Şiirin birim sayısı, birimdeki dize sayısı, dizelerdeki hece sayısı ve kafiye düzeni ile belirlenen şekline nazım biçimi adı verilir. Şiirin bazen konusu, bazen de ölçüsünün kalıbı şiir biçimi önemlidir.
Nazım biçimindeki dizelerin kümelenişine nazım birimi; nazım birimlerindeki dizeler arasındaki uyak bağlantısına uyak düzeni; nazım şekilleri, nazım birimi ile uyak düzenine göre türlere ayrılmasına nazım türü denir.
Nazım türlerinde dize ve uyak düzeni şemayla; bu şemada her dize bir çizgiyle; kafiyeler bir harfle gösterilir. Ana kafiye için a harfi kullanılır. Diğer kafiyeli dizeler bden başlanarak sırayla harflendirilir. Kafiyesiz dizeler x ile; nakaratlar harfin üzerine konan küçük bir n harfi ile gösterilir.
Divan Edebiyatı Nazım Biçimleri
Divan şiiri, mazım biçimleri açısından zengin bir şiirdir. Nazım biçimleri beyit ve bent olmak üzere ikiye ayrılır. Beyitle yazılanlar aynı ve ayrı uyaklı olmak üzere iki dala ayrılır. Aynı uyaklıların en önemlileri gazel, kaside ve müstezattır. Ayrı uyaklı tek nazım şekli ise mesnevidir.
Bentlerden oluşan nazım biçimleri de tek bentli ve çok bentli olarak gruplandırılır. Tek bentli olanlar rübai ve tuyuğ, çok bentliler ise musammat ana başlığı altında toplanan murabba, şarkı, muhammes, tahmis, tardiye, taşdir, müseddes, tesdis, müsebba, tesbi, müsemmen, temsin, muaşşer, taşir, terkib-i bent ve terci-i benttir. Bunun haricinde müfred yani tek beyit ve azade (tek mısra) vardır.
Dize, manzum yapıtların her bir satırına verilen isimdir. Bir ölçüye uygun olarak söylenmiş beytin yarısına da mısra denir. En küçük anlamlı nazım birimi olan mısra, bir şiirin parçası olabileceği gibi, bağımsız bir bütünlük de olabilir. Divan edebiyatında kendi içinde bir bütün oluşturan mısralara mısra-i azade yani bağımsız mısra adı verilebilir. Ayrıca bir beytin birbirinin anlamlarını tamamlayan ya da aralarındaki anlam bağı kesin olmayan mısralarına da aynı ad verilir. Yetkinliği, sağlamlığı, özlü ve çarpıcı anlatımıyla dikkat çeken, her zaman hatırlanabilen, dilden dile dolaşan mısralara mısra-i berceste veya şah-mısra adı verilir.
Beyitlerden Oluşan Tek Kafiyeli Nazım Şekilleri
Gazel
Divan şiirinde en çok kullanılan nazım şekillerindendir. Kelime anlamı kadınlarla aşıkâne sohbet etmek, konuşmak; kadınlar için söylenen güzel, aşk dolu söz demektir. Terim olarak aşk, şarap, tabiat ve kadın konularını işleyen şiirlere denir. Ayrıca klasik musikimizde, bir kişi tarafından özel bir ahenkle okunan musiki eserlerine gazel; gazelleri makamla okuyan kişilere gazel-hân, gazel yazan ustalara ise gazel-sera, gazel-nuvis; gazel tarzında olan şiirlere gazeliyyât adı verilir.
Bağımsız bir nazım biçimi olarak Türk edebiyatına İran edebiyatından gelmiştir. Biçimde herhangi bir değişikliğe gidilmemiş, Türk şairleri tarafından sıkça kullanılmış olup, aruzun hemen hemen her kalıbıyla yazılmışlardır.
Gazelin beyit sayısı arasında değişir. Gazelin ilk beytine matla, son beytine makta adı verilir. Matla beytinden sonra gelen son beyte hüsn-i matla, makta beytinden bir önceki beyte ise hüsn-i makta, en güzel beytine beytül gazel denir.
Birinci beyit kendi arasında kafiyeli, diğer beyitlerin birinci serbest, ikinci mısraları birinci beyit ile kafiyelidir. Kafiye düzeni aa-ba-ca-da-ea-fa şeklindedir.
Gazel Örneği:
Gönül düşüp ham-ı giysû-yı yâra kalmışdur
Netîce hâtırum ol yâdigâra kalmışdur
İrişmeyince hatı âşinâlık itmez o yâr
Anunla sohbetümüz tâ bahâra kalmışdur
Hadengi sâika-sürat iken ol âhûnun
Gelince menzil-i cism-i nizâra kalmışdur
Güşâyiş-i der-i genc-i tılsım her dü-cihân
Niyâz-ı nîm şeb ü âh ü zâra kalmışdur
Acebdür ol büte cân virmek isterem Sırrî
Benüm işüm hele Perverdigâvara kalmışdur
(Üsküdarlı Sırrî)
Gazelde öncelikle beyit güzelliğine önem verilir. Bir gazelde beyitler yalnız vezin ve kafiye yönüyle değil, anlamları bakımından da birbirine bağlanmışsa yani bir konu bütünlüğü varsa, böyle gazellere yek-ahenk, bütün beyitler aynı güçte ve güzellikte söylenebilmişse bunlara da yek-âvâz gazel adı verilir.
Yek-âvâz ve âşıkane üslupla yazılmış gazele örnek:
Menüm tek hiç kim hiç kim zâr u perişân olmasun yâ Rab
Esîr-i derd-iaşk u dâğ-ı hicrân olmasun yâ Rab
Dem-a-dem cevrlerdür çekdüğüm bî-rahm bütlerden
Bu kâfirler esîri bir müselmân olmasun yâ Rab
Görüp endişe-i katlümde ol mâhı budur derdüm
Ki bu endîşeden ol meh peşîmân olmasun yâ Rab
Çıkarmak itseler tenden çeküp peykânın ol servün
Çıkan olsun dil-i mecrûh peykân olmasun yâ Rab
Cefa ü cevr ile mutâdem anlarsuz nolur hâlüm
Cefâsına had ü cevrine pâyân olmasun yâ Rab
Dirmen kim adli yok yâ zulmü çok her hâl ile olsa
Gönül tahtına andan gayrı sultân olmasun yâ Rab
Fuzûlî buldı genc-i afiyet meyhâne küncinde
Mübârek mülkdür ol mülk vîrân olmasun yâ Rab
(Fuzûlî)
Matla beytinin dizeleri kendi aralarında uyaklıdır. Buna musarra beyit denir. Birden fazla musarra beyit varsa bu gazele zül-metâli veya zâtül-metâli, her beyti musarra yani her dizesi uyaklı olan gazele müselsel denir.
Bazı gazellerin matla beytini oluşturan dizelerden birinci ya da ikincisinin makta beytinde yani son beyitte yinelenmesine redd-i matla, matla veya maktadaki dizeler dışındaki bir dizenin maktada yinelenmesine redd-i mısra adı verilir. Tekrarlanan bu dizenin hoş bir etki yapabilmesi için güzel olması gerekir.
Şair mahlasını makta ya da hüsn-i maktada söyler. Bu durumda beyit ikinci bir adla mahlas beyti ya da mahlas-hâne olarak bilinir. Şair mahlasını uygun düştüğünde iki ayrı beyitte de kullanabilir. Mahlas kullanılmamış gazeller de mevcuttur.
Şairin mahlasını tevriyeli kullanmasına hüsn-i tahallüs adı verilir:
Minnet Hudâya devlet-i fenâ bulur
Bâkî kalır sahîfe-i âlemde adımız.
(Bâkî)
Mahlas beytinden sonraki birkaç beyitte şair, zamanın padişahı, devlet büyükleri veya tarikat uluları için övgüde bulunur. Bu tarz gazellere gazel-i müzeyyel denir.
Mısra sonlarındaki kafiyelerden ayrı olarak mısra içlerinde de kafiye bulunan gazellere musammat gazel adı verilir. Genelde aruzun iki çeşit parçaya bölünebilen kalıplarıyla yazılır. Baştan ya da ikinci beytinden başlayarak bu eşit parçalardan ilk üçü kendi aralarında kafiye oluşturur ve her beyit küçük bir dörtlük halini alır. Fuzûlînin aşağıdaki beyti musammat gazele güzel bir örnektir:
Beni cândan usandırdı/cefâdan yâr usanmaz mı?
Felekler yandı âhımdan/murâdım şemi yanmaz mı?
Kamu bîmârına cânân/devâ-yı dert eder ihsân
Niçin kılmaz bana dermân/beni bîmâr sanmaz mı?
Gamım pinhân tutardım ben/dediler yâre kıl rûşen
Desem ol bî-vefâ bilmen/inanır mı inanmaz mı?
Şeb-i hicrân yanar cânım/döker kan çeşm-i giryânım
Uyarır halkı efgânım/kara bahtım uyanmaz mı?
Gül-i ruhsârına karşu/gözümden kanlu akar su
Habîbim fasl-ı güldür bu/akar sular bulanmaz mı?
Değildim ben sana mâil/sen ettin aklımı zâil
Bana tan eyleyen gâfil/seni görgeç uyanmaz mı?
Fuzûlî rind-i şeydâdır/hemîşe halka rüsvâdır
Sorun kim bu ne sevdâdır/bu sevdâdan usanmaz mı?
(Fuzûlî)
Sonu getirilmemiş ya da beyit sayısı beşten az olan gazellere na-tamam gazel denir. Başka şairlerin birkaç dize ekleyerek bent biçimine dönüştürdükleri gazellere tahmis veya terbi denir.
Divanların ağırlık noktasını oluşturan gazellerdir. Gazellerin adlandırılması kafiye ya da rediflerin son harflerine göre olur. Bu dizilişte esas olan Arap alfabesidir.
Gazellerde aşk, şarap âlemleri, doğa güzellikleriyle birleşmiş bir biçimde canlı ve akıcı bir üslupla kaleme alınır. Konu bakımından lirik bir nazım şeklidir. Değişik konularda yazılmış olmakla beraber gazeller genelde aşk şiirleridir.
Gazeller, konularına göre de değişik isimler alırlar.
Aşkın verdiği mutluluğu, sıkıntıyı, sevgiliden şikâyet etmeyi içli ve duygulu bir şekilde anlatan gazellere âşıkane gazel denir. Bu alanın en önemli temsilcisi Fuzulîdir.
İçkiyi, içki zevkini, içki ile ilgili düşünceleri, hayata karşı kayıtsızlığı, yaşama boş vermişliği ve yaşamdan zevk almayı işleyen gazellere rindâne gazel denir. Bunun en önemli temsilcisi Bâkîdir.
Kadınları ve aşkın zevklerini konu edinen zarif ve çapkın bir anlatımla söylenmiş gazellere ise şûhane gazel, Nedîmâne tarz denir. Bu türün en önemli temsilcisi Nedîmdir.
Ahlakla ilgili öğütler veren, türlü hayat görüşlerini yansıtan, özdeyiş niteliğindeki sözlerin ağır bastığı gazellere hâkimâne gazel, hikemî gazel denir. Nabî ve Koca Ragıp Paşanın bu tarzda gazelleri vardır.
Kaside
Kaside kastetmek, yönelmek, niyet etmek anlamlarında Arapça bir kelimedir. Terim olarak belli bir amaçla yazılmış manzume anlamına gelir. Türk edebiyatında din ve devlet büyüklerini övmek amacıyla yazılan uzun şiirlerdir.
Kaside şairlerine kaside-gû (kaside söyleyen), kaside-sera ya da kaside-perdaz (kaside yazan) denir.
Kaside beyitlerle yazılır. Beyit sayısı genelde arasında değişir. Ancak, 33ten az, 99dan çok olan kasidelerin sayısı da az değildir.
Kasidenin ilk beytinin mısraları aynı uyaklı, ondan sonraki beyitlerin mısraları ise birinci beyit ile uyaklıdır. Uyak düzeni aynı gazeldeki gibi aa-ba-ca-da-ea-fa şeklindedir.
Kasidenin ilk beytine matla, son beytine makta, en güzel beytine şah beyit veya beytül kasid, şairin adının veya mahlasının geçtiği beyte taç beyit denir. Bazen şairin mahlasını söylediği birden fazla beyit olabilir. Taç beyit, kasidenin son yani makta beyti olabileceği gibi, ondan önceki beyitlerden biri de olabilir. Şairler genellikle mahlaslarını tegazzül, fahriye ve dua kısmında ya da kasideyi bitirmeden birkaç beyit önce söylerler.
Şair kaside içinde, herhangi bir yerinde matla beyti tekrarlanabilir. Yani aa şeklinde olabilir. Buna tecdîd-i matla denir. Tecdid-i matla olan kasidelere zâtül-matla, zül-metâli adı verilir.
Kasideler, mürettep divan sıralamasında divanların başında ve öteki şiirlerden önce yer alır. Divanlarda önce dinî konulardaki tevhîd, münacât, nat kasideleri; dört halife hakkındaki kasideler; padişah, sadrazam, vezir vb. için yazılmış kasideler sıralanır. Kasideler, devrin toplumsal hayatına ışık tutması açısından önemlidir.
Kaside 6 bölümden oluşur:
Birinci bölüm beyitten oluşan nesîb veya teşbîb denilen giriş bölümüdür. Kasidenin girişi ve şiir yönünün en ağır bastığı bölümüdür. Konusu aşk ve sevgili olan başlangıç kısımlarına nesib, başka ve değişik konuları işleyen kaside başlangıçlarına teşbib adı verilmiştir.
Kasideler bu nesîb kısımlarının konularına göre adlandırılmıştır. Nesibleri baharı anlatan kasidelere bahariye, kışı anlatanlara şitâiyye ve bayramı anlatanlara ıydiyye, düğünleri anlatanlara sûriye denir. Rediflerine göre isim alan kasideler de var: su kasidesi, sünbül kasidesi, sühan kasidesi gibi. Redifi olmayanlar da kafiyelerinin son harfleriyle anılırlar: Râiyye, Mimiyye, Vâviyye kasidesi gibi. Bazı şairlerin hiç nesîb yapmadan doğrudan methiyeye geçtikleri olmuştur.
İkinci bölüm girizgâh ya da girizdir. Kasidelerin nesib bölümünden asıl konu olan methiye bölümüne geçerken söylenen beyit ya da beyitlere denir. Bu beyit ya da beyitler iki bölümü birleştiren basamak görevindedir. Gelişi güzel söylenmez, yeri getirilerek, uygun, nükteli bir sözle övgüye başlandığı belirtilir.
Üçüncü bölüm methiyedir. Kasidenin sunulduğu kişinin övüldüğü yerdir. Övülen kimsenin kişisel yetenekleri hiç dikkate alınmadan çok abartılı olarak, kalıplaşmış mazmun ve benzetmelerle yapılan övgüdür. Bu bölümde asıl konu anlatılır. Beyit sayısı konuya ve şaire göre değişen methiye bölümü kasidenin en sanatlı beyitlerini içerir.
Kasidenin dördüncü bölümü tegazzüldür. Gazel söyleme, gazel tarzında şiir yazma anlamına gelir. beyit arasında değişir. Kasidelerin içinde genelde methiye bölümünden sonra bir fırsatını düşürüp aynı ölçü ve uyakta gazel söylemektir. Bu bölüm her kasidede bulunmayabilir. Kimi zaman gazeller tegazzülle başlayabilir. Bu durumda kasidede nesib bölümü bulunmaz. Gazelden sonra yine methiyeye geçilir.
Beşinci bölüm fahriyedir. Kaside içinde şairin kendisini övdüğü bölümdür. Methiye bölümünde de olduğu gibi şair, abartılı olarak kendisini İranın ünlü şairleriyle karşılaştırarak över. Hatta şiirinin ve şairlik gücünün onlardan üstün olduğunu söyler.
Kasidenin son bölümü duadır. Bu bölümde önceki beyitlerde övgüsü yapılan kişinin başarılı, uzun ömürlü ve talihinin iyi olması yolunda iyi dileklerde bulunarak dua edilir.
Kasideler, nesib bölümünde ele alınan konuya göre kaside-i bahariyye, kaside-i ramazaniyye, kaside-i hammamiyye olarak adlandırılır. Bir başka adlandırma redife göredir: şemsiyye, sünbüliyye, su kasidesi gibi. Redifli olmayanlar da kafiyelerinin son harfleriyle anılırlar. Kasidenin kafiye harfi r harfi ile bitiyorsa kaside-i raiyye, l harfi ile bitiyorsa kaside-i lâmiyye, m harfiyle bitiyorsa kaside-i mimiyye adları verilir.
Kasideler konularına göre de adlandırılır. Tanrı birliği anlatılıyorsa tevhid, Allaha yakarış söz konusu ise münâcât, peygambere övgü varsa nat adını alır.
Dini konularda yazılan kasideler hariç, kasideler bir geçim kaynağı olarak kullanılmıştır. Padişahın tahta oturması, bazı kişilere sadrazamlık, vezirlik, şeyhülislamlık verilmesi, savaşta kazanılan bir başarı, bayram, düğün kutlamaları, saray, çeşme, hamam gibi yapıların tamamlanışı gibi devlet büyüklerine kaside sunmak için bir fırsat olmuştur. Kaside sunan kişiye ihsan ve caize ile ödüllendirmek bir adet haline gelmiştir. Bugünkü anlamda bir bakıma telif ücreti de denilebilir.
Matla bölümü
Rûh-bahş oldu Mesîhâ-sıfat enfâs-ı bahâr
Açdılar dîdelerin hâb-ı ademden ezhâr
Taze cân buldı cihân erdi nebâtâta hayât
Ellerinde harekât eyleseler serv ü çenâr
Nesib veya teşbib bölümü
Döşedi mihr-i felek yolları dibâlar ile
Etdi teşrîf çemen mülkini sultân-ı bahâr
Subhdem velvele-i nevbet-i şâhî mi degül
Savt-ı murgân-ı hoş-elhân u sadâ-yı kühsâr
Girizgah bölümü
Dâmenin dürr ü cevâhirle pür etdi gül-i ter
Ki ede hâk-i der-i hazret-i Paşaya nisâr
Sâhib-i tîg ü kalem mâlik-i câm u hâtem
Âsaf-ı Cem-azamet dâver-i Cemşîd-vekâr
Methiye bölümü
Manzar-ı kasr-ı saâdetden anun reyi gibi
Rûy göstermedi bir şâhid-i hurrem-dîdâr
Bâğ-i cihânda nihâl-i kereminden derilür
Lutf-ı bî-minneti meyvelerinden her bâr
Tegazzül bölümü
Gül gibi gülşene kılmaz nola arz-ı dîdâr
Hayli döküldi saçıldı yolına fasl-ı bahâr
Reşk-i dendânun ile hançere düşdi lâle
Berg-i sûsende gören etdi sanur anı karâr
Taç beyit
Koma Bâkî kulunı cura-sıfat ayakda
Dest-gîr ol ana ey dâver-i âlî-mikdâr
Fahriye bölümü
Puhteür gayrılar eşarı meger puhte piyâz
Hâm anberdür eger hâm ise de bu eşar
Hâm var ise eger micmere-i nazmunda
Dâmen-i lutfun anı setr ede ey fahr-ı kibâr
Dua bölümü
Lâlelerle bezene nitekim deşt ü sahrâ
Nitekim güller ile zeyn olan dest destâr
Nitekim lâlelerle şebnem ola üftâde
Güllere âşık-ı şeydâ geçine bülbül-i zâr
Makta bölümü
Gül gibi hurrem u handân ola rûy-ı bahtun
Sâgar-ı ayşun ola lale-sıfat cevherdâr
Müstezat
Müstezadın sözlük anlamı, ziyadeleştirilmiş, artmış, çoğalmış demektir. Edebiyat terimi olarak uzunlu kısalı mısralar halinde yazılan nazım şeklinin adıdır. Bir gazelin her dizesine bir kısa dize ekleyerek oluşturulan şiir biçimidir.
Genellikle aruzun mefûlü/ mefâîlü/ feûlün kalıbı kullanılarak yazılırlar. Her dizeden sonra bu kalıbın ilk ve son parçalarından olan mefûlü/ feûlün kalıbına uygun kısa bir dize söylenir. Eklenen bu kısa dizeye ziyade denir. Ziyadeler dizeden sayılmadığı için iki uzun iki kısa dizeden oluşan dört dize bir beyit sayılır. Kısa dizeler okunsa da okunmasa da beytin anlamı bir bütün oluşturur. Ziyadesi bir satırdan fazla olan müstezatların yanı sıra çift ziyadeli olanlar da vardır.
Müstezatlar, aşk, sevgili, şarap, tabiat gibi konularda yazılmışlardır. Ayrıca methiye, nat, tevhid, münacât, hiciv, dervişlik, tarikat, dünyaya bağlılık ve müzik terimleri ile ilgili müstezatlar da vardır.
Müstezat, Türk edebiyatına İran edebiyatından gelmiştir. Türk edebiyatında bilinen ilk müstezatlar Nesîmîye aittir. Tanzimat döneminden sonra Servet-i Fünun edebiyatçıları müstezada fazla ilgi göstermişlerdir.
Müstezat Örneği
Ey şûh-i kerem-pîşe dil-i zâr senindir
Yok, minnetin aslâ
Ey kân-ı güher anda ne kim var senindir
Pinhân ü hüveydâ
Sen kim gelesin meclise bir yer mi bulunmaz
Baş üzre yerin var
Gül goncasısın kûşe-i destâr senindir
Gel ey gül-i ranâ
(Nedîm)
Kıta
Kıtanın sözlük anlamı parça, bölük, cüzdür. İkinci ve dördüncü dizeleri birbiriyle kafiyeli genelde iki beyitli bir nazım şeklidir. Kafiye şeması xa-xa şeklindedir.
Matla ve makta beyti bulunmayan kıtada iki beyitten uzun kıtalara kıta-i kebîre denir. Uzun kıtalar, divanlarda kasidelerden hemen sonra; diğer kıtalar divan sonlarında mukattaât adı altında birleştirilmişlerdir.
İki beyitli kıtalar, edebiyatımızda çok sık kullanılmışlardır. Bu sebeple kıta terimiyle daha çok iki beyitli şekiller belirtilmiştir. Bu kıtalar dört mısradan meydana geldikleri için bunlara dörtlük adı da verilmiştir. Rübâilerle zaman zaman karıştırılmışlardır.
Kıtalar aruzun her kalıbıyla yazılırlar. Kıtaların konusu çok çeşitlidir. Önemli bir düşünce, hikmet, yergi, nükte olabilir.
Kıta Örneği
Kalem olsun eli ol kâtib-i bed-tahrîrin
Ki fesâd-ı rakamı sûrumuzu şûr eyler
Gâh bir harf sukûtıyla eder nâdiri nâr
Gâh bir nokta kusûrıyla gözü kûr eyler
(Fuzûlî)
Kaynakça:
İpekten, Haluk (). Eski Türk Edebiyatı Nazım Şekilleri ve Aruz, Dergah Yayınları, İstanbul.
Macit, Muhsin (). Divan Şiirinde Ahenk Unsurları, Akçağ Yayınları, Ankara.
Yazar:Özge Beniz
Dersin işlenebildiği tüm diller :
Merhaba, özellikle edebiyat derslerinin sıkıcı olduğu konusunda hepimiz hem fikiriz diye düşünüyorum ancak birlikte bu sıkıcılığı ortadan kaldıracağımıza ve derslerimizin keyifle geçeceğine inanıyorum. Osmanlı Türkçesi ise bulmaca gibidir, birlikte bu bulmacanın püf noktalarını yakalayacağız ve siz çözmeye başladıkça zevk alacaksınız. Dilbilgisi, zorlandığımız ama birlikte zor kelimesini bile ekine köküne ayıracağımız bir ders olacak. Nasıl diye sorarsanız, gelin birlikte görelim.
Hilal ile yapacağınız bu ücretsiz ilk ders, birbirinizi tanımanıza ve sonraki dersleriniz için ihtiyaçlarınızı belirtmenize olanak sağlayacaktır.
Aşık Edebiyatı, Anadolu’da yüzyıldan sonra, şehirlerde, asker ocaklarında, kervansaraylarda, esnaf teşekküllerinde, konaklarda gelişen halk edebiyatından farklı orta tabaka edebiyatıdır.
İslamiyetten önceki Türklüğün milli sözlü edebiyatı içinde daha çok Kam, Bakşı ve Ozanlar yer almışlardır. Aynı zamanda birer halk hekimi ve sihirbaz vazifesini de üstlenen bu kimseler, İslamiyet, sihri ortadan kaldırdığı ve modern hekimliğin yolunu gösterdiği için eski itibarlarını kaybettiler. Önceleri hikaye, destan ve kahramanlık şiirlerini terennüm ettiler.
Zamanla ortaya çıkan aşık edebiyatının ortaya çıkmasına sebeb oldular. Böylece, halk şairi de denen aşıklar ortaya çıkmış oldu. Buna paralel olarak devam eden yüksek zümre yani divan edebiyatından ayrı bir edebiyatın hazırlanmasında rol oynayan aşıklar, daha ziyade hece ölçüsünü kullandılar. Kendilerini, irticalen yani dile geldiği gibi, saz eşliğinde, bir de kalabalık halk önünde söyleme yönünden, divan şairlerinden üstün görürlerdi. Halk da aynı görüşte olmasına rağmen, divan şairleri tarafından pek rağbet görmediler. Ancak orduda yetişenler ve sarayda görülen halk şairleri bilhassa saray tarafından destek gördüler. Hatta sarayda bilhassa hanımlar arasında halk şiiri tarzında şiir söyleyenler de görüldü.
On yedinci asra kadar ellerinde saz olan halk şairleri bu yüzyıldan sonra, çöğüre rağbet ettiler. Böylece aşık ve saz şairi yanında aynı manada çöğürcü kelimesi de ortaya çıktı. Fakat yüzyılda başlayan garpçılık hareketi ve Cumhuriyet dönemlerinde bu zümre eski rağbetini gitgide kaybetti. Sadece memleketin iç kesiminde eski hayat tarzına yer veren kısımlarda aşıklara rastlanmış oldu.
Günümüzde varlıklarını sürdüren aşıkların belirli toplantı yerleri vardır. Halk şairleri, köy, kasaba, göçebe gibi topluluklarda güç hayat şartları içerisinde yetişmişlerdir. Büyük şehirlerde yaşayan halk aşıkları ise Divan edebiyatından etkilenerek özelliklerini büyük ölçüde kaybetmişlerdir. Aşıklar eserlerini sazlarıyla beraber, hem çalarak hem de söyleyerek meydana getirirlerdi. Her aşık bir ustanın yanında yetişir, yetişme esnasında ustasından öğrendiklerini etrafa yayardı. Geçimlerini ya zengin olanların yardımlarıyla veya toplulukta sanatını icra ettikten sonra toplanan paralardan temin ederlerdi. Aşıklar çeşitli tasniflere tabi tutulmuşlardır. Kısaca aşağıdaki şekilde gösterilebilirler:
Bunlar Divan şiirinin etkisinde kalmış ve belli bir süre tahsil görmüşlerdir.
Büyük şehirlerden uzak kalmış şairlerdir. Sanatlarını köy düğünü ve meclislerde icra ederlerdi.
Güneydoğu Anadolu’da bulunan aşiret beylerinin hizmetinde bulunan şairlerdir.
Daha ziyade kızılbaş şairleri ile Hacı Bektaş-ı Veli’nin yolundan ayrılmış olan Bektaşi şairleridir.
Yunus Emre, Hacı Bayram-ı Veli ve Eşrefoğlu gibi tekke şiiri içinde yer alan mutasavvıfların şiirlerindeki özellikleri, sonradan gelenler zamanla değiştirmişler ve kaynağını Şah İsmail’in şii inançları ve kültüründen alan yarı politik bir aşık edebiyatı meydana getirmişlerdir. Şah İsmail’in ve Tahmasb’ın Osmanlı padişahlarıyla yaptığı savaşlar esnasında Pir Sultan Abdal, Kul Himmet gibi bazı şairler bu edebiyatın Anadolu’da temsilciliğini yapmışlardır.
Aşık edebiyatının sözlü ve yazılı olmak üzere iki kaynağı vardır. Sözlü kaynak, aşık edebiyatını öğrenenlerin hafızalarıdır. Bunlar aşık edebiyatını, bir yerden bir yere ve nesilden nesile yaymayı vazife bilirler.
Yazılı kaynaklar ise, okuma-yazma bilen aşıkların veya herhangi bir meraklının beğendiği şiirleri yazdıkları defterlerdir. Bu çeşit defterlere cönk veya sığır dili denirdi (Bkz. Cönk).
Aşıkların meydana getirdikleri eserler, hikaye ve şiir olmak üzere iki kısma ayrılır:
Aşıkların anlattıkları, nesir ve nazım karışımı hikayelere, Türk Edebiyat tarihinde halk hikayesi adı verilir. Bu hikayelerin, son devirdekiler hariç, müellifleri belli değildir. Hikayelerde kahramanlık, aşk ve halk şairlerinin hayatları anlatılır.
Aşık edebiyatında şiir, hem aşıklar tarafından meydana getirilir, hem de başkalarınınki nakledilirdi. Şiir, aşık edebiyatında konuları bakımından; destan, güzelleme, koçaklama, taşlama, ağıt, tenkit, iyilik telkini, nasihat ve şikayet gibi ahlaki konuları işleyen manzumeler olmak üzere kısımlara ayrılır.
Aşık edebiyatı, dil, üslup ve vezin bakımından Divan edebiyatından ayrılır. Aşıklar halkın konuştuğu dil ile yazmışlar ve söylemişlerdir, saray tarafından ilgi görmüşlerdir. Eserlerinde çok az Arabi ve Farisi kelimeler kullanmışlardır. Hakim olan vezin, hece veznidir. Ancak aruz vezni de yer yer kullanılmıştır.
Aşık edebiyatı aslında sözlü bir edebiyattır; zira, aşıklar, şiirlerini yazmazlar, söylerlerdi. Onların şiirleri daha çok şiir meraklıları tarafından tertib edilen cönklerde yer almıştır.
Çeşitli milletlerin şiirlerinde ahengi sağlamak amacıyla hecelerin sayı ya da niteliklerini esas alan birtakım ölçülerin kullanıldığı bilinmektedir. Türk şiirinde de biri hece ölçüsü (=hece vezni), diğeri de aruz ölçüsü (=aruz vezni) olmak üzere iki ölçü kullanılmıştır. Hece ölçüsü şiirin bütün mısralarındaki hece sayısının eşitliğine, aruz ölçüsü de açık (=kısa) ve kapalı (=uzun) olarak nitelenen hecelerin bir şiirin bütün mısralarında aynı düzen içerisinde tekrarlanması esasına dayanır.
Gerek hece, gerekse aruz ölçüsünün görevi şiirde ritmi sağlamaktır. Bu ölçüler aracılığıyla düzenli ses oluşumları elde edilerek şiire müzik ögesi katılır. Ölçü dışında kafiye, vurgu, mısralardaki durak yerleri ve ses tekrarları da şiirde ahengi sağlayan ögelerdendir. Aruz genellikle klâsik dönem Türk şiirinde, hece ise halk şiirinde kullanılmıştır.
Aruz, Arap edebiyatında doğmuş ve oradan Fars ve Türk edebiyatlarına ve diğer İslamî edebiyatlara geçmiş bir şiir ölçüsüdür. Arap şiirinde aruz veznini bir esasa bağlayan el-Halîl b. Ahmed el-Ferahidî (öl. )dir . Ondan önce de Araplar aruzu, kuralları belirlenmemiş bir âhenk sistemi olarak şiirde kullanmış ve uygulama yoluyla öğretmişlerdir. Ancak Halilin çalışmaları sonucunda bu uygulamalar ve dağınık bilgiler bir esasa bağlanmış ve aruz bir bilim dalı olarak Arap edebiyatı ndaki yerini almıştır.
Arap aruzu İran edebiyatına geçtiğinde birtakım değişikliklere uğramıştır. Bu değişikliklerden en önemlisi Arap aruzundaki bazı bahir (<bahr)lerin kullanılmaması ve birtakım yeni bahirlerin ilave edilmesidir. Bir diğer önemli değişiklik de Arap nazmına göre İran aruzunda tefile sayısının, buna bağlı olarak mısra uzunluğunun daha da artmasıdır.
Türkler aruz veznini doğrudan Arap edebiyatından değil, İran edebiyatından almışlardır. Dolayısıyla İran edebiyatında yapılan değişiklikler de Türk aruzuna yansımıştır. Ancak İran şiirinde kullanılan bütün bahirler Türk şiirine olduğu gibi aktarılmamış; İran edebiyatında kullanılan bazı vezinler Türk şiirinde neredeyse hiç kullanılmamıştır. Fakat İran aruzu ile Türk aruzu arasındaki fark, Arap şiiri ile İran şiiri arasındaki farka göre çok daha azdır. Bundan dolayı Türk aruzunun pek az değişiklikle İran aruzunu izlediğini söylemek mümkündür.
Türkler Aruzla şiir yazmaya başladıklarında hece veznine yakın aruz vezinlerini tercih etmişlerdir. İslamî dönem Türk edebiyatının ilk büyük şaheseri olan Kutadgu Biligin 11li hece veznine yakın bir bahirden alınmış bir vezinle yazılması bunun en önemli göstergesidir. Bu Türk şiirinin devam gücünü ve varlığını sürdürme yeteneğini gösterir. Aruzun Türk şiirine başarıyla uygulanması oldukça uzun bir süre sonundagerçekleşebilmiştir. Bunun nedeni Türkçenin kelime varlığında aruz veznine uygun hecelerin mevcut olmamasıdır. Türk edebiyatının Anadolu sahasındaki ilk ürünlerinde oldukça sık görülen aruz hataları, zamanla Arapça ve Farsçadan Türkçeye giren kelimelerin de katkısıyla giderek azalmış ve aruz vezniyle son derece âhenkli şiirler yazılmaya başlanmıştır. Türk edebiyatının klâsik olarak nitelenen en uzun ve en olgun döneminde ölçü olarak aruz vezni kullanılmıştır.
Türk edebiyatı Batı edebiyatının etkisi altına girdikten sonra da aruz ile ilgi kopmamış, şairler yeni arayışlar peşinde koşarken aruzu yeni ifade teknikleri için yine ahengi sağlayan ölçü olarak kullanmayı sürdürmüşlerdir. Aruz, Tevfik Fikret (öl. ) ve Mehmet Âkif (öl. )in şiirlerinde Türkçe ile en güzel şekilde uyum sağlamış, Mehmet Âkif ile de günlük dil bile aruzla ifade edilebilir hâle gelmiştir. Fakat Cumhuriyet döneminde aruza ilgi gittikçe azalmış, Yahya Kemal (öl. )in şiirleri ile de devrini kapatmıştır.
Aruz Türk edebiyatında Halk şiirinde de denenmiş ve divan, selis, semaî gibi biçimlerin farklı adlarla adlandırılmasına aruzun belli kalıplarının kullanılması kaynaklık etmiştir.
Aruzla İlgili Temel Kurallar ve Terimler
Aruza Göre Hece Türleri
Aruz, şiirde açık (=kısa) ve kapalı (=uzun) olarak nitelenen hecelerin öncedenbelirlenmiş bir düzen içerisinde tekrarlanması esasına dayanan bir şiir ölçüsü; daha doğrusu bir âhenk sistemidir. Dolayısıyla aruz veznini öğrenmek için yapılacak ilk iş, bu vezne göre hecelerin ses değerlerini; yani, hangi hecenin açık, hangi hecenin kapalı hece kabul edildiğini belirlemektir.
Aruza göre üç çeşit hece vardır: 1. Açık (=kısa) hece, 2. Uzun (=kapalı) hece, 3. Medli hece (=bir buçuk hece).
1. Açık hece (=kısa hece):
Sonu kısa ünlü ile biten heceler aruza göre açık ya da kısa hecedir: ge-li-yorun koyu harşerle gösterilen birinci ve ikinci heceleri gibi.
Tek kısa ünlüden meydana gelen heceler de aruzda açık hece kabul edilmiştir: e-mekin ilk hecesi olan egibi.
Açık heceler, aruz işlemlerinde nokta (.) ile gösterilir.
2. Kapalı hece (=uzun hece):
Sonu ünsüz ya da uzun ünlü ile biten heceler aruzda kapalı ya da uzun hece olarak kabul edilir: dün-yâsözünün heceleri gibi.
Tek uzun ünlüden meydana gelen heceler de aruzda kapalı hece olarak kabul edilir: â-teş kelimesinin ilk hecesi gibi.
Kapalı ya da uzun heceler, aruz işlemlerinde kısa bir düz çizgi ( ) ile gösterilir.
3. Medli hece (=bir buçuk hece):
Aruzda bazı heceler ilki kapalı ikincisi açık olmak üzere iki hece değerinde kabul edilmiştir. Bu tür hecelere medli hece, bileşik hece ya da bir buçuk hece denir. Medli heceleri dört grupta toplamak mümkündür:
a. Bir uzun ünlü ve bir ünsüzden oluşanlar: âb, âl gibi.
b. Bir ünsüz, bir uzun ünlü ve bir ünsüzden oluşanlar: yâr, nâz, sûr, rîz gibi,
c. Bir kısa ünlü ve iki ünsüzden oluşanlar: eşk, emr, ömr gibi,
d. Bir ünsüz, bir kısa ünlü ve iki ünsüzden oluşanlar: derd, zehr gibi.
Bu heceler, normal bir heceden daha fazla uzatılarak okunur ve bu şekilde okumaya med adı verilir. Aruz işlemlerinde medli heceler bir kısa çizgi ve bir nokta (- .) ile gösterilir. Kısa çizgi, kapalı; nokta da açık heceyi gösterir.
Aruz İşlemleri
Aruz vezninin açık (=kısa) ve kapalı (=uzun) olarak nitelenen hecelerin önceden belirlenmiş bir düzen içerisinde tekrarlanması esasına dayanan bir şiir ölçüsü olduğunu daha önce belirtmiştik. fiairler, mısralarını önceden belirlenmiş bu âhenk sistemiyle uyumlu hâle getirebilmek için şiirdeki sesler üzerinde birtakım değişiklikler yapmışlardır. Bazılarının şiirin ahengine katkıda bulunmakla birlikte bazıları âhenk hatası olarak kabul edilen bu değişiklikler vasıl, imâle, med, zihâf, tahfîf ve teşdîddir.
1. Vasl (=ulama):
Sonu ünsüzle biten bir kelimeyi, açık hece elde etmek ya da bir kapalı bir açık (=bir buçuk) hece değerinden tek kapalı hece değerine düşürmek için ünlüyle başlayan bir sonraki kelimeye bağlamak; yani, lâzım olduyu lâzımoldu; âbâd olduyu âbâ doldu; mest olduyu, mes toldugibi okumaktır:
Örnek
Gitdünammâ ki kodun hasretile cânı bile
İstemem sensüzolan sohbet-i yârânı bile (Neşâtî)
Beytin düz yazıyla dil içi çevirisi: Gittin, ama canı hasretle birlikte bıraktın. Sensiz olan dost sohbetini bile istemem artık.
Beyitteki Gitdün ammânın aruza göre ses değeri 4 kapalı hece (= -); vezne göre olması gereken değeri ise, bir kapalı, bir açık ve iki kapalı hece (= . -) dir. Mısraı beytin veznine uygun okuyabilmek için Gitdünün ikinci hecesindeki nsesini ammânın başına almak, yani vasletmek gerekmektedir. Bu işlemi yaptığımızda gitdün ammâ, gitdü nammâ hâline gelecek; aruza göre ses değeri de - . -olacaktır. Yine ikinci mısradaki sensiz olanı da beytin vezniyle uyumlu hâle getirmek için sensi zolan biçiminde okumak gerekmektedir.
Vasl aruz işlemlerinde düz çizgi ( _ ) işaretiyle gösterilir.
Örnek
Dir _ isem derd-i ser _ oldı lebün _ emmek bana dir
Derd-i ser hâsıl _ ider içse kişi tatlı şerâb (Emrî)
Beytin düz yazıyla dil içi çevirisi: Dudaklarını emmek başımın derdi oldu., desem, o da bana insan tatlı şarap içerse elbette başı ağrırder.
vasl öncesi: dir isem -> vasl sonrası: di risem
vasl öncesi: hâsıl ider -> vasl sonrası: hâsı lider
Vasl-ı ayn: Vasıl, ancak sonu ünsüz ile biten bir kelime ile ünlüyle başlayan bir kelime arasında yapılabilir. Ayın bir ünsüz olduğu için son sesi ünlü olan bir kelimenin ayınla başlayan bir kelimeye vasledilememesi gerekir. Ancak Türk şairleri bu kurala fazla uymamışlardır; bir ünsüz sesi ayna ya da aynıyok sayarak onun ünlüsüne vasletmekte bir sakınca görmemişlerdir. Bu işleme aruzda vasl-ı ayn (=ayn ulaması) denir.
Örnek
Ol âteşîn _ izârdan artuk yakar dili
Hâl-i siyâhı gerçi söyinmiş şerâredür (Emrî)
Beytin düz yazıyla dil içi çevirisi: Sevgilinin siyah beni her ne kadar sönmüş bir kıvılcım ise de gönlü o ateşli yanağından daha fazla yakar.
Arapçada yanakanlamına gelen izâr ( ) sözcüğünün ilk harfi ayndır ve ayn ünsüz bir harftir. Beyitte âteşîn, izâra vasledilirken bu ayın yok kabul edilmiş ve âteşînin son sesi olan nun, âteşî nizârbiçiminde izâra vasledilmiştir.
2. İmâle (=imâle-i maksûre):
Kısa ünlüyle biten ya da tek kısa ünlüden ibaret bir açık (=kısa) heceyi, ölçü gereği uzun; yani, kapalı (=uzun) hece değerine yükseltmektir.
Şairler imâleyi Türkçe hecelerdeki kısa ünlülerde yapmışlar; Arapça ve Farsça sözcüklerdeki kısa ünlülerde imale yapmamaya büyük özen göstermişlerdir. Ancak Fars şiirinin de etkisiyle gül ü bülbüldeki üve gül-i bâğdaki -igibi Farsça atıf vavlarını (u, ü) ve tamlama kesrelerini (-i) imaleli olarak kullanmakta bir sakınca görmemişlerdir.
Türkçe kelimelerde, kelime ortasındaki ve isesi dışındaki ünlülerde yapılan imaleler aruzda önemli âhenk kusurlarından biri olarak kabul edilmiştir. İmale genellikle bir vezin kusuru olarak görülmekle birlikte bazı durumlarda metne âhenk katan bir öge olarak da değerlendirilebilir. Başlangıç döneminde Türkçe ünlülerde yoğun olarak yapılan imaleler daha sonra Türkçenin söz varlığındaki Arapça ve Farsça kelimelerin artması ile gittikçe azalmış ve bu yapay ses değişikliği usta şairler elinde bir âhenk aracı hâline dönüşmüştür.
Örnek:
İşidilir ki uğrılar giricek bir eve dünle
Öli toprağını saçup uyıdurlarmış insânı (Necâtî)
Beytin düz yazıyla dil içi çevirisi: Şöyle söylenir: Hırsızlar geceleyin bir eve girdiklerinde içerideki insanların üzerine ölü toprağı saçarak uyuturlarmış.
Necâtînin bu beytinde koyu harşerle gösterilmiş olan Türkçe kelimelerdeki kısa ünlüler vezin gereği uzun ünlü yerine kullanılmıştır. Türk şiirinin aruz ile tam anlamıyla uyum sağlayamadığı bir döneme ait olan bu beyitteki imaleler, imalenin şiirin ahengi üzerinde yaptığı olumsuz etkinin derecesini göstermek için oldukça iyi bir örnektir.
İmâlenin bu türüne imâle-i maksûre adı da verilir. İmalenin bir de imâle-i memdûde ya da medd adı verilen farklı bir türü vardır.
3. Medd (=imâle-i memdûde):
Aruzda medli hecelerin asıl değerlerinden biraz daha uzun okunmasına denir. Asıl anlamı uzatma ya da çekmedir. Medli hece, mest ve aşkta olduğu gibi çift ünsüz ile ya da yâr ve dôstta olduğu gibi bir uzun ünlüden sonra gelen bir veya iki ünsüzle biten hecelerdir. Bu heceler aruza göre biri kapalı (=uzun) biri de kısa olmak üzere iki hece değerindedir. Dolayısıyla med, bu tür bir hecenin aruzdaki ses değerini niteleyen bir terimdir.
Medli hecelerin son ünsüz sesleri vezin gereği ünlüyle başlayan bir söze vasledildiğinde med ortadan kalkar ve medli hecenin ulanan ses dışında kalan kısmı tek kapalı hece değerine düşer. Örnek: harâb oldunun harâ boldu; mest oldunun da mes toldu hâline getirilmesi gibi.
Bir ünlü harften sonra sonu ünsüzle biten Türkçe kelimelerde de bazen med yapıldığı görülür: Dağ, var gibi tek kapalı hece değerindeki Türkçe kelimelerin dâğ, vâr şeklinde uzatılması ve bu yolla ses değerlerinin bir kapalı heceden bir kapalı bir açık hece değerine yükseltilmesi gibi.
Örnek
Yâr hâl-i dilümi zâr bilüpdür bilürem
Dil-i zârumda ne kim var bilüpdür bilürem (Fuzulî)
Beytin düz yazıyla dil içi çevirisi: Sevgili, gönlümün hâlini inlemekte, cefa çekmekte olarak biliyormuş, bilirim. İnleyen gönlümde ne olduğunu biliyormuş, bilirim.
İkinci mısradaki Türkçe varda yapılan med, ilk mısradaki iki medle birlikte beyitte farklı bir ahengin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Dolayısıyla bu tür medleri sadece vezin gereği yapılmış medler olarak değerlendirmemek, onları birer âhenk ögesi olarak da ele almak gerekir. Türkçe bir heceyi şiirde medli olarak kullanmanın ahenge yaptığı katkıyı göstermek için en güzel örneklerden biri Hersekli Ârif Hikmet (öl. )in, Hakka karşı duralım er kişi niyyetine mısraındaki êr kelimesinde yapılan meddir.
Arapça ve Farsça sözlerin bir uzun ünlü ve sakin nûn ile biten -ûn, -în, -ân gibi son hecelerindeki ünlüler aruzda kısa ünlü; bu heceler de tek kapalı hece değerinde kabul edilmiştir.
Örnek
Aşk derdiyle hoşem el çek ilâcumdan tabîb
Kılma derman kim helâküm zehri dermânundadur (Fuzulî)
Beytin düz yazıyla dil içi çevirisi: Doktor, ben aşk derdiyle mutluyum, beni tedavi etmeye kalkışma. Beni iyileştirme,çünkü benim helâkime yol açacak zehir bu aşk hastalığının tedavisindedir.
Fuzulînin bu beytinde dermân kelimesinin ikinci hecesindeki â sakinnundan önce geldiği için hece, bir kapalı bir açık değil, tek kapalı hece değerinde kabul edilmiştir. Söz konusu hecelerdeki sakin nunlar sesliyle başlayan bir söze vasledildiklerinde â, û ve î sesleri uzun ünlü değerlerini korurlar. Ancak şairlerin zaman zaman bu kurala uymadıkları ve -ûn, -în, -ân ile biten heceleri bir açık bir kapalı hece değerinde; yani, medli olarak kullandıkları da görülmektedir.
Örnek
Şâd olur dil tenüme çünki o peykân batar
Sebz olur hâk kaçan katre-i bârân batar (Hayalî)
Beytin düz yazıyla dil içi çevirisi: O okun ucu batınca gönlüm mutlu olur. Nitekim ne zaman yağmur yağsa toprakyeşillenir.
Hayalî, beyitteki peykân ve bârân sözcüklerini ikinci heceleri sakin nûnla bitmiş olduğu hâlde medli kullanmıştır.
İmale, vasl ve medlerin her zaman aruz kusurlarıolarak değerlendirilmesi doğru değildir. Vasl doğrudan Türkçenin özelliğinden doğan bir ses olayıdır ve çoğu zaman şiirin ahengi üzerinde olumlu etki yapar. Medler de şiirin ahengini olumlu etkileyen ögelerden biri olarak kabul edilmiştir. Ancak imalenin Türkçenin ses yapısına aykırı olduğu; bu nedenle de şiirin ahengi üzerinde olumsuz bir etki bıraktığı düşüncesi kaynaklarda sıkça vurgulanmaktadır. Bu yaygın düşünce büyük ölçüde doğru olsa da bazı kullanımlarda imalelerin şiirin ahengini olumlu yönde etkiledikleri de görülmektedir. Bu olumlu etkilerden biri imalelerin mısralarda karşılıklı olarak yapılmış olmasıdır.
Örnekler
Cevr ü cefâsı cânuma lutf u vefâ yeter
Derd ü belâsı gönlüme zevk u safâ yeter (Ahmed Paşa)
Beytin düz yazıyla dil içi çevirisi: Sevgilinin eziyeti bana lütuf ve vefa olarak yeter. Onun derdi ve belası gönlümezevk ve safa olarak yeter.
Hüsn _ ile sana öykinemez çün gül-i ranâ
Hüzn _ ile bana benzeyemez bülbül-i şeydâ (Bakî)
Beytin düz yazıyla dil içi çevirisi: İki renkli, güzel ve parlak gül nasıl güzellikte sana öykünemezse, çılgın birâşık olan bülbül de hüzün konusunda bana benzeyemez.
4. Zihâf:
Ölçü gereği Arapça ve Farsça hecelerdeki uzun ünlüleri kısa ünlü; medli heceleri de bir kapalı hece değerine düşürmektir. Bu tanımdan da anlaşılacağı gibi zihafın bir türü Arapça ve Farsça kelimelerdeki uzun ünlülerin kısa ünlü değerine düşürülmesidir. Bu zihafın en çok karşılaşılan türüdür. Bu tür zihâflar metnin edebî değerini düşürür.
Örnekler
Kıl tefâhur kim senün hem var men tek âşıkun
Leylinün Mecnûnı Şîrînün eger Ferhâdı var (Fuzulî)
Beytin düz yazıyla dil içi çevirisi Leylânın Mecnunu, fiirinin Ferhadı varsa, sen de benim gibi bir âşığın olduğu için övün.
Açıklama: Leylâ ile Mecnun ve Ferhâd ile Şirin Doğu edebiyatlarında iki aşk hikâyesinin kahramanlarıdır. Beytin ikinci mısraındaki Leylî Arapça bir sözcüktür ve aruza göre değeri iki kapalı hece (- -)dir. Kelimenin beytin vezniyle uyumlu hâle gelebilmesi için ikinci hecenin açık olması gerekir. Bu nedenle Leylînin ikinci hecesindeki î sesi vezin gereği kısaltılarak ideğerine düşürülmüş; bu işlem sonucunda kelimenin aruza göre ses değeri bir kapalı bir açık hece (- .) olmuştur.
Aşağıdaki beyitte de sâkî ve Nâilî sözcüklerinin sonundaki î ünlüsünün zihafla kısa ünlü değerine düşürüldüğü görülmektedir:
Bir câm sun ey sâki-i meclis bize yoksa
Hûn-ı ciger-i Nâili-i zâra ne minnet (Nâilî)
Beytin düz yazıyla dil içi çevirisi: Ey meclisin içki sunan güzeli, bize bir kadeh sun. İnleyen, eziyet çeken Nailînin ciğer kanına ne minnet!
Bakî, Emrî, Fuzulî gibi sonu uzun ünlü ile biten mahlasların, ayrıca sonunda nisbet îsi bulunan sözcüklerdeki îlerin şiirde çoğu zaman açık hece değerinde kullanılmış olması şairlerin bunu bir kusur olarak kabul etmediklerini gösterir:
Örnek
Bâkiye âb-ı vaslun irmez ise
Âteş-i hecr ile yanar kül olur (Bakî)
Zihâfın bir başka türü de vezin gereği bir kapalı bir açık hece değerindeki medli heceleri tek kapalı hece değerinde kullanmaktır.
Örnek
Didi gördüm ol habîbin anesi
Bir aceb nur kim güneş pervânesi (Süleyman Çelebi)
Beytin düz yazıyla dil içi çevirisi: O sevgili peygamberin annesi, güneşin pervanesi olduğu bir nur gördüm, dedi.
Beyitteki Arapça nûr kelimesi aruza göre bir kapalı bir açık (- .) hece değerinde medli bir hecedir. Beyitte vezin gereği zihaflı; yani, tek kapalı hece değerinde kullanılmıştır.
5. Tahfîf (=kasr):
Vezin gereği şeddeli bir harfi şeddesiz okumak demektir. Tahfîfin asıl anlamı hafifletme, yükünü azaltma, kolaylaylaştırma; kasrın asıl anlam> ise kısa olmak, kısa kesmektir.
Bu yola daha çok hadd, hatt, hakk, dürr gibi sonu çift ünsüzle biten tek heceli kelimeler terkibe girdiğinde vezin gereği başvurulur.
Örnek
Çemende sun-ı Hakı gerçi her varak söyler
Senün belîğdür ammâ beyânun ey bülbül (Münif Paşa)
Beytin düz yazıyla dil içi çevirisi: Bağ ve bahçede her yaprak gerçi Hakkın sanatını söylemekte, Ona delâlet etmektedir. Ama ey bülbül, senin beyanın açık, ifaden ve üslubun beliğdir.
Beyitte aslı Hakkolan kelime vezin gereği şeddesiz kullanılarak tahfif edilmiştir. Ayrıca mâhın, meh; şâhın şeh; gâhın geh; hîçin hiç yapılması gibi bazı Farsça kelimelerde uzun ünlülerin kısaltılmasına da tahfîf denir.
İstanbulun Sitanbul, Eşâtunun Felâtun, İskenderin Sikendere dönüştürülmesi de şairlerin bazı sözleri vezinle uyumlu hâle getirmek için başvurdukları yollardandır:
Örnek
Bu şehr-i Sitanbûl ki bî-misl ü bahâdur
Bir sengine yek-pâre Acem mülki fedâdur (Nedîm)
Beytin düz yazıyla dil içi çevirisi: Bu benzersiz paha biçilmez İstanbul şehrinin bir taşına bütün İran ülkesi fedadır.
6. Teşdîd:
Şeddesiz bir harfi ölçü gereği şeddeli olarak kullanmaktır: Perin perr; ümîdin ümmîdyapılması gibi.
Örnek
Dâg-ı siyehler ile cism-i nizâr u zerdi
Bir bâl ü perri yanmış pervânedür sanurlar (Bakî)
Beytin düz yazıyla dil içi çevirisi: Kararan yaralar ile zayışamış, sararmış âşığın bedenini, (mumun etrafında dönen) kolu kanadı yanmış kelebek sanırlar.
Türkçe kelimelerde ünlü düşmesi
Bazı birleşik kelimelerde ya birinci sözcüğün son ya da ikincinin ilk ünlüsünün düştüğü görülür:
Bazen de birleşik olmayan iki kelime arasındaki ünlü düşer:
Bu tür kullanımlara Divan şiirinin yanı sıra Halk şiirinde de oldukça sık rastlanır.
Ünlü düşmesi örneklerinin nola (<ne ola), vey (<ve ey), anunçün (<anun içün), kol (<ki ol), neyleyem (<ne eyleyem) gibi yaygın kullanımları da vardır.
Örnekler
Cefâsın hîç bir dil çekmez andan gayri ağyârun
Anunçün gâlibâ halk eylemişdür Tanrı ağyârı (Fuzulî)
Beytin düz yazıyla dil içi çevirisi: Ondan başka kimse, ağyârın eziyetini çekmez. Galiba Tanrı ağyarı onun için
yaratmıştır.
Açıklama: Ağyâr başkaları anlamında Arapça çoğul bir sözcüktür.
Gam mektebinde kaddini yâd eylesem nola
Ey serv çün elifdür okumağa ibtidâ (Emrî)
Beytin düz yazıyla dil içi çevirisi: Gam, dert mektebinde senin boyunu ansam ne olur. Çünkü ey boyuyla serviyi andıran güzel, okuma öğrenmeye (sevgilinin güzel boyunu andıran) elif harfiyle başlanır.
1. gülmek ister= . -; 2. fânî dünyâ= . -; 3. başa gelmiş= . -; 4. âb yeter= . ; 5. şeker almak = .
Aruzla İlgili Diğer Bazı Terimler
1. Tefile:
Aruz vezinlerini oluşturan sekiz ana kelime vardır. Tefile veya cüzadı verilen bu kelimeler şunlardır: feûlün, fâilün, mefâîlün, müstefilün, fâilâtün, müfâaletün, mütefâilün, mefûlâtü. Aruz vezinlerindeki açık ve kapalı heceler sistemini sembolize etmek için kullanılmış olan bu kelimeler Arapça gramer kuralları na göre fe-a-le üçlü kökünden türetilmiştir. Bu tefilelerin sayısı birtakım değişikliklerle 41e kadar ulaşır ve meydana getirdikleri 16 vezin, asıl vezinleri oluşturur. Bu vezinlere bahr denir. Diğer vezinler bu asıl bahirlerden doğmuşlardır. Bahirler kendilerini oluşturan kelimelerin hareke veya sükûnlarına göre beş grupta toplanmış ve her gruba dâire adı verilmiştir. Bu dairelerin bir kısmı Türk edebiyatında fazla ilgi görmemiş; bir kısmı ise hiç kullanılmamıştır.
2. Taktî:
Aruzda, bir mısraı yazılmış olduğu veznin cüz (=parça)lerine ayırmaktır. Taktî şiirin veznini bulmayı ve bulunan vezne göre şiiri âhenkli olarak okumayı sağlar. Mısralar taktî edilirken şiirin yazılışı değil, okunuşu esas alınır; birbirlerine vasledilen kelimelerin vasledildiği şekle dikkat edilir; yani, kelimelerin mısraa girmeden önceki hâlleri değil, mısra içinde vezne göre aldıkları şekil esas alınır. Bunun için taktî edilecek mısrada vasl, imâle, zihâf, medd, tahfîf ve teşdîdgibi vezin gereği yapılmış ses değişikliklerinin olup olmadığına dikkat edilir. Kelimeler, bittikleri yerden değil, cüzlerin ya da tefilelerin ayrıldığı yerden parçalanabilir.
Örnek
Nâlemi zem/zeme-i mür/g-i seherden / sorasın
Derd-mend ol/duğumı has/te ciğerden / sorasın (Fuzulî)
Beytin Ölçüsü: feilâtün feilâtün feilâtün feilün
Beytin düz yazıyla dil içi çevirisi: Feryadımı seher vakti öten kuşun (bülbülün) ötüşünden, nağmelerinden sormalı
sın, ne kadar dertli olduğumu hasta yürekten sormalısın.
Bir şiiri aruza uygun, âhenkli okuyabilmek için taktîinin bilinmesi lâzımdır. Cüz bitimlerinde abartıya kaçmadan gerçekleştirilen hafif duraksamalar vezne âhenk katar.
3. Sekt-i melîh:
Sekt-i melîh güzel kesme, güzel durmaanlamında bir sözdür.
Sensin hâ/lâ tenüm/de cânum
Gözde nû/rum ciger/de kanum (Fuzulî)
Bin yıllık/ yol harâ/be-i gam
Anun ö/tesi serâ/y-ı mâtem (Gâlib)
Aruz İşlemlerine Örnekler
1. Vasıl Örnekleri
Gül _ açar her/ten-i hâkî/de gerçi gül/bün-i tîrün
Velî hâk-i / ten-i zerdüm/de açduğı / olur ranâ(Emrî)
Beytin düz yazıyla dil içi çevirisi: Her (âşığın) topraktan yaratılmış bedeninde gül fidanını andıran kirpik okların gül gibi yaralar açar. Fakat benim sararmış bedenimde açtığı yaralar (dışı sarı, içi kırmızı gülü andırır) daha bir güzel olur.
Emrînin bu beytinde bir vasıl vardır. Bu vaslı, vezin gereği yapılmış bir işlem olmaktan çok Türk dilinin ses yapısına bağlamak daha doğru olur.
Vasl-ı Ayn Örnekleri:
Cihânı tutdı bu keyfiyyet _ aşk-pîçân veş
Yeşerdi neşve-i nev-rûz ile der ü dîvâr(Şeyh Gâlib)
Beytin düz yazıyla dil içi çevirisi: Bu hâl bütün dünyayı kapladı; kapı, duvar, her yer, bahar neşesi ile sarmaşık gibi yemyeşil oldu.
Beyitte koyu olarak dizilmiş; ayrıca vasl işareti ile de gösterilmiş olan sesler arasında vasl-ı ayn vardır. Ünsüz bir sesle biten hece, yine ünsüz bir ses olan aynla başlayan heceye, hecenin başında aynyokmuş gibi kabul edilerek, vasledilmiştir.
2. İmâle Örnekleri:
Eline aldı çevgânını zülf-i anber-efşânun
Melâhat tûpını kapdı ser-i zülf-i perîşânun(Emrî)
Beytin düz yazıyla dil içi çevirisi: Güzel kokulu saçın çevgânını eline aldı. Güzellik topunu dağınık saçının ucu kaptı.
Beyitte koyu harşerle dizilen hecelerde imale vardır. Bu imalelerden Farsça terkip -ileri ile elinenin isinde yapılan imaleler önemli âhenk kusurlarından olmasa da e sesinde yapılan imale önemli bir aruz kusurudur.
3. Zihaf Örnekleri:
Bîşe-i gam şîriyüz deşt-i mahabbet beklerüz
Yani âhû-çeşmler saydına fırsat beklerüz(Emrî)
Beytin düz yazıyla dil içi çevirisi: Gam ormanının arslanlarıyız. Aşk ve muhabbet çölünü gözlüyoruz. Yani ceylan gözlüleri avlamak için fırsat bekiyoruz.
Beyitte, iki kapalı heceden oluşan Arapça yanî sözünün ikinci hecesindeki uzun î sesi ölçü gereği kısa ünlü değerine düşürülerek zihâf yapılmıştır.
4. Med Örnekleri:
Yattık bülendservlerin gölgesinde şâd
Dehrin bu hâyuhûyuna mecbûl-i handeyiz(Yahya Kemal)
Beytin düz yazıyla dil içi çevirisi: Yüksek servilerin gölgesinde mutlu bir hâlde yattık. Dünyanın bu hayhuyuna gülmeye yatkın yaratılmışız.
Beytin ilk mısraında on iki, ikinci mısraında da on dört hece vardır. İlk mısradaki bülendin ikinci hecesinin ve servin medli, yani bir kapalı bir açık hece değerinde okunmasıyla iki mısradaki hece sayıları eşit hâle gelmekte ve ölçü sağlanmaktadır.
5. Teşdîd Örnekleri:
İki kısm eylemiş küfr ile îman yeddi iklîmi
Anun hükmindedür bazı vü bazı kâfiristandur(Fuzulî)
Beytin düz yazıyla dil içi çevirisi: Küfür ile iman yedi iklimi iki kısma ayırmış. Bir kısmı imanın hükmü altındadır; bir kısmı da kâfir ülkesidir.
Bu beyitteki yedisözcüğü vezin gereği teşdîd edilerek yeddi hâline getirilmiş ve kelimenin iki açık hece olan ses değeri bir kapalı bir açık hece olmuştur.
6. Tahfîf Örnekleri:
Bir hüsn dahi bağladı hatdan izâr-ı yâr
Etrâf-ı bâğ hûb olur olsa benefşezâr
Beytin düz yazıyla dil içi çevirisi: Bağın çevresi menekşelik olduğunda nasıl güzel olursa, yarin yanağı da hat (=ergenlik tüyleri) gelince daha da güzel oldu.
Beyitte vezin gereği aslı şeddeli olan hatt sözcüğünün son tsi düşürülerek tahfîf yapılmıştır.
Vezin Bulma Usulü
Aruz şiirde açık (=kısa) ve kapalı (=uzun) olarak nitelenen hecelerin önceden belirlenmiş bir düzen içerisinde tekrarlanması esasına dayanan bir şiir ölçüsü olduğuna göre bir şiirin veznini bulmak için,
1. Önce şiirin mısralarındaki hecelerin aruza göre ses değerleri belirlenmeli; yani, hangi hecenin kapalı (=uzun), hangi hecenin açık (=kısa) hece olduğu tespit edilmelidir. Bu işlem yapılırken kapalı hecelerin kısa bir çizgi (-), açık hecelerin nokta (.) ve vasıl yapılan hecelerin de alttan düz bir çizgi ile ( _ ) gösterildiği unutulmamalıdır:
Örnek
Bir/ çok/ gi/de/nin/ her/ bi/ri mem/nûn/ ki/ ye/rin/den
. ./ . . /- . /-
Bir/ çok/ se/ne/ler/ geç/ti/ dö/nen/ yok/ se/fe/rin/den (Yahya Kemal)
. ./ . ./ . ./
2. Vezin en az iki mısrada, yani beyitte aranmalı, sonra işaretlenen beytin alt ve üst mısralarındaki açık ve kapalı hecelerin aynı düzen içinde alt alta sıralanmış olup olmadığına dikkat edilmelidir. Bu arada içinde medli hece bulunmayan beyitlerde her iki mısradaki hece sayısının birbirine eşit olması gerektiği unutulmamalıdır.
Örnek olarak yukarıdaki beytin mısralarındaki hece sayısı birbirine eşittir; dolayısıyla bu mısralarda medli hece bulunma ihtimali de yoktur. Mısralarındaki hece sayısı birbirine eşit olmayan beyitlerde ise medli hece bulunma ihtimali yüksektir.
3. Eğer beytin mısralarındaki heceler birbirine eşit sayıdaysa ve her iki mısradaki açık ve kapalı heceler aynı düzen içinde alt alta sıralanmışsa, elde edilen bu heceler aşağıda alfabetik sırayla verilmiş olan vezin listesiyle karşılaştırılmalı ve listeden bu hece sistemiyle uygun vezin bulunmalı ve beytin tefileleri belirlenmelidir.
4. Eğer beytin iki mısraındaki açık ve kapalı hecelerin sıralanışı ve hece sayısında uyumsuzluk görülürse,
a) Öncelikle bu uyumsuzluğun mısraın hangi hece ya da hecelerinde olduğu belirlenmeli, bunu yapmak için de birinci ve ikinci mısradaki heceler tek tek karşılaştırılarak kontrol edilmelidir:
Örnek
Artık demir almak günü gelmişse zamândan
. . . . .
Mechûle giden bir gemi kalkar bu limandan (Yahya Kemal)
. . . . . .
Yahya Kemalin Sessiz Gemi adlı şiirinden alınan bu beytin iki mısraı arasında bir uyumsuzluk vardır. Bu uyumsuzluk birinci mısradaki hecelerin kapalı, kapalı, açık, kapalı . . . düzeninde; ikinci mısradaki hecelerin de kapalı, kapalı, açık, açık . . . düzeninde sıralanmasından; yani, mısraların dördüncü hecelerinden birinin kapalı, diğerinin açık hece olmasından kaynaklanmaktadır.
b) Mısralar arasındaki uyumsuz heceler belirlendikten sonra da birinci mısraı ikinci mısra ile ya da ikinci mısraı birinci mısra ile uyumlu hâle getirmenin yolları aranmalıdır. Burada yardımcı olacak anahtarlar imâle, zihâf, vasl ve meddir.
Yukarıdaki beytin mısraları arasındaki uyumsuzluğu gidermek için mir hecesinin son sesi olan ryi sesliyle başlayan almak sözünün ilk hecesine vasletmek ve demiralmakı demir _ almak (=demi ralmak) hâline getirmek gerekmektedir. Mısraların geri kalan kısımlarında ise uyumsuzluk yoktur.
c) Beytin mısralarındaki hece sayısı ve nitelikleri birbirine eşit hâle getirildikten sonra daha önce kullanmış olduğumuz vezin listesiyle karşılaştırılmalı ve beytin vezni ile tefileleri belirlenmelidir.
Bazı önemli uyarılar
1. Mısra başındaki feilâtün cüzü (= . . -), fâilâtün (= . -); mısra sonundaki feilün (= . . -) cüzü de falün (= -)e dönüşebilir.
2. Mısraların son heceleri her zaman kapalı hece kabul edilir.
3. Arapça kelimelerdeki ayın ve hemze ünsüz seslerdir. Bu sesler bugün yazıda gösterilmemekte; çevriyazıda bu iki ünsüz sesi göstermek için ya özel işaretler ya da kesme işareti kullanılmaktadır. Bu nedenle ayın ve hemze seslerinin yer aldığı kelimelerin Osmanlı dönemindeki orijinal yazımları esas alınmalı ve bu seslerle biten hecelerin kapalı hece olduğu unutulmamalıdır. Örnek: rüyet (= -), malûm (= .).
Türk Şiirinde Kullanılan Vezinler
Bu ünitede Türk şiirinde kullanılmış olan aruz vezinlerinin biri alfabetik sıraya göre; diğeri de tefilelerinin tekrarlanıp tekrarlanmadığı göz önünde bulundurularak düzenlenmiş iki listesi verilecektir. Bir sonraki ünitede de bu vezinlerin aruz bahirlerine göre hazırlanmış başka bir listesini bulacaksınız.
Alfabetik Sıraya Göre Aruz Vezinleri
1. fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün . / . / . / .
2. fâilâtün fâilâtün fâilün . / . / .
3. feilâtü fâilâtün feilâtü fâilâtün . . . / . / . . . / .
(mütefâilün feûlün mütefâilün feûlün) (. . . /. / . . . /. -)
4. feilâtün feilâtün feilâtün feilün . . / . . / . . / . .
5. feilâtün feilâtün feilün . . / . . / . .
6. feilâtün mefâilün feilün . . / . . / . .
7. feûlün feûlün feûlün feûl . / . / . / .
8. mefâilün feilâtün mefâilün feilün . . / . . / . . / . .
9. mefâîlün mefâîlün feûlün . / . / .
mefâîlün mefâîlün mefâîülün mefâîlün . / . / . / .
mefûlü fâilâtü mefâîlü fâilün . / . . / . . / .
mefûlü fâilâtün mefûlü fâilâtün . / . / . / .
(müstefilün feûlün müstefilün feûlün) (- . -/. -/- . -/ . -)
mefûlü mefâîlü mefâîlü feûlün . / . . /. . / .
mefûlü mefâilün feûlün . / . . / .
(mefûlün fâilün feûlün) / . / .
mefûlü mefâîlün mefûlü mefâîlün . / . / . / .
müfteilün fâilün müfteilün fâilün . . / . / . . / .
müfteilün mefâilün müfteilün mefâilün . . / . . / . . / . .
müfteilün müfteilün fâilün . . / . . / .
müstefilâtün müstefilâtün . / .
müstefilün müstefilün müstefilün müstefilün . / . / . / .
Türk şiirinde en çok kullanılmış olan kalıplar şunlardır:
1. fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün
2. feilâtün feilâtün feilâtün feilün
3. mefûlü fâilâtü mefâîlü fâilün
4. mefâîlün mefâîlün mefâîlün mefâîlün
5. mefûlü mefâîlü mefâîlü feûlün
6. mefâilün feilâtün mefâilün feilün
7. mefâîlün mefâîlün feûlün
Cüzlerine Göre Aruz Vezinleri
Aşağıdaki vezinler Türk edebiyatında en çok kullanılmış olan aruz vezinleridir. Bu vezinler, Türk edebiyatında hangi kalıpların kullanıldığı hakkında genel bir çerçeve çizmek ve bu ölçünün nasıl işlediğini göstermek için yeterlidir. Divan şiirinde daha az kullanılan vezinler ise, örnekleriyle birlikte bir sonraki ünitede ait oldukları bahirlere göre düzenlenmiş olarak verilecektir. Burada bir sonraki ünitede verilecek listeyle karşılaştırma yapılabilmesi için her veznin hangi bahirden olduğu da ayraç içinde gösterilmiştir. Öğrenmeyi kolaylaştırmak amacıyla bu bölümde verilen örneklerin çoğu Türkçenin aruzla uyum sağlamış olduğu ve aruz kusurlarının en az düzeye indiği son dönem şairlerinden alınmıştır.
A. Bütün cüzleri tekrarlanan kalıplar
1. mefâîlün mefâîlün mefâîlün mefâîlün (Hezec)
Ne irfândır / veren ahlâ/ ka yükseklik / ne vicdândır
Fazîlet his/si insânlar/da Allah kor/kusundandırM. Âkif
2. müstefilün müstefilün müstefilün müstefilün (Recez)
Sâdık mı ol/maz kendine / bir şâir-i / mâhir demek
Vicdânî-i / hoş-meşrebin / âsârı cem/iyyetlidir
Mecmûa-i / eşârını / bir kerre ted/ kîk eyleyin
İsmi perî/şândır fakat / efkârı cem/iyyetlidirMuallim Naci
3. müstefilâtün müstefilâtün (Recez)
Her yer karanlık / pür-nûr o mevki
Mağrib mi yoksa / makber mi yâ RabAbdülhak Hamid
* Bu veznin mütekarib bahrine göre taktîi falün feûlün falün feûlündür.
B. Sonuncusu dışındaki cüzlerin tekrarlandığı kalıplar
1. mefâîlün mefâîlün feûlün (Hezec)
Bu mülkün far/kı yok bir teng/-nâdan
Niçün nûr in/miyor artık / semâdanYahya Kemal
2. fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün (Remel)
Çok bilen gör/düm ben _ aslâ / görmedim hâl/den sezen
Ben senin Mec/nûnunum çöl/lerde gölgem/dir gezen
Öyle bir mes/tim ki hoş gör / tutmuyor ak/lım düzen
Âşıkım bil/sen nasıl sev/dim nasıl sev/dim nasılBekir Sıtkı Erdoğan
3. fâilâtün fâilâtün fâilün (Remel)
Âh eden kim/dir bu sâat / kuytuda
Sustu bülbül/ler hıyâbân / uykuda
fiimdi ay bir / serv-i sîmîn/dir suda
Esme ey bâd / esme cânân / uykudaFaruk Nafiz
4. feilâtün feilâtün feilâtün feilün (Remel)
Korkma! Sönmez / bu şafaklar/da yüzen al / sancak
Sönmeden yur/dumun _ üstün/de tüten en / son _ ocak
O benim mil/letimin yıl / dızıdır par / layacak
O benimdir / o benim mil/letimindir / ancakM. Âkif
5. feilâtün feilâtün feilün (Remel)
Bu emel gur/betinin yok/tur ucu
Dâimâ yol/lar _ uzar kal/b _ üzülür
Ömrü olduk/ça yürür her / yolcu
Varmadan men/zile bir yer/de ölürYahya Kemal
6. müfteilün müfteilün fâilün (Serî)
Ninni değil / dinlediğin / velvele
Kükreyerek / akmada müs/takbele
Bir ebedî / sel ki zamân/dır adı
Haydi katıl / sen de o coş/kun seleMehmed Âkif
7. feûlün feûlün feûlün feûl (Mütekârib)
Safâya / sakın has/r-ı nefs ey/leme
Ki hep zev/k _ için gel/medik â/lemeAbdülhak Hamid
C. Cüzleri ikişer ikişer tekrarlanan kalıplar
1. mefûlü mefâîlün mefûlü mefâîlün (Hezec)
Ahbâbı / tutar sandım / birkaç ge/cecik mâtem
Baktım ki / giden gitmiş / dünyâda/kiler hurrem
Devrân yi/ne ol devrân /âlem yi/ne ol âlemRecaizade M. Ekrem
2. müfteilün mefâilün müfteilün mefâilün (Recez)
Başuma ol / hümâ benim / salmadı sâ/ye neyleyim
Bilmedi kad/r-i zülfini /verdi hevâ/ye neyleyim
Şeyh Gâlib
3. müfteilün fâilün müfteilün fâilün (Münserih)
Yâr yolun / da bu kim / hasret _ ile / cân verir
Hak yoluna / ol kişi / zevk _ ile kur / bân verirZatî
4. mefûlü fâilâtün mefûlü fâilâtün
Her kûşe/sinde dehrin / nâm-ı be/ka-nisârın
fiâyeste/dir denilse / âlem se/nin mezârınAbdülhak Hamid
5. feilâtü fâilâtün feilâtü fâilâtün (Kâmil)
Yine zevra/k-ı derûnum / kırılıp ke/nâre düştü
Dayanır mı / şîşedir bu / reh-i seng/sâre düştüŞeyh Gâlib
* Bu veznin remel bahrine göre taktîi mütefâilün feûlün mütefâilün feûlündür.
D. Cüzleri farklı kalıplar
1. mefûlü mefâîlü mefâîlü feûlün (Hezec)
Gülmezse / yüzün bahçe/lerin kalbi / kan ağlar
Güllerle / dolar görse / gülerken se / ni dağlarFaruk Nafiz
2. mefûlü mefâilün feûlün (Hezec)
Kandilli / yüzerken _ uy/kularda
Mehtâbı / sürükledik / sularda
Mevsim so/nu öyle bir / zamân ki
Gâib bir / mûsikiy/di sanki*
Gitmiş kay/bolmuşuz / uzakta*
Rûyâ so/na ermeden / şafaktaYahya Kemal
* İşaretli mısralarda sekt-i melîh vardır.
3. mefûlü fâilâtü mefâîlü fâilün (Muzârî)
Gönlüm di/lim kanım ve / mizâcımla / sizdenim
Dünyâ ve / âhirette / vatandaşla/rım benimYahya Kemal
4. mefâilün feilâtün mefâilün feilün (Müctes)
Çok _ insan _ an/layamaz es/ki mûsikî/mizden
Ve ondan _ an/lamayan bir / şey _ anlamaz / bizdenYahya Kemal
5. feilâtün mefâilün feilün (Hafîf)
Ta Budinden / Iraka Mıs/ra kadar
Fethedilmiş / uzak diyâr/lardan
Vatan _ üstün/de hür esen /rüzgâr
Ses götürmüş / bütün bahâr/lardanYahya Kemal
E. Rübâî vezinleri
Türk şiirinde çok kullanılmış olan rübaî vezinleri:
1. mefûlü mefâilün mefâîlü faûl
2. mefûlü mefâîlü mefâîlü faûl
3. mefûlü mefâilün mefâîlün fâ
4. mefûlü mefâîlü mefâîlün fâ
Örnek
Dünyâda ne ikbâl ne servet dileriz
Hattâ ne de ukbâda saâdet dileriz
Aşkın gül açan bülbül öten vaktinde
Yârânla tarab yâr ile vuslat dileriz
Yahya Kemal
* Rübainin 1, 2 ve 4. mısralarının vezni mefûlü mefâîlü mefâîlü faûl; 3. mısraı nın vezni de mefûlü mefâîlü mefâîlün fâ dır.
Bazı önemli uyarılar
1. Birinci ve üçüncü gruptaki vezinlerle yazılmış bazı şiirlerde ikinci tefilenin bittiği yerde bir iç kafiye bulunur ve bu şiirler iç kafiyelerin bulunduğu yerden ikiye ayrılabilirler. Burada musammat gazel ve kasidelerin, bu iki gruptaki vezinlerle yazılmış oldukları burada hatırlanmalıdır.
2. Türk şairleri daha çok kapalı hecelerin yoğun olduğu vezinleri tercih etmişlerdir. Aruzda kapalı hecelerin çokluğu ritmin yavaşlamasını, açık hecelerin çokluğu ise hızlanmasını sağlar.
3. Aruzda mısra sonlarındaki hecelerin her zaman kapalı hece olarak kabul edildiği ve mısra başlarındaki feilâtün cüzlerinin fâilâtün, mısra sonlarındaki feilün cüzlerinin de falün şekline dönüşebileceği unutulmamalıdır.
4. Zaman zaman şiirde tema ile vezin ilişkisi üzerinde durulmuşsa da böyle bir ilişkinin varlığı kesin olarak kanıtlanamamıştır. Aynı vezinle yazılmış şiirlerde birbirinden çok farklı temaların işlendiği görülmektedir.
Örnekler
Aşağıdaki örnekler yukarıdaki gruplandırmalara göre sıralanmıştır. Gruplar içindeki vezinlerin sırasında da aynı yol izlenmiştir.
A) Bütün cüzlerin tekrarlandığı vezinler
Dedem koynunda yattıkça benimsin ey güzel toprak,
Neler yapmış bu millet, en yakın târîhe bir sor, bakSüleyman Nazîf
Bîgâne gibi kaçma gel kardaşcuğumsun sen benüm
Ko her ne dirse disün el kardaşcuğumsun sen benümHayretî
Allâhu ekber Allâhu ekber
Bir samt-i ulvî gûyâ tabîat
Hâmûş hâmûş eyler ibâdetTevfik Fikret
B) Sonuncusu dışındaki cüzlerin tekrarlandığı vezinler
Bir zamânlar biz de millet hem nasıl milletmişiz
Gelmişiz dünyâya milliyyet nedir öğretmişiz
Kapkaranlıkken bütün âfâkı insâniyyetin
Yarmışız edvâr-ı fetretten kalan yeldâları
Mehmed Âkif
Sakladukça kendisin ol meh-lika
Her tarafdan oldı bin sır rû-nümâ
Esrâr Dede
Allah adın zikridelüm evvelâ
Vâcib oldur cümle işde her kula
Süleyman Çelebi
Hangi sözlerle ninem gönlünü açmışsa bana
Ben o sözlerle gönül vermedeyim sevgilime
Sözlerim ninni kadar duygulu olmak yaraşır
Bağlıdır çünkü dilim gönlüme gönlüm dilime
Faruk N. Çamlıbel
İnsan âlemde hayâl ettiği müddetçe yaşar
Yahya Kemal
Sana dün bir tepeden baktım azîz İstanbul
Görmedim gezmediğim sevmediğim hiç bir yer
Yahya Kemal
Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer
Mehmed Âkif
Yumuşak başlı isem kim dedi uysal koyunum
Kesilir belki fakat çekmeğe gelmez boyunum
Mehmed Âkif
Sanırım ismini kuşlar heceler
Seni söyler bana dağlar dereler
Su çağıldar kuzular kırda meler
Seni söyler bana dağlar dereler
Yahya Kemal
Balkanın üstünde sızan her pınar
Bir yaradır durmaz içinden kanar
Hangi taşın kalbini deşsen mezâr
Gör ne mübârek yer uğurlar ola
Mehmed Âkif
Küçük muttarid muhteriz darbeler
Kafeslerde camlarda pür-ihtizâz
Tevfik Fikret
Dağılmış hazân-dîde tüller gibi
Uçuşmakta sessizce huffâşeler
Giderler gelirler san örmekteler
Nücûm-ı kederle zalâm-ı şebi
Ahmed Haşim
C) Cüzleri ikişer ikişer tekrarlanan vezinler
Âşıkda keder neyler gam halk-ı cihânundur
Koyma kadehi elden söz pîr-i mugânundur ( Şeyh Gâlib)
Aşk ile kendiden gider âşıka bir nidâ gelür
Yazısı yok kitâb okur âlim olur çıka gelür ( Yahya Bey)
Yâr bizüm ile yine gör ki ne âl eyledi
Tâ ki yaşum kan ola yanağumı al eyledi ( Kadı Burhaneddin)
Rüsvâlarından ol meh saymaz meni Fuzûlî
Dîvâne olmayam mı dünyâda yok mı ârum ( Fuzulî)
O zamân ki bezm-i cânda bölişildi kâle-i kâm
Bize hisse-i mahabbet dil-i pâre pâre düşdi ( Şeyh Gâlib)
D. Cüzleri farklı vezinler
Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik
Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik ( Yahya Kemal)
Sâhipsiz olan memleketin batması haktır
Sen sâhip olursan bu vatan batmayacaktır ( Mehmed Âkif)
Târîhi tekerrür diye tarîf ediyorlar
Hîç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi ( Mehmed Âkif)
Zulmün topu var güllesi var kalası varsa
Hakkın da bükülmez kolu dönmez yüzü vardır
Göz yumma güneşten, ne kadar nûru kararsa
Sönmez ebedî, her gecenin gündüzü vardır ( Tevfik Fikret)
İstanbulun öyledir bahârı
Bir aşk oluverdi âşinâlık (Yahya Kemal)
Ülfet belâlı şey fakat uzlet sıkıntılı
Bilmem nasıl geçirmeliyim son beş on yılı (Yahya Kemal)
İcrâ-yı hakk içün geçer âdem hükûmete
Hakdan ziyâde hükmini icrâya say ider (Namık Kemal)
Elbet değil nasîbi mezellet kadınlığın
Elbet sefîl olursa kadın alçalır beşer (Tevfik Fikret)
Zevki kederde mihneti râhatda görmişüz
Âyînedür biribirine subh u şâmumuz ( Şeyh Gâlib)
Kenâr-ı Diclede bir kurt aşırsa bir koyunu
Gelir de adl-i İlâhî sorar Ömerden onu ( Mehmed Âkif)
Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden,
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak,
Ve bir zamân bakacaksın semâya ağlayarak
. . .
Ahmet Haşim
Dönülmez akşamın ufkundayız. Vakit çok geç;
Bu son fasıldır ey ömrüm, nasıl geçersen geç ( Yahya Kemal)
Virmeyeler iki cihâna seni
Olur ise bir yana iki cihan (Yahya)
Nice sevdâlılarla sevgililer
Aşkı yollarda böyle beklediler
Nice sevdâlılar da var ki diler
Akşam olsun bu kuytu yollarda ( Yahya Kemal)
Ey şâh-ı cihân bu çarh u eyvân kimün
Îcâd kimün bu lutf u ihsân kimün
Adl eyler isen dahi ben olmam meyûs
İsyân benümse afv u gufrân kimün (Şeyh Gâlib)
Prof. Dr. M.A. Yekta SARAÇ, Eski Türk Edebiyatına Giriş: Biçim ve Ölçü, Anadolu Üniv. Yay.
Ayrıca bakınız ⇒
Divan Edebiyatı
çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası