fatih sultan mehmetin mezari acildimi / Fatih S. Mehmet'in mezarı açıldı mı? - Haber 7 YAŞAM

Fatih Sultan Mehmetin Mezari Acildimi

fatih sultan mehmetin mezari acildimi

İşte Sabah Gazetesi'nde tarihçi Murat Bardakçı'nın aktardıkları


Bugünkü Fatih Camisi'nin altında I. Konstantin'in mezarı vardı. Fatih, 'Roma İmparatoru' hayali ile burayı istiyordu, cenazesini kokuttuk.

Bugün, Fatih Sultan Mehmed'in türbesinin de bulunduğu Fatih Camii'nin yerinde fetihten önce İstanbul'un ilk Hristiyan mâbedi olan 'Havariyun Kilisesi' vardı ve İstanbul'un kurucusu olan Roma İmparatoru Birinci Konstantin'in mezarı da bu kilisedeydi. Fatih, ismini taşıyan caminin bu kilisenin yerine inşa edilmesini ve öldüğünde de aynı caminin avlusuna defnedilmeyi istemiş; böylelikle Konstantin ile aynı mekânda yatarak çocukluğundan beri taşıdığı 'Roma İmparatoru' hayalini hakikat yapmaya çalışmıştı..

Nisan yağmurları İstanbul'a 'lerin sonunda her zamankinden fazla yağmış, şehri seller götürmüş, Fatih tarafları göle dönmüş ve her tarafı su basmıştı. Selin hemen ertesi günü, Fatih semtinin sakinleri arasında bir dedikodu çıkar: Fatih Sultan Mehmed gece halkın ruyasına girmiş, 'Boğuluyorum, beni kurtarın' demiştir. Tahtta, İkinci Abdülhamid vardır ve hükümdar dedikodulardan ânında haberdar olmuştur. Abdülhamid, amcası Sultan Abdülâziz'in damadı Şerif Paşa ile Fatih ve Aksaray taraflarının itfaiye kumandanı Mehmed Paşa'yı huzuruna çağırır. Türbeye giderek mezarı açıp cenazeyi kontrol edecek, halkın gördüğü ruyanın doğru olup olmadığını araştıracak ve saraya dönüp rapor vereceklerdir. Hükümdar, paşaları türbeye göndermeden önce göreceklerini hiçbir yerde söylemeyeceklerine dair sıkı sıkı yemin ettirir. Mehmed ve Şerif Paşalar, Fatih Camii'nin yanıbaşındaki türbeye gider ve sandukayı kaldırıp mezarı kazarlar. Derken, önlerine demir bir kapak çıkar. Kapağı açtıklarında taş bir merdiven görürler. Ellerinde lambalarıyla merdivenden iner ve daha derine uzanan bir dehlizle karşılaşırlar. Dehlize dalar, metrelerce yürür ve ufak bir salonu andıran başka bir mekâna gelirler. Ortada musalla taşına benzeyen bir mermer, mermerin üzerinde de bir işlemeli ağaçtan bir tabut vardır. Bir hayli zorlanarak tabutu açar ve içinde bozulmamış bir mumya bulurlar: Fatih'in mumyasını. Yüzü aynen, yaşadığı devirde çizilmiş resimlerindeki gibidir.

PAŞA, YEMİNİNİ TUTMADI


Mumyanın başında dua eden paşalar tabutu kapayıp hayattaki bir hükümdarın huzurundan ayrılırcasına adımlarını geriye doğru atarak uzaklaşırlar. Yukarıya çıkar, sandukayı yerleştirir ve saraya gidip gördüklerini Abdülhamid'e anlatırlar. Padişah sellerin Fatih'in cenazesine zarar vermemiş olmasından memnuniyet duyar ve Paşalar'a yeminlerini hatırlatıp 'Gördüklerinizi unutunuz!'der. Ama, Damad Şerif Paşa yeminini seneler sonra bir tarafa bırakır, hadiseyi 'lı senelerde o zamanın meşhur kalem erbabından İbnülemin Mahmud Kemal İnal'ın Mercan'daki konağında yapılan musikili bir sohbet meclisinde anlatır ve söyledikleri, o günlerde çıkan bir tarih dergisinde de kısa bir biçimde yayınlanır. Ben, Şerif Paşa'nın bu mumya macerasını, İbnülemin'in konağında o gece yapılan sohbete şahit olanlardan bundan senelerce önce bizzat dinlemiştim. Hükümdarları ve önemli devlet adamlarını mumyalamak, Türkler'de İslamiyet öncesi zamanlardan kalma bir âdetti, birçok Selçuklu sultanının yanısıra Fatih'in oğlu İkinci Bayezid'e kadar bütün Osmanlı hükümdarları mumyalanmıştı. Hükümdarın başkentten uzakta, savaş meydanında can vermesi hâlinde, mumyalama zaten kaçınılmazdı. Fatih Sultan Mehmed de başkentinden uzakta ölmüştü. Yeni bir sefere çıkmak için 'in 27 Nisan'ında bin kişilik ordusuyla İstanbul'dan ayrılmış, 3 Mayıs günü Maltepe civarındaki Hünkâr Çayırı'nda hayata veda etmişti.
CENAZE BİR KÖŞEYE ATILDI


Cenaze gizlice Topkapı Sarayı'na nakledilirken vezirleri, hükümdarın Anadolu'da valilik yapan iki oğluna, Şehzade Bayezid ile Cem'e babalarının vefatını haber verdiler ve hemen İstanbul'a gelmelerini istediler. Hükümdarın vefatının duyulması bütün çabalara rağmen önlenemedi ve İstanbul'da tam bir anarşi yaşandı. Askerler şehri yağma ediyor, sevmedikleri devlet adamlarını sokak ortasında parçalıyor, devletin büyükleri ise tahta geçecek şehzade konusunda birbirleriyle mücadele ediyorlardı. Devletin üst düzeyi iktidar için birbirlerinin gözünü oyarlarken Fatih'in cenazesinin tahnid edilmesi unutuldu, hatta naaşın başında mum yakılması âdeti bile kimsenin hatırına gelmedi ve cesed koktu. Saray görevlileri, cenazenin vaziyetini ortalığı dayanılmaz bir kokunun sarması üzerine hatırladılar. Fatih bir tabipve hükümdarın baltacılarının kethüdası, yani o zamanın bir çeşid saray muhafızı olan Kasım adındaki bir zat tarafından mumyalandı. Tahta birkaç gün sonra İkinci Bayezid'in geçmesinden sonra, sabık hükümdar için çok büyük bir cenaze merasimi yapıldı ve hükümdarın naaşı, kendi yaptırmış olduğu camiin avlusundaki türbeye defnedildi.

FATİH, ROMA İMPARATORU'DUR


Ancak, Fatih Camii'nin ve türbenin inşa edildiği alanın çok önemli bir başka özelliği vardı: İstanbul'un kurucusu olduğuna ve şehre ismini verdiğine inanılan İmparator Konstantin de, 'deki ölümünden sonra aynı yere defnedilmişti. İstanbul'da inşa edilmiş ilk Hristiyan mâbedi olan 'Havariyun' yani Havariler Kilisesi, bugün Fatih Camii'nin olduğu alanda bulunuyordu. Asırlar boyunca harap hale gelen ve yüzyıldaki Latin işgali sırasında yağmalanan kilise fetih sırasında bir hayalet binayı halindeydi ve Fatih, kendi ismini taşıyacak olan caminin, kilisenin yerine inşa edilmesini, öldüğünde de camiin avlusuna defnedilmeyi istedi. Hükümdarın arzusunun sebebi hâlâ tartışılıyor ve en kuvvetli görüş, Fatih'in kendisini 'Osmanlı hükümdarı' değil, 'Roma İmparatoru' olarak görmesi ve 'Yeni Roma' olan Bizans'ın kurucusu Konstantin ile aynı yerde yatma arzusu. O devirdeki ismi 'Diyâr-ı Rum' yani 'Roma ülkesi' olan Anadolu ile 'Yeni Roma'nın mutlak hâkimi bu sayede fethine meşruiyet kazandırırken, bir yerde de kendisinin 'Roma'nın son imparatoru' olduğunu ilân ediyordu. Fatih, ebedi uykusunu bugün bir zamanlar İmparator Konstantin'in defnedildiği mekânda uyuyor. Konstantin'in kemiklerinin kaybolmasının üzerinden asırlar geçti ama Fatih'in mumyalı cesedinin bugün bilinen türbesinde mi, yoksa Abdülhamid'in paşalarının girdikleri dehlizin ucundaki tabutta mı bulunduğu konusu ise hâlâ bir muamma.

İstanbul'un altı, köstebek yuvasını andıran esrarlı dehlizlerle doludur

İstanbul'un altında köstebek yuvasını andıran çok sayıda dehlizin vârolduğu hep bilinip anlatılan bir efsanedir ama bu dehlizlerin çoğunu görme şansını yakalamış az kişi vardır ve bendeniz de o kişilerden biriyimdir. Kilometrelerce uzayıp giden dehlizlerin çökmesini sık aralıklarla inşa edilmiş sütunlar tutar. Duvarlar ve tavanlar Bizans zamanından kalma tuğlalarla örülüdür. Koridorlar, belli bir yerden sonra ufak meydanlara açılır. Bu meydanlar, başka dehlizlerin birleşme noktasıdır. Nereye uzandığını bilmediğiniz bu yeraltı yollarında elimizde ışığın dayanabildiği mesafeye kadar gider, sonra geri dönmek zorunda kalırsınız. Girme şansını bulduğum dehlizlerde çektiğim bazı fotoğrafları bu sayfada yayınlıyorum ama dehlizlerin nerelerde olduklarını söylemeyeceğim. Zira asırlar öncesinden bugünlere sapasağlam kalan bu mekânların kazmalı yahut dedektörlü hazine avcılarının akınına uğrayıp köstebek yuvasına dönmelerinden korkuyorum.

Fatih'i mumyalayıp başka yere g&#;md&#;ler

LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi

İstanbul'un fethinin yıldönümünü kutladığımız bu hafta, Fatih Sultan Mehmed ile ilgili olan ve az kişinin bildiği bir söylentiyi gündeme getirmek istedim:

Biz, Fatih Sultan Mehmed'i kendi inşa ettirdiği camiin hemen yanıbaşındaki türbede defnedilmiş biliriz. Ama eskiler, Sultan Abdülhamid'in 'lerde yaptırttığı bir araştırmaya dayanarak asıl mezarın başka yerde olduğunu, hükümdarın cesedinin mumyalanıp Fatih Camii'nin mihrabının tam altındaki bir odaya yerleştirildiğini söylerler. İşte, yıldönümünü kutladığımız fethin kahramanıyla ilgili bir muamma

BU hafta, İstanbul'un fethinin yıldönümü kutlamalarıyla geçti. Gerçi hiçbir kurum ve kuruluş bundan yarım asır önceki yıl kutlamaları sırasında çıkartılan ve bugün herbiri ana kaynak kabul edilen eserler gibisinden önemli bir yayın yapmadı, kutlamalar sadece merasim cinsinden faaliyetlerle sınırlı kaldı ama üzerimize düşeni yerine getirmiş ve fethi kutlamış olduk.

İşte, 'fetih' sözünü sıkça işittiğimiz bu hafta kutlamaların kahramanıyla, yani Fatih Sultan Mehmed ile ilgili pek bilinmeyen bir söylentiyi, Fatih'in 'cenaze macerasını' yazayım dedim

'lerin sonu, İkinci Abdülhamid'in iktidar yıllarıdır. Nisan yağmurları her zamankinden çok fazla yağmış ve İstanbul'u seller götürmüş, Fatih tarafı göle dönmüş, her tarafı su basmıştır.

Büyük selin hemen ertesi günü, Fatih semtinin sakinleri arasında bir dedikodu çıkar: Fatih Sultan Mehmed gece ruyalarına girmiş, 'Boğuluyorum, beni kurtarın' demiştir. Abdülhamid'in jurnalciler ordusu da dedikodulardan hemen haberdar olmuş ve sarayı anlatılanlardan ánında haberdar etmişlerdir.

Sultan Abdülhamid, hemen Fatih ve Aksaray taraflarının itfaiye kumandanı olan Mehmed Paşa'yı çağırır. Paşa türbeye gidecek, mezarı açıp cenazeyi kontrol edecek, halkın gördüğü ruyanın doğru olup olmadığını araştıracak ve saraya dönüp rapor verecektir.

Abdülhamid 'ne olur, ne olmaz' diyerek Mehmed Paşa'yı yalnız başına göndermez, yanına güvendiği birini, amcası Sultan Abdüláziz'in damadı olan Şerif Paşa'yı da katar. Ama göndermeden önce her ikisine de türbede göreceklerini hiçbir yerde söylemeyeceklerine dair sıkı sıkı yemin ettirir.

LÁHİT KALKTI DEHLİZ ÇIKTI

Paşalar Fatih Camii'nin hemen yanıbaşındaki türbeye gider ve sandukayı kaldırıp mezarı kazarlar. Bir hayli derine inmişlerdir ama ortada Fatih'in cesedinden eser yoktur. Derken, önlerine demir bir kapak çıkar. Açtıklarında taş bir merdiven görürler. Ellerine birer lamba alıp merdivenden iner, bu defa derinlere uzanan bir dehlizle karşılaşırlar. Korkmadan dehlize dalar, metrelerce yürür ve ufak bir salonu andıran bir başka mekána gelirler.

Ortada musalla taşını andıran bir mermer, mermerin üzerinde de bir tabut durmaktadır. Bir hayli zorlanarak tabutu açar ve içinde bozulmamış bir mumya bulurlar: Fatih'in mumyasını. Yüzü hálá zamanında çizilmiş resimlerindeki gibidir.

Hükümdarları ve zamanın önemli kişilerini mumyalamak, Türkler'de İslamiyet öncesi zamanlardan kalma bir ádettir ve birçok Selçuklu sultanının yanısıra Fatih'in oğlu İkinci Bayezid'e kadar bütün Osmanlı hükümdarlarının mumyalanmış oldukları eski zamanlardan beri zaten söylenmektedir. Ama Asya'da mumyalama eski Mısır'da olduğu gibi cesedin içini boşaltma ve toprak yerine sargılara gömmek şeklinde değil, başka biçimde, 'kurutarak' yapılmakta, cenaze birtakım kimyasal işlemlerden geçirildikten sonra 'pastırma' halini almakta ve zaman geçtikçe sertleşmektedir.

Bu şekilde mumyalanan cenaze daha sonra láhdin veya mezartaşının tam altına gelen ve küçük bir odayı andıran bir mekána yerleştirilmekte ve bu mezarlara Selçuklular'dan itibaren 'zir-i zemin' yani 'yeraltı' denmektedir. Mehmed ve Şerif Paşalar'ın bir dehlizden geçerek girdikleri oda da 'zir-i zemin' olarak hazırlanmış böyle bir mezar odasıdır ve Fatih Sultan Mehmed'in mumyası da yine pastırma halindedir.

Paşalar mumyanın başında bir müddet kalıp dua eder, sonra tabutun kapağını kapayıp hayatta olan bir hükümdarın huzurundan ayrılma protokolüne riayet ederek sırtlarını mumyaya dönmeden, adımlarını geriye doğru atarak uzaklaşırlar. Yukarıya çıkar, kapağı kapatır, sandukayı da eskisi gibi yerleştirir ve saraya gidip gördüklerini Abdülhamid'e anlatırlar. Padişah sellerin Fatih'in cesedini bozmamış olmasından memnuniyet duyar, türbede herşeyin eskisi gibi bırakılmasını buyurur, sonra Paşalar'a ettikleri yemini hatırlatır ve 'Gördüklerinizi unutunuz!' diye ihtar eder.

KONAKTA MUMYA SOHBETİ

Aradan seneler geçer ve paşalardan biri, Damad Şerif Paşa yeminini bir tarafa koyup yakınlarına anlatır hadiseyi. 'Fatih Camii'nin bulunduğu yerde, eskiden Aya Apostoli Kilisesi varmış ve temelinin altı dehlizlerle doluymuş' der. 'Kapağı açtıktan sonra, bir dehlizin içinde metrelerce yürüdük. Çocukluğumuzda, Fatih'in türbesinde değil, kendi yaptırdığı caminin mihrabının altında gömülü olduğu zaten söylenirdi. O dehlizden mihrabın altına kadar yürüdük ve mumyayı orada gördük.'

Şerif Paşa,
hadiseyi 'lı senelerde o zamanın meşhur kalem erbabından olan İbnülemin Mahmud Kemal İnal'ın Mercan'daki konağında yapılan musikili bir sohbet meclisinde de anlatır ve söyledikleri o günlerde çıkan bir tarih dergisinde de kısa bir biçimde yayınlanır. Ben, Şerif Paşa'nın bu mumya macerasını, İbnülemin'in konağına devam eden ve Paşa'nın sohbetine şahit olan birkaç kişiden, bundan senelerce önce bizzat dinledim. Bir ara, fethin yıl kutlamaları sırasında mezar odasına yeniden inildiği, hatta Fatih'in saçından bir tutam kesildiği de söylendi.

Bu hafta yıldönümünü 'suretá' kutladığımız fethin kahramanının mezar öyküsü, kısaca böyle Fatih Sultan Mehmed'in mumyalanmış cesedinin 'Fatih türbesi' diye bilinen yerde mi, yoksa türbenin metre kadar ilerisindeki camiin mihrabının altında mı olduğu hususu günün birinde bakalım aydınlatılabilecek mi?


Üstad bestekárın değerini sadece üniversite bildi


ORTADOĞU Teknik Üniversitesi'nde geçen cuma günü bir tören yapıldı ve Üniversite Senatosu'nun kararıyla, Türk Müziği bestekárı Erol Sayan'a 'Üstün Hizmet Belgesi' verildi.

Erol Sayan, asrın son yarısındaki Türk Müziği bestecilerinin en önemlilerinden biridir, eserleri gelecek yüzyıllara kalacak olan birkaç son dönem bestekárının en başında yer alır.

Üstad Erol Bey'in mutlaka terennüm etmiş olduğunuz şarkılarından bazılarını hatırlatayım: 'Sen gözlerimde bir renk, kulaklarımda bir ses ve içimde bir nefes olarak kalacaksın', 'Kalbe dolan o ilk bakış unutulmaz, unutulmaz', 'Bana bir aşk masalından şarkılar söyle', 'Yoksun diye bahçemde çiçekler açmıyor bak' ve daha böyle pekçok güzel eser

Hatırlayanlarımız herhalde vardır; 'lerin ortalarına kadar devlet katında Türk Müziği tukaka, öğretilmesi ayıp ve hatta yasaktı. Çağdaşlığın şartı olarak önünüze orkestra müziği ve bağlama havaları dinlemek gibisinden bir garabet konur, Türk Müziği'ne meyliniz varsa; Itri, Dede, Lemi Atlı gibi 'bizim olan' bestekárların eserlerinden hoşlanıyorsanız, çağdışı sayılırdınız.

Erol Sayan, bu garip çenberin kırılmasının öncülerindendi. Ortadoğu Teknik Üniversitesi'nde, 'lı senelerde o zamanlar için cesaret isteyen bir adım atıldı, bir Türk Müziği Kulübü kuruldu ve Erol Sayan kulübün korosunu seneler boyu idare etti. Öğrenciler dışarıda Amerikan Büyükelçisi'nin otomobilini yakarken, içeride Itri'nin 'Nevá Kár'ını terennüm ediyorlardı.

Bu kulüpten yetişen öğrenciler zamanla mesleklerinde yükselip Türkiye'nin kaderinde söz sahibi olurlarken, Erol Bey'den aldıkları musiki zevkini hep muhafaza ettiler. Çoğumuz bilmeyiz ama, bugün Türkiye'de bir Türk Müziği eğitimi varsa, bunu sağlayanların başında Erol Sayan vardır.

ODTÜ, Erol Sayan'ın yarım asırdan beri hem eserleriyle, hem de yetiştirdiği talebelerle müziğe ve kültüre yapmış olduğu hizmetleri, geçen cuma günü düzenlenen törende Rektör Prof. Dr. Ural Akbulut tarafından verilen 'Üstün Hizmet Belgesi' ile tescil ederken, bir Türk Müziği bestecisinin kadrini bilen ilk üniversite olarak da tarihe geçti.

Ortadoğu Teknik Üniversitesi'ni bir bestekára sahip çıkma konusundaki öncülüğünden dolayı kutlarken bir zamanlar benim de çok istifade etmiş olduğum Erol Sayan'a uzun bir ömür diliyor ve genç müzisyenlere Erol Bey'in besteciliğinin gölgesinde kalmış olan tanburunu mutlaka dinlemelerini tavsiye ediyorum.

LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi

Yazarın Tüm Yazıları

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası