agroekoloji nedir / Agroekoloji ile ilgileniyor musunuz? | STGM

Agroekoloji Nedir

agroekoloji nedir

"Agrokolojinin temel iddiası çiftçilerin, köylülerin piyasadan bağımsız bir şekilde hareket edebilmelerini, kendi otonomilerine kavuşmalarını sağlamak."

"Türkiye'deki tarımsal yapıya uygun bir politika belirlenemediği için ne yazık ki bugün bu krizle yüz yüzeyiz."

"Gıdayı yöneten tüm insanlığı yönetebilir"
şiarıyla yola çıkan "Agroekoloji: Başka Bir Tarım Mümkün" kitabı Metis Yayınları tarafından yayımlandı. Görece yeni bir kavram olarak literatüre giren ve tartışmalara dahil olan agroekolojinin tarihi esasen 'lara kadar uzanıyor. "Agroekoloji: Başka Bir Tarım Mümkün" Türkiye'de bu alanda yürütülen çalışmalardan ilki.


* Video-röportajın tamamını izlemek için yukarıya tıklayın.

Agroekoloji dünyada büyük ölçüde La Via Campesina, Topraksız Kır İşçileri Hareketi (MST) gibi sosyal hareketler tarafından son on yıllarda ciddi bir şekilde savunuluyor.


Agroekoloji terimi Latince agro, "tarla" veya "tarım", eko Yunanca kökenli "ev" veya "çevre", loji ise yine Yunanca kökenli "bilim" anlamına geliyor. Endüstriyel tarım büyük ölçüde tarımsal işletme dışından satın alınan tarım kimyasallarına, şirket tohumlarına, büyük tarımsal makinelere, yoğun su kullanımına dayanıyor.

Agroekolojide tarım işletmesi, girdilerini büyük ölçüde kendi içinden sağlıyor. Tarım kimyasalları yerine bir yandan halkın bilgisine bir yandan da bununla uyumlu bilimsel ve ekolojik bilgilere başvuruyor.

Agroekoloji küresel iklim değişikliğine, çiftçinin ve tüketicinin sömürülmesine ve açlığa son verme iddiasında.

Şirketlerden bağımsızlaşabilen bir tarım yapısı, kolektif bir kamusal modele dönüştüğünde, gerek Türkiye'de gerekse dünya genelinde başka bir gıda sisteminin inşasını mümkün kılabilir.

Agroekoloji, başka bir tarım dünyasının anahtar bileşeni olarak eşitliğe, ekolojik sorunlara duyarlı, sömürüye karşı yeni bir dünya vadediyor.

Peki, "başka bir tarım" mümkün mü? "Agroekoloji: Başka Bir Tarım Mümkün" kitabını yayıma hazırlayan dört isimden biri olan Dr. Fatih Özden anlatıyor.



Görece yeni bir kavram olarak addedilen "agroekoloji" nedir?

Aslında kavram yeni bir kavram değil. İlk kullanımı 'lara kadar gidiyor. Ama tabii dinamik bir kavram. Yıllar geçtikçe kavramın içeriği ve ifade ettikleri aracılığıyla kapsamı genişliyor. 'larda kullanılmaya başlandığında aslında daha çok tarla düzeyinde bir takım ekolojik ilkelerin tarıma uygulanması gibi algılanıyordu.

Özellikle 'lı yıllarla birlikte biraz daha çerçevesi genişliyor ve bir ekosistem düzeyine ilerliyor. Bugün bahsettiğimiz agroekoloji ile ilgili temel kırılma, birçok kırılmanın da yaşandığı 'li yıllarla birlikte yaşanıyor. O dönemdeki ekonomik, sosyal kırılmanın yansımalarına tarımda biraz daha geç rastlıyoruz. 'ların ortalarından itibaren. İşte tam da o dönemde agroekoloji çiftçilerin ve köylülerin kendi otonomilerini –piyasadan bağımsızlıklarını da kapsayacak şekilde– tarıma uygulamaları şeklinde tarif edilmeye başlanıyor.

"Yerel bilgi ve bilme biçimleri"

Dolayısıyla yavaş yavaş da bir kurumsallaşma ve yerleşme dönemine giriyor. Bugün geldiği noktaya baktığımızda ise hem ekoloji hem de tarım biliminden yararlandığını görüyoruz. Ama sadece bilimsel bilgi değil, yerel bilgi gibi farklı bilgi ve bilme biçimlerini de dahil eden çok disiplinli, katılımcı ve bir taraftan da eyleme dönük yaklaşımları odağına alıyor.

Tabii bu çerçevede tarım gıda sistemini etkileyen bir takım politik-ekonomik faktörler de yine devreye giriyor. Aslında tarım gıda sisteminin tamamını odağına alan bir çerçeveye kavuşuyor ve üç ayak üzerinde duruyor: Bilim, uygulama ve hareket. Ayrımları vurgulamak ve agroekololojinin bu bileşenlerine vurgu yapabilmek için "Agroekoloji: Başka Bir Tarım Mümkün" kitabını da üç farklı bölüme ayırdık.

Agroekolojinin sosyal adaletle, kültürel kimliklerle, toplumsal cinsiyetle kesişimi nedir? Bunlar arasında nasıl bir ilişki var? Toplumsal olanla bağı nasıl kuruluyor?

Sosyal adalet, kültürel kimlikler, toplumsal cinsiyet gibi konular aslında bakıldığında tam da agroekolejinin hareket ayağıyla, yani politik bağlamıyla örtüşüyor. Burada bir kavrama daha mutlaka vurgu yapmamız gerekiyor: Gıda egemenliği kavramı. Gıda egemenliği, 'ların ortasından itibaren özellikle Dünya Ticaret Örgütü'nün tarım politikalarını düzenleme çabalarıyla, tarımdaki değişim ve dönüşüme çiftçi ve köylülerin uluslararası anlamda bir karşı duruş geliştirmeleri üzerine gündeme gelen bir kavram oldu. İlk olarak Uluslararası Köylü Hareketi olarak bilinen La Via Campesina gündeme getirdi.

La Via Campesina


Afrika, Asya, Avrupa ve Amerika kıtasında (Kuzey, Orta ve Güney Amerika) 88 ülkede örgütü bir araya getiren, milyondan fazla köylü, küçük çiftçi, topraksız, kadın, genç, yerli, göçmen, tarım ve gıda emekçisinden oluşan uluslararası bir köylü hareketi.

'te Mons'ta (Belçika) başlayan La Via Campesina'nın köylü mücadelesi, 'da Gıda Egemenliği kavramını Tlaxcala'da (Meksika) ortaya koymasıyla radikal bir vizyon öne sürdü, kadın erkek bütün köylülerin neoliberal ticaret anlaşmalarına karşı direniş ve alternatif üretme süreçlerinde başlıca aktör olmalarını sağladı.


Gıda egemenliği ortaya çıktığı ilk zamanlar, Dünya Ticaret Örgütü'nün Tarım anlaşması kapsamında ülkelerin tarım desteklerinin azaltılması veya gümrük vergilerinin azaltılması gibi, aslında kırsalın aslında altını oyan politikalara bir tepki olarak görülmüştü. Hatta kısmen ulusal egemenliğe vurgu yapıyordu. Ama zaman içerisinde dönüşüm geçirdi. Ulusal egemenlik de yerini halkların egemenliğine bıraktı.

Sisteme tabi olmaktan çıkıp üreticilerin müdahil pozisyona geldikleri veya verdikleri mücadeleyi tanımlayan, çerçeveleyen bir kavram haline geldi. Gıda egemenliği hareketinin olmazsa olmazlarından birisi de agroekoloji.

Hem La Via Campesina tarafından hem de uluslararası farklı bir takım bileşenleri tarafından da bu gündeme getiriliyor. Örneğin La Via Campesina'nın Güney Asya sekreteri "Gıda egemenliği olmadan agroekoloji sadece bir tekniktir," diyor. Gıda egemenliği ve agroekoloji arasında böyle bir organik ilişki var. Sosyal adaletle, kültürel kimliklerle ve toplumsal cinsiyetle olan bağı da tam olarak burada kesişiyor.

Bu kesişimselliğe dair bize somut bir örnek vermeniz mümkün müdür?

Agroekolojide özellikle tohum meselesi en merkezde olan meselelerden biri. Tohumların saklanmasında, korunmasında, çoğaltılmasında esasen hep kadınların ön planda olduğunu görüyoruz. Agroekolojinin odağına aldığı konulardan birisi mevcut endüstriyel tarım sisteminin, monokültüre (tek ürüne) dayanan sisteminden çıkıp bunu polikültüre (çoklu ürüne) bağlayan tarafında yine kadınların çok etkili olduğunu görüyoruz.

Hareket bağlamında, uluslararası arenada da buna önderlik edenler yine kadınlar. Ekofeminizmle organik bir bağı var agroekolojinin. Gıda hareketi anlamında La Via Campesina, ittifaklar üzerinden yürüyen bir örgüt. O ittifakların içerisinde de kadın örgütlerinin sayısı hayli fazla.

Küresel iklim krizine çare olma gibi bir iddiası var mı agroekolojinin?

Tek başına agroekoloji, iklim krizine çaredir demek tabii ki çok iddialı olur. Çok fazla parametrenin etkilediği bir vaka, bir olgu iklim krizi. Ancak tabii şu var: İklim krizi içerisinde tarımın da bir dahli, bir payı var, rolü var. O tarım da endüstriyel tarım. Ciddi anlamda fosil yakıt tüketimine ve yine fosil yakıt tabanlı kimyasal girdilerin kullanımına bağlı olarak ilerleyen bir tarım sistemi bu.

Agrokolojinin temel iddiası çiftçilerin, köylülerin piyasadan bağımsız bir şekilde hareket edebilmelerini, kendi otonomilerine kavuşmalarını sağlamak. Ekolojik fonksiyonlardan yararlanarak, tarımsal üretimi gerçekleştirmeyi hedefliyor agroekoloji. Haliyle küresel iklim krizini azaltma yönünde bir etkisinin olacağı aşikâr.

Özellikle hayvancılık faaliyetlerinin küresel iklim değişikliği üzerinde ciddi anlamda etkilerinin olduğunu biliyoruz. Metan ve karbon salınımını yükselten bir hayvancılık sisteminden kapalı devre dediğimiz "entansif hayvancılık" sisteminden daha çok meraya dayanan, bitkisel üretimle entegre edilmiş bir hayvancılık ve tarım sistemine geçiş yine agroekoloji ile mümkün. Yine aynı şekilde agrekoleji yerel ve bölgesel pazarlara da çokça vurgu yapıyor. Üretim ve tüketim yerlerinin birbirinden bu kadar uzağa düşmesi de iklim krizinin nedenlerinden biri. Agroekolojinin temel prensiplerinden birisi üretilen doğa dostu ürünlerin başta yerel ve bölgesel pazarlar için üretilmesi.

Peki agroekoloji yöntemleri daha küçük ölçekte kalan yöntemler mi? Yoksa küresel dünyaya da yayılabilir mi? Yani bu yöntemler geliştirildiğinde agroekoloji dünyayı besleyebilir mi?

Evet, besler; ama bu çok da tartışılan bir konu. Özellikle gıda krizi ve açlık üzerinden. Endüstriyel tarım pratiklerinin verimliliği artırdığı iddiası var. Bu noktada agroekolojik yöntemler dünyayı beslemekten uzak kalabilir gibi bir iddia veya kaygı gündeme getiriliyor. Halbuki örnekler bunun tersini de gösteriyor. Burada şu soruyu sormak gerekiyor: Endüstriyel tarım dünyayı besledi mi, besleyebiliyor mu?

'lı yıllardaki Yeşil Devrim'in temel mottosu da açlığı sonlandırmak, verimliliği artırmaktı. Verimlilik artışı sağlandı mı? Sağlandı. Bu verimliliğin bir bedeli oldu ama. Ciddi bir ekokırım yaşandı o süreçte. Özellikle kullanılan suni-kimyasal gübrelerin hem ürünler üzerinde bıraktığı kalıntılar hem toprağa hem de yeraltı sularıyla su varlıklarına zarar verdi. Halk sağlığı üzerindeki etkileri de hesaba katıldığında aslında bu verimliliğin bedelinin ağır olduğunu görüyoruz.

Açlık bitti mi? Hayır, bitmedi. Son yıllardaki savaşlar ve iklim krizleri vesilesiyle artmaya da devam ediyor. Bugün yaklaşık 1 milyar insan kronik olarak açlık çekiyor. İşin yetersiz veya dengesiz beslenme boyutuna baktığımızda 1 milyar insanı da aşan bir sayıdan bahsediyoruz. Açlığın sayılar üzerinden ifade edilmesi ne kadar doğru bilmiyorum; ama bu saptamayı yapabilmek için sayıları da söylemek gerekiyor. Şirketlerin kâr odaklı verimliliği artırmaya yönelik çalışmalarını aklamak üzere açlığı öne sürmeleri, etik olarak doğru bir noktaya tekabül etmiyor.

"Açlığın sebebi üretim yetersizliği değil"

Agroekolojik yöntemlerin denendiği ilk yıllara bakıldığında çok düşük verim kayıpları yaşanıyor. Ki onların büyük bir bölümü de aslında topraktaki yorgunluğun ve yıllarca kullanılan kimyasalların bırakmış olduğu izler. Belirli bir dönem sonra bu verimlilik farklarının artık ortadan kaybolduğunu, hatta zaman zaman tarımdaki pratiklerin üzerine çıktığını da görebiliyoruz.

Şu yanılsamadan da artık sıyrılmamız gerekiyor: Dünyayı besleyecek yeterli miktarda ürün var mı? Ürün var. Sadece bugünkü nüfusu değil belirli düzeyde yaşanacak nüfus artışını besleyecek üretim de yapılabiliyor dünyada. Agroekolojik yöntemlerle de bu yapılabilir.

Açlığın sebebini üretim yetersizliğinde değil, sosyal adalet kısmında aramak daha doğru bir yaklaşım. Türkiye'de veya dünyanın herhangi bir yerinde veya sahra altı Afrika'sında açlık çeken bir insanın cebinde parası olsa aç kalır mı sorusunun cevabı bence her şeyi özetliyor. Bunun yanıtı hâlâ "Evet, aç kalır" ise üretim yetersiz diyebiliriz; ama yok kalmaz diyorsak ürüne erişimde bir sorun olduğunu kabul etmemiz gerekiyor.

Türkiye için bir ilk diyorsunuz, Metis Yayınları tarafından yayımlanan çalışmanız için. Bir de NotaBene Yayınları'ndan "Agroekoloji: Bilim ve Politika" başlıklı çeviriniz var. Bize biraz bu çalışmadan da bahsedebilir misiniz?

"Agroekoloji: Başka Bir Tarım Mümkün" yeni bir kavramla da örtüşecek bir şekilde agroekoloji başlığıyla çıkan ilk kitap olma özelliği taşıyor. Bu aslında mutluluk verici görünüyor ama bir taraftan da "Keşke çok daha önceden gündeme gelseydi bu kavram," diye de düşünmeden edemiyor insan. O boş alana atılmış bir ilk adımdı "Agroekoloji: Başka Bir Tarım Mümkün" kitabı.

Notabene'den çıkan kitap ise aslında agroekoloji dediğimizde dünyada akla gelen birkaç isimden ikisinin Miguel A. Altieri ve Peter M. Rosset'in yazdığı bir kitap. Umut Kocagöz'le editörlüğünü yürüteceğimiz Eleştirel Tarım-Gıda Dizisi'nin ilk kitabı olma özelliğini de taşıyor. Bu kitabın şöyle bir özelliği var: Endüstriyel tarım sistemine aslında muhtaç olmadığımızı, bunun bir alternatifinin olabileceğini hem teorik düzeyde anlatıyor hem de dünyadan örneklerle bunun nasıl mümkün olduğunu gösteriyor.

Kavramın popülerleşmesi

Agroekoloji kavramı popülerleşmeye başlayınca ana akım diyebileceğimiz taraflarca bir anlamda ele geçirilmeye de çalışılıyor şu anda. Önümüzdeki dönemlerde çok sık duyacağız bu kavramı; ama bu sohbetimizdeki bağlamında mı duyacağız? Emin değilim.

"Agroekoloji Bilim Ve Politika" kitabı, işin politik-ekonomik tarafını da dikkate alan, toplumsal hareketlerle bağını kuran, kendine bu tartışmaları dert edinen bir kitap. Ve kavramın ele geçirilmesine karşı yürütülebilecek mücadelenin ne olduğu, ne olabileceği konusunda da açılımlar getiriyor. O yüzden de çok kıymetli.

"Başka türlü bir tarım mümkün" diyorsunuz; ancak Türkiye'deki ve dünyadaki tarım politikaları bunun aksini söylemeye devam ediyor. Siz Türkiye'deki tarım politikalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye aslında 'lerin başıyla birlikte çok ciddi bir dönüşüm yaşadı. Tabii ki krizi bunda etkili oldu; ama bunun ilk adımları uluslararası arenada Dünya Ticaret Örgütü Tarım Anlaşması'yla atıldı. Bu aslında bir yanıyla tarımda uluslararası bir iş bölümüne tekabül ediyordu. O iş bölümünün gereği olarak Türkiye daha emek-yoğun olarak ifade edilen sebze-meyve üretimine ve bunun ihracatına yöneldi.

Eskinin kırsala, köye ve klasik çiftçiye dayanan tarımı terk edilip şirketleşen bir tarım gıda sistemi tercih edildi. Türkiye'nin yaşamış olduğu bu dönüşüm, küresel dönüşümle de çok uyumlu. Çevre, 'lerden itibaren kapitalizm ve sermaye birikim dinamikleri açısından hayli kullanışlı bir alandır. Analitik olarak da çok kullanışlıdır.

İlk sömürge dönemlerinden başlayarak dönüşümleri şöyle sıralayabiliriz: 1. Gıda Rejimi, daha sonra Amerika Birleşik Devletleri hegemonyasındaki 2. Gıda Rejimi -ki Yeşil Devrim'e denk gelir- ve '80 sonrası neoliberal politikalarla kamunun çekildiği, şirketlerin domine ettiği 3. Gıda Rejimi.

"Gıda krizi ciddi boyutlara varacak"

Türkiye'deki politikalarda da bunların yansımalarını görürüz. yılında Türkiye'de bir tarım kanunu çıktı ve o tarım kanununun maddesi her yıl milli gelirin en az yüzde 1'i oranında tarıma destek verilmesini şart koşar. yılına geldiğimizde ve bu desteği sene sene incelediğimizde yüzde 1'e ulaştığını göremeyiz. Yüzde bandında gidip gelmiştir. Şimdi tarıma milyar TL daha ek destek verilecek, deniyor. İyi, verilsin; ama hâlâ verilmesi gereken desteğe ulaşmıyor o rakam. Çok daha altında kalıyor.

Tarımın, çiftçinin hâlâ bir alacağı var bu anlamda baktığımızda. Günün sonunda şöyle bir şeyle karşı karşıya kalıyoruz: Politikayı yönlendirmek için kullanacağımız destekler, yeteri kadar verilmiyor. Verilen kısmı da çiftçiye, köylüye değil dışarıdan gelen sermaye ve sermaye gruplarına yönlendiriliyor.

Hâlâ bir gıda krizi var ve önümüzdeki günlerde bunun çok ciddi boyutlara varacağı şeklinde öngörüler var. Türkiye'deki tarımsal yapıya uygun bir politika belirlenemediği için ne yazık ki bugün bu krizle yüz yüzeyiz.

Fatih Özden hakkında



Lisans ve lisansüstü eğitimini Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü'nde tamamladı.
Hâlâ aynı bölümde araştırma görevlisi olarak çalışıyor.
Kırsal kalkınma, tarım politikaları, alternatif tarım-gıda sistemleri, agroekoloji, gıda egemenliği gibi konular çalışma alanı içerisinde yer almaktadır.
Gıda topluluklarında ve demokratik kitle örgütlerinde aktif olarak görev üstlenmektedir.


(TY)

Tarım kimyasallarının çevre, ekoloji ve insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerinin görülmeye başlaması ve tüketicilerin daha sağlıklı besinler tüketme talepleri, organik tarıma olan ilgiyi her geçen gün artırıyor.

Organik tarıma artan ilginin sebebi nedir? Neden organik tarım tercih ediliyor?

Organik tarımın tüm toplumun ihtiyacını karşılayamayacağı, endüstriyel tarıma muhtaç olduğumuz doğru mu?

Organik tarımın amacından saptırılarak istismar mı ediliyor?

Organik tarım endüstrileşti mi? Agroekoloji veya ekolojik ile organik tarım aynı şey mi?

Korunun uzmanları organik tarım alanının farklı yönlerini sorgulayan bu soruları cevapladı. 

"Ekolojik ürünlerin besin içeriklerinin konvansiyonel ürünlerden daha fazla"

Bursa Nilüfer Belediyesi Çevre ve Kırsal Alan Koordinatörü Arca Atay, dünya ölçeğinde endüstrileşme sürecinin tarıma da yansıdığı 'li yıllardan itibaren kullanılan, 'lerde tavan yapan kimyasalların yoğunluğu ve bu tarım kimyasallarının çevre, ekoloji ve insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerinin görülmeye başlaması karşısında tüketicilerin daha sağlıklı besinler tüketme taleplerinin, organik tarıma olan ilginin artmasına neden olduğu görüşünde.

"Organik - ekolojik ürünlerin sağlıklı oluşu, içermedikleri tarım kimyasalı kalıntıları yanı sıra besin değerlerinin yüksek oluşuna da dayanır" diyen Atay, "Yapılan bilimsel çalışmalar ekolojik ürünlerin besin içeriklerinin konvansiyonel ürünlerden daha fazla olduğunu kanıtlamaktadır. Bunun yanısıra endüstriyel tarım girdilerinin üretim ve kullanımının Küresel İklim Değişikliğini tetikleyici unsurlar olduğu da unutulmamalıdır. Dolayısıyla organik - ekolojik tarım, karbon salınımını azaltıcı ve iklim değişikliğiyle mücadelede en etkin tarım sistemidir" dedi.

Arca Atay Nilüfer&#;de tarıseafoodplus.info

Fotoğraf: Independent Türkçe


Bursa'nın ilk ve tek Türkiye'nin ikinci organik ürün pazarı

Ziraat Yüksek Mühendisi olan ve tarım - gıda endüstrisinde uzun yıllar çalışan Atay, Bursa’da gerçekleştirdikleri organik - ekolojik tarım faliyetlerinin hikayesini şöyle anlattı:

Nilüfer Belediyesi, organik - ekolojik tarım ve onun ürünlerine verdiği önem çerçevesinde şu an başkanlığını yaptığım Ekoder-Ekolojik Yaşam Derneği'nin de katkılarıyla yılında Bursa'nın ilk ve tek Türkiye'nin ikinci organik ürün pazarını açtı.

Ekoder, 'den itibaren biyolojik çeşitlilik ve yerel tohumlara verdiği önem doğrultusunda Nilüfer Belediyesi’nin katkıları ve Nilüfer Kent Konseyi birlikteliğiyle kurduğu EKOBAHÇE’de bu tohumların deneme ve üretimlerine başladı.

Nilüfer Belediyesi ve Nilüfer Kent konseyi her 10 Aralık’ta Toprak Ana Günü, yılın hasat dönemlerinde enginar, incir, şeftali, biber ve zeytin festivalleri, her sonbahar mevsiminde yerel lezzetler şenlikleri, her nisan ayında tohum takas etkinlikleri düzenliyor.


Nilüfer Kent Bostanları adını verdikleri, ekolojik tarım koşullarında çeşit denemelerinin yapıldığı ve yerel tohumların üretildiği bir mekanın hayata geçirildiğini söyleyen Atay, "Ekoder ile başlayan yerel tohum mücadelesi, tohum toplama, saklama, çoğaltma ve dağıtım işlemleri Nilüfer Belediyesi'nin bu konuya olan duyarlılığı ve verdiği destek ile kurumsal anlamda bir Tohum Kütüphanesi’ne dönüşmüştü. Şu an kütüphanemiz adet ve miktar olarak Türkiye’nin hiçbir belediyesinde olmayan bir biyolojik çeşit zenginliğine sahip" diye konuştu.

Mayıs ayında kurulan ve Nilüfer Belediyesi'nin de ortağı olduğu Nilüfer Tarımsal Kalkınma Kooperatifi'nin (NİLKOOP) bu görevin bir bölümünü üstlendiğini belirten Atay, kullanılmayan belediye arazilerinde ekolojik tarım koşullarında buğday üretimine başlandığı bilgisini paylaştı.

Arca seafoodplus.info

Bursa Nilüfer Belediyesi Çevre ve Kırsal Alan Koordinatörü Arca Atay / Fotoğraf: Independent Türkçe


Temmuz hasatıyla birlikte sentetik kimyasallar kullanılmadan üretilen buğdayın tam buğday ununa dönüştürülerek NİLKOOP satış noktalarında halkla buluşturulacağını da belirten Atay, Nilüfer'de kurulu 34 kadın derneğinin çeşitli ürünlerinin (reçel, pekmez, sos, salça, turşu, erişte, kuskus) NİLKOOP tarafından üretim ve pazarlamasının gerçekleştirleceğini söyledi.

Çiftçiye alternatif tarım ürünleri sunulması anlamında Nilüfer Kent Bostanları'nda çeşitli Tıbbi aromatik bitkiler denenmekte ve demonstrasyon amaçlı, 20 dönümlük belediye arazisinde, lavanta dikimi gerçekleştirildiğini ifade eden Atay, "Nilüfer Belediyesi’nin Konaklı kırsal mahallesinde başta Tıbbi Aromatik Bitkiler Merkezi'nin olacağı, kurutma, yağ çıkartma işlemlerinin yapılacağı bir tesis başta olmak üzere EKOÇİFTLİK projesi var. Proje kapsamında çeşitli ürünler ekilerek tarımsal faaliyet başlatıldı" ifadelerini kullandı.

organik tarım seafoodplus.info


"Çevre, ekoloji ve sağlık problemi ne olursa olsun satışlarından kar etsinler diye organik tarımı kötülerler"

Nilüfer'de şu anda mevcut olan semt pazarlarının yanısıra 4 adet olan köylü-üretici pazarının sayısının arttırılması da planlandığını söyleyen Atay, küçük çiftçilerden oluşan fenni gübre ya da tarım kimyasalından nispeten uzak olan bu üreticilerin ürünlerinin, AVM ya da konvansiyonel pazarlardaki üzerinde pestisit kalıntısı olma ihtimali olan ürünlerden daha sağlıklı olduğunu belirtti. 

Atay, "Böylece kentlinin sağlıklı gıdaya ulaşması yolunda küçük de olsa bir adım atılmış oldu" diye konuştu.

iyi tarıseafoodplus.info


Organik tarımın toplumun ihtiyacını karşılayamayacağı, endüstriyel tarıma muhtaç olduğumuz iddialarına yanıt veren Atay, "Bu yalan, endüstriyel tarım ve onunla beslenen gıda endüstrisi tarafında yıllardır dile getirilmektedir. Utanmadan ve sıkılmadan bu yalanı tekrarlayan tohum, zirai ilaç, GDO’lu tohum şirketleri ve gıda tekelleri sattıkları ürünler artsın, çevre, ekoloji ve sağlık problemi ne olursa olsun satışlarından kar etsinler diye organik/ekolojik tarımı, doğal tarımı, sürdürülebilir tarımı kötülerler" dedi.

Organik tarımın amacından saparak istismar edildiği tartışmasına da değinen Atay, "İstismar ve hile her iş ve her konuda olduğu gibi bunda da vardır" diyerek görüşlerini şöyle ifade etti:

Birincisi, organik olarak üreten üreticiden aldığı ürünü fahiş fiyatlarla marketlerde pazarlayan şirketler, hem ‘organik ürün pahalıdır’ savını destekleyen eylemde bulunmaktalar hem de üreticinin malını ucuza kapatarak üreticiyi desteklemek yerine yok olmasına neden olmaktalar.

İkincisi, denetimin yetersiz olduğu yerlerde (örneğin pazarlarda) organik ürün yanı sıra sertifikasız ürün de satabilmekteler. Evet bunlar yakalandığında para ya da pazardan men cezası alıyorlar ama yakalanmadıkları sürece bu eylemlerine devam edebiliyorlar, tüketiciyi aldatıyorlar.


Yakalandıklarında da pazarın prestijini zedeliyorlar, sektöre zarar vermek isteyen sektörü karalamak isteyenlere de zemin hazırlamış oluyorlar. 


Atay, "Devlet (yani tarım bakanlığı) organik ürünlerin kontrol ve sertifikasyon işini şirketlere vermiştir. Kontrol ve sertifikasyon şirketleri ile de zaman zaman usülsüzlük iddiaları olmakta yani sektör içinde üreticisinden pazarlamacısına, bakanlığın kontrol mekanizmasının yanlış ya da yavaşlığından sertifikasyon şirketlerine kadar bir çok alanda çeşitli şaibeler dönmektedir" şekilinde konuştu. 

organik tarım seafoodplus.info


Atay, kendisine son olarak yönettiğimiz, "Organik tarım endüstrileşti mi?" sorusunu şöyle yanıtladı:

Özellikle işin felsefesinden ve gerçek amacından saptırılan bu sektör de endüstrileşmeye başladı. Amerika ya da Avrupa’da bir çok büyük tarım ve gıda firması tüketicilerde artan sağlıklı gıda tüketme bilincinin artışıyla bu talebe uygun ürün üretmeye/ürettirmeye başladılar. İsmini vermeyeceğim bizdeki bazı büyük şirketlerin de bunlardan bir farkı yok.


"Tarımda gerçek dönüşümü sağlayacak olan sistem, agroekolojik tarımdır"

Kuşadası Kirazlı Köyü'nde çiftçilik yapan Nihat Fırat ise, “Tarımda gerçek dönüşümü sağlayacak olan sistem, organik tarımı da içeren agroekolojik tarımdır” dedi.

Doğduğu, büyüdüğü köyde çiftçilik yapmaya devam eden Fırat, tarımdaki dönüşümü ve alternatifleri kendi köyünden yola çıkarak şöyle anlattı:

Çocukluk ve ilk gençlik yıllarım Kuşadası'na bağlı Kirazlı Köyü'nde geçti. 'lı ve ’li yıllara kadar köyde bugün adına agroekoloji dediğimiz bir tarım sistemi ve yaşam biçimi hakimdi.

Her evde bir at, bir eşek, bir inek, üç beş koyun ya da keçi ve tavuk bulunurdu. Köylüler kendi temel gereksinimlerini karşıladıktan sonra, fazlasını da yakın pazarlarda satarak ek gelir sağlarlardı.


"Tarlanın otuyla hayvanı, hayvanın gübresiyle de tarlayı beslerlerdi"

Bitkisel üretim ile hayvansal üretimin bir arada yapıldığını ve tarımsal girdi maliyetinin o zamanlarda yok denecek kadar az olduğunu belirten Fırat, "Tarlanın otuyla hayvanı, hayvanın gübresiyle de tarlayı beslerlerdi. Köylüler, kendi yerel tohumlarını kullanırdı. Ailenin bütün bireyleri yediden yetmişe, bir şekilde üretime katılırlardı. Gerçek anlamda bir küçük aile tarımı hakimdi" diye konuştu.

Nihat Fıseafoodplus.info

Nihat Fırat / Fotoğraf: Independent Türkçe


Çocukluk yıllarında, modern tarım araçları olmadığını hatırltan Fırat, sözlerine şöyle devam etti:

Çapa, kürek , orak, kosa, dirgen, yaba karasaban, düven vb. ilkel tarım araçları ile tarım yapılmasına rağmen, köylüler çocukları için ev dam yapabiliyor, üç gün üç gece süren yemeli içmeli düğünlerle çocuklarını evlendirirlerdi. Būtün bunları yaparken bir karış toprak satmak durumunda kalmamışlardı.


"Bitkisel üretimle hayvansal üretim birbirinden ayrıldı"

70'li yılların sonlarına doğru şirketlerin denetiminde olan hibrit tohumlarla birlikte, kimyasal gübre ve tarım ilaçlarının da köye girmeye başladığını söyleyen Fırat, yaşadıkları dönüşümü şu sözlerle anlattı:

Toprağı işlemek için traktör ve pek çok ekipmanla çoklu üretimden mono kültür üretime geçilmesiyle birlikte köyde endüstriyel tarım sistemi egemen hale geldi. Bitkisel üretimle hayvansal üretim birbirinden ayrıldı. Artık köylüler daha ön  celeri kendi gereksinimlerini karşıladıktan sonra, fazlasını sattıkları yumurta, süt, yoğurt, peynir ve ekmek gibi temel gıda maddelerini köyün bakkalından satın almaya başladılar.


Fırat ayrıca, tarımsal girdi maliyetlerinin gittikçe artmaya, gelirlerinin ise azalmaya başladığını; artık üç gün üç gece düğün yapamadıklarını ve çocuklarına ev dam yapmak için tarla satmak zorunda kalmaya başladıklarını söyledi.

 Fırat, "Genç nüfus Kuşadası'nda iş bulup köyden kaçmaya başladı. Genç ve yaşlı nüfus üretimden koptu. Tarım orta yaş grubuna kaldı. Köydeki kültürel ve sosyal yaşam da değişti.  Ayrıca, yoğun tarım zehiri kullanmaktan, köydeki kanser vakaların da da büyük bir artış gözlenmeye başlandı" dedi.

Endüstriyel tarımın yolaçtığı bu olumsuzlukların önüne geçebilmek amacıyla köydeki 10 lider çiftçiyle birlikte yerel tohum kullanarak organik tarım yapmaya basladıklarını ifade eden Fırat, "Kirazlı Ekolojik Yaşam Derneği adında bir dernek kurarak bu dernek üzerinden bioçeşitliliğin geliştirilmesi ve yerel türlere ekonomik değer kazandırmak için bir eko-köy projesi geliştirdik. Genç nüfusu köyde tutabilmek amacıyla kadim bilgilerin kuşaktan kuşağa aktarılması için yaşlı kuşak, orta yaş kuşak ve genç kuşaklar arasında bilgi ve deneyim akışını sağlamaya çalıştık" şeklinde sözlerini sürdürdü.

seafoodplus.info


İhracat ve İstanbul organik pazarlarına ürün verebilmek için sertifikalı organik tarım yapmak durumunda olduklarını söyleyen Fırat, yaşadıkları deneyimi şu sözlerle paylaştı:

Organik tarım kimyasal gübre ve kimyasal tarım ilacı kullanmadan, onların yerine biyolojik ilaçların kullanılmasından ibaret bir tarım modeliydi.

Yaklaşık 50 çiftçiyle 5 yıl kadar bir organik tarım deneyimimiz oldu. Pazar ilişkilerinde yaşadığımız bazı sorunlardan dolayı bazı köylüler organik tarım yapmayı bırakıp tekrar endüstriyel tarıma döndüler.

Organik tarım kendi başına endüstriyel tarımı ve onun sağladığı yaşam biçimini dönüştürmek için yeterli olmadığını gördük. Büyük şirketler de pazarda yer tutmaya yönelik olarak organik tarım yapıyorlar.

Konvansiyonel tarım için kimyasal gübre ve ilaç üreten şirketler, aynı zamanda organik tarım için de biyolojik ilaçlar üretiyor. Bu model, tarımda ciddi dönüşüm sağlamaktan uzak görünüyor.


Tarımda gerçek dönüşümü sağlayacak olan sistemin organik tarımı da içeren agroekolojik tarım olduğunu savunan Fırat, “Agroekoloji sadece bir tarımsal model değil, aynı zamanda bir yaşam biçimidir. Bu nedenle köyde başka bir tarımın mümkün olduğunu gösterebilmek amacıyla agroekolojik tarımı deniyorum. Bitkisel üretimle hayvansal üretimi  bir arada yürüterek, ev yapımı doğal ilaçları üreterek girdi maliyetlerini asgariye düşürüp karlılığın artırılabileceğini ispatlamaya çalışıyorum” dedi.

Ayrıca Fırat, emek yoğun üretimin kıymetini bilen tüketici grupları ile buluşmaya çalıştığını söyledi:

Üreticiden tüketiciye doğrudan ilişkinin ve güvenin kurulabileceği yöntemler deniyoruz. Köylünün tekrar kendi ekmeğini, sütünü, yoğurdunu, peynirini, yumurtasını üretebileceği; yerelde üretip yerelde tüketebileceği, doğayla barışık, kendini yenileyebilen, asgari enerji tüketimini hedefleyen, tarımsal teknolojiyi reddetmeden onu doğru kullanabilen başka bir tarımın mümkün olduğunu agroekolojiyle gösterebiliriz.


Organik tarım ve iyi tarım uygulamaları nasıl denetleniyor; sertifikasyon süreçleri nasıl işliyor?

İyi Tarım Uygulamaları ve Organik Tarım Mevzuatları uyarınca sürdürülen tarımsal faaliyetlerin sertifikasyon ve denetim süreçlerini, Tarım ve Orman Bakanlığı’nın yetkilendirmesiyle Türkiye’nin farklı bölgelerinde yetkilendirilmiş Bakanlık yetkilendirmesiyle denetim kuruluşlarında çalışan denetçilerden dinledik.

İyi tarım veya organik tarım yapmak isteyen çiftçiler veya daha büyük miktarlarda üretim yapan şirketler organik tarım veya iyi tarım uygulamaları sertifikası almak için Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı'nca yetkilendirilmiş kuruluşlara başvuruyorlar ve gerçekleştirilen denetimlerden başarıyla geçmeleri halinde İyi Tarım Ürünü Sertifikası ile belgelendiriliyorlar.

Türkiye’de 30’a yakın aktif çalışan belgelendirme kuruluşu var. Bu kuruluşlar da her yıl denetimden geçiyor, başarılı bulunmazlarsa akreditasyonları askıya alınıyor. 

Üreticilerin sertifika almak için denetime girmek durumunda oldukları sistem nasıl ilerliyor? 

Çiftçi veya firma sertifika almak istediğini bir başvuru formu ve sözleşme imzalayarak belirtmiş oluyor.

Bu belgelerde nerede kaç dekar arazileri olduğu, hangi ürün üretimini yapacakları gibi bilgileri beyan ediyorlar.

Bu beyanın ardından denetçi kuruluş üreticiye ne zaman denetime geleceğini bildiriyor ve üretici de kabul ettikten sonra belirtilen tarihte denetime gidiliyor. 

Önce dokümantasyon denetimi gerçekleştiriliyor

Süreç, hem dokümantasyon hem de saha kontrolünün aynı gün içerisinde yapıldığı denetim ile devam ediyor. 

Dokümantasyon denetiminde standartlara uyulup uyumadığı hijyen formlarından sevkiyat fonlarına, ekim dikim formlarıdan fidan varsa fidanların nereden alındığı, sertifikaları, işletme belgesi vergi levhası gibi belgelere kadar çeşitli dökümanlar kontrol ediliyor.

Bu kontrollerin her yıl tekrarlanması gerekiyor.

İkinci aşamada saha denetimi gerçekleştiriliyor

Ardından ise sahaya çıkılarak saha denetimi gerçekleştiriliyor.

Örneğin organik tarımı yapılıyorsa çevrede herhangi bir ilaç veya ilaç ambalajının olmaması gerekiyor.

Kullanılan gübrelerin kimyasal bazı olup olmadığı kontrol ediliyor. Örnekleme yöntemiyle numune alımı gerçekleştiriliyor.

Numuneleri alırken üç örnek olarak alınıyor; bir örnek laboratuvara göndermek üzere, bir örnek üreticiye, bir örnek da denetçi kuruluşta saklanmak üzere alınıyor.

Aynı gün içerisinde yetkili olan anlaşmalı laboratuvarlara gönderilerek testleri yaptırılıyor.

Laboratuvar örneklerini temiz olduğunu raporlandıktan sonra sahadaki eksiklikler de verilen 28 gün içerisinde tamamlandığı takdirde sertifika veriliyor.

O zaman organik sertifikalı ürün olmuş oluyor ve ürün organik olarak satılabiliyor. 

Sertifikaların hepsi birer yıl geçerli oluyor. Dolayısıyla denetim bir hasat görmek zorunda.

Denetim döneminde hasat görülmezse zaten sertifika verilemez çünkü örnekleri gönderilecek ürünün hasatta olması gerekiyor.

Organik tarımda da yıllık denetimler oluyor fakat organik tarım yapılabilmesi için geçiş evreleri var. 

Bir ürünün organik sertifikası alabilmesi için dört yıl geçmesi gerekiyor.

Birinci geçiş, ikinci geçiş, üçüncü geçiş ki bu yıla yarı organik deniyor.

Dördüncü yılda de artık denetimde herhangi bir sorun çıkmazsa organik sertifikası alabiliyor.

Türkiye’deki bütün organik tarım ve iyi tarım uygulamaları sertifikalandırma süreçleri bu şekilde işliyor. Bu süreç yönetmeliklerle düzenlenmiş durumda. 

Uzmanlar, bu denetim sürecinin her aşamasından ciddi sorunların ortaya çıktığını ve organik tarım ya da iyi tarım uygulaması ile üretildiği iddia edilen ürünlerin çoğunun aslında bu standartlara uymayabildiğini belirtiyorlar.

Denetim süreçlerinde yaşanan sorunların denetimin başında dokümantasyon evresinde yaşanmaya başladığını belirten uzmanlar, projenin takip edilmesini sağlamak amacıyla oluşturulan dokümanların yeterli olmadığı saptadıklarını ifade ediyorlar.

Sahada neredeyse hiçbir zaman tam bir örnekle karşılaşamadıklarını söyleyen denetçiler, “gerekleri yerine getirdiklerinde verimlerini düşeceği, para kazanamayacakları gibi konuları öne süren üreticiler, şartları yerine getiremeyeceklerini ifade ediyorlar” diyor.


"Patron bize, 'Tamam, sen ver sertifikayı, onlar eksiklerini kapatırlar' diyor"

Denetçiler, alandaki denetim sistemi hakkında şunları paylaşıyor:

Bizim en büyük sorunumuz özel sektöre bağlı olarak çalışıyor oluşumuz. Bizi sadece bakanlık atıyor ama biz özel bir şirkette bir patronun altında ve onun isteklerine göre çalışıyoruz, çalışmak durumundayız.

Biz bir üreticiye sertifikayı verip vermeyeceğimizi karar verirken patronumuza danışmak zorundayız. Çünkü patronumuz oradan para kazanmak istiyorsa, normalde bizim hayır dediğimiz şeylere eğer çok büyük bir sıkıntı yani patronu da riske atacak bir sıkıntı yoksa evet demek durumunda kalabiliyoruz. Patron bize, 'Tamam, sen ver sertifikayı, onlar eksiklerini kapatırlar' diyor.


"Organik diye üretilen ürünlerin yüzde i organik değildir"

“Dolayısıyla bu denetim faaliyetlerinin devlet tarafından yerine getirmesi gerekiyor yine denetçiler bir şirkete bağlı olabilirler ama en azından bu sertifikaların onayları ilçe tarım müdürlükleri il tarım müdürlüklerinden çıksın devletin kontrolünde denetiminde olsun.

Denetim sırasında kesinlikle kullanılması yasak olan ot ilacının kullanıldığını fark ediyoruz bizden saklamaya çalışıyorlar ama bir şekilde tabii ki fark ediyoruz ya da çapraz bulaşık önleyici önlemler alması gerekiyor ama alınmamış üretimi yapılan üründe kullanılmasına izin olmayan ilaçlar kullanılıyor bunun gibi pek çok uygunsuzluk gözlemliyoruz saha denetimlerinde.

Denetimde bize vermek üzere piyasadan organik üretim ürün çekiyorlar, başkasının ürettiği ve başkasının deposunda bulunan ürünleri kendisi üretmiş gibi numune olarak bize sunmaya kalkıyorlar

Burada bizim yaptığımız denetimlerin amacı gerçekten organik mi değil mi ya da gerçekten iyi tarım uygulaması ile üretilen bir ürün mü değil mi, bunu ortaya çıkarmak. Ama şunu söyleyebiliriz ki üzerinden bir değerlendirme yaparsak organik diye üretilen ürünlerin %70’i organik değildir tahminde bulunabiliriz, yalnızca yüzde 30 gibi bir oranı organik çıkacaktır."

Agroekoloji: Bir Bilim, Bir Uygulama ve Bir Hareket, Tayfun Özkaya, Fatih Özden, Giriş. s.

Kapitalizmin gündeme geldiği tarihten günümüze kadarki süreçte tarım-gıda sisteminin tarihsel, coğrafi, ekonomi-politik ve kurumsal anlamda geçirmiş olduğu değişiklikleri gıda rejimleri kavramı üzerinden incelemek mümkündür. Gıda rejimleri aynı zamanda belli bir sermaye birikimini ve hegemonya biçimini de ifade etmektedir. Bu çerçevede farklı dönemleri kapsayan ve birbirini izleyen üç ayrı gıda rejimi bulunmaktadır.

Birinci gıda rejimi, Britanya hegemonyasında, yılları arasındaki tarım-gıda sistemini tarif etmek için kullanılıyor. Bu dönemin en belirleyici özelliği Avrupa’dan sömürgelere göç ederek topraklara el koyan yerleşimcilerin, sömürgeci ülkelerin başta buğday ve et olmak üzere gıda gereksinimlerini en ucuz şekilde karşılamasıdır. İkinci gıda rejimi ise yaşanan iki paylaşım savaşının ardından başlayarak yıllarını kapsar. ABD hegemonyasındaki bu dönemde yaşanan teknolojik gelişmeler, savaş sonrası koşullar ve soğuk savaş, tarım-gıda sisteminin şekillenmesinde etkili olmuştur. Bu dönem, endüstriyel tarım sisteminin gelişmeye başladığı yeşil devrim yılları olarak da anılmaktadır. Küreselleşme kavramının ve neoliberal politikaların belirleyici olmaya başladığı sonrası dönemden günümüze kadar olan süreç ise üçüncü gıda rejimi olarak ifade ediliyor. Özellikle çokuluslu şirketlerin egemenliğinin ve hegemonyasının ön planda olduğu bu dönem şirket gıda rejimi olarak da adlandırılmaktadır (Fairbairn ; McMichael ). Tarımda şirket egemenliğinin tarihi uzun yıllara dayanır; buna karşın şirketlerin birleşmeler ve satın almalar sonucu yatay ve dikey entegrasyon yoluyla merkezileşmeleri, yani tekelleşme eğilimi göstermeleri sonrasında hız kazanmıştır (ETC Group , ). Üçüncü gıda rejimiyle daha önce kamunun öncülüğünde gelişen endüstriyel tarım faaliyetlerinde şirketler temel aktör haline gelmiş ve hegemonyayı ele geçirmişlerdir.

Endüstriyel tarım, yoğun tarım kimyasallarına dayalı, tarım girdileri satan, gıda işleyen ve pazarlayan bir avuç küresel şirket tarafından kontrol edilen tarım ve gıda sistemidir. Bu sistem bir yandan sağlıksız gıdalar üretirken diğer yandan küresel iklim değişikliğini şiddetlendirmekte, çevreyi kirletmekte, çiftçileri ve tüketicileri ezmektedir. Uzunca bir süredir unutturulan agroekoloji, bu sorunlara karşı bir alternatif olarak tekrar gündeme geldi. Agroekoloji dünyada büyük ölçüde La Via Campesina, Topraksız Kır İşçileri Hareketi (MST) gibi sosyal hareketler tarafından son on yıllarda ciddi bir şekilde savunuluyor. Bu süreçte agroekolojiyi Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), hatta şirketler bile kabul etmeye başladı. Ancak aynı zamanda agroekolojinin hâkim gıda sistemi tarafından yozlaştırılarak kullanılması tehlikesi ortaya çıktı. “Halkın agroekolojisi” ile “şirketlerin agroekolojisi” arasında bir ayrışma doğdu. Şirketler agroekolojiyi teknik bir üretim yöntemine indirgerken halkın agroekolojisi, tarımsal üretimde şirket girdilerinden bağımsızlaşmayı sağlayacak doğa dostu uygulamalar önermekte, endüstriyel tarım modelinin aksine şirketlerin yerine çiftçileri ve toplulukları desteklemekte, yerel bilgiye, gıda egemenliğine ve sosyal adalete önem vermektedir.

Karşılaştığımız küresel ve sisteme özgü problemlere karşı ülkemizde önerilen çözümler oldukça palyatiftir. Örneğin, tarımsal üretimle ilgili dile getirilen sorunların başında girdi maliyetleri gelir. Bu soruna yönelik çözüm önerileri ise çoğu zaman bir takım vergi indirimleriyle maliyetlerin düşürülmesi veya bu girdilere yapılan desteklemelerin artırılması gerektiği yönündedir. Oysa son on yılda ülkemizde mazotta %, gübrelerden ürede %, DAP’ta %, kompoze gübrede % fiyat artışı yaşanmışken vergi indirimleri ve destekler yoluyla nasıl bir maliyet avantajı sağlanacağı tartışmalıdır (ZMO ). Ayrıca bu öneriler akaryakıt, tarım zehiri ve sentetik kimyasal gübre gibi birçoğu fosil yakıt temelli olan girdilerin kullanımını teşvik etmesi bakımından sürdürülebilir olmadıkları gibi çiftçilerin çiftlik dışına bağımlılıklarını daha da artıran önerilerdir. Kısacası daha derin analizlere ihtiyaç vardır.

Bu yazıda agroekoloji, bilim, uygulama ve hareket boyutları bağlamında tanıtılmaya, diğer tarım anlayışlarıyla ortaklıkları ve farklılıkları belirlenmeye çalışılacaktır. Ülkemizde agroekoloji, dünyayla kıyaslandığında oldukça geri bir noktadadır. Agroekolojinin daha hızlı yayılması için neler yapılması gerektiği konusunda da görüşler ileri sürülecektir.

Agroekoloji Nedir?

Agroekoloji terimi bileşenlerine ayrılırsa Latince agro, “tarla” veya “tarım”, eko Yunanca kökenli “ev” veya “çevre”, loji ise gene Yunanca kökenli “bilim” demektir. Endüstriyel tarım büyük ölçüde tarımsal işletme1 dışından satın alınan tarım kimyasallarına, şirket tohumlarına, büyük tarımsal makinelere, yoğun su kullanımına dayanır. Agroekolojide tarım işletmesi, girdilerini büyük ölçüde kendi içinden sağlar, tarım kimyasalları yerine bir yandan halkın bilgisine diğer yandan bununla uyumlu bilimsel ve ekolojik bilgilere dayanır. Agroekoloji çağdaş olarak hem bir bilim, hem bir uygulama, hem de bir harekettir. Bilim olarak öncelikle biyolojik, biyofizik, ekolojik, sosyal, kültürel, ekonomik ve politik mekanizmaları, fonksiyonları, ilişkileri ve tasarımları kullanarak bir agroekosistemin çalışmasını açıklamaya çalışan ve inceleyen; bir uygulamalar takımı olarak tehlikeli kimyasalları kullanmadan daha sürdürülebilir bir tarıma olanak veren; bir hareket olarak tarımı ekolojik bakımdan daha sürdürülebilir, sosyal bakımdansa adaletli yapmayı araştıran bir anlayıştır (Wezel vd. ).

Bilim Olarak Agroekolojinin Gelişimi

Agroekoloji, ilk defa kullanıldığı ’lu yıllardan ’lı yıllara kadar süren ilk dönemde, tarla ölçeğinde, daha çok tarımsal üretimde kullanılan ekolojik yöntemler ve zararlı yönetimi olarak tanımlanmıştır. ’lerin sonunda ise agroekoloji kavramı çerçevesinde çiftlik düzeyinde agroekosistem yaklaşımı gündeme gelmiştir. Bu kapsamda üretimde kullanılan sentetik kimyasalların ve diğer endüstriyel girdilerin doğal kaynaklar ve çevre üzerindeki etkileri üzerinde durulmuştur.

Agroekoloji kavramının kurumsallaşmaya ve yerleşmeye başladığı dönem ise ’lı yıllar olmuştur. Bu yıllarda agroekoloji ile ilgili çok sayıda araştırma yapılmış, çalışma yayınlanmış ve konuyla ilgili yükseköğretimde verilen derslerin sayısı artmıştır. Ayrıca yılında Brezilya’nın Rio de Janeiro kentinde yapılan Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı da bu süreçte etkili olmuştur. ’li yıllarla birlikte agroekoloji bugünkü gıda sistemi yaklaşımı çerçevesinde tarif edilmeye başlamıştır. Ekolojik, ekonomik ve sosyopolitik boyutları da olan bu yaklaşım bir anlamda tüm gıda sisteminin ekolojisini kapsamaktadır (Wezel ve Soldat ). Böylelikle agroekoloji, ekoloji ve tarım bilimlerindeki sağlam köklerden, disiplinlerarası, katılımcı ve eyleme yönelik yaklaşımlarla entegre edilerek, tarım-gıda sistemini etkileyen politik-ekonomik koşullarla ilgilenmeyi amaçlayan bir çerçeveye kavuşmuştur (Mendez vd. ). Dünyadaki bu gelişmelere karşılık, ülkemizde ziraat fakültelerinde öncesi kürsü olarak bulunan agroekoloji, şirket tohumları ve tarım kimyasallarına dayanan yeşil devrim ile adeta unutturulmuştur.

Büyük ölçüde birörnek ve önemli kısmı hibrit olan tohumlar ile sentetik tarım kimyasallarının kullanımına dayanan yeşil devrim ile birlikte sulanabilen alanlarda verimlilik artışı sağlanmasına karşılık, özellikle sulanamayan alanlarda verimlilik artışı sınırlı kalmış, ayrıca büyük ekolojik, ekonomik ve sosyal sorunlar ortaya çıkmıştır. Bu dönemde agroekoloji geriye itilmiştir. Yeşil devrimin sakıncaları ve problemleri ortaya çıktıkça agroekoloji tekrar bir canlanma içine girmiştir. Bu canlanmaya katkı veren bir grup araştırmacı, sivil toplum kuruluşu ve ekolojik çiftçiler on yıllar boyunca yok sayıldılar ve ciddiye alınmadılar. Son yıllarda ise iklim sorunu, endüstriyel tarımdaki verim durgunluğu, hatta gerilemeleri, şirketleri ve bazı uluslararası kuruluşları endüstriyel tarımı temel alıp koruyarak agroekolojiyi kullanma düşüncesine itti. FAO yönetiminde Roma’da, yılında yapılan “Gıda Güvenliği ve Beslenme Üzerine Uluslararası Agroekoloji Sempozyumu” bu konudaki ilk uluslararası toplantıdır. ABD sempozyumu önce engellemeye, sonra da sınırlandırmaya çabaladı. FAO direktörü, sempozyumda agroekolojiyi içeriğinden soyutlayıp şirketlerin işine yarar hale getirilmesi konusundaki niyetlerini açığa vuran bir konuşma yaparak GDO’lar gibi agroekolojinin de yararlı olabileceğini belirtti. Bunun üzerine köylü kuruluşlarının uluslararası örgütü olan La Via Campesina, Batı Afrika’da, Mali Nyeleni’de, Şubat ’te Uluslararası Agroekoloji Forumu’ nu düzenledi. Foruma katılanlar, agroekolojinin endüstriyel tarımın kullanacağı bir araç takımına indirgenmesine karşı çıkarak agroekolojiyi endüstriyel gıda üretimini, halk ve çevre için iyi bir gıda sistemine dönüştürmek amacıyla bir kaldıraç olarak kullanacaklarını belirttiler (Rosset ve Altieri ).

Agroekolojinin Temel Yaklaşımı

Agroekoloji bir şemsiye kavram olarak düşünülebilir. Bunun altında organik tarım, permakültür, onarıcı tarım, doğal tarım gibi değişik yaklaşımlar olduğu söylenebilir. Ancak belli ayrımlar bulunmaktadır. Örneğin, organik tarım biyopestisitlerin kullanımına daha çok yoğunlaşmıştır. Bu ürünlerin büyük ölçüde şirketler tarafından üretilmesi, çiftçilerde girdi bağımlılığına yol açar. Dolayısıyla girdi ikamesiyle sınırlı kalan bir organik tarımın agroekolojik olduğu söylenemez. Agroekoloji, çiftçinin var olan koşullar içinde en yüksek düzeyde otonomisini öngörür. Organik tarımda kullanılan bazı girdiler, örneğin kükürt bile, bazı avcı böceklerin (predatör) yok olmasına yol açabilmektedir (Rosset ve Altieri 29). Diğer yandan monokültür olarak organik tarım yapan işletmeler de bulunmaktadır. Bunlar ayrıca yoğunlukla göçmen, sığınmacı ve güvencesiz işçileri sömürürler ve ürünlerini de uzak pazarlara satarak gelir durumu yüksek tüketiciler için bir üretim yapmış olurlar. Halbuki agroekoloji sadece bir tekniğe indirgenemez. Gelir dağılımını da sorun olarak ele alır. Olaya politik olarak da bakar. Agroekolojide ayrıca polikültür, doğal şeritler, doğal tarla sınırları vb. ile sağlanan “ekolojik hizmetler”, zararlılar ve hastalıkları kontrol altına alır. Böylelikle biyopestisit ve hatta ev yapımı ilaçlara bile gerek kalmayabilir.

Agroekoloji belli reçetelere indirgenen bir sistem değildir. Belirli bir bölgede endüstriyel tarım –hatta organik tarım– yapıyorsanız yayımcılardan aldığınız standart reçeteleri uygulayabilirsiniz. Belli dönemlerde sentetik tarım ilaçlarını –organik tarımda biyopestisitleri– kullanabilirsiniz. Agroekolojide ise reçetelerden çok belli ilkelerden söz etmek daha doğrudur. Her bölge, hatta her çiftçi için farklı uygulamalar söz konusu olabilir. Agroekoloji geleneksel bilgiyi –yerel bilgi veya daha genel olarak halkın bilgisini– modern, bilimsel tarım bilgileriyle bütünleştirir. Endüstriyel tarımda çiftçi bilgi açısından neredeyse boş bir kap gibi kabul edilir. Bilginin ona tamamen dışarıdan verildiği varsayılır. Böylelikle “modern” denilen tarımsal girdileri üreten şirketler çiftçiyi manipüle ederek kendisine bağlar. Agroekoloji ise eğitim anlayışı olarak “inşacı eğitimi” esas alır. Bilgi nakledilemez. Nakledilen enformasyondur. Herkes bilgiyi, aldığı enformasyondan yararlanarak kendisi oluşturur, inşa eder. Hiç kimse mutlak anlamda bilgisiz değildir (Freire ). Agroekolojinin yaygınlaştırılmasında bu konuya tekrar döneceğiz.

Agroekolojik işletmelerin ne gibi özellikleri olduğunu inceleyerek ilkeler hakkında fikir sahibi olabiliriz. Bunlardan en önemlisi genetik çeşitliliktir.

Agroekoloji ile ilgileniyor musunuz?

Küresel iklim krizi nedeniyle, Akdeniz havzasında, sürdürülebilir uygulamalara ve topluluklara geçişin önemi giderek daha belirgin hale geliyor. Üretim modelinin sanayileşmesi, canlı toprakların, biyolojik çeşitliliğin ve yerel tohumların kaybına, arazinin terk edilmesine ve sosyo-ekonomik eşitsizliklerin şiddetlenmesine neden oluyor. Agroekolojik uygulamalar ise biyoçeşitlilik kaybı, iklim krizi ve kırsal yoksulluk ile mücadelede çözümler öneriyor. 

Dernek, Avrupa Birliği tarafından Erasmus+ Programı kapsamında desteklenen Akdeniz Agroekoloji Kervanı - MedCaravan projesi ile yerelde ve kırsaldaki agroekoloji bilgi ve uygulamalarını toplayarak, derlenen bilgi ve deneyimleri, eğitim materyalleri ve dijital bir platformla daha geniş bir platformda paylaşmayı hedefliyor.

Anket çalışmasına katılmak için;

Agroekoloji konusu ile ilgileniyorsanız, eğitim platformumuzun geliştirilmesi adına; ilgi alanlarınızı, ihtiyaçlarınızı ve bilgi düzeyinizi anlamamızı sağlayacak olan anket formumuzu 15 Haziran tarihine kadar doldurabilir ve çevreniz ile de paylaşarak yaygınlaştırmamıza destek olabilirsiniz. 

Linke tıklayarak anket çalışmasına katılabilirsiniz.

Akdeniz Agroekoloji Kervanı - MedCaravan projemiz hakkında ayrıntılı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir