algı kapıları aldous huxley pdf / Aldous Huxley – Algı Kapıları – Cennet ve Cehennem – Pdf Kitap İndir | OKU

Algı Kapıları Aldous Huxley Pdf

algı kapıları aldous huxley pdf

Kategori: Edebiyat Yazar: Aldous Huxley Yayınevi: Imge Kitabevi Yayınları

Algı Kapıları

  • çevirmen: Mehmet Fehmi İmre
  • Yayın Tarihi:
  • Orijinal Adi: The Doors of Perception
  • ISBN:
  • Dil: TÜRKÇE
  • Sayfa Sayısı:
  • Cilt Tipi: Karton Kapak
  • Kağıt Cinsi: 2. Hm. Kağıt
  • Boyut: 13 x cm

Tanıtım Bülteni

Yayınlandığı günden itibaren tüm dünyada olağanüstü bir ilgi gören Algı Kapıları, ele aldığı konu bakımından benzersizdir. Huxley bu kült kitabında insan algılarının boyutlarını, görsel algıyı olağanüstü biçimde açan meskalin üzerinde özellikle durarak, onu bizzat kullanarak inceler; deneyimlerini müthiş bir gözlem gücüyle gerçeğe olabildiğince yakın, hatta zaman zaman onu aşarak betimler ve bize gerçeğin yeni bir boyutunu, bilincimizin, aslında bir şekilde hep bildiğimiz, ama pek göremediğimiz "karşı kutbunu", "öteki tarafını" gösterir; oraya geçmek için tarih boyunca kullanılmış farklı araçları, geliştirilmiş farklı yöntemleri anlatır. Dolayısıyla Algı Kapıları, resimden müziğe, bir kır manzarasından karanlıkta oynaşan ışıklara kadar birçok farklı araçla da ortaya çıkabilen farklı bir algı durumunun, yazarın deyimiyle "kendinden geçmenin" benzersiz bir analizini sunuyor.  Gerek Algı Kapıları, gerekse yazarın daha sonra bunun devamı olarak yazdığı Cennet ve Cehennem, bu "kendinden geçme" halinin, gündelik yaşamın ötesindeki bir dünyaya açtığı kapılar üzerine yazılmış iki temel ve klasikleşmiş deneme 

1

2 1. Baskı: Mart

3 ALDOUS HUXLEY ALGI KAPILARI CENNET VE CEHENNEM Çeviren Mehmet Fehmi İmre İmge Kitabevi

4 Eğer algı kapıları temizlenseydi her şey insana olduğu gibi görünürdü; sonsuz. William Bloke

5 M için ALGI KAPILARI da Alman farmakolog Ludwig Lewin adının sonradan verileceği kaktüsün ilk sistematik incelemesini yayınladı. Anhalonium lewinii bilim için yeniydi, ilkel dinler ve Güneybatı Amerika ve Meksika yerlileri için bu kaktüs hatırlayamadıkları zamanlardan beri arkadaşlarıydı. Aslında bir arkadaştan çok daha fazlasıydı. Yeni Dünya ya ilk giden İspanyol gezginlerden birinin sözcükleriyle Peyote dedikleri bir kök yiyorlar ve buna sanki bir tanrıymış gibi hürmet ediyorlar. Bu kaktüse niye bir tanrıymış gibi hürmet ettikleri; Jaensch, Havelock Ellis ve Weir Mitchell gibi seçkin psikologlar peyote nin etkin maddesi olan meskalinle deneylere başladıklarında ortaya çıktı. Putperestliğin oldukça berisinde bir yerde durdukları doğru ama hepsi de eşsiz özellikler taşıyan uyuşturucu maddeler arasında meskaline ayrı bir yer vermek konusunda fikir birliğine vardılar. Uygun miktarlarda alındığında bilinç niteliğini daha derinden değiştiriyor ve fakat bir farmakoloğun repertuarında bulunan diğer herhangi bir maddeden daha az zararlı. Meskalin araştırması Lewin ve Havelock Ellis in günlerinden beri fasılalarla devam ediyor. Kimyacılar bu alkaloidi sadece yalıtmakla kalmadılar, bileştirmeyi de öğrendiler, böylelikle tedarik artık bir çöl kaktüsünün seyrek ve uzun aralıklarla ortaya çıkan ürününe dayanmıyor. Akıl hastalıkları uzmanları hastalarının manevi süreçlerini ilkelden daha iyi anlayabilmek umuduyla meskalin aldılar. Talihsiz bir biçimde çok az sayıda özne üzerinde çok dar bir alanda çalışan psikologlar bu maddenin daha çarpıcı etkilerini gözlemlediler ve tespit ettiler. Nörologlar ve fizyologlar merkezi sinir sistemini etkileyiş mekanizması üzerinde bazı şeyler buldular. Ve en azından bir profesyonel filozof, zihnin doğadaki yeri ve beyin ve bilinç arasındaki ilişki gibi eski ve çözülmemiş bilmecelere tutabileceği ışığı görmek için meskalin almıştır. Sorunlar, iki veya üç yıl önce yeni ve belki de daha önemli bir gerçek gözlemleninceye kadar orada kaldı. 1 Şizofreni ve meskalin fenomeninin nöropsikolojisi, psikolojisi, farmakolojisi ve biyokimyası üzerine çok sayıda inceleme hazırlanmaktadır. Aslında birkaç on yıldır gerçek herkesin gözünün içine bakmaktaydı ama, hiç kimse, öyle oldu, halen Kanada da çalışmakta olan genç bir ingiliz Psikiatrist kimyasal bileşim olarak meskalin ve adrenalin arasındaki yakın benzerlikle şaşkına dönünceye kadar bunu farketmedi. Sonraki araştırmalar çavdardan çıkarılan ve son derece güçlü bir halusinojen olan liserjik asitin diğerleriyle yapısal biyokimyasal ilişkisi olduğunu ortaya çıkardı. Sonra adrenalinin ayrışımı sonucu ortaya çıkan adrenokromun meskalin alımı nedeniyle ortaya çıkan birçok belirtilere neden olabileceği keşfi geldi. Ama adrenokrom insan vücudunda muhtemelen kendiliğinden oluşuyor. Bir başka ifadeyle her birimiz bilinçte derin değişikliklere yol açtığı bilinen kimyasal anlık dozlar üretebiliriz. Bu değişikliklerden bazıları yirminci yüzyılın şu en karakteristik belasında ortaya çıkanlara benzerdir; şizofreni. Ruhi karmaşa kimyasal bir karmaşadan mı kaynaklanmaktadır? Ve kimyasal karmaşa da, böbrek üstü bezlerini

6 etkileyen psikolojik sıkıntılardan mı kaynaklanmaktadır? Bunu iddia etmek cüretkarlık ve ilkellik olur. En fazla söyleyebileceğimiz şey bir tür prima facie (dış görünüş) durumu oluşturulduğudur. Bu arada ipucu sistematik olarak izlenmektedir, dedektifler biokimyacılar, psikiatristler, psikologlar iz peşindedirler. Benim için bir dizi son derece şanslı şartlar sonucunda ilkbaharında kendimi bu işin tamamen karşı köşesinde buldum. Dedektiflerden biri iş nedeniyle Kaliforniya ya gelmişti. Yetmiş yıllık meskalin araştırmasına rağmen bu dedektifin kullanabileceği psikolojik malzeme hâlâ komik bir biçimde yetersizdi ve buna bir şeyler eklemek hususunda çekingendi. Bir kobay olmak için olay yerinde ve istekliydim, daha doğrusu hevesli. Sonunda öyle oldu ki, bir berrak Mayıs sabahı, bir gram meskalinin onda dördünün eritildiği yarım bardak suyu içtim ve oturup sonuçları beklemeye başladım. Birlikte yaşarız hepimiz, bir diğerimize etki ve tepki yaparız; ama her zaman ve her şartta kendi başımızayızdır. Şehitler elele girerler savaş alanına; tek başlarına çarmıha gerilirler. Birbirlerine sarılmış aşıklar umutsuzca yalıtılmış sevinçlerini tek bir benliküstülük halinde kaynaştırmaya çalışırlar boşuna. Doğası gereği her vücut bulmuş ruh yalnız olarak acı çekmeye ve zevk almaya mahkumdur. Duyular, duygular, iç görüler, hayaller - bütün bunlar özeldir ve, semboller ve ikinci eller vasıtası hariç, iletilemezler. Deneyimler hakkında bilgi biriktirebiliriz, ama deneyimlerin kendilerini biriktiremeyiz. Aileden ulusa her insan grubu bir ada kainatlar toplumudur. Çoğu ada kainatlar nihai anlamayı hatta karşılıklı anlaşmayı veya duygu paylaşımını mümkün kılacak derecede birbirlerine benzerler. Yani kendi mahrumiyetlerimizi ve utançlarımızı hatırlayarak benzer şartlarda diğerlerinin kederini paylaşabiliriz, kendimizi onların yerine koyabiliriz (her zaman, tabii, biraz uzak kalarak). Ama bazı durumlarda kainatlar arası iletişim tamamlanmamış veya hatta varolmamıştır. Zihin hafızanın kendi yeridir ve delilerle olağanüstü yeteneklilerin yerleri sıradan erkek ve kadınların yaşadıkları yerlerden o kadar farklıdır ki anlama ve benzer duygulanım temeline hizmet için hafızanın çok az veya hiç ortak zemini yoktur. Kelimeler seslendirilir ama aydınlatamazlar. Sembollerin gönderme yaptıkları şeyler ve olaylar karşılıklı özel deneyim alemlerine aittirler. Kendimizi diğerlerinin bizi gördüğü gibi görmek en çok faydalı armağanlardan biridir. Daha az önemli olmayanı da diğerlerini onların kendilerini gördükleri gibi görme kapasitesidir. Ama ya bu diğerleri tamamen farklı bir türdenseler ve kökten yabancı bir kainatta yaşıyorlarsa? Mesela, deli olmanın gerçekten ne anlama geldiğini akıllılar nasıl bilebilirler? Veya yine görsel veya müzikal bir deha olarak doğmamış olanlar, Blake, Swedenborg ve Johann Sebastian Bach ın evleri olmuş dünyaları hiç ziyaret edebilir miyiz? Ve ektomorfi ve serebrotonyanın uç sınırlarında olan bir insan kendini hiç endomorfi ve viskerotonyanın sınırlarında yaşayan bir insanın yerine koyabilir mi veya belli bazı sınırlandırılmış alanlar içindekiler hariç, mezomorfi ve soma-totonianın sınırlarında duran birinin duygularını paylaşabilir mi? Keskin bir davranışbilimci için böyle sorular herhalde anlamsızdır. Ama pratikte doğru olarak bildiklerine teorik olarak da inananlar için -yani deneyimin dışı olduğu kadar içi de olduğunu bilenler için- ortaya konan sorunlar gerçek sorunlardır, varlık için son derece ciddidirler, bazıları tamamen çözümsüz, bazıları da sadece olağandışı şartlarda ve

7 herkesin bilmediği yöntemlerle çözülebilirler. Yani hemen hemen kesin bir biçimde görünüyor ki, Sör John Falstaff veya Joe Louis olmanın ne anlama geldiğini asla bilmeyeceğim. Diğer yandan hipnoz, veya örnekleme veya oto-hipnoz yoluyla, sistematik meditasyonla, ya da uygun uyuşturucuyu alarak görsel dehaların medyumların, hatta mistiklerin nelerden bahsettiklerini içerden bilebilecek şekilde sıradan bilinç halimi değiştirebileceğim bana her zaman mümkün görünmüştür. Meskalin deneyimi hakkında okuduklarım başlangıçta bu uyuşturucunun en azından birkaç saat için Blake ve A. E. tarafından tarif edilen iç dünyaya girmemi sağlayacağı konusunda beni ikna etmişti. Ama beklediğim olmadı. Ben, gözlerim kapalı yatarken çok renkli geometrik görüntüler, mücevherlerle süslü ve olağanüstü güzel canlanan yapılar, kahraman varlıkların yer aldığı manzaralar, nihai ilhamın eşiğinde durmadan sallanan sembolik oyunlar görmeyi beklemiştim. Ama şu belirgindi ki manevi oluşumumun özelliklerini, mizacımın, eğitimimin ve alışkanlıklarımın gerçeklerini hesaba katmamıştım. Şimdi ve hatırlayabildiğim kadar eskiden beri kötü bir hayalciyimdir. Sözcükler, hatta şairlerin gebe sözcükleri bile zihnimde görüntüler uyandırmazlar. Uykunun eşiğinde hiçbir rehavet verici görüntü beni karşılamaz. Bir şey hatırladığım zaman o hatıra kendini bana canlı görünen bir olay veya nesne olarak sunmaz. İradi bir çabayla dün öğleden sonra olan bitenin, köprüler yıkılmadan önce Lungarno nun nasıl göründüğünün, otobüsleri yeşil ve küçük ve saatte üçbuçuk mil yapabilen yaşlı atlarla çekilen Bayswater caddesinin canlı olmayan bir görüntüsünü uyandırabilirim. Ama bu tür görüntülerin az bir varlıkları vardır ve kesinlikle kendilerine ait özerk bir hayatları yoktur. Bu görüntüler, Homer in anlattığı hayaletleri ölüler diyarında ziyarete giden etten kemikten adamların ilişkisi içinde gerçek, algılanmış nesnelere direnirler. Sadece ateşim yüksekken ruhi görüntülerim bağımsız hayata gelirler. Görüntüleme yeteneği yüksek olan insanlar için benim iç dünyam merak edilecek biçimde kasvetli, sınırlı ve düz görünüyor olmalı. Tamamen kendisi gibi olmayan bir şeye dönüşmüş bir biçimde görmeyi beklediğim dünya buydu - yoksul ama benim. Gerçekte bu dünyada meydana gelen değişiklik hiçbir anlamda devrimci değildi. Uyuşturucuyu aldıktan yarım saat sonra altın ışıkların hafif danslarının farkına vardım. Biraz sonra durmadan değişen düzenli bir yaşamla titreşen parlak enerji düğümlerinden yayılan muhteşem kabarık kırmızı yüzeyler ortaya çıktı. Bir başka zaman gözlerimi kapayışım bir gri kapılar bütününü ortaya çıkardı, bunların içinde açık mavi küreler yoğun bir katılık içinde belirmeye başladılar ve ortaya çıktıktan sonra da sessizce yukarı kaydılar ve gözden kayboldular. Ama hiçbir zaman insan veya hayvan yüzleri veya biçimleri görünmedi. Hiçbir manzara, hiçbir muazzam genişlik, binaların büyülü yükselişi ve değişimi, bir oyun veya piyes gibi uzak hiçbir şey görünmedi gözüme. Meskalinin beni götürdüğü öbür dünya bir görüntüler dünyası değildi; o orada duruyordu, gözlerim açıkken gördüklerimde. Büyük değişiklik nesnel gerçeklik alemindeydi. Öznel kainatımda olan biten görece önemsizdi. Hapımı saat onbirde aldım. Bir buçuk saat sonra çalışma odamda küçük cam bir vazoya dikkatle bakarak oturuyordum. Vazoda sadece üç çiçek vardı - tamamen açmış Portekiz Güzeli gülü, açık pembe ve her taçyaprağının dibinde daha sıcak, daha koyu bir renkte bir yuvarlak, büyük bir morumsu kırmızı ve krem renkli karanfil ve kırılmış sapının sonunda

8 açık mor bir irisin çıplak ve patlamış tomurcuğu. Tesadüfi ve geçici, bu küçük çiçek demeti geleneksel güzel tadın bütün kurallarını bozmuştu. Aynı günün sabah kahvaltısında o çiçek demetindeki renklerin canlı ahenksizliğine hayran kalmıştım. Ama bu artık önemli değildi. Artık şimdi sıradışı bir çiçek düzenlemesine bakıyor değildim. Adem in yaratıldığı günün sabahında gördüklerini görüyordum - çıplak varoluş mucizesi, anbean. Uygun mu? diye sordu biri. (Deneyin bu kısmı boyunca bütün konuşmalar bir makineye kaydedilmişti ve söylenenler hakkında hafızamı yenilemem mümkün oldu.) Ne uygun, ne de değil dedim. Sadece öyle. Istigkeit -bu Meister Eckhart ın kullanmaktan hoşlandığı kelime değil miydi? Ol-maklık. Platoncu felsefenin varlığı- sadece Plato oluşu oluşumdan ayırmak ve onu Fikrin matematik çıkarımıyla tanımlamak gibi büyük, garip bir hata yapmış görünüyor. O zavallı adam hiçbir zaman kendi iç ışıklarıyla parlayan ve hepsi de üstlerine yüklenen önemin baskısı altında titreyen bir demet çiçek görmemiştir; hiçbir zaman algılamamıştır ki gül ve iris ve karanfilin bu kadar yoğun biçimde vurguladıkları kendi olduklarından ne bir fazladır ne de bir eksikaynı zamanda ebedi hayat olan geçicilik, aynı zamanda saf Oluş olan daimi bir yokoluş, bir demet dakika, içlerinde, bir söylenemez ancak aşikar paradoks nedeniyle, bütün varoluşun ilahi kaynağının görülmesi gereken eşsiz parçacıklar. Çiçeklere bakmaya devam ettim, ve canlı ışıklarında nefes almanın niteliksel karşılığını bulur gibi oldum -ama başlangıç noktasına dönüşleri olmayan bir nefes alma, sürekli çelişkileri olmayan ama sadece güzellikten üstün güzelliğe, derinden daha da derin anlama tekrar tekrar akışları olan bir nefes alma Zerafet ve Değişim gibi kelimeler geldi aklıma, ve bu da tabii, diğer şeyler yanında, bu çiçeklerin ifade ettikleriydi. Gözlerim gülden karanfile ve o tüylü akkorluktan irisi oluşturan sezgili morun pürüzsüz tomarına yollandı. Mutluluk veren Görüntü, Sat Chit Ananda, Olmak-Farkındalık-Saadet- ilk defa bu muazzam hecelerin ne anlama geldiklerini, sadece kelime düzeyinde, küçük ipuçlarından veya belli bir mesafeden değil, ama kesinlikle ve bütünüyle anladım. Ve sonra Suzuki nin denemelerinden birinde okuduğum bir bölümü hatırladım. Buda nın Darma-gövdesi nedir? (Buda nın Darma-Gövdesi; Zihin, Öylelik, Boşluk, Tanrı deyişin bir başka şeklidir.) Bu soru bir Zen manastırında samimi ve şaşkın bir çırak tarafından sorulmaktadır. Ve Marks biraderlerden birinin uygunsuz hazır cevaplılığıyla Usta şöyle der: Bahçenin dibindeki çalı. Ya bu gerçeği farkeden adam, çırak kararsızca kurcalar, onun ne olduğunu sorabilir miyim? Groucho çırağın omuzlarına asasıya bir vurur ve cevap verir: altın yeleli bir aslan. Okuduğumda bu bölüm benim için sadece bir parça boşluğa hamile saçmalıktı. Şimdi hepsi gün gibi aşikar, Euclid gibi belirgindi. Gayet tabii Buda nın Darma-Gövdesi bahçenin dibindeki çalıydı. Aynı zamanda, ve daha az belirgin olmayarak, bu çiçeklerdi, benim -veya daha doğrusu benim boğucu sarılışımdan bir an için kurtulmuş o kutsal ben-olmayanınbaktığım her şeydi. Çalışma odamın duvarlarını kaplayan kitaplar mesela. Çiçekler gibi, baktığımda daha parlak renkler ve derin bir belirginlikle parlıyorlardı. Kırmızı kitaplar, yakutlar gibi: zümrüt kitaplar; beyaz yeşimle kaplanmış kitaplar, akik kitaplar, akuamarin kitaplar, sarı topaz kitaplar, lapis lazuli kitaplar, hepsinin renkleri de öyle yoğun, öyle derin

9 anlam doluydu ki, sanki kendilerini daha ısrarcı bir biçimde dikkatime sunmak için raflardan fırlamak üzere duruyor gibiydiler. Kitaplara bakarken Uzaysal ilişkilerden ne haber? diye sordu araştırmacı. Cevaplamak zordu. Görünümün biraz tuhaf olduğu doğruydu ve odanın duvarları artık dik açılarla buluşmuyor gibiydiler. Ama bunlar hakikaten önemli gerçekler değillerdi. Hakikaten önemli gerçekler uzaysal ilişkilerin fazla önemli olmadıkları ve zihnimin dünyayı uzaysal kategoriler dışındaki terimlerle algıladığıydı. Sıradan zamanlarda göz şu tür sorunlarla yükümlü tutar kendini: Nerede? - Ne kadar uzakta? - Neye ilişik olarak nasıl konumlanmış? Meskalin deneyinde gözün cevaplamak durumunda olduğu sorular bir başka şekildedir. Yer ve mesafe artık o kadar ilgi çekmez. Zihin algılayışını varoluşun yoğunluğu, belirginliğin derinliği, bir düzen içindeki ilişkiler şeklinde yapar. Kitapları gördüm, ama uzaydaki konumlan hiç umurumda değildi. Benim farkettiğim, zihnimde iz bırakan; bütün kitapların canlı bir ışıkla parladığı ve bazılarında bu parlaklığın diğerlerine göre daha belirgin olduğu gerçeğiydi. Bu bağlamda, konum ve üç boyut esasın berisindeydi. Gayet tabii uzay kategorisi ortadan kaldırılmış değildi. Ayağa kalkıp ortalıkta yürüdüğümde, bunu oldukça normal bir biçimde yapabildim, nesnelerin durumlarını yanlış algılamadan. Uzay hâlâ oradaydı, ama üstünlüğünü kaybetmişti. Zihin öncelikle ölçümler ve konumlarla değil ama varlık ve anlamla ilgiliydi. Ve uzaya karşı bu kayıtsızlıkla birlikte daha da bütünlüklü bir kayıtsızlık zamana karşı da söz konusuydu. Çok var gibi görünüyor, araştırıcı zaman hakkında ne hissettiğimi sorduğunda bütün söyleyebileceğim buydu. Çok var, ama kesinlikle ne kadar olduğu tamamen konu dışıydı. Saatime, gayet tabii, bakmış olabilirdim; ama saatim, biliyordum, başka bir kainattaydı. Gerçek deneyimim sonsuz bir süreye dair olmuştu, hâlâ öyle, veya bir sürekli değişen vahiyden oluşan daimi bir şimdiye dair. Araştırmacı dikkatimi kitaplardan mobilyalara yöneltti. Küçük bir daktilo masası odanın ortasında duruyordu, ötesinde, bakış açıma göre, hasır bir iskemle ve onun da ötesinde bir sıra vardı. Bu üç parça yataylar, dikeyler ve çaprazlardan ibaret karışık bir düzen oluşturuyorlardı - uzamsal ilişkiler tabirleriyle yorumlanmadıkları için daha da ilginçleşen bir düzen. Masa, iskemle ve sıra Braque veya Juan Gris tarafından yapılmış gibi görünen bir kompozisyonda bir araya geliyorlardı, nesnel dünyayla belirgin bir ilişki içinde bir natürmort, ama derinliksiz, fotoğrafik gerçekçiliğe dair hiçbir çaba içermeden. Mobilyalarıma bakıyordum, sıra ve masalarda yazmak için iskemlelere oturan bir kullanıcı gibi değil, veya fotoğrafçı veya bilimsel araştırmacı olarak değil ama tek kaygısı biçimler ve bunların görüş alanındaki veya resim alanındaki ilişkileri olan saf bir estet olarak. Ama baktıkça bu saf estetik Kübist bakış açısı ancak gerçeğin kutsal görüntüsü olarak tanımlayabileceğim bakışa bıraktı yerini. Çiçeklere bakarken olduğum yere dönmüştüm - her şeyin iç ışığıyla parladığı ve belirginliğinde sonsuz olduğu bir dünyaya dönüş. O iskemlenin bacakları mesela -yuvarlaklıkları ne kadar mucizevi, cilalanmış pürüzsüzlükleri ne kadar doğa üstü-! O bambu bacaklara sadece bakarak değil, ama gerçekte onlar

10 olarak birkaç dakika geçirdim -yoksa birkaç asır mı?- ya da daha ziyade kendimi onların içinde bularak; veya yine daha açık olmak için (çünkü bu durumda ben yoktu, hatta belli bir anlamda onlar da yoktu) sandalyeyi oluşturan Benlik-Olmayan ın içinde kendi Benlik- Olmayan ım olmak. Deneyimimi düşünürken kendimi Cambridge in seçkin felsefe hocası Dr. C.D. Broad ile fikir birliğine varmış buluyorum. Bergson un hafıza ve duyu algılayışı ile bağlantılı olarak ileri sürdüğü kuram tipini şimdiye kadar yaptığımızdan çok daha ciddi bir biçimde ele alırsak iyi olur. Önerme şudur, beyin ve sinir sistemi ve duyu organlarının işlevi esasen eleyicidir, üretici değil. Her insan, her an kendi başına gelenleri hatırlamak ve kainatın her yerinde olan her şeyi algılamak yeteneğine sahiptir. Beyin ve sinir sisteminin işlevi bu büyük oranda faydasız ve alakasız bilgi kütlesinin her yeri kaplamasından ve kafamızı karıştırmasından bizi korumaktır, bunu da doğal olarak her an hatırlayacağımız veya algılayacağımız şeylerin çoğunu dışarda bırakarak ve uygulamada faydalı olabilecek görünenlere özel bir seçim sonucu çok az yer açarak yapar. Böyle bir kurama göre her birimiz gizilgüç olarak Özgür Akıl ız. Ama hayvan olduğumuza göre işimiz her ne pahasına olursa olsun soyumuzu sürdürmektir. Biyolojik üreyişi mümkün kılabilmek için Özgür Akıl beyinin ve sinir sisteminin eleyici vanasının bulunduğu bir huniyle beslenmelidir. Diğer uçtan çıkan bu özel gezegenin üzerinde canlı kalmamıza yardım edecek türden bir bilincin değersiz damlalarıdır. Bu elenmiş farkındalığın içerdiklerini kesin bir biçimde açıklayıp ifade edebilmek için insanoğlu lisan adını verdiğimiz şu sembol sistemlerini ve ima felsefelerini keşfetmiş ve sürekli süslemiştir. Her birey doğar doğmaz içinde bulunduğu lisan geleneğinin faydalanıcısı ve kurbanıdır -lisan onun, diğer insan deneyimlerinin biriktirilmiş kayıtlarına girebilmesini sağladığı ölçüde faydalanıcı, lisan onu elenmiş farkındalığın tek farkındalık olduğuna ikna ettiği ölçüde ve onun gerçeklik duygusunu bozduğu ölçüde kurban, böylelikle kendi kavramlarını veri, kendi kelimelerini de gerçek şeyler yerine koymakta çok zekidir. Yani din dilinde bu dünya denilen şey lisan tarafından ifade edilen ve - öyle ya, sersemleştirilen indirgenmiş farkındalık kainatıdır, insanların düzensizce temas kurdukları çeşitli öte dünyalar Özgür Akla ait bulunan farkındalığın bütünlüğündeki çok sayıda unsurdur. Çoğu insan çoğu zaman sadece bu, eleme vanasında geçenleri bilir ve yerel lisan tarafından bunların tamamen gerçek olduğuna inandırılır. Ancak bazı insanlar bu eleme vanasının etrafından dolaşan bir tür kanalla (by-pass) doğmuş görünüyorlar. Diğerlerinde anlık, veya bilinçle yapılan ruhi araştırmalar sonucu, veya hipnoz aracılığıyla, ya da uyuşturucu vasıtasıyla geçici kanallar oluşturulabilir. Bu kalıcı veya geçici kanallardan kainatta olan herşeyin algısı değil tabii (çünkü kanal Özgür Aklın toplam içeriğini hâlâ dışarda bırakan eleme vanasını ortadan kaldırmaz) ama daraltılmış bireyselakıllarımızın gerçekliğin bütün veya en azından yeterli resmi diye nitelediği dikkatle seçilmiş kullanışlı malzemeden biraz daha fazlası ve her şeyin ötesinde daha farklısı akar. Beyin çalışmasını eşgüdümlemesine yardım eden bir dizi enzim sistemleriyle donatılmıştır. Bu enzimlerden bazıları beyin hücrelerinin glikoz tedariğini düzenler. Meskalin bu enzimlerin üretilmesini engeller ve böylelikle de daimi şeker ihtiyacı olan bir organa giden glikoz miktarını düşürür. Meskalin beynin normal şeker payını azalttığında ne olur?

11 Çok az vaka gözlemlendiği için kapsamlı bir cevap henüz verilemiyor. Ancak bu az vakanın çoğunluğunda, gözlem altında, meydana gelen değişiklikler şöyle özetlenebilir: (1) Hatırlama ve doğru düşünme yeteneği tamamen değilse bile biraz azalmıştır. (Uyuşturucunun etkisi altındaki konuşmalarımın kayıtlarını dinlediğimde her zamankinden daha aptal olduğumu farkedemiyorum.) (2) Duyular derhal ve otomatik olarak bu duruma tabi kılınmadığında bile görsel izlenimler büyük oranda yoğunlaştırılmıştır ve göz çocukluğun algısal masumluğunun birazını yeniden ele geçirir. Uzaya olan ilgi ortadan kaldırılmıştır ve zamana olan ilgi de neredeyse sıfıra düşmüştür. (3) Gerçi zeka zarar görmez ve algılama olağanüstü gelişir ancak irade daha kötüye doğru derin bir değişiklik yaşar. Meskalin kullanıcısı özelde herhangi bir şey yapmak için hiçbir neden görmez ve sıradan zamanlardan bir etki ve tepkide bulunmaya hazırlanmasını sağlayan nedenlerden çoğunu derinden ilgisiz bulur. Onun bu tür şeylerle canı sıkılmamalıdır, çünkü düşünmesi gereken daha iyi şeyleri olduğu gibi iyi bir sebebi vardır. (4) Bu iyi şeyler orada dışarda veya burada içerde veya her iki dünyada, iç ve dış, aynı zamanda veya peşisıra yaşanabilir (benim yaşadığım gibi). Bunların daha iyi şeyler oldukları sağlam bir karaciğer ve karışmamış bir kafayla bu uyuşturucuyu alan herkes için kendinden menkul görünüyor. Meskalinin bu etkileri beyne ait eleme vanasının etkinliğine zarar verme gücüne sahip bir uyuşturucunun etki alanında olmasını beklediğiniz türden etkilerden. Beyin şekersiz kaldığında yetersiz beslenen ego zayıflar, gereken küçük işleri yapmakla uğraştırılamaz ve dünya işleriyle haşır neşir olmakla yükümlü bir organizma için çok şey demek olan uzamsal ve dünyevi ilişkiler için bütün ilgisini kaybeder. Özgür Akıl artık sımsıkı olmayan vanayı gevşetince her türden biyolojik olarak faydasız şeyler meydana gelmeye başlar. Bazı durumlarda duyuüstü algılamalar olabilir. Diğer insanlar bir görsel güzellik dünyası keşfederler. Yine diğerlerine mevcut, kavramlaştırılmamış olayın çıplak varlığının sonsuz değer ve anlam doluluğu muhteşem bir biçimde görünür. Benliksizliğin son aşamasında Herşeyin herşeyde olduğu - herşeyin esasen her bir şey olduğu kapalı bilgisi söz konusudur. Bu da, bence, sınırlı bir aklın kainatın her yerinde olan her şeyi algılamak durumuna ulaşabileceği en yakın noktadır. Bu bağlamda meskalin etkisiyle renk algılayışının olağanüstü yükseltilmesi ne kadar önemlidir! Bazı hayvanlar için bazı renkleri ayırdedebilmek biyolojik olarak çok önemlidir. Ama kullanım alan sınırlarının ötesinde çoğu yaratıklar renk körüdürler. Anlar, mesela, zamanlarının çoğunu baharın taze bakirelerinin kızlıklarını bozmakla geçirirler; ama von Frisch in de gösterdiği gibi sadece çok az rengi tanıyabilirler, insanın son derece gelişmiş renk duyusu biyolojik bir lükstür - entellektüel ve manevi bir varlık olarak insan için paha biçilmez bir değere sahip bu lüks, ama bir hayvan olarak hayatta kalmasına yaramayan bir şey. Homer in ağızlarına yerleştirdiği sıfatlarla yargılamak gerekirse Troya savaşının kahramanları renk ayırma yeteneklerinde arıları zarzor geçebilmişlerdir. Bu anlamda, en azından, insanoğlunun gelişimi müthiştir. Meskalin bütün renkleri daha üstün bir dereceye yükseltir ve insanın sair zamanda hiç

12 görmediği ince farklılık tonlarının farkına varmasını sağlar. Özgür Akıl için şeylerin ikincil özellikleri oldukları söylenen unsurların birinci dereceye çıktıkları görünür. Locke nin aksine, renklerin daha önemli oldukları duygusu açık bir biçimde ortaya çıkar, kütleler, konumlar ve boyutlardan daha ziyade dikkate değer. Meskalin kullanıcılar gibi birçok mistik de doğaüstü parlak renkler algılarlar, sadece iç gözleriyle değil ama çevrelerindeki nesnel dünyada da. Psişik ve hassasların da böyle olduklarına dair benzer raporlar vardır. Meskalin kullananların kısa sürede yaşadığı vahiy, bazı medyumlar için günlük ve saatlik deneylerde uzun süreler kapsayan bir durumdur. Kuram alemine yaptığımız bu uzun ve kaçınılmaz yolculuktan mucizevi gerçeklere dönebiliriz -bir odanın ortasındaki dört bambu iskemle bacağı. Wordsworth ün nergisleri gibi bunlar da bütün zenginlikleri getirdiler- özellikle sanat olarak daha alçakgönüllü anlayışla birlikte Şeylerin Doğasına yeni doğrudan bir içgörü, fiyatın ötesindeki armağan buydu. Bir gül bir güldür bir güldür. Ama bu iskemle bacakları iskemle bacaklarıydılar ve Aziz Mikael ve bütün meleklerdiler. Olaydan dört veya beş saat sonra beynin şeker yoksunluğunun etkileri yavaş yavaş yok olurken şehirde küçük bir gezintiye çıkarıldım, gün batımına doğru alçakgönüllüce Dünyanın En Büyük Mağazası olduğu iddia edilen yere de gittik. Bu mağazanın içlerinde bir yerde oyuncakların, tebrik kartlarının ve mizah dergilerinin arasında şaşırtıcı olarak bir sıra sanat kitabı vardı. Elime gelen ilk cildi aldım. Kitap Von Gogh üzerineydi ve ilk resim İskemle ydi -yani hayranlık içeren bir tedhiş içinde bu deli ressamın gördüğü ve tualine aktarmak istediği bir Ding an Sich in şaşırtıcı portresi. Ama bu bir deha gücünün bile tamamen yetersiz kaldığı bir çabaydı. Von Gogh un gördüğü iskemle özde benim gördüğüm iskemleydi, açıkça aynısı. Ama sıradan algılamayla kıyaslanamayacak derecede daha gerçek bir sandalye olduğu halde resmindeki gerçeğin olağandışı anlamlı bir sembolünden başka bir şey değildi. Gerçek ilan edilen Öylelik ti; bu sadece bir amblemdi. Bu tür amblemler Şeylerin Doğası hakkında gerçek bilgi kaynaklarıdırlar, ve bu gerçek bilgi, durumu kendi hesabına ani içgörülerle kabul eden aklı hazırlamaya yardım edebilir. Ama hepsi bu. Ne kadar anlamlı olurlarsa olsunlar semboller asla temsil ettikleri şey olamazlar. Bu bağlamda Öylelik in büyük bilicilerinin tanıdıkları sanat eserlerinin bir araştırmasını yapmak ilginç olurdu. Eckhart ne tür resimlere bakardı? William Law, Hui-neng, Hakuin, Aziz Yahya bu insanların dini yaşamlarında hangi heykel ve resimler bir rol oynadılar? Bu sorular benim cevap verme gücümün ötesindeler; ama Öylelik in büyük bilicilerinin çoğunun sanata çok az önem verdiklerini güçlü bir biçimde düşünüyorum - bazıları sanatla ilgilenmeyi kesinlikle reddetmişlerdir, diğerleri de eleştirel bir gözün ikinci sınıf ve hatta onuncu sınıf diyecekleriyle hoşnut olmuşlardır. (Her bir şeyde Her şeyi gören değiştirilmiş ve değiştiren bir akla sahip bir insan için dini bir resmin bile birinci veya onuncu sınıflığı en mutlak bir farksızlık sorunu olacaktır.) Sanat, bence, sadece başlayanlar içindir, yoksa azimli bitiriciler için mi, bunlar da Öylelikle hoşnut olmak için karar almışlardır, temsil edilenden ziyade edenle ilgilenirler, gerçek bir akşam yemeği yerine zarifçe derlenmiş bir yemek tarifiyle ilgilenirler. Van Gogh u raftaki yerine koydum ve yanındaki cildi aldım. Botiçelli üzerine bir kitaptı.

13 Sayfaları çevirdim. Venüs ün Doğuşu - hiçbir zaman favorilerimden biri olmamıştı. Venüs ve Mars, uzun sürmüş cinsel trajedisinin tepesinde zavallı Ruskin tarafından tutkuyla suçlanmış o güzellik. Şu olağanüstü zemin ve karmaşık Apelles in İftirası. Ve sonra her nasılsa biraz daha uzak ve o kadar iyi olmayan bir resim Judith. Dikkatim tutuklanmıştı ve hayranlıkla bakıyordum, nörotik kahramana veya onun yanındakine değil, kurbanın kafasına veya arkadaki ilkbahar manzarasına değil, ama Judith in plili yeleğinin morumsu ipeğine ve rüzgarın uçurduğu uzun eteklerine. Bu daha önce gördüğüm bir şeydi - aynı sabah gördüğüm, çiçeklerle mobilyaların arasında, tesadüfen yere baktığımda ve tutkuyla isteyerek bakmaya devam ettiğimde üstüste atılmış bacaklarımda gördüğüm. Pantolonumdaki o kıvrımlar -sonsuzca belirgin bir karmaşa labirenti! Ve gri flanelin dokusu- ne kadar zengin, ne kadar derin esrarengiz bir ihtişam! Ve işte yine karşımdaydılar, Botiçelli nin resminde. Uygar insanlar elbise giyerler, bu nedenle kıvrılmış tekstil olmadan hiçbir resim, mitolojik veya tarihi hikaye tasviri olamaz. Ama esasa dair olabileceği halde, sırf biçki dikiş işleri dokumacılığın lüks gelişiminin bütün plastik sanatların ana teması olmasını asla açıklayamaz. Sanatçılar, bu aşikardır, kumaşları kumaş buruşukları için sevmişlerdir daima -ya da daha ziyade kendileri için. Kumaş resmederken veya heykelini yaparken, bütün pratik amaçlar için temsili olmayan biçimlerle uğraşıyorsunuz demektir- en doğalcı gelenekten sanatçıların bile kendilerini bıraktıkları şartsız biçimler türü. Ortalama bir Madonna veya Havari resminde tamamen insani, tamamen temsil edilebilir unsur bütünün yaklaşık yüzde onunu oluşturur. Gerisi buruşmuş yün veya keten gibi tüketilemez bir temanın çok renkli çeşitlemelerinden ibarettir. Ve bir Madonna veya Havarinin bu temsil edilmeyen onda dokuzu nicelikte oldukları kadar nitelikte de önemli olabilirler. Çoğunlukla bütün sanat eserinin tonunu belirlerler, temanın verilişindeki anahtarı ifade ederler, sanatçının havasını, heyecanını ve hayata bakışını sergilerler. Sabırlı sükunet kendini pürüzsüz yüzeylerde ortaya koyar, Piero nun kumaşlarının geniş buruşturulmamış katlarında. Gerçek ve istek arasında, ahlakı hor görme ve idealizm arasında parçalanmış olan Bernini yüzlerinin karikatüre benzeyişini muazzam dikiş soyutlamalarıyla yumuşatmaya çalışır, bunlar da retorikin ezeli konuları, çoğu da beyhude, kahramanlık, kutsallık, insanoğlunun sürekli ulaşmaya çalıştığı yücelik olarak taş veya bronzda vücut bulmuşlardır. Ve işte El Greco nun huzursuzluk verecek derecede kıvrımlı etekleri ve paltoları; işte Cosimo Tura nın sekilerine giydirdiği keskin, kıvrak, alev gibi katlar; birincisinde geleneksel manevilik isimsiz fizyolojik bir özlem haline gelir; ikincisinde dünyanın esas tuhaflık ve düşmanlığının acı içindeki anlamı kıvranır. Veya Watteau yu ele alın; çizdiği erkek ve kadınlar lavta çalarlar, balo ve çeşitli eğlencelere hazırlanırlar, her aşığın rüyalarını süsleyen Cythera için kadife çayırlara ve soylu ağaçların altına çıkarlar; onların muazzam melankolileri ve yaratıcılarının çıplak, ızdırap verici hassasiyeti kaydedilen hareketlerde, resmedilmiş jest ve yüzlerde değil ama tafta eteklerinin, saten pelerin ve yeleklerinin kabarıklığı ve dokusunda ifade edilir. Burada bir inçlik bir pürüzsüz yüzey, bir anlık bir barış veya güven yoktur, sadece sayısız küçük pli ve kırışıklığın kesintisiz bir geçiş halinde yer aldığı ipekten bir çöl -usta bir elin mükemmel bir güvenle verdiği iç belirsizlik- burada ton tona geçer, bir belirsiz renk diğerine karışır. Hayat içinde

14 takdir tedbiri bozar. Plastik sanatlarda ise tedbir bahse konu olan husus tarafından alınır; bunu bozan takdir ise tamamen sanatçının heyecanı, bunun yanında da (en azından tarih, portre ve tasvirde) oyulmuş veya boyanmış kumaşlardır. Bunların arasında bu ikisi bir gönül eğlencesinin gözyaşlarına dönüşeceğini, bir çarmıha germenin sevinç noktasına kadar huzurla gideceğini, bir damgalamanın neredeyse hoşgörüsüzcesine cinsel olacağını, dişi beyinsizliği gibi muhteşem bir olayın (şimdi lngres nin kıyaslanamaz Madam Moitessier ini düşünüyorum) en açık, en fazla uzlaşmaz zekayla olan benzerliğini ifade edeceğini buyurabilirler. Ama bütün hikaye bu değil. Kumaşlar, şimdi keşfettiğim gibi, temsil edilemeyen biçimlerin naturalist resim ve heykellerde yer alabilmesi için bir araçtan çok daha fazlasıdırlar. Çoğumuzun sadece meskalin etkisi altında gördüğünü sanatçı her zaman görmekle doğuştan donatılmıştır. Onun algısı biyolojik veya toplumsal olarak faydalı olanla sınırlı değildir. Özgür Akla ait bilginin birazı beyin ve egonun eleme vanasından sızar ve sanatçının bilincine akar. Bu her varlığın yaradılış öneminin bilgisidir. Meskalin alıcısı için olduğu kadar sanatçı için de kumaşlar saf varlığın kavranılamaz gizemine giden yolda özel bir dışavurumculuk taşıyan yaşayan hiyerogliflerdir. İskemleden daha fazla, ama o tamamen doğaüstü çiçeklerden belki biraz daha az, gri flanel pantolonumun katları olmaklık la yüklüydüler. Bu imtiyazlı statüyü neye borçlu olduklarını söyleyemiyorum. Bu yoksa, katlanmış kumaş biçimlerinin çok tuhaf ve dramatik olması nedeniyle göze ilişmesi ve böylelikle de saf varoluşun mucizevi gerçeğini dikkate zorlamasından mı ileri geliyor? Kim bilir? Önemli olan deneyim nedeninden ziyade deneyimin kendisidir. Judith in eteklerini düşünürken, orada Dünyanın En Büyük Mağazasında, Botiçelli nin -ve sadece o değil diğer birçoklarının da- benim o sabah yaptığım gibi kumaşlara aynı değişmiş ve değiştiren gözlerle baktığını biliyordum. Katlanmış kumaşın lstigkeitını, Herşeylik ve Sonsuzluğunu görmüşlerdi ve bunu tuale veya taşa aktarabilmek için ellerinden geleni yapmışlardı, ister istemez, gayet tabii, başarısızca. Çünkü saf var oluşun harikalığı ve ihtişamı bir başka düzene aittir, en üstün sanatın ifade gücünün bile ötesindedir. Ama Judith in eteğinde açıkça, eğer dahi bir ressam olsaydım, eski gri flanelimi nasıl yapmış olabileceğimi görüyordum. Gerçekle kıyaslandığında, Allah bilir, o kadar fazla değil; ama taşıyıcılarını nesiller boyu eğlendirmeye yetecek kadar, acıklı geri zekalılığımızda önemsiz şeyler diyerek kafamızı televizyona çevirdiğimiz şeylerin gerçek önemini en azından biraz anlamalarına yetecek kadar. İşte bir insan böyle görmeli, pantolonuma, raflardaki parlak kitaplara, Van Gogh un iskemlesinden sonsuzca daha fazlası olan iskemlemin bacaklarına baktıkça böyle söylüyordum, İşte bir insan böyle görmeli, şeyleri gerçekten oldukları gibi. Ve fakat bazı şerhler vardı. Çünkü insan eğer hep böyle görürse başka hiçbir şey yapmak istemezdi. Sadece bakmak, sadece çiçeğin, kitabın, iskemlenin, pantolonun ilahi Benlik-olmayanı olmak. Bu yeterdi. Ama bu durumda ya diğer insanlar? Ya insan ilişkileri? O sabah konuşmalarının kaydında şu sorunun sürekli yinelendiğini gördüm: Ya insan ilişkileri? insanın görmesi gerektiği gibi görmenin bu zamansız saadetiyle insanın yapması gerekenleri yapmak ve hissetmesi gerekenleri hissetmek geçici görevlerini nasıl uzlaştırabilirdi kişi? İnsan dedim, bu pantolonu sonsuz önemli ve insanları daha da

15 sonsuz önemli görebilmeli, insan yapabilmeli - ama uygulamada bu imkansız görünüyordu. Bu şeylerin açık ihtişamına katılım, söylemek gerekirse, insan varlığının sıradan, gerekli kaygılarına, hepsinin de ötesinde kişilerle ilgili sorunlara yer bırakmıyordu. Çünkü kişiler benliklerdir ve en azından bir bakıma, etrafımdaki şeylerin Benlik-olmayanını eşzamanlı olarak algılayan ve olan ben bir Benlik-olmayan değildim. Bu yeni doğmuş Benlik-olmayan için benliğin düşüncesi, görünümü, davranış tarzı anbean varoluşunu kesmişti ve diğer benliklere, can dostlarına, aslında tatsız görünmüyordu da (çünkü tatsızlık düşündüğüm kategorilerden biri değildi) ama fazlaca uygunsuzdu. Araştırmacı tarafından yaptıklarını tahlil ve bildirmeye zorlanan ben (çiçekteki Ebedilik, dört iskemle bacağındaki Sonsuzluk ve flanel pantolonun katlarındaki Mutlakla yalnız kalmayı o kadar istiyordum ki!) benimle birlikte o odada bulunan insanların gözlerinden mahsus kaçındığımı, onların çok fazla farkında olmaktan özenle imtina ettiğimi farkettim. Birisi karımdı, diğeri saygı duyduğum ve çok sevdiğim bir erkekti, ama her ikisi de o an için meskalinin beni kurtardığı dünyaya aittiler - benlikler dünyası, zaman, ahlaki yargılamalar ve faydacı mülahazalar dünyası, kendini zorla kabul ettirme dünyası (ve, her şeyin ötesinde, insan hayatına dair unutmak istediğim husus buydu) kendinden çok emin olmak, fazlaca anlam yüklenen kelimeler ve puta taparcasına tapılan fikirler dünyası. Deneyin bu aşamasında Cezanne ın yaptığı meşhur özportresinin büyük, renkli bir tıpkıbasımı tutuşturuldu elime - kırmızı yanaklı, kırmızı dudaklı, gür siyah sakallı, karanlık düşmanca bakışlı ve hasır şapkalı bir adamın kafa ve omuzları. Muhteşem bir resimdir; ama şimdi onu bir resim olarak görmüyordum. Çünkü kafa aniden bir üçüncü boyut kazandı ve önümdeki sayfada pencereden dışarıyı seyreden küçük bir cin adam gibi canlandı. Gülmeye başladım. Ve bana sebebi sorulduğunda Ne çalımlar! dedim tekrarla. Kendini ne sanıyor bu adam? Bu soru özelde Cezanne a değil, genelde insan türüne soruluyordu. Ne olduklarını sanıyorlardı bu insanlar? Dolomites teki Arnold Bennett gibi, dedim, aniden bir sahneyi hatırlayarak, ölümünden dört, beş yıl kadar önce bir kış günü Cortina d Ampezzo da yürümeye çalışırken A.B. tarafından mutlulukla ölümsüzleştirilmiş bir fotoğraf. Etrafında bakire kar vardı; arka zeminde kızıl kayaların gotik iştiyaklarından biraz daha fazlası. Ve orada sevgili, nazik, mutsuz A.B., kurgudaki en sevdiği karakterin rolünde bilinçle biraz abartıyor, kendisi, insan kılığına bürünmüş Kart. Orada yürüdü, berrak Alp güneşinde yalpalayarak, başparmakları sarı yeleğinin kol deliklerine takılmış, sarı yeleği biraz aşağıda Brighton daki bir kraliyet yuvarlak penceresi gibi zarif bir eğimle kabarmış - kafası arkaya atılmış sanki gökyüzünün mavi kubbesine obüs topu gibi kekeme bir cümleyi hedefliyor. Aslında ne dediğini unuttum, ama bütün tarzının havası ve pozunun açıkça bağırdığı şuydu; Şu lanet olası dağlar kadar iyiyim ben de. Ve bazı bakımlardan, gayet tabii, sonsuz daha iyiydi, ama, çok iyi bildiği gibi, edebiyattaki en sevdiği kahramanının hayal etmek istediği tarzda değil. Başarıyla (bu da ne demekse) veya başarısızlıkla hepimiz edebiyattaki en sevdiğimiz kahramanın rolünde abartırız. Ve gerçek neredeyse sonsuz olasız gerçek, Cezanne olmanın bir şeyi değiştirmeyeceği. Mükemmel ressam için, beyin vanasını ve ego filtresini yan kanalla, yani ince bir boruyla Özgür Akla ulaşan insan için bu sakallı ve düşmanca bakışlı cin aynı şekil ve gerçeklikte aynı şeydi.

16 Ferahlamak için pantolonumdaki katlara döndüm. İnsan böyle görmeli, diye bir kere daha tekrarladım. Ve şunları da ekleyebilirdim; İnsanın bakması gereken türden şeyler bunlar. Gösterişsiz, sadece kendileri olmaktan memnun, öylelikleri içinde yeterli, bir rol oynamayan, delicesine sadece kendi başlarına gitmek için çabalamayan, Darma-gövdeden soyutlanmış, Tanrının keremine Şeytani bir karşı koyma içindeki şeyler. Buna en yakın nokta dedim, bir Vermeer olabilirdi. Evet, bir Vermeer. Çünkü o gizemli sanatçı üç misli ödüllendirilmişti - bahçenin dibindeki çalıyı Darma-Gövde olarak algılayan bir görüş kuvvetiyle, insan kapasitesinin izin vereceği sınırlar içinde bu görüşün azamisini aktarma yeteneğiyle, gerçekliğin daha fazla elle tutulabilir taraflarına ulaşabilmek için kendini resimlerine vakfetme basiretiyle, ne var ki Vermeer insanoğlunu temsil ettiği halde, her zaman bir durgun hayat (natürmort) ressamıydı. Dişi mankenlerine elmalara benzemeleri için ellerinden geleni yapmalarını söyleyen Cezanne, portreleri aynı hava içinde resmetmeye çalıştı. Ama onun elma gibi kadınları çalıdaki Darma-Gövdeden çok Platonun Idea larına yakındılar. Onlar kum veya çiçekte değil de üstün bir geometri bileşiminin soyutlamalarında görünen Ebedilik ve Sonsuzluktular. Vermeer kızlarına hiçbir zaman elmalara benzemelerini söylemedi. Aksine, olabildiğince kendileri olmaları için ısrar etti - ama her zaman yapmacık davranmaktan uzak durmaları şartıyla. Oturabilir veya sessizce ayakta durabilir ama asla kıkırdayamazdılar, asla öz-bilinçlilik sergileyemezdiler, asla olmayan sevgililerine özlem ve dualarını gönderemezdiler, asla dedikodu yapamazdılar, asla diğer kadınların bebeklerine gıptayla bakamazdılar, asla flört edemezdiler, asla sevemez, nefret edemez veya çalışmazdılar. Bunlardan herhangi birinin, yapılma eyleminde şüphesiz daha yoğun biçimde kendileri olurdular, ama yine bu sebepten ilahi esas Benlik-olmayanlarını beyan edemezdiler. Blake in sözündeki gibi, Vermeer in algı kapıları sadece kısmen temizlenmişti. Kapının aynalık tahtalarından biri neredeyse mükemmel biçimde şeffaf hale gelmişti, kapının geri kalan kısmı hâlâ çamurluydu. Esas Benlik-olmayan iyinin ve kötünün bu tarafındaki şeylerde ve canlı varlıklarda çok açık biçimde algılanabilir, insanlarda bu, sadece onlar dinlenirken, kafaları huzurlu, gövdeleri hareketsizken görülebilirdi. Bu şartlarda Vermeer Öylelik i bütün o cennetvari güzelliğiyle görebilirdi - görebilirdi ve, küçük bir ölçüde, bunu ustaca ve muhteşem bir durgun hayatta yansıtabilirdi. Vermeer hiç şüphesiz insan durgun hayatlarının en büyük ressamıdır. Ama başkaları da vardır, mesela Vermeer in Fransız çağdaşları, Le Nain biraderler. Tasvir ressamları olmak için yola çıktılar sanıyorum, ama gerçekte ürettikleri bir dizi insan durgun hayatıydı, bu resimlerde şeylerin sonsuz önemini temizlenmiş algılayışları Vermeer in yaptığı gibi ustaca zenginleştirilmiş renk ve dokuyla verilmez ama sade, nerdeyse tek renkli bir tonalite içinde yüceltilmiş berraklık ve biçimin saplantılı farklılığı olarak yansıtılır. Günümüzde Vuillard isimli bir ressam yaşadı, sanatının doruğunda bir burjuva yatak odasında ortaya çıkan Darma-Gövdenin, bir mubayaacı aile banliyöde bir bahçede çay içerlerken mevcut olan ve sürüp giden Mutlak ın resimlerini unutulmaz bir mükemmellikte yaptı. Yaşlı dükkancının reddettiği Muhteşem dükkanın geçenleri çekmesiydi, İşte bu onun havuzu bahçesi, bütün övgülerden yoksun,

17 Zinya çiçekleri parlak bir kodeste gibi. Laurent Taillade için görüntü sadece müstehcendi. Ama eğer yaşlı dükkancı yeterince sakin otursaydı Vuillard onun içinde sadece Darma-Gövdeyi görür, zinya çiçeklerinin, havuzun, villanın kulesinin ve Çin fenerlerinin içinde Düşüşten önceki Cennetin bir köşesini yapardı. Ama bu arada benim sorum cevapsız kalıyordu. Bu temizlenmiş algılayış; insan ilişkileri, gerekli küçük işler ve görevlerle, hayırseverlik ve pratik sevecenlik dışarda bırakılarak nasıl uzlaştırılacaktı? Etkenlerle edilgenler arasındaki bu insanlık tarihi kadar eski tartışma yenileniyordu -bildiğim kadarıyla eşi görülmemiş bir keskinlikle yenileniyordu. Çünkü bu sabaha kadar tefekkürü sadece alçakgönüllü, daha sıradan biçimleriyle tanımıştımmantıki yoldan sonuca varan düşünme olarak, müzik, resim veya şiirde vecit halinde bir kabulleniş olarak, en yetkin yazarın bile onsuz hiçbir şeyin üstesinden gelmeyi umamayacağı ilhamları sabırla bekleyiş olarak, Wordsworth ün çok daha derinden karıştırılmış bir şey deyişinin doğasındaki arasıra beliren görüşler olarak, çapraşık bilginin ipuçlarına bazen varabilen sistematik sessizlik olarak. Ama şimdi tefekkürü boylu boyunca biliyordum. Boylu boyunca, ama tamamıyla değil henüz. Çünkü tamamında Mary nin yolu Martha nın yolunu da içererek bunu, söylenebilirse, kendi yüksek gücüne yükseltiyordu. Meskalin Mary nin yolunu açıyor, ama Martha nın yoluna açılan kapıyı kapıyor. Tefekküre yol açıyor - ama eylemle ve hatta eylem isteği, eylem düşüncesiyle uyuşmaz olan bir tefekküre. Keşifleri arasındaki zamanlarda meskalin alan şöyle hissetmek eğiliminde, gerçi bir bakıma her şey en üst mertebede olması gerektiği gibi, ama bir bakıma da bir aksilik var. Esasen sorunu bir mistikin, arhat ve bir başka düzeyde manzara ressamının ve insan durgun hayat ressamının karşılaştığı sorunla aynı. Meskalin bu sorunu asla çözemez: bu sorunu vahiy biçiminde daha önce bununla hiç karşılaşmamış olanlara sorar. Tam ve nihai çözüm; doğru dünya görüşünü doğru davranış tarzı ve doğru tür daimi ve zorlanmayan uyanıklıkla uygulamaya hazırlanmışlar tarafından bulunabilir. Mistikin üstünde karşısında faal-mütefekkir (etken-edilgen) aziz, Eckhart ın deyişinde göğün yedinci katından hasta kardeşi için bir tas su getirmek için aşağı inmeyi bekleyen adam duruyor. Arhat ın karşısında görüntülerden çekilip tamamen üstün Nirvana ya giren Bodhisattva duruyor, onun için Öylelikte olaylar dünyası birdir ve onun sınırsız şefkati içinde bu olayların her biri sadece içgörüşü değiştirmek için değil ama aynı zamanda en pratik şefkat için de bir fırsat oluşturur. Ve sanat kainatında, Vermeer ve diğer insan durgun hayatının ressamlarının, Çin ve Japon resim ustalarının, Constable ve Turner in, Sisley ve Seurat ve Cezanne ın karşısında hepsini içeren Rembrandt ın sanatı duruyor. Bunlar büyük isimlerdir, varılamayan doruklardır. Bense, bu unutulmaz Mayıs sabahında, bana şimdiye kadar gördüğümden daha açıkça bu meydan okuyuşun gerçek doğasını ve tamamen özgürleştiren cevabı gösteren bir deneyim için sadece minnettar olabilirdim. Bu konuyu bırakmadan eklemeliyim ki, kendi ahlaki değerleri olmayan bir tefekkür biçimi yoktur, en çok mistik olanlar dahil. Bütün ahlakın en azından yarısı olumsuzdur ve yaramazlığı dışarda bırakmaktan oluşur. Tanrının duası elli kelimeden azdır ve bu kelimelerden altısı bizi günaha yönlendirmemesini Tanrıdan istemeye ayrılmıştır. Bu tek

18 taraflı mütefekkir yapması gereken birçok şeyi yapılmamış olarak bırakır, ama buna hazırlanmak için de yapmaması gereken bir sürü şeyi yapmaktan alıkoyar kendini. Pascal ın dediğine göre eğer insanlar sessizce odalarında oturmayı öğrenselerdi toplam kötülüğün büyük bir kısmı yokolurdu. Algısı temizlenmiş mütefekkirin odasında oturması gerekmez, işiyle uğraşabilir, bunu yaparken de ilahi Şeylerin Düzeninin bir parçası olmak ve bunu görmekle o kadar doygundur ki Traherne nin dünyanın kirli araçları dediği şeylere karışmak için asla bir istek duymayacaktır içinde. Kendimizi kainatın tek varisi olarak hissettiğimizde, deniz damarlarımızda aktığında ve yıldızlar mücevherlerimiz olduğunda, bütün şeyler sonsuz ve kutsal olarak algılandığında tamahkarlık veya kendini üstün görmek için, güç peşinde koşmak için veya kasvetli zevk biçimleri için nasıl bir güdümüz olabilir? Mütefekkirler kumarbaz, muhabbet tellalı veya sarhoş olmaya eğilimli insanlar değillerdir, bir kural olarak hoşgörüsüzlük vazetmezler, veya savaşmazlar, soygun dolandırıcılık veya fakirlere eziyeti gerekli görmezler. Ve bu büyük çapta olumsuz erdemlere, gerçi tanımlaması zor ama, hem olumlu hem de önemli olan bir diğerini daha ekleyebiliriz. Arhat ve mistik bütünüyle tefekkürü denemeyebilirler, ama eğer denerlerse zihnin bir başka, bir üstün bölgesinden aydınlatıcı raporlar getirebilirler, ve bunu derinliğine denerlerse o diğer bölgeden karanlık benlikler dünyasına, bu dünyanın müzmin bir biçimde eksikligini hissettiği, hayırlı bir etkinin akacağı kanallar haline dönüşürler. Bu arada, araştırmacının ricasıyla, Cezanne ın portresinden gözlerimi kapadığımda kafamın içinde olup bitenlere dönmüştüm. Bu sefer içerdeki manzara merak edilecek derecede durgundu. Görüş alanı plastik veya emayeden yapılmış görünen parlak renkli, durmadan değişen maddelerle doluydu. Ucuz, diye yorumladım, Saçma. Çöp kutusundaki şeyler gibi. Ve bütün bu çerçöp kapalı, kısıtlı bir kainatta yer alıyordu. Sanki insan bir geminin güverte altında gibi, dedim. Kötü bir gemi. Ve baktıkça, çok açık biçimde belirdi ki bu kötü gemi şekilde insan iddialarına bağlıydı. Bu kötü geminin boğucu mekanı kendi benliğimdi; bu anlamsız hareketli emaye ve plastiklerse kainata kişisel katkılarımdı. Dersin yararlı olduğunu hissettim, ne var ki bu anda ve bu şekilde verilmiş olmasından üzüldüm. Bir kural olarak meskalin alıcısı açık gözlerle gördüğüm değiştirilmiş dış dünya kadar açık biçimde sonsuz ve kutsal ve belirgin bir başlangıç noktası olan bir iç dünya keşfeder. İlk andan itibaren benim vakam farklı olmuştu. Meskalin geçici olarak gözlerim kapalıyken şeyleri görme gücünü vermişti bana ama dışardaki çiçeklerim veya iskemlem veya pantolonumla uzaktan kıyaslayabileceğim bir iç görüş ortaya çıkaramamıştı, en azından bu vakada, içerde algılamama izin verdiği görüntülerdeki Darma-Gövde değil ama kendi zihnimdi; arketipik Öylelik değil bir dizi sembollerdi - bir başka deyişle Öylelik in evde yapılmış bir taklidi. Gözlerinde canlandırabilen insanların çoğu meskalin tarafından hayalcilere dönüştürülür. Bunların bazıları -ve belki de bunlar genelde kabul edildiğinden çok daha fazla sayıdadırlar- bir dönüştürme gerektirmezler; onlar her zaman hayalcidirler. Blake in de dahil olduğu akıl türü hakkaniyetle geniş biçimde dağıtılmıştır, hatta günümüz şehir-sanayi

19 toplumlarında bile. Şair-sanatçının eşsizliği (onun Tanım Kataloğundan alıntıyla) Kutsal Kitaplarda Melek adı verilen o harikulade özgünlükleri gerçekten gördüğü gerçeğinde yer almaz. Hayallerimde görülen bu harikulade özgünlüklerin bazıları otuz metre boyundaydı hepsi de mitolojik ve gizli anlam içeriyorlardi gerçeğinde de yer almaz. Sadece kelimelerle veya (her nasılsa daha az başarıyla) çizgi ve renkle en azından yoğun biçimde sıradan olmayan bir deneyimin bazı ipuçlarını aktarabilmesinde yatar. Yeteneksiz hayalci Blake in dünyasından daha az muhteşem, güzel ve önemli olmayan bir iç gerçeklik algılayabilir; ama edebi veya plastik sembollerle gördüğünü ifade yeteneğinden tamamen yoksundur. Dinsel kayıtlar ve günümüze ulaşan anıtsal şiirlerden açıkça görülüyor ki, çoğu zaman ve yerde insanoğlu içgörüye nesnel varlıklardan daha fazla önem atfetmiştir, gözleri kapalıyken gördüklerinin gözleri açıkken gördüklerinden manen daha çok önemli olduğunu hissetmiştir. Sebep? Aşinalık küçük görmeyi doğurur ve hayatta kalmak sorunu aciliyette müzmin sıkıcılıktan eza vericiliğe kadar uzanan bir zincire haizdir. Dış dünya hayatımızda her sabah uyandığımız, ister istemez, hayatımızı kurmaya çalıştığımız yerdir. İç dünyada ne çalışma ne de tek düzelik vardır. Oraya sadece rüyalarda ve derin düşüncelerde gideriz ve orası öyle tuhaftır ki birbirini izleyen iki olayda asla aynı dünyayı bulmayız. O zaman eğer ilahiyi arayan insanlar genellikle içeriye bakmayı tercih ediyorlarsa bunda şaşılacak ne var! Genellikle, ama her zaman değil. Dinlerinde olduğu kadar sanatlarında da Taoistler ve Zen Budistler görüntülerin ötesinden Boşluğa ve Boşluktan da nesnel gerçekliğin onbin şeyine baktılar. Sözcük doktrinleri etten olduğu için Hristiyanların da başından itibaren kendilerini çevreleyen kainata karşı benzer bir bakış açısı geliştirmeleri gerekirdi. Ama Düşüş doktrini nedeniyle bunu yapmak çok zor geldi onlara. Üçyüz yıl önce kadar yakın zamanda içinden geçilen dünyanın reddi ifadesi ve hatta dünyayı kınama hem ortodoks hem de anlaşılabilirdi. Doğadaki hiçbir şeye hayran olmamalıyız, İsa nın vücut bulması hariç. Onyedinci yüzyılda Lallemant ın ifadesi anlamlı görülebilirdi. Bugün bir delilik zinciri. Çin de manzara ressamlığının önemli bir sanat biçimi mertebesine yükselişi yaklaşık bin, Japonya da yaklaşık altıyüz, ve Avrupa da yaklaşık üçyüz yıl önce oldu. Darma-Gövde ile çalı denklemi Taoist naturalizmini Budist transandentalizmiyle birleştiren Zen ustaları tarafından yapıldı. Bu nedele sadece uzakdoğuda manzara ressamları bilinçle sanatlarını dini olarak telakki ettiler. Batıda dini resim kutsal kişiliklerin portrelerini yapmak ve kutsanmış metinleri resmetmekti. Manzara ressamları kendilerini laik kabul ediyorlardı. Bugün Seurat ta mistik manzara ressamlığı denebilecek bir türün en büyük ustalarından birini görüyoruz. Ve fakat, bir başkasından daha etkin biçimde. Biri çoğunluk içinde aktarmaya kadir olan bu adam çalışmalarının şairaneliği için birisi onu övünce oldukça sinirlendi. Ben sadece Sistemi uyguluyorum diye protesto etti. Başka bir ifadeyle, kendi gözünde, sadece bir noktacı ressamdı, başka bir şey değil. Benzer bir hikaye John Constable a dair anlatılır. Hayatının sonuna doğru bir gün Blake Constable ile Hampstead de karşılaştı ve ressamın gençken yaptığı çizimlerden biri gösterildi kendisine. Naturalist sanatı sevmemesine rağmen yaşlı hayalci iyiden anlardı - tabii Rubens in yaptıkları hariç. Bu bir çizim değil dedi, bu ilham!. Ben onu çizim olarak yaptım, Constable ın karakteristik cevabı buydu, iki adam da haklıydı. O bir çizimdi, kesin ve

Daha göster

Category: N/A

Share Embed Donate

Report this link



Short Description

genel

Description

"

IMGE kitabevi Aldous Huxley (). İngiliz yazar, şair, denemeci. Bilim ve edebiyat dünyasıyla iç içe bir ailede büyümüştür. Gençliğinde annesinin ölümü, kör olma tehlikesi geçirmesi ve kardeşinin intiharıyla yaşadığı sarsıntılar onu derinden et­ kilemiştir. Eserleri genellikle karamsar olarak nitelenmektedir. Gençlik yılların­ da Fransız simgecilerinin izlerini taşıyan şiir kitapları yayımlamıştır. l 'ten sonra ltalya'da, yılları arasında Güney Fransa'da yaşayan Huxley, 'den sonra ABD'ye gitmiş ve Kaliforniya'ya yerleşmiştir. yılında yayım­ landığında geniş yankılara yol açan The Doors of Perception (Algı Kapıları) "beat kuşağı"nın başucu eserlerinden, kitabın adı ise The Doors grubuna esin kaynağı olmuştur. Huxley'in eserleri: Crome Yellow, (, Krom Sarısı, lthaki Yayınları, ) Antic Hay () Those Barren Leaves () Point Counter Point () Brave New World (, Cesur Yeni Dünya, lthaki Yayınları, ) Eyeless in Gaza () Time Must Have a Stop () The Doors of Perception (, Algı Kapıları, imge Kitabevi Yayınları, , ) Heaven and Hell () Brave New World Revisited () Island (, Ada, Yol Yayınları, ; Ayrıntı Yayınları, )

Çevirmen Mehmet Fehmi İmre, Ankara doğumlu. TED Ankara Koleji'nde ve DTCF Rus Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde öğrenim görmüştür. İmre'nin eserleri: Piccadilly'nin Kırınızı Işıkları () Gerçeğin Fantastik Tahayyülleri () Siyah () Ramon Manuel Ortega'nın Kitabı () Yüzyetmişaltı Yıl (İietişim Yayınları, İstanbul, ) Sessizlik Hikayeleri (tletişim Yayınları, İstanbul, ) Cennet ve Cehennem (İietişim Yayınları, İstanbul, ) Kaspar (Peter Handke'den çeviri, ) Taşkın (Yevgeni Zamyatin'den çeviri, iletişim Yayınları, İstanbul, ) Algı Kapıları (Aldous Huxley'den çeviri, imge Kitabevi Yayınları, Ankara, , )

Aldous Huxley The Doors of Perception ISBN ©imge Kitabevi Yayınlan, Tüm haklan saklıdır. Yayıncı izni olmadan, kısmen de olsa fotokopi, film vb. elektronik ve mekanik yöntemlerle çoğaltılamaz.

1. Baskı: Mart 2. Baskı: Aralık Yayın Yönetmeni Şebnem Çiler Turan Sorumlu Yazı işleri Müdürü Hasan Tahsin Benli Düzelti Alaattin Topçu Dizgi Leyla Çelik Kapak Nurafer Kars Baskı ve Cilt Pelin Ofset () 70



im g e K i t a b e v i Yayıncılık Paz. San. ve Tic. Ltd. Şti. Konur Sok. No: 3 Kızılay Ankara Tel: () 46 10 - 46 11 •Faks: () 29 87 lntemet: funduszeue.info • E-Posta: imge®funduszeue.info im g e A n k ara Konur Sokak No: 43/A Kızılay Tel: () 50 95/96 - 28 65 Faks: () 65 32

Dağıtım l sta n bul Mühürdar Cad. No: 80 Kadıköy Tel: () 60 58 Faks: () 26 10

Aldous Huxley • Algı Kapıları Cennet ve Cehennem

Türkçesi Mehmet Fehmi lmre

2.

Baskı

liJ

IMGE kitabevi

Eğer algı kapıları temizlenseydi her şey insana olduğu gibi görünürdü: sonsuz.

William Blake

ğiştiriyor, fakat bir farmakoloğun repertuvarında bulunan diğer herhangi bir maddeden daha az zararlı. Meskalin araştırması Lewin ve Havelock Ellis'in gün­ lerinden beri aralıklarla devam ediyor. Kimyacılar bu alka­ loidi sadece yalıtmakla kalmadılar, birleştirmeyi de öğren­ diler, böylelikle sağladıkları artık bir çöl kaktüsünün kısa ve uzun aralıklarla ortaya çıkan ürününe dayanmıyor. Akıl hastalıkları uzmanları hastalarının manevi süreçlerini ilk elden daha iyi anlayabilmek umuduyla meskalin aldılar. Talihsiz bir biçimde çok az sayıda özne üzerinde çok dar bir alanda çalışan psikologlar, bu maddenin daha çarpıcı etkilerini gözlemlediler ve saptadılar. Nörologlar ve fizyo­ loglar merkezi sinir sistemini etkileyiş mekanizması üze­ rinde bazı bulgular elde ettiler. En azından bir profesyonel filozof, zihnin doğadaki yeri, beyin ve bilinç arasındaki ilişkisi gibi eski, çözülmemiş bilmecelere tutabileceği ışığı görmek için meskalin almıştır. Sorunlar, iki veya üç yıl önce yeni ve belki de daha önemli bir gerçek gözlemleninceye kadar orada kaldı. * Şizofreni ve meskalin fenomeninin nöropsikolojisi , psikolojisi, farmakolojisi ve biyokimyası üzerine çok sayı­ da inceleme hazırlanmaktadır. Aslında birkaç on yıldır gerçek herkesin gözünün içine bakmaktaydı, ama hiç kim­ se, öyle oldu, halen Kanada'da çalışmakta olan genç bir İn­ giliz psikiatrist kimyasal bileşim olarak meskalin ve adre­ nalin arasındaki yakın benzerlikle şaşkına dönünceye ka­ dar bunu fark etmedi. Sonraki araştırmalar çavdardan çı*

Aşağıdaki incelemelere Bkz. "Şizofreni: Yeni bir Yaklaşım", Humphry Osmond vejohn Symthies, Thejounıal of Mental Science,

c.

XCVIll, Nisan

"Deli Olmak Üzerine", Humphrey Osmond, Sashatchewan Pyschiatric Services

]ounıal, c. 1, No: 2, Eylül

"Meskalin Olayı", john Smythies The British ]ounıal far the Philosophy of Scien­ ce,

c.

III, Şubat

"Şizofreni-Yeni Bir Yaklaşım", Abram Hoffer, Humphry Osmond ve john Symthies, Thejournal of Mental Science,

c.

C, No: , Ocak

karılan ve son derece güçlü bir halusinoj en olan liserjik asitin diğerleriyle yapısal biyokimyasal ilişkisi olduğunu ortaya çıl,

View more

Comments

Aldous Huxley - Alg&#; Kap&#;lar&#;[CS]

April 8,

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası