ilber ortaylı vahdettin hain mi / Murat Bardakçı ve İlber Ortaylı Teke Tek’te

Ilber Ortaylı Vahdettin Hain Mi

ilber ortaylı vahdettin hain mi

İlber Ortaylı: Vahdettin'e "İngiliz uşağıydı" gibi yorumlardan kaçınmak gerekir

Prof. Dr. İlber Ortaylı, Osmanlı Devleti'nin son padişahı 6. Mehmet Vahdettin'e yönelik "İngiliz uşağıydı" gibi yorumlardan kaçınılması gerektiğini söyledi.

"Son padişah VI. Mehmet Vahdettin bir kaçışı tercih ediyor. 'Atıldım, satıldım, hak benimdi' gibisinden hiçbir beyanname de yayınlamıyor. İstifa ettiği yönünde herhangi bir şey de duyurmuyor. Mesela son Çar, 'Rusya’nın hayrına çekiliyorum, Tanrı Rusya’yı korusun!' diyerek bir beyannamede bulunurken, Vahdettiin halka karşı böyle bir yayın yapmayı tercih etmiyor. Kendisi 11 Kasım’da İngilizlere yazdığı bir mektupta hayati tehlike dolayısıyla İngiltere’ye sığındığını bildiriyor. Bunu sözlü olarak yapmış, karşı taraf yazılı olarak istemiş; makul istekti" diyen Ortaylı,  "Padişah bu başvuruyu yazılı olarak yapmayı epey düşünmüş. Fakat yapabileceği başka bir şey, yazabileceği başka kimse de yoktu, ancak İngilizlere sığınabilirdi. O yüzden 'İngiliz uşağıydı' gibi yorumlardan kaçınmak gerekir. Çünkü Fransa Ankara Musalahası’nı yapmıştı ve artık donanmayı burada tutmuyor, sur içi İstanbul’da öylesine bir işgal kuvveti bulunduruyordu" değerlendirmesinde bulundu.

Beyaz Tarih sitesinden Ahmet Yurttakal'ın sorularını yanıtlayan Ortaylı'nın açıklamaları şöyle:

Sayın hocam, öncelikle bizlere, bu yoğun mesainiz arasında zaman ayırdığınız için okuyucularınız ve sizi sevenler adına teşekkür etmek isterim. Malumunuz, Dünya tarihinin sonuçları itibari hala devam eden en önemli hadisesi eskilerin Cihan Harbi olarak anlattığı Birinci Dünya Harbi’nin bitişinin Yılı. Sayın hocam, vakit kaybetmeden ilk sorumuzu soralım, Birinci Dünya Savaşı Nedir?

"Noel'de evimizde oluruz." yılı Ağustos ve Eylül’ünde büyük savaşa giren orduların genelkurmaylarının ortak sloganı buydu.”

Size göre Birinci Dünya Harbi, hangi düşüncelerle başladı; savaş, tarafları için neyi ifade ediyordu? Sonuçlarını düşünebilmişler miydi ya da nerede hata yaptılar?

Doğrusu, Birinci Dünya Harbi tarihte benzeri görülmemiş derecede tahripkâr bir olaydı, diyemeyiz; en azından Amerikan İç Savaşı'nı göz önünde bulundurulduğunda savaşa girenler bu savaşın sonucunun ne olacağını tahmin edebilirlerdi ama edemediler.

Savaş henüz başladığı yılının Ağustos ve Eylül’de büyük savaşa giren orduların genelkurmaylarının ortak sloganı "Noel'de evimizde oluruz." idi. Oysa dört yıl herkes evinden ayrı kaldı ve kimse evini eskisi gibi bulamadı. Alman ordularının Hindenburg komutasında, Rusya ordularını Tannenberg bataklıklarına gömmesinden sonra zannedildi ki, Fransa'nın da işi bitecektir. İyi donanımlı ve mağrur Alman kuvvetleri Batı cephesine sevk edildiler; oysa Fransa dayandı.

Savaşın neleri götüreceğini en doğru anlayan asker olmayan biri idi; Rusya Çarı'nın Maliye Bakanı Kont Witte "Bu savaş çılgınlıktır; ne taht, ne taç, ne anane, ne ahlak, ne de inanç kalacak." diye feryat ediyordu. Uzun süren dört yıl boyunca cephelerde milyonlar öldü. Cephe gerisindeki halk ise eski savaşların aksine kendini savaşın içinde buldu. Kıtlık ve açlık müreffeh Avrupa başkentlerini eritti. İstanbul bile ilkel uçaklardan elle atılan bombalarla yanıyordu.

Öyle ise bu savaşın içtimai hayata etkisi öncekilere nazaran nasıl olacaktır?

Evet, bu savaş çok daha farklı olacaktır. Birinci Cihan Harbi’nde Avrupa kıtası ve Ortadoğu bölgesi ilk defa cephe gerisindeki kitlelerin de savaşın sıkıntıları ve tahribatı içine çekildiğine şahit olmaktadır. Bu savaşta Osmanlı imparatorluğu ilk defa aynı anda birkaç farklı geniş bir coğrafyada savaşmak zorunda kalır. Umumi seferberlikte askere alınan erkeklerin bir kısmı hayatlarında ilk defa çizme ve postal giymektedir. Sadece Osmanlı Devleti için bu geçerli değil ’lerin Viyana’sında proleter semtlerinde ayakkabısız gezinen delikanlı görmek çok olağandı. Kışın kaput giyebilmek birçok genç için ancak rüyada mümkündü, oysa şimdi sırtlarındaydı.

Bu kadar şeyi kim üretiyordu, nerden bulunacaktı? Bunlar hiç düşünülmemişti. Milli savunmaların ödemeleri çoktan altın karşısında eriyen banknotlarla yapılmaktaydı. Harpten sonra insanlığın 3 bin yıllık ödeme sistemi çöktü ve değişmek zorunda kaldı. Kadınlar daha fazla üretim için, erkeklerin boşalttığı fabrikaları ve şirketleri doldurdu; bir daha da evlerine dönmedi. Avrupa sarsılıyordu. Sadece iktisadi değil, içtimai bakımdan da. Kadınlar kaçınılmaz olarak fabrika ve büro hayatına girmişti. Bizde dahi kadın memur alındı, geniş ölçüde kadın işçi ve amele taburları oluştu. Dokumacılık ve eğitimde Osmanlı kadını yüzyıldan beri işçiydi.

Cihad-ı Mukaddes

14 Kasım ’de ilan edilen Cihad-ı Ekber’in beklenildiği gibi savaşın seyrine bir etkisi oldu mu?

Profesör Hikmet Bayur, Atatürk’ün sevdiği milli eğitim bakanlarından biri olarak, yazdığı tarihte hilafetin ilan ettiği cihadın hiçbir işe yaramadığını ve karşımızda Müslüman askerleri gördüğümüze dair verdiği rakamlar doğru değildir. Hiç şüphesiz ki cihat ilanının Almanların beklediği ve bizde de bazılarının umduğu gibi pek fazla işe yaradığını söyleyemeyiz. Ama Osmanlı imparatorluğu ordularının karşısında Müslüman askerlerin de büyük bir gayretle savaşmadığı, cepheyi terk ettikleri sık sık görülmektedir.

“Sultan Hamid zamanında da çok toprak kaybettik”

“Sultan Abdülhamid savaşa girmezdi.” deniliyor. İttihat Terakki’nin ileri gelenleri tarafından da savaşa girilmesinin zorunlu olunduğu belirtmekteydiler. Biraz muhayyel olsa da girilmeseydi ne olurdu?

Evet, bu ifade çokça söylenmekte, ama Sultan Hamid zamanında da çok toprak kaybettik. Kıbrıs, Tunus gibi yerleri elden çıkardık ve hatta İran’a bile toprak verdik. Öyle bilindiği gibi bizim İran ile sınırımız Kasr-ı Şirin ile falan da çizilmedi.

93 Harbi başlarken biz hiçbir şekilde halkına güvenemeyeceğimiz bir yeri vermemek için Karadağ’a kahramanca girdik. Hiçbir şekilde güvenemeyeceğiniz ve elinizde kalmayacak olan ufak bir parça için Rus Savaşı’na giriyorsunuz. Mesele sadece o da değil. Aslında biz Ayastefanos’u kabul etmiş olsaydık, sınırlarımız bugünkünden gene daha geniş olacaktı. Fakat o günün havası şüphesiz farklıdır ve tarihe bu minval ile bakmak lâzımdır.

İttihatçıların harbe girişinin sebebi: Çok milliyetperver ve büyük ideallere sahip oluşları, hem de hiçbir zaman özgüvenleri olmayan ve kendilerini değerlendiremeyen bir ekip olmalarıdır. Yani aslında savaşa girmezlerse birileri gelip onları parçalayacak düşüncesine sahiplerdi. Hâlbuki kimsenin onlara saldıracak hâli yoktu. Hepsinin durumu vahimdi. Hatta şöyle söylenebilir ki savaşın altıncı ayının sonunda bütün Avrupa bitmişti.

“Enver Paşa’nın çok yetenekli bir genç olduğu şüphesiz”

Sayın hocam İttihat Terakki demişken, Enver Paşa hakkında ne dersiniz. Genç yaşta Harbiye Nazırı ve Erkan-ı Harbiye reisi olur. Saray’ın da damadı idi. Kariyerinde hızlı yükselmesi ve genç oluşunun savaşın idaresine etkisi nasıl oldu?

Enver Paşa’nın çok yetenekli bir genç olduğu şüphesiz Fakat unutulmaması ve altı çizilmesi gerekir ki o dönemde hakikaten “genç”tir. Yine de hakkını yememek lazım, otuz küsur yaşında, mareşal olmamasına rağmen mareşal mesabesindeydi demek yanlış olmayacaktır. Dönemin ordusu ise Osmanlı, Türk tarihinin en kalabalık ordusuydu. Herkes askere alınmıştı. Büyük bir devrim yapılmış, bir müddet evvel medreselerin dahi askerlikten muafiyeti kaldırılmıştı. Harbe girerken ise gayrimüslimlerin de muafiyeti kaldırıldı. Yani herkes asker oldu, tam bir vatandaş ordusu… Bu ordunun bir kısmını sevk edemediler bile. Fakat mühim olan mesele bu kadar büyük bir ordunun komutanının genelkurmay başkanı olan Enver Paşa’nın bilgili, hırslı ve cesur; ancak bir o kadar da genç birisi olması ve dahası böyle bir salahiyetle ordunun başına getirilmesi anormal bir durumdur.

“Türkler bir şeytan gibi savaşır ama centilmendir, aciz olana saldırmaz ve dokunmaz”

Birinci Dünya Savaşı bazı kaynaklarda “centilmenler savaşı” olarak nitelendirilmektedir. Gerçekten centilmenler savaşı mıydı? Zira milyonlarca kişi ölecekti.

Birinci Cihan Harbi içinde, muhtelif milletlerin orduları kendilerine has tutumlarıyla ortaya çıktı. “Centilmen savaşçılar” diye bir mefhum kullanılır oldu. Savaşı adam gibi yapan, karşısındakinin kendi gibi savaşçı olduğunu unutmayan askerlerden kurulu ordular vardı. Yüzbaşı David Fallon’un, Çanakkale Savaşı’nı anlatan “The Big Fight / Büyük Kavga” adlı kitabını okuduğumuzda bunları görüyoruz. Yüzbaşı Fallon Almanları gaddar, fırsatçı askerler olarak niteliyor. Buna karşılık Türkler için “Bir şeytan gibi savaşır ama centilmendir, aciz olana saldırmaz ve dokunmaz” diyor.

Doğu cephesinde de çatışmaya ara verildiği anlarda Rus ve Türk neferler birbirlerine karşılıklı olarak tütün, ekmek ve şeker atarmış. Fallon’un kitabında esir ve yaralılara Türklerin karşıdan su bile gönderdikleri yazılıyor. 

Birinci Dünya Savaşı’nda Milyonlarca insan öldü. Erkek nüfusun eriyip gittiği bu savaş halkları nasıl etkiledi?

Harpten sonra insanlığın 3 bin yıllık ödeme sistemi çöktü ve değişmek zorunda kaldı. Kadınlar daha fazla üretim için, erkeklerin boşalttığı fabrikaları ve şirketleri doldurdu; bir daha da evlerine dönmedi. Avrupa sarsılıyordu. Sadece iktisadi değil, içtimai bakımdan da. Kadınlar kaçınılmaz olarak fabrika ve büro hayatına girmişti. Bizde dahi kadın memur alındı, geniş ölçüde kadın işçi ve amele taburları oluştu.

Halkı ağır şekilde etkileyen Birinci Dünya Harbi, ülkeleri ve hükümetleri nasıl etkileyecektir?

Birinci Cihan Harbi’nden evvel stabil bir dünya mevcutken; harpten sonra bitmeyen enflasyonlar, darlıklar, iktisadi krizler birbirini izlemeye başlayacaktır. Kapitalist sistemin içine girdiği bu dağınıklık maalesef bugüne kadar devam etmektedir ve bu krizler dünyasının nasıl düzeleceğine dair elimizde veriler yoktur. Son zamanlarda ve Türkiye’de çok acele çevrilen Fransa’nın ilginç ekonomistlerinden Thomas Piketty’nin eserinde çok açıkça görülmektedir ki, Birinci Cihan Harbi’ne giren iki büyük kuvvet yani Rus İmparatorluğu ve Osmanlı İmparatorluğu konvertibl sistemin içinde değillerdir. Buralarda para dolaşımı, banknota sözde dayanmaktadır. Sınırların dışında bu banknot hiçbir kıymet ifade etmemektedir. Altına dayalı bu büyük iki nüfus kitlesinin savaşa girmesi ülkelerin altüst olacağına delildir. Nitekim Rusya İmparatorluğu savaşa girdiği zaman üç askere bir tüfek hesabıyla muharebe etmiştir. Şehirlerde yiyecek kıtlığı safhadadır.

O vakte kadar geçerli olan altın miktarı ile dengeli banknot sistemi iflas etti; savaştan sonra da eski sisteme dönülemedi. Her yerde enflasyonlar ve iflaslar birbirini izledi. İşçi sınıfı bilinçlenmiş miydi yoksa kızgın mıydı? Nazizmin ve faşizmin gelişi kızgınlık tezini doğruluyor.

Acaba savaşın sonundaki uygulamalar galiplerin mağluplardan intikam alması şeklinde mi cereyan edecektir?

Yaşayan sınıfların, fakir sınıfların, sıkıntı çeken insanların, monarşiye karşı olan ananevi bağlılığı sona ermiş ve başka bir düşmanlık başlamıştır.

Savaşın galipleri de bitkin ve bezgindi. Kızgınlıkları gaddarlık derecesindeydi; Almanya ve Avusturya-Macaristan'dan fena intikam aldılar. Almanya milli sınırları içinde bir imparatorluktu. Fransızlar Alsace ve Lorraine'i ilhak ettiler, Saar ve Ruhr havzaları işgal edildi. Polonya bazı toprakları aldı ama asıl yıkım yüklenen ağır savaş tazminatı ve dolayısıyla borç yüküydü; savaş sanayii yasaklanmıştı.

İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra refahın dönüşü için akıllıca kullanılan bu yasak, Birinci Dünya Savaşı'ndan hemen sonra ise askeri sanayideki işçi ve mühendisler için ise müzmin işsizlik demekti. Barış antlaşmalarından sonra Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'ndan iki küçük devlet ortaya çıktı.

Birinci Dünya Savaşı’nın tabii ki etkileri başta da belirttiğiniz üzere günümüze kadar gelmektedir. Bununla birlikte savaşın fiili olarak sonu nasıl oldu?

11 Kasım ’de saat ’de Fransa harap olduğu savaşın galibi olarak Compiegne ormanında Almanya ile imzaladığı mütareke ile I. Dünya Savaşı’nı fiilen bitirmişti. Bilahare barış anlaşmaları arasında Versailles’da mağlup Almanya’dan savaşının intikamı alınmaya çalışılacak ve bu, II. Dünya Savaşı’nı hazırlayan nedenlerden biri olacaktır. Compiegne ormanındaki vagonunda Alman askeri erkânını ateşkes şartlarını dikte etmek için bekleyen Fransız Mareşal Foche, meslektaşı Petain gibi bu sonsuz savaşta mareşalliğe yükselenlerdendi. Savaşın galipleri de mağluplar kadar bitkindi. Milliyetçilik ve milli kin doruğundaydı. Bütün günahların sorumlusu Almanya, Avusturya ve Osmanlı İmparatorluğu olarak görülüyordu.

Ondan 12 gün evvel, 30 Ekim’de Türkiye İmparatorluğu, Halep ve Musul sınırına çekilmişken barış talep etti. Avrupa’daki müttefiklerinden Avusturya-Macaristan çoktan bitmişti. Türk cephelerinin Avusturya-Alman bloku ile bağlantısı da Bulgaristan’ın savaştan çekilmesiyle zaten kopmuştu. Bir hazin durum; uzun cihan harbi boyunca, kendi imkânları içinde en geniş ve uzak cephelerde çarpışan kuvvet Türklerin ordularıydı. Cihan savaşına giriş çözülmez hataların başlangıcıydı; bu çözümsüzlük sonunda çöküntüyü getirdi; bu çöküntüden çıkış için Türk toplumu kaosu ve yeni bir dünya savaşını değil milli mücadeleyi seçecektir. Mütarekeden bir sene sonra aslında Türkiye toprakları, İtilaf Devletleri’nden Fransa’nın Maraş bölgesindeki işgalini sarsmaya başlamıştı. Ordunun direnen komutanları, siyasi ve idari direnişin örgütlenme ağını oluşturmaktaydılar.

yüzyılın ikinci büyük savaşını göz önünde bulundurduğumuzda Birinci Dünya Savaşı’ndan  yeterince ders alınmadı diyebilir miyiz?

Buna rağmen birinci savaşın yarattığı tahribattan ders alınmadığı; Türkiye’sinin bu tarafsızlık konusundaki tek istisna olduğundan bellidir. Özellikle askeri anıların çevirileri yapıldıkça ve bilhassa bizde birinci harbe katılan büyükbabaların el yazmaları sandıktan çıkartılıp yayınlandıkça manzara daha iyi görülüyor.

Savaşın sonuna baktığımızda büyük oranda toprak kaybı Osmanlı Devleti’nden olacaktır. Bunun sebebi nedir? Neden galip devletler Osmanlı coğrafyasında sanki savaş bitmemiş gibi davranacaklardır?

Kindar galiplerin asıl hedefi ise Osmanlı Türkiye'si oldu; koca Arabistan'ı yağmaladılar ve günümüzün sorunlarla dolu Ortadoğu'sunu yarattılar. İşgal ve parçalanma programının içinde yer alan Batı Anadolu için Britanya ordusu yorgun ve yetersizdi. Kasaları açtılar ve ihtiraslı küçük Yunanistan'ı kullandılar.

Yorgun, maliyesi çökmüş, güzide evlatlarını dört cephede kaybetmiş Türkiye; Ege'ye Yunanistan'ın çıkması, güneyde de Fransızların Ermenilere jandarma olarak üniforma giydirmesinden dolayı galeyana geldi. Savaş sırasında okul sıraları boşalmış, tarlalar ve dükkânlar ustasız ve çiftçisiz kalmıştı ama endişe direniş hareketini büyüttü.

Türk milletinin buna tepkisi nasıl olur?

İmparatorluk ağır bir yenilgiye uğrasa ve Arap vilayetlerini elinden çıkarsa da bin yıllık ananeye sahip ordusu vardı, komutanları ve devletin bürokratları ortadaydı. Nitekim 15 Mayıs'ta İzmir'in işgali, hemen 19 Mayıs'ta geleceğin Türkiye mareşalinin Samsun'a çıkışını getirdi.

Bu tecrübeli diğer genç komutan (Gazi Mustafa Kemal Atatürk) ve bürokratlar 15 Mayıs'tan evvel gelişmeleri tahmin etmiş ve tedbir almaya başlamışlardı. Bu tamamen politik bir örgütlenme, ordu saflarının alarma geçirilmesi, onlara moral verilmesi ve dağılan İttihat ve Terakki'nin elemanlarının da orduya paralel biçimde görevlendirilmesiydi.

19 Mayıs'tan 11 ay sonra Ankara'da direnişi götürecek hükümet kurulmuştu. TBMM hükümeti eski devletin genç kuvvetlerinin örgütlenmesi ve yüksek bir direnme gücünü temsil eder. Örgütlenme alışkanlığı ve enerjisi yüksek toplumlara konumları ve durumları ne olursa olsun karşı çıkmak veya zor zamanda daha fazla ezmeye kalkmak akıllı bir politika değildir.

“Hâlâ savaşın getirdiği kayıplar ve değişiklikler ile boğuşuyoruz.”

Bu son ifadeleriniz göz önüne alındığında savaşın sonuçları ile boğuşuyoruz diyebilir miyiz?

I. Dünya Savaşı’nı en yoğun biçimde yaşayan, devlet ve millet hayatında en önemli değişikliği geçiren biziz. Hatırlamak ve itiraf etmek istemesek dahi; hâlâ bu uzun savaşın getirdiği kayıpların ve değişikliklerin etkileri ile boğuşuyoruz. Biz bu uzun savaşa aslında ’de Balkanlar’da başladık ve ’de Mudanya’da tamamladık. Tarihimiz ve talihimiz nedeniyle II. Dünya Savaşı’na katılmadık.

Birinci Cihan Savaşı biz Türklerin en çok bilmemiz gereken bir dönemdir. Oysa geçtiğimiz bu dört yılı değerlendirdiğimizde akademik olarak yeterli olmasa da bir şeyler yaptık diyebiliriz. Ama savaşın asıl yükünü çeken halka bunu iyi anlatamadık. Özellikle lise ve üniversitelerimizde bu konu yeterli olarak işlenmedi.

Ayrıca şunu da belirtmek lazım ki, Tarihin yakasına yapışıp hesap soran uluslar pek sıhhatli sayılmazlar. Zira böyle toplumlar aslında tarihi incelemek ve anlamakta fevkalade ilgisiz ve bilgisizdirler. Sadece az bilgiyle çok gürültü yaparlar.

Sultan VI. Mehmet Vahideddin’in ülkeden “hayati tehlike” gerekçesi ile sessiz sedasız ayrılması (bazı tarihçilere göre kaçması) hakkında ne dersiniz? Özellikle “İngiliz uşağıydı” gibi ifadeler sizce doğru mu?

Son padişah VI. Mehmet Vahideddin bir kaçışı tercih ediyor. “Atıldım, satıldım, hak benimdi” gibisinden hiçbir beyanname de yayınlamıyor. İstifa ettiği yönünde herhangi bir şey de duyurmuyor. Mesela son Çar, “Rusya’nın hayrına çekiliyorum, Tanrı Rusya’yı korusun!” diyerek bir beyannamede bulunurken, Vahideddin halka karşı böyle bir yayın yapmayı tercih etmiyor. Kendisi 11 Kasım’da İngilizlere yazdığı bir mektupta hayati tehlike dolayısıyla İngiltere’ye sığındığını bildiriyor. Bunu sözlü olarak yapmış, karşı taraf yazılı olarak istemiş; makul istekti.

Padişah bu başvuruyu yazılı olarak yapmayı epey düşünmüş. Fakat yapabileceği başka bir şey, yazabileceği başka kimse de yoktu, ancak İngilizlere sığınabilirdi.

O yüzden “İngiliz uşağıydı” gibi yorumlardan kaçınmak gerekir. Çünkü Fransa Ankara Musalahası’nı yapmıştı ve artık donanmayı burada tutmuyor, sur içi İstanbul’da öylesine bir işgal kuvveti bulunduruyordu.

İtalya ise zaten Üsküdar’daydı ve Ankara Hükümeti ile arası çok iyiydi. Bu yüzden o da seçenekler arasından eleniyor. Padişahın da tabii ki Yunanlara sığınması gibi bir durum söz konusu değil. Geriye kala kala sadece İngiltere kalıyor. Dahası Boğazlar mıntıkasının denetimi de İngilizlerin elinde… Yani padişahın Karadeniz’e çıkıp oradan Romanya’ya geçecek bir durumu yok. Her yol İngiltere’ye çıkıyordu. Neticede diğer taraftan İngilizler de bu işi tabii kabul ediyorlar.

Sayın hocam bize vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz. Son olarak Hocam, yakın tarihimizin dönüm noktalarını farklı bir bakış açısıyla sunduğunuz ve sıra dışı analizlerin de olduğu Kronik Yayınları’ndan çıkan “Gazi Mustafa Kemal Atatürk” ve “Türkiye’nin Yakın Tarihi” adlı eserleriniz okuyucularınız tarafından epey ilgi gördü. Eğer lütfederseniz imzalayacağınız bir kitabınızı, okuyucularınız arasından (yapacağımız çekilişle) şanslı birine hediye etmek isteriz.

Teşekkür ederiz, tabi ki de imzalarım. İyi okumalar.

Anket değil…

Soru:

“Vahdettin hain miydi?”

Cevap:

“Burada anket mi yapıyoruz?”

Fatih Altaylı’nın Teke Tek programında konukları İlber Ortaylı ve Murat Bardakçı’ydı.

Bağıra çağıra içi boş tartışmalar değil, bilgiye dayalı, derinliği olan, kaliteli bir sohbet izledik.

İlber Ortaylı “kategorik” bir hüküm bildirmek yerine konuyu irdelemeyi tercih etti.

Sözlerinin sonunda da hüküm telaffuz etmedi.

…………….

Bülent Ecevit “Vahdettin hain değildi” demişti.

Murat Bardakçı da o gece “Vahdettin büyük hatalar yaptı ama hain değildi” görüşünü dile getirdi.

En küçük tavırlar için bile “vatan haini” söylemlerinin havaya uçuştuğu günümüzde bu iki kelimeyi dile getirmek eskisi kadar ağırlık taşımıyor.

Bunun yerine, olayı gözler önüne sermek, herkesin kendi vicdanında ve beyninde kanaate varmasına katkıda bulunmak sanıyorum daha gerçekçi.

Lord Kinross’un “ATATÜRK… Bir Milletin Yeniden Doğuşu” adlı kitabından bazı satırlarla öyle yapmaya çalışacağım.

Anket değil…

Sultan Vahdettin Malta’ya ayak basıyor.

SALTANATIN SONU

Ankara’da TBMM toplantısında oylama yapılmış ve “saltanatın sona erdiği” kararı alınmıştır.

Vahdettin artık sultan değil sadece halifedir.

Meclis’in aldığı karar İstanbul’a ulaşır.

Ankara yönetiminin İstanbul’daki temsilcisi Refet Paşa durumu itilaf devletlerine bildirir.

Artık tek yetkili Ankara’dır.

Vahdettin İngiltere’nin İstanbul’daki Büyükelçisi Rumbold’u Yıldız Sarayı’na çağırtarak uzun ve sıkıntılı bir görüşme yaptı.

“Kendisine güven verilmesini” istedi ama boş yere.

Rumbold ona “İngilizlerin artık Ankara Hükümeti’nden başka kimseyle görüşmeyeceklerini” bildirdi.

Bunun dışında verebildiği söz “Padişah, ani bir tehlike karşısında tahtını bırakmak ya da bırakmadan çekilip gitmek isterse, kişisel güvenliğinin sağlanacağı” oldu.

Rumbold az sonra Lozan’a gitti.

Gitmeden önce Harrington’a (İstanbul İşgal Kuvvetleri Komutanı)“Padişahın hayatından sorumlu olacağını” söyledi.

Eğer durum daha ciddileşirse, Padişah, bağlılığına güvendiği mızıkacıbaşısıyla Harrington’a haber yollayacaktı. (Vahdettin’in en güvendiği kültür adamı müzisyeni olması devletin ne halde olduğuna bir kanıttır. G.C)

Anket değil…Vahdettin’in kaçtığı İngiliz Malaya gemisi.

KADERDEN KAÇIŞ YOK

Vahdettin hâlâ kaderinden kurtulmaya çalışarak, mabeyincisini Refet Paşa’ya gönderdi.

Ve “Gazi ile hemen görüşmek istediğini” bildirdi.

“Ankara’dan gelecek bir temsilciyi kabul etmeye de hazırdı, Gazi’ye bunu mektup ya da telgrafla açık olarak bildirecekti.”

Fakat hiçbir mektup gelmedi; Refet Paşa da “Padişah’ın yakında kaçmak niyetinde olduğunu” anladı.

Bunun üzerine Sultan’ın deniz yaverini “onun yaptıklarını gözlemekle” görevlendirdi.

“Yaver, yakalanır da görevinden atılacak olursa, ona başka bir iş bulmaya” söz verdi.

SON CUMA

Padişah 10 Kasım’da sanki hiçbir şey olmamış gibi cuma selamlığında bulundu.

Yüzü berbattı.

Rengi, Padişah değil de gölgesi denecek kadar solmuştu.

Az sonra mızıkacıbaşı Harrington’a giderek “Sultan’ın kendisini tehlikede gördüğünü ve İngilizlerden onu alıp hemen götürmelerini istediğini” söyledi.

Harrington mızıkacıbaşının elinden bir de kâğıt aldı.

Mektup şöyleydi:

“Dersaadet (İstanbul) İşgal Orduları Başkomutanı General Harrington Cenaplarına…

İstanbul’da hayatımı tehlikede gördüğümden İngiltere Devleti fahimesine iltica ve biran evvel İstanbul’dan mahall-i ahara naklimi (başka bir yere götürülmemi) talep ederim efendim.”

Harrington şimdi “son Padişah’ı saraydan canlı olarak çıkarmak” sorunuyla karşı karşıya kalmıştı.

Bu da Saray iyice koruma altında ve milliyetçi ajanların göz hapsinde bulunduğu için kolay bir iş değildi.

Harrington emrindeki subaylardan bir kaçına açılarak buna göre bir plan kurdu.

Anket değil…General Harrington

SON GECE

Padişah maiyetindekilere “o geceyi Merasim Köşkü’nde geçirmek istediğini” söyledi.

Bu köşk, bahçenin uzak bir ucunda, İngiliz barakalarının bulunduğu alana giren Malta kapısının yanı başındaydı.

İsteği, hiçbir kuşku uyandırmamıştı.

Oğlu ve kendisiyle birlikte gidecek olanlar gelip köşkte Padişah’a katıldılar.

Başmabeyincisi, mızıkabaşıcısı, doktoru, iki sadık kâtibi, bir uşak, bir berber, iki de harem ağası; hepsi 9 kişiydi.

Vahdettin bütün gece, pirinç masalar üzerindeki tabancalarla mücevherlerinin, kıymetli taşlarının ve daha başka değerli eşyalarının sandıklara yerleştirilmesini başlarında durarak bekledi.

Eşyalar arasında Sultan Selim’e ait som altından küçük bir masa da vardı.

Küçük grup sabahın 6’sında köşkten çıktı.

Dışarıda, üzerinde “kızıl haç” işareti olan iki İngiliz cankurtaranı bekliyordu.

Yakındaki geçit alanında da bir İngiliz müfrezesi talim yapıyordu.

Önce gelen cankurtaranda maiyetindekiler vardı.

Sonra da Padişah’ın bindiği cankurtaranın lastiği patlamış, hemen değiştirilmesi gerekmişti.

Çok geçmeden o da geldi.

Harrington ve Henderson, Sultan’ı selamladıktan sonra Deniz Kuvvetleri’nin bir motoruna bindirdiler.

Motor onları İngiliz “Malaya” zırhlısına götürdü.

Gemiye çıkınca Harrington, Padişah’a “artık İngiliz toprağında ve güvenlikte olduğunu” söyledi.

“Nereye gitmek istediğini” sordu.

Malta adı ileri sürülünce kabul etti.

Malaya gemisi Sarayburnu’nu dönerek Marmara’ya açıldı.

Anket değil…Vahdettin’in Harrington’a yazdığı İngilizce sığınma isteyen mektup.

ALTINLARI SONRADAN

Henderson elçiliğe dönünce Rumbold’a yazmış olduğu mektuba bir not ekledi:

“Her şey yolunda, Zat-ı şahane ’te Malaya’daydı.

Bütün iş bir aksilik çıkmadan başarıldı. Gittiği için memnunum.”

Düşük Padişah Vahdettin Malta’da bir villaya yerleşti.

Rumbold’un yaptığı son görüşmeden sonra, İngiliz elçiliği, Sultan’ın paralarıyla kıymetli eşyalarının dışarıya gönderilmesine aracılık etmişti.

Böylece yaşamasına bol bol yetecek parası oldu.

Gidişinden bir ay sonra Harem ağalarından biri eşleriyle ailesini alıp götürmek için İstanbul’a geldi.

…………….

Vahdettin’in “Mustafa Kemal ve silah arkadaşları için idam kararı… ABD mandasını isteyişi, Kurtuluş ordusunun üzerine kuvvetler kurması” başka bir yazıya…

Vahdettin : Hain mi Kahraman mı

Soruda Bilinmeyen Yönleriyle Vahdettin Sultan Vahdettin hakkında yazılıp çizilenleri bir kenara bırakıp ezber bozmanızı sağlayacak bu kitaptan işte bazı önemli başlıklar:
Sultan Vahdettinin İlk Aşkı Kimdi' Vahdettin, Şehzadeliğinde Jurnalci miydi' Sultan Vahdettin Tahta Geçtiğinde İlk Sözü Ne Oldu' Sultan Vahdettin ile Mustafa Kemal Arasındaki Yakınlık Ne Zaman Başladı' Vahdettin, Kızı Sabiha Sultanı Mustafa Kemale mi Vermek İstedi' Osmanlı Sarayında Son Aşk, Kimler Arasında Yaşandı' Sultan Vahdettin, İngiliz Muhipler Cemiyetine Üye miydi' Mustafa Kemali Anadoluya Sultan Vahdettin mi Gönderdi' Sultan Vahdettin ile Mustafa Kemalin Ortak Yanları Nelerdi' Sultan Vahdettin, İzmirin Kurtuluşu Dolayısıyla Mevlid mi Okuttu' Sultan Vahdettin, Baskı ve Tehditle İstanbulu Terk Etmeye mi Zorlandı' Mussolini, Vahdettini Kullanmak mı İstedi' Sultan Vahdettin, Şeyh Sait İsyanını Destekledi mi' İngilizler, Sultan Vahdettine Rüşvet mi Teklif Etti' Sultan Vahdettinin Son Arzusu Neydi' Sultan Vahdettin, Parasızlıktan İlaçlarını Alamadı mı' Mustaf Kemal, Vahdettinin Öldüğünü Duyunca Ne Dedi' Vahdettin Hâin miydi' Vatan Sever mi'.

HABER MERKEZİ

CHP'li İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer'in 9 Eylül'deki İzmir'in kurtuluşu gününde Osmanlı'nın son padişahı Sultan Vahdettin'in hedef almasıyla başlayan tartışmalara ilişkin çok sayıda tarihçi ve kanaat önderi görüş bildirdi. Tunç Soyer, eleştirilere verdiği cevapta “Kaç tane suikast düzenlemek istemişler. Kim? Damat Ferit Paşa. Ve ne yapmışlar? İngiliz zırhlılarına binip gitmişler. Ben bu adamın nesini savunayım. Milliyetçilik de yurtseverlik de ecdada saygı da kimsenin tekelinde değil bu memlekette. Bizler atalarımızı saygı ile anmaya devam edeceğiz. Hırsızlar ve haramiler ile yolumuzu ayırmak zorundayız. Tarih bize bunu söylüyor. Atalarımız dünyaya büyük bir ders vermiş. Sadece Yunan, İngiliz değil. Bütün dünyanın emperyalist güçlerine. Bütün mazlum milletlere ilham veren ve tam bağımsızlığın, özgürlüğün mümkün olduğunu gösteren bir milli mücadele bu. Emperyalizmin yediği en büyük tokat bizim atalarımız tarafından atıldı. Bizim ecdadımızla problemimiz yok. Osmanlı da bizim, cumhuriyet de bizim. Ama Vahdettin, Damat Ferit Paşa… O vatan hainleri ile yolumuz asla buluşmaz. Çektirdikleri acı ve ıstırap asla unutulmaz” dedi.

İşte tarihçilerin Vahdettin tartışmalarına ilişkin açıklamaları…

Prof. Dr. İlber Ortaylı: (Vahdettin hain mi? Sorusuna cevaben) Böyle bir soru tartışılmaz, "tahta geçtiği zaman bugün bomba atmazlar" diyor. İngilizler monarşiye saygı duyduğu için bugün top atmazlar diyor. Vahdettin İngiliz lisanını bilmez. Hainlik diye bir şey yok. Vahdettin Batı dillerini bile bilmiyor. Çok iyi İslam kültürüne hakimdir. Tahta çıktığı gün Haydarpaşa'da depoları vuruyor İngilizler. Damat Ferit budala bir adamdır. Şunu söylüyor, "İngilizler bizi sever diyor." Rıza Nur gibi insanlar İngilizleri istemiştir. Büyük bir aptallıktır bu.

Tarihçi-yazar Murat Bardakçı: Tekrar söyleyeyim Vahdettin acizdir. İstanbul'un elden gitmesinden korkmuştur. Zaferden sonra TBMM'ye tebrik telgrafı çekse belki her şey farklı olurdu. Tahta değil kubura oturdum diyor. Paratönör olup bütün nüsibetleri üzerime çektim diyor. Hatıratlarında Mustafa Kemal'i Anadolu'ya göndermekten iftihar ettim diyor. Operasyon devlet operasyonudur. Cumhuriyet gazetesi inkar etsin her aşamasında devlet vardır. Tek Mustafa Kemal Atatürk gönderilmedi müfettiş gönderilmiştir. İngiliz General Milne nota gönderiyor bunu buraya niye gönderdiniz diye. Şakir Paşa bu belgeyi imzalamıştır. Belgeleri yayınladım ben. Atatürk'e verilen yetki belgesi her askere verilmemiştir. Çok nadirdir. Belki bir benzeri Köprülü Mehmet Paşa'ya verilmiştir. Çok geniş yetkilerle gidiyor. İstemiş o yetkileri. Şakir paşanın bu belgede imzası vardır. Geniş yetkilerdir.

Milli Savunma Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Erhan Afyoncu: Şöyle der: Harbiye Nezareti, Osmanlı Genelkurmayı Milli Mücadele'yi çok sıkı şekilde destekliyorlar. () Arada Damat Ferit gibi abuk subuk adamlar gelmesine rağmen çoğunluk Milli Mücadele'nin arkasında. Ayrıca Milli Mücadele'nin başlatıcısı olmanın Sultan Vahdettin'in taşıyabileceği bir yük olmadığını söyleyen Afyoncu o dönemde padişahın oldukça arka planda olduğunu belirtiyor.

Sakarya Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ebubekir Sofuoğlu: Vahdettin Han hainmiş. Çünkü M Kemal için idam fetvası yayınlamış. Bu fetvanın İNGİLİZ DÜZMECESİ olduğunu 24 Nisan TBMM gizli celse zabıtlarında bizzat M Kemal'in ağzından seafoodplus.infoşahlar aleyhinde üretilen bu düzmece belgeleri savunmak vicdanınızı rahatsız etmiyor mu?

Yeni Şafak Genel Yayın Yönetmeni Hüseyin Likoğlu: Nasıl ki Ayasofya ibadete açıldığı gün “Elhamdülillah” dediysek, yeniden Elhamdülillah demek için Sultan Vahdettin'in mezarını Şam'dan İstanbul Büyük Çamlıca Camii'nin bahçesine seafoodplus.info Vahdettin hain değildi, bunu bilmek için tarihçi olmaya gerek yok. Çünkü o, ruhunu fakruzaruret içinde teslim etti. Batı, Türk'e ve Müslüman'a ihanet eden kimseyi fakruzaruret içinde bırakmaz.

Tarihçi Yazar Şükrü Altın: Bugün Vahdettin'e hain diyenler haindir. Sultan Vahdettin tahta çıktığında Osmanlı İmparatorluğu 1. Dünya Savaşı'nda yenilmiş, perişan olmuş. Filistin'de geri çekiliyoruz derken 16 bin asker dağıtılmış, İstanbul'u işgal altına sokmuşlar. Vahdettin'in tahta çıkarken bir sözü vardır; ‘Tahta değil kubur'a oturdum diye. Çünkü ittihatçılar Osmanlı'yı bitirmişlerdi. Sevr antlaşma değil, taslaktır. Sultan Vahdettin imzalamadığı için antlaşma haline bile gelmemiştir. Antlaşma diye yutturdukları Sevr bir taslaktan ibarettir. 30 Ekim Mondros Anlaşması'yla Osmanlı teslim olduğunda İttihatçılar Osmanlı'yı bitirmişlerdi. Vahdettin sadece 4 yıl padişahlık yaptı. Mustafa Kemal Paşayı Yıldız Sarayı'nda ağırlayıp ‘Paşa, paşa bu milleti ancak sen kurtarırsın. Seni 9. Ordu Müfettişi olarak Samsun'a göndermek istiyoruz' diyen, Bandırma Vapuru'nu ona tahsis eden, sarayın Cuma selamlığında kullandığı atları satıp parasını seafoodplus.info'e gönderen kişidir. İngiliz işgal kuvvetleri Bandırma Vapuru'na vize vermiyor, boğazlardan salmıyorlar. Sultan Vahdettin devreye giriyor ve seafoodplus.info ile arkadaşlarının Samsun'a gitmesinde bir sakınca olmadığını, işgal kuvvetlerine karşı bir çalışma yapılmayacağını söyleyerek vizeyi almalarını sağlıyor. Yani istiklal harbini Sultan Vahdettin başlatmış oluyor.

İstanbul Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Öğretim Görevlisi Dr. Ramazan Topdemir: Atatürk ne kadar vatanseverse Sultan Vahdettin de o kadar vatanseverdir. Meyhane köşelerinde karar alan kendini bilmez devlet adamlarından bahsetmiyoruz. Ya da İngilizlerle işbirliği yapan, birilerinin oluruyla gelen kişilerden bahsetmiyoruz. Osmanlı'nın parçalanma sürecinde, işgal sürecinde padişah olmuştur. Kendisi istese, Ortadoğu'daki krallar gibi çuval dolusu altınları alıp giderdi. Hazine emrindeydi. Elindeki lambayı bile bırakmış, hüzünlü, gönlü kırık bir şekilde ayrılmıştır. Sıradan bir insandan bahsetmiyoruz. Bu Altılı Masa işi beceremedi, bir araya gelip bir aday gösteremediler, bu yüzden dikkatleri başka yöne çekmek istiyorlar. Ve CHP özellikle HDP ile arkadan işbirliği yapmak istiyor. O işbirliği sürecinde Vahdettin'e, Osmanlı'ya iftira atıyorlar. Siz önce masanızı düzeltin, bir aday çıkarın. Sizin Vahdettin'le ne alıp veremediğiniz var? Vahdettin vatansever, milliyet sever, ülkesini devletini seven ve ümmetini koruyan bir şahsiyettir.

Ahmet Mahmut Ünlü (Cübbeli Ahmet): Osmanlı ecdâdımızı özellikle pâdişâhlarımızı ve hâssaten Sultân Abdülhamîd ve Sultân Vahîdüddîn hazarâtını hâinlikle ithâm eden ğâfilleri Allâh-u Teâlâ hayırla ıslâh eylesin, ıslâhı mukadder olmayanların şerrinden bu milleti halâs eylesin.

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir