düşmeye doyamadığım dipsiz kuyumsun / Cool=Astepe 😂🙈 . . . #senanlatkaradeniz #tahirkaleli

Düşmeye Doyamadığım Dipsiz Kuyumsun

düşmeye doyamadığım dipsiz kuyumsun

"Dipsiz Kuyum" şarkı sözleri

Emrah Karaduman Lyrics

"Dipsiz Kuyum"
(feat. Aleyna Tilki)

Misafir çocuğu gibiydin
Geldin dağıttın gittin
Ben her gün kokunu öperdim
Yazıp sustuğum sendin

Gönül almayı bilmeyene ömür emanet edilmez
Kaderin izin vermediğine şansın gücü yetmez

Düşmeye doyamadığım dipsiz kuyumdun
Kırılan hayallerimin başrolü oldun
Seni affedecek yollar bulmaktan yoruldum
Seni ben gibi kim sever sanıyorsun?

Misafir çocuğu gibiydin
Geldin dağıttın gittin
Ben her gün kokunu öperdim
Yazıp sustuğum sendin

Gönül almayı bilmeyene ömür emanet edilmez
Kaderin izin vermediğine şansın gücü yetmez

Düşmeye doyamadığım dipsiz kuyumdun
Kırılan hayallerimin başrolü oldun
Seni affedecek yollar bulmaktan yoruldum
Seni ben gibi kim sever sanıyorsun?

Düşmeye doyamadığım dipsiz kuyumdun
Kırılan hayallerimin başrolü oldun
Seni affedecek yollar bulmaktan yoruldum
Seni ben gibi kim sever sanıyorsun?



Submit Corrections

Writer(s): Emrah Karaduman

You May Also Like

Canbay & Wolker - "Dört Duvar"Vakit az biri sürsün (sürsün) Bagajda son ses Müslüm (baba) Hayaller dağlara sürgün (yedi) En güzel onlara güldük (demi) (Şşşt) Özlem sana Tahliye var gözün aydın anam Bi'şe' dicem sana az baksana

Hande Yener - "Benden Sonra"Ben seni tarihe gömmeye hazırım Kalmadı gözde ağlayacak yaş Her kırışında bin parça oldu Düşünmedin mi kalp bu değil taş Doldur şimdi yerimi Başka ben varsa Hadi bul yoracak yeni birini Çok üzgünüm

Umut Timur - "Vermedin"Aye Kalbimi alıp vermedin geri vermedin Kalbimi alıp gelmedin geri gelmedin A-ye Kalbimi alıp vermedin geri vermedin Kalbimi alıp gelmedin geri gelmedin Kafamı kaldı bende saçmaladım yine seni

Nil Karaibrahimgil - "Burası İstanbul"Yalansız kul mu var? Girdiğin yol mu dar? İçin neden üşür? Çıktığın dağ mı kar? Dönüp mü gitmeli? Tövbe mi etmeli? "Bu Sazan Sarmalı" Deyip mi geçmeli? Buranın adı İstanbul Bi' gözü hep açık uyur

İlyas Yalçıntaş - "Gel Be Gökyüzüm"Güneş doğdu ama yasta Mevsimi hep hasta Yoksun oralarda Bi' ses bin yol olur anla Kaybedilen aşka Bahçeleri gonca Belki affeder bizi Onca hatıra gibi Gel be gökyüzüm Kıyıya vurdu aşklarım Ya beni

İnsan Sevdalıdır Derdine

Cuma trafiğinin hoyratlığından kendimi evimin salonundaki koltuğa bir gayret zor atıyorum. Tüm bedenimle soluğumu, sanki haftalardır hiç bırakmadan içimde tutuyormuşum gibi pofff diye dışarıya azad ediyorum. “Of be!” diyorum “Ne haftaydı&#; Hatırlamak dahi istemiyorum”.

Televizyon kumandasıyla ekranın karanlığına son veriyorum ve odaya diğerlerinin normali sızıyor. İnsanların çoğunluğunun yaptığına benzer ritüelleri yapmak bana da iyi geliyor; kendimi onlara bağlanmış hissediyorum. Tavana boş gözlerle bakarken, birden müzik kanalının hafif boğuk sesinin arasından Nev’in şarkı sözlerini işitiveriyorum:

Avuçlarımda eriyen buz gibisin
Damla damla akıp giden umutlarım gibisin
Çaresi derdinden daha zor
Yüreğimiz yetmiyor söylesene nerdesin?

Şarkı sözlerinin 3. Kısmına aklım takılıyor, “çaresi derdinden daha zor” cümlesini ilginç buluyorum. Nasıl yani? diyorum kendi kendime; bir şeyin çaresi derdinden daha zor olabilir mi? Bir anda zihnimi, bir türlü kendimi çekip çıkartamadığım konuların kuyusunda buluveriyorum, Aleyna Tilki’nin bir eserinde “düşmeye doyamadığım dipsiz kuyumsun” dediği dertlerimin ta içinde.

 

Horlamanın Dayanılmaz Hafifliği

Yıllardır horlama belasıyla boğuşup durdum; türlü türlü yöntemler, tedaviler araç gereçler denedim. Bunlardan bir tanesi, burun altına yerleştirilen manyetik mini topların olduğu bir cihazdı, heyecanla siparişini verdim. Bir kaç gün sonra çalıştığım iş yerinin muhaberatındaki arkadaşlar arayarak bir kargonun geldiğini söylediler, “İşte!” dedim kendi kendime “buluşma vakti yaklaştı”. Hemen merdivenleri koşar adım indim ve muhaberat odasına girdim, poşeti özlemle elime aldım. O esnada odada oturan görevliler, uzun bir aradan sonra tren istasyonunda kız arkadaşına hasretle sarılan genç aşık vari hareketlerimi görünce şaşırmış olacaklar ki içlerinden birisi dayanamayıp soruverdi: “Hakan Bey, özel değilse kargoda ne var acaba?” Bense olayın büyüsünden çıkmamış bir halde kekeleyerek “Horlama cihazı sipariş etmiştim, o geldi” dedim. Bu cevabı alan arkadaş daha da çok şaşıracak ki bana tereddütlü bir ses tonuyla şöyle dedi: 

“Hakan Bey, neden horlamak istiyorsunuz ki?”

Hayatımızda karşılaştığımız ve adına problem dediğimiz pek çok şey aslında sadece birer vakadır. Bir meseleyi “problem” haline getiren şey, onun varlığından ziyade sizin zihninizin nasıl anlamlandırıp tanımladığıyla ilgilidir.

Bunu durumu açıklamak amacıyla Albert Einstein “Problemlerimizi, onları yarattığımız andaki gibi düşünerek çözemeyiz” ya da başka bir dille ifade edecek olursak “problem yaratan mindset’le problemi çözemezsin” şeklinde ifade etmiştir. Gerçekten de içinde bulunduğumuz durumu “ne?” olarak adlandırıyorsak/tanımlıyorsak, meseleyi de o şekilde anlıyoruz. Örneğin, yaşadığınız bir kazayı “sakarlık” olarak adlandırırsanız farklı, “tecrübe” olarak adlandırırsanız farklı anlayacağınız gibi. 

Eğitimlerde ya da konuşmalarda yukarıdaki gibi değerlendirmeler yaptığımda diğerlerinden sıklıkla duyduğum şey şu oluyor: “Ne yani; gerçekliklerle yüzleşmeyelim mi?” Ya da “Kendimize yalan mı söyleyelim?” Ardından da her seferinde konu dönüp dolaşıp ya “Secret” kitabına ya da örgülü saçlarıyla dağdan süt taşıyan küçük kızımız “Polyanna’ya” geliyor ve ihale onlarda kalıveriyor. Kişilerin bu türlü yaklaşımlarının ardındaki ihtiyacı anlayabiliyorum ve onların karşılanmaması durumunda ikna olmayacaklarının da farkındayım ancak yaşamın gerçekliği olarak tanımladığımız şeyin, aslında kendimizle ilgili yerleşikleşmiş kanaatlerimiz olduğu söylemini dillendirdiğimde; önce bir sessizlik, ardındansa: “Hmm” diye başlayan cümleleri de bazen duyabiliyorum.

 

Rögar Kapağı Etkisi

Kısaca toparlamak gerekirse, bireyler olarak bizler “sakar” olduğumuzu düşünüyorsak, yaşadığımız vakalar sadece bunu tescilliyor. Kendimizle ilgili düşünce şeklimizi değiştirip, yaşadığımız durumu vaka bazında değerlendirdiğimizdeyse, yaşam bize harika gelişim fırsatları sunuyor. Ben buna rögar kapağı etkisi diyorum. 

Kişi, hayat boyu karşılaştığı zorlukları tek tip tanımlamalar (rögar kapakları) altında topladıkça, alt tarafta biriken yaşam posaları gittikçe sıkışmaya başlıyor ve bir gün patlayarak kapağı fırlatıyor. 

Aynı zamanda da bireye, deneyimleriyle yüzleşmekten alıkoyan, problemlerini &#;şimdi ve burada&#;nın gerçekliğine uygun çözümler arama noktasından kaçma olanağı sunan konformist bir edilgenlik/tembellik/sorumluluk almama tuzağını da maalesef sunuyor. Bu yüzden; sığ, karamsar, yok edici ve öğrenmeyi engelleyici tüm tanımlamaları lağımların üzerini örten rögar kapaklarına benzetirsek, yapmamız gereken, her bir durumu kendi özelinde yani mevcut anın gerçekliğinde değerlendirerek onların üzerine “özel kapaklarını” kapatıp yerlerine koymaktan geçiyor.

 

Acıdan Kaçan Yaşamdan Kaçar

Böylece neden bu kadar eleştireliz kendimize karşı daha iyi anlamış olduk, çünkü faturayı kendimize biçmenin yarattığı zorluklar muhakkak var ancak aynı zamanda bize sağladığı ana kucağı konforuyla sıcacık alanımızdan çıkmama rahatlığını düşündüğümüzde gerçek acıdan kaçmanın paha biçilemez faydasını hemen fark edebiliyoruz. İnsan bu yüzden “Bildiği acıyı bilmediğine tercih ediyor” diyor Halil Cibran.

Peki insan canlısı neden böyle? Niçin kendimizi yererek ya da asıl sorunumuza odaklanmak yerine klişe tanımlı fast food problemlere odaklanarak yaşıyoruz? 

Bunun aslında zihinsel de bir karşılığı var diyebiliriz, şöyle ki: Mutlak yetersizlikle doğuyor insan ve o döneme dair bedensel çaresizlikleriyle ilgili travmatik anılarını beynin hafıza kayıtlarına arşivliyor. İlerleyen yaşlarının herhangi bir “t” anında çocukluk dönemlerinde karşılaştığı olaylara benzer yeni örüntülerle karşısında, farkında olmadığı bu bilinç dışına arşivli veri madenleri harekete geçiyor ve otomatik duygu düşünce referanslarıyla algılayarak refleksif davranışlarına yansıtıyor. Bu açıdan hemen herkes ömrünü bahsettiğim şekilde otomatik pilot modunda geçiriyor. Nörobilimciler zihnimizde bir günde 60 bine yakın düşünce ürettiğimizi belirtiyorlar, bunların tamamının bilinçli farkındalık düzeyinde yaratabilmemizin imkansız olduğunu düşündüğümüzde sanıyorum otomatik pilot moddan başka bir şansımızın kalmamasına da şaşırmamamız gerekiyor. 

O vakit, yaşamlarımız boyunca karşılaştığımız film karelerinin pek çoğu, bindirilmiş tekrarlar misali benzer fraktalları barındırıyor, zihnimizdeki sinir hücrelerinin haritası yaşamdaki kader örgümüze turnusol kağıdı işlevi görüyor. Son dönemde dillerden düşmeyen ve adına konfor alanı denilen yarı açık cezaevlerinin içerisinde, fikir görünümlü önyargılar, tercih görünümlü ezberler, özgürlük görünümlü esaretler, sorumluluk görünümlü korkaklıkların kartelasında dans ediyor. Kendi örümcek ağlarımızın içerisinde neden-sonuç ilişkisinden bağımsız bir şekilde hayatı örüyor, örüyor, örüyoruz. Bu kazağı kim giyer bilemiyoruz ama yolun sonuna geldiğimizi ancak yumak bittiğinde anlıyoruz. 

Bu ağdalaşmış ilişki sebebiyle ciddi anlam kaybı yaşıyoruz ve bunun yarattığı baskıdan gündelik stres odaklarıyla zihnimize tur attırarak (cinayet mahallinden) uzaklaştırıyoruz. Yaşamlarımızdaki bu tek tip dertlere karşılık “derman hapları” arıyoruz: Ferahlamak için kurslara katılıyoruz, sertifikaları duvarlara diziyoruz; 3 er 5 er kitap sipariş edip çoğunu bitirmiyoruz; spor salonlarına yazılıyoruz ama yılda kez gidiyoruz, eve koşu bandı alıyoruz ama kısa bir süre sonra sadece kollarına çamaşır asıp kuruttuğumuz alete dönüştürüyoruz; abartılı bir sağlıklı beslenme furyasına kendimizi bırakıyoruz; dizilere sarıyoruz; iş yerlerimize kızıyoruz; İstanbul’a sövüyoruz; siyasete dertleniyoruz; futbola öfkeleniyoruz… Kafamıza taktığımız ve aklımızı sürekli kurcalayan şikayetlerimiz, farkında olmadan bize hizmet ediyor ama aslında “özümüze ait acıdan kaçarak yaşamdan da kaçıyoruz…”

 

Travmalar Arası İletişim

Şimdi sanırım daha iyi anlıyorsunuzdur, insanlar bir araya geldiklerinde neden sürekli olarak hayattan şikayet ediyorlar. Hatta pek çok ortamda travmalar arası iletişime hakemlik etmek durumunda dahi kalıyorsunuzdur. Bizim yazlıkta annem komutasındaki örgütlü kadın grubunun kendi aralarındaki kurultayları geleneksel bir adet olan çetin dert yarıştırma müsabakalarına sahne olmaktadır; Kimin derdi acaba diğerinden daha büyük? Ya da günün en talihsiz hastası acaba kim? Hangisinin kocası en anlayışsız? Altın madalyayı kazanan şanslı adaylar artık koca bir “ohhh” demeyi hak ediyor ve en baş edilemez durumda onların olduğu tescilleniyor. Yarışmada ödül alamayan kadınların evlerine elleri boş dönmemesi adına da kapanış seremonisinde bol bol göbekler atılarak teselli deşarjı olunuyor.

Bunun bir de farklı versiyonları türemeye başladı, elinde feneri yollara düşmüş ve “gerçek insan arayan” Sinoplu Diyojen misali bir kitle belirdi etrafımızda. Dünyanın farketmesini istediği doğruları haykırmak isteyen bu kitleler, kendi rutin yaşamlarının baharatlı yanlarıyla yüzleşmek ve potansiyellerini neden yaşayamadıklarını düşünmek yerine, sinsice planlanmış bir yok edilme mitolojisinin metnini kaleme alıyorlar. WhatsApp transparanlığı korkusu, aşı kavgaları, korona hastalık inkarları, dünyayı yöneten ailelerin oyunları vs. derken felaket senaryolarının setlerinde vakitlerini geçirip duruyorlar. Hal böyle olunca, böylesine bir filmin başrol starı olmanın kaprisini de taşıyorlar, bahsettiğim konularla alakalı “veri” isterseniz ya da ne gibi inisiyatifler aldığını sorarsanız da fırçanızı yiyerek linç ediliyorsunuz.

Bunu eleştirdiğimi düşünüyorsanız yanılıyorsunuz, sadece durum tespitinde bulunuyorum. Yukarıda sıralanan meselelerin uyduruk şeyler olduğunu asla düşünmüyorum, hatta pek çoğunun doğruluk payının olduğuna inanıyor ve katılıyorum. Ben yalnızca bu kişilerin fazlaca hassasiyet göstermesinin ardındaki “olası” gizil ajandayı görünür hale getirmeye çalışıyorum. Mesela, depresyon hastalarıyla bahsettiğim zihinsel yapı arasında enteresan bir benzerlik gözlemliyorum. Zira depresyonda olan kişiler karamsar, ümitsiz ve duygusal açıdan mutsuzdur. Ancak bunları kendi kafasından uydurmazlar, gerçekten de etraflarında onları korkutacak, mutsuz edecek, canlarını sıkacak durumlar mevcuttur ama bu kişiler bahsi geçen meselelerine çözüm aramak yerine onları aşamayacaklarını düşünerek çaresizliğe kapılır ve dertlerinin altında ezilirler. Yani herkes gibi dertlidirler, ancak onlar “dertleri dert edinirler”. İşte tam da size işaret etmek istediğim ve paralellik gösteren kısmı da burasıdır, sorunlara yönelik farkındalık belirli oranda doğru olabilir ancak harcanan efor buna kıyasla zayidir.

 

Narkissosun Hikayesi

Özetle yazar der ki, her insan bahsettiğim sebeplerden ötürü sevdalıdır derdine; ona varlığını hissettiren, dünyaya “heyyy ben buradayım!” dedirten, ciddiye alınacak birisi olduğunu düşündüren, kendisinin de bir hikayenin başrolünde olabileceğine inanmak isteyen insanın kristalize olmuş formudur dert sahipliği.  Dertleri dert edinmek varoluşsal bir anıttır, tıpkı mısır piramitleri, ayasofya ya da diğer dünya harikası yapıtlar gibi. 

Bu yapıtların nasıl oluştukları da belli olmamalıdır, muamma olmalıdır. Ya uzaylılar yapmıştır, ya kayıp kentin üstün yetenekli insanları ya da uzun sakallı dedeler. Ancak eğer böyle olursa o anıtları anlayamamış ve böylece de çözümlerini de zaten bulamamış oluruz. Dermanı olamamalıdır ki çaresizliklerimi benden alamayasınız, eğer alırsanız o vakit ben “ben” olamam ve derdimin yerine başka bir şey koymam gerekir. Yeni bir söz, başka bir tavır, farklı bir kimlik inşa etme zorunluluğu zuhur eder. Bu ölümcül takas, yapayalnız insanın en büyük korkusudur ve her insan bu yüzden içinde kendi hortlaklarını taşır. Narkissos gibi suya baktığında gördüğü suni tanrısal kişi, içinde başıboş dolaşan zombileridir ve onlarla yüzleşilmedikçe hortlakların sesinin ekosundan başka ses işitilemez hale gelir; aynı davranışlar tekrarlanır, aynı şeyler düşünülür, aynı sonuçlara varılır; benzer yaşamlar çoklanır. 

Yani, çaresi dertlerimden daha zordur.

Dertlerinize kadehimi kaldırıyorum!

Şerefinize…

Eğer bu yazı ilginizi çektiyse sıradaki yazımız sizin için geliyor: “Hakan Güneş” Olmak…

 

C#m G#m F#m

C#m
Misafir çocuğu gibiydin
G#m F#m
Geldin dağıttın gittin
C#m
Ben her gün kokunu öperdim
G#m F#m
Yazıp sustuğum sendin

C#m B
Gönül almayı bilmeyene ömür emanet edilmez
A F#m B C#m
Kaderin izin vermediğine şansın gücü yetmez

C#m
Düşmeye doyamadığım dipsiz kuyumdun
F#m B
Kırılan hayallerimin başrolü oldun
E F#m
Seni affedecek yollar bulmaktan yoruldum
G#m B A G#m
Seni ben gibi kim sever sanıyorsun

Bu içerik müzik eğitimi amacı ile yayımlanmış olup hakları kendi sahiplerine aittir. Telif ihlali içerdiğini düşünüyorsanız bizimle iletişime geçebilirsiniz.

Bilgiler

  • Söz:
  • Müzik:
  • Düzenleme:
  • Yapımcı Şirket:
  • Ekleyen: Üye
  • Katkıda bulunanlar: nsxe7

Bu içerik için hata bildir

aleyna tilki dipsiz kuyum akor, dipsiz kuyum (ft. aleyna tilki) akorları,

dipsiz kuyum (ft. aleyna tilki) akor

, chords, dipsiz kuyum (ft. aleyna tilki), elektro gitar akorları

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası