalarla tahakkuk eden halk­
tır..

Hâsılı: Durum r*o olursa olsun; her hal ve takdirde., her söz ve
ikrarda o: Hem noksan, hem de kemal sıfatları özünde toplar.. Yani:
O yüce güneş nuruyla, yer varlığını aydınlatmaktadır.. Yer, odur;
gök odur.

Anlatılan manalar üzerine şu beytleri söyledim*.


İki cihanda da mülk benimdir görmem onlarda;
Gayrım yok ki, fazlını dileyen ve korkan darda..

Evvelimden evvel yoktur ki, katılayım ona;


Sonumdan son yok ki koşam ona has manalarda..

Kemal çeşitlerine nail oldum gerçekten ben;


Tümden celâller cemaliyim ancak ben o varda..
İNSAN-I KAMİL

Sonra», nekadar görürsen maden, bitki çeşidi


Ve., hayvanatın ünsiyet ettiği huyda, arda..

Nekadar görürsen, unsur ve tabiat cinsinden;


Asıldan bir toz, koku, olarak ilk oluşlarda..

Nekadar görürsen, denizlerden ve sahralardan;


Ağaç cinsi, ya da tepe başı yüce yukarda..

Nekadar görürsen, manevî suret çeşidinden;


Hem de göze hoş gelenin bütünü canlı varda..

Nekadar görürsen, fikir ve hayaldekilerden;


Akıldan, nefisten, kalbden ve ne ki var bunlarda..

Nekadar görürsen, meleklere has yapılardan;


Ve., neyi ki var İblis ve hempasının nazarda..

Nekadar görürsen, beşerde olan isteklerden;


Tabiat icabı, ya da Hak için ihsanlarda..

Nekadar görürsen, önceki ve sonrakilerden;


Sonra bir kavme gitmiş sarılıp da kalmış orda..

Nekadar görürsen, seyid ve seyidlik taslayan;


Ve aşık ki, kalmış leylâsından esen rüzgârda..

Nekadar görürsen, tüm arşından ve çevresinden;


Kürsüsü veya refrefden ki azizdir yukarda..

Nekadar görürsen, parlak görünen yıldızlardan;


Aden cennetinden, ne hoştur kalmak buralarda..

Nekadar görürsen, sonu gösteren pâk ağaçtan;


Ve bir zil ki çalar çilenin dolduğu anlarda..

İşte., benimdir hep, tümden makamımdır oralar;


O değil, tecelli edeniyim hakikatlarda..
3. BÖLÜM - SIFAT

Düşün, halkın rabbı, hem de onların efendisi;


Zatım müsemması tüm isimdir o kalanlarda..

Mülk benim, mebkût benim, dokurum iş işlerim;


Gayb benim ceberut gücümledir kuruluşlarda..

Şimdi dikkat et, anlattıklarım ın hepsinde ben;


Zattan anlattım, mevlâya kulum her hal ü kâıda..

Hem fakirim, hem hakirim, düşkünüm ve zelilim;


Günahlara esirim, bağlı kaldım hatalarda..

Ey saygı değer o Arab-ı kiram ve onlar kî;


Sardı onları şaşkınlık, hoş melce olsalar da..

Ziyaretinize geldim, suçlarım anğım dır;


Şefaatçim de sîzsiniz bence umulanlarda..

Ey efendim, baştan sona kemal olan yüce zrst;


Yoluna koşmaya kurbanım işte., yücel orda..

Âlemlerin şeyhi aşkına, hep şeyhleri için;


Bir nur aşkına ki parlar kâmilleri sarar da..

Selâmım size, gecenin ve gündüzün tümünde; ,


Eklensin buna geçtikçe zaman, tahiyatlar da..
3. BÖLÜM
SIFAT

Burada, umumî bir ifade ile SIFAT üzerinde durulacak; ona göre
mana verilecektir..
Sıfatı, özet olarak şöyle anlatabiliriz;
— SIFAT; Her hang? bir şekli ile tavsif edilen bir şeyin durumunu
sana ulaştıran bir şeydin.
özet olarak:
SIFAT, bir şeyi özel hali ile bilmeyi, fehmine ulaştıran bir şekil­
dir..
SIFAT, bir şeyin sana göre şekillenmesini sağlayan bir vasıftır..
SIFAT, bir şeyin, vehminde toplanmasını temin eden anlatılış
tarzıdır..
SIFAT, bir şeyi fikrinde aydınlatan izah şeklidir..
SIFAT, bir şeyi aklına yakın bir şekle getiren bir ifade yönüdür..
İşte., bütün bu anlatılanlar, sıfatın tarifidir.. Bunları anladıktan
sonradır ki; Anlatılan bir şeyi1 , kendine has şekli ile bilirsin.. Ne oldu­
ğunu zevk yolu ile anlarsın..
İşbu anlayış sonunda ise., bir kıyas yoluna gidersin..
Sana anlatılan şeyi, özünde bir ölçüye vurur bakarsın;
a) İnsan tabiatı, yaratılışı, karakteri ona karşı meyle müsa­
it midir?. Anlatılan şeyde, insanın meylinin kabul ede­
cek bir durum var mıdır?..
Böyle bir durum varsa., şüphesiz tab'an, o şeye yönelmek müm­
kündür.. Ona meyledilir; yanaşılır..
b) O şeyde, insan tabiatına zıd bir şey var mıdır?. Bir nef­
ret uyandırıyor mu?.. Böyle bir durumdaysa., şüphesiz o şeye tabiat
icabı yönelmek mümkün değildir.. Ondan kaçılır..
Bu manayı iyi anla..
Sonra., iyi düşün ve zevk halfne getir ki: Her halini, cümle du­
rumunu, rahmanın mühürcüsü, kulağına doldura; üstüne de mührü
basa..
3. BÖLÜM - SIFAT

Anlatılanı bir kabuk say.. Olmaya ki, bu kabuk sana engel ola..
Sonra, Öze varamayasın.. Kabuğu, daima özü saklayan bir perde bil­
meli; yeri gelince de içine girmeli..
Kaldı ki, sözde kalmak, dahi idrâk yüzünü kapatır..
***
Sonra..
SIFAT, kendisi ile sıfatlara bağlıdır..
Üstteki cümlenin izahlı açıklamasını şöyle yapabiliriz:
— Sen, senden başkasının sıfatları ile sıfat alamazsın.. Kendi
öz adın, lakabın vasfı ile de bir sıfat sahibi olamazsın..
Hülâsa: Onlardan hiç bir şey alamazsın; ta ki: Vasfı edilen şeyin
aynısı sen olduğunu bîlİnceye kadar..
Böyleki oldu: Vasfedilen şeyin aynısı olursun..
Ama, yukarıda da anlatıldığı gibi, sözde değil; hakikatte.. Çün­
kü söz kabuktur; perdedir..
Kabuğu parçalar, perdeyi aralar, öze varırsan., bizzat bilen sen
olduğunu görecek manası ili bilirsen., işte o zaman, bilgi sana bağ­
lanır..
Bunun böyle olması zarurîdir.. Daha fazla tekide, manayı güç­
lendirmek için delile ihtiyaç yoktur..
Çünkü sıfat: O sıfatı alanın bağlısıdır.. Ona tabidir..
Sıfat alanın bulunduğu yerde sıfat vardır.. Onun olmayışı İle de
yok olur..
4**
Arab dili üzerinde ihtisası olan bilginlere göre, sıfat iki türlü­
dür:
a) Sifat-ı fazaİliye..
b) Sıfat-ı fazıliye..
Sifat-ı fazailiye: İran ın zatı ile, esas varlığı ile ilgili sıfatlardır..
Meselâ: Hayat..
Sıfot-ı fazıliye: İnsanla bağlantılıdır; ama ondan ayrı da olabi­
lir. Meeslâ: Kerem sahibi olmak, iyilik etmek vb. vasıflar..
Bu bahsi burada keselim; Cenab-ı Hakkın sıfatlarına dönelfm*.
İNSAN-I KÂMİL

Muhakkik vasfını alan âlimler demiştir ki:


— Yüce Hakkın isimleri iki kısımdır..
Burada:
— İsimler..
Şeklinde ifade edilen mana vasıftır.. Nehiv âlimlerine göre,
isimlere:
— Esam-i Nuutiye..
Tabir edilir..
BİRİNCİ KISIM : Bunlar Cenab-ı Hakkın zatına bağlanan isimler­
dir».
Meselâ: Ahad, Vahid, Ferd, Samed, Azim, Heyy, Aziz, Kebir,
/vAuteâl vb. isimler..
İKİNCİ KISIM : Bunlar, Cenab-ı Hakkın sıfatlarına bağlanan
isimlerdir.
Meselâ: İlim ve kudret..
—-Nefsiye..
Tabir edilen, muti ve hallak isimleri ile:
— Ef'aliye*.
Tabir edilen dîğer isimler de bu kısma bağlanır ki, hemen hep*
s î , Cenab-ı Hakkın sıfatlarına bağlı isimlerdir,.
*
**
Bütün İlâhî sıfatlarda yapılan vasfın kökü: Yüce Allah'ın RAH­
MAN ismine dayanır..
Çünkü rahman ismi, şümulü ve kapsamı dolayısiyle, ALLAH is­
minin mukabilidir.. Aralarında fark şudur:
a) RAHMAN; Toplu ve umumî bir mana ifade ettiği için,
vasıfların zuhur yeridir..
b) AliLAH: Sadece isme mazhardır..
**
Burada, RAHMAN sıfatı üzerinde biraz duralım.. Bilmen gere­
ken husus vardır; öğrenmeye çalış..
Rahman sıfatu Tam kemali ve şumulü icabı; var olma yönün­
den yüce zal mertebesini gösterir.. Bu mertebede halka nazar olma
dığından: Rahman sıfatında bir noksanlık görülmez..
ALLAH ismi: Vacib'ül-vücud olan zata işarettir,.
3. BÖLÜM - SIFAT

Şöyleki: Hakka nisbet edilen kemal şümulü ile, halka nisbet


edilen noksanları da kapsamına alır..
Çünkü:
a) Allah, umumî bir mana ifade eder..
b) Rahman sıfatı ise., hususî bir mana ifade eder..
Bu manayı daha açık anlatmak isterim.. Esas kasdım şudur:
Rahman ismi, cümle İlâhî kemalleri özünde toplar.. Onun özelliği bu­
radadır..
Allah ismi ise., hem hakkı, hem de halkı şümulüne alır.
İş anlatıldığı gibi olunca: Rahman ismi, kemal vasfını alan ke-
malli durumlarından birine tahsis edilince, rahman isminin manası,
o kemale uyan bir isme geçer..
Meselâ: Rabb, melik vb. isimler gibi.. Bu türden isimler sınırlı­
dır. Ancak vasfından aldığı mertebenin manasını anlatır.. Rahman
ismi böyle değildir..
Çünkü: Rahman isminden anlaşılan mana; bütün kemalleri top
layıcı bir vasfq sahib olmaktır.. Kaldı ki, bu isim, yukarıda kısmen
izah edildiği gibi: Cümle sıfatları Özünde toplar.. Onların hepsine bir
asildir..
*
Sıfat üzerine devam edelim.. Bu arada bazı zatların fikirlerini
alalım..
Öğrenmeye çalış..
Tahkik ehli bîr zata göre.* Sıfat tam manası ile kavranamaz..
Çünkü sonu yoktur.. Ama zat, böyle değildir; kavranabilir..
— Şu Allah'ın zatıdır..
Denir ve idrâk edilip kavranır; ama kemal iktizaları İcabı, sıfat
idrâk edilemez.. Kavranamaz.-
Meselâ: Bîr kimseyi, umumî bir durumu ile tanımak; ama onun
ne gibi vasıflara sahib olduğunu ve neler yapacağını tam kestîreme-
mek gibi..
Zira, kemal: Allah'ın zatı itibarı ile açıktır:
— Şöyledir..
Dîye kestirilir.. Ama, sıfatları cihetine gidince, kestirilemez..
Burada bir misal vermek yerinde olacak.. Şöyleki:
İNSAN-I KÂMİL

Bir kul/ bu kevnî mertebeden yükselir; kudsî mertebeye geçip,


ondan kendisine gelen bir keşif olursa, bilir ki: İşte, Allah'ın zatı ken­
di zatının aynıdır.. Böylece, zatı idrâk etmiş olur..
Resulüllah S.A. efendimizin şu hadis-i şerifi bu manayadır:
— «Bir kimse ki, nefsini bildi; gerçekten Rabını bilen o oldu..»
Bundan sonra ,o kula kalan: Zat için gerekli sıfatları bilmektir..
Bu, bilinmesi gereken sıfatlar, o zat-ı İlâhiye tam manasıyle
Hak olan ve özünü büründürdüğü vasıflardan ibarettir..
Böyle bir bilgiye İse., o kul için idrâk yolu yoktur..
Bîr misal olmak üzere ilim sıfatını ele alalım.. Diyelim ki:
— O kul, ilim sıfatını aldı..
Peki bütün dallarije bu ilim sıfatını nasıl kavrasın.. Elbette kav-
rayamaz.. Ancak, kalbine o ilim sıfatından inen miktarı bilir.. Mese-
lâ: . ; . ; ; ,i
Bu varlıkta nekadar insan vardır? Bunu bildikten sonra, o in­
sanların isimlerini tek tek bilmek kalır..
O isimleri bildiğini kabul eddim.. Bu sefer onların şekillerini
bilmek kalır..
Hadi, şekillerini de bildr diyelim.. Bu sefer kendilerini tek tek
tanıması, bir bir görmesi ve hallerini anlaması, bilmesi gerekir..
Hatta daha başka şeyleri de bilmesi icab eder..
İşte, kalan sıfatlar da böyledir.. Onların da durumu tek tek ay­
nı şekildedir..
İşbu durum gösteriyor ki, sıfatların hiçbirini detayları ile idrâk
etmek mümkün değildir..
Ancak, toplu yoldan bilinir ki; o da zat cihetinden gelir; zatını
idrâk edişi icabı bilinir.. Ve bundan da eksik bir şey kalmaz..

ibrahim gadban

kendisi hakkında pek bilgi sahibi olmasam da sohbetlerini keyifle dinlediğim bir hoca.

akıcı bir dili ve insanın dikkatini dağıtmadan kendisini dinlettirebilen bir üslubu var. genelde +40 dakikalık sohbetlerini "arzusu cennet olanlar" adlı youtube kanalında yayınlıyorlar. içerik olarak bayağı geniş yelpazeye sahip olsa da benim en çok dikkatimi çeken sohbetleri kardeşlik üzerine olan sohbetleri. bu hoca, kardeşliğe ve müslümanların güçlü bağlar kurmasına özel olarak önem veriyor gibi. iyiki de veriyor çünkü sohbetlerini dinlerken her ne kadar arkadaşı olmayan biri de olsam müslümanların birbirlerine bağlı ve sorumlu olduğu aklıma geliyor ve iyi hissediyorum.

sohbetlerinde kuran, hadis /sünnet ve selefin kaynaklarını kullanıyor bu da bana güven veriyor. örneklerini yer yer seleften, yer yer kurandan veriyor. yer yer de kendi örneklerini vererek anlatımını kuvvetlendiriyor. kendisini genel olarak böyle yorumlayabilirim. ben faydasını görüyorum.

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir