çanakkale savaşı ile ilgili metin / Çanakkale Savaşı ve Hikayeleri | İslam ve İhsan

Çanakkale Savaşı Ile Ilgili Metin

çanakkale savaşı ile ilgili metin

Çanakkale Savaşı ve Hikayeleri

Çanakkale Savaşı’nın nedenleri ve sonuçları nelerdir? Çanakkale Savaşı’nda neler yaşandı? Çanakkale Savaşı nasıl kazanıldı? Çanakkale Savaşı’nın kısa tarihi ve Çanakkale zaferinde yaşanmış gerçek kahramanlık hikayeleri.

Alman ve İngilizler’in sanayî rekâbetinden doğan 1. Cihan Harbi başladığı zaman Osmanlı Devleti, İttihat ve Terakkî istibdâdı altındaydı. Bu kadro, millî tarihimizin en büyük şahsiyetlerinden biri olan Sultan Abdülhamîd Hân’ı yahûdî güdümlü bir entrika sonunda tahtından indirerek iş başına gelmişti. Ancak çok geçmeden kısmen gaflet, kısmen de müteselsil ihânetler neticesi olarak devleti felâketten felâkete sürüklemişler ve geniş ülkesiyle harp sâhası dışında kalması zor olan Osmanlı Devleti’ni askerî ve siyâsî bakımdan tehlikeli bir noktaya getirmişlerdi.

Oysa Trablusgarb ve Balkan Harpleri fâcialarının açtığı yaralar henüz sarılmamıştı. İç siyâsette hasımlarını dehşetli bir terörle bertaraf etmek yoluna giden İttihat ve Terakkî kadrosu, harplerin doğurduğu iktisâdî sıkıntıları da istismâr etmek sûretiyle zengin olma yolunu tutmuştu. Diğer yandan, taraflar arasında kendi içlerinde bir birlik de yoktu. Talat ve Enver Paşalar, Almanlar’a taraf olurken, Cemâl Paşa Fransızlar’ın dâhil olduğu îtilâf grubunu tercih etmekteydi. Fakat bu grupta yahûdî güdümlü İngilizler vardı. Bunlar harp neticesinde Filistin’i ele geçirip yahûdîye ciro etmek husûsunda kararlıydılar. Aynı grupta bulunan Ruslar’ınsa, topraklarımız üzerinde târihî emelleri vardı. Bu yüzden Cemâl Paşa’nın teşebbüsleri netice vermedi.

Harp başladıktan kısa bir müddet sonra Rusya’da başgösteren açlık, ihtilâl tecrübesinden geriye kalan komünistlere yeni bir fırsat oluşturdu. Komünistler, bu iktisâdî sıkıntıları istismâr ederek Çarlık idâresini sarsmaya başladılar. Durumun bir komünist ihtilâline dönüşmemesinin yegâne çaresi, müttefiklerince Rusya’ya gıdâ ve sâir yardımlarda bulunmaktı. Ancak bunun için Romanya üzerindeki Galiçya cephesini geçmek, askerî bakımdan oldukça güçtü. Fakat bu sırada Alman istihbârâtının tertîbi olan esef verici bir hâdise, düşmanın ekmeğine yağ sürdü; Goben ve Breslaw (sonradan Yavuz ve Midilli) adındaki iki Alman zırhlısı, gûyâ düşman takibinden kaçıyormuş gibi bir görünüşle Çanakkale Boğazı’ndan içeriye girdi. İttihat ve Terakkî hükûmeti, müttefiklerince protesto edilen bu hareketi, gemilerin satın alındığı yolunda bir cevapla geçiştirmeye çalıştı. Böyle bir tavrın Osmanlı Devleti’ni gereksiz ve vaktinden önce harbe sokacağını hesap edemeyen gâfiller, bir de Türk sancağı çektikleri bu gemilerin kumandan ve personelini değiştirmek ihtiyâcını dahî hissetmediler. Sadece onları Osmanlı kıyafetine büründürmekle yetindiler. Birkaç gün sonra bu iki zırhlı, gûyâ bir gezinti maksadıyla Karadeniz’e açıldı. Çok sonradan sâbit olduğu üzere Enver Paşa’nın tâlimatıyla önce bir Rus nakliye gemisine saldırdı ve sonra da Sivastopol’u bombardıman etti. Böylece yahûdî asıllı Alman amirali Suşon’un oldu bittiye getirmesiyle Osmanlı Devleti, cihan harbi yangınına itilmiş oldu.


Dur Yolcu! Bilmeden gelip bastığın bu toprak bir devrin battığı yerdir

İşte bu sebepledir ki müttefikler, boğazları geçerek Rusya’ya yardım götürmek ve muhtemel bir komünist ihtilâlini önlemek gâyesiyle Çanakkale’ye saldırdılar.

BİN ŞEHİD

Cihan tarihinin en azametli harplerinden biri olan Çanakkale muhârebeleri, İngiltere, Fransa ve İtalya gibi üç büyük devletin buraya yığdığı en modern zırhlılar ve üç yüz bin kişiden ziyâde askere rağmen başarımızla sonuçlanmıştır.

Ama ne pahâsına!.. harp sâhasında, takriben de hastahânelerde olmak üzere vatan evlâdının şehâdet şerbetini içmesi neticesi

İttihatçıların kötü idârelerine ve askerî bakımdan binbir noksanlığa rağmen Mehmetçik, silâh kifâyetsizliğini îmânıyla telâfî ederek Osmanlı’nın tarihine en son altın sayfalarından birini Çanakkale’de ilâve etmiştir.

ÇANAKKALE HİKAYELERİ

Çanakkale Zaferi’nin maddî silâhtan ziyâde îman kuvvetiyle kazanıldığının sayısız misâli vardır. Bunlardan biri olarak bu cepheye gönüllü katılmış yedek subay Muallim Hasan Ethem merhûmun şehîdlik mertebesine ermeden az evvel anasına yazdığı ve oradaki askerin hepsine şâmil mânevî iklîmi aksettiren mektubunun bir parçasını dikkatlerinize arz ediyoruz:

BİR ŞEHİD SUBAYIN MEKTUBU

Çanakkale cephesine gönüllü katılmış yedek subay Muallim Hasan Ethem merhûmun şehîdlik mertebesine ermeden az evvel anasına yazdığı ve oradaki askerin hepsine şâmil mânevî iklîmi aksettiren mektubunun bir parçasını dikkatlerinize arz ediyoruz:

Vâlideciğim!

Dört asker doğurmakla müftehir şanlı Türk annesi!

Nasihat-âmiz mektubunu, Divrin Ovası gibi güzel, yeşillik bir ovacığın ortasından geçen derenin kenarındaki armut ağacının sâyesinde (gölgesinde) otururken aldım. Tabiatın yeşillikleri içinde mest olmuş rûhumu bir kat daha takviye etti. Okudum, okudukça büyük büyük dersler aldım. Tekrar okudum. Şöyle güzel ve mukadddes bir vazifenin içinde bulunduğumdan sevindim. Gözlerimi açtım, uzaklara doğru baktım. Yeşil yeşil ekinlerin rüzgâra mukavemet edemeyerek eğilmesi, bana, annemden gelen mektubu selâmlıyor gibi geldi. Hepsi benden tarafa doğru eğilip kalkıyordu ve beni, annemden mektup geldi diyerek tebrik ediyorlardı.

Gözlerimi biraz sağa çevirdim; güzel bir yamacın eteklerindeki muhteşem çam ağaçları kendilerine mahsus bir sadâ ile beni müjdeliyorlardı. Nazarlarımı sola çevirdim; çığıl çığıl akan dere, bana vâlidemden gelen mektuptan dolayı gülüyor, oynuyor, köpürüyordu Başımı kaldırdım, gölgesinde istirahat ettiğim ağacın yapraklarına baktım. Hepsi benim sevincime iştirak ettiğini, yaptıkları rakslarla anlatmak istiyordu. Diğer bir dalına baktım, güzel bir bülbül, tatlı sadâsıyla beni tebşîr ediyor ve hissiyâtıma iştirâk ettiğini ince gagalarını açarak göstermek istiyordu.

Sanki bülbül, bu terennümü ile benim duygularımı aksettiriyordu: «Vâliden kaderine küssün, ne yapalım! O da erkek olsaydı, bu çiçeklerden koklayacak, bu sütten içeçek, bu ekinlerin secdelerini görecek ve derenin âheste akışını tedkîk edecek, çıkardığı derûnî nağmeleri duyacak idi.»

Şu anda bu güzel çayırın koyu yeşil bir tarafında, çamaşır yıkayan askerlerim saf saf dizilmişler. Dâvûdî sesli yiğit bir er, ezân okuyor

Aman yâ Rabbî! Bu ovada bu lâhûtî ses, sanki başka bir âlemden geliyordu; ne kadar güzeldi! Bülbüller bile sustu, ekinler bile hareketten kesildi, dere bile sesini çıkarmıyordu. Herkes, her şey, bütün mevcûdât onu, o mukaddes sesi dinliyordu. Ezân-ı şerîf bitti. O dereden ben de bir abdest aldım. Cemâat ile namazı kıldık. O güzel yeşil çayırların üzerine diz çöktüm.

Dünyanın bütün dağdağa ve debdebelerini unuttum. Ellerimi kaldırdım, gözümü yukarı diktim, ağzımı açtım ve dedim:

«Ey yerlerin ve göklerin Rabbi! Ey şu öten kuşun, şu gezen ve meleyen koyunun, şu secde eden yeşil ekin ve otların, şu heybetli dağların Hâlıkı! Sen bütün bunları bizlere verdin. Yine bizlerde bırak! Böyle güzel yerler ve şu nîmetler, Sen’i takdîs ve Sen’in yüceliğini tasdîk eden bizlere âit olsun!

Ey benim ulu Allâh’ım! Şu kahraman askerlerin bütün dilekleri, Sen’in ism-i celâlini İngiliz ve Fransızlar’a tanıtmaktır. Sen bu şerefli dileği ihsân eyle ve huzûrunda titreyerek, böyle güzel ve sâkin bir yerde Sana duâ eden biz askerlerin süngülerini keskin, düşmanlarını zaten kahrettin ya, bütün bütün mahveyle!..» diyerek duâ ettim ve kalktım.

Artık benim kadar mes’ûd, benim kadar mesrur bir kimse tasavvur edilemezdi.

Anneciğim, diğer oğlun Hâlid de benim gibi güzel yerlerdedir.

Yalnız bu memleketlerde düğün olmuyor! İnşâallâh düşman askerini kahreder de zaferle yanına döner ve düğünümü yaparız, olmaz mı?

Vâlideciğim, bizleri duâlarından unutma! Allah senden râzı olsun!..

Oğlun Hasan Ethem

4 Nisan - 17 Nisan

İşte Çanakkale Zaferi, böyle büyük kahramanların canları mukâbilinde bize sundukları bir muvaffakıyet ve hediyedir. Ve bu şanlı müdâfaa harbinin her zafer hamlesinde bunun gibi bilinen ve bilinmeyen nice misâller mevcuttur. İşte ibret dolu misâller:

BİR ŞEHİDİMİZİN SON SÖZLERİ

2 Haziran ’te Kolağası (Yüzbaşı) Mehmed Tevfîk, Çanakkale Harbi’nde bir İngiliz mermisi ile yaralanmış ve şehîd olmadan önce şu mektubu yazmıştı:

Ovacık yakınlarındaki Ordugâhtan 20 Mayıs Çarşamba.

Sebeb-i hayatım, feyz-i refîkım,

Sevgili babacığım ve vâlideciğim,

Arıburnu’nda ilk girdiğim müthiş muhârebede sağ yanımdan ve pantolonumdan hâin bir İngiliz kurşunu geçti. Hamdolsun kurtuldum. Fakat, bundan sonra gireceğim muhârebelerden kurtulacağıma ümîdim olmadığından, bir hâtırâ olmak üzere, şu satırları yazıyorum.

Hamd ü senâlar olsun Cenâb-ı Hakk’a ki, beni bu rütbeye kadar ulaştırdı. Yine mukadderât-ı ilâhiyye olarak beni asker yaptı. Siz de ebeveynim olmak dolayısıyla, beni vatan ve millete hizmet etmek için nasıl yetiştirmek lâzımsa öylece yetiştirdiniz. Sebeb-i feyz-i refîkım ve hayatım oldunuz. Hak Teâlâ Hazretleri’ne nihâyetsiz hamd ve sizlere sonsuz teşekkürler ederim.

Şimdiye kadar milletin bana verdiği parayı bugün hak etmek zamânıdır. Vatanıma olan mukaddes vazifemi yerine getirmeye çalışıyorum. Şehîdlik rütbesine kavuşursam, Allâh’ın en sevgili kulu olduğuma kanaat edeceğim. Asker olduğumdan, bu her zaman benim için pek yakındır.

Sevgili babacığım ve vâlideciğim! Gözbebeğim olan hanımım Münevver’i ve oğlum Nezihciğimi önce Cenâb-ı Hakk’ın sonra sizin himâyenize bırakıyorum. Onlar hakkında ne mümkün ise lütfen yapmaya çalışınız. Servetimizin olmadığı mâlumdur. Mümkün olandan fazla bir şeyi isteyemem. İstersem de boşunadır. Refîkama (hanımıma) hitâben yazdığım kapalı mektubu lütfen kendi eline veriniz! Tabiî ağlayıp üzülecek; tesellî ediniz. Allah Teâlâ’nın takdîri böyle imiş. İsteklerim ve borçlarım hakkında refîkamın mektubuna koyduğum deftere ehemmiyet veriniz! Münevver’in hâfızasında veyahut kendi defterinde kayıtlı borçlar da doğrudur. Münevver’e yazdığım mektubum daha geniştir. Kendisinden sorunuz.

Sevgili baba ve vâlideciğim! Belki bilmeyerek size karşı birçok kusurlarda bulunmuşumdur. Beni affediniz! Hakkınızı helâl ediniz! Rûhumu şâd ediniz! İşlerimizin düzeltilmesinde refîkama yardımcı olunuz!

Sevgili hemşîrem Lütfiyeciğim!

Bilirsiniz ki, sizi çok severdim. Sizin için gücümün yettiği nisbette ne yapmak lâzımsa isterdim. Belki size karşı da kusûr etmişimdir. Beni affet, mukadderât-ı ilâhiyye böyle imiş. Hakkını helâl et, rûhumu şâd et! Yengeniz Münevver hanımla oğlum Nezih’e sen de yardım et!

Ey akrabâ ve dostlarım, cümlenize elvedâ! Cümleniz hakkınızı helâl ediniz! Benim tarafımdan cümlenize hakkım helâl olsun! Elvedâ, elvedâ! Cümlenizi Cenâb-ı Hakk’a tevdî ve emânet ediyorum. Ebediyyen Allâh’a ısmarladık, sevgili babacığım ve vâlideciğim

Oğlunuz

Mehmed Tevfîk

Diğer bir cengâver şehîdden ibretli bir tablo:

KOLUMU KESİVER KUMANDANIM!

Çanakkale muhârebelerinde kumandanlık yapmış ve yaralanmış olan emekli bir subay, hâtırâtında şöyle anlatıyor:

Çanakkale Harbi’nin devam ettiği günlerden birindeyiz. O gün akşama kadar devam eden savaş, bu nisbetsiz üstünlüğe karşı yine zaferimiz ile netîcelenmek üzereydi. Gözetleme yerinde muhârebenin son safhasını heyecanla takip ediyordum. Mehmetçiklerin “Allah Allah” nidâları ufku titretiyor, korkunç bir medeniyetin bütün heybetini temsil eden top seslerini bile bu müthiş haykırışlar bastırıyor gibiydi.

Bir aralık, yanımda bir ayak sesi duyar gibi oldum. Geriye dönünce Ali Çavuş ile karşılaştım. Sapsarı olmuş yüzünde müthiş bir ıztırap okunuyordu. Daha neyin var demeye kalmadan, o her şeyi anlatmaya yetecek olan kolunu bana gösterdi. Dehşetle ürpermiştim. Sol kolu bileğinin dört parmak kadar yukarısından aldığı bir isâbetle hemen hemen tamamen kopacak hâle gelmişti ve elini yere düşmekten ancak zayıf bir deri parçası alıkoymakta idi. Ali Çavuş dişlerini sıkarak ıztırâbını yenmeye çalışıyordu. Sağ elindeki çakıyı bana uzattı:

“–Şunu kesiver kumandanım!” dedi.

Bu üç kelimelik cümle, öyle müthiş bir istek, öyle bir mecbûriyet ifâde ediyordu ki, gayr-i ihtiyârî çakıyı aldım ve derinin ucunda sallanan eli koldan ayırdım. Bu tüyler ürpertici vazifeyi yaparken de:

“–Üzülme Ali Çavuş, Allah vucûduna sağlık versin!” diye moral vermeye çalışıyordum.

Çok geçmeden Ali Çavuş, yalnız elini değil, vatan uğruna fânî vucûdunu da fedâ etti. Gözlerini hayata yumarken de:

“–Vatan sağ olsun! Allah îmandan ayırmasın!.. Canım vatana fedâ olsun!..” cümlelerini tekrarlayarak son nefesini vermiş, etrafı küçük bir kan gölü hâline gelmişti.

Çanakkale harbi nasıl bir îman gücüyle kazanıldı? Bu hususta, bizzat harbe iştirâk etmiş bulunan kahraman yiğitler, zaferin taktiğini şu şekilde anlatıyorlardı:

“Gönüllerimiz Allâh’a niyaz hâlindeydi. O’nun yardım ve istiânesine sığınmıştık. Kumandanlarımız da sürekli olarak bize «Salât-ı Nâriyye»yi okutturuyorlardı Böylece ilâhî yardıma nâil olduk”

TE’YİD-İ İLAHİ (İLAHİ YARDIMLAR)

Çanakkale müstahkem mevkî kumandanı Mirlivâ Cevat Paşa, Boğaz’a çöreklenen düşman donanmalarının bombardımanları karşısında melûl ve mahzûn bir hâlde iken aşırı yorgunluktan dolayı hafif bir uykuya dalmıştı. Rüyâsında hâtiften bir ses işitti:

“–Ey Cevat! Sizler Allah Teâlâ’nın yüce kelâmına hürmet ve tâzim edersiniz. Bunun için sizi Cenâb-ı Hakk’ın yardımı ile müjdeliyorum! Şu denizin üzerine bir bakıver!”

Cevat Paşa, denizin üzerine baktığında, bir nur cümbüşü arasında «kef» ve «vav» harflerini gördü. Ardından uyandı.

Ertesi gün Cevat Paşa, bir mezarın başında Fâtiha okurken rüyâsındaki sesi bir daha işitti:

“–Ey Cevat! Depolardaki 26 mayını denize döşe!”

Heyecana kapıldı. Mânevî bir muammâ ile karşı karşıya idi. Bunu nasıl çözeceğini düşünürken az ileride kendisini süzen nur yüzlü bir zâta rastladı. O zât, Paşa’ya yaklaştı ve bir derdi olup olmadığını sordu. Paşa da, olup bitenleri anlattı. O Allah dostu, Paşa’nın anlattığı muammâyı derûnî bir vukûfiyetle açıkladı:

“–Evlâdım! Deniz üzerinde gördüğün nur, zaferimize alâmettir. Kâfirlerin bu topraklara sahip olamayacağını gösterir. «Kef» ve «vav» harfleri ise, “ebced” hesabına göre 26 eder. O hâlde deponuzdaki 26 mayını döşemeniz, zaferin en büyük hamlelerinden biri olacaktır.”

Bu sözlerinin ardından o nur yüzlü zât, gözden kaybolup gitti.

Artık meseleyi iyice idrâk etmiş bulunan Cevat Paşa, vakit geçirmeden mezkûr mayınların döşenmesi için derhâl emir verdi. Nusret Mayın Gemisi ile döşenen mayınlar, Yüzbaşı Hakkı Bey’in kumandasında vazifesini mükemmel bir şekilde yerine getirdi. Gece yarısı denize salınan mayınların her biri tekbîr ile suya yerleştirilmişti. O sabah Yüzbaşı Hakkı Bey, vazifesini tamamladıktan sonra geçirdiği bir kalp krizi ile şehîd oldu.

Ertesi gün, düşman zırhlıları Boğaz’a girdiğinde, gece döşenmiş olan mayınlar, vazifelerini îfâ etmeye başladı. Neticede düşman donanmasının bir kısım mühim zırhlıları bu mayınlarla Boğaz’ın sularına gömüldü. Böylece düşmanın hücûmu akàmete uğradı.

Büyük bir te’yîd-i ilâhîye mazhar olunmuştu. İhlâsın ve Allâh’a samîmî ilticânın fütûhâtı, çok bâriz bir şekilde müşâhede edilmekteydi. Zira Çanakkale’nin îmanlı ordusu, dîn-i mübîn ve vatanları uğruna çarpışıyordu. Bunun için onlar ilâhî yardıma muhâtap oldular. Allah Teâlâ buyurur:

“Siz Allâh’ın dînine (onu muhlisler olarak yaşayarak ve başkalarına da ileterek) yardım ederseniz, Allah da size yardım eder” (Muhammed, 7)

Bu yardıma mazhar olan Koca Seyyid’in hâtırası, unutulmayan gerçeklerdendir.

KOCA SEYYİD

Rumeli Mecidiye Tabyası, korkunç bir düşman saldırısı neticesinde neredeyse tamamen imhâ edilmişti. Cephâneliğin büyük kısmı havaya uçmuş, on altı topçumuz şehîd olmuştu. Koca tabyadan ayakta kalabilen bir yüzbaşı, iki nefer, bir de vinci kırılmış, ağzına mermi alamayan tek bir top idi.

Yüzbaşı, etraftaki birliklere durumu haber vermek için uzaklaşmıştı ki, erlerden Koca Seyyid, denizin üzerinde ateş ve ölüm püskürerek ilerleyen düşman gemilerine bakarak derin derin içini çekti. Gözleri doldu. Acziyet içinde çırpınan yüreğinin mahzûniyetiyle ellerini yüce Mevlâ’ya kaldırdı ve:

“Yâ Rab! Ey kudret sahibi Allâh’ım! Bana şu an öyle bir kuvvet ver ki, hiçbir kulun benden daha güçlü olmasın!” diyerek Rabbine sığındı, O’ndan yardım istedi.

Koca Seyyid, dünya âleminden sıyrılmıştı ve sadece Rabbinin huzûrunda idi. Gözlerinden akan yaşlar yanaklarından aşağı süzülüyordu. Vird hâlinde bir müddet:

«لَاحَوْلَ وَلَاقُوَّةَ اِلَّا بِاللهِّٰ» dedi.

Sonra birden «Yâ Allah!» diye haykırdı ve arkadaşının hayret ve şaşkınlık dolu nazarları arasında okkalık (yaklaşık kiloluk) mermiyi kavrayıp kaldırdı. Demir basamakları üç kez inip çıktı. Göğüs ve omuz kemiklerinin çatırtıları duyuluyordu. Sel gibi ter döküyordu. Koca Seyyid, çatlamış dudaklarıyla:

“Allâh’ım! Benden kuvvetini esirgeme!” duâsına devam ediyordu.

Nihâyet topun ağzına sürdüğü meşhur üçüncü mermiyle savaşın kaderi değişti. İngilizler’in “Oşin” isimli zırhlı gemisi vurulmuş ve denizin üzeri cehennemî bir aleve bürünmüştü.

Hâdiseyi öğrenip Cenâb-ı Hakk’a şükreden Cevat Paşa, Koca Seyyid’i tebrik ederken ondan aynı ağırlıkta bir başka mermiyi tekrar kaldırmasını istediğinde Koca Seyyid, şu cevabı verdi:

“–Paşam! Ben bu mermiyi kaldırırken gönlüm Allâh’ın feyziyle dopdolu ve te’yîd-i ilâhîye mazhar idi. Kendimde bir başkalık hissetmekteydim. Bu ağırlığı kaldıracak bir makama ulaşmışsam, Cenâb-ı Hakk’a yaptığım duâların mukâbilinde O’nun nusret ve inâyetinin tecellîsi idi ki bu, o âna mahsustur. Şimdi kaldıramam kumandanım; mâzur görün!..”

Seyyid’in bu sözleri üzerine Cevat Paşa:

“–Evlâdım! Büyük bir iş başardın. Bir mükâfât iste benden?” dedi.

Allâh’a kulluktan başka her şeyi gönlünden silmiş bulunan fedâkâr yiğit, rûhundaki ikinci kahramanlığı şu sözleriyle sergiledi:

“–Kumandanım! Hiçbir talebim yoktur; lâkin ben pehlivan yapılı olduğumdan dolayı günde bir somun yetmiyor. Düşman karşısında daha güçlü olmam için emretseniz de bana iki somun verseler!..”

Bu isteğe tebessüm eden Cevat Paşa, onu onbaşılıkla mükâfatlandırdı.

Koca Seyyid’in bu hâli, kalbinin samîmiyet ve saflığını ne güzel ifâde etmektedir.

"BİZ MANEVİ GÜCE MAĞLUP OLDUK"

Dâimâ mâneviyat, maddeden üstün gelince, onu tesiri altına alır. Nitekim Çanakkale Harbi’ndeki İngiliz kumandanı tarihçi Hamilton da, bu hakîkati şöyle îtiraf etmiştir:

“Bizi Türkler’in maddî gücü değil, mânevî gücü mağlûb etmiştir. Çünkü onların atacak barutu bile kalmamıştı. Fakat biz, gökten inen güçleri müşâhede ettik!..”

Yine Hamilton’un bir kâbus diyerek anlattığı şu rüyâsı da ibretlidir:

“Korkunç bir rüyâ gördüm. Bu, rüyâdan ziyâde bir kâbus idi. Helles kıyılarında boğulmak üzere idim. Boğazımı demir kıskaç gibi sıkan bir el beni suyun dibine doğru çekiyordu. Uyandığım zaman ter içerisinde idim ve titriyordum. İçimde, çadırımda yabancı biri varmış gibi bir his vardı

Şimdiye kadar böyle korkunç bir rüyâ görmemiştim. Çanakkale’nin meş’um (uğursuz) olduğu fikri aklımda yer etmeye başladı. Bu histen saatlerce kurtulamadım. Sanki biz daha buralara gelmeden âkıbetimiz kararlaştırılmıştı ve şimdi de üzerimizde icrâ ediliyordu”

O sırada İngiliz Harbiye Nâzırı olan ve müttefiklerin, husûsiyle tereddüt içindeki İngiliz hükûmetinin Çanakkale’ye saldırma kararı almasını:

“–Merak etmeyin! Ben üzerimdeki şu bahriye kıyafetiyle Türkler’in pâyitahtına oturacağım!” şeklindeki sözlerle teminat üstüne teminat vererek sağlamış bulunan Churcill, muhârebe sonrası niçin mağlûb olduğu sebebiyle muhâkeme edilirken itâb edici ağır suâller karşısında iyice darlandığı bir sırada mahkeme hey’etine şöyle haykırmıştır:

“–Anlamıyor musunuz, biz Çanakkale’de Türkler’le değil, Allah ile harbettik!.. Tabiî ki yenildik”

Düşman kumandanlarına bu itirafları yaptıran Çanakkale harbinde yaşanan ulvî hâdiseler, Cenâb-ı Hakk’ın nusret ve inâyetini açıkça sergilemektedir:

BULUT İÇİNDE BAYRAM NAMAZI

Çanakkale harbinin devam ettiği günlerde bir Ramazan bayramı arefesiydi. Cephe kumandanı Vehip Paşa, 9. Tümen’in genç imamını çağırarak mahzun bir şekilde, istemeye istemeye şöyle dedi:

“–Hâfız! Yarın Ramazan bayramı. Asker toplu olarak bayram namazı kılmak istiyor. Ne dediysem, vazgeçiremedim. Ancak böyle bir şey, pek tehlikeli, yani düşmanın arayıp bulamayacağı toplu bir imhâ fırsatı olur. Münâsip bir dille bunu erâta sen anlatıver!..”

İmam Efendi, Paşa’nın yanından henüz ayrılmıştı ki, karşısına nur yüzlü bir zât çıktı ve:

“–Oğlum! Sakın ola askerlere bir şey söyleme! Gün ola hayır ola; Allah ne derse, öyle olur..” dedi.

Ertesi sabah, herkesi hayrette bırakan ilâhî bir tecellî yaşandı. Gökten hevenk hevenk bulutlar indi ve gönlü Allâh’a kulluk aşkıyla dopdolu olan mü’min askerlerin üzerini kapladı. Onları dürbünle gözetleyen düşman kuvvetleri, artık bembeyaz bulutlardan başka bir şey göremez oldu. O sabah bambaşka bir mânevî heyecan içinde kılınan bayram namazında alınan gür tekbirler, dalga dalga semâya yükseliyordu. Nur yüzlü ihtiyar zât, Fetih Sûresi’nden bâzı âyetleri tilâvet ederken askerlerin gönüllerinden taşan kelime-i tevhîd sesleri, birer îman sayhası hâlinde düşman saflarından bile duyulmaktaydı.

İşte bu esnâda İngiliz kuvvetleri arasında büyük bir kargaşa başgösterdi. Zira çeşitli İngiliz sömürgelerinden kandırılarak toplanıp getirilmiş bulunan bâzı müslüman askerler, yine kendileri gibi müslüman bir toplulukla savaştıklarını, işittikleri tekbîr ve tevhîd seslerinden anlamışlar ve bunun üzerine isyân etmişlerdi. Ne yapacağını şaşıran zâlim İngilizler, onların bir kısmını kurşuna dizdi, diğerlerini de alelacele cephe gerisine çekmek zorunda kaldı.

DÜŞMANI YUTAN BULUT

Düşmanın Çanakkale’de müthiş bir taarruza geçtiği bir gündü. Hamilton’un kumanda ettiği harekâtta İngilizler hiçbir netice alamamıştı. Husûsiyle Tümen’leri ağır zâyiat vermişti.

Ancak o gün Kraliyet Norfolk Alayı’nın bir bölümü, az bir mukâvemetle karşılaştığı için içerilere doğru ilerlemeye muvaffak olmuştu. Alay, Azmak Deresi’nin kuru yatağını geçmiş, Kayacık Ağılı mevkiinden Damakçı Bayırı’na doğru yavaş yavaş yürüyordu. Karşılarında küçük bir tepe vardı. Üzerinde de garip, soluk renkte bir bulut durmakta idi. Alay tepeye doğru ilerledi ve bulutun içine girip kayboldu.

Şâhid olanların imzalarıyla İngiliz kaynaklarında da yer alan bu hâdise, düşman birlikleri arasında dehşet uyandırdı. Zira tepenin üzerindeki bulut, kişilik İngiliz askerlerinin son neferini alıncaya kadar beklemiş, sonra da sanki yükünü almış gibi havalanmıştı. Yine o esnâda ortaya çıkan yedi-sekiz kadar bulutla birleşerek kuzeye, yani Trakya istikâmetine doğru uçup gitmişti.

Bugün hâlâ o İngiliz askerlerinin âkıbetlerinin ne olduğu bilinmemektedir. Ne esir, ne de ölüm kayıtları, iki tarafta da mevcut değildir.

Bu hâdise de, Çanakkale savaşlarında fiziken çözülemeyen ve dünyevî ölçülere göre meçhûl kalan, ancak gerçek olduğu tespit edilmiş bulunan ilâhî yardımlardan biridir.

BİR TESTİ SU

Çanakkale gâzilerinden merhum Lâdikli Ahmed Ağa’nın şâhid olduğu şu hâdise de, o sıkıntılı günlerdeki ilâhî yardımın bir tezâhürüdür:

Cehennemî bir ateş altında askerlerin damarlarını kurutacak derecede bir susuzluk yaşanıyordu. Tam bu esnâda nur yüzlü bir zât, elinde bir testi su olduğu hâlde siperlerin arasında peydâ oluverdi. Bütün askere buz gibi su dağıttı; yine de testisindeki su bitmedi. Lâdikli Hacı Ahmed Ağa da, bu zâtın testisinden su almıştı. O zât, Ahmed Ağa’ya:

“–Evlâdım! Yaralanırsan, matarana aldığın sudan sürüver!” dedi.

Nitekim bir iki defa yaralanan Ahmed Ağa, yaralarına bu sudan sürdü ve kısa zamanda şifâ buldu.

İsminin Kaşıkçı Dede olduğunu söyleyen bu zât ise, Kilitbahir’de medfun, yıllar önce vefât etmiş bir Allah dostu idi.

Bu hâdise gösteriyor ki, Allâh’ın izniyle evliyâullâhın Çanakkale harbinde büyük yardımının olduğu muhakkaktır.

HAYAL ÖTESİ BİR FERAGAT

Çanakkale harbindeki îman ordusunun erleri, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in mânevî terbiyesinde yetişmiş bulunan ashâb-ı kirâmın ahlâkını kendilerine numûne almış ve onların mâneviyatına gönül vermiş kimselerdi. Bunlardan biri olan er Hüseyin, çok ağır yaralanmış, tedâvi görmekteydi. Ancak durumu her an daha da kötüye gidiyordu. O da bunun farkındaydı. Bunun için arkadaşlarının kendisine verdikleri ekmeği eline almış, tam ısırmak üzereydi ki, âniden durakladı. Ve ashâbın gösterdiği ferâgat numûnelerinden birinin âdeta yeniden tekerrürü sadedinde mü’min kardeşini kendi nefsine tercîhen büyük bir îman vecdiyle:

“–Can dostlarım! Bu ekmeği benim yemem doğru değildir. Çünkü benim ölümüm iyice yaklaşmış bulunmaktadır. Alın bunu yaşayacak olan yiğitlere verin!..” dedi ve elindeki ekmeği silâh arkadaşı Mustafa’ya uzattı.

Ne kadar ısrar ettilerse de, kabûl ettiremediler. Nihâyet bir müddet sonra bu îman ve ferâgat âbidesi müstesnâ şahsiyet, kendisine nasîb olan mânevî gıdâların haz ve neşvesi içinde şehîden vuslat-ı Mevlâ ile şereflendi.

İşte Çanakkale harbinde, ancak peygamberlere ve yüksek velîlere âit bir keyfiyet olan infâkın en üst noktasındaki îsâr hâli yaşanıyordu. Bunun için de ilâhî rahmet, âdeta bir bahar yağmuru hâlindeydi.

ZABİT MUZAFFER

Yüksek tahsil talebesi olan zâbit Muzaffer, Çanakkale harbinin sürüp gitmesi üzerine ihtiyaca binâen gönüllü asker olarak ordu saflarına katıldı. Üç aylık bir tâlimden sonra Çanakkale’ye sevk edildi. Ancak harp bitmişti. Birliklerin büyük bir kısmı doğu cephelerine sevk edilecekti. Bunun için de harpte yıpranmış bulunan nakil araçlarının lastik vs. ihtiyaçlarının giderilmesi gerekiyordu. Bu işle, İstanbullu zâbit Muzaffer’i vazifelendirdiler.

Zâbit Muzaffer, elindeki tezkere ile derhâl İstanbul’a gitti. Aradığı malzemeleri bir yahûdî tüccarında bularak erkân-ı harbiye kaymakamına çıktı. Fakat kaymakam, askerin ayağına postal, sırtına kaput bulamadığı gerekçesini ileri sürdü ve istenilen meblâğı vermeyi kabûl etmedi.

Kaymakamın yanından mahzun ve mağmum bir şekilde ayrılan zâbit Muzaffer, ne yapacağını bilemez bir hâldeydi. Birliğine eli boş olarak nasıl dönebilecekti? Cephede çekilen sıkıntıları düşünerek sonunda kararını verdi ve yahûdî tüccarın yanına varıp, siparişlerini hazırlamasını, sabah namazından sonra almaya geleceğini ve parasını da o zaman ödeyeceğini bildirdi. O gece, sabaha kadar çalışarak bir yüz liralık kağıt para hazırladı. İlk bakışta anlaşılamayacak kadar aslına benzeyen bir kağıt paraydı bu. O zamanlar kağıt paraların üzerinde:

«Bedeli Dersaâdet’te altın olarak tesviye olunacaktır.» ibâresi yazılırdı.

Zâbit Muzaffer de, kendi hazırladığı yüz liralığın üzerine:

«Bedeli Çanakkale’de altın olarak tesviye olunacaktır.» yazdı.

Sabahleyin erkenden yahûdî tüccarından mallarını aldı ve bu parayı vererek bir gemiyle Çanakkale yolunu tuttu.

Üç gün sonra yahûdî tüccar, elindeki parayı bozdurmak için Osmanlı bankasına gittiğinde, mesele ortaya çıktı. Para sahte idi. Paranın üzerindeki ibârede kastedilen altın ise, Çanakkale’de dökülen ve altından daha kıymetli olan şehîd kanlarıydı. Her nedense yahûdî, bu duruma sükût etti ve hiçbir aksülamelde bulunmadı. Ancak hâdise, bütün İstanbul’a yayıldı ve bundan Şehzâde Abdülhalîm Efendi’nin de haberi oldu. Şehzâde, derhâl alâka gösterdi. Taklit parayı, yahûdîden bedeli olan altını vererek aldı ve bunu zarif bir mahfaza içinde emniyet müzesine hediye etti.

Bu hâdisenin kahramanı olan zâbit Muzaffer ise, gelişen durumdan habersiz, birliğiyle birlikte doğu cephesine geçmişti. Orada büyük bir cesaret ve fedâkârlıkla vatan müdâfaasında idi. Kanlı bir çarpışma esnâsında ağır bir şekilde yaralandı. Ardından gelecek nesle, ikinci bir ulvî hâtıra daha bırakarak şehâdet şerbetini içti. Şöyle ki:

Ateş hattında çarpışan ve vazifesi başında şehîd olan zâbit Muzaffer Bey, son nefesinde artık sesinin çıkmadığı ve gözlerinin bir şey anlatamadığı dakikada cebinden bir zarf çıkardı; sonra yerden bir çöp parçası alarak yarasından akan kanlara batırıp yazmaya başladı:

“–Kıble ne tarafta?..”

Etrâfındakiler, rûhunu, Beytullâh’a dönerek Allâh’a teslîm etmek isteyen Muzaffer Bey’in bu arzusunu yerine getirip onu kıbleye çevirdiler. Ölüm ânında, bir yandan yüzü vuslat neş’esiyle dolan zâbit, diğer yandan da mukaddes gâyenin ulvî müdâfaasının kaygısı içerisinde, yazısında son bir hamleyle kahraman askerlerine şu mesajı verdi:

“–Bölük Allah için cihâda devam etsin; kanım yerde kalmasın!..”

Üçüncü bir mesaj daha yazacaktı ki, vakti elvermedi ve muazzez rûhunu şehîden Rabbine teslîm eyledi.

BİR FRANSIZ GENERALİNİN İTİRAFI

Îmanlı askerimizin ulvî hasletlerinin numûneleri, sadece mü’min kardeşlerine değil, kendilerini öldürmeye gelmiş bulunan düşman askerlerine karşı dahî tezâhür etmekteydi. Bu gerçeği, ’da kendilerine âit bir anıt mezarın açılışına gelen Fransız Generali Guro, şehîd Türk askerlerinin kabirlerini de ziyâret etmek isteyerek, etrafındaki çoğu Fransız olan topluluğa karşı yaptığı bir konuşmada şöyle îtiraf eder:

“–Efendiler! Müslüman Türk askeri, ender bulunan bir askerdir. Bu hususta size dimağımda hâlâ taptaze kalan canlı bir hâtıra nakletmek istiyorum.

Bir sabah günün ilk ışıkları ile birlikte Türkler’le süngü harbine başlamıştık. Onlar, çok ama çok mâhir dövüşüyorlardı. Kendileriyle başa çıkmak mümkün değildi. Akşam geç vakte kadar süren bir çarpışmadan sonra yaralılarımızı toplamak üzere karşılıklı bir anlaşma yaptık. Her iki taraf da yaralılarını almaya başladıklarında, ben de harp sahasına çıktım. O karışık hengâmda gördüğüm bir manzara, değme ressamların fırçalarından bile çıkmayacak bir tablo oluşturmaktaydı. Her şeyi bir kenara bırakıp büyük bir şaşkınlık ve hayranlıkla seyre koyuldum.

Bir Türk askeri, kendi yaralarına, yerden avuçladığı toprakları bastırıyor, kucağında taşıdığı yaralı için ise, gömleğini yırtıp onun yarasını sarmaya çalışıyordu.

Efendiler! Kendi yarasına toprak bastırdığı hâlde kucağındaki yaralı için gömleğinden parçalar koparan bu fedâkâr, kahraman ve asil askerin kucağındaki yaralı kimdi biliyor musunuz?..”

Sözlerinin burasında hıçkırmaya başlayan General, gözyaşlarını mendiliyle silmeye çalışarak derin bir iç çekti ve boğuklaşan sesiyle:

“–Efendiler! O Türk yiğidinin kucağındaki yaralı, bir Fransız askeriydi, bir Fransız askeri!..” dedi.

Ardından yere çöktü; elini yüzüne kapatıp ağladı, ağladı, ağladı

Bu hâl, bir mü’minin rûhundaki ufku göstermeye kâfîdir. Yaratan’dan dolayı yaratılanlara şefkat ve merhamet

Buna benzer bir başka hâdise, Çanakkale destanının yıllar sonra ortaya çıkan hikmet ve ibret dolu, bereketli bir neticesidir:

YILLAR SONRA

Yıl Çanakkale harbine katılan Josef Miller isimli bir Anzak, yakalandığı kanser hastalığı sebebiyle Amerika’da hastahânede bir Türk doktoru tarafından tedâvi edilmekteydi. Bunu öğrenen yaşlı Anzak, Türk doktora:

“–Tarihin cilvesine bakın ki, Çanakkale’de ölmek üzereyken beni tedâvi edenler Türkler idi. Şimdi de yıllar sonra bir Türk’ün elinde tedâvi görüyorum” dedi.

Ardından kendilerinin nasıl kandırılarak Çanakkale harbine getirildiklerini anlattı. Sonra gözleri doldu ve hiç unutamadığı bir hâdiseyi şöyle nakletti:

“–Sahip olduğumuz bütün teknolojik imkânlara ve sayı üstünlüğüne rağmen Türkler’in cesaret ve gayretleri karşısında durmadan geri püskürtülüyor, tekrar taarruz ediyorduk. Bu taarruzlardan birinde başımdan yediğim şiddetli bir dipçikle yaralanıp bayılmışım. Kendime geldiğimde Türkler’in arasında olduğumu anladım. Önce çok korktum. Çünkü İngilizler, bize Türkler’i çok vahşî ve barbar insanlar olarak tanıtmıştı. Fakat iyice kendime gelince gördüm ki, yaralarımı sarmış, beni tedâvi etmişler. Hiç birinin yüzünde bana karşı öfke yoktu. Üstelik bana çantalarındaki yiyeceklerden ikrâm ettiler. İyi biliyordum ki, yiyecekleri yok denecek kadar azdı. Şok derecesinde bir şaşkınlık yaşadım. Burada âdeta bir misâfir gibiydim. Artık içimden «Yazıklar olsun bana! Yazıklar olsun yalancı İngilizler’e!» diyordum. Nihâyet serbest bırakıldım ve memleketime döndüm”

Yaşlı Anzak ağlamaya başlamıştı. Türk doktorun adını sordu. “Ömer” cevabını alınca, yıllardır karar verdiği, fakat bir türlü bir vesîle bulup da ortaya çıkaramadığı bir niyetle yatağından doğruldu. Bir müddet Doktor Ömer Bey’in yüzüne dalgın dalgın baktı. Sonra derin bir nefes alarak o âna kadar tadamadığı bir haz ve vecd içinde:

“–Evlâdım! Ne güzel bir ismin var! Şimdiden sonra benim adım da Ömer olsun; Anzaklı Ömer olsun!..” dedi.

Ardından, kendisini büyük bir şaşkınlık içerisinde dinleyen Ömer Bey’e tekrar seslendi:

“–Müslüman olmak istiyorum!..”

Doktor Ömer Bey’in yardımıyla kelime-i şehâdet getirdi. Sonra bir tesbih ve seccâde ricâ ederek şöyle dedi:

“–Evlâdım! Ben bunları sizin dedelerinizde görmüştüm. Onlar, harbin en zor anlarında iken, hattâ ölüme adım atarlarken bile dillerinden Allâh’ın zikrini düşürmüyorlardı. Onlar, tesbihlerini çekerken, yüzlerinde bambaşka hâller ve güzellikler sezerdim. Ömrümün şu son günlerinde ben de o hâli yaşamak istiyorum”

Doktor Ömer Bey, derhâl onun taleplerini yerine getirdi. Anzaklı Ömer, gücü tükenmiş parmaklarını zorlayarak tesbih tanelerini «Allah, Allah» nidâlarıyla çekmeye koyuldu. Gönlüne ve yüzüne inen nûr-i ilâhî ve huzur, dışarıdan bile hissediliyordu. Sanki hastalığından kurtulmuş, dünyevî hiçbir ıztırâbı kalmamıştı.

O, gücü yettiği kadar dînini de Doktor Ömer Bey’den öğrenme gayretiyle son günlerini mânevî bir haz ve neşve içinde geçirdi. Yaklaşık bir-iki ay sonra da elinde tesbih Allâh’ın ismini zikrede ede rûhunu Rabbine teslîm etti. O, öldürmeye gittiği kimseler tarafından gerçek diriliğe erişmiş bir bahtiyar olmuştu

ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNE

Mühim olan, yaşayan, duygulu ve seviye kazanmış bir kalbe sahip olabilmektir ki, bütün insanlık istifâde etsin ve hidâyet bulsun!

İşte Çanakkale’de çarpışan mü’min ordumuz, sadece kahramanlık ve cesaret destanı değil, aynı zamanda sahip oldukları mânevî kemâl bereketiyle bir fazîlet destanı yazmıştır.

Bugün Anadolu’da ocağı tüten her evin kudsî hâtırasında bir Çanakkale şehîdinin olduğu muhakkaktır. Her âile bir Çanakkale yetimidir. Bu hâl, nesilden nesile intikâl eden bir şeref madalyasıdır. Çanakkale, tarihe müşahhas şehîdlik mefhûmunu bir daha nakşetmiştir. Bu şehîdlerin kabirleri sîne-i millettedir. Merhum Mehmed Âkif bunu ne güzel ifâde eder:

Ey şehîd oğlu şehîd! İsteme benden makber;

Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber!..

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Abide Şahsiyetleri ve Müesseseleriyle Osmanlı, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

Çanakkale Savaşı’nın Tarihçesi ve Önemi - Çanakkale Savaşı Kısaca

Çanakkale Zaferinin Sırları - Çanakkale Zaferi Nasıl Kazanıldı?

Çanakkale Destanını Anlatan Hikayeler

PAYLAŞ:                

&#;anakkale Savaşı Konulu Anılar - &#;anakkale Savaşında Yaşanan Olaylar, Anılar Ve Hikayeler

Haberin Devamı

  Başhemşire Çavuşun yanına gittiğinde ateşinin yüksek olduğu fark etti fakat Bekir Çavuş 'Emir geldi' diyerek yatağına yatmıyordu. Bulunduğu hastalık durumunda bile savaşı düşünüyor ve yatmak istemiyordu. Sabaha karşı Bekir Çavuş şehit oldu ve ağzından çıkan son sözler de 'Emri yerine getiremedim' oldu.

 Savaş sırasında Anzak askerlerinin olduğu yerde su az bulunurken Türk askerlerinin olduğu yerde bolca vardı. Türk askerleri su taşırken karşılarına Anzak askerleri çıktı ve tüfeklerini atarak su içmeye başladılar. Türk askerleri Anzak askerlerini alarak komutanlarına götürdüler ve komutanlarına susuzluktan ölmelerini istemedikleri için su içmelerine izin verdiklerini söylediler. Bu olayı dinledikten sonra Esat Paşa askerleri tebrik etti ve onlara bahşiş verdi.

Çanakkale Savaşında Yaşanan Olaylar

Çanakkale savaşında yenileceğini anlayan İngiliz askerler yeni tabur askerlerini Çanakkale'ye getirdiler. Bunlar Norfolk askerleriydi. Kavaktepelerine ve tekkeye gece karanlığında saldırmayı çare olarak gören İngilizler tepelerin yamaçlarına kadar geldiler. Buraya kadar gelen askerler şafak sökerken saldırı yapmayı planlıyorlardı. Fakat bu planları olmadı ve Türkler İngilizleri tuzağa düşürdüler.

Haberin Devamı

  İngilizler sadece metre kadar ilerleyebildiler. Tüm taburlar Türkleri hafife aldıklarından ilerleme gösteremiyorlardı. İlerlemeye devam ettiler ve 22 kişilik bir sahra birliğinin önünden yürümeye devam ettiler. Tepenin üzerinde bulut vardı ve askerler bulutun içine girdiler. Son asker de bulutun içine girdiğinde bulut yükselmeye başladı ve rüzgarın aks yönünde ilerledi. Başka bulutlar da vardı fakat bu bulutlar rüzgara rağmen hareket edemiyordu. Diğer tüm bulutlar bu bulutları kolluyor gibiydi. Bulutun içine giren askerlerin hiçbiri bir daha görülmedi. 

Çanakkale Savaşında Yaşanan Anılar ve Hikayeler

  Çanakkale savaşında savaşan ve bir koluyla bir ayağını kaybeden Fransız general ülkesine döndükten sonra şunları anlatmıştır: 

Haberin Devamı

Fransızlar, Türkler gibi mert bir millet ile savaştığınız için gurur duyabilirsiniz. Hiçbir zaman unutmam. Savaş sahasında savaş bitmişti ve biz de yaralıların arasında dolaşıyorduk. Türk ve Fransız askerleri de az önce süngüye girmiş ve ağır darbeler almışlardı. Yerde bir Fransız askeri yatıyordu, bir Türk askeri de kendi gömleğini yırtmış ve Fransız askerin kanlarını temizliyordu.

  Neden öldürmek istediğiniz askerlere yardım ediyorsunuz diye sorduğumda şu yanıtı aldım 'Yaralandığı zaman cebinden yaşlı bir kadının resmini çıkardı. Herhalde annesidir diye düşündüm ve benim kimsem yoktu. İstedim ki bari o onu bekleyen annesinin yanına sağ salim dönsün.' O sırada gördüm ki o Türk asker de yaralıydı ve bu durumdayken Fransız askerine yardım etmeyi seçmişti. Sonrasında ise ikisi de öldüler. Türk askeri eğer o Fransız askerine yardım etmek için zaman kaybetmeseydi belki de kurtulabilirdi. Bu olay beni derinden yaralamıştı. 

Çanakkale Savaşı Konulu Anılar - Destan Yazan Kahramanların Çanakkale Savaşı Anıları

Çanakkale Savaşı'nda Türk ordusu, canları pahasına ülkelerini savunmuştur. En zor anlarında bile savaşmaktan vazgeçmeyen bu kahramanlar, Çanakkale Savaşı'nın bir destan olarak anılmasındaki en önemli nedenlerdendir. Çanakkale Savaşı'nda savaş tarafları büyük kayıplar verse de savaşı Türkler kazanmış ve son ana kadar topraklarını savunmaya devam etmişlerdir.

ÇANAKKALE SAVAŞI KONULU ANILAR

Çanakkale Savaşı hem Türk tarihinde hem de Dünya tarihinde yeri çok önemli olan savaşlardan biridir. Bu savaş ve yılları arasında yapılmış olup iki taraftan da çok fazla şehidin verildiği savaşlardandır. Çanakkale Savaşı günümüzde Çanakkale Destanı adıyla da anılmaktadır. Çanakkale komutanları ve Çanakkale kahramanları savaş sırasında üstün bir çaba göstermiş ve bu sayede savaş Çanakkale Destanı olarak anılmaya başlanmıştır.

Çanakkale gazileri anılar denildiğinde akla pek çok anı hikayesi gelebilmektedir. Bunlardan ilki ise en önemlilerinden olan Edincikli Mehmet Er'in anısıdır:

Top mermisi ile yaralanan Edincikli Mehmet Er'in kolunda, akan kanların arasında bir et parçası da sallanmaktaydı. Er ise bu sırada komutanına kolunu kesmesi için yalvarıyordu. Erin koluna bakan Teğmen ne yapacağını bilemez bir şekilde üzerinden kanlar akan kolu inceliyordu. Bu sırada Er Teğmen'e kolunu kesmesi için daha yüksek bir sesle yalvarmaya başlamıştı. Erin ağzından dökülen "Allah aşkına" nidaları üzerine Teğmen erin kolunu keser. Er, önce daha yeni kesilmiş olan koluna sonra da sağlam olan koluna bakar ve kopmuş olan kolunu alıp fırlatarak konuşur; "Bu kol vatana feda olsun."

ÇANAKKALE SAVAŞI'NDA TÜRK ASKERİNİN KAHRAMANLIĞI İLE İLGİLİ ANILAR

Çanakkale savaşında Türk askeri topraklarını canları pahasına savunmuş ve bunun sonucunda savaşı kazanmışlardır. Vatanlarını kurtarmak için canlarından vazgeçen bu askerler için vatanın birliği ve bütünlüğü hayatlarından daha değerliydi. Türk askerlerinin Çanakkale Savaşı'ndaki kahramanlıklarını anlatan birkaç anı aşağıda verilmiştir:

8. Sınıf Türkçe Sorusu: a) Aşağıdaki Çanakkale broşürünü inceleyiniz./ b) Broşürden ve derse hazırlık bölümünde yaptığınız araştırmadan faydalanarak &#;Çanakkale Savaşı'nın tarihimizdeki önemi&#; ile ilgili bilgilendirici bir metin yazınız. Yazınıza uygun bir başlık koyunuz.

Çanakkale Savaşı tarihimiz açısından çok önemli bir dönüm noktası olmuştur. Yurdumuzu işgal etmeye çalışan yabancı devletler Çanakkale Savaşı ile vatanımızı işgal edemeyeceklerini açıkça anlamışlardır. şehit verdiğimiz Çanakkale, Koca Seyitlerin, Kınalı Alilerin, kahraman milletimizin adını tarihe yazdırdıkları yerdi. Çanakkale Savaşı aslında bağımsızlığımız tekrar kazandığımız çok önemli bir zaferdir.

Yurdumuzun dört bir yanından genç yaşlı herkes Çanakkale'ye koşmuş bu uğurda sayısı şehit vermişiz. Türk milletinin kahramanlık yazdığı Çanakkale Savaşı asla unutulamaz. Düşman devletlerin asıl amacı vatanımız parçalayıp kendi aralarında pay etmekti. Ancak kahraman ecdadımız Ulu Önder Atatürk'ün önderliğinde tek yumruk olarak düşmana karşı kahramanca, cesurca savaştı. Bu yolda nice şehitlerimiz, gazilerimiz oldu. Her şehirden insanımız cepheye koştu. Bazıları daha genç yaştaydı. Okuması gereken birçok öğrenci, vatan savunmasına koştu. Tüm milletimiz tek yürek oldu. Sonunda düşmanlar büyük yenilgiye uğratıldı. Çanakkale'de gösterilen kahramanlık yurdumuzu işgal edenlere, Çanakkale Geçilmez dedirtti.

İşte her sene 18 Mart'ta tüm yurdumuzda Çanakkale Şehitlerimizi anıyoruz. Çünkü Çanakkale Savaşı'nın tarihimizdeki önemi kelimelere sığdırılamaz. Kahraman ecdadımıza, vatanımızı düşmanlardan koruyan kahraman milletimize çok şey borçluyuz. Kısacası bu güzel vatanımız kolay kazanılmamıştır, bunu aklımızdan hiç çıkarmamalıyız. Biz de çalışmalı, okumalı, vatanımıza en güzel şekilde sahip çıkmalıyız.

Tags SınıfBilgilendirici Metin

Daha yeni Daha eski

").addClass("theiaStickySidebar").append(funduszeue.infoen()),funduszeue.info(funduszeue.infoSidebar)}funduszeue.infoBottom=parseInt(funduszeue.info("margin-bottom")),funduszeue.infogTop=parseInt(funduszeue.info("padding-top")),funduszeue.infogBottom=parseInt(funduszeue.info("padding-bottom"));var n=funduszeue.info().top,s=funduszeue.infoeight();function d(){funduszeue.infocrollTop=0,funduszeue.info({"min-height":"1px"}),funduszeue.info({position:"static",width:"",transform:"none"})}funduszeue.info("padding-top",1),funduszeue.info("padding-bottom",1),n-=funduszeue.info().top,s=funduszeue.infoeight()-s-n,0==n?(funduszeue.info("padding-top",0),funduszeue.infoSidebarPaddingTop=0):funduszeue.infoSidebarPaddingTop=1,0==s?(funduszeue.info("padding-bottom",0),funduszeue.infoSidebarPaddingBottom=0):funduszeue.infoSidebarPaddingBottom=1,funduszeue.infousScrollTop=null,funduszeue.infocrollTop=0,d(),funduszeue.infoll=function(e){if(funduszeue.info(":visible"))if(i("body").width()

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası