infak ile ilgili kıssalar / İNFAK - TDV İslâm Ansiklopedisi

Infak Ile Ilgili Kıssalar

infak ile ilgili kıssalar

İnfak İle İlgili Güzel Bir Kıssa

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır.Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.

İslâmiyet cemiyet içerisinde yaşanan bir dindir. İslâm toplumunda hak ve sorumluluklar esastır. Toplum içerisinde farklı kesimlerin yakınlaşmasını, zenginlerle fakirler arasında köprü kurulmasını, hiyerarşik cemiyet yapısını değil dayanışma rûhunu esas alan bir toplum modelini geliştirmiştir.1 Kur’ân-ı Kerîm ve hadîs-i şeriflerde en çok teşvîk edilen ve fazîletinden en çok bahsedilen ibâdet, infaktır. Kullarına olan lütfu sonucu Allah infak ve hayır yollarını geniş tutmuş ve kolaylaştırmıştır. Bu anlayışla Peygamber Efendimiz (sav), bir kimsenin sevap umarak âilesinin nafakası için harcadığı malının,2 diktiği ağaçtan yenen meyvelerin, malından çalınan ve eksiltilen şeylerin onun için sadaka olacağını müjdelemiştir.3 Dünyâ malı hiç gözünde olmayan Peygamber Efendimiz (sav), infak konusunda insanların en eli açık olanı idi. O’nun bu yönünü Enes (ra) şöyle anlatmaktadır:

“Peygamber Efendimiz, İslâm için kendisinden ne istenirse onu mutlaka verirdi. Hele bir keresinde yanına gelen birisine iki dağ arasını dolduran bir koyun sürüsü vermişti… Adam kabîlesine dönünce:

– Ey milletim! (Koşun,) Müslüman olun! Çünkü Muhammed, fakirlik ve ihtiyaç korkusu duymadan çok büyük ikram ve ihsanlarda bulunuyor, dedi.

Kimileri, sırf dünyâlık elde etmek için Müslüman olurlardı. Fakat çok geçmeden Müslümanlık onların gözünde, dünyâdan ve üzerindeki her şeyden daha değerli bir hâle gelirdi.”4

Medîneli Müslümanlardan bir kısmı Peygamber Efendimiz’den (sav) bir şeyler istediler. O da verdi. Sonra yine istediler. Efendimiz, elindekiler bitinceye kadar verdi. Verebileceği şeyler tükenince, onlara şöyle hitâb etti: “Yanımda bir şey olsaydı, sizden esirgemez, verirdim. Kim dilenmekten çekinir ve iffetli davranırsa, Allâh onun iffetini artırır. Kim tok gözlü olmak isterse, Allâh onu başkalarına muhtaç olmaktan kurtarır. Kim de sabretmeye gayret ederse, Allâh ona sabır verir. Hiçbir kimseye, sabırdan daha hayırlı ve büyük bir lütufta bulunulmamıştır.”5

İmam Bûsirî Kasîde-i Bürde’sinde Peygamber Efendimiz’in (sav) infak husûsiyetini şu şekilde ifâde etmektedir: “Bizim peygamberimiz iyiliği emreden ve kötülüğü nehyedendir. Fakat «hayır»ı da «evet»i de ondan daha tatlı söyleyen başka bir kimse yoktur.”

Peygamber Efendimiz (sav) aslî ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra, fazla olan malını biriktirmeden ihtiyaç sâhiplerine verirdi. Âhiret zengini olabilmek için ihtiyaç fazlası malın, fakirlere ve darda kalmışlara bir an önce ulaştırılmasını arzulardı. Zîrâ o: “Ey âdemoğlu! İhtiyâcından fazla olan malını sadaka vermen, senin için hayırlıdır. Eğer vermeyip elinde tutarsan, senin için kötüdür. Yeterli miktarda mala sâhip olmaktan dolayı, Allâh katında sorumlu tutulmazsın. İnfâka, bakmakla yükümlü olduklarından başla! Zîrâ veren el, alan elden üstündür.”6 buyurarak âhiretini düşünen ve hesâbının kolay olmasını isteyen kimselerin “veren el” olmalarını tavsiye ederdi. Çünkü âhiret için, infâk kadar bereketli bir hazırlık yoktur. Arap edebiyâtının ustalarından biri olan Harîrî, infâk ederek âhiret hazırlığı yapmak isteyenlere, acele davranmalarını söyleyerek şöyle hitâb eder:

“Ey kürkler içinde salınan servet sâhipleri! Kime dünyâlık verildiyse muhtaçlara dağıtsın ve gücü yetenler elinden gelen yardımı esirgemesin. Zîrâ dünyâ gaddardır, zaman vefâsızdır. Kuvvet ve kudret bir rüyâya, fırsat da yaz bulutuna benzer. Vallâhi ben, çok kere kışı, bütün ihtiyaçlarını tedârik ederek karşılar, o gelmeden önce gereken şeyleri hazırlardım.”

Peygamber Efendimiz’in (sav) infak yolunda ve hayır işlerinde ne denli acele ettiğini, hayırda yarışmayı tavsiye ettiğini Ukbe b. Hâris (ra) şu şekilde ifâde etmektedir: “Bir keresinde, Medîne’de İki Cihân Güneşi Efendimiz’in arkasında ikindi namazı kılmıştım. Rasûl-i Ekrem Efendimiz, selâm verip namazı bitirdi ve sür’atle yerinden kalktı. Safları yararak hanımlarından birinin odasına gitti. Cemâat, onun bu telâşından endîşe ettiler. Sevgili Peygamberimiz kısa bir müddet sonra döndü. Ashâbının meraklanmış olduğunu gördü ve davranışının sebebini açıklayarak: ‘Odamızda biraz altın olduğunu hatırladım da beni (hayırda acele etmekten) alıkoymasını istemedim ve derhal dağıtılmasını emrettim’ buyurdu.”7

Peygamber Efendimiz (sav) ihtiyaç sâhiplerini kendine tercîh eder ve onlara infâkta bulunurdu. Muhtaç olduğu hâlinden açıkça belli olan kimseleri görünce, Peygamber Efendimiz’in (sav) rahmet dolu yüreğinin hiç dayanamadığını, onların yaralarını sarmak için çırpındığını Cerir b. Abdullâh (ra) şöyle anlatmaktadır: “Bir gün erken vakitlerde Peygamber Efendimiz’in (sav) huzûrunda idik. O esnâda Mudar kabîlesinden, kaplan derisine benzeyen alaca çizgili elbise ve abalarını delerek başlarından geçirmiş, neredeyse çıplak vaziyette olan, kılıçlarını kuşanmış bir topluluk çıkageldi. Onları bu derece fakir görünce Efendimiz’in yüzünün rengi değişti. Hemen eve girdi. Sonra da çıkıp Bilâl’e ezân okumasını emretti, o da okudu. Sonra Bilâl kâmet getirdi ve Efendimiz namaz kıldırdı. Akabinde bir hutbe irâd ederek şu âyet-i kerîmeyi okudu: ‘Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan, ondan eşini var eden ve ikisinden pek çok kadın ve erkek meydana getiren Rabbinize hürmetsizlikten sakının. Allâh şüphesiz hepinizi görüp gözetmektedir’ (Nisâ 4/1).Sonra da Haşr sûresinin sonundaki şu âyeti okudu: ‘Ey îmân edenler! Allâh’tan korkun, herkes yarın için ne hazırladığına baksın!’ (Haşr 59/18) Daha sonra: ‘Her bir ferd, altınından, gümüşünden, elbisesinden, bir ölçek bile olsa buğdayından, hurmasından sadaka versin. Hattâ yarım hurma bile olsa sadaka versin!’ buyurdu. Bunun üzerine Ensâr’dan bir adam, ağırlığından dolayı neredeyse kaldırmaktan âciz kaldığı, hattâ kaldıramadığı bir torba getirdi. Ahâlî birbiri peşine sökün edip sıraya girmişti. Sonunda yiyecek ve giyecekten iki yığın oluştuğunu gördüm. Baktım ki Resûl-i Ekrem Efendimiz’in yüzü gülüyor, sanki altın gibi parlıyordu.”8

Peygamber Efendimiz’in irtihâli öncesindeki rahatsızlığı günlerinde evinde bir miktar para bulunuyordu. Hz. Âişe Annemiz’den bunları fakirlere dağıtmasını istemişti. Âişe Annemiz hastalık ânının sıkıntısından onları henüz fakirlere dağıtamamıştı. Baygınlığı geçip ayıldığı zaman Peygamber Efendimiz:

“– Dînarları ne yaptın? Fakirlere dağıttın mı?” diye sordu. Hz. Âişe:

Hayır! Vallâhi Sen’in hastalığın beni meşgûl etti! dedi. Peygamberimiz onları isteyip getirtti, avucuna aldı ve:

“– Bu dînarlar yanında bulunduğu halde ölüp Allâh’a kavuşacak olursa, Allâh’ın Peygamberi Muhammed’in hâli nice olur?!” buyurdu. Onların hepsini Ensâr fakirlerinden beş ev halkına bölüştürdükten sonra:

“– İşte şimdi rahatladım!” buyurdu ve tekrar uyudu.”9

Bu rivâyet çerçevesinde İmam Kastallânî şu değerlendirmeyi yapmaktadır: “Âlemlerin Rabbi olan Allâh Teâlâ’nın Habîbi, peygamberlerin en yücesi, geçmişteki ve gelecekteki kusurları bağışlanmış bulunan Resûlullâh (sav) böyle düşünürse, üzerlerinde Müslümanların kanları ve kendilerine harâm olan malları bulunduğu halde Allâh’a kavuşanların halleri nasıl olur, bir düşün!”10

Allâh’ın (cc) kullarını koruyup kollayan, ihtiyaç sâhiplerine destek olan, toplum içerisinde gariplerin yuvasını yapan hayırsever kullarına Allah (cc), fazlından verdikçe verir, rızkını ummadığı yerden lütfeder. Peygamber Efendimiz (sav) yeminle söyleyerek sadaka vermekle kulun malının eksilmeyeceğini söylemektedir.11 İnfâk edenlerin malı eksilmez, infâk edenin yuvasında bolluk ve bereket hâsıl olur. Cömertliği, fedâkârlığı ve infak ahlâkıyla tanınan Kays b. Sel’ (ra) kendi mânevî tecrübesinden şu şekilde bahsetmektedir:

“Kardeşlerim, malımı saçıp savurduğumu ve bol bol dağıttığımı söyleyek beni Allâh Resûlü’ne şikâyet ettiler. Ben:

– Yâ Resûlallâh! Hurmalardan payıma düşeni alıyor, Allâh yolunda ve berâberimde bulunan kimselere infâk ediyorum, dedim. Efendimiz göğsüme vurdu ve üç kez:

‘İnfâk et ki Allâh da sana infâk etsin!’ buyurdu. Bu hâdiseden sonra, Allâh yolunda bir savaşa katılmak üzere yola çıktığımda, diğerleri yaya giderken benim hem binitim vardı hem de onların en varlıklısıydım.”12

İnfak kültüründe esas olan samîmiyyet ve ihlâstır. İnfak ehlinin en önemli özelliği Allah yolunda harcaması, riyâ, süm’a ve gösterişten uzak olmasıdır. Yaptığı infak, verdiği sadaka, yaptığı hayırlar Allah (cc) için verilir, sağ elin verdiğini sol eli duymayacak şekilde verir. Bu gerçeği ifâde sadedinde bir defasında Peygamber Efendimiz (sav), yeryüzünün yaratılışından bahsetmiş ve dağların onu sağlamlaştırmak üzere dikildiğini söylemişti. Melekler dağlardan daha güçlü bir şey olup olmadığını Cenâb-ı Hakk’a sorduklarında Allah Teâlâ, sırasıyla demiri, ondan daha güçlü olarak ateşi, daha sonra suyu, son olarak da rüzgârı yarattığını belirtti. Bütün bunlardan daha güçlü olarak da insanı yarattığını bildirerek şöyle buyurdu: “Eğer o, sağ eliyle sadaka verir ve bunu sol eli görmeyecek kadar gizlerse, bunların hepsinden daha güçlü olur.” buyurdu.13

Allah rızâsı için sadaka veren ve infakta bulunan kimsenin hiçbir zaman mahrum kalmayacağını, Allâh’ın (cc) çok değişik ikram ve lûtuflarıyla karşılaşacağını, infâkın mala bereket getirdiğini Peygamber Efendimiz şöyle açıklamıştır:

“Sahrâda yolculuk yapmakta olan bir adam, bu esnâda semâdaki bir buluttan ‘Falanın bahçesini sula!’ diye bir ses duydu. Bundan sonra o bulut, kara taşlık bir yere saptı ve oraya suyunu boşalttı. Adam, suyun tamâmının bir derede toplandığını hayretle gördü ve suyu tâkîb etti. Bir de baktı ki, adamın biri, elindeki kürekle suyu oraya buraya çevirerek bahçesini suluyor. Ona:

– Ey Allâh’ın kulu! Adın nedir? diye sordu. Adam, daha önce buluttan duyduğu ismi söyledi, peşinden de:

– Ey Allâh’ın kulu! Adımı niçin soruyorsun? dedi. O da:

– Ben şu suyu yağdıran buluttan, senin adını vererek, «Falanın bahçesini sula!» diye bir ses duymuştum da onun için sordum. Sen ne yapıyorsun ki bu lutfa mazhar oldun? dedi. Bahçe sâhibi:

– Mâdem ki merâk ediyorsun söyleyeyim. Ben bu bahçenin ürününü hesâb ederim; üçte birini sadaka olarak dağıtırım, üçte birini çoluk-çocuğumla birlikte yerim, üçte birini de tohumluk olarak ayırırım, dedi.”14

Bu bahtiyâr zât sırf cömertliği sâyesinde, çöl gibi suyun çok az bulunduğu bir yerde Cenâb-ı Hakk’ın (cc) eşsiz lutfu sâyesinde, müstesnâ bir şekilde bahçesini sulayabilmekte ve bereketli mahsûller elde edebilmektedir.

Sadaka ve zekât, ilâhî rahmeti harekete geçirmesi sebebiyle Allâh Teâlâ’nın gazabını söndürür, cimrilik için takdîr olunan âhiret azâbını affettirir ve semâ sâkinlerinin o kula hayır duâ etmelerini sağlar. Bu duâlar bereketiyle kul, hüsn-i hâtime ile âhirete göç etme bahtiyarlığına nâil olur. Peygamber Efendimiz (sav): “Sadaka, Rabbin öfkesini söndürür ve kötü ölümü bertarâf eder.”15 hadisleriyle bu gerçeği ifâde etmiştir.

Peygamber Efendimiz (sav) bir taraftan infâkı teşvîk ederken, öte yandan da dilenciliği şiddetle yasaklamış, dünyâ ve âhiretteki zararlarını bildirmiştir. Bu sebeple ümmetinin iffetli ve sabırlı olmalarını tavsiye etmiştir.

İnfâkın en güzel ve en kazançlı şeklini Peygamber Efendimiz’e (sav) soran ashâb-ı kirâm:

– Ey Allâh’ın Resûlü! Hangi sadakanın sevâbı daha büyüktür? diye sordu. Peygamber Efendimiz de:

– “Güçlü-kuvvetliyken, sıhhatin yerindeyken, cimriliğin üzerindeyken, fakir düşmekten endişe etmekteyken ve daha büyük zengin olmayı düşlerken verdiğin sadakanın sevâbı daha büyüktür. Bu işi can boğaza gelip de; ‘Falana şu kadar, filana bu kadar.’ demeye bırakma! Zaten o mal, artık vârislerden şunun veya bunun olmuştur.”16 buyurarak sıkıntılı anlarda verilen sadakanın, rahat ve bolluk zamanlarında, gelecek endişesi yokken verilenden daha kıymetli olduğunu ifâde etmiştir.

Peygamber Efendimiz (sav), ashâbına cömert olmalarını ve sıkıntı duymadan rahatça mallarını vermelerini öğretmiş ve: “İnfâk et, bol bol ver, malını sayıp durma! Böyle yaparsan Allah da sana karşı nîmetini sayıp esirger. Paranı çömlekte saklama, Allâh da senden saklar.”17 buyurarak cimri kimselerin bu yaptıkları hareketin kendilerine zarar verdiğini anlatmıştır.

Hudeybiye’de Kureyş müşrikleriyle yapılan muâhede gereğince, bir yıl sonra yapılacak Umre’nin zamânı gelmişti. Yedinci yılın Zilkâde ayı girince Efendimiz, Hudeybiye seferine katılanların tamâmının umreye hazırlanmalarını emretti. Halka da hazırlık yapmaları için seslenildi. Civârdan gelip de o sırada Medîne’de bulunan Araplar:

– Vallâhi yâ Resûlallâh, bizim ne azığımız ne de bizi doyuracak bir kimsemiz var! dediler. Peygamberimiz Medîne halkından, ihtiyâcı olanlara Allâh için sadaka vermelerini ve onlara bakmalarını istedi. Onlardan yardım ellerini çektikleri takdirde, helâk olacaklarını bildirdi. Onlar da:

– Yâ Resûlallâh! Biz sadaka olarak neyi verelim, hiçbir şey bulamıyoruz ki? dediler. Rasûl-i Ekrem Efendimiz:

“– Neyiniz varsa! İsterse yarım hurma olsun…” buyurdu.18 Peygamber Efendimiz’in (sav) nazarında cömertlik, çok vermekten ibâret değildir. Asıl cömertlik insanın gücü ölçüsünde elini açmayı ve az olsun çok olsun bir şeyler verebilmeyi alışkanlık hâline getirmesidir.

Peygamber Efendimiz (sav) Müslümanları Tebük seferine çıkacak orduya yardım etmeye çağırdığı gün, fakir Müslümanlardan Ulbe bin Zeyd (ra) gecenin bir kısmı geçince kalktı namaz kıldı ve şöyle yalvardı:

“Ey Allâhım! Sen cihâda çıkmayı emr ve teşvîk ettin. Hâlbuki beni üzerine binip Resûlünle birlikte cihâda çıkabileceğim bir hayvana sâhip kılmadın! Resûlünün elinde de beni üzerine bindirecek bir hayvan bulundurmadın! Ben her zaman mal, beden ve metâdan üzerime düşen sadakayı vermişimdir. Ey Allâhım! Kullarından bana nasîb ettiğin şu bir parça eşyâmı tasadduk ediyorum!”

Sabah olunca Resûlullâh (sav)’in yanına gelip:

– Yâ Resûlallâh! Elimde sadaka olarak verebileceğim bir şey yok. Şu bir parça eşyâmı tasadduk ediyorum! Bundan dolayı beni üzen veya bana kötü söyleyen, ya da benimle alay eden kimseye de hakkım helâl olsun! dedi. Sevgili Peygamberimiz aşk, muhabbet ve sehâvetle dolu olduğu kadar, af ve merhametle de yüklü olan bu sözler karşısında sâdece:

“– Allâh sadakanı kabûl etsin!” buyurdu ve başka bir şey söylemedi. Ertesi gün bir münâdî:

– Dün gece tasaddukta bulunan kişi nerededir? diyerek seslendi. Kimse çıkmadı. Peygamber (sav) de:

“– Şu gece tasaddukta bulunmuş olan kişi nerededir?” diye sordu. Hiç kimse ayağa kalkmadı. Allâh Resûlü tekrar:

“– O sadaka veren kimse nerede ise ayağa kalksın.” buyurdu. Ulbe (ra) ayağa kalktı. Resûl-i Ekrem Efendimiz ona:

“– Ben senin sadakanı kabûl ettim. Seni müjdelerim! Muhammed’in varlığı kudret elinde bulunan Allâh’a yemin ederim ki sen sadakası kabûl olunanların divânına yazıldın.” buyurdu.19

Ensâr’dan Ebû Akîl (ra) Tebük seferine çıkacak orduya yardım için bir ölçek hurma getirmişti ki kendisi buna herkesten daha çok muhtaçtı. Ebû Akîl:

– Yâ Resûlallâh! İki ölçek hurma karşılığında bütün gece sırtımla su çektim. Bir ölçeğini evimin ihtiyâcı için alıkoydum, diğerini de Rabbımın rızâsını kazanmak için Sana getirdim! dedi. Rasûl-i Ekrem:

“– Allâh senin getirip verdiğini de, alıkoyduğunu da bereketlendirsin!” buyurdu ve getirilen hurmanın toplanan yardımlar içine dökülmesini emretti.20

Allâh’ın (cc) kabûl edeceği temiz kazançtan bir tek hurma kadar dahî tasadduk edilse, Allâh Teâlâ’nın onu alacağı ve sonra onu sâhibi için dağ gibi oluncaya kadar bereketlendirip büyüteceği bildirilmiştir.21

Allah (cc) yolunda harcama yaparken insanın içerisinde bulunduğu hâlet-i rûhiye oldukça önemlidir. İnfâk eden şahsiyetin kalbinde taşıdığı niyet önemlidir. İnfâk edilirken kendi ihtiyaç ve arzularımızın en güzel yerinden ve en kaliteli cinsinden bol bol verilmelidir. Allah (cc) için verdiği yere, kıymetsiz ve sevmediği taraflarından zorla veren kimse, Allah katındaki kıymet ve değerinin ne kadar az olduğunu kendi kendine ortaya koymuş olur. Konuyu bu husûsu izah eden Muhyiddin İbnü’l-Arabî’nin (ra) (ö.638/1240) şu tesbitiyle bitirmek istiyorum:

“Fakirin biri, bir şahıstan kendisine Allâh rızâsı için sadaka vermesini istedi. O da, içinde küçüklü büyüklü gümüş paralar bulunan bir kese çıkardı ve eliyle bozuk para aramaya başladı. Bu sûfî fakir ise onu izliyordu. Sonra bana döndü ve:

– Sadaka verecek olan bu adamın ne aradığını biliyor musun, dedi.

– Hayır, dedim. Bunun üzerine:

– Allâh katındaki mertebesini arıyor. Çünkü Allâh rızâsı için verecek. Büyük bir para görünce vaz geçiyor ve hâl diliyle: “Allâh’ın indinde bu kadarı bana eşit olamaz.” diyor. O küçük bir para buluncaya kadar aramaya devam edecek, dedi.

Adam küçük bir para bulup bu fakire verince, fakir de ona:

– Allâh’ın indinde senin kıymetin işte bu para kadardır, dedi.22

Dipnotlar:
1 Makâlemizi Üsve-i Hasene (Kullukta-Ahlâkta-Âdâbda) En Güzel İnsan –sallallâhu aleyhi ve sellem- (Erkam Yayınları, İstanbul 2003) isimli eserin verilerinden istifâde ederek hazırladık.
2 Buhârî, Îman, 41.
3 Müslim, Müsâkât, 7.
4 Müslim, Fezâil, 57-58.
5 Buhârî, Zekât, 50;Müslim, Zekât, 124.
6 Müslim, Zekât 97.
7 Buhârî, Ezân 158.
8 Müslim, Zekât, 69.
9 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned,İstanbul 1992, c. VI, s. 104.
10 Kastallânî, el-Mevâhibu’l-ledünniyye,Mısır 1281, c. II, s. 480-481
11 Tirmizî, Zühd, 17.
12 Heysemî, III, 128.
13 Tirmizî, Tefsir, 113-117.
14 Müslim, Zühd 45.
15 Tirmizî, Zekât 28.
16 Müslim, Zekât 92.
17 Buhârî, Zekât 21; Müslim, Zekât 88
18 Vâkidî, Meğâzî,Beyrut 1989, c. II, s. 732.
19 İbn-i Hacer el-Askalânî, Şihâbüddîn Ahmed bin Ali, el-İsâbe fî Temyîzi’s-Sahâbe,Mısır 1379, c. II, s. 500; İbn-i Kesîr, İmâdüddin Ebû’l-Fidâ, es-Sîretü’n-Nebeviyye,Kâhire 1966, c. IV, s. 9.
20 Ebû Câfer Muhammed b. Cerîr et-Taberî, Câmiu’l-Beyân an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân,Beyrut 1995, c. X, s. 251.
21 Buhârî, Zekât 8.
22 Nihat Keklik, Muhyiddîn-i Arabî’nin Eserleri ve Kaynakları,İstanbul 1974, s. 172.

Şubat 2019, sayfa no: 12-13-14-15-16-17

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

İnfak Eden Pişman Olmaz!

REKLAM ALANI

“Kârlı ticaret işte budur!”

Gençlik çağını Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin hizmetinde geçiren ve çok hadis rivayet eden sahabe Hz. Enes radıyallahu anhu  anlatıyor: “Medine’de ensar arasında en fazla hurmalığı bulunan Ebû Talha radıyallahu anhu idi. En sevdiği malı da Mescid-i Nebevî’nin karşısındaki Beyruhâ adlı hurma bahçesiydi. Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem de bu bahçeye girer ve oradaki tatlı sudan içerdi.

 

“Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça, birre (iyi kulların derecesine) eremezsiniz.”(Âl-i İmrân; 92) ayet-i kerimesi nazil olunca, Ebû Talha Resulullahsallallahu aleyhi ve sellemin yanına geldi ve:
– Ya Resulallah! Cenâb-ı Hak sana “Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça, birre eremezsiniz” âyetini gönderdi. En sevdiğim malım Beyruhâ adlı bahçedir. Onu Allah rızâsı için sadaka ediyorum. Allah’dan onun sevabını ve ahiret azığı olmasını dilerim. Beyruhâ’yı Allah’ın sana göstereceği şekilde kullan, dedi. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
– Ne mutlu sana! Kârlı ticaret işte budur! Seni duydum, Ebu Talha. Onu akrabalarına vermeni uygun görüyorum. Ebû Talha:

– Öyle yapayım ya Resulallah, dedi ve bahçeyi akrabaları ve amcasının oğulları arasında taksim etti. (Buhârî, Müslim)

 

Malın infak edilmesi şartı

Ashabı kiram, bir ayet nazil olduğu zaman hemen onunla amel etmeye koşuyorlardı. Kendilerinden bir fedakârlık istendiği zaman, “Bir başkası yapsın” diye sağlarına sollarına bakmıyorlar, hemen öne atılıyorlardı. Onlar işte bu sayede üstün ve örnek oldular, gökteki yıldızlar gibi yolumuzu aydınlattılar.

 

Tabiîn nesli ve daha sonra onları örnek alan zahidler, abidler ve sûfiler de bu ahlakı benimsediler. Öyle ki, Ferüdiddin Attar hazretleri, tasavvuf yolunun büyüklerinden Cüneyd-i Bağdadî’nin, kendisinden feyz almak içi sohbet halkasına katılmak isteyenlere malını mülkünü dağıtmasını şart koştuğunu nakleder. Tasavvuf yolunda nefse ve dünyaya karşı arzuları azaltıp, Allah’a ve ahirete karşı rağbeti artırmanın birinci şartı olarak, malını infak etmek şartı koşulmuştur.

 

Malumdur ki, insan elindeki varlıkları en çok sevdiği şeye veya kişiye harcar. Harcadıkça da sevgisi ziyadeleşir. Çünkü kendi nefsinden kısıp ona verdikçe, onun sevgisini kazanır.

İnsan kendini nereye ait hissederse yatırımını oraya yapar. Kendini dünyaya ait hissederse dünyasını mamur etmeye bakar; ama dünyada fani olduğunu, asıl vatanının ahiret olduğunu idrak ederse yatırımını ahirete yapar.

 

Sufilerin cömertlik ahlakına dair menkıbelerden birinde anlatılır; samimi bir sûfi, malını mülkünü cömertçe dağıtıyordu. Akrabaları onu şikayet etmek için sohbet arkadaşlarına geldiler. “Her şeyini dağıtıyor, ilerde yoksul düşüp perişan olmasından korkuyoruz. Ona biraz nasihat edin” dediler. Sohbet arkadaşları kendisine neden böyle yaptığını sorunca sûfi şöyle cevap verdi: “Bir insan bir yere taşınacaksa artık arkasında mal mülk bırakır mı?”

 

Gönlünü Allah’a ve ahiret yurduna bağlamış olan samimi bir mümin için dünya, konulup göçülen bir uğrak yeridir. Burada fazla yerleşmeye bakmaz, elindekileri önden gönderir. Elbette bu insanın imandaki derecesiyle alakalıdır.

 

Tasavvuf yolunun esaslarını anlattığı risalesinde İmam Kuşeyrî, cömertliğin dereceleri olan sehâ (cömertlik), cud (el açıklığı) ve îsâr (başkalarını nefsine tercih meselesi) hakkında şöyle demektedir: “Hak dostlarının cömertlik ahlakında ilk mertebe sehâdır. Her kim ki elindeki imkânlarının birazını verir ve biraz da kendine bırakırsa o kimse sehâ sahibidir. Her kim ki elindekinin çoğunu verir; kendisi için az bir şey bırakırsa, işte bu kimse de sâhib-i cûd’dur. Her kim ki verme hususunda başkasını kendi nefsine tercih ederse, işte o kimse îsâr sâhibidir.”

 

İnfakta destan yazanlar…

Sahabe-i kiramın büyükleri ellerine geçen imkânları Allah yolunda infak etme hususunda birer destan kahramanı gibiydi. Bilhassa Hz. Ali ve Hz. Fatıma radıyallahu anhuma, çok dar imkânlarla geçinmeye çalışırken dahi ellerindekini veriyorlardı. Onların, üst üste üç gün, tek yiyecekleri olan arpa ekmeğini tam iftar vaktinde kapıya gelen muhtaçlara verip, suyla iftar ettikleri rivayet edilmiştir. Onlar, kendileri muhtaç iken elindeki son nimeti de Allah rızası için vermek gibi yüksek bir ahlaka sahiptirler.

 

İşte tasavvuf ehli, onların bu yüksek ahlakına fütüvvet ahlakı demiştir. Fütüvvet, delikanlılık, yiğitlik manasına gelir ama daha çok arkadaşını kendinden çok düşünmek ve onun için cömertlik ve kahramanlık yapmak manasında kullanılır. Tasavvuf ehli de Allah yolunda din kardeşini kendi nefsine tercih etmeyi böyle yüksek bir ahlak olarak görmüştür.

 

Esasen insan kendi nefsinden kısmadan asla infakta bulunamaz. Çünkü insan imkânları kısıtlı, ihtiyaç ve arzuları ise sınırsız derecede çok olan bir varlıktır. Elbette bu sebeple eline geçeni hırsla sahiplenmeye, biriktirip yığmaya temayülü vardır.

 

Herkesin malı, mülkü, parayı sevmek için kendince bahanesi vardır. Kimi tokluk, rahatlık, çalışmadan yaşamak gibi basit seviyede gayeler için malı sever, kimi aile kurmak, çoluk çocuk yetiştirmek için… Kimisi başkalarına el açmamak, zillete düşmemek, şerefiyle yaşamak için imkân sahibi olmak ister. Kimisi ise başa gelebilecek hallere karşı bir kenarda biraz birikimi olsun diye arzu eder. Çünkü para her kapıyı açan bir anahtar gibi görülür, maddi imkânların her sorunu çözebileceği zannedilir.

 

Veren Allah’tır

Aslında düşünülecek olursa, para ve mal insana Allah’ın takdir ettiği şeylerden öte hiçbir şey sağlamaz. Bir insanın sıhhati olmasa, altından taht üzerinde otursa da afiyet içinde yiyip içemez; rahat bir gece uykusu geçiremez. Allah insana hayırlı bir aile ve evlat nasip etmese, para hiçbir meseleyi çözmez. Şeref ve izzeti veren de Allah’tır; insan hasbelkader bir musibete uğrar da saygınlığını kaybederse para onu geri getirmez. Allah-u Zülcelâl insanı bir belaya uğratmayı dilemişse, hırsla topladığı mal ve paralar onu muhafaza etmez. Allah dilerse onu malın mülkün fayda vermeyeceği belalara uğratabilir yahut elindekileri bir musibetle yok edebilir.

 

İşte memleketimize sığınan Suriyeli kardeşlerimizin durumu, buna en güzel örnek değil mi? Onlar da tıpkı bizler gibi, işi gücü, evi barkı, tahsili, makamı, çevresi, itibarı olan kişilerdi. Ülkelerinde iç savaş ve katliamlar başlayınca hayatta kalan çoluk çocuklarını alıp alelacele komşu ülkelere sığındılar. Şimdi ne dükkanları var, ne daireleri, ne tarlaları, ne düzenli maaş aldıkları işleri… Kendi memleketlerinde geçerli olan diplomaları burada geçmiyor, orada tıp, mühendislik okumuş gençler bile tekstil atölyelerinde üç kuruşa çalışarak ailelerine nafaka götürmeye çalışıyorlar.Bu durum onlara mahsus değil; pekala bizim de başımıza gelebilir.

 

Bir depremle yok olur saltanatımız…

Mesela devamlı bahsettikleri deprem ağır bir yıkıma sebep olsa, ne yapabiliriz? Adapazarı depreminden sonraydı, burada apartmanı olan bir iş adamı fakir düşmüştü. Aslında apartmanını bizzat kendi yaptırmış ve çok kaliteli malzeme kullanmış. Zaten apartman yıkılmamış, ama temel sarsılınca ve yan taraftaki bina onun üzerine doğru yıkılınca eğilmiş ve oturulamaz hale gelmiş.

 

Bu gibi örneklerden de anlaşılıyor ki elimizdeki hiçbir şey mutlak manada bir güç kaynağı değildir; bizi hiçbir şeyden korumamaktadır. Allah’ın insan için takdir ettiği neyse o olmaktadır. Buna tam manasıyla inanmış bir mümin asla mala mülke gönül bağlamaz; onu mutlak bir güç kaynağı saymaz. Aksine elinde bulunanları bir emanet bilir; Allah’ın emri ve rızası doğrultusunda sarf eder. Çünkü bilir ki, ya o mal bir süre sonra elinden çıkacak yahut o malını bırakıp ölecek! İşte yaşadığı müddet içinde, önden gönderdikleri kendisine fayda verecek…

 

İnfak edene pişmanlık yok!

Bir insan için dünya ve ahirette arzu edilecek en büyük nimet, huzur ve selamettir. İnsanın korku ve üzüntülerden kurtulması, tam bir huzura kavuşması ne büyük bir mükafattır. İnsanı infak etmekten alıkoyan en büyük endişe, “Ya verdiğim için yoksul düşersem, gayri ihtiyari üzüntü duyar, verdiğim için pişman olur da iyiliğimi boşa çıkarırsam” korkusudur. Hâlbuki şimdiye kadar, sırf Allah rızası için, halisane bir niyetle infakta bulunup da sonra pişman olan kimse olmamıştır. Çünkü bu konuda Allah’ın garantisi vardır, Allah-u Zülcelâl kendi rızası için infak edenlere üzüntü ve korku çektirmeyecektir.

 

Allah-u Zülcelâl, malını infak edenlere çok büyük bir müjde veriyor: “Mallarını gizli ve açık olarak gece ve gündüz harcayan kimseler var ya, iste onların Rableri katında güzel karşılıkları vardır. Onlara hiçbir korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır.” (Bakara; 274)

 

Bunu gerçek hayatta birçok örnekte açıkça görebiliriz; Allah-u Zülcelal, rızası için harcama yapanlara muhakkak, ya yerine daha hayırlısını verir veya o kişiyi mala, mülke muhtaç olmaktan müstağni (ihtiyaçsız) kılar. Mesela bir hanım tanıyorum, hep fakir kuran kursu talebelerine burs verirdi, sonra kocası iflas etti. Onun çocukları da başkalarının verdiği bursla okudu ve faydalı insan oldular. Belki de Allah-u Zülcelâl onlara babalarının malından daha helal bir rızık nasip etmişti. Eğer zamanında vermemiş olsaydı, iflas sırasında elinden her şey gittiği gibi o verdikleri de gidecekti.

 

Allah-u Zülcelâl, kulunun sevdiği şeyleri halisane bir şekilde, sırf Allah’ın rızasını arayarak harcamasına değer vermektedir. Bilhassa Müslümanların dar günlerinde, İslam’ın henüz zafere ulaşmadığı, sıkıntılı ve kuşkulu bir dönem geçirdiği imtihan zamanlarında Allah’a iman ve tevekkül ederek parasını harcayanı daha farklı mükâfatlandırmaktadır.

 

Müslümanlar Mekke’yi fethedip Arap yarımadasında hakim duruma gelince birçok kişi Müslüman olmuştu. Allah-u Zülcelâl, ilk Müslümanların fetihten önceki dönemde yapmış olduğu fedakârlıkların daha üstün olduğunu bildirerek yeni Müslümanların bolca hayır hasenat yapmaya davet etti: “Niçin malınızı Allah yolunda harcamıyorsunuz? Oysa gökler ve yer Allah’a miras kalacaktır. İçinizden Mekke fethinden önce mal harcayanlar ve savaşanlar, daha sonra mal harcayanlar ve savaşanlarla bir değildirler. Onların derecesi daha sonra mal harcayıp savaşanların derecesinden daha üstündür. Bununla birlikte Allah her iki gruba da en güzel ödülü vadetmiştir. Allah sizin neler yaptığınızı bilir.”(Hadid; 10)

 

Malumdur, bir ticarette veya yatırımda risk yüksekse ekseriyetle kâr da yüksek olur. Bunun gibi, İslam’ın zayıf olduğu zamanlarda bu dinin mutlaka üstün geleceğine iman edip, tabiri caizse, buna yatırım yapmak, elbette daha üstün bir mükâfat getirecektir. Esasen Allah’ın kimsenin fedakârlığına ihtiyacı yoktur, ancak bizim kendimizdeki imanı kökleştirmek için böyle fedakârlıklara ihtiyacımız vardır.

 

Ruh ve nefsin çağrısı

İnsan her sabah yatağından kalktığında, iki çağrıya muhatap olur; ruhu Allah’a ve ahirete çağırırken, nefsi dünyalık elde etmeye çağırır. Ne yazık ki nefis çok arsızdır, hiç susmaz; hiç vazgeçmez, insanı kendi hevesatının peşine düşürmek için türlü hileler yapar. Ruh ise nazlıdır, kendisine değer verilmezse susar, vazgeçer. Bu sebeple kişi arsız nefsinin elinden yakasını kurtarmak için onu biraz zayıflatmalı ve gücünü, etkisini kırmalıdır. Nazlı olan ruhunu diri tutmak için ona daha fazla değer vermeli, onu güçlendirmeli, aziz ve şerefli tutmalıdır.

 

İnsan malı mülkü çok, imkânları geniş olduğu müddetçe dünyayı sever, ahireti unutur. Nefsi dünya zevkleriyle keyiflendikçe azgınlaşır. Benliği dünyevi üstünlüklerle şımardıkça dik başlı hale gelir, Allah’a boyun eğmekten yüz çevirir. Bir yoksula hatası için uyarıda bulunulsa her ne kadar öğüdünü tutmasa bile en azından sert cevap vermez ama malı mülkü, makamı ile şımarmış bir kişi, öğüdünü tutmadığı gibi bir de karşısındakini azarlar. Bu da nefsin dünyalıkla nasıl kabardığının ispatıdır.

 

Bizler, Allah-u Zülcelâl’in ulu’l-azm Peygamberlerinin istemediği veya kendilerine verilmemiş şeylere talip oluyor ve bunları kendimiz için iyi zannediyoruz. Hâlbuki iyi olsaydı, Allah-u Zülcelal Hz. Musa aleyhisselamı, mazlum ve müstazaf bir kavmin peygamberi değil, güçlü kudretli ülkenin padişahı yapardı. Yahut Hz. İsa aleyhisselamı kavminin önde gelenleri tabi olur, onu liderleri ve ordularının komutanı seçerlerdi.

 

Peygamberimiz, Allah’ın Habibi idi, ne istese verilirdi ama Allah’tan dünyalık bir şey istemedi; dua hakkını bile ahirette şefaat etmek için sakladı. Dünyada eline ne geçtiyse Allah’ın rızasını kazandıracak yerlere sarfetti, fakir gibi yaşadı. Bizler onun gibi olamıyorsak bile hiç değilse dünyalık biriktirdiğimiz kadar ahirete de yatırım yapalım. Kendi çocuklarımızı düşündüğümüz gibi ümmetin yoksul mültecilerini düşünelim. Belki de verdiğimiz bir miktar sadaka bizi daha büyük felaketlerden koruyacak. Bizim kapımıza gelmiş muhtaçlara el uzatırsak belki onların durumuna düşmekten muhafaza olacağız. Bu bizim için bir nimet sayılmaz mı?

Tweetle

REKLAM ALANI

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası