kelebek kitap pdf / Kelebek Ömrü Kadar Aşk - eKitabı PDF, ePub, Mobi İndir

Kelebek Kitap Pdf

kelebek kitap pdf

Beşinci Baskı: Nisan , Altıncı Baskı: Temmuz 9 Q-Đ Kapak: Kemal Kaldı, H. Bosch • Dizgi: Güryay, Baskı: Si Melek Site Matbaası, Cilt: Alibaba Ciltevi. E YAYINLARI, -2 s idare: Ankara Caddesi 13/2. Telefon: 26 , Dağıtım: Narhbahçe Sokak 19 Kat 3, Tel.: 27 87 20, Kısa Adres: Posta Kutusu 12 — istanbul. Henri Charriere Kelebek roman türkçesi aydil balta e yayınları Temmuzunda, servetini sıfıra indiren büyük yer sarsıntısından bir yıl sonra, altmış yaşlarında bir genç adam Alber-tine Sarrazin'den söz edildiğini duymasa bu kitap yazılmıyacaktı. Sarrazin, tepeden tırnağa ışıltı, gülümseme ve yüreklilik dolu bir kara elmastı. Bir yıl içinde, ikisi cezaevi günleriyle kaçışlarını anlatan üç kitap yazmış; bütün dünyaya ün salmıştı. Altmış yaşlarındaki genç adamın adı ise Henri Charriere'di; çok uzaklardan geliyordu. Kürekten, daha da açık konuşmak gerekirse, yılında gönderildiği Fransız Günay'ının başkenti Cayenne'den. Evet, Charriere sabıkalının tekiydi ama işlemediği bir cinayetten ötürü müebbet kürek cezasına çarptırılmıştı. Bir zamanlar «çevre» de «Papillon - Kelebek» adıyla anılan, Ardec-he'li bir öğretmen ailesinin çocuğu olan ve yılında doğan Charriere şimdi Venezuella'lı. Venezüella ulusu, bakışını ve verdiği sözü, sabıka kayıtlarına üstün tutmuş ve kürek cehenneminden kaçmak için giriştiği on üç yıllık mücadelenin geçmişten çok bir geleceği ortaya koyduğuna inanmıştı. yılının Temmuz ayında Charriere Caracas'daki Fransız kitaplığına uğrayıp Albenine Sarrazin'in «ASTRAGALE» adlı kitabını satın aldı. Kitabın üzerine geçirilen ek kuşakta « Bin» yazılıydı. Charriere bunu okudu ve kendi kendine: «Đyi be, dedi bu yavru kırık bacağıyla zulalı yerlere gizlenip kitap sat-tıysa ben, otuz yıllık serüvenlerimle üç katını satarım.»

Page 4: Kelebek- Henri Charriere

Charriere'inki mantıklı bir muhakemeydi ama, aynı zamanda da çok tehlikeliydi. Çünkü, Albertine'in başarısından bu yana, yayıncıların masaları düzünelerle cezaevi anısından geçilmiyordu, üstelik hiç birinin de basılma umudu yoktu. Çünkü serüvenlerin, felâketlerin, haksızlığın en aşırısı bile iyi bir kitap ortaya çıkarmaya yetmiyordu. Bir de yazmayı bilmek, okurun, yazarın yaşadığı ve gördüklerini görmesi, hissetmesi ve içten oradaymış gibi işte Charriere, bu yönden talihli çıktı. Serüvenlerini yazmayı bir kere bile düşünmemişti: O bir eylem, hayat, sıcaklık adamıylı; kurnaz bakışlı, sıcacık. Biraz hışırtılı, güneylilere özgü sesiyle saatlar boyu dinlenebilirdi. Evet dinlenebilirdi, çünkü Charriere eşine raslanmıyacak kadar güzel anlatıyordu; bütün iyi hikayeciler gibi. Ve mucize gerçekleşti: Her türlü edebî ilişki ve hırstan arınmış (bana yazdığı mektupta şöyle diyordu: «Serüvenlerimi size yolluyorum, meslekten birine yazdırırsınız.») yazıtları, dostlarına hikâye anlatırmış gibi. Charriere sanki karşınızda görülüyor, hissediliyor, yaşanıyor ve bir sayfanın sonunda tuvalete gittiğini yazmaktaysa (kürek cehenneminde tuvalet, çok önemli ve sayısız faydalar sağlayan bir yerdir) sayfayı çevirmek zorunda kalıyorsunuz. Tuvalete giden o değil, sizsiniz. «ASTRAGALE» ı okuduktan üç gün sonra, bir solukta ilk üç defteri yazıyor. Bunlar çizgili okul defterleri. Kendi gözünde, bütün ötekilerden çok daha büyük önem taşıyan bu yeni serüveniyle de ilgili birkaç öğüt alacak kadar duraladıktan sonra, 68 yılı başında devamını yazmaya koyuluyor, iki ay içinde on üç defter doldurup işini bitiriyor. Tıpkı Albertine'inki gibi, onun romanının müsveddelerini de, Eylül ayında posta bana ulaştırdı. Yayımcı Jean-Jacques Pauvert ile birlikte Albertine'i üne kavuşturmuştuk. Charriere de kitabını bana emanet ediyordu. Anıların henüz kıpkırmızı iziyle yazılmış, coşku dolu, değişik ve Fransız olmayan daktilolar tarafından temize çekilen bu kitaba, pek dokunmadım desem yeridir. Yalnız noktalama işaretlerini yerli yerine koydum, anlaşılmaz hale gelen bazı Đspanyolca deyimleri attım; kulaktan kapma üç ya da dört dili, Caracas'da her gün konuşmanın verdiği alışkanlıkla ortaya çıkan bazı anlam karışıklıklarını ve devrik cümleleri düzelttim. Gerçeğe uygunluğuna gelince, buna her zaman kefilim. Charriere Paris'e iki kere geldi ve uzun uzun konuştuk. Günler ve geceler boyunca hem. Tabiî, aradan otuz yıl geçince bazı ayrıntılar insanın belleğinden kaybolmuş ya da değişmiş olabilir. Ayrıntılardaki bu değişiklikler üzerinde durulmayacak kadar önemsizdir. Ama Charriere'in, kürek cehenneminin gelenek ve görenekleriyle dehşeti konusunda hiç bir abartmaya gitmediğini anlamak için Profesör Dev6ze'in «CAYENNE» (Juliard, coll. Archives, ) adlı eserine başvurmak yeter de artar bile. Mahkûmların ve cezaevi yöneticilerinin tümünün adlarını değiştirmeyi uygun bulduk. Çünkü bu kitabın amacı bazı ki- 8 silere saldırmak değil, birtakım tipleri ve bir dünyayı ortaya koymak. Tarihler için de durum aynı: Bazıları doğru, bazıları da olayın geçtiği çağı iyi kötü belirtmeye yarıyor. Bu kadarı da yeter zaten. Çünkü Charriere bir tarih eseri yazmak istemedi, günü gününe, yaşadığı gibi, tüm katılığı ve inancıyla capcanlı bir gerçeği kâğıda geçirdi. Bu gerçek bir toplumun sabıkalılara karşı haklı olarak kendini korumasıyla uygar bir ulusa yaraşmıyacak kadar kötü baskı yöntemleri arasında ölçüsüz aşırılığı kabul etmeyen adamın olağanüstü destanıdır. Metni ilk okuyup soluğu kesilenlerden ve eski edebiyatla yenisi arasındaki ilişkiyi anlatırken beğeni nedenlerini belirten Jean - Francois Revel'e teşekkür etmek isterim. JEAN - PIERRE CASTELNAU. BĐRĐNCĐ DEFTER: ĐNSANI BOZULMAYA ĐTEN YOLLAR AĞIRCEZA MAHKEMESĐ ŞAMAR öylesine zorluydu ki, on üç yıl sonra kendimi toplayabildim. Gerçekten de, alışılmış şamarlardan değildi, üstelik bu şamarı atmak için bir kaç kişi birleşmişti. 26 ekim günündeyiz. Bir yıldır yattığım Conciergerie cezaevinin hücresinden sabah sekizde çıkarıldım. Sinekkaydı traş oldum, iki dirhem bir çekirdek giyindim, iyi bir terzinin elinden çıkma elbise bana zarif bir hava veriyor. Kılığıma son katkıyı da, beyaz bir gömlekle soluk mavi bir kravat yapıyor. Yirmi besindeyim ama yirmi gösteriyorum. «Centilmen d görünüşümle biraz kösteklenmişe benzeyen jandarmalar bana efendice davranıyorlar. Kelepçelerimi bile çıkardılar. Beş jandarmayla birlikte altı kişi, çıplak bir odada iki sıraya oturmuşuz. Dışarda hava kapalı. Karşımızda, mahkeme salonuna açılması gereken bir kapı var. Paris'in Seine Adliye Sarayında bulunuyoruz. Kısa süre sonra cinayetle suçlanacağım. Avukatım. Raymond Hubert, «Size karşı elle tutulur hiç bir 13 delilleri yok; dedi, beraat edeceğiz, buna güveniyorum.» özellikle bu «beraat edeceğiz» sözüne gülümsüyorum. Sanki sayın avukatım da sanık olarak ağır-ceza mahkemesinin karşısına çıkarılmış, mahkûmiyet kararı verilirse benimle birlikte cezayı çekecekmiş gibi.

Page 5: Kelebek- Henri Charriere

Bir mübaşir kapıyı açtı; bizi içeri çağırdı, ardına kadar açık iki kanadın arasında dört jandarmayla çevrelenmiş, yanda onbaşı, koca salona giriyorum. Silleyi oturtmak için her şeyi kan kırmızıya boyamışlar. Halıları, kocaman pencerelerdeki perdeleri, az sonra beni yargılayacak olan görevlilerin giysilerini bile. — Baylar, Yargıçlar kurulu! Sağdaki kapıdan, peşpeşe altı kişi çıkıyor. Kafalarında takkeleriyle başkan ve mahkemenin diğer beş üyesi. Ortadaki iskemlenin yanına vardığında başkan duruyor, yardımcıları sağına ve soluna geçiyorlar. Herkesin ayakta durduğu salonda etkileyici bir sessizlik var. Mahkeme heyeti ve onunla birlikte herkes yerine oturuyor. Tombul yanaklı, elmacık kemikleri kıpkırmızı başkan, en ufak bir duyguyu açığa vurmadan, sert bir havayla gözlerimin içine bakıyor. Adı Bevin, Sonradan, mahkemeyi büyük bir tarafsızlıkla yönetecek, bu tutumuyla çekirdekten yetişmiş bir hukuk adamı olarak, tanıklar ve polislerin anlattıklarına pek inanmadığını gösterecek. Hayır, suratıma inen şamarda onun sorumluluğu yok, yalnız bu tokadı bana sunmakla yetinecek. Başsavcının adı Pradel, Baroya kayıtlı bütün avukatların çok çekindiği bir savcı bu. Fransa ve anavatana bağlı denizaşırı ülkeler cezaevlerinin, giyotine en çok adam gönderen kişisi olarak çok kötü bir ün yapmış. Pradel, kamu temsilcisi, Resmî suçlayıcı, insanlıkla uzak yakın ilgisi yok. Yasayı, Teraziyi temsil ediyor, Teraziyi dilediği gibi kullanan. Terazinin kendine doğru eğilmesi için de elinden geleni yapan bir adam. Gözleri akbabalarınki gibi, gözkapaklarını hafifçe kısıp bakışlarını ayırmadan bana tepeden bakıyor. Bu tepeden bakma önce, onu benden daha yükseğe otur- 14 tan kürsüsünden, sonra da büyük bir küstahlıkla taşıdığı en az bir metre seksen boyundan geliyor. Kızıl pelerinini çıkarmıyor, takkesini önüne koyuyor. Kürek gibi koca koca ellerine dayanıyor. Bir altın halka evli olduğunu gösteriyor, küçük parmağında da, yüzük niyetine iyice parlatılmış bir mıh var. Duruma hakim olabilmek için, hafifçe bana doğru eğiliyor. «Aslanım, elimden kurtulacağını sanıyorsan yanıliyorsun, der gibi. Ellerimin birer kartal pençesi olduğu anlaşılmıyor ama seni paralayacak tırnaklarım ruhumun içindeki yerlerine iyice yerleştiler. Bütün avukatlar benden çekiniyorsa, hukuk adamları arasında da çok tehlikeli bir başsavcı olarak ün yapmışsam, bunun nedeni avımı elimden hiç kaçırmayı-şımdır.» «Senin suçlu ya da suçsuz olman bana vız gelir, yalnız sana karşı olan ne varsa, Montmartre'da sürdüğün serseri hayatı, polisin sağladığı tanıklar, polis memurlarının sözleri, hepsinden yararlanmalıyım. Sorgu yargıcının bir araya getirdiği bu iğrenç birikimle, jüri üyeleri tarafından toplum dışına itilmen için seni yeterince tiksindirici gösterebilmeliyim.» Düş görmüyorsam, onu gerçekten bütün açıklığıyla duyar gibiyim. "Đnsan yiyen» bu adam beni çok etkiliyor. «Bırak kendini sanık, hele kendini hiç savunmaya kalkma: «Seni, "Çürümüşlük yoluna" sokacağım.» «Jüri üyelerine güvenmediğini umarım. Hiç hayale kapılma. Bu on iki kişi, hayatla ilgili hiç bir şey bilmez. «Karşında oturan şu adamlara bak. Uzak bir taşra şehrinden Paris'e getirilen şu on iki ağayı iyi görüyor musun? Hepsi de küçük burjuva, tüccar, emekli. Onları teker teker çizmenin gereği yok. Yirmi beş yaşını je Montmartre'da sürdüğün hayatı anlayacaklarını sanacak kadar, safdil değilsin ya? Onların gözünde Pigalle ve Blanche Alanı cehennemin ta kendisi, gece yaşayan bütün insanlar da toplum düşmanları. Seine Ağırceza Mahkemesinde jüri üyeliğine seçilmekle çok gururlanıyorlar. Üstelik, emin ol ki, hepsi de dar kafalı birer küçük burjuva olmanın acısını çekiyor. 15 «Ve sen, genç yakışıklı karşılarına çıkıyorsun. Seni, Montmartre gecelerinin Don Juan'ı olarak çizmekte en ufak sakınca göreceğime inanmazsın ya? Böylece, başlangıçta jüri üyelerini sana düşman edeceğim.Çok iyi giyimlisin, yoksul giysiler içinde mahkemeye gelmeliydin, işte bu noktada bir taktik hatası yaptın. Şıklığını kıskandıklarını da görmüyor musun? Ellerine geçeni sırtlarına geçirmişler, düşünde bile terziye elbise diktirdiğini gören yok içlerinde.» Saat on, mahkemenin başlamasına hazırız. Karşımda altı hukuk adamı var, içlerinde başsavcı da, şeytanca iktidarını, zekâsını, on iki kişilik jüri üyelerini, daha başlangıçta suçlu olduğuma, küreğin ya da giyotinin günün kararı olabileceğine inandırmakta kullanacak. Kadın satan birinin, Montmarte çevresi hakkında polise bilgi veren bir gammazın öldürülmesi suçuyla yargılanacağım. Ellerinde en ufak bir delil yok ama suç işleyeni her yakalayışta sırmalarına sırma katan aynasızlar, cinayeti benim işlediğimi söyleyecekler. Delil yokluğunda da, kuşkuya yer bırakmıyacak kadar «gizli» bilgiler edindiklerini savunacaklar. Polein adında, Orfevres rıhtımının 36 numarasında hazırladıkları bir tanık, bir plâk, iddia makamının en etkin adamı olacak, durmadan yalan söylediğinde direttiğimden, başka bir ara, büyük bir tarafsızlıkla bana soracak : «Bu tanığın yalancı olduğunu söylüyorsunuz. Peki. Ama neden yalan söylesin?» — Sayın Başkan, tutuklanmamdan bu yana geceleri gözüme uyku girmiyorsa, bunun nedeni Yavşak Roland'ı öldürmüş olmam değil. Bu işi ben yapmadım çünkü. Benim de öğrenmeye çalıştığım şey sizinkinin aynı, yani bu tanığı sınırsız şekilde üstüme yüklemeye ve iddia makamı güçsüzleştikçe, onu güçlendirecek yeni

Page 6: Kelebek- Henri Charriere

unsurlar sağlamaya iten nedenleri bilmek. Düşündüm, taşındım ve şu sonuca vardım Sayın Başkan : «Polisler, onu büyük bir suç işlerken yakalayıp kendisiyle pazarlığa oturdular. «Sen Kelebek denen herifin hesabını gör, biz de bu işi unutalım», dediler. Sözlerinin gerçeğe ne denli uygun olduğunu, o sıra kestiremiyordum. Namuslu ve sabıkasız biri ola- 16 raK tanıtılan Poieın, birkaç yıl sonra tutuklanarak kokain kaçakçılığından hüküm giyecekti. Avukatım beni savunmaya çalışıyordu ama başsavcının hakkından gelecek yetenekte değildi. Yalnız Avukat Bouffay, duyduğu içten nefretle kısa bir süre başsavcıyı güç duruma soktu. Ne yazık ki bu da fazla sürmedi ve Pradel'in ustalığı, bu düelloyu da zaferle kapanmasını sağladı. Bu etkileyici kişinin eşit ve birer yardımcı gibi davrandığı jüri üyeleri gururdan şişiniyor, Pradel de onları durmadan pohpohlu-yordu. Gecenin on birinde, satranç partisi sona ermişti. Beni savunanlar mat olmuşlardı. Suçsuz olan ben mahkûm edilmiştim. Başsavcı Pradel tarafından temsil edilen Fransız toplumu, yirmi beş yaşındaki bir genci hayatın dışına itiyordu. Fiyatta indirim yaptıkları da yoktu ha! Zengin yemek, Başkan Bevin'in renksiz sesiyle önüme konuyordu. — Sanık, ayağa kalk! Kalktım, salonda büyük bir sessizlik hüküm sürüyordu, soluklar kesilmişti, yüreğim, her zamankinden biraz daha hızlı atıyordu. Jüri üyelerinden bazıları bana bakıyor, bazıları da başlarını önlerine eğiyorlardı. Utanç içindeydiler sanki. — Sanık, jüri üyeleri, bir tanesinin dışında geri kalan soruların hepsine «evet» cevabını verdiler. «Evet» diye cevaplandırmadıkları tek soru, cinayeti kasıtlı olarak işlemiş olmanız. Bu nedenle, müebbet kürek cezasına çarptırıldınız. Söyleyecek bir şeyiniz var mı? Kılım kıpırdamadı, duruşum her zamanki gibi, dayandığım bölmenin tahtasını biraz daha fazla sıkıyorum yalnız. — Sayın Başkan, evet söyleyecek şeyim var. Gerçekten suçsuzum ve polis tarafından çevrilen bir dolabın kurbanıyım. Đyi giyimli kadınların, ağırceza mahkemesinin önde gelen konuklarının köşesinden kulağıma bir mırıltı geliyor. Sesimi yükseltmeden şunları söylüyorum : — Siz, sağlığa zararlı heyecanları tatmak için buraya gelen cicili bicili hanımlar, susun. Güldürü so- ketebtk 17/2 na eraı. Bir cinayet, polisiniz ve adaletiniz tarafından mutlu sona bağlandı. Memnun olmanız gerekir! — Jandarmalar, dedi Başkan, götürün. Kapıdan çıkmadan haykıran sesi duydum : «üzülme adamım, gelir seni orada bulurum!» Bu ses, tüm sevgisini haykıran yiğit Nenette'imin sesi. Salonda bulunan dostlar alkışlıyorlar. Hepsi cinayet konusunda gerçeği biliyor ve polisle pazarlığa oturup kimseyi ele vermediğimden benimle öğündüklerini gösteriyorlar. Mahkeme öncesi oturduğumuz küçük odaya döndüğümüzde jandarmalar kelepçeleri geçiriyorlar, içlerinden biri, kısa bir zincirle, sağ bileğimi sol bileğine bağlıyor. Tek kelime yok. Sigara istiyorum. Onbaşı bir sigara uzatıp yakıyor. Sigarayı dudaklarıma her götürüş ve çekişimde, onbaşı, hareketimi kolaylaştırmak için kolunu kaldırıp indirmek zorunda. Ayakta, sigaranın aşağı yukarı dörtte üçünü içiyorum. Kimsenin ağzını açtığı yok. Onbaşıya dönüp: «Hadi bakalım, yolcu yolunda gerek», diyen ben oluyorum. Bir düzüne kadar jandarmanın eşliğinde merdivenleri inip Adliye Sarayının iç avlusuna varıyoruz. Bizi bekleyen cezaevi arabası orada. Arabanın içinde on kadar sıra var, bu sıralara oturmak mümkün. Onbaşı «Conciergerie cezaevine,» diyor. Conciergerie Cezaevi Kraliçe Marie-Antoinette'in ölmeden hemen önce kaldığı şatoya vardığımızda jandarmalar beni başgardiyana teslim ediyorlar. O da zimmet makbuzunu imzalayıp beni teslim alıyor. Jandarmalar bir şey söylemeden uzaklaşıyorlar, yalnız şaşırtıcı bir şey oluyor, onbaşı kelepçeli ellerimi sıkıyor. Başgardiyan soruyor bana: — Kaç yıl verdiler? — Müebbet. — Yok canım? Jandarmalara bakıyor ve sözlerimin doğru olduğunu anlıyor. Başından nice olay geçen, durumunu çok iyi bilen bu ellilik zindancı, yine de benim için şu iyi sözleri söylemekten kendini alamıyor : 18 — Vay namussuz herifler! Çıldırmış hepsi! Tatlılıkla kelepçelerimi çıkarıyor. Duvarları ses geçirmeyen idam mahkûmlarına, delilere, çok tehlikeli tutuklulara ya da müebbetlere ayrılan hücreye kadar götürmek dostluğunu gösteriyor. Kapıyı üstüme kilitlerken : — Dayan Kelebek, diyor. Bir takım eşyaları yanına alacak, eski hücrende yediğin yemekleri burada da yiyebileceksin. Dayan!

Page 7: Kelebek- Henri Charriere

— Sağol baba. Đnan bana, cesaretim büyük ve müebbetliğimin gırtlaklarında kalacağını umuyorum. Birkaç dakika sonra kapım tıkırdıyor. «Ne var?» Bir ses bana cevap veriyor: «Hiç benim ben, kapına bir levha asıyorum.» — Niçin? Ne yazılı o levhada? «Müebbet kürek. Çok dikkat edilmeli.» Kendi kendime düşünüyorum : Bunlar gerçekten oynatmış. Yoksa tepeme inen çığın beni, intihara sürükleyecek kadar şaşırttığını mı sanıyorlar? Yürekliyim, yürekli olacağım. Her şeyle, herkesle mücadele edeceğim. Yarından tezi yok, işe koyulacağım. Sabah kahvemi içerken, kendi kendime sordum : Cezayı temyiz edecek miyim? Neden? Başka bir mahkeme karşısında talihim dönebilir mi acaba? Bunun için yitirilecek zaman ne olacak? Bir yıl, belki on sekiz ay Niçin : Müebbetlik yerine yirmi yıl için mi? Kaçmaya çok kararlı olduğumdan cezanın yüksekliğini hiç önemsemiyor ve bir mahkûmun Ağırce-za Mahkemesi Başkanına sorduğu soruyu hatırlıyorum : «Sayın bayım, Fransa'da müebbet kürek kaç yıl sürüyor acaba?» Hücremde dolanıp duruyorum. Avutmak için bir telgraf karıma, bir telgraf da beni, herkese karşı tek başına korumaya çalışan kızkardeşime yolluyorum. Her şey bitti, perde kapandı. Yakınlarım her halde benden çok acı çekiyorlar, zavallı babam, o taşra şehrinde, ba kadar ağır bir yükü taşımanın acısını duyuyor. Irkiliyorum : Đyi ama ben suçsuzum yahu! Suçsuzum, ama kimin gözünde? Evet, kimin gözünde suçsuzum ben? Kendi kendime : Sakın suçsuz olduğunu 19 anlatmaya kalkayım deme, diyorum, seninle çok dalga geçerler sonra. Dümbüğün teki için müebbetî yemek ve üstelik onu bir başkasının temizlediğini söylemek fazla gırgır olur. En iyisi, çeneni tutman. Tutukluluğum sırasında, gerek emniyette gerekse Conciergeire cezaevinde bu kadar ağır bir cezaya çarptırılacağımı düşünmediğim için, «insanı bozulmaya, çürütmeye iten yollar» üzerinde pek kafa patlat-mamıştım. iyi. Yapılacak ilk iş, cezaevinde bulunan ve gelecekte benimle birlikte kaçmayı kabul edebilecek adamlarla ilişki kurmak. Bir Marsilyalı olan Dega'yı seçtim. Berberde onu nasıl görebilirdim acaba? Her gün traşa geliyordu. Ben de berbere gitmek istediğimi bildirdim. Gerçekten de, oraya vardığımda, yüzü duvara dönük Dega'yı gördüm. Bekleme süresini uzatmak için, çaktırmadan sırasını başkasına verirken gördüm hem. Mahkûmlardan birini iterek hemen yanına geçtim. Çabucak : — Ne var ne yok Dega? diye sordum. — işler yolunda Kelebek. On beş yıl yedik, ya sen? Başına esaslı iş açtıklarını duydum. — öyle müebbetlik olduk. — Kararı temyiz edecek misin? — Hayır. Asıl gereken iyi tıkınıp beden eğitimi yapmak. Gücünü yitirme Dega, sağlam kaslara mut-lakajhtiyacımız olacak. Yüklü müsün? — Yüklüyüm, Sterlin olarak bir onluğum var (*) Ya sen? — Tek kapiğim yok. — Benden sana bir öğüt: Yükünü almaya bak. Avukatın Hubert mi? Hıyarın teki, sana tüp müp getiremez. Dolu bir tüple karını Dante'ye yolla, tüpü Zengin Dominik'e versin, eline varacaktır. — Şşşşt, herif bize bakıyor. — Ne o, fırsattan faydalanıp lâk lâk ediyorsunuz demek? — önemli değil, dedi Dega. Hasta olduğunu söylüyor da. (•) nin Frank'ı, de de frank ( T.L.) sayılabilir. 20 — Nesi vary Agırcezadan verdikleri midesine mi oturmuş? Şişko gardiyan bir kahkaha atıverdi. Hayat bu işte. «Çürümeye, bozulmaya giden yirmi beş yaşındaki bir çocukla» alay edip kahkahalarla gülünüyordu. Tüp elime vardı. Alüminyumdan ve pırıl pırıl bir tüptü bu, tam ortasından açılıyordu. Đçice geçmiş iki bölmesi vardı, içine, gıcır gıcır beş bin altı yüz frank konmuştu. Verdiklerinde, baş parmak kalınlığında ve altı santim uzunluğundaki tüpü öptüm; evet, kıçıma sokmadan önce öptüm. Göden barsağında yol alması için derin bir soluk aldım. Barsak benim kasam. Çırılçıplak soyabilir, bacaklarımı ayırabilir, öksürtebi-lir, iki büklüm yapabilirler ama içimde bir şey olup olmadığını anlayamazlar. Kalın barsakta tüpüm iyice yükseldi. Benden bir parça oldu artık, içimde taşıdığım o tüp hayatım, kurtuluşum intikam yolu. Çünkü öc almayı gerçekten düşünüyorum! Hatta, intikamdan başka şey düşünmediğimi de söyleyebilirim. Dışarda hava karanlık. Hücremde tek başıma-yım. Tavandaki koca ampul, kapıdaki küçücük delikten içeri bakan gardiyanın beni görmesini sağlıyor. Bu güçlü ışık gözlerimi kamaştırıyor. Mendilimi katlayıp gözlerimin üstüne koyuyorum, çünkü ışık gözlerimi gerçekten yaralıyor. Madenî bir yatak üzerine konmuş şiltede yatıyorum, yastığım yok, korkunç mahkemenin bütün ayrıntıları gözlerimin önüne geliyor.

Page 8: Kelebek- Henri Charriere

Bu arada, uzun hikâyemin sonraki bölümlerinin, mücadelemde beni ayakta tutan temellerin anlaşılabilmesi için biraz lâfı uzatmam ve canlı canlı gömüldüğüm ilk günlerde aklıma ve gözlerimin önüne gelenleri uzun uzadıya söylemem gerekiyor. Kaçtığımda başımın çaresine nasıl bakacağım? Şimdi içi para dolu tüpü de ele geçirdiğimden, kaçacağımdan bir an bile şüphem yok. ilk yapacağım iş mümkün olduğu kadar kısa sürede Paris'e dönmek. Sonra da Polein denen yalancı tanığı, ardından olayın başlıca sorumlusunu gebertmek. Ama iki sorumluyu gebertmek yeterli değil, öldürmem gereken olayın tüm sorumluları. Hiç olmazsa mümkün olduğu kadar çok sayıda sorumlu. Bi- 21 „„.. ^ ur^»^^.y ııııı. ris. Bir sandığa mümkün olduğu kadar çok patlayıcı madde koyacağım. Ne kadar bulacağımı bilemem : On, on beş, belki de yirmi kilo. Çok adam öldürmek için ne kadar patlayıcı madde gerektiğini de araştıracağım. Dinamit mi? Hayır, daha başka bir şey. Neden nitrogliserin olmasın? En iyisi, bu işi bilenlere danışmak. Ama aynasızlar bana güvenebilirler, yeterince, hepsini uçuracak kadar patlayıcı koyacağım. Gözlerim hep kapalı, rahat ettirmek için de mendilim üzerlerinde. Zararsız görünüşlü, ama patlayıcı madde dolu sandığı ve sandığı patlatacak olan iyice ayarlı saati gözümün önüne getirebiliyorum. Dikkat, sandığın saat tam sabahın onunda, Orfevres rıhtımı 36 numaranın birinci katındaki cinayet masası salonunda patlaması gerekiyor. O saatte, emir almak ve söylenenleri dinlemek üzere, salonda en az yüz elli aynasız toplanır. Kaç basamak çıkmak gerekiyordu? Yanılmamalıyım. Sandığın sokaktan patlaması gereken yere kadar gelişini çok iyi, saniyesi saniyesine ayarlamak gerekli. Sandığı kim taşıyacak? Bu işi de ben üzerime alacağım. Taksiyle Emniyet Müdürlüğünün önüne gelecek ve nöbet tutan iki aynasıza, sert bir sesle : «Şu sandığı toplantı salonuna çıkarın, arkanızdan geliyorum, diyeceğim. Komiser Dupont'a, sandığı, baş müfettiş Dubois'nin yolladığını bildirin, benim de gelmek üzere olduğumu söyleyin.» Đyi ama dediğimi yapacaklar mı? Ya bu enayi yığını içinde en zekilerinden iki polise raslarsam? O zaman çabalarım boşa gitti demektir. Başka bir şey bulmalıyım. Arıyor, durmadan yeni bir şey arıyorum. Yüzde yüz güvenebileceğim bir çareyi kafamdan bulup çıkaracağıma da inanıyordum. Biraz su içmek için yerimden kalktım. Bu kadar uzun süre düşünmekten başım ağrımaya başlamıştı. Bu kez, mendille gözlerimi kapatmadan uzandım, dakikalar ağır ağır akıp gidiyordu. Ya bu ışık, bu ışık, hey Ulu Tanrım! Mendili ıslatıp yeniden gözlerimin üstüne koydum. Serin su iyi geliyor, suyun ağır- 22 lığıyla mendil gözkapaklarıma daha iyi yapışıyordu. Bundan böyle, hep aynı şeyi yapacağım. Gelecekteki intikamımı hazırladığım bu uzun sa-atlar o kadar acılı ki, tasarımı uygulamaya başlamışım gibi geliyordu. Her gece ve günün bir bölümünde, sanki cezaevinden kaçıp kurtulmuşum gibi, Paris sokaklarında geziniyordum. Emindim, kaçacak ve dönecektim Paris'e. Tabiî, yapacağım ilk iş Rolein'in, ardından da aynasızların hesabını görmekti. Ya jüri üyeleri, o deyyus alayı rahat yaşamaya devam edecek miydi? Evine dönmüş olmalıydı moruk alayı, hem de görevlerini yapmış olmanın verdiği büyük gönül rahatlığıyla, önemli biri olduklarına inanmış, kenr dilerini bekleyen taraş taraş saçlı karılarına ve komşularına şişinmek ve iyice tıkınmak üzere dönüyorlardı evlerine. Peki, jüri üyelerine ne yapacaktım? Hiiç, Heriflerin hepsi de zavallı. Yargıç olmak için hazırlanmamışlar bile. Jüri üyesi bir emekli jandarma ya da gümrük memuruysa jandarma ya da gümrükçü gibi davranır. Sütçüyse de, sıradan bir herif gibi. On ikisini de tavlamakta en ufak bir güçlük çekmeyen başsavcının görüşünü körü körüne izlediler. Gerçekten sorumlulukları yok onların. Bu konudaki yargılama sona erdi ve karar verildi : Jüri üyelerine hiç bir kötülük yapmıyacağım. Yıllar önce gerçekten kafamı kurcalayan, olanca yorgunluğu ve korkunç açıklığıyla hatırladığım bu düşünceleri yazarken, bir hücreye atılan genç adamı, mahkûm edildiği mutlak sessizlik ve yalnızlık çılgınlığa dönüşmeden önce ne denli bir hayalî yaşantıya sürükleyebilir, hatırlıyorum, öylesine yoğun, öylesine canlı bir yaşantı ki, insan kelimenin tam anlamıyla ikileşiyor. Uçuyor ve dilediği yerde geziniyor. Evi, babası, anası, ailesi, çocukluğu, hayatının çeşitli dönemleri yeniden yaşanıyor. Ve sonra, özellikle düşünce zenginliğinin uydurduğu şeyler öylesine inanılmayacak kadar canlı bir yaratıcılığın ürünü ki, bu akıl almaz ikileşmede bütün düşlediklerini gerçekten yaşadığı inancına varıyor. Aradan otuz altı yıl geçti, hayatımın o anlarında 23 düşündüklerimi dile getiren kalemim, belleğimi hiç zorlamadan ilerliyor. Hayır, jüri üyelerine kötülüğüm dokunmayacak. Ya başsacvı? Ha, onu kaçırmamak gerek. Hem başsavcı için, Aleksandre Dumas tarafından verilen, hazır bir reçetem var. Tıpkı «Monte Kristo» daki gibi yapmak, hücreye konup açlıktan ölmeye terkedilen adamla el ele verip harekete geçmek.

Page 9: Kelebek- Henri Charriere

Evet, başsavcı gerçekten sorumlu. Kızıl giysili o akbaba, kendisini en korkunç şekilde öldürebilmemi gerektirecek kadar çok kötülük yaptı. Evet, buldum, Polein ve aynasızlardan sonra, özellikle o yırtıcı kuşun icabına bakacağım. Bir ev kiralayacağım. Evin, kalın duvarlı ve sağlam kapılı bir mahzeni olmalı. Kapı yeterince kalın değilse, şilte ve kıtıkla destekle^ yip ses geçirmez hale getireceğim. Evi kiraladım, başsavcının yerini bulup kaçıracağım onu. Daha önce duvara halkalar mıhlıyacağımdan eve getirir getirmez zincire vuracağım. Ondan sonra da gel keyfim qel! Tam karşısındayım, kapalı gözkapakiarımın ardından onu akıl almaz biçimde ve belirginlikle görüyorum. Evet, mahkemede bana baktığı gibi bakıyorum başsavcıya. Görüntü öylesine açık ve ortada ki, soluğunun sıcaklığını yüzümde duyuyorum. Çok yakındayım çünkü, yüz yüzeyiz, neredeyse birbirimize dokunacak gibiyiz. Atmaca gözleri, üzerine tuttuğum bir fenerin ışığıyla kamaşmış, çılgına dönmüş. Kıpkırmızı yüzünden koca koca ter damlaları akıyor. Evet, ona sorduğum soruları, verdiği cevapları duyuyorum. O anı, büyük bir şiddetle yaşıyorum. — Alçak, tanıdın mı beni? Benim ben, büyük bir keyifle müebbetliğe gönderdiğin Kelebek, üstün eğitimden geçmiş bir adam olmak için bunca yıl çalışıp gecelerini Roma hukuku ve diğer hukuk kitapları üzerinde geçirmeye değer miydi sanıyorsun? Lâtince ve Yunanca öğrenmeye, gençliğinin en güzel yıllarını iyi bir hatip olma uğrunda harcamaya değer miydi? Gele gele nereye geldin namussuz herif? Yeni ve iyi bir toplumsal yasa yaratmaya mı? Kalabalıkları, barışın dünyanın en iyi şeyi olduğuna inandır- 24 maya mı? Eşsiz bir din felsefesi ortaya atmaya mı? Ya da üstün üniversite eğitiminle, başkalarını doğru yola sokup kötülük yapmaktan vazgeçmelerini sağlamaya mı? Söylesene, bilgini insanları kurtarmak için mi kullandın, yoksa boğmak için mi? «Bunların hiç biri için değil, seni harekete getiren bir tek eğilim var? Yükselmek, durmadan yükselmek eğilimi, iğrenç mesleğinin çeşitli basamaklarını çıkmak eğilimi. Senin gözünde en büyük zafer, kürek cehennemine herkesten çok adam yollamak, cellâda ve giyotine hiç durmadan kurban sağlamak. «Deibler (*) biraz minet duygusu taşısa, sana her yılın sonunda en iyi şampanyadan bir kasa göndermelidir. Domuz oğlu domuz, bu yıl fazladan beş, altı kelle uçurduysa senin sayende değil mi? Her şey bir yana, duvardaki halkalara sıkı sıkı zincirlenmiş olarak seni ben elde tutuyorum. Gülümseyişin gözlerimin önünde, evet, iddianamenin ardından mahkûmiyet kararım okunduğunda takındığın zafer kazanmış komutan edasını görüyorum. Dün gibi geliyor bana, oysa aradan yıllar geçti. Kaç yıl? Yirmi mi? Otuz mu? Ne oluyor bana böyle? Neden on yıl? Neden yirmi yıl? Çimdikle bir yerini Kelebek, güçlüsün, gençsin, karnında beş bin altı yüz frank var. iki yıl, evet müebbet hapsin iki yılını yatacaksın, fazla değil. Yemin ediyorum kendi kendime. Hadi, hadi? Palavracı oluyorsun Kelebek! Bu hücre, bu sessizlik seni çılgına sürüklüyor. Sigaram da kalmadı. Sonuncuyu dün içtim. Yürüyeceğim. Her şey bir yana, ne gözlerimi kapamaya ihtiyacım var, ne de olup bitenleri görebilmek için gözlerime mendil örtmeye. Tamam işte, yerimden kalkıyorum. Hücremin uzunluğu dört metre, yani kapıdan duvara dört ufak adım. Ellerim arkamda, yürümeye koyuluyorum. Ve başlıyorum yeniden konuşmaya : — Peki. Dediğim gibi, zafer kazanmış komutan gülüşünü görüyorum. Ama bu gülüşü, acı bir sırıtmaya çevireceğim! Üstelik senin, benden üstün bir yanın var: Ben bağıramıyorum, sen bağırabilirsin. Bağır, bağır, dilediğin gibi elinden geldiği kadar yük- (*) Deibler: lerin çok ünlü cellâdı. 25 sek sesle bağır. Sana ne mi yapacağım? Dumas'ın reçetesi ne mi? Seni açlıktan mı öldüreceğim? Yok, böylesi sana çok hafif gelir. Önce gözlerini oyacağım. Ne? Yine zafer kazanmış havalara mı bürünüyorsun, gözlerini oyarsam hiç olmazsa beni görememek üstünlüğünü sağlayacağını, öte yandan da acılarını göz-bebeklerinden okuma zevkinden yoksun kalacağımı mı sanıyorsun? Haklısın, gözlerini oymamalıyım, hiç olmazsa ilk ağızda oymamalıyım.. Göz oyma işi daha sonraya bırakılmalı. «Dilini koparacağım dilini, o korkunç, bıçak gibi keskin! Hayır, hayır, bıçak gibi değil ustura gibi keskin dilini! Başarılı meslek hayatın uğruna orospulaş-mış dilini. Karına, çocuklarına, metresine tatlı sözler de söyleyebilen dilini. Metresin olabilir mi? Senin bir dostun olur ancak. Pasif, iktidarsız bir cinsel sapıktan başka şey olamazsın ki. Gerçekten de, dilini koparmakla işe başlamalıyım, çünkü, beyninden sonra gelen cellât o. Başarıyla kullandığın dilin sayesinde, jüriyi, sorulan sorulara «evet» cevabını vermeye kandırdın.» « O dille, aynasızları sağlıklı, kendilerini görevlerine adamış kişiler olarak ortaya koydun; o dil sayesinde, tanığın uydurma hikâyesi ayakta kalabildi. Yine o dil yüzünden, on iki jüri üyesinin gözüne Paris'in en tehlikeli adamı olarak göründüm. ıO düzenbaz, o usta, o inandırıcı, olayları ve her şeyi değiştirmeye alışkın dilin olmasa, Blanche alanındaki Grand Cafe'nin taraçasında oturmuş kımıldama gereği bile duymuyordum şimdi. Dolayısiyle, dilini koparmaya kararlıyım. Ama neyle koparmalı?» Yürüyor, yürüyorum, başım dönüyor ama hep onunla yüzyüzeyim derken, birdenbire ışık sönüyor ve cılız bir gün ışığı, penceredeki tahtanın aralıklarından içeri süzülebiliyor.

Page Kelebek- Henri Charriere

Nasıl? Sabah oldu mu? Geceyi intikam almakla mı geçirdim? Ne güzel saatlerdi ama onlar? Bu uzun gece, ne kadar da kısa geldi bana! Yatağıma oturmuş dinliyorum. Çıt yok. Mutlak bir sessizlik. Zaman zaman kapımda hafif bir «tık». Gürültü yapmamak için ayağına terlik geçirmiş, ufak kapağı iterek görünmeden beni seyretmesini sağla- 26 yan deliğe gözünü uyduran gardiyan bu. Fransız Cumhuriyetinin düşünüp taşınıp bulduğu mekanizma, ikinci aşamasında. Çok da iyi çalışıyor, çünkü ilk aşamada başına dert açabilecek bir adamı ortadan yok etti. Ama bu kararı da yetmiyor. A-damın hemen ölmemesi, bir intiharla elinden kurtul-maması gerek. Ona ihtiyaç var! Mahkûmlar olmasa, Cezaevleri Genel Müdürlüğü ne iş yapacak? Olur iş mi? Dolayısıyla, herifi gözden kaçırmayalım. Başka memurların yaşamasını sağlayan kürek cehennemine ulaşması gerek. Yeniden duyulan «tık» beni güldürüyor. Meraklanma saloz, elinden kaçmıyacağım. Hiç olmazsa sandığın gibi, intiharla kaçmıyacağım. Bir tek isteğim var, mümkün olduğu kadar sağlam yaşamaya devam etmek ve Tanrı'nın da yardımıyla beni göndermek hıyarlığında bulunduğunuz Fransız Güyan'ına varabilmek. Her an kapımdaki deliğin kapağını tıkırdatan benim yaşlı gardiyanım, meslekdaşlarının süt çocuğu olmadıklarını biliyorum. Kürek cehennemindeki gardiyanların yanında sen, iyi bir aile babası kalırsın. Bunu uzun zamandan beri biliyorum, çünkü kürek cehenneminin yaratıcısı Napolyon, «Bu haydutların başına kimi dikeceksiniz?» sorusuna : «Onlardan daha haydut olanları!» cevabını vermiş. Sonraları, kürek cehenneminin yaratıcısı Napolyon'un yalan söylemediğini gördüm. Takur tukur, kapımın tam ortasında, yirmi santim boyunda ve yirmi santim enindeki delik açıldı. Kahveyle yedi yüz elli gram ağırlığında bir ekmek uzattılar. Mahkûm olduğumdan lokantaya gitme hakkım yok, ama parasını vererek sigara ve basit bir kantinden birkaç parça yiyecek alabilirim. Bir kaç gün daha geçsin, hiç bir şey kalmıyacak. Conciergerie kalebentliğine giriş, başka bir şey değil. Paketi frank olan bir Lucky Strike sigarasını keyifle tüttürüyorum. Đki paket satın aldım, üzerimde bulunabilecek bütün parayı harcıyorum, nasıl olsa mahkeme masraflarını ödetmek için alacaklar hepsini. Ekmeğin içinde bulduğum bir pusulada Dega, temizlenme yerine gitmemi söylüyor: «Bir kibrit ku- 27 tuşu içinde üç tane bit var.» Kibritleri çıkarıyor, bitleri buluyorum! Üçü de şişko, sağlıklı. Bunun ne anlama geldiğinden haberim var. Bitleri gardiyana göstereceğim, ertesi gün şiltem dahil, neyim var neyim yoksa toparlayıp beni buhar odasına sokacaklar. Bizim dışımızdaki bütün asalakları öldürmek amacıyla. Gerçekten de, Dega'yı ertesi sabah buhar odasında buluyorum. Orada gardiyan da yok. Yalnızız. — Sağol Dega. Sayende tüp elime vardı. — Rahatsız etmiyor ya? — Hayır. — Tuvalete her gidişinde, yerine yerleştirmeden önce iyice yıka. — Olur, Su geçirmediğini sanıyorum, çünkü iyice katlanarak içine konan paralar sapasağlam. Oysa tüp, yedi günden beri içimde. — Sağlam olduğu anlaşılıyor. — Ne yapmayı düşünüyorsun Dega? — Deli numarası yapacağım. Küreğe yollanmak istemiyorum. Burada, Fransa'da, belki sekiz, on yılla paçayı kurtarırım. Bir takım ilişkilerim var, cezamın en az beş yılının bağışlanabileceğim sanıyorum. — Yaşın kaç? — Kırk iki. — Çıldırdın mı sen? Onbeş yılın onunu yattın mı leşin çıkacak dışarı. Küreğe gitmekten korkuyor musun yoksa? — Evet, kürekten korkuyorum, bunu sana söylemekten utandığım da yok. Biliyor musun, Güyan korkunç bir yerdir. Her yıl mevcudun yüzde sekseni yok olur. Yeni bir kafile eskisinin yerini alır, her kafiledeki mahkûm sayısı da bin sekiz yüzle iki bin ara-sındadır.Cüzzama yakalanmazsan hiç affetmeyen sarı' hummaya tutulursun. Bütün bunlardan paçanı kur-tarsan, kıçındaki para dolu tüpü almak için gebertirler, ya da kaçmaya çalışırken öldürülürsün, inan bana Kelebek, cesaretini kırmak için söylemiyorum ama, beş ilâ yedi yıllık küçük cezalar çektikten sonra Fransa'ya dönen kürek mahkûmlarını tanıdım, bunun ne olduğunu biliyorum. Hepsi gerçek birer paçavraydı. Yılın dokuz ayını hastanede geçirirler, kürek cehenneminden kaçmanın da, pek çok kişinin sandığı ka- 28 dar kolay bir iş olmadığını hep anlatırlar. — Sana inanıyorum Dega, ama kendime de güvenim var. Orada uzun süre kalmıyacağımdan eminim. Denizciyim ben, denizi iyi bilirim, tüymekte fazla gecikmiyeceğimi göreceksin. Ya sen, on yıl kalebentliğe katlanabileceğim mi sanıyorsun? Beş yılını sildiler diyelim, o da sağlam değil ya, dayanabileceğinden, mutlaka bir yalnızlık içinde çıldırmadan durabileceğinden emin misin? Ben, kitapsız, dışarı çıkmadan,

Page Kelebek- Henri Charriere

kimseyle konuşmadan yirmi dört saati altmış dakikayla değil altı yüz dakikayla çarpmalısm. Yine de çok uzağında kalırsın gerçeğin. — Mümkündür. Ama sen gençsin, ben kırk iki yaşındayım. — Dinle Dega, sen neden çekmiyorsun? Diğer kürek mahkûmlarından mı yoksa? — Açıkçası evet Kelebek. Herkes milyoner olduğumu biliyor, bunu bildikten sonra, içimde elli ya da yüz bin papel taşıdığımı sanarak öldürmeleri işten değil. — Dinle, seninle bir anlaşma yapalım mı? Sen çılgınlık yapmıyacağına söz ver, ben de her zaman yanında olacağıma söz veriyorum. Birbirimize omuz veririz. Hem güçlüyüm, hem de eliçabuk. Çok genç yaşta kavga etmeyi öğrendim, iyi de bıçak kullanırım. Dolayısıyla, mahkûmlar yönünden için rahat etsin : Saygı görmekten öte, çekinecekler bizden. Kaçmaya gelince, kimseye ihtiyaç yok. Senin de mangırın var, benim de, pusulaya bakmayı ve açık denizde yelken kullanmayı bilirim. Daha ne istiyorsun. Dikkatle gözlerimin içine baktı. Kucaklaştık ve öpüştük. Anlaşma imzalanmıştı. Az sonra kapı açıldı. O dengiyle kendi yoluna gitti, ben de kendi yoluma. Birbirimizden pek uzak değildik, ara sıra berberde, doktorda ya da pazar günleri kilisede görüşebilirdik. Dega, sahte Millî Savunma tahvilleri işinde yakayı ele verdi. Kalpazanın teki, bu tahvilleri akıl almak mükemmellikle hazırlamıştı franklık tahvillerin yazısını ustalıkla siliyor, üstüne, yine farkedil-meyecek mükemmellikte frank yazıyordu. Kâğıt aynı olduğundan, bankalar ve tüccarlar, bu tahvil- 29 leri büyük bir güvenle alıyorlardı. Bu iş yıllardan beri devam ediyor ve malî polis nereye başvuracağını bilmiyordu. ,O ara, Brioulet adlı biri suç üstü yakalandı. Louis Dega ise, rahat rahat güneydeki «çevre» nin önde gelen kişilerinin toplandığı, yeryüzünün en sahtekâr yolcularının randevu verircesine buluştuğu Marsilya'daki barının başında oturuyordu. Dega, yılında milyonerdi. Bir gece, iyi giyimli, genç ve güzel bir kadın bara uğradı. Bay de-ga'yı sordu. — Benim hanımefendi, ne istiyorsunuz? Lütfen arka odaya geçin. — Ben Brioulet'nin karışıyım. Sahte tahvil satmaktan, Paris'te cezaevinde yatıyor. Sante cezaevinde kendisiyle görüştüm, bana barın adresini verdi ve avukatın parasını ödeyebilmek için sizden yirmi bin frank istememi söyledi. işte o an, Fransa'nın en usta düzenbazlarından olan ve tahvil işinde oynadığı rolü bilen bir kadının sebep olabileceği tehlikeyle karşı karşıya kalan Dega verilmemesi gereken tek cevabı buldu : — Hanımefendi, sözünü ettiğiniz adamı hiç tanımıyorum. Paraya ihtiyacınız varsa orospuluk yapın. Bu güzellikle, ihtiyacınızdan fazlasını kazanırsınız. Hakarete uğrayan zavallı kadın, gözyaşları içinde bardan koşarak çıktı, gitti. Olayı kocasına anlattı. Çok sinirlenen Brioulet'de, ertesi gün, bütün bildiklerini sorgu yargıcına kustu ve sahte tahvilleri temin eden adam olarak Dega'yı gösterdi. Fransa'nın en usta polislerinden kurulu bir ekip Dega'nın peşine düştü. Bir ay sonra, Dega, kalpazan, hakkak ve on bir suçortağı, aynı saatte ve değişik yerlerde yakalanarak içeri tıkıldılar. Seine Ağırceza Mahkemesinin karşısına çıktılar, duruşmaları on dört gün sürdü. Her sanık ünlü bir avukat tarafından savunuluyordu. Brioulet sözlerini hiç geri almadı. Sonuçta, yirmi bin sefil frank ve aptalca bir söz uğruna, Fransa'nın en usta sahtekârı, yıkılmış, on yaş ihtiyarlamış halde on beş yıl ağır hapse hüküm giydi. Bu adam, kendisiyle bir ölüm-kalım anlaşması yaptığım adamdı. Avukatım Raymond Hubert beni görmeye geldi. 30 Canlılığı pek kalmamış. Kendisine en ufak bir kırgınlığım yok. Bir, iki, üç, dört, beş, geri dön. Kapıdan hücre penceresine gidip gelerek saatlar geçirdim. Sigara içiyor, bilinçli, dengeli ve her şeye katlanmaya hazır hissediyordum kendimi. Şimdilik düşünmemeye söz verdim. Savcıyı olduğu yerde, duvardaki halkalara zincirlenmiş, tam karşımda, ne yoldan geberteceğimi kestiremediğim bir halde bırakalım. Birden bir çığlık, umutsuz, tiz, cançekişircesine korkunç bir çığlık hücremden duyuldu. Bu da ne oluyordu? işkence gören bir adamın çığlıklarıydı sanki bunlar. Oysa burası Emniyet Müdürlüğü de değildi. Olup biteni anlamak mümkün olmuyordu. Gecenin göbeğinde çınlayan bu çığlıklar beni allak bullak etti. Ses geçirmeyen kapının ardından duyulabilmesi için, ne denli güçlü olmalıydı. Belki de adam, delinin tekiydi, insan hiç bir şey duymadığı bu hücrelerde çıldırmak o kadar kolaydı ki. Kendi kendime yüksek sesle konuşuyor, sorular soruyorum : «Sana ne bundan? Kendini düşün, yalnız kendini, bir de yeni ortağın Dega'yı.» Eğilip kalkıyorum, sonra göğsüme güçlü bir yumruk indiriyorum. Canım çok acıdı, demek sapasağlamım : Kol kaslarım mükemmel işliyor. Ya bacaklarım? Onları da kutla, on altı saatten beri yürüyorsun, yorgunluğunu duymadın bile. Çinliler, insanın başına düşen su damlalarını keşfetmişler, Fransızlarsa sessizliği. Her türlü vakit geçirme olanağını yok ediyorlar. Ne kitap, ne kâğıt, ne kalem kalın demir parmaklıklı pecere tahtalarla iyice kapatılmış, birkaç ufak delik iyiden iyiye ölgün bir ışığın içeri sızmasını sağlıyor.

Page Kelebek- Henri Charriere

Bu iç parçalayıcı çığlıkla çok etkilenmiş, kafese kapatılmış yırtıcı bir hayvan gibi dolanıp duruyordum. Herkes tarafından terkedilmiş ve canlı canlı gömülmüş hissediyordum kendimi. Evet yapayalnızdım, kulağıma gelen, yürek paralayıcı bir çığlıktan ibaretti. Kapı açıldı. Yaşlı papaz göründü. Yalnız değilsin, bir papaz var, orada tam karşında. — Đyi geceler yavrum. Daha önce gelemediğim için kusuruma bakma, izindeydim. Nasılsın?» Ve iyi 31 yürekli papaz, hiç aldırmadan hücreme girdi ve ot şiltemin üstüne oturdu. — Nerelisin? — Ardeche'li. — Annen baban hayatta mı? — Annem, ben on altı yaşındayken öldü. Babam beni çok severdi. — Ne iş yapardı? — Öğretmenlik. — Yaşıyor mu? — Evet. — Yaşadığına göre, ondan söz ederken neden geçmişte kalmış gibi konuşuyorsun? — O yaşıyorsa da, ben ölü sayılırım. — Yok canım, böyle şeyler söyleme? Suçun ne? Bir an, suçsuz olduğumu söylemenin gülünçlüğü aklımdan şimşek gibi geçiyor ve çabucak yapıştırıyorum cevabı : — Polis bir adam öldürdüğümü söylüyor, polis söylediğine göre de doğru demektir. — öldürdüğün adam tüccar mıydı? — Hayır, karı satan biriydi. — Demek, «çevre» de olup biten bir olay yüzünden seni müebbet küreğe mahkûm ettiler? Anlamıyorum. Taammüden mi? — Hayır. Sadece adam öldürme. — inanılır gibi değil, zavallı yavrum. Senin için ne yapabilirim? Benimle birlikte dua etmek ister misin? — Muhterem peder, özür dilerim ama en ufak bir dinî eğitim görmedim, dua etmeyi bilmem. — Ne önemi var yavrum, ben senin için dua ederim. Ulu Tanrı, vaftiz edilmiş olsun olmasın, bütün evlâtlarını sever. Söyleyeceğim her sözü tekrarlar mısın? Gözleri o kadar tatlı, yuvarlak yüzü öylesine aydınlık, iyilik dolu ki, isteğini geri çevirmeye utanıyorum, yere çömeldiği için de onun yaptığını yapıyorum. «Göklerdeki Tanrımız» Gözlerime yaşlar doluyor, bu yaşları farkeden iyi yürekli rahip küt parmağıyla yanağımdan koca bir gözyaşı alıyor, dudaklarına götürüp içiyor yaşımı. 32 — Yavrum, döktüğün gözyaşları, bugün Tanrı'-nın senin aracılığınla bana yollayabileceği armağanların en büyüğüdür. Teşekkür ederim.» Doğrulurken beni alnımdan öpüyor. — Ağlamayalı ne kadar oluyor? — On dört yıl. — Neden on dört yıl? — Son olarak annemin öldüğü gün ağlamıştım. Elimi avuçlarına alıyor ve : «Sana bu kadar acı çektirenleri bağışla», diyor. Elimi çekip kurtarıyorum avucundan ve bir sıçrayışta istemeksizin kendimi hücrenin ortasında buluyorum. — Hayır, benden bunu istemeyin. Asla kimseyi bağışlayamam. Hem size bir şey söyleyebilir miyim muhterem peder? Her gün, her gece, her saat, her dakika vaktimi, ne zaman, nasıl, ne yoldan beni buraya gönderenleri öldürebileceğimi düşünmekle geçiriyorum. — Söylüyor ve söylediklerine inanıyorsun yavrum. Gençsin, çok gençsin. Yaşlandıkça cezalandırmaktan ve intikam almaktan vazgeçersin. Otuz dört yıl sonra, onun gibi düşünmekteyim. — Senin için ne yapabilirim? diye tekrarlıyor papaz. — Ancak bir suç işleyebilirsiniz muhterem peder. — Ne gibi bir suç? — 37 numaralı hücreye gidip Dega'ya avukatı aracılığıyla Cean cezaevine gönderilmek üzere bir dilekçeyle başvurmasını söyleyebilirsiniz. Aynı şeyi ben bugün yaptım. Bir an önce Conciergerie'den kurtulup Güyan'a gidecek kafilelere adam veren büyük merkezlere ulaşmak gerek. Çünkü ilk gemi kaçarsa, bir ikincisinin hareket etmesi için, iki yıl daha hücrede beklemek gerekecek. Onu gördükten sonra da buraya dönmelisiniz muhterem peder. — Örneğin, dua kitabını unuttuğunuzu söylersiniz. Cevabı bekliyorum. — Neden, Güyan denen o korkunç yere gitmekte bu kadar acele ediyorsun?

Page Kelebek- Henri Charriere

Ulu Tanrı'nın bu gerçek seyyar satıcısına, kar- kolebek 33/3 5>ımuaı\.ı papaca DaKiyor ve Dana ınanet etmeyeceğinden emin : — Daha çabuk kaçabilmek için muhterem peder, cevabını veriyorum. — Tanrı yardımcındır yavrum, bundan eminim, hayatını yeniden kuracağmı da hissediyorum. Bak, sende iyi bir insanın gözleri var, ruhun da soylu. 37 numaralı hücreye gidiyorum. Cevabı bekle. Papaz çabucak döndü. Dega dediklerimi yapacaktı. Papaz dua kitabını, ertesi sabaha kadar bende bıraktı. Bugün eşsiz bir güneş ışını parıldadı, hücremin her köşesi aydınlandı. Bu muhterem adam sayesinde. Tanrı varsa, neden yeryüzünde bunca değişik insanın yaşamasına izin veriyor? Savcı, polisler, Polein gibiler ve papaz, Conciergerie cezaevinin papazı. Dilekçelerin cevabı gelmekte gecikmedi. Bir hafta sonra, sabahın dördünde, yedi kişi Conciergerie cezaevinin koridoruna sıralandık. Gardiyanlar, tam kadro, hazır. «Soyunun!» Ağır ağır üstümüzdekileri çıkarmaya koyulduk. Hava bozuktu, tüylerim diken diken oldu. — «Elbiseleri önünüzde bırakın. Geri dönüp bir adım atın!» Herkes bir paketle karşılaştı. — «Giyinin!» Az önce sırtımdaki pamuklu gömleğin yerini kaskatı bir ham bez, güzel elbiseminkinin de bir aba ceket ve pantolon aldı. Ayakkabılarım kayboldu, onların yerine ayaklarımı bir çift tahta pabuca soktum. O güne kadar görünüşümüz, normal bir adamınkinden farksızdı. Diğer altı kişiye göz attım : Ne korkunçtu görünüşleri: Herkesin kişiliği tarihe karışmıştı : Đki dakikada kürek mahkûmlarına dönüvermiştik. — «Sağa dön ve sıraya gir! Đleri arş!» Yirmi kadar gardiyanın refakatinde avluya vardık ve sırayla bir cezaevi arabasının daracık bölmesine tıkıldık. Beaulieu adını taşıyan, Cean merkez cezaevinin yolunu tuttuk. 34 Cean Cezaevi .Oraya varır varmaz doğru müdürün odasına götürüldük, imparatorluk çağındaki çalışma masalarının eşi, bir metre yükseklikteki bir kürsünün ardına tünemişti. — Hazırool! Müdür sizlerle konuşacak. — Mahkûmlar, Güyan'a gitmeden önce bir süre burada tutulacaksınız. Burası, ağır hapis cezasına çarptırılanların yattığı bir yerdir. Bir saniye bile konuşmak yok, ziyaret ve mektup da yok. Ya boyun eğersiniz, ya biçerim hepinizi. Bunlardan biri Güyan'a giden kapıdır, diğeri de mezarlığa giden. Uygunsuz davranışınız görülürse; en ufak suç katıksız ekmek ve suyla altmış gün hücre cezasına çarptırılır. Kimse, üst üste iki hücre cezasına dayanamamıştır. Anlayana sivrisinek saz! ispanya'ya kaçıp oradan Fransa'ya iade edilen Delifişek Pierrotra'ya döndü : — Ne iş yapardınız? — Boğa güreşçisiyim müdür bey. Cevaba sinirlenen müdür haykırdı : «Askerce götürün şu herifi!» Göz açıp kapayana dek, boğa güreşçisi yere yuvarlandı, dört - beş gardiyan tarafından coplandı ve bizden hızla uzaklaştırıldı. « alayı, bir kişinin üstüne beş kişi saldırıyorsunuz, üstelik elinizde cop da var, itoğlu itler», diye haykırdığı duyuldu, ölümcül yara alan hayvanın hırıltısını andıran bir «Ah!» sesi işitildi, sonra ortalığa büyük bir sessizlik çöktü. Yalnız yerde sürüklenen bir şeyin betona sürtündükçe çıkardığı hışırtı geliyordu kulağımıza. Bu olaydan da ders almayan, hiç bir şeyden ders alamaz demektir. Dega yanımda, pantolonuma dokunmak için parmağını, tek parmağını hafifçe oynatıyor. Ne demek istediğini anlıyorum : «Güyan'a sağlam varmak istiyorsan ayağını tetik bas.» On dakika sonra, yeraltında iğrenç bir hücreye atılan Delifişek Pierrot'nun dışında hepimiz, cezaevinin disiplin bölümüne yerleştirildik. Talih, Dega'yı benim yanımdaki hücreye düşürdü. Daha önce de, boyu bir doksanın üstünde, tek gözlü, elinde sığır sinirinden kırbacıyla kızıl saçlı bir 35 devle tanıştırıldık. Bu adam, gardiyanların emrinde çalışan ve mahkûmlara işkence eden bir tutukluydu. Mahkûmların da en büyük korkusuydu. Gardiyanlar, onun sayesinde yorulmadan istedikleri adamı kırbaçlatıyor, sopa attırıyor, öte yandan, ölen olursa cezaevi yönetmeliğine en ufak bir sorumluluk yüklenemi-yordu. Sonradan, revirde kaldığım kısa süre içinde, bu hayvanlaşan insanın hikâyesini öğrendim. Cellâdını bu kadar iyi seçmesini bilen cezaevi müdürünü de, arada kutlayalım. Sözkonusu herif taşocağı işçisiy-di. Günün birinde, yaşadığı Fransa'nın kuzeyindeki küçük şehirde, karısıyla birlikte kendini öldürmeye karar verdi. Bu iş için de, oldukça iri bir dinamit lokumu kullandı. Altı katlı binanın ikinci katında, karısının yanına uzandı. Kadın uyuyordu. Sigarasını yaktı, bununla, kendi başıyla karısının başı arasında, sol avucunda tuttuğu fitili ateşe verdi. Müthiş bir patlama oldu. Sonuç : Karısı öylesine küçük parçalara ayrılmıştı ki, bu parçaları kaşık kaşık toplamak gerekti. Binanın bir bölümü yıkıldı, üç küçük çocukla

Page Kelebek- Henri Charriere

yetmiş yaşlarında bir kadın, yıkıntılar altında kalarak can verdiler. Geri kalanlar da ağır ya da hafif yaralar aldı. Tribouillard adındaki bizim canavara gelince, küçük parmağıyla başparmağının yarısı dışında sol elinin büyük bir bölümünü, sol gözüyle sol kulağını yitirdi. Başından da, kafatasının delinip beyin ameliyatı geçirmesini gerektirecek kadar ağır bir yara aldı. Mahkûm oluşundan bu yana da, cezaevinin disiplin bölümündeki hücrelere bakıyordu. Bu yarı deli, yetki alanı içindeki bölgeye düşen zavallılara dilediğini yapıyordu. Bir, iki, üç, dört, beş, geri, dön bir, iki, üç, dört, beş, geri dön ve böylece, duvardan hücre kapısına bitip tükenmek bilmeyen bir gidip gelme başlıyordu. Gündüzleri kimsenin yatmaya hakkı yoktu. Sabahın beşinde, tiz bir düdük sesi herkesi uyandırıyordu. Kalkmak, yatağı yapmak, yıkanmak, yürümek ya da duvara mıhlanmış bir arkalıksız iskemleye oturmak gerekliydi. Kimsenin gündüzleri yatmaya hakkı 36 yoktu. Cezaevi yönetmeliği öylesine inceden inceye hazırlanmıştı ki, yatak duvara kadar kalkıp bir çengelle tutturulabiliyordu. Böylece tutuklu, kaçamak da olsa uzanamaz, daha rahat gözetlenebilirdi. Bir, iki, üç, dört, beş günde on dört saat yürüyüş. Bu devamlı hareketin kendiliğindenliğini sağlamak için, eller arkada, başı öne eğerek ne hızlı ne de yavaş yürümek, aynı uzunluktaki adımlarla hücrenin bir ucunu sol ayak önde, diğer ucunu da sağ ayak önde almayı öğrenmek gerekiyordu. Bir, iki, üç, dört, beş Hücreler, Conciergerie cezaevinden daha iyi aydınlatılmıştı, disiplin bölümüyle cezaevi dışından gelen bir takım gürültüler duyu-labiliyordu. Gece, elma şarabıyla kafayı tütsüleme-nin mutluluğu içinde evlerine dönen işçilerin şarkıları ve ıslık sesleri bile işitilebiliyordu. Noel armağanımı aldım : Pencereyi örten tahtaların aralığından, kardan bembeyaz kesilmiş ovayı ve pırıl pırıl bir mehtabın aydınlattığı birkaç koca ağaç gördüm. Noel'de satılan, benzerine çok rastladığımız bir kartpostal diyebilirdi insan. Rüzgârın sarstığı ağaçlar silkinip kardan örtülerini atmışlardı, bu sayede daha rahat görülebiliyorlardı. Kara lekeler halinde, iyice ortaya çıkıyordu ağaçlar. Herkes için Noel'di, hattâ cezaevinin bir bölümünde yatanlar için bile Yönetmenlik, kürek mahkûmları için de fedakârlık yapmıştı : Herkese iki büyük parça çukulata alma hakkı tanındı. Dikkat edilsin, iki ufak tablet değil, iki büyük parça diyorum. Bu iki parça Aiguebelle çukula-tasıyla yılı Noel gecesini kutladım Bir, iki, üç, dört, beş Adaletin baskısı beni rakkas haline getirdi, hücrede gidip gelmek bütün dünyam. Matematik olarak hesaplanmış. Hücrede hiç, ama hiç bir şey bırakılmayacak. Tutuklunun, kendini oyalamaması gerek. Penceredeki aralıktan bakarken yakalansam ağır bir cezaya çarptırılabilirim. Aslında hakları da pek yok değil, nasılsa onların gözünde yaşayan bir ölüyüm. Ne hakla bir doğa görüntüsüne bakıp kendimi oyalayabilirim? Bir kelebek uçuyor. Uçuk mavi üzerine incecik bir siyah çizgisi var. Penceremin hemen yanında, kelebeğin az ötesinde işleri ne? üşüyüp cezaevine girmek istemedilerse bu kış 37 güneşi ikisini de çılgına çevirmiş denebilir. Kışın bir kelebek, hortlamış bir yaratıktır. Nasıl da ölmemiş? Ya bu arı, neden kovanından kaçmış? Buraya yaklaşmak, ne kadar bilinçsiz bir gözüpeklik. Neyse ki bizim tek gözlünün kanatları yok, aksi halde uzun süre yaşıyamazlardı. Bu Tribouillard, can yakmaktan zevk alan korkunç herif, onunla başımın belâya gireceğini hissediyorum. Bu iki tatlı hayvancığın ziyaretinin ertesi günü revire gidecek hastalar listesine yazıldım. Daha fazla dayanmama imkân yok, yalnızlıktan boğuluyorum, bir insan yüzü görmek, tatsız da olsa bir ses işitmek zorundayım. Bir ses olsun yeterki, bir şey duyayım. Koridorun dondurucu soğuğunda, çırılçıplak, yüzüm duvara dönük, burnum üört parmak ötede, doktora çıkmak için sırasını bekleyen sekiz kişilik dizinin sondan bir önceki kişisiydim. Đnsan görmek istiyordum başarmıştım işte! Çekiçii adam adıyla anılan Julot'ya bir şeyler mırıldanırken tek gözlü bizi yakaladı. Bu kızıl saçlı yabaninin tepkisi müthiş oldu. Kafama arkadan indirdiği müthiş bir yumrukla beni iyice sersemletti, yumruğun geldiğini görmediğimden burnumu duvara vurdum. Kan fışkırdı. Yerimden doğrulunca (yuvarlanmıştım da) şöyle bir sil-kindim ve başıma geleni hatırlamaya çalıştım, itiraz eder gibi bir hareket yapınca, bu fırsatı kollayan tek gözlü, karnıma indirdiği tekmeyle beni yere serdi ve sığır sinirinden kamçısıyla kırbaçlamaya koyuldu. Julot bu kadarına dayanamadı. Herifin üstüne atıldı ve müthiş bir kavga başladı. Julot alta düştüğünden, gardiyanlar olup biteni kayıtsızlıkla izliyorlardı. Yerimden doğrulmuştum ama kimsenin bana aldırdığı yoktu. Çevreme bakınıp bir silâh bulmaya çalıştım. Birden koltuğunda öne doğru eğilip bekleme odasından, koridorda olup biteni görmeye çalışan doktoru ve aynı zamanda da, su buharının etkisiyle yerinden hop kalkıp hop oturan büyük tencerenin kapağını gördüm. Bu koca, mineli tencere doktorun odasını ısıtan kömür sobasının üstüne konmuştu. Buharı da, herhalde havayı temizlemeye yarıyordu. O an, büyük bir çabuklukla tencereyi iki kulpun- 38 dan yakaladım, elimin yanmasına rağmen bırakmadım ve Julot ile uğraşmaktan beni farkedemeyen tek gözlünün suratına kaynar suyu boca ettim. Herifin gırtlağından korkunç bir çığlık yükseldi. Kaynar su

Page Kelebek- Henri Charriere

hedefine oturmuştu. Yerlerde yuvarlanıyor, sırtındaki üç kat yünü birbiri ardından güçlükle çıkarıyordu. Sıra üçüncü kazağa geldiğinde, derisi birlikte yüzüldü. Yün kazağın boynu, dardı, başını çıkarmak için harcadığı güçle göğüs derisi, boyun derisinin bir parçası ve yanağının derisi kazakla birlikte çıkıverdi. Tek gözü de haşlanmış, görmez olmuştu. Sonunda iğrenç bir görünüşte, her yanından kanlar damlayarak, cılk yaralar içinde ayağa kalktı. Julot da bu fırsattan yararlanıp apış arasına müthiş bir tekme oturttu. Dev yere yığıldı, kusmaya, ağzından köpükler saçmaya koyuldu. Hesabı tamamdı. Bizimse, biraz beklemekle kaybedecek hiç bir şeyimiz yoktu. Olayı izleyen iki gardiyan, üstümüze saldıramı-yacak kadar yüreksiz kişilerdi. Takviye almak için ortalığı velveleye verdiler. Her yandan adam koştu. Üzerimize dolu gibi cop yağmaya başladı. Talihim varmış ki kısa sürede bayıldım da fazla acı duymadım. Ayıldığımda kendimi iki kat yerin dibinde, çırılçıplak ve su dolu bir hücrenin içinde buldum. Ağır ağır toparlanıyordum. Elim acılar içinde gövdemde gezindi. Başımda en azından on ilâ on beş şiş vardı. Saati hiç bilmiyorum. Burada ne gece vardı ne gündüz, ne de ışık. Duvara vurularak çıkarılan sesi duydum, epey uzaklardan geliyordu. Güm, güm, güm, güm, güm, güm. Bu sesler, telefon ziliydi. Konuşmak istiyorsam, iki kere de benim duvara vurmam gerekiyordu. Vuracaktım duvara ama neyle? Karanlıkta, işime yarayabilecek bir şey seçemiyordum. Yumrukla haberleşmek imkânsızdı, çünkü ses yeterince uzağa gitmiyordu. Biraz daha az karanlık olduğundan, kapının bulunduğu yer sandığım köşeye doğru yürüdüm. O ana kadar görmediğim demir parmaklıklara tosladım. El yordamıyla, hücrenin benden bir metre uzaktaki bir kapıya erişmemi engelliyordu. Böylece, tehlikeli bir tutuklunun, yanına giren kişiye dokunmaması sağlanıyordu, 39 çünkü onu dövebilmek için parmaklığı açmak gerekliydi. Darbeler zaman zaman kulağıma geliyordu. Beni kim çağırabilirdi ki? Yakalanırsam başına kötü şeyler gelebilirdi bu adamın, ama cevap almaya da hak kazanmıştı. Yürürken yuvarlanıp ağzımı burnumu kırmama ramak kaldı. Katı ve yuvarlak bir şeye basmıştım. Elimi değdirdim, bu tahta bir kaşıktı. Hemen kaptım ve cevap vermeye hazırlandım. Kulağım duvara yapışmış, bekledim. Güm, güm, güm, güm, güm, nokta, güm, güm, — Cevap verdim : Güm, güm. Bu iki vuruş, benimle konuşmayı isteyen kişiye : Konuş, seni dinliyorum, demeye geliyordu. Darbeler yeniden duyuldu: Güm, güm, güm alfabenin harfleri hızla birbirini izliyordu a, b, c, d, e, f, g, h, ı, i, k.. nokta. K harfinde durdu. Bütün gücümle bir kere duvara vurdum : Güm. Böylece K harfini anladığımı belirtmiş oldum. Ardından e, I, sonra yine bir e geldi. Bana «Kelebek, ne var ne yok? diyordu. Bir arızan var mı? Benim tek kolum kırık.» Arayan Julot idi. Yakalanmayı düşünmeden, iki saati aşkın bir süre konuştuk. Karşılıklı bir şeyler söyleyebilmek için yanıp tutuşuyorduk. Bir yerimin kırılmadığını, başımın şiş içinde olduğunu, ama yara almadığımı anlattım. Bacağımdan çekilerek aşağı indirildiğimi görmüştü, her basamakta başımın bir kere betona tos-ladığını söylüyordu. O, kendini hiç kaybetmemişti. Tribouillard'ın ağır yaralandığından emindi, yün kazakların da yardımıyla yaranın epey derinleştiğini sanıyordu. Tribouillard uzun bir süre kendini toplayamazdı. Çabucak vurulan ve tekrarlanan üç darbe, bir bokluk olduğunu haber verdi. Sesi kestim. Gerçekten de, kısa bir süre sonra kapı açıldı. Biri bağırdı : — Hücrenin dibine çekil itoğlu! Hücrenin dibine hazrola geç! Konuşan tek gözlünün görevini devralan tutukluydu. «Benim adım Batton (*). Görüyorsun tam işi- (*) «Bâton» şeklinde yazıldığında, Fransızca sopa anlamına gelir. 40 me uygun bir adım var.» Koca bir denizci feneriyle hücreyi ve çıplak gövdemi aydınlattı. — Şunları giy. Yerinden kıpırdama. Al sana su ve ekmek. Hepsini birden yeme, çünkü yirmi dört saat başka bir şey verilmeyecek (*). Deli gibi haykırıyordu. Sonra feneri kendi yüzüne kaldırdı. Gülümsediğini, yüzünde en ufak bir kötülük izi bulunmadığını gördüm. Parmağını dudaklarına götürdü ve getirdiği giysileri gösterdi. Herhalde, gardiyan koridordaydı, böylece bana, kendisinin düşman olmadığını anlatmak istiyordu. Gerçekten de, ekmek topağının içinde koca bir parça haşlanmış et, pantolonun cebinde de bir servet — bir paket sigarayla, bir kavli çakmak — buldum. Hücrede böyle armağanlar milyonlara bedeldi. Bir yerine iki gömlek, bir de ayak bileklerine kadar inen bir yün iç fanilâsı getirmişti. Batton denen adamı hayatım boyunca hatırlayacağım. Bütün bunları Tribouillard'ın canına okumam karşılığında armağan etmişti anlaşılan. Olaydan önce kendisi, tek gözlünün yardımcısıydı. Şimdi, benim sayemde onun yerini almıştı. Yükselmesini bana borçluydu, minnetini böyle gösteriyordu. Seslerin nereden geldiğini anlamak için büyük bir sabır gerektiğinden, gardiyanlar çok tembel olduklarından, bu işi de ancak görevli mahkûm yapabileceğinden, Batton'dan yana gönlümüz rahat, Julot ile bol bol görüşüyorduk. Bütün gün, birbirimize telgraf üstüne telgraf yağdırdık. Onun ağzından, çok yakında Güyan'a doğru yola çıkacağımızı öğrendim : En fazla, üç ya da dört ayımız vardı.

Page Kelebek- Henri Charriere

Aradan iki gün geçti, hücrelerimizden çıkarılıp iki yanımızda birer gardiyanla müdürün odasına götürüldük. Tam kapının karşısındaki masanın başına üç kişi oturmuştu. Bir çeşit mahkemeydi bu. Müdür başkanlık görevini üstüne almıştı, müdür yardımcısıyla baş gardiyan da üyeydiler. — Hah ha! Demek geldiniz aslanlar? Ne diyorsunuz bakalım? Julot'nun yüzü sapsarıydı, gözleri şişmişti, ate- (*) Bir ekmeğin ağırlığı gramdı. 41 sinin iyice çıktığı belli oluyordu. Üç gün önceki kırılan koluyla, çok acı çektiği muhakkaktı. Alçak sesle cevap verdi : «Bir kolum kırık.» — Eh siz istediniz kolunuzun kırılmasını. Đnsanlara saldırmanın ne demek olduğunu da böylece öğrenirsiniz. Doktor geldiğinde görürsünüz kendisini. Bir haftadan önce görüneceğini de pek sanmıyorum. Bu bekleme belki işinize yarar, canınızın acısı size bîr şeyler öğretir. Herhalde sizin gibi bir herif için, özel doktor çağıracağımı sanmıyorsunuz? Bekleyin, cezaevi doktoru gelince size bakar. Kolunuzdaki kırık, yeni bir emre kadar arkadaşınızla birlikte hücre cezası çekmenize engel değil. Julot gözlerimin içine baktı : «Bu iyi giyimli bey, insanların hayatına pek az değer veriyor galiba» der gibiydi. Yeniden başımı müdüre çevirdim ve baktım. Ko- nuşmak istediğimi sandı. «Bu karar hoşunuza git- medi mi? Bir diyeceğiniz mi var?» diye sordu. Kendisine cevap verdim : «Hiç bir diyeceğim yok müdür bey, sadece suratınıza tükürme ihtiyacını duyuyorum. Ama tükürüğümü kirletmekten korktuğum için bu işi yapamıyorum.» O kadar şaşırdı ki kıpkırmızı kesildi, ne dediğimi hemen anlıyamadı. Ama başgardiyan anlamıştı. Emrindekilere bağırdı : — Götürün şunu, iyice ıslatın! Bir saat sonra yerlerde sürüklenerek özür dilerken görmek istiyorum bu herifi. Yola getirmeli! Pabuçlarımın altını ve üstünü yalatarak temizleteceğim ona. Size güveniyorum, acımadan vurun. Đki gardiyan sağ kolumu, ikisi de sol kolumu kıvırdı. Ellerim kürek kemiklerime kadar kalkmış halde, yüzükoyun yere yatırıidım. Sol elimin işaret parmağını sağ elimin baş parmağıyla birleştiren bir kelepçe taktılar ve başgardiyan, bir hayvan gibi, saçlarıma yapışarak beni yerden kaldırdı. Bana neler yaptıklarını sizlere anlatmamın hiç gereği yok. Ellerim arkada, tam on bir gün kelepçeli kaldığımı söylemek yeter. Hayatımı Batton'a borçluydum. Her gün hücreme, yönetmelik gereğince verilmesi emredilen ekmek topağını atıyordu ama elle- rimi kullanamadığımdan ekmeği doğru dürüst yiye-miyordum. Başımla parmaklığa kıstırsam bile, ısıra-mıyordum ekmeği. Ama Batton, beni hayatta tutacak kadar ekmek parçası da atıyordu hücrenin içine. Ayağımın ucuyla ekmek parçalarını küçük bir yığın haline getiriyor, yüzükoyun uzanıp bir köpek gibi yutuyordum ekmekleri. En ufak kırıntıyı bile yitirmemek için, her parçayı çiğniyordum. yfon ikinci gün gelip kelepçe çıkarıldığında demir, yer yer şişen etlerimle kaplanmıştı. Başgardiyanın ödü patladı, üstelik ben de acıdan bayılmıştım. Beni ayılttıktan sonra revire götürdüler ve oksijenli suyla her yanımı temizlediler. Hastabakıcı, bir tetanos iğnesi yapılmasında diretti. Kollarım tutulmuştu, eski halfne bir türlü gelemiyordu. Yarım saati aşkın bir süre kâfuru ile oğulduktan sonra kollarımı iki yanıma sarkıtabildim. Yeniden hücreye indim ve başgardiyan, on bir ekmek topağını görünce : «Kendine ziyafet çekeceksin; dedi. Ama çok garip, on bir günde pek zayıflamamış gibisin» — Çok su içtim şef! dedim. — Ha şimdi anlaşıldı. Artık, kendine gelmek için bol bol ye.» Ve çekti, gitti. Zavallı salak! On bir günden beri bir şey yemediğimden emin olduğu için söylüyordu bunu. Bu kadar uzun süre bir açlıktan sonra da fazla tıkınırsam hazımsızlıktan'ölebilirim. Her neyse, o umduğuyla kalacaktı. Akşama doğru Batton, bana tütünle birkaç yaprak getirdi. Dumanı, hiç çalışmayan kalorifer bq-rusunun deliğine üfleyerek durmadan sigara içtim. Delik hücreyi ısıtmıyordu ama hiç olmazsa bu faydası vardı. Daha sonra da Julot'yu çağırdım. On bir gündür ağzıma bir şey koymadığımı sanıyor ve yavaş yavaş yememi öğütlüyordu. itin birinin şifremizi çözebileceğini düşünüp ona gerçeği açıklamaktan çekini-yordum. Kolu alçıdaydı, morali yerindeydi, iyi dayandığım için de beni kutluyordu. Ona bakılırsa hareket tarihi ya.kırjdı. Hastabakıcı, hareketten önce kürek mahkûmlarına yapılacak aşının geldiğini söylemişti. Genellikle aşılar, hareket- 42 43 ten bir ay önce gelirdi. Bu Julot epey ihtiyatsızdı, içi para dolu tüpümü kurtarıp kurtarmadığımı da soruyordu, bana. Evet kurtarmıştım tüpümü, ama bu serveti korumak için neler yaptığımı anlatamam. Kıçım akıl almaz yaralar içindeydi.

Page Kelebek- Henri Charriere

Hücreden çıkarıldığımızda bir şey bilmiyorduk. Dudaklarımın ucuyla sorduğum : «Neler oluyor?» sorusuna, berber, cevap bile vermek istememişti. Pis suratlı bir herif: «Hücreden kurtulduğumuzu sanıyorum, dedi. Belki de, cezaevini denetlemeye gelen bir müfettişten korkuyorlar. Onu bunu bilmem ama, önemli olan hayatta kalmak.» Her birimizi normal hücrelere götürdüler, öğlen yemeğinde, kırk üç günden bu yana ilk sıcak çorbayı içtim, çorbanın içinde bir tahta parçası buldum. Tahtanın üzerinde : «Sekiz gün sonra yola çıkıyoruz, yarın aşı var», yazılıydı. Kimdi bana bu tahta parçasını gönderen? Bunu hiç öğrenemedim. Herhalde, bize durumu haber vermek dostluğunu gösteren bir tutukluydu. Birimizden birimiz öğrenirsek herkesin duyacağını da biliyordu. Mesajın bana gelişi, herhalde büyük bir rastlantı sonucuydu. «Haberi herkese ilet.» Hemen durumu telefonla Julot'ya bildirdim. Bütün gece, sürüp giden telefon konuşmalarını duydum. Ben, haberi verip susmuştum. Yatağımda rahatım yerindeydi. Başımın derde girmesini istemiyordum. Yeniden hücreye dönmek kâbus gibi geliyordu. Hele bugün, her zamankinden fazla. ĐKĐNCĐ DEFTER GUYANA DOĞRU SAĐNT - MARTĐN - DE - RE AKŞAM Batton, üç paket «Gauloises» sigarasıy-la bir kâğıt geçirdi. Kâğıtta : «Kelebek, hakkımda dostça duygularla buradan ayrılacağını biliyorum. Gardiyanların emrindeyim ama, cezalandırılanların canını, mümkün olduğu kadar az acıtmaya çalışıyorum. Dokuz çocuğum var, bir an önce aftan faydalanmayı düşündüğüm için bu görevi kabul ettim. Tanrıya emanet ol. Başarılar. Hareket öbür gün» yazılıydı. Gerçekten de, ertesi gün, bizleri otuzar kişilik gruplar halinde disiplin bölümünün koridoruna topladılar. Caen şehrinden gelen hastabakıcılar, bizi tropikal hastalıklara karşı aşıladılar. Her birimize üç ayrı aşı ve iki litre süt düşüyordu. Dega yanımdaydı. Epey de düşünceliydi. Aşılandıktan sonra bizi hücreye atamayacaklarını bildiğimizden, konuşma yasağına hiç aldırmıyorduk. Şehirden gelen hastabakıcılar yüzünden bir şey yapamayan gardiyanların gözü önünde, alçak sesle gevezelik ediyorduk. Dega bana : — Hepimizi birden götürecek kadar araba var mı acaba ellerinde? diye sordu. — Hiç sanmıyorum. — Saint - Martin - de - Re epey uzak, günde alt- 44 45 mış kişi taşısalar on gün sürer. Çünkü, yalnız burada altı yüz kişi var. — Önemli olan aşılanmamız. Bu da, listeleme bizim bulunduğumuzu, kısa süre sonra Güyan'a doğru yola çıkacağımızı gösterir. Cesaret Dega, yeni bir dönem başlıyor. Benim sana güvendiğim gibi, sen de bana güven. Memnunlukla parıldayan gözlerle bana bakıp elini koluma koyarak tekrarlıyor: «Anca beraber, kanca beraber Kelebek.» ilk yolculuğumuzla ilgili, anlatılmaya değer bir şey yok. Yalnız, arabanın içindeki bölmelerde boğulacak gibi oluyorduk. Gardiyanlar, içeri hava girmesi için kapıları biraz aralamaya bile razı gelmediler, La Rochelle şehrine vardığımızda, yol arkadaşlarımızdan ikisi boğularak ölmüş bulundu. Saint - Martin - de - Re bir adadır, karayla bu ada arasındaki yolu bir tekneyle aşmamız gerekiyordu. Rıhtıma yığılan avanaklar, iki zavallı ölünün bulunmasına tanık oldular. Bize de herhangi bir düşmanlık belirtisi göstermediler. Jandarmalar bizi, ölü ya da diri, eksiksiz teslim etmek zorunda bulunduklarından, cesetleri bile gemiye yüklediler. Yol pek uzun sürmüyor ama biraz deniz havası alabildik. Dega'ya : «Havada firar kokusu var!» dedim. Gülümsedi. Yanımızdaki Julot: — Evet, dedi, firar kokuyor. Ben, beş yıl önce kaçtığım yere dönüyorum. On yıl önce beni ele veren herifi gebertmek üzereyken, enayi gibi enselendim. Birbirimize yakın durmaya bakalım. Çünkü Saint - Martin - de - Re'de, herkesi, rasgele onar kişilik gruplar halinde hücrelere koyacaklar. Julot yanılıyordu. Oraya vardığımızda iki kişiyle birlikte onun da adı okundu, başka yere götürdüler. Üçü de Güyan'dan kaçıp Fransa'da yakalanan tutuklulardı ve ikinci kez kürek cehennemine gidiyorlardı. Onar kişilik gruplar halinde, hücrede bizler için yeni bir bekleme dönemi başladı. Sigara içip konuşabiliyorduk, iyi de kayıntı çıkıyordu. Bu dönem özellikle paramızı içine koyduğumuz tüp yönünden tehlikeliydi. Nedeni bilinmeden birden çağrılıyor, çırçıp-lak soyulup aranıyorduk. Tabanlara varana dek göv- 46 denin en ufak girintisine çıkıntısına bakıyorlar, sonra da giysiler didik didik ediliyor ve ardından «Giyinin!» emri veriliyordu. Yeniden dönüyorduk geldiğimiz yere.

Page Kelebek- Henri Charriere

Hücre yemekhane ve sıraya girip saatlerce yürüdüğümüz avlu. Bir ki, bir, ki. Yüz elli kişilik sıralar halinde yürütülüyorduk. Oldukça uzun bir diziydi bu, tahta pabuçlar takırdıyordu. Konuşmak yasaktı, çıt çıkmayacaktı. Sonra: «Dağılırı!» emri duyuluyordu. Herkes yere çöküyor, bağlı bulunduğu toplumsal sınıfın meydana getirdiği topluluğa katılıyordu. En başta, «çevre»nin adamları vardı. Bunların nereden geldiklerine bakılmazdı: Korsikalı, Marsilyalı, Toulose'lu, Brötanyalı, Paris'li, v.s. olabilirlerdi. Đçlerinde bir Ard-eche'li bile vardı, o da bendim. Ardeche'lileri sevindirecek bir şey daha söylüyeyim, bin sekiz yüz kişilik tutuklu kalabalığında bizim oralılar iki kişiydi: Karısını öldüren bir orman koruyucusuyla ben. Sonuç: Ar-deche'liler namuslu kişilerdir. Diğer gruplar rastgele oluşuyordu, çünkü içimizdeki bönlerin sayısı uyanıklardan çok daha fazlaydı. Beklemeyle geçen bu günlere «inceleme, gözetleme günleri» adı da verilebilir, inceden inceye gözetlendiğimiz de doğru. Bir öğleden sonra, kendimi güneşe verip oturduğum sıra yanıma biri geldi. Gözlüklü, ufak tefek ve zayıf bir adamdı. Nereli olduğunu çıkarmaya çalıştım ama, birbirine benzeyen giysilerimizle bu işi başarmak çok güçtü. — Kelebek sen misin? Çok belirgin bir Korsikalı ağzıyla konuşuyordu. — Evet benim. Ne istiyorsun? — «Kenefe gel!» dedi ve yürüdü gitti. — Bak bu herif esaslı biri, dedi Dega. Dağlarda iş gören bir haydut olduğu muhakkak. Senden ne isteyebilir? — Anlıyacağız bakalım. Avlunun ortasındaki keneflere yürüdüm ve işeme numarası yaptım. Adam yanımdaydı, aynı işi görür gibiydi. Benden yana bakmadan: — Pascal Marta'nın eniştesiyim, dedi. Beni görmeye geldiğinde, bir şeye ihtiyacım olursa sana başvurmamı ve kendisinden selâm götürmemi söyledi. 47 — Doğrusu, Pascal dostumdur. Ne istiyorsun? — Tüpü taşıyamaz oldum: Dizanterim var, Kime vereceğimi bilemiyorum, çalınmasından ya da gardiyanların eline geçmesinden korkuyorum. Yalvarırım Kelebek, birkaç gün benim için taşı şunu.» Ve benimkinden çok daha kalın bir tüp gösterdi. Benim de kıçımda tüp taşıyıp taşımadığımı öğrenmek istemesinden ve tuzak kurmasından korktum, iki tüp taşıyıp ta-şıyamıyacağımı bilmediğimi söylesem, durumu öğrenecekti. Bunun üzerine, soğukkanlılıkla, kendisinden sordum: — Kaç para var içinde? — Yirmi beş bin frank. Başka şey sormadan tertemiz olan tüpü aldım ve gözünün önünde, bir adamın ikisini birden taşıyıp taşıyamıyacağını düşünmeden, kıçıma soktum. Bu işi başarıp başaramayacağımı da bilmiyordum. Doğruldum, pantolonumu çektim işler yolundaydı, rahatsız değildim. Gitmeden önce: — Adım Ignace Galgani, dedi. Sağol Kelebek. Dega'nın yanına döndüm ve onu kenara çekip durumu anlattım. — Çok ağır değil ya? — Hayır. 1— öyleyse konuşmayalım bir daha. Güyan'dan tüyüp yakalananlarla, mümkünse Ju-lot ya da Guittou ile ilişki kurmaya çalışıyorduk. Bilgi edinme peşindeydik: Nasıldı oraları, nasıl bakılıyordu tutuklulara, bir dostla birlikte kalabilmek için neler yapmak gerekliydi; v.s. Bir raslantı sonucu garip bir adama, eşine az raslanan türden birine tosla-dık. Kürek cehenneminde dünyaya gelmiş bir Korsikalıydı. Babası orada gardiyandı ve anasıyla birlikte Salut adasında yaşıyordu, üç adadan biri olan Ro-yale adasında dünyaya gelmişti (diğer iki ada, Saint-Joseph ve Şeytan adaşıydı) ve kaderin bir cilvesi sonucu, gardiyan oğlu değil de kürek mahkûmu olarak aynı yere dönüyordu. Hırsızlık suçundan on iki yıl kürek cezasına çarptırılmıştı. On dokuz yaşındaydı, aydınlık yüzlü, açık renk ve dost yüzlü bir çocuktu. Degs ile, kazaya uğ- 48 radığını hemen anladık. «Çevre»yi pek az biliyordu ama, bizi nelerin beklediği konusunda her türlü bilgiyi verebilecek kadar faydalıydı. On dört yıl geçirdiği adalardaki hayatı anlattı, örneğin, dadısının, Altın miğferin güzel sözleri uğruna Butte'de bıçakla düello yaptığı Güyan'a düşen ünlü bir haydut olduğunu söyledi Bize çok değerli öğütler de verdi: Kaçmak istiyorsak, kıtadan kirişi kırmalıydık, çünkü adalardan tüymek imkânsızdı. Sonra «tehlikeli» damgasını da yememeliydik, böyle bir damgayla, ilk varacağımız liman olan Saint - Laurent - de Maroni'de hemen hücreye tıkılabilirdik. Hem de uzun bir süre, ya da hayat boyu. Genellikle, kürek mahkûmlarının yüzde beşinden azı nakledilirdi adalara. Diğerleri Amerika kıtasında

Page Kelebek- Henri Charriere

kalırlardı. Adalar çok daha sağlıklıydı. Oysa Dega'nın anlattığı gibi, kıta, her çeşit hastalık ölüm, cinayet, v.s. ile insanın kanını yavaş yavaş emen bir iğrençlik, bir rezalet yuvasıydı. Dega ile, adalara nakledilmeyi umuyorduk. Ama gırtlağımda bir düğüm oluştu: Ya tehlikeli diye mimlenirsem? Müebbet hapis cezasj, Tribouillard ve müdür olayıyla hapı yutmuştum anlaşılan! Günün birinde, bir söylenti dolaştı: Her ne sebeple olursa olsun, revire gitmemeliydik. Çünkü, yolculuğa katlanamıyacak kadar güçsüz olanlar zehirlenerek öldürülüyordu. Bu söylentinin palavra olması gerekiyordu. Gerçekten de, tutuklulardan Parisli Hrancis la Passe düşüncemizi doğruladı. Revirde bir zehirlenme olmuştu ama, revirde çalışan kardeşi adamın neden zehirlendiğini Francis'e anlatmıştı. Revirde intihar eden herif ünlü bir kasa hırsızıydı ve söylentiye göre, birinci dünya savaşında, Fransız gizli servisleri hesabına Cenevre ya da Lausanne'deki Alman elçiliğini soymuştu. Kasadan çıkardığı, büyük önem taşıyan vesikaları da Fransız gizli ajanlarına teslim etmişti. Bu iş için, aynasızlar onu, beş yıllık mahkûmiyetini çektiği cezaevinden çıkarmışlardı. yılından sonra da, herif, yılda bir ya da iki iş görüp rahat rahat yaşıyordu. Her yakalanışında Fransız Millî Emniyetine gözdağı veriyor, onlar da kasa hırsızını hemen salıveriyorlardı. Ama bu kez, evde- kelebek 49/4 I ki hesap çarşıya uymamıştı. Yirmi yıl ağır hapis cezasına çarptırılmıştı, bizlerle birlikte Güyan'a sürülmesi gerekiyordu. Kafileye katılmamak için hasta numarası yapıp revire yatmıştı. Yine Francis la Passe'in kardeşine göre, bir siyanür hapıyla da hesabı tamamlanmıştı. Artık Fransız Millî Emniyeti ve çelik kasalar rahat bir uyku çekebilirlerdi. Kimi gerçek, kimi palavra, ama bir sürü hikâyeyle doluydu bu avlu. Her neyse, dinliyorduk bütün anlatılanları, vakit geçiyordu böylece. Gerek avluda, gerekse hücredeyken kenefe gidersem, para dolu tüpleri koruyabilmek için Dega'yı da yanıma alıyordum. Đşimi görürken önümde duruyor ve beni, meraklı bakışlardan gizliyordu. Bir tüp çok belâlı işti, üstelik bende iki tane vardı. Galgani'-nin hastalığı da gitgide artıyordu. Đşin burasında hâlâ çözemediğim bir sır var ki onu nakletmek istiyorum: ikinci soktuğum tüp hep sonradan çıkardı, ilk soktuğum da hemen önceden. Karnımda nasıl bir dönüş yapıp sıralarını koruyorlardı bilmiyorum ama böyleydi işte. Dün, berberde traş olurken Clousiot'yu öldürmek istediler. Kalbinin yakınına iki bıçak yedi. Bir mucize sonucu ölmedi, kurtuldu. Dostlarından biri aracılığıyla hikâyeyi öğrendim. Oldukça meraklıydı, bir gün ayrıntılarıyla anlatmayı düşünüyorum. Bu cinayet bir hesaplaşmaydı aslında. Clousiot'yu öldüremeyen adam ise, altı yıl sonra, yediği mercimeğe konan «potasyum bikromat» yüzünden Cayenne'de can verecekti. Hem de korkunç acılar içinde. Otopsi sırasında doktora yardım eden hastabakıcı, on santimetre uzunluğunda bir barsak parçası göstermişti bize. Bu ka-darcık bir parçada tam on yedi delik vardı. Đki ay sonra da, bu adamın kaatili hasta yatağında ölü bulundu. Kimin tarafından öldürüldüğü ise asla ortaya çıkmadı. Saint-Martin-de-Re'ye geleli on iki gün oluyor. Kale tıklım tıklım dolu. Gece gündüz, kaleyi çevreleyen yolda nöbet tutuluyor. Duşta yıkanırken, iki kardeş arasında korkunç bir kavga çıktı. Köpekler gibi döğüştüler, biri bizim hücreye kondu. Adı Andre Baillard, Cezalandıramazlar diyor bana, çünkü suç cezaevi yönetmenliğinin: 50 Gardiyanlar, her ne pahasına olursa olsun, iki kardeşi karşılaştırmama emri almışlar. Kardeşlerin hikâyesi öğrenildiğinde bu emrin nedeni anlaşılıyor. Andre, epey parası olan yaşlı bir kadını öldürmüştü, mangırı da kardeşi Emile saklıyordu. Emile, hırsızlık suçundan yakayı ele verip üç yıl yedi. Bir gün, diğer tutuklularla koğuşta yatarken, kendisine sigara parası göndermeyen kardeşine iyice bilendi ve her şeyi ağzından kaçırarak Andre'yi inim inim inleteceğini söyledi: Çünkü yaşlı kadını öldüren kendisi değil Andre'ydi, o sadece parayı saklıyordu. Dışarı çıktığında kardeşine beş kuruş bile koklatmıyacaktı. Tutuklulardan biri yemedi içmedi, duyduklarını cezaevi müdürüne yetiştirdi, iş fazla uzamadan Andre enselendi ve iki kardeş ölüm cezasına çarptırıldı. Sante cezaevinin idam mahkûmları bölümünde, yanyana iki hücreye yerleştirildiler. Đkisi de ölüm cezasının müeb-bete çevrilmesi için dilekçe vermişti. Kırk üçüncü gün Emile'inki kabul edildi. Andre'nin isteği ise reddedildi. Yine de, Andre'ye acıdıklarından, Emile ölüm hücresinden başka yere nakledilmedi, iki kardeş, her gün, ayakları prangalı, birbiri ardından yürüyüşe çıkarıldı. Kırkaltıncı gün, sabahın dört buçuğunda, Andre'nin hücre kapısı açıldı. Cezaevi müdürü, zabıt kâtibi, Andre'nin kellesini isteyen savcı, herkes hazırdı, infaz saati gelip çatmıştı. Tam müdürün konuşmaya hazırlandığı sıra, Andre'nin avukatı, peşinde başka biriyle koştu geldi ve müdüre bir kâğıt uzattı. Herkes koridora çekildi. Andre'nin gırtlağı öylesine büzülmüştü ki tükürdüğünü yutamıyordu. Mümkün değildi, infazı başladıktan sonra durdurmak. Durduruldu oysa. Ancak ertesi gün, saatlarca süren merak ve korkudan sonra Andre, infazdan bir gün önce Cumhurbaşkanı Doumer'in, Gorguloff tarafından

Page Kelebek- Henri Charriere

öldürüldüğünü öğrendi. Doumer hemen de ölmemişti. Avukat, bütün gece kliniğin önünde nöbet tutmuş, ayrıca Adalet Bakanına da durumu haber vererek, başkan infaz saatın-dan önce ölürse (dört buçuk-beş arası) icra yetkisine sahip en yüksek kişinin yokluğundan ötürü infazın geri bıraktırılmasını isteyeceğini bildirmişti. Doumer dördü iki geçe öldü. Avukat durumu Adalet Bakanlığına haber verip infazın geri bıraktırılması gerektiği- 51 ni bildiren yazılı emri taşıyan memurla birlikte taksiye atlamış, ancak Andre'nin hücre kapısının açılmasından üç dakika sonra yetişebilmişti. iki kardeşin cezası müebbet hapse çevrildi. Yeni başkanın seçileceği gün, avukat, Versailles sarayına koştu. Albert Lebrun'-un seçildiği anlaşılınca yeni başkana af talebini sundu. Bir başkan, kendisine sunulan ilk af dilekçesini hiç geri çevirmemişti: «Lebrun kâğıdı imzaladı, diyerek sözünü bitirdi. Andre, işte böyle dostum, capcanlı ve sapasağlam, Güyan'ın yolunu tuttum.» Giyotinden kurtulan bu adama bakıyor ve bütün çektiklerimin karşımdakinin katlandığı işkenceler yanında hiç kaldığını düşünüyordum. Yine de, onunla hiç dostluk etmedim. Parasını çalmak için zavallı bir ihtiyar kadını öldürdüğünü düşünmek midemi bulandırıyordu. Üstelik talihi, sonuna kadar da yaver gidecekti. Daha sonra, Saint Joseph adasında kardeşini öldürdü. Kürek mahkûmlarından bir çoğu da bunu gördü. Emile, bir kayanın üzerinde ayakta durmuş oltayla balık avlıyor ve yaptığı işten başka şey düşünmüyordu. Güçlü dalgaların gürültüsü, bütün diğer sesleri örtüyordu. Andre arkadan kardeşine yaklaştı, elinde, üç metre boyunda kalın bir bambu vardı. Kardeşinin sırtına dayayıp itmesiyle suya düşürmesi bir oldu. Emile'in balık avladığı yerde köpekbalıkları kaynıyordu. Emile, az sonra onlara yem olmuştu bile. Akşam içtimaında görünmeyince, kaçtığına hükmedildi ve kayıtlara öyle geçti. Bir daha da sözü edilmedi. Sadece adanın yukarısında hindistancevizi toplayan dört-bsş kürek mahkûmu olayı izleyebilmişti. Tabiî, görevlilerin dışında herkes durumu öğrendi. Bir daha da Andre Baillard'ın başı derde girmedi. «Đyi davranışından ötürü» bulunduğu yerden tahliye edildi. Saint-Vincent-du-Maroni'de imtiyazlı bir hayat sürüyor, tek başına, küçük bir hücrede yaşıyordu. Günün birinde, kürek mahkûmlarından biriyle dalaştı ve hileyle adamı hücresine davet etti, kalbine bir bıçak sokarak öldürdü. Meşru müdafaa halinde cinayet işlediği kabul edildi, beraat etti. Güyan'daki kürek cehennemi kaldırıldığında, yine hep «iyi davranışından ötürü» cezasının geri kalan bölümü bağışlandı. 52 Saint-Martin-de-Re tutuklu doludur. Bunlar iki bölüme ayrılırlar: Sekiz yüz, çok çok bin kadar kürek mahkûmu ve dokuz yüz sürgün. Kürek mahkûmu olmak için önemli bir şey yapmak, hiç olmazsa büyük bir suç işlemek gerekir. En hafif ceza, yedi yıldır, kademeli olarak müebbete kadar gider, ölüm cezası bağışlanan bir mahkûm müebbete çarptırılır. Sürgünlerin ise durumu daha değişiktir. Üç ilâ yedi sabıkası olan bir adam sürgün edilebilir. Bunların tümünün doğru yola dönmesi imkânsız birer hırsız oluşu, toplumun kendini koruma gereğini duymasını doğururlar. Yine de, uygar bir ulus için, ikinci derecede bir sürgün cezasına başvurmak utanç vericidir. Sık sık ele geçtikleri için beceriksiz sayılabilecek küçük hırsızlar vardır ki bunlar sürgüne gönderilirler —o çağlarda sürgüne gitmek müebbetten farksızdı— Oysa hırsızlıkla geçirdikleri hayat boyunca, on bin franktan fazlasını çalmamışlardır bile. Đşte bu nokta, fran-sız uygarlığının en büyük saçmalığıdır. Bir ulus, toplumun başını ağrıtan kişileri çok çabuk yok etmek ve onlardan hemen öc almak hakkına sahip değildir. Bu adamlar, insanlık dışı cezalara çarptırılmaktan çok tedavi edilmesi gereken kişilerdir. Sant-Msrtin-de-Re'ye geleli on yedi gün oluyor. Bizi kürek cehennemine götürecek geminin adını da öğrendik: La Martiniere. Bin sekiz yüz yetmiş mah-kâm taşıyacak. Sekiz ya da dokuz yüz kürek mahkûmu, bu sabah kale avlusunda toplandı. Bir saattan beri, onar kişilik diziler halinde, avlunun dikdortqeni-ni dolduruyoruz. Bir kapı açıldı, bildiğimiz gardiyanlardan çok daha değişik giyimli adamlar göründü. Gök mavisi, asker üniformasını andıran giysiler var sırtlarında. Üstelik bu giysiler, çok da iyi dikilmiş. Ama hem jandarmadan, hem askerden farklı bu adamlar. Hepsinin belinde enli kemerler var, bu kemerlerden birer tabanca kılıfı sarkıyor. Silâhın kabzası açıkta. Sayıları, aşağı yukarı seksen. Bazılarında sırmalı şeritler var. Derileri güneşten yanmış, otuz beşle elli arası, her yaştan adam var içlerinde. Yaşlılar, kendilerini önemseyip şişinerek göğüs kabartan gençlerden daha sevimli. Seksen kişilik grubun kurmay başkanlığına Saint-Martin-de-Re kalesi müdürü, bir jan- 53 darma albayı, sömürge kılığında üç-dört doktor ve beyaz cübbeli iki papaz refakat ediyor. Jandarma albayı eline bir huni alıyor ve ağzına götürüyor. «Hazr-ol» komutu bekliyoruz, ilgisi yok. Bağırıyor: — Hepiniz bu uyarıyı dikkatle dinleyiniz. Şu dakikadan sonra, yönetim merkezi Cayenne olan, Fransız Güyan'ı cezaevi yönetmenliğini temsil eden Ada-Jet Bakanlığı yetkililerinin sorumluluğu altına giriyorsunuz. Sayın Binbaşı Barrot, burada hazır bulunan sekiz yüz on altı hükümlüyle listelerini size teslim ediyorum. Hepsinin burada bulunup bulunmadığına bakar mısınız?

Page Kelebek- Henri Charriere

Hemen yoklama başlıyor. «Bilmem kim? Burda; Bilmem kim: Burda, v.s.» Yoklama iki saat sürüyor, eksik yok. Sonra, törenin tamamlanması için ortaya getirilen küçük bir masa üzerinde, devir-teslim işlemine ve imzaların atılmasına geçiliyor. Binbaşı Barrot'da, albayınki kadar sırma var. Ama sırmaların rengi altın sarısı, oysa jandarma kuvvetlerinde sırmaların rengi gümüşî. Bu kez huniyi o ağzına götürüyor: — Hükümlüler, artık böyle çağrılacaksınız: Hükümlü bilmem kim, ya da şu numaralı hükümlü. Kaç numaralı hükümlü olduğunuzu da yakında öğreneceksiniz. Bundan böyle küreğe mahkûm edilenlerin özel yasalarına, özel yönetmeliğine, gerektiğinde sizinle ilgili kararlar almaya yetkili iç mahkemelerin yetkisine bağlısınız. Bu bağımsız mahkemeler, kürekte işlediğiniz suçlar yüzünden, sizi ölüm cezasından basit hesap cezasına kadar, her çeşit mahkûmiyete çarptırabilir. Tabi bu hapis ya da hücre cezaları, yönetmenliğe bağlı çeşitli yerlerde uygulanır. Karşınızda gördüğünüz üniformalı kişilere «mubassır» denir. Kendilerine bir şey soracağınız zaman «Mubassır Bey» diyeceksiniz. Yemekten sonra, hepinize gerekli giysilerle dolu bir denizci torbası verilecek. Torbanın içinde her şey var, başka eşyanız olmayacak. Yarın La Martiniere gemisiyle yola çıkıyorsunuz. Birlikte yolculuk edeceğiz. Uzaklara gideceğinize üzülmeyin. Güyan'da yaşamak Fransa'da hücre cezası çekmekten iyidir. Konuşabilir, oyun oynayabilir, şarkı söyleyebilir, sigara içebilirsiniz; davranışlarınızda bir kö- 54 IUIU(\ yuiunııctoc uajıınt ubıuu uv, yııııı&i., ımjıocı çekişmelerinizi çözümlemek için Güyan'a varmayı beklemenizi istiyorum. Yolculuk sırasında disiplin çok sağlam olmalı, bunu anlıyacağınızı umarım. Aranızda, yolculuğa dayanamıyacak kadar bitkin olanlar varsa revire çıksınlar. Yolculuğa katılacak doktorlar tarafından muyene edileceklerdir. Hepinize iyi yolculuklar dilerim.» Tören sona ermişti. — Söyle bakalım Dega, ne düşünüyorsun? — Üstesinden gelinmesi gerekli en büyük tehlikenin, öteki kürek mahkûmları olduğunu söylerken haklıymışım Kelebek. «Kişisel çekişmelerinizi çözmek için Güyan'a varmayı beklemenizi istiyorum», sözleri her şeyi anlatmaya yetiyor. Orada ne cinayetler oluyor kimbilir? — Hiç sıkma tatlı canını, bana güven. Francis la Passe'ı bulup sordum: «Kardeşin yine revirde mi çalışıyor?» - «Evet, dedi azlılardan değil o, sürgün edilenlerden.» — Kendisiyle en kısa zamanda bağlantı kur, sana bir neşter versin. Para istiyorsa fiyatı söylesin, hemen öderim. Đki saat sonra, sapasağlam çelik saplı bir neşter edinmiştim. Tek hatası biraz fazla uzun olmasıydı ama oldukça tehlikeli bir silâhtı. Avlunun ortasındaki tuvaletlerin yakınında oturdum. Birini yollayıp Galgani'yi çağırttım. Tüpünü geri vermek istiyordum, ama sekiz yüz kişiyle dolu, büyük bir kargaşalık içindeki bu avluda adam bulmak çok güçtü. Buraya vardığımızdan beri ne Julot'yu görmüştük, ne Guittou'yu ne de Suzini'yi. Ortak bir yaşantının faydaları, yepyeni bir toplumda yaşamak, konuşmak, o topluma bağlı bulunmak. Eh buna toplum adı verilirse. (O kadar çok söyleyecek, dinleyecek, yapacak şey var ki, insan düşünecek zaman bile bulamıyor. Günlük hayata oranla geçmişin ne kadar uzakta kaldığını ve ikinci plâna geçtiğini gördükçe, Güyan'a vardığımızda kimliğimizi, neden ve nasıl oraya düştüğümüzü unutarak bir tek şeyle, kaçmakla ilgileneceğimizi sanıyordum. Yanılıyormuşum. Her şeyden önce insanı uğraştıran en 55 önemli şey hayatta kalmaya bakmakmış. Nerede aynasızlar, jüri üyeleri, mahkeme heyeti, görevliler karım, babam, dostlarım? Hepsi capcanlı, yüreğimdeki yerlerine yerleşmişler. Ama yola çıkış heyecanı, bilinmeyen bir yere doğru gidiş, yeni dostluklar ve tanıdıklarla eskilerin önceki kadar önemi kalmamış gibi. Ama bu da basit bir izlenim, istediğimde, beynim her birine ayrılan çekmeceyi açtığında, yeniden karşımda olacaklar. işte Galgani, bana doğru getiriyorlar, çünkü merceği andıran gözlüklerle bile çevresini pek iyi göremiyor. Sağlık durumu sanki daha iyi. Yanıma yaklaşıyor, bir şey demeden elimi sıkıyor. — Tüpü geri vermek istedim de, diyorum. Artık iyisin, tüpü taşıyabilir, kendin saklıyâbilirsin. Yolculuk süresince bu benim için büyük sorumluluk, hem birbirimize yakın olup olamıyacağımız, Güyan'da görüşüp görüşemeyeceğimiz bile belli değil. Dolayısıyla tüpü geri almak en iyisi.» Galgani, hüzünle bakıyor bana. — Hadi, gel helaya da vereyim tüpünü. — Hayır, istemiyorum, sende kalsın. Armağan ediyorum onu sana, artık senindir. — Neden böyle söylüyorsun. — Tüp uğruna öldürülmeyi istemiyorum. Para yüzünden öldürülmektense parasız yaşamayı yeğ tutarım. Sana veriyorum, çünkü benim paramı korumak için hayatını tehlikeye atmanın hiç anlamı yok, hiç olmazsa kendi paran için olsun. — Korkuyorsun Galgani. Seni tehdit eden oldu mu? Para taşıdığından şüphe eden mi var?

Page Kelebek- Henri Charriere

— Evet, üç Arap hiç durmadan beni izliyor. Bunun için seni hiç aramadım, aramızda bir ilişki bulunduğunu anlamalarını istemedim, ister gece olsun ister gündüz, ne zaman helaya gitsem üçünden biri yanıma geliveriyor. Bir şeyin farkında değilmiş gibi, tüp taşımadığımı da gösterdim onlara, her şeye rağmen gözetlemekten vazgeçmiyorlar. Tüpümü başka birinin taşıdığını düşünüyorlar, kimin taşıdığından haberieri yok. Ne zaman tüpün geri verileceğini anlamak için de peşimde geziniyorlar. Galgani'ye bakıyor, dehşet içinde olduğunu, ger- 56 çekten çok sıkıştırıldığını anlıyorum. Soruyorum ona: «Daha çok avlunun neresinde dolaşırlar?» «Mutfak ve çamaşırhane yakınında», cevabını veriyor. «Peki, sen dur burada. Yok yok, benimle gel.» Onunla birlikte üç Arap'a doğru yürüyorum. Takkemin içinde yerleştirdiğim neşteri çıkardım, sapı avu-cumda, keskin tarafı gizli. Gerçekten, söylediği yere yaklaştığımızda üçünü de görüyorum: Üç Arap ve Girando adlı bir Korsikalı. Durumu hemen anladım: Çevre tarafından uzaklaştırılan Korsikalı işi Araplara anlatmış. Galgani'nin, Pascal Marta'nın eniştesi olduğunu, içi para dolu bir tüp taşıyacak kadar yüklü sayılmak gerektiğini bilmemesi imkânsızdı. — Eee Mokran, işler yolunda mı? — Sağol Kelebek, sen nasılsın? — Yok aslanım, benimkiler pek yolunda değil, Galgani'nin dostum olduğunu söylemek için sizinle görüşmeye geldim. Başına bir iş gelirse, ilk nallan dikecek sensin Girando; ardından sizler, gelirsiniz. Bu sözlerimi nasıl istersiniz öyle kabul edin. Mokran doğruldu. Boyu benimki kadar, aşağı yukarı bir yetmiş dört, üstelik de geniş omuzlu. Verdiğim gözdağı gururuna dokunmuş olmalı, kavgaya başlamak için davranıyor ama ben, hemen pırı! pırıl neşteri çıkarıveriyorum. Neşter avucumda: — Kımıldanırsan köpek gibi gebertirim, diyorum. Herkesin üstünün durmadan arandığı bir yerde beni silâhlı görmek Mokran'ı ürkütüyor, tutumum ve silâhımın uzunluğu da onu çok etkiliyor. — Kavga etmek için değil tartışmak için yerimden kalktım, diyor. Yalan söylediğini bilmiyorum ama, dostlarının önünde zevahiri kurtarmasına yardım etmek de benim çıkarıma uygun. Kibarca, bir çıkış yolu gösteriyorum ona: , — Peki. Tartışmak için ayaklandığına göre — Galgani'nin dostun olduğunu bilmiyordum, ineğin biri sanmıştım, anlaman gerekir Kelebek, yolsuz kaldığımıza göre tüymek için para bulmak zorundaydık. — Elbette! Hayatını kurtarmak için mücadele etmek senin hakkın Mokran. Yalnız bu adamın dokunulmazlığı olduğunu öğrendin. Başka yerde bul yolunu. 57 I Mokran elini uzatıyor, sıkıyorum, uttttı ucuz Kurtuldum, eğer herifi öldürseydim yarın Güyan'a gide-miyecektim. Bir hata yaptığımı neden sonra anlamıştım. Galgani de benimle birlikte yürüyordu. Kendisine: «Bu olaydan kimseye söz etme, dedim. Dega Babanın başıma ekşimesini, beni azarlamasını istemiyorum.» Tüpünü geri alması için Galgani'yi kandırmaya çalışıyorum: — Yarın, yola çıkmadan önce, diyor.» Ertesi gün o kadar iyi sinmiş ki, kıçımda iki tüple, kendisini göremeden Güyan'ın yolunu tutuyorum. Son gece, hücrede on bir kişiyiz, hiç kimse ağzını açmıyor. Hepimiz, Fransa topralakrında son günümüzü geçirdiğimizi düşünüyoruz. Herkes, Fransa'yı bir daha görmemek üzere geride bırakmanın ve bilinmedik bir rejimle yönetilen meçhul topraklara doğru yol almanın hüznü içinde. Dega konuşmuyor. Koridora bakan ve her yerden biraz daha esintili olan parmaklıklı kapının yanında benimle birlikte oturuyor. Doğrusu büyük bir şaşkınlık içindeyim. Bizi bekleyenler konusunda öylesine ilgisiz şeyler duyduk ki memnun mu, üzgün mü, yoksa umutsuz mu olmak gerektiğini kestiremiyorum. Bu hücrede yakınıma oturanların hepsi de «çev-re»nin adamları. «Çevre»den sayılmayacak tek kişi, Güyan'da dünyaya gelen küçük Korsikalı. Bu adamlar kendilerinden geçmiş gibi. Durumun ciddiliği hepsini susturmuş. Sigara dumanları, koridor havasının çektiği bir bulut gibi çıkıyor hücreden. Gözlerinin yanmasını istemeyenler duman bulutundan daha alçakta oturmalı. Andre Baillard'ın dışında kimse uyumuyor. Hayatını son anda kurtarmış olması Biallard'-ın bu davranışını doğruluyor. Onun için her şey, umut bile edilemeyecek bir cennet. Hayatımın filmi bir şerit gibi gözlerimin önünden geçiyor: Sevgi dolu, eğitime büyük önem veren, görgülü ve soylu bir aile çevresindeki çocukluğum, kır çiçekleri, ırmakların mırıltısı, bahçemizin bol bol verdiği cevizlerin, şeftali ve eriklerin tadı; her ilkbaharda kapımızın önünde açan mimozanın kokusu; evimizin içi dışı, yakınlarımın davranışları, hızla gözümün önünden geçip gidiyor. Beni çok seven anne- 58 min, ardından da babamın her zamanki okşayıcı tatlı sesi, oyuna çağırmak için bahçeden bana seslenen babamın av köpeği Clara'nın havlamaları; hayatımın en güzel anlarındaki yoldaşlarım çocukluğumun küçük

Page Kelebek- Henri Charriere

kız ve oğlan çocukları, görmeyi düşünmeden seyrettiğim bu film, bilinçaltımın bana rağmen harekete geçirdiği bu film makinesi, geleceğin bilinmeyen günlerine doğru yola çıkmadan önce beklemeye geçen son geceyi tatlı bir heyecanla dolduruyor. Her şeyi enine boyuna düşünmenin sırasıdır. Yaşım yirmi altı, sağlık durumum çok iyi. Karnımda beş bin altı yüz frangı benim, yirmi beş bini Galgani'-nin olmak üzere bol para var. Dega'nın içinde taşıdığı ise on bin frank. Kırk bin frangım olduğunu düşünebilirim, çünkü Galgani parasını burada koruyamadıktan sonra, gemide ya da Güyan'da haydi haydi koruyamaz. Bunu bildiğinden gelip almadı tüpünü. Galgani'yi de yanıma almak şartıyla bu paradan faydalanabilirim. Ona yardım etmem zorunlu, çünkü para benim değil onun. Parayı onun iyiliği için harcıyaca-ğım ama, ben de yararlanacağım. Kırk bin frank çok para, cezasını çekmekte olan mahkûmlardan, serbest bırakılanlardan ve gardiyanlardan bir sürü suçortağı satın alabilirim. Yaptığım hesabın sonunda çıkardığım bilanço olumlu. Guyana varır varmaz. Dega ve Galgani ile birlikte kaçmalıyım. Kafamı, hep bu konuda işletmem gerek. Çelik sapının soğukluğunu hissetmenin mutluluğuyla, neşteri yokluyorum. Böyle tehlikeli bir silâhı taşımak insana güven veriyor. Araplarla aramda geçen olay sırasında, silâhımın faydası görüldü. Sabahın üçüne doğru, hücrenin parmaklıkları önüne yelken bezinden on bir torba sıralandı, her biri ağzına kadar dolu, üzerlerinde de bir etiket. Parmaklıkların içine sarkan torbalardan birinin etiketini okuyorum: C Pierre, yaş otuz, boy bir metre yetmiş üç, bel kırk iki, ayak kırk bir, numara X Bu Pierre C bizim Delifişek Pierrot, Paris'te işlediği cinayetten ö-türü yirmi yıl kürek cezasına çarptırılan bir Bordeaux'-lu. Onu iyi tanıyorum, mert bir çocuk, «çevre»den, hilesi hurdası yok. Torbanın üzerindeki etiket, Gü- 59 yan'daki kürek cehennemi yönetmeliğinin ne kadar iyi çalıştığını ortaya koyuyor. Giysilerin göz kararıyla dikildiği kışladan ne kadar farklı. Burada her şey kayıtlı, herkes üstüne uygun gelen giysiler edinecek. Torbadaki aralıktan Güyanda yaşıyan kürek mahkûmlarının giysilerinin beyaz üzerine, enine kırmızı çizgili olduğunu görüyorum. Bu giysiyle kimse gözden kaçmaz. Đsteyerek, kafamda mahkemenin, jüri üyelerinin ve savcının görüntüsünü canlandırmaya çalışıyorum. Ama beynim bana boyun eğmiyor, bu nedenle de hep normal görüntüler sunuyor. Conciergerie ya da Beau-lieu'deki günleri, yaşadığım gibi, bütün canlılığıyla hatırlamak için yalnız, yapayalnız kalmak gerektiğini anlıyorum. Bu bana büyük bir rahatlık veriyor, beni bekleyen toplum hayatının başka ihtiyaçlar, başka tepkiler, başka tasarılar ortaya çıkaracağının farkındayım. Delifişek, Pierrot parmaklığa sokulup soruyor: «Ne haber Kelebek, iyi misin?» — Ya sen? —: Ben, hayat boyu Amerika'ya gitmeyi düşle-miştim. Kumarbaz olduğumdan, gerekli parayı bir türlü toplayamadım. Eh, aynasızlar bu yolculuğu bana bedava sundular. Fransa'da on beş yıl hücrede yat-maktansa, Güyan'a gitmeyi yeğ tutuyorum. — Yine de işin sonu önemli Pierrot, öyle değil mi? Fransa'nın bir köşesinde kapatıldığım hücrede çıldırman ya da düşkünlükten can vermen cüzzam ya da sarı hummadan gebermenden bin kere kötü. Benim görüşüm bu. — Benimki de, dedi Pierrot. — Bak, şu etiket sana ait. Eğiliyor, okuyabilmek için dikkatle bakıyor ve heceliyor: «Bu elbiseyi giymek için sabırsızlanıyorum torbayı açsam da giyinsem, nasılsa kimse bir şey demez. Nasıl olsa içindeki eşya benim.» — Bırak da sırasını bekle. Şu ara başını derde sokmanın gereği yok. En ufak bir dırıltı istemiyorum.» Anlıyor ve parmaklığın önünden çekiliyor. Louis Dega bana bakıyor: «Yavrum, bu son gecemiz, diyor. Yarın güzel ülkemizden ayrılacağız.» 60 I «Bu güzel ülkenin adaleti pek güzel değil Dega. Belki bizimki kadar güzel olmayan, ama ayağı sürçen-lere çok daha insanca davranan ülkelere rastlarız.» Gerçeğe ne kadar yakın düşündüğümü o an bilmiyordum, gelecek haklı olduğumu gösterecekti. Yeniden sessizlik çöktü hücreye. Güyan'a Hareket Saat altıda hazırlık başladı. Görevli mahkûmlar bize kahve getirdiler, sonra dört gardiyan göründü. Bugün beyaz elbiseler giyinmişler, tabancaları yine bellerinde, içlerinden birinin soi kolunda üç sırman V vardı, omuzu apoletsizdi. — Hükümlüler, ikişer ikişer koridora çıkacaksınız. Herkes torbasını arayıp bulacak, adlarınız torbaların üzerinde yazılı. Torbayı alıp duvarın dibine çekilin, çantanız önünüzde yüzünüz koridora dönük olsun. Torbalarımız önümüzde sıraya girmek için yirmi dakika geçmesi gerekti. — Soyunun, giysilerinizi tulumunuzun kollarıyla bağlayarak bir çıkın yapın. Tamam. Sen topia çıkınları ve hücreye koy Giyinin, sırtınıza bir don, bir yünlü fanila, bir çizgili pantolon, bir ceket geçirin, çoraplarınızla pabuçlarınızı da giyin Herkes işini bitirdi mi?

Page Kelebek- Henri Charriere

— Evet mubassır bey. — Peki. Yünlü uzun ceketi, yağmur ya da soğuktan korunmak için torbadan çıkarıp yanınıza alın. Torbalar sol omuza ikişerle kolda ardımdan* yürüyün. Sırmalı önde, ikisi yanda, dördüncüsü de en arkada küçük dizimiz avlunun yolunu tuttu. Đki saat içinde de sekiz yüz on kürek mahkûmu sıralandı. Đçlerinde Louis Dega ile benim, kürekten kaçan Julot, Gai-gani ve Santini'nin bulunduğu kırk kişinin adı okundu. Bu kırk kişi, onarlık sıralar halinde dizildi. Her dizinin başında bir mubassır var. Ne zincire vurulan görülüyor, ne de bileğine kelepçe takılan, üç metre ötemizde, kırk jandarma geri geri yürüyor. Elde silâh bizi kolluyorlar, yol boyu böyle gidecek, her birine palaskasından tabancasını çeken başka bir jandarma yol gösterecek. Kalenin kocaman kapısı açılıyor» dizi ağır ağır 61 ilerliyor. Kaleden çıkanların sayısı arttıkça, elde makineli, jandarmalar kafileye katılıyor, iki metre açıktan mahkûmları izliyorlar. Büyük bir meraklı kalabalığını, jandarmalar, mahkûmlardan uzakta tutuyor. Yolda giderken, evlerden birinin penceresinden hafifçe ıslık çalındığını duyuyorum. Başımı kaldırdığımda, pencerelerden birinde karım Nenette ile dostum An-toine D'yi görüyorum. Dega'nın karısı Paul ile dostu Antonie Giletti başka bir pencerede. Dega da onları gördü, bakışlarımız pencerelere dikildi, yürüyebildiğimiz kadar yürüyoruz. Karımı ve yıllar sonra Marsilya'da bir bombardımanda ölen dostum. Antoi-ne'ı son görüşüm. Kimse konuşmadığından ortalıkta sessizlik hüküm sürüyor. Ne hükümlü, ne mubassır, ne jandarma, ne de meraklı kalabalığı gerçekten yürek paralayıcı olan bu anı bozmaya cesaret ediyor, herkes bu bin sekiz yüz kişinin, bir daha dönmemek üzere normal hayattan uzaklaştırıldığının farkında. # Gemiye biniyoruz. Biz, kırk kişilik ilk dizi ambara, demir parmaklıklarla çevrili bir kafese götürülü-yoruz. Kafesin önünde bir tabelâ var. Okuyorum: «1 numaralı koğuş, özel tutuklular. Tetik durmalı ve devamlı gözetlenmen.» Herkese bir hamak veriliyor. Hamakları asmak için kafesin içinde bir sürü çengel var. Biri beni öpüyor, Julot bu. O işini biliyor, on yıl önce de aynı yolculuğu yaptı. Nasıl davranmak gerektiğinden haberi var. Bana: — Çabuk şöyle gel, diyor. Torbanı, hamağını asacağın çengele tak. Burası iki kapalı lumbozun yanı, ama denize açıldığımızda lumbozlar açılacak ve kafesin her yerinden daha çok hava alacağız. Dega'yı ona tanıtıyorum. O sıra biri yaklaşıyor Julot adamın yolunu kesip: «Güyan'a sağ varmak istiyorsan buraya yaklaşma. Anladın mı?» diyor —«Anladım,» diye cevap veriyor beriki.— «Nedenini de biliyorsun değil mi,», «Evet.» — «öyleyse al voltanı.» Herif uzaklaşıyor. Dega, bu kuvvet gösterisinden memnun, üstelik memnunluğunu gizlemiyor: «Đkinizin yanında rahat rahat uyuyabilirim.» Julot şu cevabı veriyor ona: «Deniz kıyısında tek penceresi açık bir evde, bizimle olduğundan daha rahat, daha güvenli olamazdın.» 62 Yolculuk on sekiz gün sürdü. Anlatılmaya değer olay bir tek: Bir gece, korkunç bir çığlık herkesi uyandırdı. Adamın biri, sırtında bıçakla ölü bulundu. Bıçak aşağıdan yukarı savrulmuş, adamdan önce hamağı delip geçmişti. Korkunç bir silâh olan bu bıçağın uzunluğu yirmi santimdi. Hemen yirmi beş otuz mubassır tabancalarıyla tüfeklerini üzerimize doğrultarak haykırdılar: «Çırılçıplak soyunun, çabuk!» Hepimiz soyunduk, üzerimizi arıyacaklarını anlamıştım. Neşteri çıplak olan sağ ayağımın altına koydum, keskin ağzı ayağımı kesmesin diye de sağ bacağımdan çok sola verdim ağırlığımı. Ayağım neşteri gizliyordu. Dört kişi kafese girdi, elbiselerle pabuçların içini aramaya koyuldular. Đçeri girmeden silâhlarını bıraktılar, kapı üzerlerine kilitlendi ama dışarıdan da göz altında tutuluyorduk, silâhlar hep üstümüzdey-di. Şeflerden biri: «Đlk kıpırdayan kendini ölmüş bilsin», dedi. Aramada üç bıçak, iyice sivriltilmiş iki kalın çivi, bir mantar açacak, bir de altın para tüpü bulundu. Altı kişi, çırılçıplak ortaya çıkarıldı. Kafile başkanı Binbaşı Barrot, yanındaki iki doktor ve gemi kaptanıyla çıkageldi. Aynasızlar kafesten çıkınca herkes, emir dinlemeden giyinmişti. Neşteri ayağımın altından alabildim. Mubassırlar, dibe çekilmişlerdi. Barrot ortada duruyordu, ötekiler merdivenin yanında yer aldılar. Tam karşılarında çırılçıplak altı mahkûm esas duruşa geçmişti. Aramayı yapan mubassırlardan biri, bıçakların sahibini göstererek: — Bıçak bunun, dedi, — Evet, benim. — Peki, dedi Barrot. Yolculuğu makinelerin üstündeki hücrelerden birinde yapacak. Çiviler, mantar açacakları, ya da bıçakların sahipleri de gösterildi, hepsi de malına sahip çıktı. Çırılçıplak, yanlarında iki gardiyanla merdiveni tırmandılar sonra. Yerde bir bıçakla altın tüp duruyordu: Her ikisine karşılık da bir tek adam vardı. Gençti, yirmi beşinde var yok. Sağlam yapılı, en azından bir seksen boyunda, mavi gözlüydü. Altın tüpü uzatan gardiyan: — Bu senin değil mi? dedi. 63

Page Kelebek- Henri Charriere

— Evet benim. Tüpü eline alan Binbaşı Barrot: — içinde ne var? diye sordu. — üç yüz Đngiliz Lirası, iki yüz dolar, beşer kıratlık iki elmas. — Peki, doğru mu bakalım.» Tüp açıldı. Diğerleri de binbaşının çevresine toplandığından içinden çıkanı görmedik. Yalnız, «Doğru. Adın ne?» dediklerini duyduk: — Salvidia Romeo. — Đtalyan mısın? — Evet efendim. — Tüp için ceza görmeyeceksin ama bıçak için göreceksin. — Özür dilerim, bıçak banim değil. — Böyle konuşma, bıçak pabucunun içinde bulundu, dedi aynasız. — Tekrar ediyorum ki, bıçak bana ait değil. — Demek ben yalancıyım? — Hayır, yanılıyorsunuz. — Peki öyleyse, bıçak kimin? diye sordu. Binbaşı Barrot. Senin değilse başka birinin olması gerekiyor. — Benim değil, o kadar. — Sıcaktan haşlanacağın bir hücreye atılmak istemiyorsan söyle bıçağın kime ait olduğunu. — Bilmiyorum. — Benimle dalga mı geçiyorsun ulan? Pabucunun içinde bıçak bulunuyor, kimin olduğu belli değil. Enayi mi sandın beni? Ya bıçak senindi, ya da pabucunun içine kimin koyduğunu bilirsin. Cevap ver. —Benim değil, kimin olduğunu söylemek de bana düşmez. Ben gammaz değilim. Yüzümde gardiyan-larınkine benzeyen bir yan görebildiniz mi? — Mubassır, vurun şu herifin bileğine kelepçeleri. Disipline aykırı davranışının hesabını vereceksin. Süvariyle kafile komutanı aralarında konuştular. Süvari ikinci kaptana bir emir verdi, adam koşarak yukarı çıktı. Az sonra elinde bilek kalınlığında bir ip ve deniz suyuyla dolu bir tahta kovayla dev yapılı, Brötanyalı bir tayfa göründü. Bizim italyana diz çöktürüp merdivenin son basamağına bağladılar. Tayfa 64 bilek kalınlığındaki ıpı Kovaya daldırdı ve ağır ağır, bütün gücüyle, zavallı mahkûmun kaba etlerine, beline, sırtına vurmaya başladı. Mahkûmun ağzından en ufak bir ses çıkmıyor, sessizliğinde kafesimizdekiler-den birinin protesto haykırışı duyuldu: — Itoğlu itler! Bu sözler, herkesin haykırmaya başlamasına yetti de arttı bile: «Kaatiller! Namussuzlar! Kokuşmuş herifler!» Susmazsak üzerimize ateş açmakla gözdağı veriyorlardı ama biz daha beter bağırıyorduk. Birden binbaşı bağırdı: — Su buharı verin! Tayfalar bir takım tekerlekleri çevirdiler ve ardından güçlü buhar sütunları üzerimize fışkırdı. Göz açıp kapayıncaya dek herkes kendini yerde buldu. Buhar göğüs yüksekliğinde fışkırıyordu. Hepimiz ortak bir korkuya kapıldık, haşlananlar yakınmaya korkuyordu, bu iş bir dakika bile sürmedi ama herkesin gözünü yıldırdı. — Anladığınızı sanırım efeler! En ufak bir olayda buhar fışkırtırım. Tamam mı? Kalkın ayağa! Aramızda yalnız üç kişi fena halde yanmıştı. Revire kaldırdılar. Kırbaçlanan yanımızda bırakıldı. Altı yıl sonra benimle birlikte kaçmağa kalkacak ve ölecekti. ıOn sekiz günlük yol boyunca, Güyan hakkında bilgi alacak, genel bir bilgi edinecek fırsatı bulduk. Julot bizi uyarmak için elinden geleni yapmıştı ama hiç bir şey sandığımız gibi olmayacaktı orada, örneğin, Saint Laurent-du Maroni'nin kıyıdan yüz yirmi kilometre içerde, Maroni adlı ırmağın kenarındaki köy olduğunu biliyorduk. Anlatıyordu Julot: — Cezaevi, Güyan'ın merkezi olan bu köyün içindedir. Bu merkezde mahkûmlar, sınıflara ayrılırlar. Sürgünler, hemen yüz elli kilometre ötede bulunan Saint Jean cezaevinin yolunu tutarlar. Kürek mahkûmları da üçe bölünür: «— Oraya varır varmaz adları okunan çok tehlikeliler, Salut adalarına yollanmak üzere disiplin bölümündeki hücrelere atılırlar. Adada kalma süreleri ya zamanla kayıtlıdır, ya da hayat boyudur. Bu adalar Saint - Laurent'dan beş yüz kilometre uzaklıktadır. kelebek 65/5 En büyüğüne Royale, dışarıyla bağlantısı kesilen hücre mahkûmlarının konduğu adaya Saint - Joseph, en küçüğüne de Şeytan adı verilir. Kürek mahkûmları, Şeytan adasına gönderilmez. Şeytan adasındakiler, genellikle siyasî mahkûmlardır.

Page Kelebek- Henri Charriere

«— Tehlikeli sayılanlar ikinci sınıfa girer: Bunlar Saint - Laurent'daki kampta kalır, bahçıvanlık ve tarım işleriyle uğraşırlar. Đhtiyaç duyuldukça aralarından birkaçı en belâlı kamplar olan Orman Kampı, Charvin, Cascade, Crique Rouge ve ölüm kampı diye adlandırılan Kilometre'ye gönderilirler. — Normal sınıfa giren hükümlüler yönetmenliğin emrinde, mutfak işlerinde, köyün ve kampın temizlenmesinde ya da diğer çeşitli işlerde kullanılır. Marangozhane, boyahane, demirhane, elektrik, hallaçlık, terzilik atölyeleriyle çamaşırhane bunlardan faydalanılan yerlerdir. «— En önemli an, adaya varacağımız andır. Hemen çağırılıp hücreye konan hükümlü Adalardan birine gönderilir mutlaka; her türlü tüyme fırsatı kaybolmuş demektir. Tek kurtuluş yolu hemen yaralanmaz, dizlerini ya da karnını bereleyip hastanenin yolunu tutmak ve oradan kaçmayı denemektir. Adalara yollanmaktan, her ne pahasına olursa olsun, uzak durmak gerekir. Bir umut kaynağı daha: Eğer sizi adalara götürecek gemi hazır değilse, hastabakıcıya para teklif edebilirsiniz. Hastabakıcı, eklem yerlerinize iğneyle terebantin aşılayabilir, sidiğe bulanmış bir saç telini, mikrop kapması için etinize sokabilir. Ya da kükürt koklatıp doktora, ateşinizin kırka çıktığını söyleyebilir. Birkaç günlük bekleme süresi içinde, ne pahasına olursa olsun, hastaneye kapağı atmak gerekir. — Eğer adınız okunmaz da diğerleriyle birlikte kamp barakalarında kalırsanız, harekete geçecek zamanı bulursunuz. Bu durumdakilerin kamp içinde görev almaması gerekir. Muhasebeciye rüşvet verir, köyde lâğımcılık, çöpçülük ya da oralı sivil müteahhidin bıçkı atölyesinde iş bulabilirsiniz. Çalışmak için her sabah kamp dışına çıkan ve akşam dönen kişi, köyde yaşıyan eski kürek mahkûmları ve Çinlilerle ilişki kurup kaçış hazırlıkları yapabilir. Köyün çevresinde- 66 ki kamplardan da uzak durulmalıdır: Orada kalanlar kısa sürede geberip gider. Hiç bir mahkûmun üç aydan faz^a dayanamadığı kamplar da vardır. Ormanın içindeki bu kamplarda çalışan hükümlü, günde bir metre küp odun kesmek zorundadır. Bütün bu değerli bilgileri Julot yol boyu bizlere anlattı durdu. O her şeye hazırlıkdıydı. Kürekten kaçtığı için doğru hücrenin yolunu tutacağını da biliyordu. Bunun için de, tüpünün içinde bir küçük bıçak, daha doğrusu bir çakı taşıyordu. Gemi limana vardığında bıçağı çıkarıp dizini yaracaktı. inerken de herkesin gözü önünde yere yuvarlanacaktı. Rıhtımdan doğru hastaneye götürüleceğini umuyordu. Gerçekten de umduğu gibi oldu. Saint - Laurent - Du - Maroni Mubassırlar, üstlerini değiştirmek için nöbeti arkadaşlarına bıraktılar. Sırtlarında beyaz elbiseler ve kasketlerinin yerine de koloniyal şapkalar giymiş olarak geri döneceklerdi. Julot: «Geliyoruz artıku^ dedi. Bütün lumbozlar kapatıldığından içerisi dayanılmayacak kadar sıcaktı. Buğulu camların ötesinden yeşillikler seçilebiliyordu. Demek Maroni Irmağına girmiştik. Suları çamurluydu. Önümüzde uzanan balta girmemiş orman yemyeşil ve çok heybetliydi. Geminin düdüğüyle tedirgis olan kuşlar havalanıyordu. Ağır ağır ilerliyor, bu kopkoyu, sık ve bol yeşilliği rahatça inceliyebiliyorduk. Çinko damlı ilk ahşap kulübeler görünmüştü. Kadınlı erkekli zenciler, kapılarının önünde geminin geçişini izliyorlardı. Geminin «insan yükünü» boşaltmasına alışkındılar, bize hiç bir «hoş geldiniz» işareti yapmaya yeltenmiyorlardı. Üç düdük sesi, pervane gürültüleri yaklaştığımızı gösterdi, sonra makinelerin sesi kesildi. Sinek uçsa duyulurdu. Kimse konuşmuyordu. Julot bucağını açmış pantolonunun dizini yırtıyor, kumaşın kenarlarını iyice di-dikliyordu. Güverteye çıktığında dizini yaracaktı —ardında kan izi bırakmamak için— Mubassırlar kafeslerin kapısını açtılar, üçerle kolda güverteye dizildik. Dega, ortada Julot ve ben, dördüncü sıradaydık. Güverteye çıkıldı. Saat iki buçuktu, müthiş bir güneş sı- 67 fır numaraya traşlı başımı ve gözlerimi iyice rahatsız etti. Rıhtıma dizildikten sonra iskeleye doğru yöneldik, öndekilerin iskeleye ayak basmaları yüzünden sıranın bir an duralamasından yararlanıp Julot'nun torbasını sırtında tutuyordum. Julot iki eliyle dizinin derisini çekti ve bıçağı daldırarak yedi-sekiz santimlik bir yara açtı. Bıçağı bana geçirdi ve torbasını toparladı. Tam tahta iskeleye ayak bastığımız sırada kendini yere attı ve aşağı kadar yuvarlandı. Hemen kaldırdılar, yaralandığını görünce de sedyecileri çağırdılar. Senaryo önceden düşünüldüğü şekilde geçmişti; Julot, iki sedyeci tarafından götürülüyordu. Rengârenk bir kalabalık merakla bize bakıyordu. Zenciler, sütlü kahve rengi olanlar, Kızılderililer, Çinliler, Beyaz süprüntüler (bu Beyazlar cezalarını tamamlamış eski kürek mahkûmları olmalıydılar) toprağa ayak basan herkesi dikkatle inceliyor ve diğerlerinin ardına sıralanıyordu. Mubassırların ötesinde iyi giyimli siviller, yazlık giysileri içinde kadınlar, çocuklar; başlarında koloniyal şapkaları, yeni gelenlere bakıyorlardı. Đki yüz kişi olduğumuzda, kafile yola koyuldu. On dakika kadar yürüdük, kalaslardan yapılma, yüksek bir kapıya vardık. Kapının üstünde: «Saint - Laurent - du Maroni Cezaevi - Kişi» yazılıydı. Kapı açıldı, onarlık sıralarla içeri girdik. «Bir ki, bir, ki arş!» Sürüyle kürek mahkûmu gelişimizi izlemeye çıkmıştı, iyi görebilmek için pencerelere ya da koca taşların tepesine tünemişlerdi. Avlunun ortasına vardığımızda yeni bir komut duyuldu: «Durrr! Torbaları önünüze koyun. Hey, şapkaları dağıtsanıza!» Her birimize hasır şapkalar verildi, bu şapkajara gerçekten de ihtiyacımız vardı. Đki, üç kişi güneş çarpmasından yere devrilmişti bile. Kolu kalabalık bir aynasız listeyi eline aldığından, Dega ile

Page Kelebek- Henri Charriere

bakıştık. Julot'nun söylediklerini hatırlamıştık, önce Guitto'nun adı okundu: «Şuraya geç!» Đki mubassır hemen onu çevirip götürdüler. Suzini'ye, ardından da Girasol'e aynı şey yapıldı. — Jules Pingnard! — Jules Pignard (bizim Julot) yaralandı ve hastaneye götürüldü. 68 — Peki.» Bunlar adalara gidecek olanlar, ardından mubassır devam etti: — iyi dinleyin. Adını okuyacağım, sırtında torba-sıyla öne çıkacak ve şu sarı barakanın, 1 numaralı olanın önünde yerini alacak. Bilmem kim, burada, v.s. Dega, Pierrot ve ben, diğerleriyle birlikte barakanın önüne sıralandık. Kapı açıldı, aşağı yukarı yirmi metre uzunluğunda, dikdörtgen biçiminde koğuşa girdik. Koğuşun ortasında, aşağı yukarı iki metre eninde bir geçit vardı; sağında ve solunda da, baştan sona kadar uzanan bir demir çubuk. Yatak - hamak yerine geçen çadır benzeri, bu çubuklarla duvar arasına gerilmişti, her çadır bezinin de bir örtüsü varsı. Herkes dilediği yeri seçti. Dega, Delifişek Pierrot, Santori, Frandet ve ben yanyana yerleştik, hemen arkadaş toplulukları kuruldu. Koğuşun iki ucuna yürüdüm: Sağda duşlar, solda kenefler, çeşmelerden su akmıyor. Pencerelerin parmaklıklarına asılıp ardımızdan gelen öteki hükümlülerin dağıtımını izledik. Louis Dega, Delifişek Pierrot ve ben hayatımızdan memnunduk; bir koğuşa yerleştirildiğimize göre, hücreye atılmıyacağız demek. Yoksa, Julot'un anlattığı gibi, çoktan hücrede olurduk. Akşam beşe doğru işimiz bittiğinde herkes memnundu. Grandet: — Amma garip, dedi. Bu kafileden kimseyi hücreye atmadılar. Garip ama böylesi daha iyi tabii, dedi ve midemizi bulandırdı. Grandet, koca bir kasayı yürüten adamdır. Yaptığı iş bütün Fransa'yı kahkahalarla güldürmüştür. Tropiklerde gündüz ve gece birden bastırır, ne tan atar, ne alacakaranlık çöker. Akşamın altı buçuğunda hava kararıverirdi. Altı buçukta, iki yaşlı kürek mahkûmu, getirdikleri gaz lâmbalarını tavandaki çengellere astılar. Bu fenerlerin ışığı pek zayıftı. Koğuşun dörtte üçü karanlıkta kalıyordu. Dokuzda herkes uyudu; ilk heyecan geçmiş, millet sıcaktan baygın düşmüştü. Havada, en ufak bir kıpırtı yoktu, herkes donla yatıyordu. Dega ile Delifişek Pierrot'un arasına uzanmış, fısıldayarak konuşuyorduk. Sonra uykuya kaldık. Ertesi sabah, kalk borusu çaldığında hava karanlıktı. Herkes kalktı, yıkandı ve giyindi. Kahveyle 69 t f i' J -I birlikte hepimize bir somun ekmek verdiler. Ekmeği, sahanı ve eşyaları yerleştirmek için herkesin başu-cuna, duvara bir tahta çakılmıştı. Dokuzda iki mubassırla genç, çizgisiz beyaz elbise giymiş bir kürek mahkûmu içeri girdi. Aynasızların ikisi de Korsikalıydı, memleketlileri olan mahkûmlarla kendi dillerinde konuşuyorlardı. Bu süre içinde de hastabakıcı, koğuşta geziniyordu. Yanıma geldiğinde: — Nasılsın Kelebek? diye sordu. Beni tanıdın mı? — Hayır. — Ben Cezayirli Sierra'yım. Paris'te, Dante'nin yerinde tanışmıştık. — Ha, şimdi tahırladım. Ama sen 29 da buraya gönderildin. Şimdi 33 yılındayız, hâlâ tüyemedin mi? — Kaçmak o kadar kolay mı sanıyorsun? Hasta listesine yazıl. Yanındaki dostun mu? — Evet Dega dostumdur. — Onu da yazıyorum. Sen Kelebek, dizanteriye yakalandın. Sen ihtiyar, astım nöbetleri geçiriyor-sun. Saat on birde, revirde görürüm sizi. Konuşacaklarımız var.» Yoluna devam ederken yüksek sesle bağırıyordu: «içinizde hasta olan var mı?» Parmağını kaldıranların yanına gidiyor ve adlarını listeye geçiriyordu. Tekrar önümüzden geçtiğinde, yanında, yüzü iyice yanmış ihtiyar bir mubassır vardı: — Kelebek, sana şefim mubassır - hastabakıcı Bartiloni'yi tanıtıyorum. Bay Bartiloni, şu ikisi size sözünü ettiğim dostlar. — Peki Sierra, hastaneye geldiklerinde icabına bakarız. Bana güvenebilirsiniz. Saat on birde gelip koğuştan bizi aldılar. Dokuz kişiydik. Yürüyerek kamp barakalarının arasından geçtik, ötekilerden yeni ve beyaza boyalı üzerinde bir kırmızı haç bulunan barakaya vardığımızda içeri girdik; altmış kadar hükümlünün sıralandığı bekleme odasına geçtik. Bekleme odasının her köşesinde, iki mubassır konmuştu. Sierra, sırtında bembeyaz bir doktor gömleğiyle göründü. «Siz, siz, siz, geçin,» dedi bize. Girdiğimiz odanın doktor odası olduğunu hemen anladık, ihtiyarlar ispanyolca konuştu. Bu ispanyolu birden tanıdım: Fernandez'di yahu, Paris'in Madrit kahvesinde üç Arjantinliyi temizleyen Fernandez. Aralarında biraz konuştular, sonra Sierra onu bekleme odasının yanındaki bölmeye geçirip yanımıza döndü. — Kelebek, dur seni bir öpeyim. Sana ve dostuna yardım edebildiğim için çok memnunum. Bakın, ikiniz de hücre cezasına çarptırıldınız. Kelebek, seninki müebbet. Dega, seninki de beş yıl. Arpanız var mı? — Var. — Bana beşer yüz frank verin, yarın sabah hastaneye yatacaksınız. Sen dizanteriden. Sen de Dega, gece kapıyı vur, ya da daha iyisi nöbetçilerden birini çağırın ve Dega'nın boğulacak gibi olduğunu söyleyin. Geri kalanı ben üzerime alıyorum. Kelebek, senden istediğim bir şey var. Kaçacaksan zamanında bana haber

Page Kelebek- Henri Charriere

ver ki bileyim. Haftalığı yüz franktan ikinizi de bir ay hastanede tutabilirler. Hemen harekete geçmelisiniz. Fernandez keneften çıktı, gözümüzün önünde Sierra'ya beş yüz frank verdi. Ben çıktığımda da bin değil, bin beş yüz frank uzattım ona. Beş yüzü geri verdi. Fazla diretmedim. Bana: — Verdiğin para aynasız için, dedi. Ben senden para almam. Dost değil miyiz? Ertesi sabah, Dega ben ve Fernandez, hastanenin kocaman koğuşlarından birine yerleştik. Dega geceyarısı hastaneye götürüldü. Bizim koğuşa bakan otuz beş yaşlarında bir hastabakıcı, adı da Chatal. Üçümüzle ilgili olarak, Sierra'dan bütün gerekli bilgileri almış. Doktor uğradığında önüne koyacağı pisliğim amip dolu olacak. Dega için de, doktora çıkmadan önce biraz kükürt yakıp başını havluyla örterek koklatacak. Fernandez'in bir yanağı davul gibi: Yanağının içini ısırmış, bir saat boyunca da bütün gücüyle üflemiş durmuş. Hem o kadar iyi üflemiş, yanağını öyle şişirmiş ki bir gözü kapanmış. Koğuş barakanın birinci katında, içinde çoğu dizanterili aşağı yukarı yetmiş hasta var. Hastabakıcıya, Julot'nun nerede olduğunu sordum. — Tam karşıdaki binada, diyor. Haber götürmemi ister misin? 70 71 H — Evet. Kelebek'le Dega'nın hastanede yattığını söyle. Pencereye çıksın. Hastabakıcı, koğuşa, dilediği zaman girip çıkabiliyor. Bu işi için de kapıyı vurması yeter, bir Arap açıyor ona kapıyı. Bu Arap kapıcı, mubassırların yardımcılığını yapan bir mahkûm. Kapının sağında ve solundaki iskemlelerde üç mubassır, silâhları dizlerinin üzerinde, oturuyorlar. Pencere parmaklıkları raylardan yapılma. Bu parmaklıkların nasıl kesileceğini düşünüyor, pencerelerden birinin başına çökü-yorum. Bizim binayla Julot'un arasında güzel çiçeklerle dolu bir bahçe var. Julot pencerede beliriyor, elindeki kara tahtaya tebeşirle: AFERĐN yazmış. Bir saat sonra, hastabakıcı bana Julot'dan bir mektup getiriyor. Mektupta Julot: «Sizin koğuşa geçmeye çalışıyorum, diyor. Başaramazsam siz benimkine gelmeye bakın. Nedeni, yattığınız koğuşta düşmanlarınızın bulunması. Demek hastaneye geçebildiniz? Cesaret, hepsinin hakkından geleceğiz.» Birlikte, çok acı çektiğimiz Caen'ın Bealieu cezaevi olayı, Julot ile çok sıkı dostluk bağlarıyla bağlanmamıza yol açtı. Julot, bir kütük uzmanıydı. Bu nedenle de kendisine «çekiçli adam» denirdi. Güpegündüz, en güzel mücevherlerin kuyumcu vitrinine yayıldığı saatte arabasıyla görünürdü. Yardakçısının kullandığı araba durur, yalnız motor çalışmaya devam ederdi. Elinde koca bir kütükle Julot arabadan iner, bir vuruşta vitrini parçalayıp mümkün olduğu kadar çok mücevher kaparak arabaya atlar, son hızla kaçardı. Lyon, Angers Tours, Le Havre şehirlerinde başarıyla iş gördükten sonra Paris'in büyük bir kuyumcusunu gözüne kestirmiş ve öğleden sonra üç buçukta, aşağı yukarı bir milyon franklık mücevher götürmüştü. Kimliğinin neden ve nasıl anlaşıldığını bana hiç anlatmadı. Yirmi yıl hapse mahkûm oldu ve dört yılın sonunda kaçtı. Bize anlattığı gibi, Paris'e dönerken yakalandı. Malına yataklık yapan adamı arıyordu, adam kızkardeşine vermesi gereken parayı vermemişti. Herif Julot'nun, evi yakınında gezindiğini görünce polise haber vermişti. Julot yeniden enselendi ve bizimle birlikte Güyan'a döndü. 72 Hastaneye gireli bir hafta oluyor. Dün Chatal'a iki yüz frank verdim, ikimizi de hastanede tutması için her hafta ödememiz gereken para bu. Saygı uyandırmak için tütünü olmayan hastalara tütün dağıtıyoruz. Altmış yaşlarında bir sabıkalı Carora adlı Marsilyalı bir adam Dega ile dost oldu. Dega'nın akıl hocası neredeyse. Günde birkaç kere, çok parası var da bu durum köyde biliniyorsa (Fransa'dan gelen gazetelerden herkes, büyük soygunları okuyabilirdi) kaçmaması gerekli diyordu. Birlikte kaçacağı kişiler, kıçındaki tüpü yürütmek için onu öldürebilirlerdi, Dega, ihtiyar Carora iie aralarında geçen konuşmaları bana anlattı. Yirmi yıldır buradan kıpırda-yamadığına göre, ihtiyarın bir boka yaramayacağını söylemeye çalıştım ama tınmadı. Dega, ihtiyarın anlattıklarıyla çok etkilendi. Elimden geldiğince onu desteklemeye, inancımla ayakta tutmaya çalışırken bayağı üzülüyordum. Sierra'ya bir pusula gönderdim ve Galgani'yi bana yollamasını istedim. Uzun sürmedi, ertesi sabah Galgani hastaneye yattı ama parmaklıksız bir koğuşa. Nasıl etmeli de tüpünü ona geçirmeliydim? Galgani ile mutlaka konuşmam gerektiğini Chatal'a açtım, kaçış hazırlığı yapmakta olduğumuzu hissettirmeye çalıştım biraz. Nöbet değiştirileceği sırada Galgani'yi verandaya çıkaracak ve para istemeden, pencereden benimle konuşacaktı. Galgani öğlende pencerenin altına getirildi, tüpünü avucuna koydum. Gözümün önünde, ayakta, tüpü yerleştirdi. Ağlıyordu, iki gün sonra bana yolladığı dergiyi aldım, içinden beş tane binlikle üzerinde «Sağol» yazılı bir kâğıt çıktı. Dergiyi bana getiren Chatal paralan görmüştü. Sözünü etmedi ama, bir şey armağan etmek istediğimde geri çevirdi. — Kaçmak istiyoruz, dedim ona. Bizimle gelir misin? — Hayır Kelebek, başka biriyle sözleştim. Ortağım çıktığında, beş ay sonra kaçmayı deneyeceğim. Hem daha hazırlıklı, hem daha emin olacak böylesi. Sen hücreye atılacağından acele etmene hak veriyorum ama, bu demir parmaklıklardan kurtulmak

Page Kelebek- Henri Charriere

73 epey güç, olacak. Yardım konusunda bana güvenme, işimi tehlikeye atmak istemem. Burada, sakin sakin arkadaşımın çıkmasını bekliyorum. — Peki Chatal. Hayatta açık sözlü olmalı, ben de bundan böyle sana hiç bir şeyden söz etmem. — Yine de, dedi, pusulalarını götürür, istediklerini yaparım. — Sağol Chatal. O gece makineli tüfek sesleri duyuldu. Çekiçli adamın kaçtığı, ancak ertesi gün anlaşıldı, iyi bir dosttu. Tanrı yardımcısı olsun, herhalde fırsatı çıkmış, o da bunu kaçırmamıştı. Dostum için böylesi çok daha iyiydi. On beş yıl sonra, de Haiti'deyim. Yanımda Venezuellalı bir milyoner, kumar imtiyazı almak üzere gazino müdürüyle görüşmeye gelmiştik. Bir akşam bol şampanya içtiğimiz gece kulübünden çıkıyor-duk. Yanımızdaki kızlardan biri kömür gibi karaydı ama taşralı saygıdeğer Fransız ailelerin kızları kadar iyi eğitim görmüştü. Bana: — Büyük annem bir «vodu» rahibesidir, yaşlı bir Fransızla yaşar, dedi. Fransız Cayene'den kaçmış, yirmi yıldır büyük annemle birlikte, durmadan kafayı çekiyor, adı da Jules Marteau (*). Birden ayılıverdim: — Aman yavrum, beni hemen büyükannenin yanına götür. Haiti ağzıyla, bizi son hızla götüren şoförle konuşuyorduk. Işıltılar içindeki bir barın önünden geçiyorduk. «Dur!» dedim şoföre. Bara girip bir şişe per-no, iki şişe şampanya, iki şişe de rom aldım. —«Gidebiliriz.» Denizin kıyısında, beyaz boyalı, kırmızı kiremitli şipşirin bir evin önünde durduk. Deniz suyu merdivene kadar ulaşmıştı. Kız kapıyı vurdu, bembeyaz saçlı, uzun boylu bir zenci kadın kapıya çıktı. Sırtında, ayak bileklerine kadar inen bir entari vardı. Kadınlar aralarında kendi dilleriyle konuştular. Sonra kadın bana: «Đçeri girin efendim, dedi. Burası sizin eviniz sayılır.» Tertemiz, kuş ve balık dolu, karpit lâmbasıyla aydınlatılan bir salona girdik. (*) Marteau: Fransızca çekiç anlamına gelir. — Julot'yıı mu görmek istediniz? Şimdi gelir, Jules, Jules! Bak, seni görmek isteyen biri var! Kürekte kılığımızı hatırlatan, mavi çizgili pijama giymiş, çıplak ayaklı bir adam göründü. — Ne o Kartopu, bu saatte beni görmeye gelen münasebetsiz de kim? Kelebek mi, olur şey değil! Boynuma sarıldı: — Yaklaştır lâmbayı Kartopu, dedi, dostumun yüzünü bir göreyim. Ta kendisi, sensin demek herif! Sensin ha! Hoşgeldin öyleyse, evim, azıcık param, kadınımın torunu, hepsi sana ait. Bir işaretine bakar. Pernoyu şampanyayı, romu arka arkaya devirdik. Ama o sıra Julot şarkı söylüyordu. — Adamları yere vurduk ya herif; Görüyor musun, serüven gibisi yok. Ben Kolombiya. Panama, Kosta - Rika ve Jamaika'dan geçtim. Aşağı yukarı da yirmi yıldır buradayım, bir erkeğin Taslayabileceği en iyi kadın olan Kartopu ile de çok mutluyum. Ne zaman gidiyorsun? Epey kalacak mısın burada? — Çok değil, bir hafta kadar. — Ne işin var? — Gazinonun müdürüyle anlaşma yapıp kumar işini üstümüze almaya çalışıyoruz. — Dostum, hayat boyu benimle birlikte bu marsık yatağında kalmanı isterim. Yalnız, gazino müdürüyle bağlantı kurduysan herifle iş yapmaya kalkma. Durumun iyiye gittiğini görürse seni öldürtür. — Verdiğin öğüte çok teşekkür ederim. — Sana gelince Kartopu, turistlere yaptığından çok değişik bir «vodu» ayini hazırla. Dostum için, gerçek bir «vodu» ayini! Her neyse, Julot kaçtı. Ben, Ferrandez ve Dega hâlâ bekliyorduk. Zaman zaman, dikkati çekmeden pencerelerdeki parmaklıkları inceliyordum. Bunlar gerçek birer raydı, kesilmesi imkânsızdı, iş kala kala kapıya kalıyordu. Gece gündüz, üç silâhlı mubassır koruyordu bu kapıyı. Julot'nun kaçışından bu yana, nöbet daha da sıklaşmıştı. Devriyeler sık sık birbirini izliyor, doktor sevimsizleşiyordu. Artık Chatal koğu-şa günde iki kere iğne yapmak ve ateşimize bakmak için uğruyordu, ikinci bir hafta daha geçti, iki yüz frangı yine ödedim. Dega, kaçışın dışında her şeyden 74 75 söz ediyordu. Dün neşterimi gördü ve sordu: — Hâlâ üzerinde mi taşıyorsun. Neden?» Canım sıkkın cevap verdim: — Canımı ve gerektiğinde seninkini korumak için taşıyorum. Fernandez ispanyol değil, Arjantinli, insan olarak çok iyi, gerçek bir serüven aşıklısı, ama ihtiyar Carora'nın gevezelikleriyle o da etkilendi. Bir gün Dega ile şöyle konuştuğunu duydum: «Söylenenlere bakılırsa, sağlık yönünden en iyi yer adalarmış. Burası gibi değilmiş oraları, hava çok daha serinmiş. Đnsan bu koğuşta bile dizanteri olabilir, kenefe girip çıkarken mikrop kapmak o kadar kolay ki. Yetmiş kişilik koğuşta, her gün dizanteriden bir, iki kişi ölür. işin garip yanı da, hepsi akşam değil, öğleden sonra sular

Page Kelebek- Henri Charriere

çekilmeye başladığında canverirler. Bir hastanın sabah öldüğü görülmemiştir. Neden mi? Doğanın bir sırrı işte. Bu gece Dega ile münakaşa ettik. Ara sıra, kapıya bakan Arabın ihtiyatsızlık edip içeri girdiğini ve yüzü örtülü hastaların örtüsünü çektiğini söyledim. Başına bir şey vurup bayıltabilir, birimiz giysilerini sırtımıza geçirebilirdik (Hepimizde gömlek ve sandaldan başka şey yoktu nasılsa). Bu kılıkla dışarı çıktım mı, aynasızlardan birinin silâhını kapardım kolayca. Sonra bu silâhla onları tehdit eder, koğuşa tıkar ve kapıyı üstlerine kilitlerdim. Hastane duvarının Maroni Irmağına bakan yönünden yere atlar, suya dalar ve akıntıya kendimizi bırakıp sürüklenirdik. Sonrasını da kaçtıktan sonra düşünürdük artık. Paramız da olduğuna göre bir gemi ve yığınla yiyecek satın alıp denize açılırdık nasılsa, ikisi de plânımı kesinlikle geri çevirdiler, üstelik eleştirdiler de. Đşte o an, iyiden iyiye gevşediklerini anladım, büyük bir hayal kırıklığına kapıldım. Günler geçiyordu. Hastaneye gireli, neredeyse üç hafta oluyor. Kaçabilmek için önümüzde on, bilemedin on beş gün kalıyordu. Bugün 21 Kasım , tarihi bir gün. Koğuşa Saint - Martin'de, berberde öldürülmek istenen adam, Clousiot giriyor. Gözleri kapalı, irin dolu, pek bir şey gördüğü yok. Chatal koğuştan çıktığında yanına gidiyorum. Çabucak, diğer mahkûmların on beş 76 gün önce adalara gönderildiklerini, kendisinin unutulduğunu anlatıyor. Üç gün önce görevlilerden biri durumu ona bildirmiş. O da gözlerine hintyağı damlatmış, irin dolan gözleri sayesinde de hastaneye yatabilmiş. Kaçmak için can atıyor. Her şeye, gerekirse ölüme bile hazır olduğunu söylüyor, yeter ki buradan kaçabilsin, üç bin frangı var. Gözleri sıcak suyla yıkandığında gayet iyi görmeye başlayacak. Kaçmak için düşündüklerimi kendisine anlatıyorum, iyi buluyor plânımı, yalnız mubassırları şaşırtmak için iki - üç kişi birden çıkmak gerektiğini söylüyor. Yatak ayaklarını sökebilir, ellerimizde demir çubuklarla nöbetçileri bayıltabiliriz. Ona kalırsa, elimize tüfek bile geçirsek ateş edeceğimize inanmazdı nöbetçiler. Bağırıp yirmi metre kadar ötede, Julot'nun kaçtığı barakalarda nöbet tutan aynasızları yardıma çağırırlardı. 77 ÜÇÜNCÜ DEFTER ĐLK KAÇIŞ HASTANEDEN TÜYÜYORUZ BU akşam Dega'nın, ardından da Fernandez'in yakasına yapıştım. Dega, yaptığım projeye güvenmediğini, hücre cezasından kurtulmak için de büyük bir para ödemeye hazır olduğunu belirtti. Bunun için de, böyle bir teklif aldığını Sierra'ya bildirmemi, mümkün olup olmadığını öğrenmemi istiyordu. Chatal, aynı gün pusulamı götürdü ve cevabını getirdi: «Hücre cezasını kaldırtmak için kimseye para verme, diyordu Sierra. Bu cezaya Fransa'dakiler karar verir, kimse, hatta cezaevi müdürü bile kaldıramaz. Eğer hastanede büyük umutsuzluk içindeyseniz, adalara giden MANA adlı geminin yola çıkışının ertesi günü kaçmayı deneyebilirsiniz.» Adalara doğru yola çıkmadan önce sekiz gün kadar hücrede kalacağız, belki böylesi, hastanedeki koğuşta fırsat kollamaktan daha iyi. Aynı pusulada Sierra, istersem, hastanenin ardına, bizi kaçıracak bir tekne hazırlayabilecek durumda eski bir kürek mahkûmunu benimle görüştüreceğini de belirtiyordu. Yıllar önce tahliye edilen bu Toulon'lu eski mahkûmun adı Jesus'dü, iki yıl önce de Doktor Bourat'nın kaçışını hazırlamıştı. Kendisiyle görüşebilmem için, özel cihazların bulunduğu bir pavyonda ciğerlerimin filmini aldırmam gerekiyordu. Pavyon hastanenin içindeydi ama, aynı gün röntgene gitmek üzere sahte 78 bir izin kâğıdı hazırlayan eski mahkûmlar da içeri girebiliyordu. Yalnız, röntgene girmeden önce tüpü çıkarmamı da sıkı sıkı öğütledi. Doktor akciğerlere bakarken daha aşağılara göz gezdirmek de isteyebilirdi. Sierra'ya ulaştırdığım pusulada, Jesüs'ü röntgene yollamasını, Chatal'ın icabına bakıp aynı gün benim de aynı yerde bulunmamı sağlamasını belirttim. Sierra o akşam haberi verdi, öbür gün saat dokuzda pavyonda olacaktım. Ertesi gün Dega ile Fernandez, hastaneden çıkmak istediler. MANA sabah yola koyulmuştu. Kamptaki hücrelerden kaçabilmeyi umuyorlardı, kendilerine başarılar diledim, tasarladığım plânda en ufak bir değişiklik yapmadım ama. Jesus'ü gördüm. Kupkuru, yanık tenli yüzünde iki korkunç yara olan eski bir kürek mahkûmuydu. Bir gözü karşısındakine baktıkça yaşarıyordu hep. Suratı kötü, bakışı kötüydü. Bana hiç güven vermedi, gelecekte haklı olduğum anlaşılacak. Çabucak konuşuyoruz: — Sana dört, en fazla beş kişi alabilecek bir tekne hazırlarım. Bir fıçı tatlı su, yiyecek, kahve, bir de tütün koyarım tekneye. Üç kızılderili küreği, boş un torbaları, yelkeni ve floku dikebilmen için de iğne iplik bulurum. Ayrıca da bir pusula, bir palta, bir bıçak, beş litre de Güyan romu. Bütün hepsine karşılık iki bin beş yüz frank alırım. Mehtap daha üç gün sürer. Kabul edersen, dört gün sonra seni teknenin içinde, gecenin on birinden sabahın üçüne kadar beklerim. Tam sekiz gün süreyle. Sonra beklemem. Tekne

Page Kelebek- Henri Charriere

hastanenin iki duvarının birleştiği yerin tam karşısında olacak. Duvara tutunarak ilerle, çünkü iki metre ötesinde bile olsan tekneyi göremezsin.» Adama pek güvenim yok ama yine de evet diyorum. — Parayı görelim, diyor Jesus. — Sierra ile yollarım.» El sıkışmadan ayrılıyoruz. Pek parlak bir başlangıç değil. Saat üçte Chatal, parayı Sierra'ya götürüyor. Tam iki bin beş yüz frank. Kendi kendime: «Galgani sayesinde bu parayı gözden çıkarabildim, diyorum, gerçekten bir kumar. Allah vere de, herif bu parayla sabahtan akşama dek kafayı tütsülemese!» 79 Clousiot çok memnun, kendine, bana ve pıanı-ma güveniyor. Kafasını kurcalayan bir tek şey var: Arap her gece değil ama, sık sık koğuşa giriyor. Ancak geç saatlarda pek görünmüyor ortalıkta. Başka bir sorun daha: Kendisine teklif yapmak için kimi seçmeli? Nice «çevre»sinden bir Korsikalı var, adı Biaggi. dan beri Güyan'da, sıkı denetlenen koğuşta bulunma nedeni de birini öldürmüş olması. Tutuklu olarak yargılanmayı bekliyor burada. Clousiot ile birlikte, kendisiyle konuşup konuşamıyacağımızı, meseleyi ne zaman açabileceğimizi düşünüyoruz. Biz alçak sesle tartışırken on sekiz yaşında, kadın kadar güzel yüzlü bir oğlan yanımıza yaklaşıyor. Adı Matu-rette, idam cezasına çarptırılmış, genç yaşından ötürü —on yedi— cezası müebbete çevrilmiş. Suçu da, bir taksi şoförünü öldürmek. Biri on altı, diğeri on yedi yaşında olan iki arkadaş, Ağırcezada birbirlerini suçlayacaklarına, cinayeti işlediklerini söylüyorlardı. Oysa şoförde bir tek kurşun yarası vardı. Duruşmaları sırasındaki bu tutumları, onları, bütün kürek mahkûmlarının gözünde çok sevimli yapmıştı. Kadınsı görünüşüyle yanımıza yaklaşan Matu-rette, incecik sesiyle ateş istedi. Sigarasını yaktıktan başka, ona dört sigarayla bir kutu da kibrit armağan ettim. Tahrik edici bir gülümsemeyle teşekkür etti, uzaklaşmasını bekledik. Birden Clousiot: «Kelebek be, dedi, galiba kurtulduk. Arap istediğimiz zaman ve saatte koğuşa girecek. Bu iş çantada keklik. — Nasıl? — Gayet basit: Küçük Maturette'le konuşup A-rabi kendine âşık etmesini söyleyeceğiz. Bilirsin. Araplar genç oğlanlara bayılırlar. Bu merakını da bildikten sonra, oğlanla yatmak için her gece koğuşa girmesi işten değil. Arabın, işimize gelen geç saatlarda koğuşta olması da Maturette'in cilve yapması ve görülmekten korktuğunu söylemesiyle mümkün. — Đşi bana bırak. Maturette'e doğru yürüyorum, beni davetkâr bir gülümsemeyle karşılıyor. O ilk tebessümüyle beni ağına düşürdüğü kanısında. Hemen giriyorum söze: «Yanılıyorsun, çabuk gir kenefe.» 80 Kenere aogru yürüyor, oraaa Daşııyorum anıai-maya: — Söylediklerimin tek kelimesini tekrarlarsan kendini ölmüş bil. Meseleyi anlatıyorum: Bizim için şunu, şunu ve şunu, şu kadar paraya yapar mısın? Yapmazsan ne kadar istersin? Bize yardım etmekle mi yetinirsin? Yoksa birlikte gelmek mi istersin? — Sizinle gelmek isterim oldu mu?» Sözleştik, anlaştık. El sıkıştık. Maturette yattı, ben de Clousiot ile bir şeyler konuştuktan sonra uzandım, Saat sekizde, Maturette pencerenin önüne oturdu. Arabi çağırması bile gereksiz, herif kendiliğinden sokuluyor, aralarında alçak sesle bir konuşma başlıyor. Saat onda Maturette yorganın altına girdi. Biz, tek gözümüz açık dokuzdan beri uyuma numarası yapıyoruz zaten. Arap koğuşa giriyor iki tur atıyor ve bir ölü buluyor. Kapıyı vuruyor, az sonra içeri giren sedyeciler ölüyü kaldırıyorlar. Bu ölüm olayı bizim işimize yarayacak, çünkü Arabın, gecenin hangi saatında olursa olsun koğuşta gezinmesini doğrulayacak. Bizim öğütlerimizi dinleyen Maturette, ertesi akşam on birde Araba randevu verdi. Kapıcı o saatta göründü, küçüğün yatağı önünden geçti, uyandırmak için ayaklarından çekti, sonra keneflere doğru yürüdü. Maturette onu izledi. Bir çeyrek sonra Arap döndü, doğru kapıya yürüdü ve çıktı. Ardından da Maturette, bize bir şey söylemeden gitti, yattı. Ertesi gün de aynı şey tekrarlandı ama, saat on ikide, işler yolunda, A-rap, bizim oğlan ne zaman isterse o zaman gelecek. 27 Kasım , tokmak olarak kullanılabilecek iki karyola ayağı hazır, öğleden sonra dörtte Sierra'dan haber bekliyorum. Hastabakıcı Chatal, mektupsuz dönüyor. Sadece: «Francois Sierra, Jesus'un söz-leştiğiniz yerde seni beklediğini bildirdi, dedi. Talihin açık olsun.» Akşam sekizde de Maturette Arap'a: — Gece yarısından sonra gel, dedi. Çünkü o saati geçirince, çok daha uzun bir süre birlikte kalabiliriz. Arap da, gece yarısından sonra geleceğini söyledi. Tam gece yarısı her şey hazır. On ikiyi çeyrek geçe Arap göründü, doğru Muterette'nin yatağına yöneldi, ayaklarından çekip kenefe yürüdü. Clousiot- kelebek 81/6 dan hiç ses gelmiyor. Ben kenef kapısının ardına gizleneceğim, Clousiot da dikkatini çekmek için Arabın üstüne yürüyecek. Yirmi dakikalık bir beklemeden sonra her şey, çabucak olup bitiyor. Arap keneften çıkıyor Clousiot ile karşılaştığında şaşırıp: — Gecenin bir saatında koğuşun ortasında dikilmiş ne yapıyorsun? diye soruyor. Git yat.

Page Kelebek- Henri Charriere

Aynı anda da karyola ayağı beynine iniyor ve Arap çıt çıkarmadan yuvarlanıyor. Hemen elbiselerini giyiyor, pabuçlarını ayaklarıma geçiriyorum. Arabi yatağın altına çekiyoruz, iyice gizlemeden önce çabuk ayılmamasi için ensesine bir kere daha vuruyorum. Hesabı tamam. Koğuştan seksen kişinin bir teli kıpırdamadı. Ardımda Clousiot ve Maturette, hızla kapıya yöneliyor ve vuruyorum. Nöbetçi açıyor, tokmağımı salladığım gibi küüt! indiriyorum kafasına. Tam karşısındaki silâhını düşürüyor, uykuya dalmış olmalı. Kendine gelmeden onu da bayıltıyorum. Benimkilerin sesi çıkmadı. Yalnız Clousiot'nunki yere yuvarlanmadan önce bir «Ah!» çekti. Benimkiler iskemlelerine baygın yayılmışlar, üçüncüsü boylu boyunca yere uzanmış. Soluğumuzu kesiyoruz. Bizce bu «Ah!» sesini duymayan yok. Gerçekten de ses epey yüksekti ama kimsenin kıpırdadığı yok. Herifleri koğuşa sokmuyor, silâhlarını alıyoruz yalnız. Clousiot önde, oğlan ortada, ben geride, bir fenerin güç aydınlattığı merdivenlerden iniyoruz. Clousiot demir parçasını atmış, benimki sağ elimde, sol elimle karabinayı tutuyorum. Aşağıda kimseler yok. Çevremizde gece mürekkepten farksız. Nehire doğru uzanan duvarı seçebilmek için çok dikkatli bakmak gerek, hızla ilerliyoruz. Duvara vardığımızda çömeliyorum. Clousiot duvara çıkıp ata bi-nercesine oturuyor ve önce Maturette'i, ardından beni yukarı çekiyor. Karanlıkta, duvarın öbür yanına atlıyoruz. Clousiot bir çukura düşüp ayağını incitiyor. Maturette'le benim arızamız yok. Doğruluyoruz, atlamadan önce tüfeği fırlattık attık. Clousiot doğrulmaya çalışıyor, ama yapamıyor bu işi, bacağını kırdığını söylüyor. Maturette'i onunla bırakıp elimi duvara sürerek uca kadar koşuyorum. Ortalık öylesine ka- 82 ranlık ki, iki duvarın birleştiği uca vardığımda kolumun boşluğa düştüğünü farketmeyip yüzüstü yuvarlanıyorum. Nehirden doğru gelen sesi de o sırada duyuyorum işte: — Siz misiniz? — Evet. Sen misin Jesus? — Benim. Bir an kibritini yakıyor. Bulunduğu yeri göz kararıyla kestirebildim, suya girip yanına varıyorum. Sandalda iki kişi oturuyor. — Önce sen çık. Kimsin? — Kelebek. — iyi. — Jesus, geri dönmek gerekiyor, arkadaşım duvardan atlarken bacağını kırdı. — Al öyleyse şu küreği de çek. Üç kızılderili küreği suya gömülüyor ve hafif tekne, arkadaşların bulunması gereken yerle bizi ayıran yüz metreyi çabucak alıyor. «Clousiot!» diye sesleniyorum. — Konuşma Tanrı aşkına, diyor Jesus. Göbek, çakmağını çaksana.» Kıvılcımlar çıkıyor, bizimkiler gördü kıvılcımları. Clociot Lyon usulü ıslık çalıyor dişlerinin arasından. Bu ıslık hiç gürültü yapmıyor, ama çok rahat duyulabiliyor. Sanki bir yılan ıslığı. Durmadan ıslığı çaldığından doğru yattığı yere varıyoruz. Göbek iniyor, Clousiot'yu kucaklayıp kayığa yerleştiriyor. Sonra Maturette'le Göbek atlıyorlar. Beş kişiyiz teknede, su bordanın iki parmak altına kadar yükseliyor. — önceden haber vermeden en ufak bir hareket yapmayın, diyor Jules. Kelebek sen kürek çekmeyi bırak, küreği dizlerinin üstüne koy. Đpi çöz Göbek!» Akıntının da yardımıyla tekne, hızla gecenin karanlığına dalıyor. Bir kilometre ötede, eski bir dinamonun çok kötü aydınlattığı cezaevinin önünden geçerken nehrin tam ortasındayız, akıntıya kapılmış akıl almaz bir hızla yol alıyoruz. Göbek de küreğini sudan çıkardı. Yalnız Jesus küreğinin bir ucuyla teknenin dengesini sağlıyor. Kürek çekmiyor bile, tekneye yön veriyor. «Artık konuşabilir, sigara içebilirsiniz, diyor Je- 83 sus. Sanırım işler yolunda gitti. Kimseyi öldürmediğinizden emin misiniz?» — Hay Allah belânı versin! Beni uyuttun Jesus! diyor Göbek. Bana çok kolay bir kaçış olduğunu söyledin, anladığım kadarıyla hücre cezasına çarptırılanlar tüyüyor. — Evet öyle Göbek. Sana söylemedim, çünkü yardım etmezdin. Oysa benim de bir adama ihtiyacım vardı. Dertlenme. Enselenirsek her şeyi ben üzerime alırım. — öyle olması daha doğru Jesus. Bana verdiğin yüz kâğıt için biri ölürse kellemin gitmesini, yaralanırsa müebbetlik olmayı istemem. — Göbek, diyorum, ikinize bin franklık bir armağanım var. — Bak bunu beklemiyordum adamım. Çok iyisin. Sağol, köyde açlıktan geberiyoruz. Hapisten kurtulmak içerde yatmaktan bin beter, insan içerde yatarken her gün kayıntı çıkıyor, bedavadan da façasını düzüyorlar. — Çok acı çekmiyorsun ya? diyor Jesus. Clou-siot'ya. — iyiyim, diyor Clousiot. Ama kırık bacağımla ne yaparız Kelebek? — Bakarız icabına. Nereye gidiyoruz Jesus?

Page Kelebek- Henri Charriere

— Nehrin ağzında otuz kilometre gerideki bir ufak koya sizi gizleyeceğim. Sekiz gün orada kalır, beklersiniz. Maroni'den çıktığınız gece denize vardığınıza inanmaları gerekiyor, insan avcıları motorsuz teknelerle dolaşırlar, onlar çok daha tehlikeli. Yakınınızda bir yerde duruyorlarsa, ateş yakmak, konuşmak, öksürmek başınıza belâ açabilir. Aynasızların teknesi ise motorlu, sizi gizleyeceğim koya da giremezler. Tekneleri karaya oturur çünkü. Hava aydınlanıyor. Sabahın dördüne doğru, yalnız Jesus'ün bildiği yeri uzun aramalardan sonra buluyor ve birbirine geçmiş ağaçların arasına dalıyoruz. Tekne yeşillikleri yatırıyor, geçtikten sonra da bitkiler doğruluyor ve sık bir yerde ardında bizi gizliyor. Bu bitki örtüsünün ötesinde, bir teknenin ilerlemesine yetecek kadar su bulunduğunu anlaması için, insanın sihirbaz olması gerek. Bir saat süreyle, dalları iterek 84 f ilerliyor, ormanın derinliklerine dalıyoruz. Birden kendimizi kanala benzer bir yerde buluyor ve duruyoruz. Suyun kıyısı yemyeşil otlarla kaplı ve tertemiz ağaçlar dev gibi. Saat altı ama gün ışığı yaprakların arasından içeri pek süzülemiyor bile. Bu heybetli kubbenin altında, hiç bilmediğimiz binlerce hayvanın sesi çınlıyor. Jesus «Sekiz gün burada beklemeniz gerekli, diyor. Yedinci gün size yiyecek getireceğim.» Sık ağaçların altından aşağı yukarı iki metre uzunluğunda bir yerli kayığı çıkarıyor. Sular yükseldiğinde, bununla Saint Laurent'a dönecek. Artık, kıyıda yatan Clousiot ile uğraşalım. Sırtında gömlekten başka şey olmadığından bacakları çıplak. Baltayla kuru dalları tahta parçası haline getiriyoruz. Göbek, Clousiot'nun bacağına asılıyor. Clousiot boncuk boncuk terliyor ve birden «Dur!» diyor, şimdi daha az acımaya başladı. Kemiğin yerine oturmuş olması gerek. «Tahtaları kırık bacağın iki yanına koyuyor ve teknedeki kenevir ipiyle bağlıyoruz. Clousiot şimdi daha rahat. Jesus dört gömlek, dört pantolon, dört tane de yün ceket almış. Maturette'le Clousiot giyiniyorlar, ben Arabın giysilerini değiştirmiyorum. Rom içiyoruz. Hareketimizden bu yana devirdiğimiz ikinci şişe, içimizi ısıtıyor. Göbek: «Yolcu yolunda gerek, diyor. Söz verdiğiniz bin kâğıt nerede?» Bir köşeye çekilip az sonra, gıcır gıcır bir binlikle dönüyorum. — Hoşça kalın, sekiz gün bir yere kıpırdamak yok, diyor Jesus. Yedisinde buradayız. Sekizinde denize açılırsınız. Bu süre içinde yelkeni, floku dikin tekneyi düzeltin, her şeyi yerli yerine koyun, dümenin menteşeleri takılı değil, onları da takın. On gün geçer de geri dönmezsek köyde tutuklandık demektir. Đşin içinde nöbetçiye saldırma da olduğundan, epey gürültü kopmuştur.» öte yandan Clousiot, tüfeği duvarın dibine bırakmadığını söylüyor. Duvarın ötesine fırlatılmış, nehrin bu kadar yakında olduğunu bilemediğinden tüfek suya düşmüş olmalı. «Böylesi daha iyi, diyor Jesus. Silâh bulunmazsa insan avcıları bizi silâhlı sanırlar. Sizin için en büyük tehlike onlardan geleceği için de, korkacak bir şey kalmaz. Đnsan avcılarında bir tabanca, bir de kısa kılıç vardır, tü- 85 teklilerden çekinecek ve fazla ileri gidemeyeceklerdir. Eyvallah.» Gizlendiğiniz yeri bulurlarsa tekneyi bırakıp sudan uzaklaşıncaya kadar ormanda yürümek ve pusulada kuzeyi bulup hep o yönde ilerlemek gerekli. Đki üç günlük bir yürüyüş sonunda, talihimiz varsa, «Charvein» adlı ölüm kampına Taslayabiliriz. Orada birine para verip Jesus'e bulunduğumuz yeri bildirmek gerekli, iki eski mahkûm uzaklaşıyor. Bir kaç dakika sonra tekneleri gözden kayboldu, ne bir ses duyuluyor, ne bir şey görülebiliyor. Gün ışığı, ağaçların arasından hiç görülmemiş bir şekilde sızıyor. Güneşi tepeden alan ve aşağıdan en ufak bir ışın geçirmeyen kemerler altındayız sanki. Hava iyiden iyiye ısınıyor. Maturette, Clousiot ve ben yalnızız. Đlk yaptığımız şey gülmek: işler tereyağından kıl çekercesine oldu. Tek dert Clousiot'nün bacağı. Kendisine bakılırsa, bacağı ağaç dallarıyla sarıldığından beri durumu çok daha iyi. Hemen kahve ısıtabiliriz. Bir ateş yakıyor, birer kupa kahvenin içine ham şeker koyup içiyoruz. Çok güzel geliyor. Dünden beri o kadar büyük güç harcamışız ki, ne eşyalara bakacak halimiz var, ne de tekneye göz gezdirecek. Gerekeni daha sonra yaparız, özgürüz, özgür. Güyan'a varalı tam otuz yedi gün oluyor. Bu işi başarıyla sonuçlandırırsak müebbetliğim pek kısa sürmüş olacak. «Sayın Başkan, Fransa'da müebbet hapis kaç yıl sürer?» diyor ve bir kahkaha koyuveriyorum. Müebbete mahkûm Maturette de gülüyor. Clousiot: «Şimdiden zafer şarkıları söylemeyelim dostlar, diyor. Henüz Kolombiya'dan çok uzaktayız. Yanık ağaç kütüklerinden yapılan bu tekne, denize pek dayanacak gibi gelmiyor bana.» Cevap vermiyorum, açık konuşmak gerekirse, son ana kadar bu kayığın, bizi, esas teknenin bulunduğu yere götürecek bir yerli kayığı olduğunu sanmıştım. Yanıldığımı anlayınca da, ilk anda dostlarımı ürkütmemek için bir şey söylememiştim, öte yandan, Jesus durumu garipsemediğine göre, genellikle kaçmak için kullanılan tekneleri hiç bilmediğimi göstermek istememiştim. Bu ilk günü konuşmak ve orman <tenen bu yabancı yere alışmakla geçirdik. Maymunlarla çeşit çe- 86 sit minik sincaplar tepemizde takla atıp duruyorlardı. Yabanî ve küçük bir domuz türü olan «baquire» sürüsü nehir kıyısına, su içip yıkanmaya indi. Sayıları en az iki bin kadardı. Suya dalıyor, yüzüyor, sarkan

Page Kelebek- Henri Charriere

küçük kökleri koparıyorlardı. Nereden çıktığı anlaşılmayan bir timsah göründü, bir domuzun bacağını yakaladı. Hayvan başladı bağırmaya, derken diğerleri timsahın üstüne çullandılar, koca ağzının kenarlarını ısırmaya koyuldular. Timsahın her kuyruk darbesinde bir domuz, sağa ya da sola uçuyordu. Bir tanesi kendinden geçti ve arka üstü suda yüzmeye koyuldu. Arkadaşları onu hemen yediler. Koyun suları kana bulandı. Bu görüntü tam yirmi dakika sürdü, timsah suya dalıp kaçtı. Bir daha da çıkmadı ortaya. iyi uyuduk, sabah kendimize kahve pişirdik. Soyunmuş teknede bulduğum Marsilya sabunuyla suya girip yıkanmıştım. Maturette, neşretle önce benim, ardından da Clousiot'nün sakalını iyi kötü traş etti. Maturette'in sakalı yok. Giymek üzere ceketimi aldığımda üstünden kılla, mor-siyah koca bir örümcek düştü. Kıllar çok uzun ve platin rengi bir küçük yuvarlakla son buluyor, örümcek en azından yarım kilo gelmeli, kocaman bir şey, tiksintiyle eziyorum. Teknede, küçük su fıçısı dahil ne varsa dışarı çıkardık. Ama suyun rengi eflâtun, sanırım Jesus bozulmasın diye fazlaca permanganat koymuş. Sıkı sıkı kapatılmış şişelerde kibrit çöpleri ve çöplerin yanmasını sağlayan ecza sürülmüş kibrit kutu kenarları vardı. Pusula, bir okullu pusulası, yalnız kuzeyi, güneyi, doğuyu ve batıyı gösteriyor, derecesi yok. Direğin yüksekliği ancak iki buçuk metre geldiğinden, un torbalarını trapez biçiminde dikip ucuna bir ip ekliyoruz, ikizkenar üçgen biçiminde bir de flok yapıyoruz, dalgalara karşı teknenin başını yüksek tutmayı sağlayacak. Direği yuvasına yerleştirirken teknenin dibinin pek sağlam olmadığını farkediyorum. Direğin girdiği yuva yenmiş ve iyiden iyiye aşınmış. Dümenin sağlam durmasını sağlayacak kapı menteşelerini tutan vidaları takarken, tereyağına girercesine gömülüyor vidalar tahtaya. Bu tekne çürümüş. Jesus namussuzu bizi ölüme gönderiyor. Đçim kanıyarak durumu diğer- 87 lerine de gösteriyorum, onlardan bir şey saklamaya hakkım yok. Ne yapabiliriz? Jesus tekrar geldiğinde, bize daha emin bir tekne bulmaya zorlarız. Bu iş için silâhını kaparız, ben yanıma bıçağımla baltayı alır, Jesus'la birlikte köyde yeni bir tekne aramaya çıkarım. Bu aslında büyük bir kumar, ama tabutla denize açılmaktan daha tehlikesiz. Yiyecek yönünden durumu muz daha iyi. Bir damacana zeytinyağı ile manyoka unu dolu kutular var. Bu kadarıyla insan epey yol alır. Bu sabah garip bir olaya tanık olduk: Kurşunî suratlı bir maymun sürüsü, kara ve kıllı suratlı bir başka maymun sürüsüyle döğüştü. Kavga sırasında çevreye sıçrayan dallardan biri de bizim Maturette'in kafasını buldu, ceviz büyüklüğünde bir şiş oluşuver-di. Beş gün dört gecedir buradayız. Bu gece ortalığı seller götürdü. Yabanî muz yapraklarıyla yağmurdan korunmaya çalıştık. Su parlak yaprakların üzerinden akıp gidiyordu, ayaklarımızın dışında bir yerimiz ıslanmadı. Sabah kahve içerken Jesus'ün ne büyük bir cani olduğunu düşünüyordum. Tecrübesizliğimizden yararlanıp bize bu çürümüş tekneyi sokmak ne korkunç! Beş yüz, ya da bin frank için üç insanı mutlak bir ölüme gönderiyor. Bize başka bir tekne bulmasını sağladıktan sonra, Jesus'ü öldürüp öldürmeyeceğimi düşünüyorum. Alakargaların çığlıkları küçücük dünyamızı allak bullak ediyor, öylesine tiz ve rahatsız edici sesler ki bunlar, Maturette'den palayı kapıp giderek bir göz atmasını istiyorum. Beş dakika sonra görünüyor ve peşinden gelmemi işaret ediyor. Teknenin beş yüz metre kadar ötesinde bir yere varıyoruz ve iri bir horozdan iki kere büyük, nefis bir sülünü havada asılı buluyorum. Bir kementle tutulmuş, tek bacağından bir dala bağlı, aşağı sarkıyor. Đç parçalayıcı sesleri kesmek için bir pala darbesiyle boynunu uçuruveriyo-rum. Hayvanı elimle tartıyorum, en azından beş kilo ağırlığında. Horozlarınki gibi mahmuzları var. Sülünü yemeye karar veriyoruz ama düşününce, tuzağı birinin kurduğu ve bunun gibi birkaç tane daha bulunması gerektiği aklımıza geliyor. Bir göz atalım ba- 88 kalım. Geri dönüyor ve garip bir şeyle küçük koyun on metre kadar gerisinde, otuz santim yüksekliğinde, birbirine geçmiş sarmaşık ve yapraklardan meydana getirilmiş bir çitle karşılaşıyoruz. Bu çit su boyunca ilerliyor. Zaman zaman bir küçük kapıya rasgeliniyor, kapıdaki tahta parçacıklarıyla gizlenmiş pirinç telden kement de ucundan, esnek bir ağaç dalına bağlanmış. Hemen hayvanın çite takılıp geçit bulmak için çit boyu ilerleyeceğini anlıyorum. Kapıya rasladığında girecek bir ayağı tele takılacak ve esnek dalı harekete getirecek. Ve hayvan, tuzakları kuran avcı gelene kadar da havada asılı kalacak. Bu buluş epey canımızı sıktı. Çit eni konu bakımlı olduğuna göre eski değildi, ele geçmek tehlikesiyle karşı karşıyaydık. Gündüzleri ateş yakmamamız gerekiyordu, nasılsa avcı da geceleri, gelmezdi. Tuzakların bulunduğu yeri devamlı gözetlemek için nöbet tutmaya karar verdik. Tekne dalların altında gizli nasılsa, yiyeceklerimizle tüm araç-gereçlerimiz de sık ormanda. Ertesi sabah onda ben nöbetçiyim. Gece sülünü ve horozu andıran hayvanı yedik. Haşlama üçümüze de çok iyi geldi. Haşlanmış bile olsa, et nefisti. Her birimiz ikişer sahan devirdik. Evet, az önce de dediğim gibi sabah ben nöbetçiydim ama, çok iri kara ve her biri koca koca yaprakları dev boyutlu yuvalarına taşıyan manyoka karıncaları merakımı uyandırdı. Nöbeti möbeti unuttum gitti. Bu karıncaların boyu bir buçuk santim kadar var, üstelik de bacakları epey uzun, yani yüksekte duruyorlar. Her biri, koca koca yaprakları taşıyabiliyor. Yapraklarını kopardıkları bitkiye kadar peşlerinden gidiyoruz ve orada büyük bir örgüt ile karşılaşıyorum. Bir kere, parçaları hazırlayan ve görevleri kesicilik olan karıncalar var. Büyük çabuklukla

Page Kelebek- Henri Charriere

koca bir muz yaprağını kesiyor, inanılmaz bir ustalıkla bu yaprağı parçalara ayırıyorlar, parçalar yere düşüyor. Aşağıda, aynı türden ama biraz daha değişik bir dizi karınca var. Çenelerinin bir yanı gri çizgili. Yarım halka olmuş, taşıyıcı karıncaları denetliyorlar. Taşıyıcılar sağdan sırayla geliyor ve soldaki karınca yuvasına gidiyorlar. Sıraya girmeden önce yüklerini sırtlıyor, ancak, yüklenip sıraya 89 girmekte gösterdikleri acelecilik yüzünden tıkanmalara yol açıyorlar. Bunun üzerine de polis karıncalar duruma hakim oluyor ve işçilerden her birinin alması gereken yeri gösteriyorlar. Bir işçi karıncanın ne suç işlediğini anlayamadım ama sıradan çıkarıldı, jandarmalık görevini üstlenen iki karınca da, başından ve gövdesinin altından onu kestiler. Polisler iki işçi karıncayı durdurdular, işçiler yüklerini kenara bıraktılar, ayaklarıyla yerde açtıkları çukura öldürülen karıncanın başı gövdesinin üst ve alt parçaları kondu, üstü toprakla örtüldü. Güvercinler Adası Bu küçücük dünyaya bakmak ve askerleri izleyerek denetimlerini yuvanın girişine kadar sürdürüp sürdürmediklerini anlamak öylesine ilgimi uyandırmıştı ki, bir ses: — Kıpırdarsan kendini ölü bil. Dön geri! deyince şaşjrdım kaldım. Belden yukarısı çıplak, haki şortlu, ayağında bir çift kırmızı deri çizme bulunan bir adamdı bu. Elinde bir çifte tutuyordu. (Orta boylu ve tıknazdı, güneşte iyice yanmıştı. Başı çıplaktı, gözleri ve burnu koyu mavi, dövmeli bir maskeyle kaplıydı. Tam alnının ortasına da dövmeyle bir karafatma yapılmıştı. — Silâhlı mısın? — Hayır. — Yalnız mısın? — Hayır. — Kaç kişisiniz? — üç. — Beni arkadaşlarının yanına götür. — Götüremem, çünkü birinde tüfek var, niyetini öğrenmeden seni öldürmek istemem. — Öyle mi? Kımıldama yerinden ve alçak sesle konuş bakalım. Hastaneden kaçan üç mahkûm sizler misiniz? — Evet. — Kelebek hanginiz? — Benim — Eh öyleyse, kaçışınla köyde gerçek bir ihti- 90 lâl yaptığını herkese anlatabilirsin? Cezasını tamamlayıp, köyde yaşayan eski mahkûmlardan yarısı tutuklandı.» Yanıma yaklaştı, tüfeğinin namlusunu yere eğip elini uzattı ve: «Ben maskeli gezen Brötanyalı-yım, sana sözümü eden çıktı mı hiç? — Hayır ama, insan avcısı olmadığınız ortada. — Haklısın, «hokko» (*) yakalamak için buralara tuzak kurarım. Kaplan, tuzağa düşenlerden birini yemiş olacak, daha önce siz bulup mideye indirmediy-seniz tabiî. — Biz yedik. — Kahve içer misin? Sırtında taşıdığı çantada bir termos var, bana biraz kahve veriyor, kendi de içiyor. «Gel de dostlarımla tanış», diyorum ona. Geliyor, bizimle oturuyor. Tüfek numarasını anlayınca tatlı tatlı gülüyor. Bana: «Neden inandım biliyor musun? diyor. Herkes yanınıza tüfek aldığınıza inandığından hiç bir insan avcısı peşinize düşmek istemedi.» Yirmi yıldır Güyan'da yaşadığını söylüyor bize, kürek cehenneminden kurtulan da beş yıl olmuş. Kırk beş yaşında. Yüzüne döğmeyle böyle bir maske yaptırmak enayiliğini gösterdiğinden Fransa'daki hayat artık onu ilgilendirmiyor. Ormana bayılıyor ve ormanda geçinip gidiyor. Geçim kaynağı da yılan derisi, kaplan postu, kelebek kolleksiyonu. özellikle canlı «hokko» avı. Hani o yediğimiz kuş. Đki yüz elli franga satıyor tekini. Parasını vermeyi teklif ediyorum, kızıyor ve reddediyor. Đşte bize anlattıkları: «Bu yabanî kuş bir orman horozu. Tabiî hayatında ne tavuk görmüş, ne horoz, ne de insan. Bir tane yakaladım mı hemen köye götürüyor ve kümesi olan birine satıyorum. Kümesi olanlar «hokko» ararlar hep. Tamam mı. Hava kararırken hayvanı koyarsın kümesin içine. Sabah kapıyı açtın mı bakarsın en önde durmuş, sanki çıkan horozlarla tavukları sayıyor. Peşlerinden gidiyor, onlar gibi karnını doyururken sağına, soluna, yukarı, aşağı, çevresindeki sık ağaçlıklara bakıyor. Eşi bulunmaz bir çoban köpeği. Akşam (*) Hokko: Amerikan hindisi ya da kara hindi denilen bir çeşit Sri kuş. 91 yine geçiyor kapının kenarına, bir ya da iki tavuğun eksik geldiğini nasıl anlıyor bilinmez. Anılyor ama. Ve gidip onları buluyor. Đster horoz olsun, ister tavuk, saatinde kümese girmelerini sağlamak için hepsini gagalayarak içeri sokuyor. Fare, yılan, örümcek, kırkayak, çıyan gibi ne kadar zararlı hayvan varsa hepsini

Page Kelebek- Henri Charriere

öldürüyor. Havada bir yırtıcı kuş görmesin, hemen bütün hayvanları otların arasına gizleyip canavara karşı çıkıyor. Bir daha ayrılmıyor kümesten.» Bu olağanüstü kuşu, biz de adi bir horoz gibi yalayıp yutmuştuk. , Maske takan Brötanyalı, Jesus, Göbek ve otuz kadar eski mahkûmun Saint - Laurent jandarma nezarethanesine atıldığını anlatıyor. Kaçtığımız binanın çevresinde dolaşan biri olup olmadığı araştırılıyor. Arap da jandarma nezarethanesinin hücrelerinden birinde. Tecrit edilmiş, bizimle işbirliği yapmakla suçlanıyor. Başına vurduğumuz iki darbe fazla iz yapmamış, oysa aynasızların kellesinde şişler var. «Mahkûmları kaçırmakla uğraşmadığımı bildiklerinden bana ilişmediler hiç,» diyor Brötanyalı. Sonra da Jesus'ün, namussuzun teki olduğunu söylüyor. Teknenin sözünü ettiğimde bir göz atmak istiyor. Görür görmez de basıyor kalayı: — Yahu, bu herif sizi dosdoğru mezara gönde-recekmiş! Bu tekne, açık denizde bir saatten fazla gitmez, ilk şiddetli dalgada ikiye bölünüverir. Sakın bununla yola çıkmayın, intihar olur. — öyleyse ne yapalım? — Mangırın var mı? — Var. — Ne yapman gerektiğini sana söyleyeceğim. Daha da iyisi, sana yardım edeceğim. Bu yardımı hak ediyorsun! Sırf dostlarınla birlikte kurtulmanı sağlamak için yardım edeceğim hem. Ne pahasına olursa olsun, köye yaklaşmayacaksınız bir kere. iyi bir tekne bulmak için de Güvercinler Adasına gitmek zorundasınız. Bu adada aşağı yukarı iki yüz cüzzamlı yaşar. Orada gardiyan ya da musabbır gibi biri de yok, sağlıklı kişiler gitmez. Güvercinler Adasına, doktor bile hiç uğramaz. Her gün sabah sekizde bir tekne, yirmi dört saatlik yiyeceklerini getirir. Hasta- 92 nede çalışan hastabakıcı, adanın cüzzamlı iki hastabakıcısına bir sandık ilâç bırakır, bu cüzzamlı hastabakıcılar da rahatsızlanan olursa onlara bakar. Na gardiyan, ne insan avcısı, ne de papaz uğrar adaya. Cüzzamlılar, elleriyle yaptıkları ottan kulübelerde yaşarlar. Bir araya geldikleri kocaman bir de toplantı salonları vardır. Günlük yiyeceklerine renk katmalarını sağlayan ördek ve kaz gibi kümes hayvanları beslerler. Adanın dışında resmen bir şey çıkaramazlar, satamazlar ama Saint - Laurent, Saint - Jean ve Hollanda Güyan'mın Albina şehrindeki Çinlilerle el altından iş görür, kaçakçılık yaparlar. Hepsi de tehlikeli birer kaatildir. Birbirlerini öldürdükleri ender görülür, ama gizlice adadan çıktıklarından çeşitli suçlar işler, işlerini bitirince de adaya dönüp sinerler. Bu tür gezilere çıkmak için de, komşu köyde duran birkaç yelkenli tekneleri var. En büyük suç, tekne sahibi olmaktır. Aynasızlar, Güvercinler Adasına gelen ya da giden ufacık bir kayığa bile ateş açarlar. Bu nedenle de, cüzzamlılar, teknelerini taşla doldurup batırırlar. Tekneye ihtiyaç duyduklarında dibe dalıp taşları boşaltırlar, tekne de su yüzüne çıkar. Adada Fransa'nın her bölgesinden ve her ırktan insan vardır. Sonuç: Elindeki tekne ancak Maroni ırmağında yol almanı sağlar, o da, fazla yüklenmemek şartıyla! Denize açılmak için başka bir tekne edinmelisin, bu iş için de en iyisi Güvercinler Adasına gitmektir. — Nasıl gidebiliriz oraya? — Şöyle. Ada görünene kadar ben sana nehirde yol gösteririm. Tek başına bulamaz, yolunu şaşırırsın sen. Nehrin ağzı aşağı yukarı yüzelli kilometre geride, dolayısıyla da geriye doğru gitmemiz gerekecek. Ada, Saint - Lourent'dan da elli kilometre uzak. Seni mümkün olduğu kadar yakına getireceğim. Sonra yanımıza alacağımız bir yerli kayığına atlayıp geri dönerim, sen adada başının çaresine bakarsın. — Neden bizlerle birlikte adaya gelmiyorsun? — Hayatım, dedi Brötanyalı, cezaevi yönetmeliğinin teknesinin uğradığı iskeleye bir kere ayak bastım. Gündüz gözüyle gördüklerim bana yetti ve arttı bile. Kusura bakma dostum, hayatta bir daha bu adaya ayak basmam. Öte yandan onların yakınında dur- 93 ma*, cuzzamıııarıa KonuşmaK ve pazarlık etmek dayanabileceğim bir şey değil. Dolayısıyla sana faydadan çok zararım dokunur. — Ne zaman yola çıkıyoruz? — Hava kararırken. — Saat kaç Brötanyalı? — Üç. — Peki öyleyse, ben biraz uyuyacağım. — Hayır, neyin var neyin yoksa tekneye yüklemen ve düzene koyman gerekir. — Ne gereği var. Boş tekneyle gider, sonra döner burada mallarımıza bekçilik eden Clousiot'yu alırım. — Đmkânsız. Gündüz gözüyle bile olsa asla bulamazsın burayı, üstelik gündüz, nehirde görünme-melisin de. Henüz peşinizi bırakmadılar. Nehirde dolaşmak çok tehlikeli. Akşam oluyordu. Gitti kayığı getirdi, bizim teknenin arkasına bağladık. Clousiot, dümen yerine kullandığımız küreği kapan Brötanyalı'nın yanında, Ma-turette ortada, ben öndeyim. Güçlükle koydan çıkıyoruz, ırmağa vardığımızda karanlık iyiden iyiye çöküyor. Koyu kırmızı, koca bir güneş deniz yönünden

Page Kelebek- Henri Charriere
Besinci Bask: Nisan , Altnc Bask: Temmuz 9 Q-D Kapak: Kemal Kald, H. Bosch Dizgi: Gryay, Bask: Si Melek Site Matbaas, Cilt: Alibaba Ciltevi. E YAYINLARI, -2 s idare: Ankara Caddesi 13/2. Telefon: 26 , Datm: Narhbahe Sokak 19 Kat 3, Tel.: 27 87 20, Ksa Adres: Posta Kutusu 12 istanbul. Henri Charriere Kelebek roman trkesi aydil balta e yaynlar Temmuzunda, servetini sfra indiren byk yer sarsntsndan bir yl sonra, altms yaslarnda bir gen adam Alber-tine Sarrazin'den sz edildiini duymasa bu kitap yazlmyacakt. Sarrazin, tepeden trnaa slt, glmseme ve yreklilik dolu bir kara elmast. Bir yl iinde, ikisi cezaevi gnleriyle kaslarn anlatan kitap yazms; btn dnyaya n salmst. Altms yaslarndaki gen adamn ad ise Henri Charriere'di; ok uzaklardan geliyordu. Krekten, daha da

ak konusmak gerekirse, ylnda gnderildii Fransz Gnay'nn baskenti Cayenne'den. Evet, Charriere sabkalnn tekiydi ama islemedii bir cinayetten tr mebbet krek cezasna arptrlmst. Bir zamanlar evre de Papillon - Kelebek adyla anlan, Ardec-he'li bir retmen ailesinin ocuu olan ve ylnda doan Charriere simdi Venezuella'l. Venezella ulusu, baksn ve verdii sz, sabka kaytlarna stn tutmus ve krek cehenneminden kamak iin giristii on yllk mcadelenin gemisten ok bir gelecei ortaya koyduuna inanmst. ylnn Temmuz aynda Charriere Caracas'daki Fransz kitaplna urayp Albenine Sarrazin'in ASTRAGALE adl kitabn satn ald. Kitabn zerine geirilen ek kusakta Bin yazlyd. Charriere bunu okudu ve kendi kendine: Dyi be, dedi bu yavru krk bacayla zulal yerlere gizlenip kitap sat-tysa ben, otuz yllk servenlerimle katn satarm.

Charriere'inki mantkl bir muhakemeydi ama, ayn zamanda da ok tehlikeliydi. nk, Albertine'in basarsndan bu yana, yaynclarn masalar dznelerle cezaevi ansndan geilmiyordu, stelik hi birinin de baslma umudu yoktu. nk servenlerin, felketlerin, hakszln en asrs bile iyi bir kitap ortaya karmaya yetmiyordu. Bir de yazmay bilmek, okurun, yazarn yasad ve grdklerini grmesi, hissetmesi ve iten oradayms gibi iste Charriere, bu ynden talihli kt. Servenlerini yazmay bir kere bile dsnmemisti: O bir eylem, hayat, scaklk adamyl; kurnaz baksl, scack. Biraz hsrtl, gneylilere zg sesiyle saatlar boyu dinlenebilirdi. Evet dinlenebilirdi, nk Charriere esine raslanmyacak kadar gzel anlatyordu; btn iyi hikayeciler gibi. Ve mucize gereklesti: Her trl edeb iliski ve hrstan arnms (bana yazd mektupta syle diyordu: Servenlerimi size yolluyorum, meslekten birine yazdrrsnz.) yaztlar, dostlarna hikye anlatrms gibi. Charriere sanki karsnzda grlyor, hissediliyor, yasanyor ve bir sayfann sonunda

tuvalete gittiini yazmaktaysa (krek cehenneminde tuvalet, ok nemli ve saysz faydalar salayan bir yerdir) sayfay evirmek zorunda kalyorsunuz. Tuvalete giden o deil, sizsiniz. ASTRAGALE okuduktan gn sonra, bir solukta ilk defteri yazyor. Bunlar izgili okul defterleri. Kendi gznde, btn tekilerden ok daha byk nem tasyan bu yeni serveniyle de ilgili birka t alacak kadar duraladktan sonra, 68 yl basnda devamn yazmaya koyuluyor, iki ay iinde on defter doldurup isini bitiriyor. Tpk Albertine'inki gibi, onun romannn msveddelerini de, Eyll aynda posta bana ulastrd. Yaymc Jean-Jacques Pauvert ile birlikte Albertine'i ne kavusturmustuk. Charriere de kitabn bana emanet ediyordu. Anlarn henz kpkrmz iziyle yazlms, cosku dolu, deisik ve Fransz olmayan daktilolar tarafndan temize ekilen bu kitaba, pek dokunmadm desem yeridir. Yalnz noktalama isaretlerini yerli yerine koydum, anlaslmaz hale gelen baz Dspanyolca deyimleri attm; kulaktan kapma ya da drt dili, Caracas'da her gn konusmann verdii alskanlkla ortaya kan baz anlam karsklklarn ve devrik cmleleri dzelttim.

Geree uygunluuna gelince, buna her zaman kefilim. Charriere Paris'e iki kere geldi ve uzun uzun konustuk. Gnler ve geceler boyunca hem. Tabi, aradan otuz yl geince baz ayrntlar insann belleinden kaybolmus ya da deismis olabilir. Ayrntlardaki bu deisiklikler zerinde durulmayacak kadar nemsizdir. Ama Charriere'in, krek cehenneminin gelenek ve grenekleriyle dehseti konusunda hi bir abartmaya gitmediini anlamak iin Profesr Dev6ze'in CAYENNE (Juliard, coll. Archives, ) adl eserine basvurmak yeter de artar bile. Mahkmlarn ve cezaevi yneticilerinin tmnn adlarn deistirmeyi uygun bulduk. nk bu kitabn amac baz ki8 silere saldrmak deil, birtakm tipleri ve bir dnyay ortaya koymak. Tarihler iin de durum ayn: Bazlar doru, bazlar da olayn getii a iyi kt belirtmeye yaryor. Bu kadar da yeter zaten. nk Charriere bir tarih eseri yazmak istemedi, gn gnne, yasad gibi, tm katl ve inancyla capcanl bir gerei kda geirdi. Bu gerek bir toplumun sabkallara kars hakl olarak kendini korumasyla uygar bir

ulusa yarasmyacak kadar kt bask yntemleri arasnda lsz asrl kabul etmeyen adamn olaanst destandr. Metni ilk okuyup soluu kesilenlerden ve eski edebiyatla yenisi arasndaki iliskiyi anlatrken beeni nedenlerini belirten Jean - Francois Revel'e tesekkr etmek isterim. JEAN - PIERRE CASTELNAU. BDRDNCD DEFTER: DNSANI BOZULMAYA DTEN YOLLAR AIRCEZA MAHKEMESD SAMAR ylesine zorluydu ki, on yl sonra kendimi toplayabildim. Gerekten de, alslms samarlardan deildi, stelik bu samar atmak iin bir ka kisi birlesmisti. 26 ekim gnndeyiz. Bir yldr yattm Conciergerie cezaevinin hcresinden sabah sekizde karldm. Sinekkayd tras oldum, iki dirhem bir ekirdek giyindim, iyi bir terzinin elinden kma elbise bana zarif bir hava veriyor. Klma son katky da, beyaz bir gmlekle soluk mavi bir kravat yapyor. Yirmi besindeyim ama yirmi gsteriyorum. Centilmen d grnsmle biraz ksteklenmise benzeyen jandarmalar bana efendice davranyorlar. Kelepelerimi bile kardlar. Bes jandarmayla birlikte alt kisi,

plak bir odada iki sraya oturmusuz. Dsarda hava kapal. Karsmzda, mahkeme salonuna almas gereken bir kap var. Paris'in Seine Adliye Saraynda bulunuyoruz. Ksa sre sonra cinayetle sulanacam. Avukatm. Raymond Hubert, Size kars elle tutulur hi bir 13 delilleri yok; dedi, beraat edeceiz, buna gveniyorum. zellikle bu beraat edeceiz szne glmsyorum. Sanki sayn avukatm da sank olarak ar-ceza mahkemesinin karssna karlms, mahkmiyet karar verilirse benimle birlikte cezay ekecekmis gibi.

Bir mbasir kapy at; bizi ieri ard, ardna kadar ak iki kanadn arasnda drt jandarmayla evrelenmis, yanda onbas, koca salona giriyorum. Silleyi oturtmak iin her seyi kan krmzya boyamslar. Hallar, kocaman pencerelerdeki perdeleri, az sonra beni yarglayacak olan grevlilerin giysilerini bile. Baylar, Yarglar kurulu! Sadaki kapdan, pespese alt kisi kyor. Kafalarnda takkeleriyle baskan ve mahkemenin dier bes yesi. Ortadaki iskemlenin yanna vardnda baskan duruyor, yardmclar sana ve soluna geiyorlar. Herkesin ayakta durduu salonda etkileyici bir sessizlik var. Mahkeme heyeti ve onunla birlikte herkes yerine oturuyor. Tombul yanakl, elmack kemikleri kpkrmz baskan, en ufak bir duyguyu aa vurmadan, sert bir havayla gzlerimin iine bakyor. Ad Bevin, Sonradan, mahkemeyi byk bir tarafszlkla ynetecek, bu tutumuyla ekirdekten yetismis bir hukuk adam olarak, tanklar ve polislerin anlattklarna pek inanmadn gsterecek. Hayr, suratma inen samarda onun sorumluluu yok, yalnz bu tokad bana

sunmakla yetinecek. Bassavcnn ad Pradel, Baroya kaytl btn avukatlarn ok ekindii bir savc bu. Fransa ve anavatana bal denizasr lkeler cezaevlerinin, giyotine en ok adam gnderen kisisi olarak ok kt bir n yapms. Pradel, kamu temsilcisi, Resm sulayc, insanlkla uzak yakn ilgisi yok. Yasay, Teraziyi temsil ediyor, Teraziyi diledii gibi kullanan. Terazinin kendine doru eilmesi iin de elinden geleni yapan bir adam. Gzleri akbabalarnki gibi, gzkapaklarn hafife ksp bakslarn ayrmadan bana tepeden bakyor. Bu tepeden bakma nce, onu benden daha yksee otur14 tan krssnden, sonra da byk bir kstahlkla tasd en az bir metre seksen boyundan geliyor. Kzl pelerinini karmyor, takkesini nne koyuyor. Krek gibi koca koca ellerine dayanyor. Bir altn halka evli olduunu gsteriyor, kk parmanda da, yzk niyetine iyice parlatlms bir mh var. Duruma hakim olabilmek iin, hafife bana doru eiliyor. Aslanm, elimden kurtulacan sanyorsan yanliyorsun, der gibi. Ellerimin birer kartal penesi olduu anlaslmyor ama seni paralayacak trnaklarm

ruhumun iindeki yerlerine iyice yerlestiler. Btn avukatlar benden ekiniyorsa, hukuk adamlar arasnda da ok tehlikeli bir bassavc olarak n yapmssam, bunun nedeni avm elimden hi karmay-smdr. Senin sulu ya da susuz olman bana vz gelir, yalnz sana kars olan ne varsa, Montmartre'da srdn serseri hayat, polisin salad tanklar, polis memurlarnn szleri, hepsinden yararlanmalym. Sorgu yargcnn bir araya getirdii bu iren birikimle, jri yeleri tarafndan toplum dsna itilmen iin seni yeterince tiksindirici gsterebilmeliyim. Ds grmyorsam, onu gerekten btn aklyla duyar gibiyim. "Dnsan yiyen bu adam beni ok etkiliyor. Brak kendini sank, hele kendini hi savunmaya kalkma: Seni, "rmslk yoluna" sokacam. Jri yelerine gvenmediini umarm. Hi hayale kaplma. Bu on iki kisi, hayatla ilgili hi bir sey bilmez. Karsnda oturan su adamlara bak. Uzak bir tasra sehrinden Paris'e getirilen su on iki aay iyi gryor musun? Hepsi de kk burjuva, tccar, emekli. Onlar teker teker izmenin gerei yok. Yirmi bes yasn je Montmartre'da srdn hayat anlayacaklarn sanacak kadar, safdil deilsin ya? Onlarn gznde

Pigalle ve Blanche Alan cehennemin ta kendisi, gece yasayan btn insanlar da toplum dsmanlar. Seine Arceza Mahkemesinde jri yeliine seilmekle ok gururlanyorlar. stelik, emin ol ki, hepsi de dar kafal birer kk burjuva olmann acsn ekiyor. 15 Ve sen, gen yakskl karslarna kyorsun. Seni, Montmartre gecelerinin Don Juan' olarak izmekte en ufak saknca greceime inanmazsn ya? Bylece, baslangta jri yelerini sana dsman funduszeue.info iyi giyimlisin, yoksul giysiler iinde mahkemeye gelmeliydin, iste bu noktada bir taktik hatas yaptn. Skln kskandklarn da grmyor musun? Ellerine geeni srtlarna geirmisler, dsnde bile terziye elbise diktirdiini gren yok ilerinde. Saat on, mahkemenin baslamasna hazrz. Karsmda alt hukuk adam var, ilerinde bassavc da, seytanca iktidarn, zeksn, on iki kisilik jri yelerini, daha baslangta sulu olduuma, krein ya da giyotinin gnn karar olabileceine inandrmakta kullanacak. Kadn satan birinin, Montmarte evresi hakknda polise bilgi veren bir gammazn ldrlmesi suuyla

yarglanacam. Ellerinde en ufak bir delil yok ama su isleyeni her yakalaysta srmalarna srma katan aynaszlar, cinayeti benim islediimi syleyecekler. Delil yokluunda da, kuskuya yer brakmyacak kadar gizli bilgiler edindiklerini savunacaklar. Polein adnda, Orfevres rhtmnn 36 numarasnda hazrladklar bir tank, bir plk, iddia makamnn en etkin adam olacak, durmadan yalan sylediinde direttiimden, baska bir ara, byk bir tarafszlkla bana soracak : Bu tann yalanc olduunu sylyorsunuz. Peki. Ama neden yalan sylesin? Sayn Baskan, tutuklanmamdan bu yana geceleri gzme uyku girmiyorsa, bunun nedeni Yavsak Roland' ldrms olmam deil. Bu isi ben yapmadm nk. Benim de renmeye alstm sey sizinkinin ayn, yani bu tan snrsz sekilde stme yklemeye ve iddia makam gszlestike, onu glendirecek yeni

unsurlar salamaya iten nedenleri bilmek. Dsndm, tasndm ve su sonuca vardm Sayn Baskan : Polisler, onu byk bir su islerken yakalayp kendisiyle pazarla oturdular. Sen Kelebek denen herifin hesabn gr, biz de bu isi unutalm, dediler. Szlerinin geree ne denli uygun olduunu, o sra kestiremiyordum. Namuslu ve sabkasz biri ola16 raK tantlan Poien, birka yl sonra tutuklanarak kokain kaaklndan hkm giyecekti. Avukatm beni savunmaya alsyordu ama bassavcnn hakkndan gelecek yetenekte deildi. Yalnz Avukat Bouffay, duyduu iten nefretle ksa bir sre bassavcy g duruma soktu. Ne yazk ki bu da fazla srmedi ve Pradel'in ustal, bu delloyu da zaferle kapanmasn salad. Bu etkileyici kisinin esit ve birer yardmc gibi davrand jri yeleri gururdan sisiniyor, Pradel de onlar durmadan pohpohlu-yordu. Gecenin on birinde, satran partisi sona ermisti. Beni savunanlar mat olmuslard. Susuz olan ben mahkm edilmistim.

Bassavc Pradel tarafndan temsil edilen Fransz toplumu, yirmi bes yasndaki bir genci hayatn dsna itiyordu. Fiyatta indirim yaptklar da yoktu ha! Zengin yemek, Baskan Bevin'in renksiz sesiyle nme konuyordu. Sank, ayaa kalk! Kalktm, salonda byk bir sessizlik hkm sryordu, soluklar kesilmisti, yreim, her zamankinden biraz daha hzl atyordu. Jri yelerinden bazlar bana bakyor, bazlar da baslarn nlerine eiyorlard. Utan iindeydiler sanki. Sank, jri yeleri, bir tanesinin dsnda geri kalan sorularn hepsine evet cevabn verdiler. Evet diye cevaplandrmadklar tek soru, cinayeti kastl olarak islemis olmanz. Bu nedenle, mebbet krek cezasna arptrldnz. Syleyecek bir seyiniz var m? Klm kprdamad, durusum her zamanki gibi, dayandm blmenin tahtasn biraz daha fazla skyorum yalnz. Sayn Baskan, evet syleyecek seyim var. Gerekten susuzum ve polis tarafndan evrilen bir dolabn kurbanym.

Dyi giyimli kadnlarn, arceza mahkemesinin nde gelen konuklarnn ksesinden kulama bir mrlt geliyor. Sesimi ykseltmeden sunlar sylyorum : Siz, sala zararl heyecanlar tatmak iin buraya gelen cicili bicili hanmlar, susun. Gldr soketebtk 17/2 na era. Bir cinayet, polisiniz ve adaletiniz tarafndan mutlu sona baland. Memnun olmanz gerekir! Jandarmalar, dedi Baskan, gtrn. Kapdan kmadan haykran sesi duydum : zlme adamm, gelir seni orada bulurum! Bu ses, tm sevgisini haykran yiit Nenette'imin sesi. Salonda bulunan dostlar alkslyorlar. Hepsi cinayet konusunda gerei biliyor ve polisle pazarla oturup kimseyi ele vermediimden benimle ndklerini gsteriyorlar. Mahkeme ncesi oturduumuz kk odaya dndmzde jandarmalar kelepeleri geiriyorlar, ilerinden biri, ksa bir zincirle, sa bileimi sol bileine balyor. Tek kelime yok. Sigara istiyorum. Onbas bir sigara uzatp yakyor. Sigaray dudaklarma her gtrs ve ekisimde, onbas, hareketimi kolaylastrmak iin kolunu kaldrp indirmek zorunda. Ayakta, sigarann asa yukar drtte n iiyorum. Kimsenin azn at yok. Onbasya dnp: Hadi bakalm, yolcu yolunda gerek, diyen ben oluyorum.

Bir dzne kadar jandarmann esliinde merdivenleri inip Adliye Saraynn i avlusuna varyoruz. Bizi bekleyen cezaevi arabas orada. Arabann iinde on kadar sra var, bu sralara oturmak mmkn. Onbas Conciergerie cezaevine, diyor. Conciergerie Cezaevi Kralie Marie-Antoinette'in lmeden hemen nce kald satoya vardmzda jandarmalar beni basgardiyana teslim ediyorlar. O da zimmet makbuzunu imzalayp beni teslim alyor. Jandarmalar bir sey sylemeden uzaklasyorlar, yalnz sasrtc bir sey oluyor, onbas kelepeli ellerimi skyor. Basgardiyan soruyor bana: Ka yl verdiler? Mebbet. Yok canm? Jandarmalara bakyor ve szlerimin doru olduunu anlyor. Basndan nice olay geen, durumunu ok iyi bilen bu ellilik zindanc, yine de benim iin su iyi szleri sylemekten kendini alamyor : 18 Vay namussuz herifler! ldrms hepsi! Tatllkla kelepelerimi karyor. Duvarlar ses geirmeyen idam mahkmlarna, delilere, ok tehlikeli tutuklulara ya da mebbetlere ayrlan hcreye

kadar gtrmek dostluunu gsteriyor. Kapy stme kilitlerken : Dayan Kelebek, diyor. Bir takm esyalar yanna alacak, eski hcrende yediin yemekleri burada da yiyebileceksin. Dayan!

Saol baba. Dnan bana, cesaretim byk ve mebbetliimin grtlaklarnda kalacan umuyorum. Birka dakika sonra kapm tkrdyor. Ne var? Bir ses bana cevap veriyor: Hi benim ben, kapna bir levha asyorum. Niin? Ne yazl o levhada? Mebbet krek. ok dikkat edilmeli. Kendi kendime dsnyorum : Bunlar gerekten oynatms. Yoksa tepeme inen n beni, intihara srkleyecek kadar sasrttn m sanyorlar? Yrekliyim, yrekli olacam. Her seyle, herkesle mcadele edeceim. Yarndan tezi yok, ise koyulacam. Sabah kahvemi ierken, kendi kendime sordum : Cezay temyiz edecek miyim? Neden? Baska bir mahkeme karssnda talihim dnebilir mi acaba? Bunun iin yitirilecek zaman ne olacak? Bir yl, belki on sekiz ay Niin : Mebbetlik yerine yirmi yl iin mi? Kamaya ok kararl olduumdan cezann yksekliini hi nemsemiyor ve bir mahkmun Arce-za Mahkemesi Baskanna sorduu soruyu hatrlyorum : Sayn baym, Fransa'da mebbet krek ka yl sryor acaba?

Hcremde dolanp duruyorum. Avutmak iin bir telgraf karma, bir telgraf da beni, herkese kars tek basna korumaya alsan kzkardesime yolluyorum. Her sey bitti, perde kapand. Yaknlarm her halde benden ok ac ekiyorlar, zavall babam, o tasra sehrinde, ba kadar ar bir yk tasmann acsn duyuyor. Irkiliyorum : Dyi ama ben susuzum yahu! Susuzum, ama kimin gznde? Evet, kimin gznde susuzum ben? Kendi kendime : Sakn susuz olduunu 19 anlatmaya kalkaym deme, diyorum, seninle ok dalga geerler sonra. Dmbn teki iin mebbet yemek ve stelik onu bir baskasnn temizlediini sylemek fazla grgr olur. En iyisi, eneni tutman. Tutukluluum srasnda, gerek emniyette gerekse Conciergeire cezaevinde bu kadar ar bir cezaya arptrlacam dsnmediim iin, insan bozulmaya, rtmeye iten yollar zerinde pek kafa patlatmamstm. iyi. Yaplacak ilk is, cezaevinde bulunan ve gelecekte benimle birlikte kamay kabul edebilecek adamlarla iliski kurmak. Bir Marsilyal olan Dega'y setim. Berberde onu nasl grebilirdim acaba? Her gn trasa geliyordu. Ben de

berbere gitmek istediimi bildirdim. Gerekten de, oraya vardmda, yz duvara dnk Dega'y grdm. Bekleme sresini uzatmak iin, aktrmadan srasn baskasna verirken grdm hem. Mahkmlardan birini iterek hemen yanna getim. abucak : Ne var ne yok Dega? diye sordum. isler yolunda Kelebek. On bes yl yedik, ya sen? Basna esasl is atklarn duydum. yle mebbetlik olduk. Karar temyiz edecek misin? Hayr. Asl gereken iyi tknp beden eitimi yapmak. Gcn yitirme Dega, salam kaslara mutlakajhtiyacmz olacak. Ykl msn? Yklym, Sterlin olarak bir onluum var (*) Ya sen? Tek kapiim yok. Benden sana bir t: Ykn almaya bak. Avukatn Hubert mi? Hyarn teki, sana tp mp getiremez. Dolu bir tple karn Dante'ye yolla, tp Zengin Dominik'e versin, eline varacaktr. Sssst, herif bize bakyor. Ne o, frsattan faydalanp lk lk ediyorsunuz demek?

nemli deil, dedi Dega. Hasta olduunu sylyor da. () nin Frank', de de frank ( T.L.) saylabilir. 20 Nesi vary Agrcezadan verdikleri midesine mi oturmus? Sisko gardiyan bir kahkaha atverdi. Hayat bu iste. rmeye, bozulmaya giden yirmi bes yasndaki bir ocukla alay edip kahkahalarla glnyordu. Tp elime vard. Alminyumdan ve prl prl bir tpt bu, tam ortasndan alyordu. Dice gemis iki blmesi vard, iine, gcr gcr bes bin alt yz frank konmustu. Verdiklerinde, bas parmak kalnlnda ve alt santim uzunluundaki tp ptm; evet, kma sokmadan nce ptm. Gden barsanda yol almas iin derin bir soluk aldm. Barsak benim kasam. rlplak soyabilir, bacaklarm ayrabilir, ksrtebilir, iki bklm yapabilirler ama iimde bir sey olup olmadn anlayamazlar. Kaln barsakta tpm iyice ykseldi. Benden bir para oldu artk, iimde tasdm o tp hayatm, kurtulusum intikam yolu. nk c almay gerekten dsnyorum! Hatta, intikamdan baska sey dsnmediimi de syleyebilirim.

Dsarda hava karanlk. Hcremde tek basma-ym. Tavandaki koca ampul, kapdaki kck delikten ieri bakan gardiyann beni grmesini salyor. Bu gl sk gzlerimi kamastryor. Mendilimi katlayp gzlerimin stne koyuyorum, nk sk gzlerimi gerekten yaralyor. Maden bir yatak zerine konmus siltede yatyorum, yastm yok, korkun mahkemenin btn ayrntlar gzlerimin nne geliyor.

Bu arada, uzun hikyemin sonraki blmlerinin, mcadelemde beni ayakta tutan temellerin anlaslabilmesi iin biraz lf uzatmam ve canl canl gmldm ilk gnlerde aklma ve gzlerimin nne gelenleri uzun uzadya sylemem gerekiyor. Katmda basmn aresine nasl bakacam? Simdi ii para dolu tp de ele geirdiimden, kaacamdan bir an bile sphem yok. ilk yapacam is mmkn olduu kadar ksa srede Paris'e dnmek. Sonra da Polein denen yalanc tan, ardndan olayn baslca sorumlusunu gebertmek. Ama iki sorumluyu gebertmek yeterli deil, ldrmem gereken olayn tm sorumlular. Hi olmazsa mmkn olduu kadar ok sayda sorumlu. Bi21 .. ^ ur^^^.y . ris. Bir sanda mmkn olduu kadar ok patlayc madde koyacam. Ne kadar bulacam bilemem : On, on bes, belki de yirmi kilo. ok adam ldrmek iin ne kadar patlayc madde gerektiini de arastracam. Dinamit mi? Hayr, daha baska bir sey. Neden nitrogliserin olmasn? En iyisi, bu isi bilenlere dansmak.

Ama aynaszlar bana gvenebilirler, yeterince, hepsini uuracak kadar patlayc koyacam. Gzlerim hep kapal, rahat ettirmek iin de mendilim zerlerinde. Zararsz grnsl, ama patlayc madde dolu sand ve sand patlatacak olan iyice ayarl saati gzmn nne getirebiliyorum. Dikkat, sandn saat tam sabahn onunda, Orfevres rhtm 36 numarann birinci katndaki cinayet masas salonunda patlamas gerekiyor. O saatte, emir almak ve sylenenleri dinlemek zere, salonda en az yz elli aynasz toplanr. Ka basamak kmak gerekiyordu? Yanlmamalym. Sandn sokaktan patlamas gereken yere kadar gelisini ok iyi, saniyesi saniyesine ayarlamak gerekli. Sand kim tasyacak? Bu isi de ben zerime alacam. Taksiyle Emniyet Mdrlnn nne gelecek ve nbet tutan iki aynasza, sert bir sesle : Su sand toplant salonuna karn, arkanzdan geliyorum, diyeceim. Komiser Dupont'a, sand, bas mfettis Dubois'nin yolladn bildirin, benim de gelmek zere olduumu syleyin. Dyi ama dediimi yapacaklar m? Ya bu enayi yn iinde en zekilerinden iki polise raslarsam? O zaman abalarm bosa gitti demektir. Baska bir sey bulmalym.

Aryor, durmadan yeni bir sey aryorum. Yzde yz gvenebileceim bir areyi kafamdan bulup karacama da inanyordum. Biraz su imek iin yerimden kalktm. Bu kadar uzun sre dsnmekten basm armaya baslamst. Bu kez, mendille gzlerimi kapatmadan uzandm, dakikalar ar ar akp gidiyordu. Ya bu sk, bu sk, hey Ulu Tanrm! Mendili slatp yeniden gzlerimin stne koydum. Serin su iyi geliyor, suyun ar22 lyla mendil gzkapaklarma daha iyi yapsyordu. Bundan byle, hep ayn seyi yapacam. Gelecekteki intikamm hazrladm bu uzun sa-atlar o kadar acl ki, tasarm uygulamaya baslamsm gibi geliyordu. Her gece ve gnn bir blmnde, sanki cezaevinden kap kurtulmusum gibi, Paris sokaklarnda geziniyordum. Emindim, kaacak ve dnecektim Paris'e. Tabi, yapacam ilk is Rolein'in, ardndan da aynaszlarn hesabn grmekti. Ya jri yeleri, o deyyus alay rahat yasamaya devam edecek miydi? Evine dnms olmalyd moruk alay, hem de grevlerini yapms olmann verdii byk gnl rahatlyla, nemli biri olduklarna inanms, kenr dilerini bekleyen taras taras sal karlarna ve komsularna sisinmek ve iyice tknmak zere dnyorlard evlerine.

Peki, jri yelerine ne yapacaktm? Hii, Heriflerin hepsi de zavall. Yarg olmak iin hazrlanmamslar bile. Jri yesi bir emekli jandarma ya da gmrk memuruysa jandarma ya da gmrk gibi davranr. Styse de, sradan bir herif gibi. On ikisini de tavlamakta en ufak bir glk ekmeyen bassavcnn grsn kr krne izlediler. Gerekten sorumluluklar yok onlarn. Bu konudaki yarglama sona erdi ve karar verildi : Jri yelerine hi bir ktlk yapmyacam. Yllar nce gerekten kafam kurcalayan, olanca yorgunluu ve korkun aklyla hatrladm bu dsnceleri yazarken, bir hcreye atlan gen adam, mahkm edildii mutlak sessizlik ve yalnzlk lgnla dnsmeden nce ne denli bir hayal yasantya srkleyebilir, hatrlyorum, ylesine youn, ylesine canl bir yasant ki, insan kelimenin tam anlamyla ikilesiyor. Uuyor ve diledii yerde geziniyor. Evi, babas, anas, ailesi, ocukluu, hayatnn esitli dnemleri yeniden yasanyor. Ve sonra, zellikle dsnce zenginliinin uydurduu seyler ylesine inanlmayacak kadar canl bir yaratcln rn ki, bu akl almaz ikilesmede btn dslediklerini gerekten yasad inancna varyor. Aradan otuz alt yl geti, hayatmn o anlarnda

23 dsndklerimi dile getiren kalemim, belleimi hi zorlamadan ilerliyor. Hayr, jri yelerine ktlm dokunmayacak. Ya bassacv? Ha, onu karmamak gerek. Hem bassavc iin, Aleksandre Dumas tarafndan verilen, hazr bir reetem var. Tpk Monte Kristo daki gibi yapmak, hcreye konup alktan lmeye terkedilen adamla el ele verip harekete gemek.

Evet, bassavc gerekten sorumlu. Kzl giysili o akbaba, kendisini en korkun sekilde ldrebilmemi gerektirecek kadar ok ktlk yapt. Evet, buldum, Polein ve aynaszlardan sonra, zellikle o yrtc kusun icabna bakacam. Bir ev kiralayacam. Evin, kaln duvarl ve salam kapl bir mahzeni olmal. Kap yeterince kaln deilse, silte ve ktkla destekle^ yip ses geirmez hale getireceim. Evi kiraladm, bassavcnn yerini bulup karacam onu. Daha nce duvara halkalar mhlyacamdan eve getirir getirmez zincire vuracam. Ondan sonra da gel keyfim qel! Tam karssndaym, kapal gzkapakiarmn ardndan onu akl almaz biimde ve belirginlikle gryorum. Evet, mahkemede bana bakt gibi bakyorum bassavcya. Grnt ylesine ak ve ortada ki, soluunun scakln yzmde duyuyorum. ok yakndaym nk, yz yzeyiz, neredeyse birbirimize dokunacak gibiyiz. Atmaca gzleri, zerine tuttuum bir fenerin syla kamasms, lgna dnms. Kpkrmz yznden koca

koca ter damlalar akyor. Evet, ona sorduum sorular, verdii cevaplar duyuyorum. O an, byk bir siddetle yasyorum. Alak, tandn m beni? Benim ben, byk bir keyifle mebbetlie gnderdiin Kelebek, stn eitimden gemis bir adam olmak iin bunca yl alsp gecelerini Roma hukuku ve dier hukuk kitaplar zerinde geirmeye deer miydi sanyorsun? Ltince ve Yunanca renmeye, genliinin en gzel yllarn iyi bir hatip olma urunda harcamaya deer miydi? Gele gele nereye geldin namussuz herif? Yeni ve iyi bir toplumsal yasa yaratmaya m? Kalabalklar, barsn dnyann en iyi seyi olduuna inandr24 maya m? Essiz bir din felsefesi ortaya atmaya m? Ya da stn niversite eitiminle, baskalarn doru yola sokup ktlk yapmaktan vazgemelerini salamaya m? Sylesene, bilgini insanlar kurtarmak iin mi kullandn, yoksa bomak iin mi? Bunlarn hi biri iin deil, seni harekete getiren bir tek eilim var? Ykselmek, durmadan ykselmek eilimi, iren mesleinin esitli basamaklarn kmak eilimi. Senin gznde en byk zafer, krek

cehennemine herkesten ok adam yollamak, cellda ve giyotine hi durmadan kurban salamak. Deibler (*) biraz minet duygusu tassa, sana her yln sonunda en iyi sampanyadan bir kasa gndermelidir. Domuz olu domuz, bu yl fazladan bes, alt kelle uurduysa senin sayende deil mi? Her sey bir yana, duvardaki halkalara sk sk zincirlenmis olarak seni ben elde tutuyorum. Glmseyisin gzlerimin nnde, evet, iddianamenin ardndan mahkmiyet kararm okunduunda takndn zafer kazanms komutan edasn gryorum. Dn gibi geliyor bana, oysa aradan yllar geti. Ka yl? Yirmi mi? Otuz mu? Ne oluyor bana byle? Neden on yl? Neden yirmi yl? imdikle bir yerini Kelebek, glsn, gensin, karnnda bes bin alt yz frank var. iki yl, evet mebbet hapsin iki yln yatacaksn, fazla deil. Yemin ediyorum kendi kendime. Hadi, hadi? Palavrac oluyorsun Kelebek! Bu hcre, bu sessizlik seni lgna srklyor. Sigaram da kalmad. Sonuncuyu dn itim. Yryeceim. Her sey bir yana, ne gzlerimi kapamaya ihtiyacm var, ne de olup bitenleri grebilmek iin gzlerime mendil rtmeye. Tamam iste, yerimden kalkyorum. Hcremin

uzunluu drt metre, yani kapdan duvara drt ufak adm. Ellerim arkamda, yrmeye koyuluyorum. Ve baslyorum yeniden konusmaya : Peki. Dediim gibi, zafer kazanms komutan glsn gryorum. Ama bu gls, ac bir srtmaya evireceim! stelik senin, benden stn bir yann var: Ben baramyorum, sen barabilirsin. Bar, bar, dilediin gibi elinden geldii kadar yk(*) Deibler: lerin ok nl celld. 25 sek sesle bar. Sana ne mi yapacam? Dumas'n reetesi ne mi? Seni alktan m ldreceim? Yok, bylesi sana ok hafif gelir. nce gzlerini oyacam. Ne? Yine zafer kazanms havalara m brnyorsun, gzlerini oyarsam hi olmazsa beni grememek stnln salayacan, te yandan da aclarn gzbebeklerinden okuma zevkinden yoksun kalacam m sanyorsun? Haklsn, gzlerini oymamalym, hi olmazsa ilk azda oymamalym.. Gz oyma isi daha sonraya braklmal. Dilini koparacam dilini, o korkun, bak gibi keskin! Hayr, hayr, bak gibi deil ustura gibi keskin dilini! Basarl meslek hayatn uruna orospulas-ms dilini. Karna, ocuklarna, metresine tatl szler de

syleyebilen dilini. Metresin olabilir mi? Senin bir dostun olur ancak. Pasif, iktidarsz bir cinsel sapktan baska sey olamazsn ki. Gerekten de, dilini koparmakla ise baslamalym, nk, beyninden sonra gelen cellt o. Basaryla kullandn dilin sayesinde, jriyi, sorulan sorulara evet cevabn vermeye kandrdn. O dille, aynaszlar salkl, kendilerini grevlerine adams kisiler olarak ortaya koydun; o dil sayesinde, tann uydurma hikyesi ayakta kalabildi. Yine o dil yznden, on iki jri yesinin gzne Paris'in en tehlikeli adam olarak grndm. O dzenbaz, o usta, o inandrc, olaylar ve her seyi deistirmeye alskn dilin olmasa, Blanche alanndaki Grand Cafe'nin taraasnda oturmus kmldama gerei bile duymuyordum simdi. Dolaysiyle, dilini koparmaya kararlym. Ama neyle koparmal? Yryor, yryorum, basm dnyor ama hep onunla yzyzeyim derken, birdenbire sk snyor ve clz bir gn s, penceredeki tahtann aralklarndan ieri szlebiliyor.

Nasl? Sabah oldu mu? Geceyi intikam almakla m geirdim? Ne gzel saatlerdi ama onlar? Bu uzun gece, ne kadar da ksa geldi bana! Yatama oturmus dinliyorum. t yok. Mutlak bir sessizlik. Zaman zaman kapmda hafif bir tk. Grlt yapmamak iin ayana terlik geirmis, ufak kapa iterek grnmeden beni seyretmesini sala26 yan delie gzn uyduran gardiyan bu. Fransz Cumhuriyetinin dsnp tasnp bulduu mekanizma, ikinci asamasnda. ok da iyi alsyor, nk ilk asamada basna dert aabilecek bir adam ortadan yok etti. Ama bu karar da yetmiyor. A-damn hemen lmemesi, bir intiharla elinden kurtul-mamas gerek. Ona ihtiya var! Mahkmlar olmasa, Cezaevleri Genel Mdrl ne is yapacak? Olur is mi? Dolaysyla, herifi gzden karmayalm. Baska memurlarn yasamasn salayan krek cehennemine ulasmas gerek. Yeniden duyulan tk beni gldryor. Meraklanma saloz, elinden kamyacam. Hi olmazsa sandn gibi, intiharla kamyacam.

Bir tek isteim var, mmkn olduu kadar salam yasamaya devam etmek ve Tanr'nn da yardmyla beni gndermek hyarlnda bulunduunuz Fransz Gyan'na varabilmek. Her an kapmdaki deliin kapan tkrdatan benim yasl gardiyanm, meslekdaslarnn st ocuu olmadklarn biliyorum. Krek cehennemindeki gardiyanlarn yannda sen, iyi bir aile babas kalrsn. Bunu uzun zamandan beri biliyorum, nk krek cehenneminin yaratcs Napolyon, Bu haydutlarn basna kimi dikeceksiniz? sorusuna : Onlardan daha haydut olanlar! cevabn vermis. Sonralar, krek cehenneminin yaratcs Napolyon'un yalan sylemediini grdm. Takur tukur, kapmn tam ortasnda, yirmi santim boyunda ve yirmi santim enindeki delik ald. Kahveyle yedi yz elli gram arlnda bir ekmek uzattlar. Mahkm olduumdan lokantaya gitme hakkm yok, ama parasn vererek sigara ve basit bir kantinden birka para yiyecek alabilirim. Bir ka gn daha gesin, hi bir sey kalmyacak. Conciergerie kalebentliine giris, baska bir sey deil. Paketi frank olan bir Lucky

Strike sigarasn keyifle tttryorum. Dki paket satn aldm, zerimde bulunabilecek btn paray harcyorum, nasl olsa mahkeme masraflarn detmek iin alacaklar hepsini. Ekmein iinde bulduum bir pusulada Dega, temizlenme yerine gitmemi sylyor: Bir kibrit ku27 tusu iinde tane bit var. Kibritleri karyor, bitleri buluyorum! de sisko, salkl. Bunun ne anlama geldiinden haberim var. Bitleri gardiyana gstereceim, ertesi gn siltem dahil, neyim var neyim yoksa toparlayp beni buhar odasna sokacaklar. Bizim dsmzdaki btn asalaklar ldrmek amacyla. Gerekten de, Dega'y ertesi sabah buhar odasnda buluyorum. Orada gardiyan da yok. Yalnzz. Saol Dega. Sayende tp elime vard. Rahatsz etmiyor ya? Hayr. Tuvalete her gidisinde, yerine yerlestirmeden nce iyice yka. Olur, Su geirmediini sanyorum, nk iyice katlanarak iine konan paralar sapasalam. Oysa tp, yedi gnden beri iimde. Salam olduu anlaslyor. Ne yapmay dsnyorsun Dega?

Deli numaras yapacam. Kree yollanmak istemiyorum. Burada, Fransa'da, belki sekiz, on ylla paay kurtarrm. Bir takm iliskilerim var, cezamn en az bes ylnn baslanabileceim sanyorum. Yasn ka? Krk iki. ldrdn m sen? Onbes yln onunu yattn m lesin kacak dsar. Kree gitmekten korkuyor musun yoksa? Evet, krekten korkuyorum, bunu sana sylemekten utandm da yok. Biliyor musun, Gyan korkun bir yerdir. Her yl mevcudun yzde sekseni yok olur. Yeni bir kafile eskisinin yerini alr, her kafiledeki mahkm says da bin sekiz yzle iki bin funduszeue.info yakalanmazsan hi affetmeyen sar' hummaya tutulursun. Btn bunlardan paan kurtarsan, kndaki para dolu tp almak iin gebertirler, ya da kamaya alsrken ldrlrsn, inan bana Kelebek, cesaretini krmak iin sylemiyorum ama, bes il yedi yllk kk cezalar ektikten sonra Fransa'ya dnen krek mahkmlarn tandm, bunun ne olduunu biliyorum. Hepsi gerek birer paavrayd. Yln dokuz ayn hastanede geirirler, krek

cehenneminden kamann da, pek ok kisinin sand ka28 dar kolay bir is olmadn hep anlatrlar. Sana inanyorum Dega, ama kendime de gvenim var. Orada uzun sre kalmyacamdan eminim. Denizciyim ben, denizi iyi bilirim, tymekte fazla gecikmiyeceimi greceksin. Ya sen, on yl kalebentlie katlanabileceim mi sanyorsun? Bes yln sildiler diyelim, o da salam deil ya, dayanabileceinden, mutlaka bir yalnzlk iinde ldrmadan durabileceinden emin misin? Ben, kitapsz, dsar kmadan,

kimseyle konusmadan yirmi drt saati altms dakikayla deil alt yz dakikayla arpmalsm. Yine de ok uzanda kalrsn gerein. Mmkndr. Ama sen gensin, ben krk iki yasndaym. Dinle Dega, sen neden ekmiyorsun? Dier krek mahkmlarndan m yoksa? Akas evet Kelebek. Herkes milyoner olduumu biliyor, bunu bildikten sonra, iimde elli ya da yz bin papel tasdm sanarak ldrmeleri isten deil. Dinle, seninle bir anlasma yapalm m? Sen lgnlk yapmyacana sz ver, ben de her zaman yannda olacama sz veriyorum. Birbirimize omuz veririz. Hem glym, hem de eliabuk. ok gen yasta kavga etmeyi rendim, iyi de bak kullanrm. Dolaysyla, mahkmlar ynnden iin rahat etsin : Sayg grmekten te, ekinecekler bizden. Kamaya gelince, kimseye ihtiya yok. Senin de mangrn var, benim de, pusulaya bakmay ve ak denizde yelken kullanmay bilirim. Daha ne istiyorsun. Dikkatle gzlerimin iine bakt. Kucaklastk ve pstk. Anlasma imzalanmst.

Az sonra kap ald. O dengiyle kendi yoluna gitti, ben de kendi yoluma. Birbirimizden pek uzak deildik, ara sra berberde, doktorda ya da pazar gnleri kilisede grsebilirdik. Dega, sahte Mill Savunma tahvilleri isinde yakay ele verdi. Kalpazann teki, bu tahvilleri akl almak mkemmellikle hazrlamst franklk tahvillerin yazsn ustalkla siliyor, stne, yine farkedilmeyecek mkemmellikte frank yazyordu. Kt ayn olduundan, bankalar ve tccarlar, bu tahvil29 leri byk bir gvenle alyorlard. Bu is yllardan beri devam ediyor ve mal polis nereye basvuracan bilmiyordu. ,O ara, Brioulet adl biri su st yakaland. Louis Dega ise, rahat rahat gneydeki evre nin nde gelen kisilerinin topland, yeryznn en sahtekr yolcularnn randevu verircesine bulustuu Marsilya'daki barnn basnda oturuyordu. Dega, ylnda milyonerdi. Bir gece, iyi giyimli, gen ve gzel bir kadn bara urad. Bay de-ga'y sordu. Benim hanmefendi, ne istiyorsunuz? Ltfen arka odaya gein. Ben Brioulet'nin karsym. Sahte tahvil satmaktan, Paris'te cezaevinde yatyor. Sante cezaevinde

kendisiyle grstm, bana barn adresini verdi ve avukatn parasn deyebilmek iin sizden yirmi bin frank istememi syledi. iste o an, Fransa'nn en usta dzenbazlarndan olan ve tahvil isinde oynad rol bilen bir kadnn sebep olabilecei tehlikeyle kars karsya kalan Dega verilmemesi gereken tek cevab buldu : Hanmefendi, szn ettiiniz adam hi tanmyorum. Paraya ihtiyacnz varsa orospuluk yapn. Bu gzellikle, ihtiyacnzdan fazlasn kazanrsnz. Hakarete urayan zavall kadn, gzyaslar iinde bardan kosarak kt, gitti. Olay kocasna anlatt. ok sinirlenen Brioulet'de, ertesi gn, btn bildiklerini sorgu yargcna kustu ve sahte tahvilleri temin eden adam olarak Dega'y gsterdi. Fransa'nn en usta polislerinden kurulu bir ekip Dega'nn pesine dst. Bir ay sonra, Dega, kalpazan, hakkak ve on bir suorta, ayn saatte ve deisik yerlerde yakalanarak ieri tkldlar. Seine Arceza Mahkemesinin karssna ktlar, durusmalar on drt gn srd. Her sank nl bir avukat tarafndan savunuluyordu. Brioulet szlerini hi geri almad. Sonuta, yirmi bin sefil frank ve

aptalca bir sz uruna, Fransa'nn en usta sahtekr, yklms, on yas ihtiyarlams halde on bes yl ar hapse hkm giydi. Bu adam, kendisiyle bir lmkalm anlasmas yaptm adamd. Avukatm Raymond Hubert beni grmeye geldi. 30 Canll pek kalmams. Kendisine en ufak bir krgnlm yok. Bir, iki, , drt, bes, geri dn. Kapdan hcre penceresine gidip gelerek saatlar geirdim. Sigara iiyor, bilinli, dengeli ve her seye katlanmaya hazr hissediyordum kendimi. Simdilik dsnmemeye sz verdim. Savcy olduu yerde, duvardaki halkalara zincirlenmis, tam karsmda, ne yoldan geberteceimi kestiremediim bir halde brakalm. Birden bir lk, umutsuz, tiz, canekisircesine korkun bir lk hcremden duyuldu. Bu da ne oluyordu? iskence gren bir adamn lklaryd sanki bunlar. Oysa buras Emniyet Mdrl de deildi. Olup biteni anlamak mmkn olmuyordu. Gecenin gbeinde nlayan bu lklar beni allak bullak etti. Ses geirmeyen kapnn ardndan duyulabilmesi iin, ne denli gl olmalyd. Belki de adam, delinin tekiydi, insan hi bir sey duymad bu hcrelerde ldrmak o kadar kolayd ki. Kendi kendime yksek sesle

konusuyor, sorular soruyorum : Sana ne bundan? Kendini dsn, yalnz kendini, bir de yeni ortan Dega'y. Eilip kalkyorum, sonra gsme gl bir yumruk indiriyorum. Canm ok acd, demek sapasalamm : Kol kaslarm mkemmel isliyor. Ya bacaklarm? Onlar da kutla, on alt saatten beri yryorsun, yorgunluunu duymadn bile. inliler, insann basna dsen su damlalarn kesfetmisler, Franszlarsa sessizlii. Her trl vakit geirme olanan yok ediyorlar. Ne kitap, ne kt, ne kalem kaln demir parmaklkl pecere tahtalarla iyice kapatlms, birka ufak delik iyiden iyiye lgn bir sn ieri szmasn salyor.

Bu i paralayc lkla ok etkilenmis, kafese kapatlms yrtc bir hayvan gibi dolanp duruyordum. Herkes tarafndan terkedilmis ve canl canl gmlms hissediyordum kendimi. Evet yapayalnzdm, kulama gelen, yrek paralayc bir lktan ibaretti. Kap ald. Yasl papaz grnd. Yalnz deilsin, bir papaz var, orada tam karsnda. Dyi geceler yavrum. Daha nce gelemediim iin kusuruma bakma, izindeydim. Naslsn? Ve iyi 31 yrekli papaz, hi aldrmadan hcreme girdi ve ot siltemin stne oturdu. Nerelisin? Ardeche'li. Annen baban hayatta m? Annem, ben on alt yasndayken ld. Babam beni ok severdi. Ne is yapard? retmenlik. Yasyor mu? Evet. Yasadna gre, ondan sz ederken neden gemiste kalms gibi konusuyorsun? O yasyorsa da, ben l saylrm. Yok canm, byle seyler syleme? Suun ne?

Bir an, susuz olduumu sylemenin glnl aklmdan simsek gibi geiyor ve abucak yapstryorum cevab : Polis bir adam ldrdm sylyor, polis sylediine gre de doru demektir. ldrdn adam tccar myd? Hayr, kar satan biriydi. Demek, evre de olup biten bir olay yznden seni mebbet kree mahkm ettiler? Anlamyorum. Taammden mi? Hayr. Sadece adam ldrme. inanlr gibi deil, zavall yavrum. Senin iin ne yapabilirim? Benimle birlikte dua etmek ister misin? Muhterem peder, zr dilerim ama en ufak bir din eitim grmedim, dua etmeyi bilmem. Ne nemi var yavrum, ben senin iin dua ederim. Ulu Tanr, vaftiz edilmis olsun olmasn, btn evltlarn sever. Syleyeceim her sz tekrarlar msn? Gzleri o kadar tatl, yuvarlak yz ylesine aydnlk, iyilik dolu ki, isteini geri evirmeye utanyorum, yere meldii iin de onun yaptn yapyorum. Gklerdeki Tanrmz Gzlerime yaslar doluyor, bu yaslar farkeden iyi yrekli rahip kt parmayla yanamdan koca bir gzyas alyor, dudaklarna gtrp

iiyor yasm. 32 Yavrum, dktn gzyaslar, bugn Tanr'-nn senin araclnla bana yollayabilecei armaanlarn en bydr. Tesekkr ederim. Dorulurken beni alnmdan pyor. Alamayal ne kadar oluyor? On drt yl. Neden on drt yl? Son olarak annemin ld gn alamstm. Elimi avularna alyor ve : Sana bu kadar ac ektirenleri basla, diyor. Elimi ekip kurtaryorum avucundan ve bir sraysta istemeksizin kendimi hcrenin ortasnda buluyorum. Hayr, benden bunu istemeyin. Asla kimseyi baslayamam. Hem size bir sey syleyebilir miyim muhterem peder? Her gn, her gece, her saat, her dakika vaktimi, ne zaman, nasl, ne yoldan beni buraya gnderenleri ldrebileceimi dsnmekle geiriyorum. Sylyor ve sylediklerine inanyorsun yavrum. Gensin, ok gensin. Yaslandka cezalandrmaktan ve intikam almaktan vazgeersin. Otuz drt yl sonra, onun gibi dsnmekteyim. Senin iin ne yapabilirim? diye tekrarlyor papaz.

Ancak bir su isleyebilirsiniz muhterem peder. Ne gibi bir su? 37 numaral hcreye gidip Dega'ya avukat araclyla Cean cezaevine gnderilmek zere bir dilekeyle basvurmasn syleyebilirsiniz. Ayn seyi ben bugn yaptm. Bir an nce Conciergerie'den kurtulup Gyan'a gidecek kafilelere adam veren byk merkezlere ulasmak gerek. nk ilk gemi kaarsa, bir ikincisinin hareket etmesi iin, iki yl daha hcrede beklemek gerekecek. Onu grdkten sonra da buraya dnmelisiniz muhterem peder. rnein, dua kitabn unuttuunuzu sylersiniz. Cevab bekliyorum. Neden, Gyan denen o korkun yere gitmekte bu kadar acele ediyorsun?

Ulu Tanr'nn bu gerek seyyar satcsna, karkolebek 33/3 5>mua\. papaca DaKiyor ve Dana nanet etmeyeceinden emin : Daha abuk kaabilmek iin muhterem peder, cevabn veriyorum. Tanr yardmcndr yavrum, bundan eminim, hayatn yeniden kuracam da hissediyorum. Bak, sende iyi bir insann gzleri var, ruhun da soylu. 37 numaral hcreye gidiyorum. Cevab bekle. Papaz abucak dnd. Dega dediklerimi yapacakt. Papaz dua kitabn, ertesi sabaha kadar bende brakt. Bugn essiz bir gnes sn parldad, hcremin her ksesi aydnland. Bu muhterem adam sayesinde. Tanr varsa, neden yeryznde bunca deisik insann yasamasna izin veriyor? Savc, polisler, Polein gibiler ve papaz, Conciergerie cezaevinin papaz. Dilekelerin cevab gelmekte gecikmedi. Bir hafta sonra, sabahn drdnde, yedi kisi Conciergerie cezaevinin koridoruna sralandk. Gardiyanlar, tam kadro, hazr. Soyunun! Ar ar stmzdekileri karmaya koyulduk. Hava bozuktu, tylerim diken diken oldu.

Elbiseleri nnzde brakn. Geri dnp bir adm atn! Herkes bir paketle karslast. Giyinin! Az nce srtmdaki pamuklu gmlein yerini kaskat bir ham bez, gzel elbiseminkinin de bir aba ceket ve pantolon ald. Ayakkablarm kayboldu, onlarn yerine ayaklarm bir ift tahta pabuca soktum. O gne kadar grnsmz, normal bir adamnkinden farkszd. Dier alt kisiye gz attm : Ne korkuntu grnsleri: Herkesin kisilii tarihe karsmst : Dki dakikada krek mahkmlarna dnvermistik. Saa dn ve sraya gir! Dleri ars! Yirmi kadar gardiyann refakatinde avluya vardk ve srayla bir cezaevi arabasnn darack blmesine tkldk. Beaulieu adn tasyan, Cean merkez cezaevinin yolunu tuttuk. 34 Cean Cezaevi .Oraya varr varmaz doru mdrn odasna gtrldk, imparatorluk andaki alsma masalarnn esi, bir metre ykseklikteki bir krsnn ardna tnemisti. Hazrool! Mdr sizlerle konusacak. Mahkmlar, Gyan'a gitmeden nce bir sre burada tutulacaksnz. Buras, ar hapis cezasna

arptrlanlarn yatt bir yerdir. Bir saniye bile konusmak yok, ziyaret ve mektup da yok. Ya boyun eersiniz, ya bierim hepinizi. Bunlardan biri Gyan'a giden kapdr, dieri de mezarla giden. Uygunsuz davransnz grlrse; en ufak su katksz ekmek ve suyla altms gn hcre cezasna arptrlr. Kimse, st ste iki hcre cezasna dayanamamstr. Anlayana sivrisinek saz! ispanya'ya kap oradan Fransa'ya iade edilen Delifisek Pierrotra'ya dnd : Ne is yapardnz? Boa gresisiyim mdr bey. Cevaba sinirlenen mdr haykrd : Askerce gtrn su herifi! Gz ap kapayana dek, boa gresisi yere yuvarland, drt - bes gardiyan tarafndan copland ve bizden hzla uzaklastrld. alay, bir kisinin stne bes kisi saldryorsunuz, stelik elinizde cop da var, itolu itler, diye haykrd duyuldu, lmcl yara alan hayvann hrltsn andran bir Ah! sesi isitildi, sonra ortala byk bir sessizlik kt. Yalnz yerde srklenen bir seyin betona srtndke kard hsrt geliyordu kulamza. Bu olaydan da ders almayan, hi bir seyden ders alamaz demektir. Dega yanmda, pantolonuma dokunmak

iin parman, tek parman hafife oynatyor. Ne demek istediini anlyorum : Gyan'a salam varmak istiyorsan ayan tetik bas. On dakika sonra, yeraltnda iren bir hcreye atlan Delifisek Pierrot'nun dsnda hepimiz, cezaevinin disiplin blmne yerlestirildik. Talih, Dega'y benim yanmdaki hcreye dsrd. Daha nce de, boyu bir doksann stnde, tek gzl, elinde sr sinirinden krbacyla kzl sal bir 35 devle tanstrldk. Bu adam, gardiyanlarn emrinde alsan ve mahkmlara iskence eden bir tutukluydu. Mahkmlarn da en byk korkusuydu. Gardiyanlar, onun sayesinde yorulmadan istedikleri adam krbalatyor, sopa attryor, te yandan, len olursa cezaevi ynetmeliine en ufak bir sorumluluk yklenemi-yordu. Sonradan, revirde kaldm ksa sre iinde, bu hayvanlasan insann hikyesini rendim. Celldn bu kadar iyi semesini bilen cezaevi mdrn de, arada kutlayalm. Szkonusu herif tasoca isisiy-di. Gnn birinde, yasad Fransa'nn kuzeyindeki kk sehirde, karsyla birlikte kendini ldrmeye karar

verdi. Bu is iin de, olduka iri bir dinamit lokumu kulland. Alt katl binann ikinci katnda, karsnn yanna uzand. Kadn uyuyordu. Sigarasn yakt, bununla, kendi basyla karsnn bas arasnda, sol avucunda tuttuu fitili atese verdi. Mthis bir patlama oldu. Sonu : Kars ylesine kk paralara ayrlmst ki, bu paralar kask kask toplamak gerekti. Binann bir blm ykld, kk ocukla

yetmis yaslarnda bir kadn, ykntlar altnda kalarak can verdiler. Geri kalanlar da ar ya da hafif yaralar ald. Tribouillard adndaki bizim canavara gelince, kk parmayla basparmann yars dsnda sol elinin byk bir blmn, sol gzyle sol kulan yitirdi. Basndan da, kafatasnn delinip beyin ameliyat geirmesini gerektirecek kadar ar bir yara ald. Mahkm olusundan bu yana da, cezaevinin disiplin blmndeki hcrelere bakyordu. Bu yar deli, yetki alan iindeki blgeye dsen zavalllara dilediini yapyordu. Bir, iki, , drt, bes, geri, dn bir, iki, , drt, bes, geri dn ve bylece, duvardan hcre kapsna bitip tkenmek bilmeyen bir gidip gelme baslyordu. Gndzleri kimsenin yatmaya hakk yoktu. Sabahn besinde, tiz bir ddk sesi herkesi uyandryordu. Kalkmak, yata yapmak, ykanmak, yrmek ya da duvara mhlanms bir arkalksz iskemleye oturmak gerekliydi. Kimsenin gndzleri yatmaya hakk 36 yoktu. Cezaevi ynetmelii ylesine inceden inceye hazrlanmst ki, yatak duvara kadar kalkp bir engelle tutturulabiliyordu. Bylece tutuklu, kaamak da olsa uzanamaz, daha rahat gzetlenebilirdi. Bir, iki, , drt, bes gnde on drt saat yrys. Bu devaml hareketin kendiliindenliini salamak

iin, eller arkada, bas ne eerek ne hzl ne de yavas yrmek, ayn uzunluktaki admlarla hcrenin bir ucunu sol ayak nde, dier ucunu da sa ayak nde almay renmek gerekiyordu. Bir, iki, , drt, bes Hcreler, Conciergerie cezaevinden daha iyi aydnlatlmst, disiplin blmyle cezaevi dsndan gelen bir takm grltler duyulabiliyordu. Gece, elma sarabyla kafay ttslemenin mutluluu iinde evlerine dnen isilerin sarklar ve slk sesleri bile isitilebiliyordu. Noel armaanm aldm : Pencereyi rten tahtalarn aralndan, kardan bembeyaz kesilmis ovay ve prl prl bir mehtabn aydnlatt birka koca aa grdm. Noel'de satlan, benzerine ok rastladmz bir kartpostal diyebilirdi insan. Rzgrn sarst aalar silkinip kardan rtlerini atmslard, bu sayede daha rahat grlebiliyorlard. Kara lekeler halinde, iyice ortaya kyordu aalar. Herkes iin Noel'di, hatt cezaevinin bir blmnde yatanlar iin bile Ynetmenlik, krek mahkmlar iin de fedakrlk yapmst : Herkese iki byk para ukulata alma hakk tannd. Dikkat edilsin, iki ufak tablet deil, iki byk para

diyorum. Bu iki para Aiguebelle ukula-tasyla yl Noel gecesini kutladm Bir, iki, , drt, bes Adaletin basks beni rakkas haline getirdi, hcrede gidip gelmek btn dnyam. Matematik olarak hesaplanms. Hcrede hi, ama hi bir sey braklmayacak. Tutuklunun, kendini oyalamamas gerek. Penceredeki aralktan bakarken yakalansam ar bir cezaya arptrlabilirim. Aslnda haklar da pek yok deil, naslsa onlarn gznde yasayan bir lym. Ne hakla bir doa grntsne bakp kendimi oyalayabilirim? Bir kelebek uuyor. Uuk mavi zerine incecik bir siyah izgisi var. Penceremin hemen yannda, kelebein az tesinde isleri ne? syp cezaevine girmek istemedilerse bu ks 37 gnesi ikisini de lgna evirmis denebilir. Ksn bir kelebek, hortlams bir yaratktr. Nasl da lmemis? Ya bu ar, neden kovanndan kams? Buraya yaklasmak, ne kadar bilinsiz bir gzpeklik. Neyse ki bizim tek gzlnn kanatlar yok, aksi halde uzun sre yasyamazlard. Bu Tribouillard, can yakmaktan zevk alan korkun herif, onunla basmn belya gireceini hissediyorum.

Bu iki tatl hayvancn ziyaretinin ertesi gn revire gidecek hastalar listesine yazldm. Daha fazla dayanmama imkn yok, yalnzlktan bouluyorum, bir insan yz grmek, tatsz da olsa bir ses isitmek zorundaym. Bir ses olsun yeterki, bir sey duyaym. Koridorun dondurucu souunda, rlplak, yzm duvara dnk, burnum rt parmak tede, doktora kmak iin srasn bekleyen sekiz kisilik dizinin sondan bir nceki kisisiydim. Dnsan grmek istiyordum basarmstm iste! ekiii adam adyla anlan Julot'ya bir seyler mrldanrken tek gzl bizi yakalad. Bu kzl sal yabaninin tepkisi mthis oldu. Kafama arkadan indirdii mthis bir yumrukla beni iyice sersemletti, yumruun geldiini grmediimden burnumu duvara vurdum. Kan fskrd. Yerimden dorulunca (yuvarlanmstm da) syle bir sil-kindim ve basma geleni hatrlamaya alstm, itiraz eder gibi bir hareket yapnca, bu frsat kollayan tek gzl, karnma indirdii tekmeyle beni yere serdi ve sr sinirinden kamsyla krbalamaya koyuldu. Julot bu kadarna dayanamad. Herifin stne atld ve mthis bir kavga baslad. Julot alta dstnden, gardiyanlar olup biteni kaytszlkla izliyorlard. Yerimden dorulmustum ama kimsenin bana aldrd yoktu. evreme baknp bir silh bulmaya alstm. Birden

koltuunda ne doru eilip bekleme odasndan, koridorda olup biteni grmeye alsan doktoru ve ayn zamanda da, su buharnn etkisiyle yerinden hop kalkp hop oturan byk tencerenin kapan grdm. Bu koca, mineli tencere doktorun odasn stan kmr sobasnn stne konmustu. Buhar da, herhalde havay temizlemeye yaryordu. O an, byk bir abuklukla tencereyi iki kulpun38 dan yakaladm, elimin yanmasna ramen brakmadm ve Julot ile urasmaktan beni farkedemeyen tek gzlnn suratna kaynar suyu boca ettim. Herifin grtlandan korkun bir lk ykseldi. Kaynar su

hedefine oturmustu. Yerlerde yuvarlanyor, srtndaki kat yn birbiri ardndan glkle karyordu. Sra nc kazaa geldiinde, derisi birlikte yzld. Yn kazan boynu, dard, basn karmak iin harcad gle gs derisi, boyun derisinin bir paras ve yanann derisi kazakla birlikte kverdi. Tek gz de haslanms, grmez olmustu. Sonunda iren bir grnste, her yanndan kanlar damlayarak, clk yaralar iinde ayaa kalkt. Julot da bu frsattan yararlanp aps arasna mthis bir tekme oturttu. Dev yere yld, kusmaya, azndan kpkler samaya koyuldu. Hesab tamamd. Bizimse, biraz beklemekle kaybedecek hi bir seyimiz yoktu. Olay izleyen iki gardiyan, stmze saldram-yacak kadar yreksiz kisilerdi. Takviye almak iin ortal velveleye verdiler. Her yandan adam kostu. zerimize dolu gibi cop yamaya baslad. Talihim varms ki ksa srede bayldm da fazla ac duymadm. Ayldmda kendimi iki kat yerin dibinde, rlplak ve su dolu bir hcrenin iinde buldum. Ar ar toparlanyordum. Elim aclar iinde gvdemde gezindi. Basmda en azndan on il on bes sis vard. Saati

hi bilmiyorum. Burada ne gece vard ne gndz, ne de sk. Duvara vurularak karlan sesi duydum, epey uzaklardan geliyordu. Gm, gm, gm, gm, gm, gm. Bu sesler, telefon ziliydi. Konusmak istiyorsam, iki kere de benim duvara vurmam gerekiyordu. Vuracaktm duvara ama neyle? Karanlkta, isime yarayabilecek bir sey seemiyordum. Yumrukla haberlesmek imknszd, nk ses yeterince uzaa gitmiyordu. Biraz daha az karanlk olduundan, kapnn bulunduu yer sandm kseye doru yrdm. O ana kadar grmediim demir parmaklklara tosladm. El yordamyla, hcrenin benden bir metre uzaktaki bir kapya erismemi engelliyordu. Bylece, tehlikeli bir tutuklunun, yanna giren kisiye dokunmamas salanyordu, 39 nk onu dvebilmek iin parmakl amak gerekliydi. Darbeler zaman zaman kulama geliyordu. Beni kim arabilirdi ki? Yakalanrsam basna kt seyler gelebilirdi bu adamn, ama cevap almaya da hak kazanmst. Yrrken yuvarlanp azm burnumu krmama ramak kald. Kat ve yuvarlak bir seye basmstm. Elimi dedirdim, bu tahta bir kaskt. Hemen

kaptm ve cevap vermeye hazrlandm. Kulam duvara yapsms, bekledim. Gm, gm, gm, gm, gm, nokta, gm, gm, Cevap verdim : Gm, gm. Bu iki vurus, benimle konusmay isteyen kisiye : Konus, seni dinliyorum, demeye geliyordu. Darbeler yeniden duyuldu: Gm, gm, gm alfabenin harfleri hzla birbirini izliyordu a, b, c, d, e, f, g, h, , i, k.. nokta. K harfinde durdu. Btn gcmle bir kere duvara vurdum : Gm. Bylece K harfini anladm belirtmis oldum. Ardndan e, I, sonra yine bir e geldi. Bana Kelebek, ne var ne yok? diyordu. Bir arzan var m? Benim tek kolum krk. Arayan Julot idi. Yakalanmay dsnmeden, iki saati askn bir sre konustuk. Karslkl bir seyler syleyebilmek iin yanp tutusuyorduk. Bir yerimin krlmadn, basmn sis iinde olduunu, ama yara almadm anlattm. Bacamdan ekilerek asa indirildiimi grmst, her basamakta basmn bir kere betona tos-ladn sylyordu. O, kendini hi kaybetmemisti. Tribouillard'n ar yaralandndan emindi, yn kazaklarn da yardmyla yarann epey derinlestiini sanyordu. Tribouillard uzun bir sre kendini toplayamazd. abucak vurulan ve tekrarlanan darbe, bir bokluk olduunu haber verdi. Sesi kestim. Gerekten de, ksa bir sre sonra kap ald. Biri bard :

Hcrenin dibine ekil itolu! Hcrenin dibine hazrola ge! Konusan tek gzlnn grevini devralan tutukluydu. Benim adm Batton (*). Gryorsun tam isi(*) Bton seklinde yazldnda, Franszca sopa anlamna gelir. 40 me uygun bir adm var. Koca bir denizci feneriyle hcreyi ve plak gvdemi aydnlatt. Sunlar giy. Yerinden kprdama. Al sana su ve ekmek. Hepsini birden yeme, nk yirmi drt saat baska bir sey verilmeyecek (*). Deli gibi haykryordu. Sonra feneri kendi yzne kaldrd. Glmsediini, yznde en ufak bir ktlk izi bulunmadn grdm. Parman dudaklarna gtrd ve getirdii giysileri gsterdi. Herhalde, gardiyan koridordayd, bylece bana, kendisinin dsman olmadn anlatmak istiyordu. Gerekten de, ekmek topann iinde koca bir para haslanms et, pantolonun cebinde de bir servet bir paket sigarayla, bir kavli akmak buldum. Hcrede byle armaanlar milyonlara bedeldi. Bir yerine iki gmlek, bir de ayak bileklerine kadar inen bir yn i fanils getirmisti. Batton denen adam hayatm

boyunca hatrlayacam. Btn bunlar Tribouillard'n canna okumam karslnda armaan etmisti anlaslan. Olaydan nce kendisi, tek gzlnn yardmcsyd. Simdi, benim sayemde onun yerini almst. Ykselmesini bana borluydu, minnetini byle gsteriyordu. Seslerin nereden geldiini anlamak iin byk bir sabr gerektiinden, gardiyanlar ok tembel olduklarndan, bu isi de ancak grevli mahkm yapabileceinden, Batton'dan yana gnlmz rahat, Julot ile bol bol grsyorduk. Btn gn, birbirimize telgraf stne telgraf yadrdk. Onun azndan, ok yaknda Gyan'a doru yola kacamz rendim : En fazla, ya da drt aymz vard.

Aradan iki gn geti, hcrelerimizden karlp iki yanmzda birer gardiyanla mdrn odasna gtrldk. Tam kapnn karssndaki masann basna kisi oturmustu. Bir esit mahkemeydi bu. Mdr baskanlk grevini stne almst, mdr yardmcsyla bas gardiyan da yeydiler. Hah ha! Demek geldiniz aslanlar? Ne diyorsunuz bakalm? Julot'nun yz sapsaryd, gzleri sismisti, ate(*) Bir ekmein arl gramd. 41 sinin iyice kt belli oluyordu. gn nceki krlan koluyla, ok ac ektii muhakkakt. Alak sesle cevap verdi : Bir kolum krk. Eh siz istediniz kolunuzun krlmasn. Dnsanlara saldrmann ne demek olduunu da bylece renirsiniz. Doktor geldiinde grrsnz kendisini. Bir haftadan nce grneceini de pek sanmyorum. Bu bekleme belki isinize yarar, cannzn acs size br seyler retir. Herhalde sizin gibi bir herif iin, zel doktor aracam sanmyorsunuz? Bekleyin, cezaevi doktoru gelince size bakar. Kolunuzdaki krk, yeni bir

emre kadar arkadasnzla birlikte hcre cezas ekmenize engel deil. Julot gzlerimin iine bakt : Bu iyi giyimli bey, insanlarn hayatna pek az deer veriyor galiba der gibiydi. Yeniden basm mdre evirdim ve baktm. Konusmak istediimi sand. Bu karar hosunuza gitmedi mi? Bir diyeceiniz mi var? diye sordu. Kendisine cevap verdim : Hi bir diyeceim yok mdr bey, sadece suratnza tkrme ihtiyacn duyuyorum. Ama tkrm kirletmekten korktuum iin bu isi yapamyorum. O kadar sasrd ki kpkrmz kesildi, ne dediimi hemen anlyamad. Ama basgardiyan anlamst. Emrindekilere bard : Gtrn sunu, iyice slatn! Bir saat sonra yerlerde srklenerek zr dilerken grmek istiyorum bu herifi. Yola getirmeli! Pabularmn altn ve stn yalatarak temizleteceim ona. Size gveniyorum, acmadan vurun. Dki gardiyan sa kolumu, ikisi de sol kolumu kvrd. Ellerim krek kemiklerime kadar kalkms halde, yzkoyun yere yatridm. Sol elimin isaret parman sa elimin bas parmayla birlestiren bir kelepe taktlar ve basgardiyan, bir hayvan gibi, salarma yapsarak beni yerden kaldrd.

Bana neler yaptklarn sizlere anlatmamn hi gerei yok. Ellerim arkada, tam on bir gn kelepeli kaldm sylemek yeter. Hayatm Batton'a borluydum. Her gn hcreme, ynetmelik gereince verilmesi emredilen ekmek topan atyordu ama ellerimi kullanamadmdan ekmei doru drst yiyemiyordum. Basmla parmakla kstrsam bile, sramyordum ekmei. Ama Batton, beni hayatta tutacak kadar ekmek paras da atyordu hcrenin iine. Ayamn ucuyla ekmek paralarn kk bir yn haline getiriyor, yzkoyun uzanp bir kpek gibi yutuyordum ekmekleri. En ufak krnty bile yitirmemek iin, her paray iniyordum. yfon ikinci gn gelip kelepe karldnda demir, yer yer sisen etlerimle kaplanmst. Basgardiyann d patlad, stelik ben de acdan baylmstm. Beni aylttktan sonra revire gtrdler ve oksijenli suyla her yanm temizlediler. Hastabakc, bir tetanos inesi yaplmasnda diretti. Kollarm tutulmustu, eski halfne bir trl gelemiyordu. Yarm saati askn bir sre kfuru ile oulduktan sonra kollarm iki yanma sarktabildim. Yeniden hcreye indim ve basgardiyan, on bir ekmek topan grnce : Kendine ziyafet ekeceksin;

dedi. Ama ok garip, on bir gnde pek zayflamams gibisin ok su itim sef! dedim. Ha simdi anlasld. Artk, kendine gelmek iin bol bol ye. Ve ekti, gitti. Zavall salak! On bir gnden beri bir sey yemediimden emin olduu iin sylyordu bunu. Bu kadar uzun sre bir alktan sonra da fazla tknrsam hazmszlktan'lebilirim. Her neyse, o umduuyla kalacakt. Aksama doru Batton, bana ttnle birka yaprak getirdi. Duman, hi alsmayan kalorifer bq-rusunun deliine fleyerek durmadan sigara itim. Delik hcreyi stmyordu ama hi olmazsa bu faydas vard. Daha sonra da Julot'yu ardm. On bir gndr azma bir sey koymadm sanyor ve yavas yavas yememi tlyordu. itin birinin sifremizi zebileceini dsnp ona gerei aklamaktan ekini-yordum. Kolu aldayd, morali yerindeydi, iyi dayandm iin de beni kutluyordu. Ona baklrsa hareket tarihi funduszeue.info Hastabakc, hareketten nce krek mahkmlarna yaplacak asnn geldiini sylemisti. Genellikle aslar, hareket-

42 43 ten bir ay nce gelirdi. Bu Julot epey ihtiyatszd, ii para dolu tpm kurtarp kurtarmadm da soruyordu, bana. Evet kurtarmstm tpm, ama bu serveti korumak iin neler yaptm anlatamam. Km akl almaz yaralar iindeydi.

Hcreden karldmzda bir sey bilmiyorduk. Dudaklarmn ucuyla sorduum : Neler oluyor? sorusuna, berber, cevap bile vermek istememisti. Pis suratl bir herif: Hcreden kurtulduumuzu sanyorum, dedi. Belki de, cezaevini denetlemeye gelen bir mfettisten korkuyorlar. Onu bunu bilmem ama, nemli olan hayatta kalmak. Her birimizi normal hcrelere gtrdler, len yemeinde, krk gnden bu yana ilk scak orbay itim, orbann iinde bir tahta paras buldum. Tahtann zerinde : Sekiz gn sonra yola kyoruz, yarn as var, yazlyd. Kimdi bana bu tahta parasn gnderen? Bunu hi renemedim. Herhalde, bize durumu haber vermek dostluunu gsteren bir tutukluydu. Birimizden birimiz renirsek herkesin duyacan da biliyordu. Mesajn bana gelisi, herhalde byk bir rastlant sonucuydu. Haberi herkese ilet. Hemen durumu telefonla Julot'ya bildirdim. Btn gece, srp giden telefon konusmalarn duydum. Ben, haberi verip susmustum. Yatamda rahatm yerindeydi. Basmn derde girmesini istemiyordum. Yeniden hcreye dnmek kbus

gibi geliyordu. Hele bugn, her zamankinden fazla. DKDNCD DEFTER GUYANA DORU SADNT - MARTDN - DE - RE AKSAM Batton, paket Gauloises sigarasy-la bir kt geirdi. Ktta : Kelebek, hakkmda dosta duygularla buradan ayrlacan biliyorum. Gardiyanlarn emrindeyim ama, cezalandrlanlarn cann, mmkn olduu kadar az actmaya alsyorum. Dokuz ocuum var, bir an nce aftan faydalanmay dsndm iin bu grevi kabul ettim. Tanrya emanet ol. Basarlar. Hareket br gn yazlyd. Gerekten de, ertesi gn, bizleri otuzar kisilik gruplar halinde disiplin blmnn koridoruna topladlar. Caen sehrinden gelen hastabakclar, bizi tropikal hastalklara kars asladlar. Her birimize ayr as ve iki litre st dsyordu. Dega yanmdayd. Epey de dsnceliydi. Aslandktan sonra bizi hcreye atamayacaklarn bildiimizden, konusma yasana hi aldrmyorduk. Sehirden gelen hastabakclar yznden bir sey yapamayan gardiyanlarn gz nnde, alak sesle gevezelik ediyorduk. Dega bana : Hepimizi birden gtrecek kadar araba var m acaba ellerinde? diye sordu.

Hi sanmyorum. Saint - Martin - de - Re epey uzak, gnde alt44 45 ms kisi tassalar on gn srer. nk, yalnz burada alt yz kisi var. nemli olan aslanmamz. Bu da, listeleme bizim bulunduumuzu, ksa sre sonra Gyan'a doru yola kacamz gsterir. Cesaret Dega, yeni bir dnem baslyor. Benim sana gvendiim gibi, sen de bana gven. Memnunlukla parldayan gzlerle bana bakp elini koluma koyarak tekrarlyor: Anca beraber, kanca beraber Kelebek. ilk yolculuumuzla ilgili, anlatlmaya deer bir sey yok. Yalnz, arabann iindeki blmelerde boulacak gibi oluyorduk. Gardiyanlar, ieri hava girmesi iin kaplar biraz aralamaya bile raz gelmediler, La Rochelle sehrine vardmzda, yol arkadaslarmzdan ikisi boularak lms bulundu. Saint - Martin - de - Re bir adadr, karayla bu ada arasndaki yolu bir tekneyle asmamz gerekiyordu. Rhtma ylan avanaklar, iki zavall lnn bulunmasna tank oldular. Bize de herhangi bir dsmanlk belirtisi gstermediler. Jandarmalar bizi, l ya da diri, eksiksiz teslim etmek zorunda bulunduklarndan, cesetleri bile gemiye yklediler.

Yol pek uzun srmyor ama biraz deniz havas alabildik. Dega'ya : Havada firar kokusu var! dedim. Glmsedi. Yanmzdaki Julot: Evet, dedi, firar kokuyor. Ben, bes yl nce katm yere dnyorum. On yl nce beni ele veren herifi gebertmek zereyken, enayi gibi enselendim. Birbirimize yakn durmaya bakalm. nk Saint Martin - de - Re'de, herkesi, rasgele onar kisilik gruplar halinde hcrelere koyacaklar. Julot yanlyordu. Oraya vardmzda iki kisiyle birlikte onun da ad okundu, baska yere gtrdler. de Gyan'dan kap Fransa'da yakalanan tutuklulard ve ikinci kez krek cehennemine gidiyorlard. Onar kisilik gruplar halinde, hcrede bizler iin yeni bir bekleme dnemi baslad. Sigara iip konusabiliyorduk, iyi de kaynt kyordu. Bu dnem zellikle paramz iine koyduumuz tp ynnden tehlikeliydi. Nedeni bilinmeden birden arlyor, rp-lak soyulup aranyorduk. Tabanlara varana dek gv46 denin en ufak girintisine kntsna bakyorlar, sonra da giysiler didik didik ediliyor ve ardndan Giyinin!

emri veriliyordu. Yeniden dnyorduk geldiimiz yere.

Hcre yemekhane ve sraya girip saatlerce yrdmz avlu. Bir ki, bir, ki. Yz elli kisilik sralar halinde yrtlyorduk. Olduka uzun bir diziydi bu, tahta pabular takrdyordu. Konusmak yasakt, t kmayacakt. Sonra: Dalr! emri duyuluyordu. Herkes yere kyor, bal bulunduu toplumsal snfn meydana getirdii toplulua katlyordu. En basta, evrenin adamlar vard. Bunlarn nereden geldiklerine baklmazd: Korsikal, Marsilyal, Toulose'lu, Brtanyal, Paris'li, v.s. olabilirlerdi. Dlerinde bir Ard-eche'li bile vard, o da bendim. Ardeche'lileri sevindirecek bir sey daha sylyeyim, bin sekiz yz kisilik tutuklu kalabalnda bizim orallar iki kisiydi: Karsn ldren bir orman koruyucusuyla ben. Sonu: Ar-deche'liler namuslu kisilerdir. Dier gruplar rastgele olusuyordu, nk iimizdeki bnlerin says uyanklardan ok daha fazlayd. Beklemeyle geen bu gnlere inceleme, gzetleme gnleri ad da verilebilir, inceden inceye gzetlendiimiz de doru. Bir leden sonra, kendimi gnese verip oturduum sra yanma biri geldi. Gzlkl, ufak tefek ve zayf bir

adamd. Nereli olduunu karmaya alstm ama, birbirine benzeyen giysilerimizle bu isi basarmak ok gt. Kelebek sen misin? ok belirgin bir Korsikal azyla konusuyordu. Evet benim. Ne istiyorsun? Kenefe gel! dedi ve yrd gitti. Bak bu herif esasl biri, dedi Dega. Dalarda is gren bir haydut olduu muhakkak. Senden ne isteyebilir? Anlyacaz bakalm. Avlunun ortasndaki keneflere yrdm ve iseme numaras yaptm. Adam yanmdayd, ayn isi grr gibiydi. Benden yana bakmadan: Pascal Marta'nn enistesiyim, dedi. Beni grmeye geldiinde, bir seye ihtiyacm olursa sana basvurmam ve kendisinden selm gtrmemi syledi. 47 Dorusu, Pascal dostumdur. Ne istiyorsun? Tp tasyamaz oldum: Dizanterim var, Kime vereceimi bilemiyorum, alnmasndan ya da gardiyanlarn eline gemesinden korkuyorum. Yalvarrm Kelebek, birka gn benim iin tas sunu. Ve benimkinden ok daha kaln bir tp gsterdi. Benim de kmda tp tasyp tasmadm renmek

istemesinden ve tuzak kurmasndan korktum, iki tp tasyp ta-syamyacam bilmediimi sylesem, durumu renecekti. Bunun zerine, soukkanllkla, kendisinden sordum: Ka para var iinde? Yirmi bes bin frank. Baska sey sormadan tertemiz olan tp aldm ve gznn nnde, bir adamn ikisini birden tasyp tasyamyacan dsnmeden, kma soktum. Bu isi basarp basaramayacam da bilmiyordum. Doruldum, pantolonumu ektim isler yolundayd, rahatsz deildim. Gitmeden nce: Adm Ignace Galgani, dedi. Saol Kelebek. Dega'nn yanna dndm ve onu kenara ekip durumu anlattm. ok ar deil ya? Hayr. 1 yleyse konusmayalm bir daha. Gyan'dan typ yakalananlarla, mmknse Ju-lot ya da Guittou ile iliski kurmaya alsyorduk. Bilgi edinme pesindeydik: Nasld oralar, nasl baklyordu tutuklulara, bir dostla birlikte kalabilmek iin neler yapmak gerekliydi; v.s. Bir raslant sonucu garip bir adama, esine az raslanan trden birine tosla-dk. Krek cehenneminde dnyaya gelmis bir Korsikalyd. Babas orada gardiyand ve anasyla birlikte Salut

adasnda yasyordu, adadan biri olan Ro-yale adasnda dnyaya gelmisti (dier iki ada, SaintJoseph ve Seytan adasyd) ve kaderin bir cilvesi sonucu, gardiyan olu deil de krek mahkmu olarak ayn yere dnyordu. Hrszlk suundan on iki yl krek cezasna arptrlmst. On dokuz yasndayd, aydnlk yzl, ak renk ve dost yzl bir ocuktu. Degs ile, kazaya u48 radn hemen anladk. evreyi pek az biliyordu ama, bizi nelerin bekledii konusunda her trl bilgiyi verebilecek kadar faydalyd. On drt yl geirdii adalardaki hayat anlatt, rnein, dadsnn, Altn miferin gzel szleri uruna Butte'de bakla dello yapt Gyan'a dsen nl bir haydut olduunu syledi Bize ok deerli tler de verdi: Kamak istiyorsak, ktadan kirisi krmalydk, nk adalardan tymek imknszd. Sonra tehlikeli damgasn da yememeliydik, byle bir damgayla, ilk varacamz liman olan Saint - Laurent - de Maroni'de hemen hcreye tklabilirdik. Hem de uzun bir sre, ya da hayat boyu. Genellikle, krek mahkmlarnn yzde besinden az nakledilirdi adalara. Dierleri Amerika ktasnda

kalrlard. Adalar ok daha salklyd. Oysa Dega'nn anlatt gibi, kta, her esit hastalk lm, cinayet, v.s. ile insann kann yavas yavas emen bir irenlik, bir rezalet yuvasyd. Dega ile, adalara nakledilmeyi umuyorduk. Ama grtlamda bir dm olustu: Ya tehlikeli diye mimlenirsem? Mebbet hapis cezasj, Tribouillard ve mdr olayyla hap yutmustum anlaslan! Gnn birinde, bir sylenti dolast: Her ne sebeple olursa olsun, revire gitmemeliydik. nk, yolculua katlanamyacak kadar gsz olanlar zehirlenerek ldrlyordu. Bu sylentinin palavra olmas gerekiyordu. Gerekten de, tutuklulardan Parisli Hrancis la Passe dsncemizi dorulad. Revirde bir zehirlenme olmustu ama, revirde alsan kardesi adamn neden zehirlendiini Francis'e anlatmst. Revirde intihar eden herif nl bir kasa hrszyd ve sylentiye gre, birinci dnya savasnda, Fransz gizli servisleri hesabna Cenevre ya da Lausanne'deki Alman eliliini soymustu. Kasadan kard, byk nem tasyan vesikalar da Fransz gizli ajanlarna teslim etmisti. Bu is iin, aynaszlar onu, bes yllk mahkmiyetini ektii cezaevinden karmslard.

ylndan sonra da, herif, ylda bir ya da iki is grp rahat rahat yasyordu. Her yakalansnda Fransz Mill Emniyetine gzda veriyor, onlar da kasa hrszn hemen salveriyorlard. Ama bu kez, evdekelebek 49/4 I ki hesap arsya uymamst. Yirmi yl ar hapis cezasna arptrlmst, bizlerle birlikte Gyan'a srlmesi gerekiyordu. Kafileye katlmamak iin hasta numaras yapp revire yatmst. Yine Francis la Passe'in kardesine gre, bir siyanr hapyla da hesab tamamlanmst. Artk Fransz Mill Emniyeti ve elik kasalar rahat bir uyku ekebilirlerdi. Kimi gerek, kimi palavra, ama bir sr hikyeyle doluydu bu avlu. Her neyse, dinliyorduk btn anlatlanlar, vakit geiyordu bylece. Gerek avluda, gerekse hcredeyken kenefe gidersem, para dolu tpleri koruyabilmek iin Dega'y da yanma alyordum. Dsimi grrken nmde duruyor ve beni, merakl bakslardan gizliyordu. Bir tp ok bell isti, stelik bende iki tane vard. Galgani'-nin hastal da gitgide artyordu. Dsin burasnda hl

zemediim bir sr var ki onu nakletmek istiyorum: ikinci soktuum tp hep sonradan kard, ilk soktuum da hemen nceden. Karnmda nasl bir dns yapp sralarn koruyorlard bilmiyorum ama byleydi iste. Dn, berberde tras olurken Clousiot'yu ldrmek istediler. Kalbinin yaknna iki bak yedi. Bir mucize sonucu lmedi, kurtuldu. Dostlarndan biri araclyla hikyeyi rendim. Olduka meraklyd, bir gn ayrntlaryla anlatmay dsnyorum. Bu cinayet bir hesaplasmayd aslnda. Clousiot'yu ldremeyen adam ise, alt yl sonra, yedii mercimee konan potasyum bikromat yznden Cayenne'de can verecekti. Hem de korkun aclar iinde. Otopsi srasnda doktora yardm eden hastabakc, on santimetre uzunluunda bir barsak paras gstermisti bize. Bu ka-darck bir parada tam on yedi delik vard. Dki ay sonra da, bu adamn kaatili hasta yatanda l bulundu. Kimin tarafndan ldrld ise asla ortaya kmad. Saint-Martin-de-Re'ye geleli on iki gn oluyor. Kale tklm tklm dolu. Gece gndz, kaleyi evreleyen yolda nbet tutuluyor. Dusta ykanrken, iki kardes arasnda korkun bir kavga kt. Kpekler gibi dstler, biri bizim hcreye

kondu. Ad Andre Baillard, Cezalandramazlar diyor bana, nk su cezaevi ynetmenliinin: 50 Gardiyanlar, her ne pahasna olursa olsun, iki kardesi karslastrmama emri almslar. Kardeslerin hikyesi renildiinde bu emrin nedeni anlaslyor. Andre, epey paras olan yasl bir kadn ldrmst, mangr da kardesi Emile saklyordu. Emile, hrszlk suundan yakay ele verip yl yedi. Bir gn, dier tutuklularla kousta yatarken, kendisine sigara paras gndermeyen kardesine iyice bilendi ve her seyi azndan kararak Andre'yi inim inim inleteceini syledi: nk yasl kadn ldren kendisi deil Andre'ydi, o sadece paray saklyordu. Dsar ktnda kardesine bes kurus bile koklatmyacakt. Tutuklulardan biri yemedi imedi, duyduklarn cezaevi mdrne yetistirdi, is fazla uzamadan Andre enselendi ve iki kardes lm cezasna arptrld. Sante cezaevinin idam mahkmlar blmnde, yanyana iki hcreye yerlestirildiler. Dkisi de lm cezasnn meb-bete evrilmesi iin dileke vermisti. Krk nc gn Emile'inki kabul edildi. Andre'nin istei ise reddedildi.

Yine de, Andre'ye acdklarndan, Emile lm hcresinden baska yere nakledilmedi, iki kardes, her gn, ayaklar prangal, birbiri ardndan yryse karld. Krkaltnc gn, sabahn drt buuunda, Andre'nin hcre kaps ald. Cezaevi mdr, zabt ktibi, Andre'nin kellesini isteyen savc, herkes hazrd, infaz saati gelip atmst. Tam mdrn konusmaya hazrland sra, Andre'nin avukat, pesinde baska biriyle kostu geldi ve mdre bir kt uzatt. Herkes koridora ekildi. Andre'nin grtla ylesine bzlmst ki tkrdn yutamyordu. Mmkn deildi, infaz basladktan sonra durdurmak. Durduruldu oysa. Ancak ertesi gn, saatlarca sren merak ve korkudan sonra Andre, infazdan bir gn nce Cumhurbaskan Doumer'in, Gorguloff tarafndan

ldrldn rendi. Doumer hemen de lmemisti. Avukat, btn gece kliniin nnde nbet tutmus, ayrca Adalet Bakanna da durumu haber vererek, baskan infaz saatn-dan nce lrse (drt buuk-bes aras) icra yetkisine sahip en yksek kisinin yokluundan tr infazn geri braktrlmasn isteyeceini bildirmisti. Doumer drd iki gee ld. Avukat durumu Adalet Bakanlna haber verip infazn geri braktrlmas gerektii51 ni bildiren yazl emri tasyan memurla birlikte taksiye atlams, ancak Andre'nin hcre kapsnn almasndan dakika sonra yetisebilmisti. iki kardesin cezas mebbet hapse evrildi. Yeni baskann seilecei gn, avukat, Versailles sarayna kostu. Albert Lebrun'-un seildii anlaslnca yeni baskana af talebini sundu. Bir baskan, kendisine sunulan ilk af dilekesini hi geri evirmemisti: Lebrun kd imzalad, diyerek szn bitirdi. Andre, iste byle dostum, capcanl ve sapasalam, Gyan'n yolunu tuttum. Giyotinden kurtulan bu adama bakyor ve btn ektiklerimin karsmdakinin katland iskenceler yannda hi kaldn dsnyordum.

Yine de, onunla hi dostluk etmedim. Parasn almak iin zavall bir ihtiyar kadn ldrdn dsnmek midemi bulandryordu. stelik talihi, sonuna kadar da yaver gidecekti. Daha sonra, Saint Joseph adasnda kardesini ldrd. Krek mahkmlarndan bir ou da bunu grd. Emile, bir kayann zerinde ayakta durmus oltayla balk avlyor ve yapt isten baska sey dsnmyordu. Gl dalgalarn grlts, btn dier sesleri rtyordu. Andre arkadan kardesine yaklast, elinde, metre boyunda kaln bir bambu vard. Kardesinin srtna dayayp itmesiyle suya dsrmesi bir oldu. Emile'in balk avlad yerde kpekbalklar kaynyordu. Emile, az sonra onlara yem olmustu bile. Aksam itimanda grnmeyince, katna hkmedildi ve kaytlara yle geti. Bir daha da sz edilmedi. Sadece adann yukarsnda hindistancevizi toplayan drt-bss krek mahkmu olay izleyebilmisti. Tabi, grevlilerin dsnda herkes durumu rendi. Bir daha da Andre Baillard'n bas derde girmedi. Dyi davransndan tr bulunduu yerden tahliye edildi. Saint-Vincent-du-Maroni'de imtiyazl bir hayat sryor, tek basna, kk bir hcrede yasyordu. Gnn birinde, krek mahkmlarndan biriyle dalast ve

hileyle adam hcresine davet etti, kalbine bir bak sokarak ldrd. Mesru mdafaa halinde cinayet isledii kabul edildi, beraat etti. Gyan'daki krek cehennemi kaldrldnda, yine hep iyi davransndan tr cezasnn geri kalan blm basland. 52 Saint-Martin-de-Re tutuklu doludur. Bunlar iki blme ayrlrlar: Sekiz yz, ok ok bin kadar krek mahkmu ve dokuz yz srgn. Krek mahkmu olmak iin nemli bir sey yapmak, hi olmazsa byk bir su islemek gerekir. En hafif ceza, yedi yldr, kademeli olarak mebbete kadar gider, lm cezas baslanan bir mahkm mebbete arptrlr. Srgnlerin ise durumu daha deisiktir. il yedi sabkas olan bir adam srgn edilebilir. Bunlarn tmnn doru yola dnmesi imknsz birer hrsz olusu, toplumun kendini koruma gereini duymasn doururlar. Yine de, uygar bir ulus iin, ikinci derecede bir srgn cezasna basvurmak utan vericidir. Sk sk ele getikleri iin beceriksiz saylabilecek kk hrszlar vardr ki bunlar srgne gnderilirler o alarda srgne gitmek mebbetten farkszd Oysa

hrszlkla geirdikleri hayat boyunca, on bin franktan fazlasn almamslardr bile. Dste bu nokta, fran-sz uygarlnn en byk samaldr. Bir ulus, toplumun basn artan kisileri ok abuk yok etmek ve onlardan hemen c almak hakkna sahip deildir. Bu adamlar, insanlk ds cezalara arptrlmaktan ok tedavi edilmesi gereken kisilerdir. Sant-Msrtin-de-Re'ye geleli on yedi gn oluyor. Bizi krek cehennemine gtrecek geminin adn da rendik: La Martiniere. Bin sekiz yz yetmis mahkm tasyacak. Sekiz ya da dokuz yz krek mahkmu, bu sabah kale avlusunda topland. Bir saattan beri, onar kisilik diziler halinde, avlunun dikdortqeni-ni dolduruyoruz. Bir kap ald, bildiimiz gardiyanlardan ok daha deisik giyimli adamlar grnd. Gk mavisi, asker niformasn andran giysiler var srtlarnda. stelik bu giysiler, ok da iyi dikilmis. Ama hem jandarmadan, hem askerden farkl bu adamlar. Hepsinin belinde enli kemerler var, bu kemerlerden birer tabanca klf sarkyor. Silhn kabzas akta. Saylar, asa yukar seksen. Bazlarnda srmal seritler var.

Derileri gnesten yanms, otuz besle elli aras, her yastan adam var ilerinde. Yasllar, kendilerini nemseyip sisinerek gs kabartan genlerden daha sevimli. Seksen kisilik grubun kurmay baskanlna Saint-Martin-de-Re kalesi mdr, bir jan53 darma albay, smrge klnda -drt doktor ve beyaz cbbeli iki papaz refakat ediyor. Jandarma albay eline bir huni alyor ve azna gtryor. Hazr-ol komutu bekliyoruz, ilgisi yok. Baryor: Hepiniz bu uyary dikkatle dinleyiniz. Su dakikadan sonra, ynetim merkezi Cayenne olan, Fransz Gyan' cezaevi ynetmenliini temsil eden Ada-Jet Bakanl yetkililerinin sorumluluu altna giriyorsunuz. Sayn Binbas Barrot, burada hazr bulunan sekiz yz on alt hkmlyle listelerini size teslim ediyorum. Hepsinin burada bulunup bulunmadna bakar msnz?

Hemen yoklama baslyor. Bilmem kim? Burda; Bilmem kim: Burda, v.s. Yoklama iki saat sryor, eksik yok. Sonra, trenin tamamlanmas iin ortaya getirilen kk bir masa zerinde, devir-teslim islemine ve imzalarn atlmasna geiliyor. Binbas Barrot'da, albaynki kadar srma var. Ama srmalarn rengi altn sars, oysa jandarma kuvvetlerinde srmalarn rengi gms. Bu kez huniyi o azna gtryor: Hkmller, artk byle arlacaksnz: Hkml bilmem kim, ya da su numaral hkml. Ka numaral hkml olduunuzu da yaknda reneceksiniz. Bundan byle kree mahkm edilenlerin zel yasalarna, zel ynetmeliine, gerektiinde sizinle ilgili kararlar almaya yetkili i mahkemelerin yetkisine balsnz. Bu bamsz mahkemeler, krekte islediiniz sular yznden, sizi lm cezasndan basit hesap cezasna kadar, her esit mahkmiyete arptrabilir. Tabi bu hapis ya da hcre cezalar, ynetmenlie bal esitli yerlerde uygulanr. Karsnzda grdnz niformal kisilere mubassr denir.

Kendilerine bir sey soracanz zaman Mubassr Bey diyeceksiniz. Yemekten sonra, hepinize gerekli giysilerle dolu bir denizci torbas verilecek. Torbann iinde her sey var, baska esyanz olmayacak. Yarn La Martiniere gemisiyle yola kyorsunuz. Birlikte yolculuk edeceiz. Uzaklara gideceinize zlmeyin. Gyan'da yasamak Fransa'da hcre cezas ekmekten iyidir. Konusabilir, oyun oynayabilir, sark syleyebilir, sigara iebilirsiniz; davranslarnzda bir k54 IUIU(\ yuiunctoc uajnt ubuu uv, y&i., mjoc ekismelerinizi zmlemek iin Gyan'a varmay beklemenizi istiyorum. Yolculuk srasnda disiplin ok salam olmal, bunu anlyacanz umarm. Aranzda, yolculua dayanamyacak kadar bitkin olanlar varsa revire ksnlar. Yolculua katlacak doktorlar tarafndan muyene edileceklerdir. Hepinize iyi yolculuklar dilerim. Tren sona ermisti. Syle bakalm Dega, ne dsnyorsun? stesinden gelinmesi gerekli en byk tehlikenin, teki krek mahkmlar olduunu sylerken haklymsm Kelebek. Kisisel ekismelerinizi zmek iin Gyan'a varmay beklemenizi istiyorum,

szleri her seyi anlatmaya yetiyor. Orada ne cinayetler oluyor kimbilir? Hi skma tatl cann, bana gven. Francis la Passe' bulup sordum: Kardesin yine revirde mi alsyor? - Evet, dedi azllardan deil o, srgn edilenlerden. Kendisiyle en ksa zamanda balant kur, sana bir nester versin. Para istiyorsa fiyat sylesin, hemen derim. Dki saat sonra, sapasalam elik sapl bir nester edinmistim. Tek hatas biraz fazla uzun olmasyd ama olduka tehlikeli bir silht. Avlunun ortasndaki tuvaletlerin yaknnda oturdum. Birini yollayp Galgani'yi arttm. Tpn geri vermek istiyordum, ama sekiz yz kisiyle dolu, byk bir kargasalk iindeki bu avluda adam bulmak ok gt. Buraya vardmzdan beri ne Julot'yu grmstk, ne Guittou'yu ne de Suzini'yi. Ortak bir yasantnn faydalar, yepyeni bir toplumda yasamak, konusmak, o topluma bal bulunmak. Eh buna toplum ad verilirse. (O kadar ok syleyecek, dinleyecek, yapacak sey var ki, insan dsnecek zaman bile bulamyor. Gnlk hayata oranla gemisin ne kadar uzakta kaldn ve ikinci plna getiini grdke, Gyan'a vardmzda kimliimizi, neden ve nasl oraya dstmz unutarak bir tek seyle,

kamakla ilgileneceimizi sanyordum. Yanlyormusum. Her seyden nce insan urastran en 55 nemli sey hayatta kalmaya bakmakms. Nerede aynaszlar, jri yeleri, mahkeme heyeti, grevliler karm, babam, dostlarm? Hepsi capcanl, yreimdeki yerlerine yerlesmisler. Ama yola ks heyecan, bilinmeyen bir yere doru gidis, yeni dostluklar ve tandklarla eskilerin nceki kadar nemi kalmams gibi. Ama bu da basit bir izlenim, istediimde, beynim her birine ayrlan ekmeceyi atnda, yeniden karsmda olacaklar. iste Galgani, bana doru getiriyorlar, nk mercei andran gzlklerle bile evresini pek iyi gremiyor. Salk durumu sanki daha iyi. Yanma yaklasyor, bir sey demeden elimi skyor. Tp geri vermek istedim de, diyorum. Artk iyisin, tp tasyabilir, kendin saklybilirsin. Yolculuk sresince bu benim iin byk sorumluluk, hem birbirimize yakn olup olamyacamz, Gyan'da grsp grsemeyeceimiz bile belli deil. Dolaysyla tp geri almak en iyisi. Galgani, hznle bakyor bana. Hadi, gel helaya da vereyim tpn.

Hayr, istemiyorum, sende kalsn. Armaan ediyorum onu sana, artk senindir. Neden byle sylyorsun. Tp uruna ldrlmeyi istemiyorum. Para yznden ldrlmektense parasz yasamay ye tutarm. Sana veriyorum, nk benim param korumak iin hayatn tehlikeye atmann hi anlam yok, hi olmazsa kendi paran iin olsun. Korkuyorsun Galgani. Seni tehdit eden oldu mu? Para tasdndan sphe eden mi var?

Evet, Arap hi durmadan beni izliyor. Bunun iin seni hi aramadm, aramzda bir iliski bulunduunu anlamalarn istemedim, ister gece olsun ister gndz, ne zaman helaya gitsem nden biri yanma geliveriyor. Bir seyin farknda deilmis gibi, tp tasmadm da gsterdim onlara, her seye ramen gzetlemekten vazgemiyorlar. Tpm baska birinin tasdn dsnyorlar, kimin tasdndan haberieri yok. Ne zaman tpn geri verileceini anlamak iin de pesimde geziniyorlar. Galgani'ye bakyor, dehset iinde olduunu, ger56 ekten ok skstrldn anlyorum. Soruyorum ona: Daha ok avlunun neresinde dolasrlar? Mutfak ve amasrhane yaknnda, cevabn veriyor. Peki, sen dur burada. Yok yok, benimle gel. Onunla birlikte Arap'a doru yryorum. Takkemin iinde yerlestirdiim nesteri kardm, sap avucumda, keskin taraf gizli. Gerekten, syledii yere yaklastmzda n de gryorum: Arap ve Girando adl bir Korsikal. Durumu hemen anladm: evre tarafndan uzaklastrlan Korsikal isi Araplara

anlatms. Galgani'nin, Pascal Marta'nn enistesi olduunu, ii para dolu bir tp tasyacak kadar ykl saylmak gerektiini bilmemesi imknszd. Eee Mokran, isler yolunda m? Saol Kelebek, sen naslsn? Yok aslanm, benimkiler pek yolunda deil, Galgani'nin dostum olduunu sylemek iin sizinle grsmeye geldim. Basna bir is gelirse, ilk nallan dikecek sensin Girando; ardndan sizler, gelirsiniz. Bu szlerimi nasl istersiniz yle kabul edin. Mokran doruldu. Boyu benimki kadar, asa yukar bir yetmis drt, stelik de genis omuzlu. Verdiim gzda gururuna dokunmus olmal, kavgaya baslamak iin davranyor ama ben, hemen pr! prl nesteri karveriyorum. Nester avucumda: Kmldanrsan kpek gibi gebertirim, diyorum. Herkesin stnn durmadan arand bir yerde beni silhl grmek Mokran' rktyor, tutumum ve silhmn uzunluu da onu ok etkiliyor. Kavga etmek iin deil tartsmak iin yerimden kalktm, diyor. Yalan sylediini bilmiyorum ama, dostlarnn nnde zevahiri kurtarmasna yardm etmek de benim karma uygun. Kibarca, bir ks yolu gsteriyorum ona: , Peki. Tartsmak iin ayaklandna gre

Galgani'nin dostun olduunu bilmiyordum, inein biri sanmstm, anlaman gerekir Kelebek, yolsuz kaldmza gre tymek iin para bulmak zorundaydk. Elbette! Hayatn kurtarmak iin mcadele etmek senin hakkn Mokran. Yalnz bu adamn dokunulmazl olduunu rendin. Baska yerde bul yolunu. 57 I Mokran elini uzatyor, skyorum, utttt ucuz Kurtuldum, eer herifi ldrseydim yarn Gyan'a gidemiyecektim. Bir hata yaptm neden sonra anlamstm. Galgani de benimle birlikte yryordu. Kendisine: Bu olaydan kimseye sz etme, dedim. Dega Babann basma eksimesini, beni azarlamasn istemiyorum. Tpn geri almas iin Galgani'yi kandrmaya alsyorum: Yarn, yola kmadan nce, diyor. Ertesi gn o kadar iyi sinmis ki, kmda iki tple, kendisini gremeden Gyan'n yolunu tutuyorum. Son gece, hcrede on bir kisiyiz, hi kimse azn amyor. Hepimiz, Fransa topralakrnda son gnmz

geirdiimizi dsnyoruz. Herkes, Fransa'y bir daha grmemek zere geride brakmann ve bilinmedik bir rejimle ynetilen mehul topraklara doru yol almann hzn iinde. Dega konusmuyor. Koridora bakan ve her yerden biraz daha esintili olan parmaklkl kapnn yannda benimle birlikte oturuyor. Dorusu byk bir sasknlk iindeyim. Bizi bekleyenler konusunda ylesine ilgisiz seyler duyduk ki memnun mu, zgn m, yoksa umutsuz mu olmak gerektiini kestiremiyorum. Bu hcrede yaknma oturanlarn hepsi de ev-renin adamlar. evreden saylmayacak tek kisi, Gyan'da dnyaya gelen kk Korsikal. Bu adamlar kendilerinden gemis gibi. Durumun ciddilii hepsini susturmus. Sigara dumanlar, koridor havasnn ektii bir bulut gibi kyor hcreden. Gzlerinin yanmasn istemeyenler duman bulutundan daha alakta oturmal. Andre Baillard'n dsnda kimse uyumuyor. Hayatn son anda kurtarms olmas Biallard'-n bu davransn doruluyor. Onun iin her sey, umut bile edilemeyecek bir cennet. Hayatmn filmi bir serit gibi gzlerimin nnden geiyor: Sevgi dolu, eitime byk nem veren, grgl

ve soylu bir aile evresindeki ocukluum, kr iekleri, rmaklarn mrlts, bahemizin bol bol verdii cevizlerin, seftali ve eriklerin tad; her ilkbaharda kapmzn nnde aan mimozann kokusu; evimizin ii ds, yaknlarmn davranslar, hzla gzmn nnden geip gidiyor. Beni ok seven anne58 min, ardndan da babamn her zamanki oksayc tatl sesi, oyuna armak iin baheden bana seslenen babamn av kpei Clara'nn havlamalar; hayatmn en gzel anlarndaki yoldaslarm ocukluumun kk

kz ve olan ocuklar, grmeyi dsnmeden seyrettiim bu film, bilinaltmn bana ramen harekete geirdii bu film makinesi, gelecein bilinmeyen gnlerine doru yola kmadan nce beklemeye geen son geceyi tatl bir heyecanla dolduruyor. Her seyi enine boyuna dsnmenin srasdr. Yasm yirmi alt, salk durumum ok iyi. Karnmda bes bin alt yz frang benim, yirmi bes bini Galgani'-nin olmak zere bol para var. Dega'nn iinde tasd ise on bin frank. Krk bin frangm olduunu dsnebilirim, nk Galgani parasn burada koruyamadktan sonra, gemide ya da Gyan'da haydi haydi koruyamaz. Bunu bildiinden gelip almad tpn. Galgani'yi de yanma almak sartyla bu paradan faydalanabilirim. Ona yardm etmem zorunlu, nk para benim deil onun. Paray onun iyilii iin harcyaca-m ama, ben de yararlanacam. Krk bin frank ok para, cezasn ekmekte olan mahkmlardan, serbest braklanlardan ve gardiyanlardan bir sr suorta satn alabilirim.

Yaptm hesabn sonunda kardm bilano olumlu. Guyana varr varmaz. Dega ve Galgani ile birlikte kamalym. Kafam, hep bu konuda isletmem gerek. elik sapnn soukluunu hissetmenin mutluluuyla, nesteri yokluyorum. Byle tehlikeli bir silh tasmak insana gven veriyor. Araplarla aramda geen olay srasnda, silhmn faydas grld. Sabahn ne doru, hcrenin parmaklklar nne yelken bezinden on bir torba sraland, her biri azna kadar dolu, zerlerinde de bir etiket. Parmaklklarn iine sarkan torbalardan birinin etiketini okuyorum: C Pierre, yas otuz, boy bir metre yetmis , bel krk iki, ayak krk bir, numara X Bu Pierre C bizim Delifisek Pierrot, Paris'te isledii cinayetten -tr yirmi yl krek cezasna arptrlan bir Bordeaux'-lu. Onu iyi tanyorum, mert bir ocuk, evreden, hilesi hurdas yok. Torbann zerindeki etiket, G59 yan'daki krek cehennemi ynetmeliinin ne kadar iyi alstn ortaya koyuyor. Giysilerin gz kararyla dikildii ksladan ne kadar farkl. Burada her sey kaytl, herkes stne uygun gelen giysiler edinecek. Torbadaki aralktan Gyanda yasyan krek mahkmlarnn giysilerinin beyaz zerine, enine krmz izgili olduunu gryorum. Bu giysiyle kimse gzden kamaz.

Dsteyerek, kafamda mahkemenin, jri yelerinin ve savcnn grntsn canlandrmaya alsyorum. Ama beynim bana boyun emiyor, bu nedenle de hep normal grntler sunuyor. Conciergerie ya da Beaulieu'deki gnleri, yasadm gibi, btn canllyla hatrlamak iin yalnz, yapayalnz kalmak gerektiini anlyorum. Bu bana byk bir rahatlk veriyor, beni bekleyen toplum hayatnn baska ihtiyalar, baska tepkiler, baska tasarlar ortaya karacann farkndaym. Delifisek, Pierrot parmakla sokulup soruyor: Ne haber Kelebek, iyi misin? Ya sen? : Ben, hayat boyu Amerika'ya gitmeyi dsle-mistim. Kumarbaz olduumdan, gerekli paray bir trl toplayamadm. Eh, aynaszlar bu yolculuu bana bedava sundular. Fransa'da on bes yl hcrede yatmaktansa, Gyan'a gitmeyi ye tutuyorum. Yine de isin sonu nemli Pierrot, yle deil mi? Fransa'nn bir ksesinde kapatldm hcrede ldrman ya da dsknlkten can vermen czzam ya da sar hummadan gebermenden bin kere kt. Benim grsm bu. Benimki de, dedi Pierrot.

Bak, su etiket sana ait. Eiliyor, okuyabilmek iin dikkatle bakyor ve heceliyor: Bu elbiseyi giymek iin sabrszlanyorum torbay asam da giyinsem, naslsa kimse bir sey demez. Nasl olsa iindeki esya benim. Brak da srasn bekle. Su ara basn derde sokmann gerei yok. En ufak bir drlt istemiyorum. Anlyor ve parmakln nnden ekiliyor. Louis Dega bana bakyor: Yavrum, bu son gecemiz, diyor. Yarn gzel lkemizden ayrlacaz. 60 I Bu gzel lkenin adaleti pek gzel deil Dega. Belki bizimki kadar gzel olmayan, ama aya sren-lere ok daha insanca davranan lkelere rastlarz. Geree ne kadar yakn dsndm o an bilmiyordum, gelecek hakl olduumu gsterecekti. Yeniden sessizlik kt hcreye. Gyan'a Hareket Saat altda hazrlk baslad. Grevli mahkmlar bize kahve getirdiler, sonra drt gardiyan grnd. Bugn beyaz elbiseler giyinmisler, tabancalar yine bellerinde, ilerinden birinin soi kolunda srman V vard, omuzu apoletsizdi.

Hkmller, ikiser ikiser koridora kacaksnz. Herkes torbasn arayp bulacak, adlarnz torbalarn zerinde yazl. Torbay alp duvarn dibine ekilin, antanz nnzde yznz koridora dnk olsun. Torbalarmz nmzde sraya girmek iin yirmi dakika gemesi gerekti. Soyunun, giysilerinizi tulumunuzun kollaryla balayarak bir kn yapn. Tamam. Sen topia knlar ve hcreye koy Giyinin, srtnza bir don, bir ynl fanila, bir izgili pantolon, bir ceket geirin, oraplarnzla pabularnz da giyin Herkes isini bitirdi mi?

Evet mubassr bey. Peki. Ynl uzun ceketi, yamur ya da souktan korunmak iin torbadan karp yannza aln. Torbalar sol omuza ikiserle kolda ardmdan* yryn. Srmal nde, ikisi yanda, drdncs de en arkada kk dizimiz avlunun yolunu tuttu. Dki saat iinde de sekiz yz on krek mahkmu sraland. Dlerinde Louis Dega ile benim, krekten kaan Julot, Gai-gani ve Santini'nin bulunduu krk kisinin ad okundu. Bu krk kisi, onarlk sralar halinde dizildi. Her dizinin basnda bir mubassr var. Ne zincire vurulan grlyor, ne de bileine kelepe taklan, metre temizde, krk jandarma geri geri yryor. Elde silh bizi kolluyorlar, yol boyu byle gidecek, her birine palaskasndan tabancasn eken baska bir jandarma yol gsterecek. Kalenin kocaman kaps alyor dizi ar ar 61 ilerliyor. Kaleden kanlarn says arttka, elde makineli, jandarmalar kafileye katlyor, iki metre aktan mahkmlar izliyorlar. Byk bir merakl kalabaln, jandarmalar, mahkmlardan uzakta

tutuyor. Yolda giderken, evlerden birinin penceresinden hafife slk alndn duyuyorum. Basm kaldrdmda, pencerelerden birinde karm Nenette ile dostum An-toine D'yi gryorum. Dega'nn kars Paul ile dostu Antonie Giletti baska bir pencerede. Dega da onlar grd, bakslarmz pencerelere dikildi, yryebildiimiz kadar yryoruz. Karm ve yllar sonra Marsilya'da bir bombardmanda len dostum. Antoi-ne' son grsm. Kimse konusmadndan ortalkta sessizlik hkm sryor. Ne hkml, ne mubassr, ne jandarma, ne de merakl kalabal gerekten yrek paralayc olan bu an bozmaya cesaret ediyor, herkes bu bin sekiz yz kisinin, bir daha dnmemek zere normal hayattan uzaklastrldnn farknda. # Gemiye biniyoruz. Biz, krk kisilik ilk dizi ambara, demir parmaklklarla evrili bir kafese gtrl-yoruz. Kafesin nnde bir tabel var. Okuyorum: 1 numaral kous, zel tutuklular. Tetik durmal ve devaml gzetlenmen. Herkese bir hamak veriliyor. Hamaklar asmak iin kafesin iinde bir sr engel var. Biri

beni pyor, Julot bu. O isini biliyor, on yl nce de ayn yolculuu yapt. Nasl davranmak gerektiinden haberi var. Bana: abuk syle gel, diyor. Torban, haman asacan engele tak. Buras iki kapal lumbozun yan, ama denize aldmzda lumbozlar alacak ve kafesin her yerinden daha ok hava alacaz. Dega'y ona tantyorum. O sra biri yaklasyor Julot adamn yolunu kesip: Gyan'a sa varmak istiyorsan buraya yaklasma. Anladn m? diyor Anladm, diye cevap veriyor beriki. Nedenini de biliyorsun deil mi,, Evet. yleyse al voltan. Herif uzaklasyor. Dega, bu kuvvet gsterisinden memnun, stelik memnunluunu gizlemiyor: Dkinizin yannda rahat rahat uyuyabilirim. Julot su cevab veriyor ona: Deniz kysnda tek penceresi ak bir evde, bizimle olduundan daha rahat, daha gvenli olamazdn. 62 Yolculuk on sekiz gn srd. Anlatlmaya deer olay bir tek: Bir gece, korkun bir lk herkesi uyandrd. Adamn biri, srtnda bakla l bulundu. Bak asadan yukar savrulmus, adamdan nce hama delip gemisti. Korkun bir silh olan bu ban uzunluu yirmi santimdi. Hemen yirmi bes otuz mubassr

tabancalaryla tfeklerini zerimize dorultarak haykrdlar: rlplak soyunun, abuk! Hepimiz soyunduk, zerimizi aryacaklarn anlamstm. Nesteri plak olan sa ayamn altna koydum, keskin az ayam kesmesin diye de sa bacamdan ok sola verdim arlm. Ayam nesteri gizliyordu. Drt kisi kafese girdi, elbiselerle pabularn iini aramaya koyuldular. Deri girmeden silhlarn braktlar, kap zerlerine kilitlendi ama dsardan da gz altnda tutuluyorduk, silhlar hep stmzdeydi. Seflerden biri: Dlk kprdayan kendini lms bilsin, dedi. Aramada bak, iyice sivriltilmis iki kaln ivi, bir mantar aacak, bir de altn para tp bulundu. Alt kisi, rlplak ortaya karld. Kafile baskan Binbas Barrot, yanndaki iki doktor ve gemi kaptanyla kageldi. Aynaszlar kafesten knca herkes, emir dinlemeden giyinmisti. Nesteri ayamn altndan alabildim. Mubassrlar, dibe ekilmislerdi. Barrot ortada duruyordu, tekiler merdivenin yannda yer aldlar. Tam karslarnda rlplak alt mahkm esas durusa gemisti.

Aramay yapan mubassrlardan biri, baklarn sahibini gstererek: Bak bunun, dedi, Evet, benim. Peki, dedi Barrot. Yolculuu makinelerin stndeki hcrelerden birinde yapacak. iviler, mantar aacaklar, ya da baklarn sahipleri de gsterildi, hepsi de malna sahip kt. rlplak, yanlarnda iki gardiyanla merdiveni trmandlar sonra. Yerde bir bakla altn tp duruyordu: Her ikisine karslk da bir tek adam vard. Genti, yirmi besinde var yok. Salam yapl, en azndan bir seksen boyunda, mavi gzlyd. Altn tp uzatan gardiyan: Bu senin deil mi? dedi. 63

Evet benim. Tp eline alan Binbas Barrot: iinde ne var? diye sordu. yz Dngiliz Liras, iki yz dolar, beser kratlk iki elmas. Peki, doru mu bakalm. Tp ald. Dierleri de binbasnn evresine toplandndan iinden kan grmedik. Yalnz, Doru. Adn ne? dediklerini duyduk: Salvidia Romeo. Dtalyan msn? Evet efendim. Tp iin ceza grmeyeceksin ama bak iin greceksin. zr dilerim, bak banim deil. Byle konusma, bak pabucunun iinde bulundu, dedi aynasz. Tekrar ediyorum ki, bak bana ait deil. Demek ben yalancym? Hayr, yanlyorsunuz. Peki yleyse, bak kimin? diye sordu. Binbas Barrot. Senin deilse baska birinin olmas gerekiyor. Benim deil, o kadar. Scaktan haslanacan bir hcreye atlmak istemiyorsan syle ban kime ait olduunu. Bilmiyorum.

Benimle dalga m geiyorsun ulan? Pabucunun iinde bak bulunuyor, kimin olduu belli deil. Enayi mi sandn beni? Ya bak senindi, ya da pabucunun iine kimin koyduunu bilirsin. Cevap ver. Benim deil, kimin olduunu sylemek de bana dsmez. Ben gammaz deilim. Yzmde gardiyanlarnkine benzeyen bir yan grebildiniz mi? Mubassr, vurun su herifin bileine kelepeleri. Disipline aykr davransnn hesabn vereceksin. Svariyle kafile komutan aralarnda konustular. Svari ikinci kaptana bir emir verdi, adam kosarak yukar kt. Az sonra elinde bilek kalnlnda bir ip ve deniz suyuyla dolu bir tahta kovayla dev yapl, Brtanyal bir tayfa grnd. Bizim italyana diz ktrp merdivenin son basamana baladlar. Tayfa 64 bilek kalnlndaki p Kovaya daldrd ve ar ar, btn gcyle, zavall mahkmun kaba etlerine, beline, srtna vurmaya baslad. Mahkmun azndan en ufak bir ses kmyor, sessizliinde kafesimizdekiler-den birinin protesto haykrs duyuldu: Itolu itler! Bu szler, herkesin haykrmaya baslamasna yetti de artt bile: Kaatiller! Namussuzlar! Kokusmus

herifler! Susmazsak zerimize ates amakla gzda veriyorlard ama biz daha beter baryorduk. Birden binbas bard: Su buhar verin! Tayfalar bir takm tekerlekleri evirdiler ve ardndan gl buhar stunlar zerimize fskrd. Gz ap kapayncaya dek herkes kendini yerde buldu. Buhar gs yksekliinde fskryordu. Hepimiz ortak bir korkuya kapldk, haslananlar yaknmaya korkuyordu, bu is bir dakika bile srmedi ama herkesin gzn yldrd. Anladnz sanrm efeler! En ufak bir olayda buhar fskrtrm. Tamam m? Kalkn ayaa! Aramzda yalnz kisi fena halde yanmst. Revire kaldrdlar. Krbalanan yanmzda brakld. Alt yl sonra benimle birlikte kamaa kalkacak ve lecekti. On sekiz gnlk yol boyunca, Gyan hakknda bilgi alacak, genel bir bilgi edinecek frsat bulduk. Julot bizi uyarmak iin elinden geleni yapmst ama hi bir sey sandmz gibi olmayacakt orada, rnein, Saint Laurent-du Maroni'nin kydan yz yirmi kilometre ierde, Maroni adl rman kenarndaki ky olduunu biliyorduk. Anlatyordu Julot: Cezaevi, Gyan'n merkezi olan bu kyn iindedir. Bu merkezde mahkmlar, snflara ayrlrlar.

Srgnler, hemen yz elli kilometre tede bulunan Saint Jean cezaevinin yolunu tutarlar. Krek mahkmlar da e blnr: Oraya varr varmaz adlar okunan ok tehlikeliler, Salut adalarna yollanmak zere disiplin blmndeki hcrelere atlrlar. Adada kalma sreleri ya zamanla kaytldr, ya da hayat boyudur. Bu adalar Saint - Laurent'dan bes yz kilometre uzaklktadr. kelebek 65/5 En byne Royale, dsaryla balants kesilen hcre mahkmlarnn konduu adaya Saint - Joseph, en kne de Seytan ad verilir. Krek mahkmlar, Seytan adasna gnderilmez. Seytan adasndakiler, genellikle siyas mahkmlardr.

Tehlikeli saylanlar ikinci snfa girer: Bunlar Saint - Laurent'daki kampta kalr, bahvanlk ve tarm isleriyle urasrlar. Dhtiya duyulduka aralarndan birka en bell kamplar olan Orman Kamp, Charvin, Cascade, Crique Rouge ve lm kamp diye adlandrlan Kilometre'ye gnderilirler. Normal snfa giren hkmller ynetmenliin emrinde, mutfak islerinde, kyn ve kampn temizlenmesinde ya da dier esitli islerde kullanlr. Marangozhane, boyahane, demirhane, elektrik, hallalk, terzilik atlyeleriyle amasrhane bunlardan faydalanlan yerlerdir. En nemli an, adaya varacamz andr. Hemen arlp hcreye konan hkml Adalardan birine gnderilir mutlaka; her trl tyme frsat kaybolmus demektir. Tek kurtulus yolu hemen yaralanmaz, dizlerini ya da karnn bereleyip hastanenin yolunu tutmak ve oradan kamay denemektir. Adalara yollanmaktan, her ne pahasna olursa olsun, uzak durmak gerekir. Bir umut kayna daha: Eer sizi adalara gtrecek gemi hazr deilse, hastabakcya para teklif edebilirsiniz. Hastabakc, eklem yerlerinize ineyle terebantin aslayabilir, sidie bulanms bir sa telini, mikrop kapmas iin etinize sokabilir. Ya da

kkrt koklatp doktora, atesinizin krka ktn syleyebilir. Birka gnlk bekleme sresi iinde, ne pahasna olursa olsun, hastaneye kapa atmak gerekir. Eer adnz okunmaz da dierleriyle birlikte kamp barakalarnda kalrsanz, harekete geecek zaman bulursunuz. Bu durumdakilerin kamp iinde grev almamas gerekir. Muhasebeciye rsvet verir, kyde lmclk, plk ya da oral sivil mteahhidin bk atlyesinde is bulabilirsiniz. alsmak iin her sabah kamp dsna kan ve aksam dnen kisi, kyde yasyan eski krek mahkmlar ve inlilerle iliski kurup kas hazrlklar yapabilir. Kyn evresinde66 ki kamplardan da uzak durulmaldr: Orada kalanlar ksa srede geberip gider. Hi bir mahkmun aydan faz^a dayanamad kamplar da vardr. Ormann iindeki bu kamplarda alsan hkml, gnde bir metre kp odun kesmek zorundadr. Btn bu deerli bilgileri Julot yol boyu bizlere anlatt durdu. O her seye hazrlkdyd. Krekten kat iin doru hcrenin yolunu tutacan da biliyordu. Bunun iin de, tpnn iinde bir kk bak, daha dorusu bir ak tasyordu. Gemi limana vardnda ba karp dizini yaracakt. inerken de herkesin

gz nnde yere yuvarlanacakt. Rhtmdan doru hastaneye gtrleceini umuyordu. Gerekten de umduu gibi oldu. Saint - Laurent - Du - Maroni Mubassrlar, stlerini deistirmek iin nbeti arkadaslarna braktlar. Srtlarnda beyaz elbiseler ve kasketlerinin yerine de koloniyal sapkalar giymis olarak geri dneceklerdi. Julot: Geliyoruz artku^ dedi. Btn lumbozlar kapatldndan ierisi dayanlmayacak kadar scakt. Buulu camlarn tesinden yesillikler seilebiliyordu. Demek Maroni Irmana girmistik. Sular amurluydu. nmzde uzanan balta girmemis orman yemyesil ve ok heybetliydi. Geminin ddyle tedirgis olan kuslar havalanyordu. Ar ar ilerliyor, bu kopkoyu, sk ve bol yesillii rahata inceliyebiliyorduk. inko daml ilk ahsap kulbeler grnmst. Kadnl erkekli zenciler, kaplarnn nnde geminin geisini izliyorlard. Geminin insan ykn bosaltmasna alskndlar, bize hi bir hos geldiniz isareti yapmaya yeltenmiyorlard. ddk sesi, pervane grltleri yaklastmz gsterdi, sonra makinelerin sesi kesildi. Sinek usa duyulurdu.

Kimse konusmuyordu. Julot bucan ams pantolonunun dizini yrtyor, kumasn kenarlarn iyice didikliyordu. Gverteye ktnda dizini yaracakt ardnda kan izi brakmamak iin Mubassrlar kafeslerin kapsn atlar, erle kolda gverteye dizildik. Dega, ortada Julot ve ben, drdnc sradaydk. Gverteye kld. Saat iki buuktu, mthis bir gnes s67 fr numaraya trasl basm ve gzlerimi iyice rahatsz etti. Rhtma dizildikten sonra iskeleye doru yneldik, ndekilerin iskeleye ayak basmalar yznden srann bir an duralamasndan yararlanp Julot'nun torbasn srtnda tutuyordum. Julot iki eliyle dizinin derisini ekti ve ba daldrarak yedi-sekiz santimlik bir yara at. Ba bana geirdi ve torbasn toparlad. Tam tahta iskeleye ayak bastmz srada kendini yere att ve asa kadar yuvarland. Hemen kaldrdlar, yaralandn grnce de sedyecileri ardlar. Senaryo nceden dsnld sekilde gemisti; Julot, iki sedyeci tarafndan gtrlyordu. Rengrenk bir kalabalk merakla bize bakyordu. Zenciler, stl kahve rengi olanlar, Kzlderililer, inliler, Beyaz

sprntler (bu Beyazlar cezalarn tamamlams eski krek mahkmlar olmalydlar) topraa ayak basan herkesi dikkatle inceliyor ve dierlerinin ardna sralanyordu. Mubassrlarn tesinde iyi giyimli siviller, yazlk giysileri iinde kadnlar, ocuklar; baslarnda koloniyal sapkalar, yeni gelenlere bakyorlard. Dki yz kisi olduumuzda, kafile yola koyuldu. On dakika kadar yrdk, kalaslardan yaplma, yksek bir kapya vardk. Kapnn stnde: Saint - Laurent - du Maroni Cezaevi - Kisi yazlyd. Kap ald, onarlk sralarla ieri girdik. Bir ki, bir, ki ars! Sryle krek mahkmu gelisimizi izlemeye kmst, iyi grebilmek iin pencerelere ya da koca taslarn tepesine tnemislerdi. Avlunun ortasna vardmzda yeni bir komut duyuldu: Durrr! Torbalar nnze koyun. Hey, sapkalar datsanza! Her birimize hasr sapkalar verildi, bu sapkajara gerekten de ihtiyacmz vard. Dki, kisi gnes arpmasndan yere devrilmisti bile. Kolu kalabalk bir aynasz listeyi eline aldndan, Dega ile

bakstk. Julot'nun sylediklerini hatrlamstk, nce Guitto'nun ad okundu: Suraya ge! Dki mubassr hemen onu evirip gtrdler. Suzini'ye, ardndan da Girasol'e ayn sey yapld. Jules Pingnard! Jules Pignard (bizim Julot) yaraland ve hastaneye gtrld. 68 Peki. Bunlar adalara gidecek olanlar, ardndan mubassr devam etti: iyi dinleyin. Adn okuyacam, srtnda torba-syla ne kacak ve su sar barakann, 1 numaral olann nnde yerini alacak. Bilmem kim, burada, v.s. Dega, Pierrot ve ben, dierleriyle birlikte barakann nne sralandk. Kap ald, asa yukar yirmi metre uzunluunda, dikdrtgen biiminde kousa girdik. Kousun ortasnda, asa yukar iki metre eninde bir geit vard; sanda ve solunda da, bastan sona kadar uzanan bir demir ubuk. Yatak - hamak yerine geen adr benzeri, bu ubuklarla duvar arasna gerilmisti, her adr bezinin de bir rts vars. Herkes diledii yeri seti. Dega, Delifisek Pierrot, Santori, Frandet ve ben yanyana yerlestik, hemen arkadas topluluklar kuruldu. Kousun iki ucuna yrdm: Sada duslar,

solda kenefler, esmelerden su akmyor. Pencerelerin parmaklklarna aslp ardmzdan gelen teki hkmllerin datmn izledik. Louis Dega, Delifisek Pierrot ve ben hayatmzdan memnunduk; bir kousa yerlestirildiimize gre, hcreye atlmyacaz demek. Yoksa, Julot'un anlatt gibi, oktan hcrede olurduk. Aksam bese doru isimiz bittiinde herkes memnundu. Grandet: Amma garip, dedi. Bu kafileden kimseyi hcreye atmadlar. Garip ama bylesi daha iyi tabii, dedi ve midemizi bulandrd. Grandet, koca bir kasay yrten adamdr. Yapt is btn Fransa'y kahkahalarla gldrmstr. Tropiklerde gndz ve gece birden bastrr, ne tan atar, ne alacakaranlk ker. Aksamn alt buuunda hava kararverirdi. Alt buukta, iki yasl krek mahkmu, getirdikleri gaz lmbalarn tavandaki engellere astlar. Bu fenerlerin s pek zayft. Kousun drtte karanlkta kalyordu. Dokuzda herkes uyudu; ilk heyecan gemis, millet scaktan baygn dsmst. Havada, en ufak bir kprt yoktu, herkes donla yatyordu. Dega ile Delifisek Pierrot'un arasna uzanms, fsldayarak konusuyorduk. Sonra uykuya kaldk.

Ertesi sabah, kalk borusu aldnda hava karanlkt. Herkes kalkt, ykand ve giyindi. Kahveyle 69 tf i' J -I birlikte hepimize bir somun ekmek verdiler. Ekmei, sahan ve esyalar yerlestirmek iin herkesin basucuna, duvara bir tahta aklmst. Dokuzda iki mubassrla gen, izgisiz beyaz elbise giymis bir krek mahkmu ieri girdi. Aynaszlarn ikisi de Korsikalyd, memleketlileri olan mahkmlarla kendi dillerinde konusuyorlard. Bu sre iinde de hastabakc, kousta geziniyordu. Yanma geldiinde: Naslsn Kelebek? diye sordu. Beni tandn m? Hayr. Ben Cezayirli Sierra'ym. Paris'te, Dante'nin yerinde tansmstk. Ha, simdi tahrladm. Ama sen 29 da buraya gnderildin. Simdi 33 ylndayz, hl tyemedin mi? Kamak o kadar kolay m sanyorsun? Hasta listesine yazl. Yanndaki dostun mu? Evet Dega dostumdur. Onu da yazyorum. Sen Kelebek, dizanteriye yakalandn. Sen ihtiyar, astm nbetleri geiriyor-sun. Saat

on birde, revirde grrm sizi. Konusacaklarmz var. Yoluna devam ederken yksek sesle baryordu: iinizde hasta olan var m? Parman kaldranlarn yanna gidiyor ve adlarn listeye geiriyordu. Tekrar nmzden getiinde, yannda, yz iyice yanms ihtiyar bir mubassr vard: Kelebek, sana sefim mubassr - hastabakc Bartiloni'yi tantyorum. Bay Bartiloni, su ikisi size szn ettiim dostlar. Peki Sierra, hastaneye geldiklerinde icabna bakarz. Bana gvenebilirsiniz. Saat on birde gelip koustan bizi aldlar. Dokuz kisiydik. Yryerek kamp barakalarnn arasndan getik, tekilerden yeni ve beyaza boyal zerinde bir krmz ha bulunan barakaya vardmzda ieri girdik; altms kadar hkmlnn sraland bekleme odasna getik. Bekleme odasnn her ksesinde, iki mubassr konmustu. Sierra, srtnda bembeyaz bir doktor gmleiyle grnd. Siz, siz, siz, gein, dedi bize. Girdiimiz odann doktor odas olduunu hemen anladk, ihtiyarlar ispanyolca konustu. Bu ispanyolu birden

tandm: Fernandez'di yahu, Paris'in Madrit kahvesinde Arjantinliyi temizleyen Fernandez. Aralarnda biraz konustular, sonra Sierra onu bekleme odasnn yanndaki blmeye geirip yanmza dnd. Kelebek, dur seni bir peyim. Sana ve dostuna yardm edebildiim iin ok memnunum. Bakn, ikiniz de hcre cezasna arptrldnz. Kelebek, seninki mebbet. Dega, seninki de bes yl. Arpanz var m? Var. Bana beser yz frank verin, yarn sabah hastaneye yatacaksnz. Sen dizanteriden. Sen de Dega, gece kapy vur, ya da daha iyisi nbetilerden birini arn ve Dega'nn boulacak gibi olduunu syleyin. Geri kalan ben zerime alyorum. Kelebek, senden istediim bir sey var. Kaacaksan zamannda bana haber

ver ki bileyim. Haftal yz franktan ikinizi de bir ay hastanede tutabilirler. Hemen harekete gemelisiniz. Fernandez keneften kt, gzmzn nnde Sierra'ya bes yz frank verdi. Ben ktmda da bin deil, bin bes yz frank uzattm ona. Bes yz geri verdi. Fazla diretmedim. Bana: Verdiin para aynasz iin, dedi. Ben senden para almam. Dost deil miyiz? Ertesi sabah, Dega ben ve Fernandez, hastanenin kocaman kouslarndan birine yerlestik. Dega geceyars hastaneye gtrld. Bizim kousa bakan otuz bes yaslarnda bir hastabakc, ad da Chatal. mzle ilgili olarak, Sierra'dan btn gerekli bilgileri alms. Doktor uradnda nne koyaca pisliim amip dolu olacak. Dega iin de, doktora kmadan nce biraz kkrt yakp basn havluyla rterek koklatacak. Fernandez'in bir yana davul gibi: Yanann iini srms, bir saat boyunca da btn gcyle flemis durmus. Hem o kadar iyi flemis, yanan yle sisirmis ki bir gz kapanms. Kous barakann birinci katnda, iinde ou dizanterili asa yukar yetmis hasta var. Hastabakcya, Julot'nun nerede olduunu

sordum. Tam karsdaki binada, diyor. Haber gtrmemi ister misin? 70 71 H Evet. Kelebek'le Dega'nn hastanede yattn syle. Pencereye ksn. Hastabakc, kousa, diledii zaman girip kabiliyor. Bu isi iin de kapy vurmas yeter, bir Arap ayor ona kapy. Bu Arap kapc, mubassrlarn yardmcln yapan bir mahkm. Kapnn sanda ve solundaki iskemlelerde mubassr, silhlar dizlerinin zerinde, oturuyorlar. Pencere parmaklklar raylardan yaplma. Bu parmaklklarn nasl kesileceini dsnyor, pencerelerden birinin basna k-yorum. Bizim binayla Julot'un arasnda gzel ieklerle dolu bir bahe var. Julot pencerede beliriyor, elindeki kara tahtaya tebesirle: AFERDN yazms. Bir saat sonra, hastabakc bana Julot'dan bir mektup getiriyor. Mektupta Julot: Sizin kousa gemeye alsyorum, diyor. Basaramazsam siz benimkine gelmeye bakn. Nedeni, yattnz kousta dsmanlarnzn bulunmas. Demek hastaneye geebildiniz? Cesaret, hepsinin

hakkndan geleceiz. Birlikte, ok ac ektiimiz Caen'n Bealieu cezaevi olay, Julot ile ok sk dostluk balaryla balanmamza yol at. Julot, bir ktk uzmanyd. Bu nedenle de kendisine ekili adam denirdi. Gpegndz, en gzel mcevherlerin kuyumcu vitrinine yayld saatte arabasyla grnrd. Yardaksnn kulland araba durur, yalnz motor alsmaya devam ederdi. Elinde koca bir ktkle Julot arabadan iner, bir vurusta vitrini paralayp mmkn olduu kadar ok mcevher kaparak arabaya atlar, son hzla kaard. Lyon, Angers Tours, Le Havre sehirlerinde basaryla is grdkten sonra Paris'in byk bir kuyumcusunu gzne kestirmis ve leden sonra buukta, asa yukar bir milyon franklk mcevher gtrmst. Kimliinin neden ve nasl anlasldn bana hi anlatmad. Yirmi yl hapse mahkm oldu ve drt yln sonunda kat. Bize anlatt gibi, Paris'e dnerken yakaland. Malna yataklk yapan adam aryordu, adam kzkardesine vermesi gereken paray vermemisti. Herif Julot'nun, evi yaknnda gezindiini grnce polise haber vermisti. Julot yeniden enselendi ve bizimle birlikte Gyan'a dnd. 72

Hastaneye gireli bir hafta oluyor. Dn Chatal'a iki yz frank verdim, ikimizi de hastanede tutmas iin her hafta dememiz gereken para bu. Sayg uyandrmak iin ttn olmayan hastalara ttn datyoruz. Altms yaslarnda bir sabkal Carora adl Marsilyal bir adam Dega ile dost oldu. Dega'nn akl hocas neredeyse. Gnde birka kere, ok paras var da bu durum kyde biliniyorsa (Fransa'dan gelen gazetelerden herkes, byk soygunlar okuyabilirdi) kamamas gerekli diyordu. Birlikte kaaca kisiler, kndaki tp yrtmek iin onu ldrebilirlerdi, Dega, ihtiyar Carora iie aralarnda geen konusmalar bana anlatt. Yirmi yldr buradan kprda-yamadna gre, ihtiyarn bir boka yaramayacan sylemeye alstm ama tnmad. Dega, ihtiyarn anlattklaryla ok etkilendi. Elimden geldiince onu desteklemeye, inancmla ayakta tutmaya alsrken baya zlyordum. Sierra'ya bir pusula gnderdim ve Galgani'yi bana yollamasn istedim. Uzun srmedi, ertesi sabah Galgani hastaneye yatt ama parmaklksz bir kousa. Nasl etmeli de tpn ona geirmeliydim? Galgani ile mutlaka konusmam gerektiini Chatal'a atm, kas hazrl yapmakta olduumuzu hissettirmeye alstm

biraz. Nbet deistirilecei srada Galgani'yi verandaya karacak ve para istemeden, pencereden benimle konusacakt. Galgani lende pencerenin altna getirildi, tpn avucuna koydum. Gzmn nnde, ayakta, tp yerlestirdi. Alyordu, iki gn sonra bana yollad dergiyi aldm, iinden bes tane binlikle zerinde Saol yazl bir kt kt. Dergiyi bana getiren Chatal paralan grmst. Szn etmedi ama, bir sey armaan etmek istediimde geri evirdi. Kamak istiyoruz, dedim ona. Bizimle gelir misin? Hayr Kelebek, baska biriyle szlestim. Ortam ktnda, bes ay sonra kamay deneyeceim. Hem daha hazrlkl, hem daha emin olacak bylesi. Sen hcreye atlacandan acele etmene hak veriyorum ama, bu demir parmaklklardan kurtulmak

73 epey g, olacak. Yardm konusunda bana gvenme, isimi tehlikeye atmak istemem. Burada, sakin sakin arkadasmn kmasn bekliyorum. Peki Chatal. Hayatta ak szl olmal, ben de bundan byle sana hi bir seyden sz etmem. Yine de, dedi, pusulalarn gtrr, istediklerini yaparm. Saol Chatal. O gece makineli tfek sesleri duyuldu. ekili adamn kat, ancak ertesi gn anlasld, iyi bir dosttu. Tanr yardmcs olsun, herhalde frsat kms, o da bunu karmamst. Dostum iin bylesi ok daha iyiydi. On bes yl sonra, de Haiti'deyim. Yanmda Venezuellal bir milyoner, kumar imtiyaz almak zere gazino mdryle grsmeye gelmistik. Bir aksam bol sampanya itiimiz gece kulbnden kyor-duk. Yanmzdaki kzlardan biri kmr gibi karayd ama tasral saygdeer Fransz ailelerin kzlar kadar iyi eitim grmst. Bana: Byk annem bir vodu rahibesidir, yasl bir Franszla yasar, dedi. Fransz Cayene'den kams, yirmi yldr byk annemle birlikte, durmadan kafay ekiyor, ad da Jules Marteau (*).

Birden aylverdim: Aman yavrum, beni hemen bykannenin yanna gtr. Haiti azyla, bizi son hzla gtren sofrle konusuyorduk. Isltlar iindeki bir barn nnden geiyorduk. Dur! dedim sofre. Bara girip bir sise per-no, iki sise sampanya, iki sise de rom aldm. Gidebiliriz. Denizin kysnda, beyaz boyal, krmz kiremitli sipsirin bir evin nnde durduk. Deniz suyu merdivene kadar ulasmst. Kz kapy vurdu, bembeyaz sal, uzun boylu bir zenci kadn kapya kt. Srtnda, ayak bileklerine kadar inen bir entari vard. Kadnlar aralarnda kendi dilleriyle konustular. Sonra kadn bana: Deri girin efendim, dedi. Buras sizin eviniz saylr. Tertemiz, kus ve balk dolu, karpit lmbasyla aydnlatlan bir salona girdik. (*) Marteau: Franszca eki anlamna gelir. Julot'y mu grmek istediniz? Simdi gelir, Jules, Jules! Bak, seni grmek isteyen biri var! Krekte klmz hatrlatan, mavi izgili pijama giymis, plak ayakl bir adam grnd.

Ne o Kartopu, bu saatte beni grmeye gelen mnasebetsiz de kim? Kelebek mi, olur sey deil! Boynuma sarld: Yaklastr lmbay Kartopu, dedi, dostumun yzn bir greyim. Ta kendisi, sensin demek herif! Sensin ha! Hosgeldin yleyse, evim, azck param, kadnmn torunu, hepsi sana ait. Bir isaretine bakar. Pernoyu sampanyay, romu arka arkaya devirdik. Ama o sra Julot sark sylyordu. Adamlar yere vurduk ya herif; Gryor musun, serven gibisi yok. Ben Kolombiya. Panama, Kosta Rika ve Jamaika'dan getim. Asa yukar da yirmi yldr buradaym, bir erkein Taslayabilecei en iyi kadn olan Kartopu ile de ok mutluyum. Ne zaman gidiyorsun? Epey kalacak msn burada? ok deil, bir hafta kadar. Ne isin var? Gazinonun mdryle anlasma yapp kumar isini stmze almaya alsyoruz. Dostum, hayat boyu benimle birlikte bu marsk yatanda kalman isterim. Yalnz, gazino mdryle balant kurduysan herifle is yapmaya kalkma. Durumun iyiye gittiini grrse seni ldrtr. Verdiin te ok tesekkr ederim. Sana gelince Kartopu, turistlere yaptndan ok deisik bir vodu ayini hazrla. Dostum iin, gerek bir vodu ayini!

Her neyse, Julot kat. Ben, Ferrandez ve Dega hl bekliyorduk. Zaman zaman, dikkati ekmeden pencerelerdeki parmaklklar inceliyordum. Bunlar gerek birer rayd, kesilmesi imknszd, is kala kala kapya kalyordu. Gece gndz, silhl mubassr koruyordu bu kapy. Julot'nun kasndan bu yana, nbet daha da sklasmst. Devriyeler sk sk birbirini izliyor, doktor sevimsizlesiyordu. Artk Chatal kousa gnde iki kere ine yapmak ve atesimize bakmak iin uruyordu, ikinci bir hafta daha geti, iki yz frang yine dedim. Dega, kasn dsnda her seyden 74 75 sz ediyordu. Dn nesterimi grd ve sordu: Hl zerinde mi tasyorsun. Neden? Canm skkn cevap verdim: Canm ve gerektiinde seninkini korumak iin tasyorum. Fernandez ispanyol deil, Arjantinli, insan olarak ok iyi, gerek bir serven askls, ama ihtiyar Carora'nn gevezelikleriyle o da etkilendi. Bir gn Dega ile syle konustuunu duydum: Sylenenlere baklrsa, salk ynnden en iyi yer adalarms. Buras gibi deilmis oralar, hava ok daha serinmis. Dnsan

bu kousta bile dizanteri olabilir, kenefe girip karken mikrop kapmak o kadar kolay ki. Yetmis kisilik kousta, her gn dizanteriden bir, iki kisi lr. isin garip yan da, hepsi aksam deil, leden sonra sular

ekilmeye basladnda canverirler. Bir hastann sabah ld grlmemistir. Neden mi? Doann bir srr iste. Bu gece Dega ile mnakasa ettik. Ara sra, kapya bakan Arabn ihtiyatszlk edip ieri girdiini ve yz rtl hastalarn rtsn ektiini syledim. Basna bir sey vurup bayltabilir, birimiz giysilerini srtmza geirebilirdik (Hepimizde gmlek ve sandaldan baska sey yoktu naslsa). Bu klkla dsar ktm m, aynaszlardan birinin silhn kapardm kolayca. Sonra bu silhla onlar tehdit eder, kousa tkar ve kapy stlerine kilitlerdim. Hastane duvarnn Maroni Irmana bakan ynnden yere atlar, suya dalar ve akntya kendimizi brakp srklenirdik. Sonrasn da katktan sonra dsnrdk artk. Paramz da olduuna gre bir gemi ve ynla yiyecek satn alp denize alrdk naslsa, ikisi de plnm kesinlikle geri evirdiler, stelik elestirdiler de. Dste o an, iyiden iyiye gevsediklerini anladm, byk bir hayal krklna kapldm. Gnler geiyordu. Hastaneye gireli, neredeyse hafta oluyor. Kaabilmek iin nmzde on, bilemedin on bes gn

kalyordu. Bugn 21 Kasm , tarihi bir gn. Kousa Saint - Martin'de, berberde ldrlmek istenen adam, Clousiot giriyor. Gzleri kapal, irin dolu, pek bir sey grd yok. Chatal koustan ktnda yanna gidiyorum. abucak, dier mahkmlarn on bes 76 gn nce adalara gnderildiklerini, kendisinin unutulduunu anlatyor. gn nce grevlilerden biri durumu ona bildirmis. O da gzlerine hintya damlatms, irin dolan gzleri sayesinde de hastaneye yatabilmis. Kamak iin can atyor. Her seye, gerekirse lme bile hazr olduunu sylyor, yeter ki buradan kaabilsin, bin frang var. Gzleri scak suyla ykandnda gayet iyi grmeye baslayacak. Kamak iin dsndklerimi kendisine anlatyorum, iyi buluyor plnm, yalnz mubassrlar sasrtmak iin iki - kisi birden kmak gerektiini sylyor. Yatak ayaklarn skebilir, ellerimizde demir ubuklarla nbetileri bayltabiliriz. Ona kalrsa, elimize tfek bile geirsek ates edeceimize inanmazd nbetiler. Barp yirmi metre kadar tede, Julot'nun kat barakalarda nbet tutan aynaszlar yardma arrlard. 77

NC DEFTER DLK KAIS HASTANEDEN TYYORUZ BU aksam Dega'nn, ardndan da Fernandez'in yakasna yapstm. Dega, yaptm projeye gvenmediini, hcre cezasndan kurtulmak iin de byk bir para demeye hazr olduunu belirtti. Bunun iin de, byle bir teklif aldn Sierra'ya bildirmemi, mmkn olup olmadn renmemi istiyordu. Chatal, ayn gn pusulam gtrd ve cevabn getirdi: Hcre cezasn kaldrtmak iin kimseye para verme, diyordu Sierra. Bu cezaya Fransa'dakiler karar verir, kimse, hatta cezaevi mdr bile kaldramaz. Eer hastanede byk umutsuzluk iindeyseniz, adalara giden MANA adl geminin yola ksnn ertesi gn kamay deneyebilirsiniz. Adalara doru yola kmadan nce sekiz gn kadar hcrede kalacaz, belki bylesi, hastanedeki kousta frsat kollamaktan daha iyi. Ayn pusulada Sierra, istersem, hastanenin ardna, bizi karacak bir tekne hazrlayabilecek durumda eski bir krek mahkmunu benimle grstreceini de belirtiyordu. Yllar nce

tahliye edilen bu Toulon'lu eski mahkmun ad Jesus'd, iki yl nce de Doktor Bourat'nn kasn hazrlamst. Kendisiyle grsebilmem iin, zel cihazlarn bulunduu bir pavyonda cierlerimin filmini aldrmam gerekiyordu. Pavyon hastanenin iindeydi ama, ayn gn rntgene gitmek zere sahte 78 bir izin kd hazrlayan eski mahkmlar da ieri girebiliyordu. Yalnz, rntgene girmeden nce tp karmam da sk sk tledi. Doktor akcierlere bakarken daha asalara gz gezdirmek de isteyebilirdi. Sierra'ya ulastrdm pusulada, Jess' rntgene yollamasn, Chatal'n icabna bakp ayn gn benim de ayn yerde bulunmam salamasn belirttim. Sierra o aksam haberi verdi, br gn saat dokuzda pavyonda olacaktm. Ertesi gn Dega ile Fernandez, hastaneden kmak istediler. MANA sabah yola koyulmustu. Kamptaki hcrelerden kaabilmeyi umuyorlard, kendilerine basarlar diledim, tasarladm plnda en ufak bir deisiklik yapmadm ama. Jesus' grdm. Kupkuru, yank tenli yznde iki korkun yara olan eski bir krek mahkmuydu. Bir gz

karssndakine baktka yasaryordu hep. Surat kt, baks ktyd. Bana hi gven vermedi, gelecekte hakl olduum anlaslacak. abucak konusuyoruz: Sana drt, en fazla bes kisi alabilecek bir tekne hazrlarm. Bir f tatl su, yiyecek, kahve, bir de ttn koyarm tekneye. kzlderili krei, bos un torbalar, yelkeni ve floku dikebilmen iin de ine iplik bulurum. Ayrca da bir pusula, bir palta, bir bak, bes litre de Gyan romu. Btn hepsine karslk iki bin bes yz frank alrm. Mehtap daha gn srer. Kabul edersen, drt gn sonra seni teknenin iinde, gecenin on birinden sabahn ne kadar beklerim. Tam sekiz gn sreyle. Sonra beklemem. Tekne

hastanenin iki duvarnn birlestii yerin tam karssnda olacak. Duvara tutunarak ilerle, nk iki metre tesinde bile olsan tekneyi gremezsin. Adama pek gvenim yok ama yine de evet diyorum. Paray grelim, diyor Jesus. Sierra ile yollarm. El sksmadan ayrlyoruz. Pek parlak bir baslang deil. Saat te Chatal, paray Sierra'ya gtryor. Tam iki bin bes yz frank. Kendi kendime: Galgani sayesinde bu paray gzden karabildim, diyorum, gerekten bir kumar. Allah vere de, herif bu parayla sabahtan aksama dek kafay ttslemese! 79 Clousiot ok memnun, kendine, bana ve pan-ma gveniyor. Kafasn kurcalayan bir tek sey var: Arap her gece deil ama, sk sk kousa giriyor. Ancak ge saatlarda pek grnmyor ortalkta. Baska bir sorun daha: Kendisine teklif yapmak iin kimi semeli? Nice evresinden bir Korsikal var, ad Biaggi. dan beri Gyan'da, sk denetlenen kousta bulunma nedeni de birini ldrms olmas. Tutuklu olarak

yarglanmay bekliyor burada. Clousiot ile birlikte, kendisiyle konusup konusamyacamz, meseleyi ne zaman aabileceimizi dsnyoruz. Biz alak sesle tartsrken on sekiz yasnda, kadn kadar gzel yzl bir olan yanmza yaklasyor. Ad Matu-rette, idam cezasna arptrlms, gen yasndan tr on yedi cezas mebbete evrilmis. Suu da, bir taksi sofrn ldrmek. Biri on alt, dieri on yedi yasnda olan iki arkadas, Arcezada birbirlerini sulayacaklarna, cinayeti islediklerini sylyorlard. Oysa sofrde bir tek kursun yaras vard. Durusmalar srasndaki bu tutumlar, onlar, btn krek mahkmlarnn gznde ok sevimli yapmst. Kadns grnsyle yanmza yaklasan Matu-rette, incecik sesiyle ates istedi. Sigarasn yaktktan baska, ona drt sigarayla bir kutu da kibrit armaan ettim. Tahrik edici bir glmsemeyle tesekkr etti, uzaklasmasn bekledik. Birden Clousiot: Kelebek be, dedi, galiba kurtulduk. Arap istediimiz zaman ve saatte kousa girecek. Bu is antada keklik. Nasl? Gayet basit: Kk Maturette'le konusup A-rabi kendine sk etmesini syleyeceiz. Bilirsin.

Araplar gen olanlara baylrlar. Bu merakn da bildikten sonra, olanla yatmak iin her gece kousa girmesi isten deil. Arabn, isimize gelen ge saatlarda kousta olmas da Maturette'in cilve yapmas ve grlmekten korktuunu sylemesiyle mmkn. Dsi bana brak. Maturette'e doru yryorum, beni davetkr bir glmsemeyle karslyor. O ilk tebessmyle beni ana dsrd kansnda. Hemen giriyorum sze: Yanlyorsun, abuk gir kenefe. 80 Kenere aogru yryor, oraaa Dasyorum anai-maya: Sylediklerimin tek kelimesini tekrarlarsan kendini lms bil. Meseleyi anlatyorum: Bizim iin sunu, sunu ve sunu, su kadar paraya yapar msn? Yapmazsan ne kadar istersin? Bize yardm etmekle mi yetinirsin? Yoksa birlikte gelmek mi istersin? Sizinle gelmek isterim oldu mu? Szlestik, anlastk. El skstk. Maturette yatt, ben de Clousiot ile bir seyler konustuktan sonra uzandm, Saat sekizde, Maturette pencerenin nne oturdu. Arabi armas bile gereksiz, herif kendiliinden sokuluyor, aralarnda alak

sesle bir konusma baslyor. Saat onda Maturette yorgann altna girdi. Biz, tek gzmz ak dokuzdan beri uyuma numaras yapyoruz zaten. Arap kousa giriyor iki tur atyor ve bir l buluyor. Kapy vuruyor, az sonra ieri giren sedyeciler ly kaldryorlar. Bu lm olay bizim isimize yarayacak, nk Arabn, gecenin hangi saatnda olursa olsun kousta gezinmesini dorulayacak. Bizim tlerimizi dinleyen Maturette, ertesi aksam on birde Araba randevu verdi. Kapc o saatta grnd, kn yata nnden geti, uyandrmak iin ayaklarndan ekti, sonra keneflere doru yrd. Maturette onu izledi. Bir eyrek sonra Arap dnd, doru kapya yrd ve kt. Ardndan da Maturette, bize bir sey sylemeden gitti, yatt. Ertesi gn de ayn sey tekrarland ama, saat on ikide, isler yolunda, A-rap, bizim olan ne zaman isterse o zaman gelecek. 27 Kasm , tokmak olarak kullanlabilecek iki karyola aya hazr, leden sonra drtte Sierra'dan haber bekliyorum. Hastabakc Chatal, mektupsuz dnyor. Sadece: Francois Sierra, Jesus'un szlestiiniz

yerde seni beklediini bildirdi, dedi. Talihin ak olsun. Aksam sekizde de Maturette Arap'a: Gece yarsndan sonra gel, dedi. nk o saati geirince, ok daha uzun bir sre birlikte kalabiliriz. Arap da, gece yarsndan sonra geleceini syledi. Tam gece yars her sey hazr. On ikiyi eyrek gee Arap grnd, doru Muterette'nin yatana yneldi, ayaklarndan ekip kenefe yrd. Clousiotkelebek 81/6 dan hi ses gelmiyor. Ben kenef kapsnn ardna gizleneceim, Clousiot da dikkatini ekmek iin Arabn stne yryecek. Yirmi dakikalk bir beklemeden sonra her sey, abucak olup bitiyor. Arap keneften kyor Clousiot ile karslastnda sasrp: Gecenin bir saatnda kousun ortasnda dikilmis ne yapyorsun? diye soruyor. Git yat.

Ayn anda da karyola aya beynine iniyor ve Arap t karmadan yuvarlanyor. Hemen elbiselerini giyiyor, pabularn ayaklarma geiriyorum. Arabi yatan altna ekiyoruz, iyice gizlemeden nce abuk aylmamasi iin ensesine bir kere daha vuruyorum. Hesab tamam. Koustan seksen kisinin bir teli kprdamad. Ardmda Clousiot ve Maturette, hzla kapya yneliyor ve vuruyorum. Nbeti ayor, tokmam salladm gibi kt! indiriyorum kafasna. Tam karssndaki silhn dsryor, uykuya dalms olmal. Kendine gelmeden onu da bayltyorum. Benimkilerin sesi kmad. Yalnz Clousiot'nunki yere yuvarlanmadan nce bir Ah! ekti. Benimkiler iskemlelerine baygn yaylmslar, ncs boylu boyunca yere uzanms. Soluumuzu kesiyoruz. Bizce bu Ah! sesini duymayan yok. Gerekten de ses epey yksekti ama kimsenin kprdad yok. Herifleri kousa sokmuyor, silhlarn alyoruz yalnz. Clousiot nde, olan ortada, ben geride, bir fenerin g aydnlatt merdivenlerden iniyoruz. Clousiot demir parasn atms, benimki sa elimde, sol elimle karabinay tutuyorum. Asada

kimseler yok. evremizde gece mrekkepten farksz. Nehire doru uzanan duvar seebilmek iin ok dikkatli bakmak gerek, hzla ilerliyoruz. Duvara vardmzda meliyorum. Clousiot duvara kp ata binercesine oturuyor ve nce Maturette'i, ardndan beni yukar ekiyor. Karanlkta, duvarn br yanna atlyoruz. Clousiot bir ukura dsp ayan incitiyor. Maturette'le benim arzamz yok. Doruluyoruz, atlamadan nce tfei frlattk attk. Clousiot dorulmaya alsyor, ama yapamyor bu isi, bacan krdn sylyor. Maturette'i onunla brakp elimi duvara srerek uca kadar kosuyorum. Ortalk ylesine ka82 ranlk ki, iki duvarn birlestii uca vardmda kolumun boslua dstn farketmeyip yzst yuvarlanyorum. Nehirden doru gelen sesi de o srada duyuyorum iste: Siz misiniz? Evet. Sen misin Jesus? Benim. Bir an kibritini yakyor. Bulunduu yeri gz kararyla kestirebildim, suya girip yanna varyorum. Sandalda iki kisi oturuyor. nce sen k. Kimsin?

Kelebek. iyi. Jesus, geri dnmek gerekiyor, arkadasm duvardan atlarken bacan krd. Al yleyse su krei de ek. kzlderili krei suya gmlyor ve hafif tekne, arkadaslarn bulunmas gereken yerle bizi ayran yz metreyi abucak alyor. Clousiot! diye sesleniyorum. Konusma Tanr askna, diyor Jesus. Gbek, akman aksana. Kvlcmlar kyor, bizimkiler grd kvlcmlar. Clociot Lyon usul slk alyor dislerinin arasndan. Bu slk hi grlt yapmyor, ama ok rahat duyulabiliyor. Sanki bir ylan sl. Durmadan sl aldndan doru yatt yere varyoruz. Gbek iniyor, Clousiot'yu kucaklayp kaya yerlestiriyor. Sonra Maturette'le Gbek atlyorlar. Bes kisiyiz teknede, su bordann iki parmak altna kadar ykseliyor. nceden haber vermeden en ufak bir hareket yapmayn, diyor Jules. Kelebek sen krek ekmeyi brak, krei dizlerinin stne koy. Dpi z Gbek! Akntnn da yardmyla tekne, hzla gecenin karanlna

dalyor. Bir kilometre tede, eski bir dinamonun ok kt aydnlatt cezaevinin nnden geerken nehrin tam ortasndayz, akntya kaplms akl almaz bir hzla yol alyoruz. Gbek de kreini sudan kard. Yalnz Jesus kreinin bir ucuyla teknenin dengesini salyor. Krek ekmiyor bile, tekneye yn veriyor. Artk konusabilir, sigara iebilirsiniz, diyor Je83 sus. Sanrm isler yolunda gitti. Kimseyi ldrmediinizden emin misiniz? Hay Allah beln versin! Beni uyuttun Jesus! diyor Gbek. Bana ok kolay bir kas olduunu syledin, anladm kadaryla hcre cezasna arptrlanlar tyyor. Evet yle Gbek. Sana sylemedim, nk yardm etmezdin. Oysa benim de bir adama ihtiyacm vard. Dertlenme. Enselenirsek her seyi ben zerime alrm. yle olmas daha doru Jesus. Bana verdiin yz kt iin biri lrse kellemin gitmesini, yaralanrsa mebbetlik olmay istemem. Gbek, diyorum, ikinize bin franklk bir armaanm var. Bak bunu beklemiyordum adamm. ok iyisin. Saol, kyde alktan geberiyoruz. Hapisten kurtulmak

ierde yatmaktan bin beter, insan ierde yatarken her gn kaynt kyor, bedavadan da faasn dzyorlar. ok ac ekmiyorsun ya? diyor Jesus. Clousiot'ya. iyiyim, diyor Clousiot. Ama krk bacamla ne yaparz Kelebek? Bakarz icabna. Nereye gidiyoruz Jesus?

Nehrin aznda otuz kilometre gerideki bir ufak koya sizi gizleyeceim. Sekiz gn orada kalr, beklersiniz. Maroni'den ktnz gece denize vardnza inanmalar gerekiyor, insan avclar motorsuz teknelerle dolasrlar, onlar ok daha tehlikeli. Yaknnzda bir yerde duruyorlarsa, ates yakmak, konusmak, ksrmek basnza bel aabilir. Aynaszlarn teknesi ise motorlu, sizi gizleyeceim koya da giremezler. Tekneleri karaya oturur nk. Hava aydnlanyor. Sabahn drdne doru, yalnz Jesus'n bildii yeri uzun aramalardan sonra buluyor ve birbirine gemis aalarn arasna dalyoruz. Tekne yesillikleri yatryor, getikten sonra da bitkiler doruluyor ve sk bir yerde ardnda bizi gizliyor. Bu bitki rtsnn tesinde, bir teknenin ilerlemesine yetecek kadar su bulunduunu anlamas iin, insann sihirbaz olmas gerek. Bir saat sreyle, dallar iterek 84 f ilerliyor, ormann derinliklerine dalyoruz. Birden kendimizi kanala benzer bir yerde buluyor ve duruyoruz.

Suyun kys yemyesil otlarla kapl ve tertemiz aalar dev gibi. Saat alt ama gn s yapraklarn arasndan ieri pek szlemiyor bile. Bu heybetli kubbenin altnda, hi bilmediimiz binlerce hayvann sesi nlyor. Jesus Sekiz gn burada beklemeniz gerekli, diyor. Yedinci gn size yiyecek getireceim. Sk aalarn altndan asa yukar iki metre uzunluunda bir yerli kay karyor. Sular ykseldiinde, bununla Saint Laurent'a dnecek. Artk, kyda yatan Clousiot ile urasalm. Srtnda gmlekten baska sey olmadndan bacaklar plak. Baltayla kuru dallar tahta paras haline getiriyoruz. Gbek, Clousiot'nun bacana aslyor. Clousiot boncuk boncuk terliyor ve birden Dur! diyor, simdi daha az acmaya baslad. Kemiin yerine oturmus olmas gerek. Tahtalar krk bacan iki yanna koyuyor ve teknedeki kenevir ipiyle balyoruz. Clousiot simdi daha rahat. Jesus drt gmlek, drt pantolon, drt tane de yn ceket alms. Maturette'le Clousiot giyiniyorlar, ben Arabn giysilerini deistirmiyorum. Rom iiyoruz. Hareketimizden bu yana devirdiimiz ikinci sise, iimizi styor. Gbek: Yolcu yolunda gerek, diyor. Sz verdiiniz bin kt nerede? Bir kseye ekilip az sonra, gcr

gcr bir binlikle dnyorum. Hosa kaln, sekiz gn bir yere kprdamak yok, diyor Jesus. Yedisinde buradayz. Sekizinde denize alrsnz. Bu sre iinde yelkeni, floku dikin tekneyi dzeltin, her seyi yerli yerine koyun, dmenin menteseleri takl deil, onlar da takn. On gn geer de geri dnmezsek kyde tutuklandk demektir. Dsin iinde nbetiye saldrma da olduundan, epey grlt kopmustur. te yandan Clousiot, tfei duvarn dibine brakmadn sylyor. Duvarn tesine frlatlms, nehrin bu kadar yaknda olduunu bilemediinden tfek suya dsms olmal. Bylesi daha iyi, diyor Jesus. Silh bulunmazsa insan avclar bizi silhl sanrlar. Sizin iin en byk tehlike onlardan gelecei iin de, korkacak bir sey kalmaz. Dnsan avclarnda bir tabanca, bir de ksa kl vardr, t85 teklilerden ekinecek ve fazla ileri gidemeyeceklerdir. Eyvallah. Gizlendiiniz yeri bulurlarsa tekneyi brakp sudan uzaklasncaya kadar ormanda yrmek ve pusulada kuzeyi bulup hep o ynde ilerlemek gerekli. Dki gnlk bir yrys sonunda, talihimiz varsa, Charvein adl lm kampna Taslayabiliriz.

Orada birine para verip Jesus'e bulunduumuz yeri bildirmek gerekli, iki eski mahkm uzaklasyor. Bir ka dakika sonra tekneleri gzden kayboldu, ne bir ses duyuluyor, ne bir sey grlebiliyor. Gn s, aalarn arasndan hi grlmemis bir sekilde szyor. Gnesi tepeden alan ve asadan en ufak bir sn geirmeyen kemerler altndayz sanki. Hava iyiden iyiye snyor. Maturette, Clousiot ve ben yalnzz. Dlk yaptmz sey glmek: isler tereyandan kl ekercesine oldu. Tek dert Clousiot'nn baca. Kendisine baklrsa, baca aa dallaryla sarldndan beri durumu ok daha iyi. Hemen kahve stabiliriz. Bir ates yakyor, birer kupa kahvenin iine ham seker koyup iiyoruz. ok gzel geliyor. Dnden beri o kadar byk g harcamsz ki, ne esyalara bakacak halimiz var, ne de tekneye gz gezdirecek. Gerekeni daha sonra yaparz, zgrz, zgr. Gyan'a varal tam otuz yedi gn oluyor. Bu isi basaryla sonulandrrsak mebbetliim pek ksa srms olacak. Sayn Baskan, Fransa'da mebbet hapis ka yl srer? diyor ve bir kahkaha koyuveriyorum. Mebbete mahkm Maturette de glyor. Clousiot:

Simdiden zafer sarklar sylemeyelim dostlar, diyor. Henz Kolombiya'dan ok uzaktayz. Yank aa ktklerinden yaplan bu tekne, denize pek dayanacak gibi gelmiyor bana. Cevap vermiyorum, ak konusmak gerekirse, son ana kadar bu kayn, bizi, esas teknenin bulunduu yere gtrecek bir yerli kay olduunu sanmstm. Yanldm anlaynca da, ilk anda dostlarm rktmemek iin bir sey sylememistim, te yandan, Jesus durumu garipsemediine gre, genellikle kamak iin kullanlan tekneleri hi bilmediimi gstermek istememistim. Bu ilk gn konusmak ve orman <tenen bu yabanc yere alsmakla geirdik. Maymunlarla esit e86 sit minik sincaplar tepemizde takla atp duruyorlard. Yaban ve kk bir domuz tr olan baquire srs nehir kysna, su iip ykanmaya indi. Saylar en az iki bin kadard. Suya dalyor, yzyor, sarkan

kk kkleri koparyorlard. Nereden kt anlaslmayan bir timsah grnd, bir domuzun bacan yakalad. Hayvan baslad barmaya, derken dierleri timsahn stne ullandlar, koca aznn kenarlarn srmaya koyuldular. Timsahn her kuyruk darbesinde bir domuz, saa ya da sola uuyordu. Bir tanesi kendinden geti ve arka st suda yzmeye koyuldu. Arkadaslar onu hemen yediler. Koyun sular kana buland. Bu grnt tam yirmi dakika srd, timsah suya dalp kat. Bir daha da kmad ortaya. iyi uyuduk, sabah kendimize kahve pisirdik. Soyunmus teknede bulduum Marsilya sabunuyla suya girip ykanmstm. Maturette, nesretle nce benim, ardndan da Clousiot'nn sakaln iyi kt tras etti. Maturette'in sakal yok. Giymek zere ceketimi aldmda stnden klla, mor-siyah koca bir rmcek dst. Kllar ok uzun ve platin rengi bir kk yuvarlakla son buluyor, rmcek en azndan yarm kilo gelmeli, kocaman bir sey, tiksintiyle eziyorum. Teknede, kk su fs dahil ne varsa dsar kardk. Ama

suyun rengi efltun, sanrm Jesus bozulmasn diye fazlaca permanganat koymus. Sk sk kapatlms siselerde kibrit pleri ve plerin yanmasn salayan ecza srlms kibrit kutu kenarlar vard. Pusula, bir okullu pusulas, yalnz kuzeyi, gneyi, douyu ve baty gsteriyor, derecesi yok. Direin ykseklii ancak iki buuk metre geldiinden, un torbalarn trapez biiminde dikip ucuna bir ip ekliyoruz, ikizkenar gen biiminde bir de flok yapyoruz, dalgalara kars teknenin basn yksek tutmay salayacak. Direi yuvasna yerlestirirken teknenin dibinin pek salam olmadn farkediyorum. Direin girdii yuva yenmis ve iyiden iyiye asnms. Dmenin salam durmasn salayacak kap menteselerini tutan vidalar takarken, tereyana girercesine gmlyor vidalar tahtaya. Bu tekne rms. Jesus namussuzu bizi lme gnderiyor. Dim kanyarak durumu dier87 lerine de gsteriyorum, onlardan bir sey saklamaya hakkm yok. Ne yapabiliriz? Jesus tekrar geldiinde, bize daha emin bir tekne bulmaya zorlarz. Bu is iin silhn kaparz, ben yanma bamla baltay alr, Jesus'la birlikte kyde yeni bir tekne aramaya karm. Bu aslnda byk bir kumar, ama tabutla denize

almaktan daha tehlikesiz. Yiyecek ynnden durumu muz daha iyi. Bir damacana zeytinya ile manyoka unu dolu kutular var. Bu kadaryla insan epey yol alr. Bu sabah garip bir olaya tank olduk: Kursun suratl bir maymun srs, kara ve kll suratl bir baska maymun srsyle dst. Kavga srasnda evreye srayan dallardan biri de bizim Maturette'in kafasn buldu, ceviz byklnde bir sis olusuver-di. Bes gn drt gecedir buradayz. Bu gece ortal seller gtrd. Yaban muz yapraklaryla yamurdan korunmaya alstk. Su parlak yapraklarn zerinden akp gidiyordu, ayaklarmzn dsnda bir yerimiz slanmad. Sabah kahve ierken Jesus'n ne byk bir cani olduunu dsnyordum. Tecrbesizliimizden yararlanp bize bu rms tekneyi sokmak ne korkun! Bes yz, ya da bin frank iin insan mutlak bir lme gnderiyor. Bize baska bir tekne bulmasn saladktan sonra, Jesus' ldrp ldrmeyeceimi dsnyorum. Alakargalarn lklar kck dnyamz allak bullak ediyor, ylesine tiz ve rahatsz edici sesler ki bunlar, Maturette'den palay kapp giderek bir gz atmasn istiyorum. Bes dakika sonra grnyor ve

pesinden gelmemi isaret ediyor. Teknenin bes yz metre kadar tesinde bir yere varyoruz ve iri bir horozdan iki kere byk, nefis bir sln havada asl buluyorum. Bir kementle tutulmus, tek bacandan bir dala bal, asa sarkyor. D paralayc sesleri kesmek iin bir pala darbesiyle boynunu uuruveriyorum. Hayvan elimle tartyorum, en azndan bes kilo arlnda. Horozlarnki gibi mahmuzlar var. Sln yemeye karar veriyoruz ama dsnnce, tuza birinin kurduu ve bunun gibi birka tane daha bulunmas gerektii aklmza geliyor. Bir gz atalm ba88 kalm. Geri dnyor ve garip bir seyle kk koyun on metre kadar gerisinde, otuz santim yksekliinde, birbirine gemis sarmask ve yapraklardan meydana getirilmis bir itle karslasyoruz. Bu it su boyunca ilerliyor. Zaman zaman bir kk kapya rasgeliniyor, kapdaki tahta paracklaryla gizlenmis pirin telden kement de ucundan, esnek bir aa dalna balanms. Hemen hayvann ite taklp geit bulmak iin it boyu ilerleyeceini anlyorum. Kapya rasladnda girecek bir aya tele taklacak ve esnek dal harekete getirecek. Ve hayvan, tuzaklar kuran avc gelene kadar da havada asl kalacak.

Bu bulus epey canmz skt. it eni konu bakml olduuna gre eski deildi, ele gemek tehlikesiyle kars karsyaydk. Gndzleri ates yakmamamz gerekiyordu, naslsa avc da geceleri, gelmezdi. Tuzaklarn bulunduu yeri devaml gzetlemek iin nbet tutmaya karar verdik. Tekne dallarn altnda gizli naslsa, yiyeceklerimizle tm ara-gerelerimiz de sk ormanda. Ertesi sabah onda ben nbetiyim. Gece sln ve horozu andran hayvan yedik. Haslama mze de ok iyi geldi. Haslanms bile olsa, et nefisti. Her birimiz ikiser sahan devirdik. Evet, az nce de dediim gibi sabah ben nbetiydim ama, ok iri kara ve her biri koca koca yapraklar dev boyutlu yuvalarna tasyan manyoka karncalar merakm uyandrd. Nbeti mbeti unuttum gitti. Bu karncalarn boyu bir buuk santim kadar var, stelik de bacaklar epey uzun, yani yksekte duruyorlar. Her biri, koca koca yapraklar tasyabiliyor. Yapraklarn kopardklar bitkiye kadar peslerinden gidiyoruz ve orada byk bir rgt ile karslasyorum. Bir kere, paralar hazrlayan ve grevleri kesicilik olan karncalar var. Byk abuklukla

koca bir muz yapran kesiyor, inanlmaz bir ustalkla bu yapra paralara ayryorlar, paralar yere dsyor. Asada, ayn trden ama biraz daha deisik bir dizi karnca var. enelerinin bir yan gri izgili. Yarm halka olmus, tasyc karncalar denetliyorlar. Tasyclar sadan srayla geliyor ve soldaki karnca yuvasna gidiyorlar. Sraya girmeden nce yklerini srtlyor, ancak, yklenip sraya 89 girmekte gsterdikleri acelecilik yznden tkanmalara yol ayorlar. Bunun zerine de polis karncalar duruma hakim oluyor ve isilerden her birinin almas gereken yeri gsteriyorlar. Bir isi karncann ne su islediini anlayamadm ama sradan karld, jandarmalk grevini stlenen iki karnca da, basndan ve gvdesinin altndan onu kestiler. Polisler iki isi karncay durdurdular, isiler yklerini kenara braktlar, ayaklaryla yerde atklar ukura ldrlen karncann bas gvdesinin st ve alt paralar kondu, st toprakla rtld. Gvercinler Adas

Bu kck dnyaya bakmak ve askerleri izleyerek denetimlerini yuvann girisine kadar srdrp srdrmediklerini anlamak ylesine ilgimi uyandrmst ki, bir ses: Kprdarsan kendini l bil. Dn geri! deyince sasjrdm kaldm. Belden yukars plak, haki sortlu, ayanda bir ift krmz deri izme bulunan bir adamd bu. Elinde bir ifte tutuyordu. (Orta boylu ve tknazd, gneste iyice yanmst. Bas plakt, gzleri ve burnu koyu mavi, dvmeli bir maskeyle kaplyd. Tam alnnn ortasna da dvmeyle bir karafatma yaplmst. Silhl msn? Hayr. Yalnz msn? Hayr. Ka kisisiniz? . Beni arkadaslarnn yanna gtr. Gtremem, nk birinde tfek var, niyetini renmeden seni ldrmek istemem. yle mi? Kmldama yerinden ve alak sesle konus bakalm. Hastaneden kaan mahkm sizler misiniz? Evet. Kelebek hanginiz? Benim Eh yleyse, kasnla kyde gerek bir ihti-

90 ll yaptn herkese anlatabilirsin? Cezasn tamamlayp, kyde yasayan eski mahkmlardan yars tutukland. Yanma yaklast, tfeinin namlusunu yere eip elini uzatt ve: Ben maskeli gezen Brtanyal-ym, sana szm eden kt m hi? Hayr ama, insan avcs olmadnz ortada. Haklsn, hokko (*) yakalamak iin buralara tuzak kurarm. Kaplan, tuzaa dsenlerden birini yemis olacak, daha nce siz bulup mideye indirmediy-seniz tabi. Biz yedik. Kahve ier misin? Srtnda tasd antada bir termos var, bana biraz kahve veriyor, kendi de iiyor. Gel de dostlarmla tans, diyorum ona. Geliyor, bizimle oturuyor. Tfek numarasn anlaynca tatl tatl glyor. Bana: Neden inandm biliyor musun? diyor. Herkes yannza tfek aldnza inandndan hi bir insan avcs pesinize dsmek istemedi. Yirmi yldr Gyan'da yasadn sylyor bize, krek cehenneminden kurtulan da bes yl olmus. Krk bes yasnda. Yzne dmeyle byle bir maske yaptrmak enayiliini gsterdiinden Fransa'daki hayat artk

onu ilgilendirmiyor. Ormana baylyor ve ormanda geinip gidiyor. Geim kayna da ylan derisi, kaplan postu, kelebek kolleksiyonu. zellikle canl hokko av. Hani o yediimiz kus. Dki yz elli franga satyor tekini. Parasn vermeyi teklif ediyorum, kzyor ve reddediyor. Dste bize anlattklar: Bu yaban kus bir orman horozu. Tabi hayatnda ne tavuk grms, ne horoz, ne de insan. Bir tane yakaladm m hemen kye gtryor ve kmesi olan birine satyorum. Kmesi olanlar hokko ararlar hep. Tamam m. Hava kararrken hayvan koyarsn kmesin iine. Sabah kapy atn m bakarsn en nde durmus, sanki kan horozlarla tavuklar sayyor. Peslerinden gidiyor, onlar gibi karnn doyururken sana, soluna, yukar, asa, evresindeki sk aalklara bakyor. Esi bulunmaz bir oban kpei. Aksam (*) Hokko: Amerikan hindisi ya da kara hindi denilen bir esit Sri kus. 91 yine geiyor kapnn kenarna, bir ya da iki tavuun eksik geldiini nasl anlyor bilinmez. Anlyor ama. Ve gidip onlar buluyor. Dster horoz olsun, ister tavuk, saatinde kmese girmelerini salamak iin hepsini

gagalayarak ieri sokuyor. Fare, ylan, rmcek, krkayak, yan gibi ne kadar zararl hayvan varsa hepsini

ldryor. Havada bir yrtc kus grmesin, hemen btn hayvanlar otlarn arasna gizleyip canavara kars kyor. Bir daha ayrlmyor kmesten. Bu olaanst kusu, biz de adi bir horoz gibi yalayp yutmustuk. , Maske takan Brtanyal, Jesus, Gbek ve otuz kadar eski mahkmun Saint - Laurent jandarma nezarethanesine atldn anlatyor. Katmz binann evresinde dolasan biri olup olmad arastrlyor. Arap da jandarma nezarethanesinin hcrelerinden birinde. Tecrit edilmis, bizimle isbirlii yapmakla sulanyor. Basna vurduumuz iki darbe fazla iz yapmams, oysa aynaszlarn kellesinde sisler var. Mahkmlar karmakla urasmadm bildiklerinden bana ilismediler hi, diyor Brtanyal. Sonra da Jesus'n, namussuzun teki olduunu sylyor. Teknenin szn ettiimde bir gz atmak istiyor. Grr grmez de basyor kalay: Yahu, bu herif sizi dosdoru mezara gnderecekmis! Bu tekne, ak denizde bir saatten fazla gitmez,

ilk siddetli dalgada ikiye blnverir. Sakn bununla yola kmayn, intihar olur. yleyse ne yapalm? Mangrn var m? Var. Ne yapman gerektiini sana syleyeceim. Daha da iyisi, sana yardm edeceim. Bu yardm hak ediyorsun! Srf dostlarnla birlikte kurtulman salamak iin yardm edeceim hem. Ne pahasna olursa olsun, kye yaklasmayacaksnz bir kere. iyi bir tekne bulmak iin de Gvercinler Adasna gitmek zorundasnz. Bu adada asa yukar iki yz czzaml yasar. Orada gardiyan ya da musabbr gibi biri de yok, salkl kisiler gitmez. Gvercinler Adasna, doktor bile hi uramaz. Her gn sabah sekizde bir tekne, yirmi drt saatlik yiyeceklerini getirir. Hasta92 nede alsan hastabakc, adann czzaml iki hastabakcsna bir sandk il brakr, bu czzaml hastabakclar da rahatszlanan olursa onlara bakar. Na gardiyan, ne insan avcs, ne de papaz urar adaya. Czzamllar, elleriyle yaptklar ottan kulbelerde yasarlar. Bir araya geldikleri kocaman bir de toplant salonlar vardr. Gnlk yiyeceklerine renk katmalarn salayan rdek ve kaz gibi kmes

hayvanlar beslerler. Adann dsnda resmen bir sey karamazlar, satamazlar ama Saint - Laurent, Saint Jean ve Hollanda Gyan'mn Albina sehrindeki inlilerle el altndan is grr, kaaklk yaparlar. Hepsi de tehlikeli birer kaatildir. Birbirlerini ldrdkleri ender grlr, ama gizlice adadan ktklarndan esitli sular isler, islerini bitirince de adaya dnp sinerler. Bu tr gezilere kmak iin de, komsu kyde duran birka yelkenli tekneleri var. En byk su, tekne sahibi olmaktr. Aynaszlar, Gvercinler Adasna gelen ya da giden ufack bir kaya bile ates aarlar. Bu nedenle de, czzamllar, teknelerini tasla doldurup batrrlar. Tekneye ihtiya duyduklarnda dibe dalp taslar bosaltrlar, tekne de su yzne kar. Adada Fransa'nn her blgesinden ve her rktan insan vardr. Sonu: Elindeki tekne ancak Maroni rmanda yol alman salar, o da, fazla yklenmemek sartyla! Denize almak iin baska bir tekne edinmelisin, bu is iin de en iyisi Gvercinler Adasna gitmektir. Nasl gidebiliriz oraya? Syle. Ada grnene kadar ben sana nehirde yol gsteririm. Tek basna bulamaz, yolunu sasrrsn sen.

Nehrin az asa yukar yzelli kilometre geride, dolaysyla da geriye doru gitmemiz gerekecek. Ada, Saint - Lourent'dan da elli kilometre uzak. Seni mmkn olduu kadar yakna getireceim. Sonra yanmza alacamz bir yerli kayna atlayp geri dnerim, sen adada basnn aresine bakarsn. Neden bizlerle birlikte adaya gelmiyorsun? Hayatm, dedi Brtanyal, cezaevi ynetmeliinin teknesinin urad iskeleye bir kere ayak bastm. Gndz gzyle grdklerim bana yetti ve artt bile. Kusura bakma dostum, hayatta bir daha bu adaya ayak basmam. te yandan onlarn yaknnda dur93 ma*, cuzzamara KonusmaK ve pazarlk etmek dayanabileceim bir sey deil. Dolaysyla sana faydadan ok zararm dokunur. Ne zaman yola kyoruz? Hava kararrken. Saat ka Brtanyal? . Peki yleyse, ben biraz uyuyacam. Hayr, neyin var neyin yoksa tekneye yklemen ve dzene koyman gerekir. Ne gerei var. Bos tekneyle gider, sonra dner burada mallarmza bekilik eden Clousiot'yu alrm.

Dmknsz. Gndz gzyle bile olsa asla bulamazsn buray, stelik gndz, nehirde grnme-melisin de. Henz pesinizi brakmadlar. Nehirde dolasmak ok tehlikeli. Aksam oluyordu. Gitti kay getirdi, bizim teknenin arkasna baladk. Clousiot, dmen yerine kullandmz krei kapan Brtanyal'nn yannda, Ma-turette ortada, ben ndeyim. Glkle koydan kyoruz, rmaa vardmzda karanlk iyiden iyiye kyor. Koyu krmz, koca bir gnes deniz ynnden

ufku atese veriyor. Koca bir senlik atesinin binlerce sn, birbirinden daha parlak, krmzdan da krmz sardan da sar olmak, renklerin birbirine karst yerlerde daha da alacal bulacal bir hal almak iin bousuyor. Yirmi kilometre nmzde, gmss ve pembe parltlarla denize dklen heybetli nehrin az, aka grlebiliyor. Brtanyal: Cezirin sonu, diyor. Bir saat sonra med kendini hissettirecek, ondan yararlanarak Ma-roni'yi kacak, bylece zorlanmadan, ykselen sularn itmesiyle adaya abucak varabileceiz. Karanlk birden kveriyor. Dleri, diyor Brtanyal. Btn gcnle krek ek ki nehrin ortasn bulalm. Artk sigara imeyin. Krekler sulara gmlyor, olduka abuk, fas fus, fas, fus, aknty asyoruz. Brtanyalyla krekte ok iyi anlastk, teklemeden ekiyoruz. Maturette elinden geleni yapyor. Nehrin ortasn tuttuka, ykselen sularn bizi ittiini daha iyi hissediyoruz. Hzla kayyo94 TUZ delSIKIIK ner yam cuae u uuyuauyui. Ykselen sularn gc artyor ve bizi gitgide daha hzla itiyor. Alt saat sonra adann ok yakmndayz,

doru stne gidiyoruz. Asa yukar nehrin ortasnda belki biraz saa doru koca bir leke. iste oras diyor Brtanyal alak sesle. Hava pek karanlk deil, ama nehri kaplayan sis yznden bizi farketmek epey g olmal. Yaklasyoruz. Kayalarn biimi iyiden iyiye seildiinde, Brtanyal teknesine atlyor ve abucak zyor ipi. Alak sesle: Talihiniz ak olsun dostlar! demekle yetiniyor. Saol. Bir sey deil canm. Brtanyalnn idaresinden kan tekne doru adann stne dsyor. Biraz dzeltmeye ve ynn deistirmeye alsyorum ama basaramyorum, akntnn srklemesiyle sulara sarkan bitkilerin iine dalveriyorum. Krekle frenlemeye alsmama ramen ylesine hzla geldik ki, dallar ve aa yapraklar yerine bir kayaya raslasam tekneyi paralayacak, yiyecek, ara-gere, her seyi yitirecektik. Ivlaturette suya atlyor, tekneyi ekiyor ve kendimizi koca bir bitki rtsnn altnda buluyoruz. ekiyor, ekiyor, balyoruz tekneyi. Biraz rom iiyoruz, sonra ben dostlarm teknede brakp trmanyorum. Pusula elimde, bir sr dal krp yola kmadan nce yanma aldm un torbas paralarn saa sola

ilistirerek ilerliyorum. Bir sk gryor, birden sesler duyuyor ve kulbe farkediyorum. ilerliyor, kendimi nasl tantacam kestiremeden ellerine dsmeyi tasarlyorum. Bir sigara yakyoru. Isn zerime tutulduu sra, kk bir kpek de havlayarak saldryor, bacaklarm srmak iin atlyor, zplyor. Allah vere de kpek czzaml olmasa, diyorum kendi kendime. Hay enayi hay, hi kpekte czzam olur mu? Kim o? Kim var orada? Marel, sen misin? Krekten kaan biri var. Burada isin ne? Malmz m almaya geldin? Yoksa ok malmz m var sanyorsun? Hayr, yardma ihtiyacm var. Bedava m, yoksa pesin para karsl m? 95 u eneni De tsayKus. Kulbelerden drt glge frlyor. Ar ar yaklas arkadas, bahse girerim, tfekli kaak sensin. Tfek yanndaysa yere brak, burada senin iin en ufak tehlike yok. Evet, o adam benim ama tfek yanmda deil. Yryorum, iyice yanlarna yaklastm, hava karanlk ve yz hatlarn seemiyorum. Sersem sersem elimi uzatyorum, tabi kimse bana dokunmuyor. Byle bir

hareketin burada yaplmadn neden sonra anlyorum: Hastalklarn bana da bulastrmak istemiyorlar. Kulbeye girelim, diyor Baykus. Bu kulbe, masann stne konmus bir ya kandiliyle aydnlatlyor. Otur. Arkalksz, saman kapl bir iskemleye kyorum. Baykus ya kandili daha yakyor ve birini tam nmdeki masann stne brakyor. Hindistancezivi yayla yaklan bu kandilin fitilinden kan koku mide bulandrc. Ben oturuyorum, onlar bes kisi ayakta, yzlerini gremiyorum, nmde lmba yandndan benim yzm seiliyor, onlarn da istedii bu. Baykus enesini tutmasn hatrlatan ses: Ylan bal, diyor, git bak bakalm byk eve. Oraya getirmemizi isteyip istemediklerini anla. Toussaint da kabul ediyorsa, cevabn abuk getir. Dostum, burada sana hi bir sey ikram edemeyiz. i yumurta imek istersen baska tabi. nme, ii yumurta dolu bir sepet koyuyor. Yemem, saolun. Samda, ok yaknma biri oturuyor ve o an, ilk kez bir czzaml yz gryorum. Korkun bir sey, basm

evirmemek ve duyduum tiksintiyi ona gstermemek iin byk aba harcyorum. Burun erimis gitmis, ne kemik kalms ne et. Yalnz suratn ortasnda bir delik var. Dikkat edilsin, iki delik demiyorum, tek, iki franklk byklnde bir delik. Alt dudann sa yan yenmis, upuzun ve sar dis, akta st ene kemiine girip kyor.. Bir tek kula var, Sargl elini masann stne koyuyor. Bu, adamn sa eli. iki parmakl sol eliyle kaln ve upuzun bir puro 96

tutuyor Puroyu herhalde olgunlasmams ttn yapraandan yapmslar, nk rengi yesilimtrak. Sol gznn gz kapa var, sada o da yok. Derin bir yara qzden baslayarak btn aln geip sk, ak dsms , salarn arasnda kayboluyor. ok bouk bir sesle: Sana yardm ederiz dost, diyor. Benim gibi olman istemem. Saol. Adm Korkusuz Jean, Paris'in ds mahallelerindenim. Gyan'a geldiimde senden yakskl salkl ve ok daha glydm. On ylda bak ne hale geldim. Sana bakan yok mu? Var. Sumogra ya inelerine baslayal beri daya iyiyim. Bak. Basn evirip yznn sol yann gsteriyor: Bu taraf kurumaya baslad. Byk bir acma hissi duyuyor ve dostluumu belirtmek iin sol yanana dokunmaya kalkyorum. Hemen kendini arkaya atyor ve: Bana dokunmak istediin iin tesekkr ederim, diyor, ama bir czzam-lya asla dokunma, sahanndan yemek yiyip kupasndan su imeye yeltenme. Simdilik bir tek czzaml yz grms durumdaym, bakslarmdan kamamak yrekliliini gsteren czzamlnn yz.

Nerede o? Kapnn esiinde, cceden kabaca bir kk adamn glgesi: Toussaint ve dierleri onu grmek istiyorlar. Merkeze getir. Korkusuz Jean doruluyor ve bana : Pesimden pel," diyor. Drt, bes kisi nden, ben Korkusuz Jean'la yanyana, dierleri de arkamzdan karanla dalveriyoruz. dakika kadar sonra bir kk alana vardmzda, ay s alan andran bu yeri aydnlatyor. Buras adann dmdz tepesi. Ortada bir ev var. Dki penceresi aydnlk. Kapnn nnde yirmi kadar adam bizi tekliyor, onlara doru yryoruz. Kapya vardmzda, bize yol vermek iin kenara ekiliyorlar. On metre uzunluunda ve drt metre eninde, diktrtgen biiminde bir salon buras, iinde odun yaklan smineyi andrr bir de oca var. Ocak, hepsi de ayn ykseklikte, drt koca tasla evrilmis. kelebek 97/7 ierisini iki byk lks lmbas aydnlatyor. Aralksz iskemlede oturan, yas belirsiz, bembeyaz yzl bir adam. Ardndaki sraya bes alt kisi ilismis. Simsiyah gzleri var. Ben Korsikal Toussaint'im, diyor. Sen de Kelebek olmalsn.

Evet. Burada haberler abuk duyulur, senin harekete gemen kadar abuk. Tfei nereye gizledin? Irmaa attk. Neresine? Tam hastahane duvarnn karssna, katmz yerin altna. yleyse bulunabilir! Sanrm, nk oralarda su pek derin deil. Nereden biliyorsun? Yaral arkadasm tekneye tasmak iin suya girmek zorunda kaldk. Nesi var? Bir baca krk. Ne yaptn ona? Ortadan blnms kaln dallan bacann iki yanna koyup bir esit al yaptm. Ac ekiyor mu? ekiyor. Nerede? Teknenin iinde. Yardm istediini sylemissin. Nasl bir yardm istiyorsun? Dstediim bir tekne. Yani sana bir tekne vermemizi mi istiyorsun? Evet bedelini deyecek kadar da param var. Peki, sana kendi teknemi satacam. ok iyi ve yepyeni durumda, geen hafta Albina'dan arakladm.

Tekne deil, neredeyse bir transatlantik. Tek eksii var, salmas. Salmas yok amma sana iki saat iinde esasl bir salma uydururuz. Geri kalan her seyi tamam, yekesiyle birlikte dmeni, drt metre yksekliinde bir direi ve yepyeni bir keten yelkeni var. Ka para verirsin? Buradaki fiyatlardan hi haberim yok, sen ne istediini syle? 98 deyebilirsen bin frank deyemezsen git yarn aksam tfei bul getir. Ben de karslnda sana tekneyi veririm. Hayr. Para demek daha iyi. .Oldu, anlastk. Pire, kahve versene!

Beni almaya gelen, cceden biraz kabaca Pire, ocan stndeki duvara akl tahtaya doru yneldi. Tertemiz ve prl prl bir teneke masrapa ald, iine kahve koyup atese oturttu. Az sonra atesten ald, taslarn yaknnda duran kupalara kahve bosaltt. Tousaint eilerek yerdeki kupalar alyor ve arkasnda oturanlara geiriyordu. Pire masrapay bana uzatt ve : Korkmadan iebilirsin, dedi, nk bu masrapa konuklarmz iindir. Hastalardan hi biri bununla kahve imez. Masrapay kaptm, bir yudum kahve itim ve dizimin stne koydum. Tam o sra, masrapaya yapsk parma farkettim. Ne olduunu anlayamadan baknrken Pire : Hay Allah dedi, yine bir parmam gitti. Nereye dst krolasca? Burada, dedim masrapann stn gstererek. Pire marman masrapann zerinden alp atese att, masrapay bana uzatarak : Rahata iebilirsin, dedi, benimki kuru cz-zam. Paralar halinde kopuyorum, rmyorum, bulasc da deil. Yank et kokusu geldi burnuma. Herhalde Pire'nin parma, diyorum kendi kendime. Sular ekilinceye kadar burada kalmak zorundasn. Hava kararana dek beklemen gerekli, diyor, Tousaint.

Dostlarna haber ver. Yaraly kulbelerden birine tas, neyin var neyin yoksa kyya kar ve tekneyi batr. Sana kimse yardm edemez, nedenini de anlams olmalsn. Hzla dostlarmn yanna dnyorum. Clousiot'yu srtlayp bir kulbeye tasyoruz. Bir saat sonra her sey kyya indirilmis, ara-ge-re byk bir zenle dizilmis. Pire, tekneyle kreklerden birinin kendisine verilmesini istiyor. Veriyorum tekneyi, iyi bildii bir yerde batryor. Gece abuk geiyor. Kulbede mzden baska kimse yok. Toussaint'in gnderdii yeni battaniyelerin zerinde 99 yatyoruz. Kaln ktlar iinde geldi bu battaniyeler. Yatarken, Maturette'le Clousiot'ya, adaya ayak bastmdan bu yana olup bitenleri ve Toussaint'le yaptm anlasmay ayrntlaryla anlatyorum. Clousiot, hi dsnmeden, sersemce bir lf ediyor: Demek kasmz alt bin bes yz franga mal oldu. Sana bu parann yarsn vereyim Kelebek yani zerimdeki bin frang." ingene hesaplarnn sras deil. Param olduu srece harcarm. Bittiinde gereini dsnrz. Hi bir czzaml kulbemizden ieri admn atmyor. Gn doduunda Toussaint grlyor : Gnaydn.

Rahata kabilirsiniz dsar. Burada kimse sizi rahatsz etmez. Adann yukarsnda, bir hindistancevizi aacnn tepesine kardmz nbeti de evreyi kolluyor. Nehirde aynasz dolu teknelerin dolasp dolasmadna bakyor. Simdilik grnrde bir sey yok. Aata beyaz bir bez asl durduu srece ortalkta kimse grnmyor demektir. Bir sey fark edince aatan inip haber verecek. Elinizle kavun koparp cannz istediinde yiyebilirsiniz. Toussaint, diyorum ona, salma ne olacak? Revir kaplarndan biriyle salma yapacaz. Kap, ar ylan aac tahtasndandr. Salma iki kanattan kar. Karanlktan yararlanarak tekneyi tepeye kardk bile. Gelip grebilirsin. Teknenin durduu yere gidiyoruz. Bes metre uzunluunda, nefis bir sey bu. Biri direin gemesi iin ortasnda delinmis, iki oturacak yeri var. Olduka da ar, Maturette'le birlikte yerinden oynatmaya epey glk ekiyoruz. Yelken ve ipler yepyeni. Yanna, su fs ve br ykleri balamak iin halkalar mhlanms, ise koyuluyoruz, lende, tersine evrilmis teknenin kndan basna kadar uzanan salma uzun vidalarla omurgaya kenetleniyor.

evremizde toplanan czzamllar, ses karmadan alsmalarmz izliyorlar. Toussaint ne yapmak gerektiini anlatyor, biz de sylediklerini uyguluyoruz. Toussaint'in yznde hi yara yok, normal bir yz gibi geliyor insana konustuunda yalnz yz nn solyan hareket ediyor. Anlatyor durumunu, Pire'nin hastal gibi onunki de kuru czzam. Gs ve sol kolu felli, ksa bir sre sonra sa bacann da hareketsiz kalacan sanyor. Sa gz, cam gibi hareketsiz. Bu gzle grebiliyor ama oynatamyor. alsrken Toussaint ile konusuyorum. Baska azn aan yok. Yalnz bir kere, salmay omurgaya sk sk vidalamaktan faydalandmz, revirin esyalarndan sklen menteseleri almak zereyken, cz-zamllardan biri: simdilik dokunma, brak orada kalsn, diyor. Menteselerden birini skerken elimi kestim, iyice sildiim halde zerinde kan izleri var. Bir baska czzaml menteselerin stne rom dkp iki kere yakyor. Simdi, diyor adam, alabilirsin. Biz alsrken, Toussaint de, czzamllardan birine dnyor: Sen bu yolculuu ka kere yaptn? Kele-bek'le iki arkadas

bir sey bilmiyorlar. Onlara bildiin kadarn anlat. Adam hemen baslyor bize bilgi vermeye : Aksamn ilk saatlarnda sular ekilir. Cezir saat te baslar. Altya doru, hava kararrken baslayan aknt seni saat iinde, nehrin aznn yz kilometre kadar yaknna getirir. Durman gerektiinde saat dokuz olacak. Kydaki aalardan birine tekneyi balayarak alt saat sreyle sularn ykselmesini bekleyecek ve sabahn n bulacaksn. Tam te de yola kma; aknt hemen kaybolmaz. Sabahn drt buuunda rman ortasn bul. Elli kilometrelik yolu alabilmek iin, gn doana kadar bir buuk saatin kalyor. Bu bir buuk saatlik srede ne ya-pabilirsen yaparsn. Saat altda, gn doarken denize alman gerekli. O sra aynaszlar seni grse bile pesinden yetisemezler, tam sularn ykseldii sra varrlar nehrin azna. Geemezler, oysa sen en tehlikeli yer olan nehrin azn tam zamannda asms olursun.

Seni grdklerinde onlarn bir kilometre ilerisinde olmalsn, iste bu bir kilometre hayatn kurtaracaktr. Teknede bir yelken var. Buraya geldiin kaykta durum nasld? Bir yelken bir de flok vard. Simdiki tekne ar, iki flok birden ekebilir. Birini trinketa olarak, teknenin burnundan direin al tna ekebilirsin, brn de nden balon gibi sisirir ve burnun iyice kalkmasn salarsn. Btn yelkenleri fora et, nehrin denize karst yerde her zaman azgn dalgalara doru ilerle. Teknenin dengesini salamak iin arkadaslarn iine yatr, sen de dmen yekesine sk sk yaps. Yelkeni tutan ipi sakn bacana dolama, tekne bordasna zel olarak ip iin mhlanan halkadan geir ve bir kere bileine dolayarak tut. Rzgrn siddetiyle gelen dalgann iyiden iyiye kabardn ve teknenin yana yatarak alabora olma tehlikesi geirdiini grrsen brak ipi mipi, greceksin teknen hemen dorulacak. Eer arkadan yelkene hakim olamazsan brak rzgrda alkalansn dursun, sen burundan flok ve trinketa ile rzgr alarak ilerle. Ancak

mavi sulara vardnda yelkeni dzeltebilir yeniden hzlanabilirsin. Yolu biliyor musun? Hayr. Sadece Venezzuella ile Kolombiya'nn kuzey-douya rasladndan haberim var. Tamam ama, dikkat et de karaya vurma. Tam karsna rastlayan Hollanda Gyan' ile ingiliz Gyan', kaaklar Fransz Gyan'na iade ederler. Trinidad seni geri vermez, ama on bes gnde topraklarn terketmeye mecbur eder. Venezzuella ise bir, iki yol isinde alstrdktan sonra geri gnderir. Anlatlanlar can kulayla dinliyordum. Zaman zaman kamay denediini syledi sonra, ama czzaml olduundan hemen iade ediliyordu. Dngiliz Gyan'mn baskenti Georgetown'dan ileri gitmemisti. Czzam yalnz ayaklarnda farkedilebiliyordu, hi parma kalmamst, stelik de ayaklar plakt. Toussaint verilen tleri tekrarlamam istedi, hi teklemeden anlattm. Tam o sra Korkusuz Jean : Peki, dedi, ak denizde rotas ne olacak?" Kimse konusmadan anlattm : gn kuzey-kuzey-dou yapacam. Akntnn da etkisiyle aslnda bu kuzey-kuzey olacak. Drdnc gn kuzey-batya kracam, dorudan doruya baty tutabileceim bylece.

Aferin, dedi czzaml. Ben, son kasmda iki gn kuzey-douyU tuttum ve Dngiliz Gyan'na dstm. gn kuzeyle, Trinidad ya da Barbados'un kuzeyinsen geersin, bir rpda, farkna bile varmadan Venezella'y asar ve Curaao, ya da Kolombiya'ya varrsn. Korkusuz Jean sordu : Toussaint, tekneni kaa sattn? bine, dedi Toussaint. Pahal m? Hayr, bunun iin sormadm. Btn istediim fiyat renmekti. Bu paray deyebilir misin Kelebek? Evet. Baska paran kalyor mu? Hayr, btn paramz bu kadar. O da dostum Clousiot'nun paras. Toussaint, sana tabancam sataym, dedi. Korkusuz Jean. Bu adamlara yardm etmek istiyorum. Kaa alrsn? Bin franga, dedi Toussaint. Ben de onlara yardm etmek istiyorum. Korkusuz Jean'a bakan Maturette : Yaptnz iyilie ok tesekkr ederiz, dedi. Saolun, diye lfa karst Clousiot da. Ve ben, o an, yalan sylemenin utanc iinde :

Hayr, dedim, senden byle bir sey kabul edemeyiz. Hem hi gerei de yok. Korkusuz Jean yzme bakt ve : Hi olmaz olur mu, dedi, fin frank ok para. Oysa tekneyi size bu fiyata vermekle Toussaint en azndan iki bin frank zarara giriyor. Gerekten essiz bir tekne bu. O size byle bir dostluk ettiine gre, ben de bir seyler yapmalym. iste on an gzler yasartc, bir sey oluyor: Baykusun yere brakt sapkann iine czzamllar para atmaya koyuluyorlar. Kt ve maden para yayor. Drt yandan czzaml kyor, her biri de bir sey brakyor. Utanca bouluyorum. Clousiot'nun bin frangndan baska paramz olduunu da syleyemem! Ne yapmal Ulu Tanrm, bu kadar byk bir soylulua kars benim yaptm alaklk. Yalvarrm, yapmayn bu fedakrl! El yerine iki parmaksz kt kalms, bastan ayaa ryen bir zenci : Para, yasamamza yaramyor, dedi. Hi utan duymadan kabul et. Para yalnz kumarda, bir de ara sra Albina'dan gelen czaml karlar la yatmakta isimize yaryor. Bu cmle iimi ferahlatyor ve param olduunu itiraf etmeme engel oluyor. Czzamllar iki yz yumurta hasladlar. Yumurtalar, zerinde krmz bir ha bulunan sandkla getiriyorlar.

O sandk, sabah iine il doldurulup adaya braklan sandk. Srttan bal, en azndan otuz kilo eken iki, canl deniz kaplumbaas, yaprak halinde ttn, kibrit p ve eczal ktlarla dolu iki sise, elli kilo kadar eken bir uval pirin, iki uval mangal kmr, revirde kullandklar bir primus oca, bir damacana da gazya veriyorlar ayrca. Bu sefil topluluk durumumuza acyor ve basarmza katkda bulunmak istiyor. Sanki onlar da bizimle birlikte kayorlar. Tekneyi geldiimiz yerin yaknna ektiler. Sapkada biriken para

sayld, sekiz yz on frank kt. Toussaint'e sadece bin iki yz frank borcum kalyor. Clousiot tpn bana veriyor, herkesin nnde ayorum tp. Dinde bir binlik, drt tane de bes yzlk var. Toussaint'e bin bes yz frank uzatyorum, yzn geri veriyor ve ardndan : Tabancay da al, diyor. Sana armaan ediyorum. Her seyi gze aldnz, son anda silhnz olmad iin basarszla uramanz hakszlk olur. Kullanmak zorunda kalmayacanz umarm. nce ona, ardndan tekilere nasl tesekkr edeceimi bilemiyorum. Hastabakc da, iinde pamuk, alkol, aspirin, gazl bez, tendrdiyot, makas, flster bulunan bir kutu hazrlad. Bir baska czzaml, iyice rendelenmis ince tahtalar ve yepyeni, kd almams iki sarg bezi getiriyor. Clousiot'nun bacandaki tahtalar ve sargy deistirmem iin uzatyor bana. Bese doru yamur baslad. Korkusuz Jean : Talihiniz varms, diyor. Hemen yola kabilir ve yarm saat

kazanabilirsiniz, bu yamurda sizi kimse grmez. Sabahn drt buuunda yola knca da, nehrin azna ok daha az yolunuz kalms olur. Saati nasl reneceim? diye soruyorum ona. Ykselip alalsna gre, sular sana saati bildirecek, cevabn veriyor. Tekneyi suya indiriyoruz. Bizi buraya kadar getiren kaykla ilgisi yok. Btn ykmzle birlikte iine bindiimizde, bordas, suyun en az krk santim stnde kalyor. Yelkenle sarl direk teknenin iine yatrlms, denize alrken takacaz onu. Dmeni ve yekesini takyoruz, oturabilmem iin nme sarmasklardan yaplma bir minder konuyor. Sargsn deistirmek istemeyen Clousiot iin de, teknenin dibinde battaniyelerden bir yuva hazrladk. Ayaklarmn dibinde, benimle tatl su fsnn arasnda. Maturette teknenin burnuna geiyor. Kaykta, hi duymadm byk bir gven hissi iime doluyor hemen. Yamur devam ediyor. Irman ortasn bulmam gerekli ama biraz daha sola, Hollanda Gyan' kysndan yana kaymalym. Korkusuz Jean : Talihiniz ak olsun! diyor. Toussaint de, tekneyi ayaiyle itiyor suya.

Saol Toussaint, sagol Jean, hepinize binlerce tesekkr! Dki buuk saat nce baslayan ve gitgide hzlanan akntya kaplarak abucak gzden kayboluyoruz. Yamur devaml yayor, on metre ileriyi grmek imknsz, nmzde iki kk ada olduundan, Maturette burundan iyice sarkms, kayalara arpmamz nlemek iin gzn ileri dikmis. Hava iyiden iyiye karard. Bizimle birlikte, ama neyse ki biraz daha yavas giden koca bir aa, ksa sre dallaryla yolumuzu kesiyor. Kolayca kurtuluyor ve en azndan saatte otuz kilometreyle ilerliyoruz. Sigara ve rom iiyoruz. Czzamllar bize hasrla rtl alt chianti sisesi verdiler, ama siseler rom dolu. Garip bir durum, hi birimiz czzamllarda dikkatimizi eken iren yaralardan sz etmiyoruz. Konusmamzn tek konusu, onlarn iyilii, cmertlii, drstl, bizi Gvercinler Adasna gtren maske takan Brtanya-lya raslamamzn ne byk bir ksmet olduu. Yamur hzn gitgide artryor, iliklerime kadar slandm ama yn ceket o kadar iyi ki, slansa da insan scak tutuyor. smyoruz, yalnz dmeni tutan el yamur altnda uyusuyor. Su sra, diyor Maturette, saatta krk kilometreyi asan bir hzla gidiyoruz. Sence, yola kal ne kadar oluyor?

Syliyeyim, diyor Clousiot. Bekle biraz : saat bir eyrek. ldrdn m? Nereden biliyorsun? Hareketimizden bu yana durmadan saydm. Otuz dokuz karton paras var elimde. Her birini beser dakikadan hesaplasan saat bir eyrekten beri yoldayz demektir. Yanlmadysam, on bos - yirmi dakika sonra duracak ve gerilemeye baslayacaz. Dmeni saa kryorum, nehri ortadan geip Hollanda Gyan' kylarna yanasmak niyetindeyim. Biz kyya demeden aknt durdu. Artk ne ilerliyor, ne de geriliyoruz. Yamur devam ediyor. Sigara imiyor, konusmuyor, fsldasyoruz : Krei al da ek biraz. Ben bile, dmeni sa bacamla tutup krek ekiyorum. Hafife dokunuyoruz kyya, dallara yapsp tekneyi aalarn altna ekiyoruz. Bitki rtsnn karanl iindeyiz. Irmak kursun, sisle kapl. Med ve ceziri hesaplamadan rman nerde bitip denizin nerede basladn sylemek imknsz. Byk yolculuk baslyor Sularn ykselmesi alt saat devam ediyor. Bir buuk saat da bekleme sresi koysak yedi saat uyuyabilirim

demektir. ok heyecanlym ama uyumam gerektiini de biliyorum. Denize aldmda, bir daha uyuma frsat kimbilir ne zaman kacak? Fyla direk arasna uzanyorum, Maturette, oturacak yerle fnn arasna, adr gibi, bir battaniye geriyor ve ben, rtnn altnda uyuyor, uyuyorum. Bu deliksiz uykuyu ne bir ds, ne yamur, ne de rahatsz yatsm blebiliyor. Uyuyor, Maturette drtene kadar uyuyorum : Kelebek, hareket saati geldi sanyoruz. Sularn ekilmesi baslyal ok oluyor. Teknenin burnu denize dnk, aknt parmaklarmn altnda hzla yol alyor. Yamur durmus, ay s yz metre kadar ilerisini, ot, aa kt ve bir takm karaltlar srkleyen rma grmemizi salyor. Irmakla

denizin ayrld izgiyi semeye alsyorum. Bulunduumuz yerde rzgr yok, acaba rman ortas rzgrl m? Siddetli mi rzgr? Aalarn altndan kyoruz, tekne koca bir kke bal. Gki 06 yzne bakarak deniz kysn, rman bitip denizin baslad yeri kestirebiliyorum. Sandmzdan ok daha fazla yol almsz, rman azna on kilometre bir sey kaldn sanyorum. Rom sisesinden okkal birer yudum ekiyorum. Buraya m takacaktk direi? Evet, direi kaldryoruz, yuvasna smsk oturuyor. Yelkeni amadan, direin evresine dolayarak ykseltiyorum. Gerekli grdm an Maturette tarafndan ekilmek zere trinketa ile flok da hazr. Yelkeni amak iin onu diree balayan ipi sarmak yeterli. Bu isi ben, oturduum yerden yapacam. Maturette elinde bir krekle ne geti, ben de br krei kapp arkada yerimi aldm. Kyy btn gcmzle itmemiz ve hzla ayrlmamz gerekiyor, yoksa aknt bizi yine ayn yere atacak. Dikkat! Tanr'nn yardmyla ileri! Tanr'nn yardmyla, diye tekrarlyor Clousiot.

Kendimi senin ellerine tevdi ediyorum, diye tamamlyor Maturette. Ve kopuyoruz kydan. Birlikte baslyoruz krek ekmeye krei sulara iyice gmp aslyorum, Maturette de btn gcn harcyor. Kolayca uzaklasyoruz. Kydan yirmi metre almadan aknt bizi yz metre ileri srklyor. Birden rzgr duyuyoruz ve bizi rman ortasna itiyor. Trinketa ile floku ek ve sk bala. Rzgr iki kk yelkene doluyor tekne bir yars at gibi sahlanp ok gibi ileri atlyor. Saat yola kmadan nce hesapladmzdan daha ileri olmal, nk rmak birden gn gibi aydnlanyor, iki kilometre kadar solumuzda kalan Hollanda Gyan' kylarn kolayca seebilmek mmkn. Tam karsmzda, dalgalarn beyaz kpkleri grlebiliyor. Hay Allah, ge kaldk! diyor Clousiot. Denize alacak kadar zaman bulabileceimizi sanyor musun? Bilmem. Denizdeki dalgalar ne kadar yksek, tepeleri de amma kpkl bak! Sakn yanlms olmayalm. imknsz, ben denize doru hzla inen bir takm seyler gryorum.

Maturette : Alamayacaz, diyor, zamannda yetisemiyeceiz rman azna. Kapa eneni de flokla trinketa iplerinin yannda otur. Sen de kes sesini Clousiot! Piyuuuuuv Piyuuuuuv zerimize ates ediliyor, ikincisinin nereden geldiini kolayca anladm. Bizim aynaszlardan gelmiyor, Hollanda Gyan'ndan geliyor bu kursunlar. Yelkeni fora ediyorum, birden yle sisiyor ki neredeyse bileimden ekip beni de gtrecek. Tekne krk bes dereceden de fazla yatyor. Mmkn olduu kadar ok rzgr alyorum, g de deil, naslsa bol bol esiyor. Piyuuuv piyuuuv piyuuuu, sonra sesler kesiliyor. Hollanda kylarndan uzaklasp, Fransa kylarna yaklastk, ates bu nedenle kesildi herhalde. Siddetli rzgra kaplms, basdndrc bir hzla gidiyoruz. ,0 kadar hzl gidiyoruz ki, rman azna varyoruz birden, birka dakika sonra Fransz kylarna deeceiz neredeyse. Kyya doru bir takm adamlarn kosustuu aka grlyor. Hafife dnyorum, mmkn olduu kadar hafif, btn gcmle de yelkenin ipine aslyorum, nmz dmdz, flokla trinketann da yeri kendiliinden deisiveriyor. Gemi

kydan uzaklasyor, yelkeni brakyoruz. Offff, nihayet kurtulduk! On dakika sonra ilk dalga yolumuzu kesmeye alsyor, onu kolayca asyoruz. Sonra teknenin rmakta kard fst fst sesi taka-taka-tak oluveriyor. Dyice yksek olmalarna ramen, dalgalar, birdirbir oynayan bir ocuk evikliiyle asyoruz. Taka taka-tak, gemi titremeden, sallanmadan inip kyor. Yksek bir dalgann zerinden asp suya arparken omurgann kard tak sesinden baska sey yok. Yasasn! Yasasn! Kurtulduk! Aldk denize! diye haykryor Clousiot cierlerini paralarcasna. Ve gcmzn esitli unsurlara kars elde ettii bu zaferi aydnlatmak iin Tanr, gz kamastrc bir tanyeri sunuyor bizlere. Dalgalar, hep ayn dzenle birbirini izliyor. Denizde ilerledike gitgide alalyorlar. Su ok amurlu. Tam karsda, kuzeyde kapkara. Daha sonra masmavi kesilecek,. Pusulaya bakma gereini duymuyorum, gnes sa omuzumun stnde, dosdoru gidiyorum ama tekne daha az yatyor, nk yelkenin ipini gevsettim. Pek siskin deil simdi. Byk serven baslyor. Clousiot doruluyor. evresini iyi grebilmek iin basn ve gvdesini dsar karmak istiyor. Maturette,

srtn fya dayayp tam karsma oturmasna yardm ediyor. Sonra bir sigara yakp bana uzatyor, karslkl tttryoruz. ikiyi ver de denize alsmz bir slatalm! diyor Clousiot. Maturette teneke kupaya rom dolduruyor, tokusturuyoruz. Maturette solumda oturuyor, baksyoruz, ikisinin de yz mutlulukla aydnlanms, benimki de onlarnkine benziyor herhalde. Derken Clousiot: Kaptan, diyor, ltfen nereye gittiimizi syler misiniz? Tanr'nn izniyle Kolombiya'ya.

Allah belm versin ki Tanr izin verir, diyor Clousiot. Gnes hzla ykseliyor, kurumamz g olmuyor. Hastane gmlei Araplarn bornosuna dnd. Islandndan da bas serin tutuyor ve gnes arpmasn nlyor. Deniz masmavi, dalgalar metre yksekliinde ve iyice uzun, rahata yolculuk etmemizi salyorlar. Rzgrn siddeti devam ediyor, kydan hzla uzaklasyoruz. Arada bir ardma gz atyor, karann ufukta gitgide kaybolusunu izliyorum. Bu yesil bitki rts, biz uzaklastka gzelliinin srrn ortaya koyuyor. Ardma bakarken kt karsladmz bir dalga bana grevimi ve gerek arkadaslarmn, gerekse kendi hayatmn sorumluluunu yklendiimi hatrlatyor. Bir pilv yapalm bakalm, diyor Maturette. Ben frna gz kulak olurum, diye atlyor Clousiot, sen de tencereye bakarsn. Benzin damacanas ne iyice yerlestirilmis. Teknenin burnunda bu yzden sigara imek yasak. Yal pirin iyi kokuyor, iki kutu sardalya ile karstrp scak scak yiyoruz, stne de bir kahve. Bir yudum rom atalm

m? Dstemiyorum, hava ok scak. stelik ikiye ok dskn de deilim. Clousiot bana durmadan sigara saryor, yakp uzatyor. Teknede yedi imiz ilk yemek ok iyi geti. Gnesin vard yerden, saatin onu bulduu sonucunu karyoruz. Ak denizde henz bes saat yol almsz, ama teknenin altndaki denizin ok derin olduu hissediliyor. Dalgalarn ykseklii iyice azald, teknenin dibi suya arpmadan, onlar ikiye blerek ilerliyoruz. Hava nefis. Gndz, insann devaml puslaya ihtiya duymadn anlyorum. Zaman zaman puslann ibresine bakarak gnesin yerini buluyor ve rotam buna gre dzenliyoruz, bylesi daha kolay. Devaml gnese bakmak gzlerimi ok yoruyor. Bir gnes gzl edinmeyi dsnmediim iin ok pismanm. Birden Clousiot: Hastanede sana raslams olmam ne byk ksmet! diyor. Ksmetli olan yalnz sen deilsin ki, senin gelmen de benim iin byk ksmet saylr. Dega ile Femandez'i dsnyorum evet demis olsalard, su sra bizimle birlikte olacaklard. Pek emin deilim, diyor Clousiot. Arabi istediin an kousa ekmek ikimizin basaraca is deildi. Doru, Maturette'in de bize faydalar dokundu. Kabiliyetli, yrekli ve becerikli olduu iin kendisini

yanmza aldma ok memnunum. Saolun, diyor Maturette de, gen yasm ve kadns davranslarma ramen bana gvendiiniz iin ikinize de tesekkr ederim. Olaylar karssnda elimden geldiince salam durmaya alsacam. Ya Franios Sierra, Galgani ile birlikte gelmelerini ne kadar isterdim diyorum. Durum yle deisik ki Kelebek, dediklerini gereklestirmek imkanszlast. Eer Jesus namuslu bir herif olsayd da bize salam tekne bulsayd bir yere siner ve beklerdik. Jesus onlar da karp bize getirirdi. Hem seni tanyorlar, kendilerine haber verme-diysen, bunu, aresizlikten yapamadn anlayacaklardr. Sormay hep unutuyorum Maturette, nasl oluyor da sen, hastane kousunda tutuluyordun? Hcre cezasna arptrldmdan haberim yoktu. Hem boazm ard iin, hem de biraz gezinmek amasyla revire ktm. Doktor beni grnce : Fisinde adalarda hcre cezas ekeceini okudum dedi. Neden? Bilmem ki doktor, dedim. Hem hcre cezas ne demek? Bir sey deil, bir sey deil, dedi doktor. Hastaneye yat bakalm. Ben de kendimi kousta buldum, iste bu kadar. Demek adam sana yardm etmek istemis, diyor Clousiot.

"Doktorun neden yardm etmek istediini anlayabilene askolsun. Herhalde simdi : Korunmak iin hastaneye yatrdm olan, sandm kadar enayi deilmis. Baksanza, nasl kat, diyordur. Sama sapan seyler konusuyoruz. Kimbilir diyorum ekili adam Julot'ya ne zaman raslarz? Ormanda gizlenmiyorsa simdi ok uzaklarda olmal. Clousiot: Giderken yastmn altna bir not braktm, diyor, zerinde, Adres brakmadan ayrld yazyor. Basyoruz kahkahay. Bes gn kazasz belsz yol alyoruz. Gndzleri gnes, yol gsteriyor. Gece pusladan faydalanyorum. Altnc gnn sabah parlak bir gnes bizi selmlyor, deniz birden duruldu, uan balklar yaknmzdan geiyorlar. Yorgunluktan bitiim. Gece Maturette uyumama engel olmak iin yzmde, deniz suyuna batrlms amasr gezdiriyor, yine de ara sra dalp gidiyoruz. O zaman da Clousiot, sigarayla bir yanm yakp beni uyandryor. Deniz arsaf gibi olduundan uyumaya karar veriyorum. Yelkenle floku indiriyoruz, yalnz trinketay muhafaza ediyoruz. Teknenin dibinde, basmn stne gerilen battaniye ile gnes snlarndan korunarak kle gibi uyuyorum. Maturette'in sarsmasyla uyanyorum. Saat on iki, ya da bir

oldu, diyor. Ama ortalk serinlemeye baslad. Ufuk, rzgrn geldii yn kara bulutlarla kapl. Yerimden kalkp dmenin basna geiyorum. Yalnz floku ektik, przsz denizde kayyoruz. Arkam kapkara, rzgr gitgide sertlesiyor. Trinketa ile flok, tekneyi hzla ilerletmeye yetiyor. Diree sarl yelkeni sk sk balyorum. Sk durun, frtna geliyor! diyorum dostlarma. Koca koca yamur taneleri stmze dsmeye baslad. Basdndrc bir hzla bize doru gelen

bu karanlk, bir eyrek saatte ufuktan yaknmza vard. Evet geliyor, akl almayacak kadar zorlu bir rzgr stmze saldryor. Tepesinde kpkl dalgalar byk bir hzla olusuveriyor, gnes karard, bardaktan bosanrcasna yamur yayor, gz gz grmyor ve tekneye arpan dalgalar deniz suyunu yzmde kam gibi saklatyor. Frtna bu, lgna dnen doann btn gmbrts, grlemesi, simsei, yamuru, dalgalar, evremizde dolanp kkreyen rzgrn uultusuyla ilk frtnam. Ceviz kabuu gibi srklenen tekne, inanlmayacak kadar ykselip yle derinlere iniyor ki, insana, bu ukurdan asla kamayacakms gibi geliyor. Yine de, bu akl almaz dalslara ramen tekne yeniden ykseliyor, yeni bir dalgann tepesinden asp ilerliyor, ilerliyor. Dmen yekesini iki elimle tutuyorum. Yaklastn grdm bir dalgaya dayanmann daha iyi olacan dsnerek burundan almak zere tekneyi dorulttuumda acele ediyorum anlaslan, tekneye su doluyor herhalde. Sinirleniyorum, istemeden bir dalgay yandan alyorum. ok tehlikeli bir sey bu, tekne ylesine yana yatyor ki neredeyse devrilecek.

Ama bu arada, ald suyun byk bir blmn de dsar atyor. Yasa! diye haykryor Clousiot. isini biliyorsun. Kelebek! Aldn suyu nasl da bosalttn! Grdn m! diyorum dostuma. Tecrbesizliim yznden, ak denizde alabora olup batma tehlikesi geirdiimizi bir bilse! Dalgalara kars koymaktan, belirli bir ynde ilerlemeye alsmaktan vazgeiyorum artk, sadece tekneyi dengeli tutmaa yneliyor abalarm. Dalgalarla birlikte inip kyoruz artk. Bulusumun byk nem tasdn ve bylece tehlikenin yzde doksann ortadan kaldrdm anlyorum. Yamur duruyor, rzgr hep ayn siddette esiyor ama simdi nm ve arkam rahata grebiliyorum. Ardm aydnlk nm kapkara, bu iki ucun tam ortasndayz. Saat bese doru her sey geip gitti. Gnes yeniden bizi styor, rzgr normal, dalgalar eskisi kadar yksek deil. Yelkeni ekiyorum. Dostlar, bos tencerelerle teknenin iindeki suyu bosalttlar. Battaniyeleri karyoruz. Diree balannca rzgrda abucak kuruyacaklar. Pirin, un, ya, bol kahve, esasl bir yudum da rom. Gnes, bu masmavi denizi iyice

aydnlatarak unutulmaz bir grnt haline getirdikten sonra batyor. Gkyz koyu krmz, bir blm suya gmlen bu gnes, birka beyaz bulutuyla gkyzne ve denize koca koca sar diller uzatyor, dalgalar ykselirken, mavi, sonra yesil tepeleri de zerinden yansyan snn rengine gre krmz, pembe ya da sar. Alslmams tatllkta bir huzur her yanma yaylyor, kendime gvenebileceimi anlyorum. Ucuz atlattm, stelik bu ksa frtnann bana byk faydas dokundu. Tek basma, tekneyi nasl ynetmek gerektiini rendim. Geceye byk bir i rahatlyla gireceim. Clousiot, tekneyi bosaltmak iin yaptm numaray grdn m? Dostum, o numaray yapmasan da ikinci bir dalga stmze gelse oktan batmstk. Dorusu bij iste ok ustasn. Yelken kullanmay deniz kuvvetlerinde mi rendin? diye soruyor Maturette. Evet gryor musun, deniz kuvvetlerinde askerlik yapmann da adama faydas dokunuyormus. Rotamzn epey dsna dsms olmalyz. By'e bir rzgr ve lgn dalgalarla, drt satta yolundan ne kadar

saptn anlayabilirsen anla? En iyisi kuzey baty tutmak, tamam. Bu kez efltun olan son kvlcmlarn da satktan sonra gnesin denizde kaybolmasyla karanlk basveriyor. Alt gn daha kazasz belsz yol alyoruz. Bir ka ufak frtnaya ve sresi saati asmayan yamura rastladmz oluyor ama hi biri, ilk patrtnn bitmek bilmez uzunluunda deil. Sabah saat on. En ufak bir esinti yok, deniz arsaf gibi. Drt saata yakn uyuyorum. Uyandmda dudaklarm alev alev. Ne dudaklarmn, ne de burnumun derisi kalms. Sap eliminki de soyulmus, clk yara gibi. Maturette ile Clousiot'nun da benden fark yok. Gnde iki kere ellerimize ve yzmze ya sryoruz ama yetmiyorkelebek /8 Gnese baklacak oursa, saai ogeaen surumun Tropiklerin gnesi ya hemen kurutuveriyor. iki buuu. Yemek yiyorum, deniz sabahki gibi olduundan yelkeni tepemize gerip glgede oturmak istiyoruz. Maturette'in bulas ykad yan balk doldu. Palay kapp Maturette'den, suya birka pirin tanesi atmasn sylyorum. Bu taneler slandndan sismeye ve mayalanmaya baslams. Balklar, pirin tanelerinin dst yere birikiyor, neredeyse suyun yzndeler, bir tanesinin bas grnyor, palay

vurduum gibi karn havada kveriyor. On kiloluk bir balk bu. Temizliyor, tuzlu suda haslyoruz. Aksam manyoka unuyla birlikte yiyoruz. Denize alal on bir gn oluyor. Bu sre iinde, ok uzamzdan geen bir gemiden baskasna raslamadk. Nerede olduumuzu iyiden iyiye merak etmeye baslyorum artk. Ak denizdeyiz ama Trinidad'a ya da ingiliz adalarna ne kadar uzaklktayz acaba? Dyi insan lfnn stne gelirmis Gerekten de, tam nmzde kara bir nokta bydke byyor. Bir gemi mi, yahut ak denizde giden bir sa-lupa m? Yanlmsm, stmze geliyormus. Bir gemi bu, artk iyice seilebiliyor. Rzgr olmadndan yelkenlerimiz

acnacak bir halde sarkms, gemi her halde bizi grmedi. Birden ddk sesi geliyor, sonra kere uluyor gemi, yolunu deistirip doru bize yneliyor. Allah vere de fazla sokulmasa, diyor Clousiot. Tehlike yok, deniz arsaf gibi. Bu bir tanker. Yaklastka gvertesindeki kalabal seebiliyoruz. Ak denizde, bir ceviz kabuuna dolan kisinin ne halt ettiini merak ediyorlar herhalde. Yavasa bizden yana sokuluyor, svari, dier kaptanlar, tayfalar, ahbas seilebiliyor. Derken rengrenk giysili kadnlarla renkli gmlekli adamlar gverteye kyor. Bunlar yolcu, belli. Bir tankerde yolcu bulunmas pek grlmemis sey ya. Tanker yavas yavas yaklasyor, svari bizimle Dngilizce konusuyor : Where are you coming from? Frene Guyane. Franszca biliyor musunuz? diye soruyor kadnlardan biri. Evet madam. Ak denizde isiniz ne? Rasgele gidiyoruz iste. Kadn svariyle konustuktan sonra : Kaptan gemiye binmenizi teklif etti, diyor teknenizi de yukar

ekecekler. Saolsun ama syleyin kendisine teknemizden memnunuz. Neden yardm istemiyorsunuz? Biz kaak mahkmlarz, yolumuz sizinkinden ok farkl. Nereye gidiyorsunuz? Martinique adasna ya da daha ileriye. Neredeyiz? Ak denizde. Antil adalarna varmak iin ne yapmamz gerekiyor? ingiliz deniz haritalarn okuyabilir misiniz? Evet. Ksa bir sre sonra iple, bir Dngiliz ak deniz haritas, karton karton sigara, ekmek ve kzarms bir but iniyor. Haritaya bakn. Bakyor ve : Dngiliz Antille-rine varmak iin batya dnp drtte bir gney yapmam gerekli deil mi? diyorum. Tamam. Asa yukar ka mil? Dki gn sonra orada olursunuz, diyor kaptan. Eyvallah. Hepinize tesekkr ederiz! Svari, gsterdiiniz yreklilikten tr sizi kutluyor.

Saolsun, elveda! Tanker yavas yavas uzaklasyor, neredeyse syryor bizim tekneyi, pervanelerin anaforundan ekilip biraz uzaklasyorum, tam o sra tayfalardan biri bana bir denizci kasketi atyor. Kasket teknenin ortasna dsyor. Bir srmal seriti ve nnde iki apas olan bu kasketle, iki gn sonra kazasz belsz Trinidad'a varyoruz. Trinidad Karay grmeden ok nce, kuslar, iyiden iyiye yaklastmz haber veriyorlar. evremizde dolan maya basladklarnda saat sabahn yedi buuu. Geliyoruz arkadas! Geliyoruz! Yolculuun ilk blmn tamamladk, hem de en tehlikeli blmn. Yasasn zgrlk! Her birimiz, ocuksu lklarla sevincimizi dsa vuruyoruz. Yzlerimiz, yanklar geirmek iin gemiden armaan edilen kakao yayla kapl. Dokuza doru toprak grnyor. Siddetli saylmayacak, serin bir rzgr bizi pek alkantl olmayan denizde gtryor. Ancak leden sonra drde doru, uzun, kck beyaz evlerle dolu, tepesi hindistancevizi aalaryla kapl bir adann ayrntlarn seebiliyoruz. Aslnda bunun bir ada m yoksa yarmada m

olduunu, evlerde insan bulunup bulunmadn kestirmek simdilik imknsz. Teknemizin yneldii kumsala doru kosusan insanlar seebilmek iin daha bir saat gemesi gerekli. Yirmi dakikadan ksa bir srede, karmakarsk bir kalabalk olusuyor. Bu kck ky bizi karslamak iin deniz kysna ylms. Sonradan adann San Fernando olduunu reneceiz. Kyya yz metre kala demir atyorum, hemen tutuyor. Kydakilerin tepkisini lmek ve suyun dibi mercan kayalklaryla kaplysa teknemi delmemek iin yapyorum bu isi. Yelkenleri toplayp bekliyoruz. Kk bir kayk bize doru geliyor, iinde krek eken iki zenciyle koloniyal sapkal bir beyaz var. Beyaz adam, tertemiz bir Franszcayla : Trini-dad'a hosgeldiniz, diyor. Zencilerin az kulaklarna varyor. iyi dileinizden tr tesekkr ederiz efendim. Denizin dibi mercan kayalklaryla m kapl acaba? Yoksa kumluk mu?

Kumluk, tehlikesizce kyya yanasabilirsiniz. Demiri ekiyorum ve dalgalar bizi yavasa kumsala itiyor. Karaya deer demez en az on kisi suya atlyor ve tekneyi ekip kyya alveriyorlar. Bize bakyor, oksayc hareketlerle dokunuyor. Zenci ya da Kzlderili kadnlar el hareketleriyle davet ediyorlar. Herkes bizi evinde misafir etmek istiyor. Beyaz adamn bana franszca anlatt bu. Maturette bir avu kum alp pmek zere azna gtryor. Herkes lgna dnyor. Clousiot'nun durumunu anlattm Be yaz, onu hemen kumsaln yaknndaki evine tastyor. Yarna kadar her seyi teknenin iinde brakabileceimizi sylyor. Kimse dokunmaz, diyor. Kalabalk bana kaptan adn takt, yeni adma ok glyorum. Hepsi : Good captain, long ride on small boat (iyi kaptan, kck gemiyle dnyann yolunu geldi! diyor. Hava karard. Teknenin biraz daha yukar ekilip sk sk balanmasn saladktan sonra Ingilizin pesinden evinin yolunu tutuyorum, ingiliz smrgelerinde grlen bir Bungalow bu; bir ka tahta basamak,

maden bir kap. ingilizin ardndan ieri giriyorum, Maturette de pesimden geliyor. Girer girmez de, bir koltua yerlesmis kzn arasnda sisinen Clou-siot'yu gryorum. Karmla kzm, diyor adam. ingiltere'de okuyan bir de olum var. Kadn franszca : Evimize hos geldiniz diyor. Oturun beyler, diyor. Saolun efendim, bizim iin rahatsz olmayn. Bize iki hasr koltuk gsteren gen kz : Neden? Merak etmeyin, nereden geldiinizi biliyoruz ve tekrar ediyoruz : Evimize hos geldiniz. Adam avukat, ad da Mr. Bowen. Yazhanesi, krk kilometre tedeki Trinidad'n baskenti Port of Spain'de. Bize stl ay, kzarms ekmek, tereya ve reel getiriyorlar, zgr birer insan olarak geirdiimiz ilk gece bu, hayat boyu unutamayacam. Ne gemisimle ilgili bir sey konusuluyor, ne de merakl sorularla karslasyoruz, btn renmek istedikleri ka gndr ak denizde olduumuz : yolculuumuzun nasl getii! Clousiot'nun ac ekip ekmedii, polise ertesi gn m, yoksa bir gn sonra m haber verilmesini

istediimizi, hayatta esimiz, yaknlarmz, ocuklarmz olup olmad. Onlara mektup yazarsak postaya verebileceklerini de sylyorlar. Ne demeli : Gerek kumsalda biriken halkn ve gerekse, kaaa szle anlatlamayaeak bir yaknlk gsteren bu ailenin karslama treni mthis bir sey. Mr. Bowen bir doktorla konusuyor, doktor ertesi gn leden sonra yaraly getirmesini sylyor. I Rrntgeni alnacak ve ne yapmak gerektii anlaslacak. Mr. Bowen Prof of Spain'e, Salvation Army (*) komutanna telefon ediyor. Adam otellerinde bize bir oda hazrlayacaklarn, istediimiz zaman gelebileceimizi, salamsa tekneye iyi bakmamz, yolculua devam etmek iin ona ihtiyacmz olacan sylyor. Krek mahkmu mu? yoksa srgn m olduumuzu soruyor. Krek mahkmuyuz, diyoruz. Krek mahkmu olusumuz avukatn hosuna gitmis gibi. Ykanp tras olmak ister misiniz? diye soruyor gen kz bana. Reddetmeye kalkmayn, bizim iin rahatszlk sz konusu deil naslsa. Banyoda size uyacan sandmz elbiseler duruyor.

MAVİ KELEBEĞİN İZİNDE… Hava gergin bir ipti Koptu ve yıkıldı hayat… Ne kalem, ne kâğıt, ne kitap… Ölümün dağındayım şimdi. İnsan dağa ne söylerse Dağ insana onu söyler. (*) Sıcaktı hava. Umut vardı yüreklerimizde yarına dair. Güvenli bir bölgeydi bizim için Srebrenitsa. Ağlamayacaktı bebelerimiz. Analarımızın gözyaşı sel olup akmayacaktı. Pencere önlerine çiçek ekmeye devam edecekti genç kızlarımız. Zulüm aracı olan silahlara veda edecektik, elimizde ne varsa silah adına teslim ettik barış için. Tarih: 11 Temmuz Günlerden Salı. Bir gün önce yaşananlarla bir gün sonrası yaşanacaklar allak bullak edecekti hayat adına her şeyimizi. Kara, kapkara bir gün olacaktı. Güneş bir daha doğmayacaktı. Yüzler gülmeyecek; ağıtlar yeri ve göğü inletecekti. Dağ insana hikâyesini anlatacaktı. Toprak kirli adımlara şahitlik edecekti. İnsan aslına ihanet edecek; tüm insani değerleri yerin dibine gömecekti. Kin krallığını ilan edecek, yaşasın zulüm diyecekti. Şeytan bayram edecek, onun soysuz uşakları masumlarımızın kanını içecekti. Kan kokusu vicdanları körletecekti. Âdemden beri başa gelen neyse o olacaktı Kabil kavlince. Ah kalbim… ah kalbim… İçinden kan mı, yaş mı akar bilinmez! Paramparça oldum bir günde. Bulamaz oldum bebemi, evimi, eşimi, kendimi… Vuruldum bin yerimden. Tarumar edildi namusum. Topladılar binlerce kardeşimi oy! Yaktılar, yıktılar bize ait ne varsa. Suçum Boşnak olmak. Suçum Müslüman olmak. Suçum insan doğmak. Bir babaydım. Bir baba yüreği nasıl dayanır! Babası ve oğluyla yan yana konulup, ölüm sırasına sokulup beklemeyi. Bekledik şahadeti üç imanlı yürek olarak. İlkin yüreğimin yarısı aldılar benden; yavrumu… Sonrasında o yüreği bana vereni; babamı… Ağırlığını tartamadığımız imtihandı yaşadığımız. Çetindi her bir anı imtihanın. Allah bizimleydi el-hak. O da bizimle olmasaydı nice olurdu akıbetimiz ve ukbamız. Allah’tan geldik, ona döndük elhamdülillah. Gömüldük bilinmedik çukurlara binlerle. Bulunamadık günlerce, aylarca, yıllarca. Geride kalanlarımızın göz yaşanı dindiremedik. Umutları vardı geride bıraktıklarımızın; babalarını, dedelerini, amcalarını, dayılarını, ağabeylerini bulmak, tabutlarına sarılmak, mezar başlarında dua okuyabilmek adına… On yedi yıl oldu hala bulunamadık. Cenaze namazımızı kıldıramadık. Duasız kaldık oy… Kemiklerimizden geriye şahadet çiçekleri açtı üzerimizde. Allah mavi kelebeği elçi olarak gönderdi. Mavi kelebekler dile gelseler ne hikâyeler anlatırlar size. Kondular üzerimize birer birer… Bulunmayı beklemekteyiz mavi kelebeklerle birlikte her gün. Kardeşlerimiz oldu gökler ve kelebekler… Mavi kelebekler sizi beklemedeler. Yok mu bize uzanan gönüllü bir el? Ali Sedat ASLAN (*) Arif Ay

Kitap Oku Zamanını Değerlendir 📚


#Ücretsiz Kitap okumak isteyen canı sıkılan arkadaşlarımız için #ekitaphavuzucom'da 50 Kategoride + üzerinde e-Kitap 📚 tamamen ücretsiz sağlanıyor. Dijital kütüphane topluluğumuza sende katıl ❤️
Tweeti Arkadaşlarınla Paylaş 🕊️ Premium Üyelik Kazan 🎉

Tweetle


Kendi Kütüphaneni Oluştur! 📖

Kitaplar Yandex üzerinden paylaşılıyor. Eğer kitap indiremiyorsanız büyük ihtimalle Yandex hesabınız yoktur. Öncelikle buraya tıklayarak hesabınızı oluşturun ve giriş yapın. Sitemizde yayınladığımız kitapları bir arada klasörleyerek saklamak ve kendinize özel kütüphanenizi oluşturmak isterseniz videomuzu izleyebilirsiniz. Videoya Git

SORUN BİLDİR Eğer kitabın linki içerisinde kitap çıkmıyor ise lütfen kitabı sorun bildir butonundan ekibimize bildiriniz.

Information! Sign up, make a remarkable comment(Minimum characters), download books without waiting 24 hours a day freely! Your comment will be published after the approval of the administrator, please comment on a book you read earlier.

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası