türkülerin hikayeleri uzun / Dilimize Pelesenk Olmuş, Hikayesi Olan Ünlü Türküler - Webtekno

Türkülerin Hikayeleri Uzun

türkülerin hikayeleri uzun

Zamanımızdan seksen veya doksan yıl önce Harput’ta Dar Kapısı’nda şirin bir ev vardı. Mutluluk çığlıkları gelen bir ev. Sonbahara doğru, insana hoş gelen esintili bir hava olurdu gece ve gündüz.

Harput kalabalık, cıvıl cıvıl bir şehirdi o zaman, herkesin işi gücü vardı, hanlar, hamamlar, dükkânlar, medreseler, camiler genişti. Dar Kapısı Mahallesi’nde şirin evin onaltı, onyedi yaşlarında oğlu Üneys bir “yosmaya” vurulmuştu. Yüreği yanık, üzerinde Harput yapısı ipekli bir entari ile gündüzleri bağlarda, bahçelerde, soğuk subaşlarında, Buzluk’ta arkadaşlarıyla yer, içer, eğlenir arkasından efkârın en boğucu havasını teneffüs ederdi. Geceleri bir hoş olurdu Abdeyir Mahallesi… Karşı tarafında “Toptop” vardı. Gecenin iliklere kadar işleyen serinliğinde Toptop sazlar türküler ile eğlenirdi. Böyle gelmişti bu böyle giderdi. Harput’un bütün aşıkları ile ehl_i keyf takımı Toptop’ta öbek öbek olur, kendi arkadaşlarıyla, kendi gönüllerince çalar söyler, yer içer eğlenirlerdi. Öyle divanlar ve arada öyle elezber (yüksek hava) söylerlerdi ki, etraf mahalledeki kadınlar ve kızlar gizlice duvar ve pencere arkalarında oturur, bu uzun havaları büyük bir zevkle dinlerlerdi. Üneys de geceleri efkar dağıtmak ve gündüz, yeniden efkarlanmak içinToptop’a gelir, bu alemlere iştirak ederdi. Üneys orta boylu, burnu çehresi üzerinde yukarıdan aşağı doğru biraz uzunca, şakacı, hatırlı, hoşsohbet yiğit bir delikanlıydı. İşte böyle bir sonbahar gününün gecesinde ne olduysa oldu. Üzerinde Harput yapısı ipekli entarisi, belinde sırmalı kuşağı ve bu kuşağın arasında tütün tabakası, ayağında yemenisi yanında bir arkadaşıyla tutkunu olduğu güzel yosma, Fide (Fidan) nın evine vardılar. Çatalkaya’da, Fide kapıyı açmış, gelen aşığı ile arkadaşını içeri almıştı. O gece geç vakitlere kadar gönüllerince eğlendiler. Üneys’in arkadaşı sık sık dışarı çıkıp bahçede ve kapıda sigarasını içiyor, etrafı kolluyor, gelen giden var mı diye dikkatle dinliyor, sonra tekrar tekrar öksüre öksüre içeri giriyor. Pencere açık olduğu için rüzgar arada bir Kayabaşı’nda maya ve uzun hava söyleyen aşıkların seslerini sürükleyip getiriyordu.

“Gül, bülbüle aşık mı nedir zarını bekler
Pervane dahi yanmak için narını bekler
Sevdalı gönül, göz yorarak yarını bekler”

Bu ağır türküyü dinlediler, göz göze bakıştılar. Fide içten içe bir soluk aldı verdi. Sonra aralıklı ve sessiz tebessümlerle kaküllerini geriye atarken, beyaz yüzünde gamzeler meydana geldi. Sürmeli gözlerini çevreleyen siyah ve uzun kirbiklerini kapatıp başını önüne eğdi. Kayabaşı’ndan rüzgar yine bir elezber’i yüksek perdeden getiriyordu.

Murad ağlar murad ağlar
Çay coşmuş Murad ağlar
Kimi muradın almış
Kimi namurad ağlar

Güle damlar güle damlar
Gülsuyu güle damlar
Kim öğretmiş bülbülü
Her seher güle ağlar

Vakit gemiş, sohbetler, söyleşmeler, koklaşmalar bitmişti, gitme zamanı gelmişti, gözler mahmurlaşmıştı.

Bu arada boğazı kuruyan Üneys, Fide’sinden bir bardak su monash.pw öyle bir sıçrayışta yerinden kalktı ki sevinçten uçuyordu. Aşığının yanan gönlüne bir bardak soğuk su serpecek ve yeniden alevlenmesini sağlayacaktı. Su geldi, Üneys kana kana içti. İçerken de karşısında elinde tabakla bekleyen fidan boylu Fide’nin gözlerinin içine bakıyordu. Fide çok mutluydu. Bu ara, aşığının hoşuna hoşuna gider düşüncesiyle bardağın dibinde kalan üç dört damla suyu da Üneys’in yüzüne serpti. Arkadaşının yanında bunun bir “töreye uymazlık” olabileceğini hiç düşünmemişti. Neyse kalktılar, kapıyı dikkatle kapayıp ağır adımlarla yürüdüler . Üneys, Fide’nin kapı aralığından onların ardı sıra mahmur gözlerle bakmakta olduğunu gördü. Fakat yolda, arkadaşı tutturdu: – “Üneys, senin bu yosmayı gözüm tutmadı! Senin yüzüne o suyu neden serpti ki? Ayıp değil mi, benim yanımda böyle yapılır mı? Doğrusu anlayamadım, başka güller de mi kokluyor sakın? Seni çocuk yerine mi koyuyor yoksa? Tam yosma! Yosmaların da yosması imiş ha…” diyor ve dik dik Üneys’e bakıyordu. Üneys’in başından kaynar sular dökülmeye başlamıştı sanki, terledi, gözleri karardı. Arkadaşına hak veriyor fakat sesini çıkarmıyor, yavaş yavaş yürüyor ve arkadaşının bundan sonraki konuşmalarını artık duyamıyordu.

Üneys arkadaşına bir işi oyduğunu, bir yere uğraması gerektiğini söyleyerek ondan ayrıldı. Hiddetle dönüp Fide’nin evine vardı. Kapıyı vurdu. Fide kapıyı aralar aralamaz kuşağından çıkardığını bıçağını zavallı Fide’nin kalbine iki defa sapladı. Güzel Fidoş (Fidan) şimdi kanlar içinde yatıyordu. Üneys doğruca çeşmeye koştu, bıçağını yıkadı eve geldi. Entarisini çıkarıp yatağının altına koydu ve yattı.

Bir saat sonra zaptiye kapının tokmağını vurdu. Dar kapısındaki evin ışıkları yandı, zaptiye kanlı entariyi bulunca, Üneys’i “dam altına” attılar. Dam altındaki (nezarethane) pencereden yine bir türkü getiriyordu rüzgar… Yine Kayabaşı’ndan geliyordu bu ses, hoş ve yakıcı Sonbahar gecesinin serinliğinde türkü bu sefer de Fide ile Üneys’in aşkını terennüm etmekte idi.

Fide Türküsü

Çatal kaya alınmaz
Dibi taştır delinmez
Fide’nin al yanağı
Al almada bulunmaz

Ah Fidan yar Fidan yar
Beni koyup giden yar
Evvel böyle değildin
Seni bir öğreten var

Eşen’e söyleyeydin
Kapıyı kösliyeydin
Üneys size gelende
Yolunu gözliyeydin

Eşen’nen yoktur aram
Kime gidem yalvaram
Üneys gözün kör olsun
Sol memededir yaram

Kayabaşı yarıldı
Düştüm şevem kırıldı
Gidin Üneys’e deyin
Akdı kanım duruldu

Kapıyı araladın
Bahtımı karaladın
Üneys gözün kör olsun
Bağrımdan yaraladın

Toptop’ta gezer atlı
Çarşafı kanlı katlı
Fideme türkü çıkmış
Söyleyin dertli dertli

Toptop’un taşına bak
Gözümün yaşına bak
Üneys beni ösgersen
Çık Kayabaşı’na bak

Aman Fide can cana
Bade doldur fincana
Otur içek yan yana

(Son üç mısra her dörtlükten sonra nakarat olarak tekrar edilir)

Kaynak: Yrd. Doç. Dr. M. Naci ONUR

Türk Halk Müziği, ülkemizde Anadolu kültürünü dinç ve diri tutmayı başaran en sarsılmaz değer. Etkisi birbirinden kıymetli öyküleri geçmişten alıp günümüze getiren ve tarifsiz duyguları nesilden nesile taşımamızı sağlayan bir zaman makinesi gibi. Üstelik hikayeleriyle öne çıkan bu kıymetli yöresel türküler, Türkiye’de müzikte çok da sahip olmadığımız bir özellik olan çeşitliliğe sahip. Kuzeyden güneye, doğudan batıya her bir yörede kendine has özellikler gösteren türkülerimizi sizler için listeledik. Acı, hasret, sevda, vuslat ve sıla kokan bu hikayeleri okurken kendinizi Anadolu’nun uçsuz bucaksız doğasının, dağlarının, yaylalarının içinde bulmanızı dileriz.

1. Hekimoğlu

Ordu yöresine ait bir türküdür. Tam adı Hekimoğlu İbrahim olan Fatsalı bir delikanlının hikayesini anlatmaktadır. Gürcü Sefer Ağa’nın kızına gönlünü kaptıran delikanlı, görüşmelerinin haberi yayılınca kızın nişanlısı Seyyid Ağa’nın hedefi haline gelir. Yaşanan bir çatışmada Hekimoğlu İbrahim, Sefer Ağa’nın bir adamını öldürür. Bu olaydan sonra dağlarda kaçak yaşamaya başlar. Hekimoğlu’nun kaçak hayatı yaşadığını duyan köylüler ona kucak açarlar. Halkla iyi ilişkiler kuran ve çevresini genişleten Hekimoğlu, Sefer Ağa için bir tehdit haline gelir. Bir gün yeğenlerinin pusuya düşürüldüğünü duyan Hekimoğlu olay yerine gider. Ancak asıl pusu kendisi içindir, uğradığı saldırıda can verir.

2. Güvercin Uçuverdi (Misket)

Ankara yöresine ait olan türküye ismini meşhur bir elma türü olan “misket” vermiştir. Ankara’nın önemli efelerinden olan yakışıklı Osman Efe ve Huriye’nin aşkını anlatır. Osman Efe, Huriye’ye “Misket” takma ismini vermiştir çünkü Huriye misket ağacına tırmanıp Osman Efe’nin yollarını gözlemektedir. Fakat bir gün, yiğitliğiyle öne çıkan Kır Ağa Huriye’yi görür ve beğenir. Osman Efe ile karşı karşıya gelirler. Osman Efe’nin gücü karşısında yenilen Kır Ağa geri çekilir ve Misket’in peşini bıraktığını söyler. Olan yerinden dönenler arasında Osman Efe’yi görmek için misket ağacına tırmanan Huriye, dengesini kaybedip düşer ve oracıkta ölür. Osman Efe peşinden bu türküyü yakar.

3. Deniz Üstü Köpürür

Muğla yöresine ait türkü, Ula köyünde yaşanmış bir hikâyeyi anlatır. Bir düğünde Gülayşe’yi beğenen Osman’ın hikayesini anlatır. Görücü göndermeye cesaret bulamaz ve önce Gülayşe’yi tanımak ister. Fakat Gülayşe ile ilgili hiçbir şey bilmemektedir. O da başlar çevredeki düğünleri teker teker gezmeye. Osman’ın gezmeleri o kadar artar ki Ula’da bir düğün olduğunda gözler önce Osman’ı aramaya başlar. “Kambersiz düğün olmaz” sözü “Osman’sız düğün olmaz” ile yer değiştirir. Günlerden bir gün Osman Gülayşe’yi bir düğünde yakalamayı başarır. Ancak tek kelime edecek cesareti kendinde toplayamaz. Arkadaşlarıyla bir içki sofrasının başında bulur kendini. Eline ilk defa saz alıp bu türküyü yakar.

4. Kırmızı Gül Demet Demet

Erzurum yöresine ait bir türküdür. Ali, savaş patlak vermeden ve askere çağrılmadan önce bir güzelle evlenmiş. Daha evliliğinin kırkı çıkmadan göreve gitmesi gerekmiş. Yıllar sonra, savaşın bittiği haberini alan annesi ve gelini mutluluktan havalara uçmuşlar. Annesi tren istasyonuna Ali’yi almaya giderken gelini evle bırakmış. Ancak saatler geçmiş, vagon üstüne vagon varmış istasyona fakat Ali gelmemiş. Umudunu kesen annesi evin yolunu tutmuş. Eve geldiğinde gelinin odasından gelen sesleri duyunca içerde bir erkek olduğunu anlamış. Tüfeğini kapıp yatağa mermi yağdırmış. Yorganı kaldırdığında ise oğlunu ve gelinini vurduğunu anlamış. Olaydan sonra yollara düşen anne, bu türküyü yakmış.

5. Şen Olasın Ürgüp Dumanın Gitmez (Cemalım)

Erken yaşta Cemal ile evlenen Şerife’nin hayatı, mutlu geçen birkaç yılın ardından Cemal’in öldürülmesiyle sarsılmıştır. Ürgüp’ün Karlık köyünün varlıklı bir ailesinden olan Cemal, tuzağa düşürülerek öldürülmüştür. Çevre halkın tamamı Cemal için çok üzülmüş, ölümünün haberi kısa sürede bütün bölgeye hızla yayılmıştır. Şerife’nin Cemal’den kalan bir oğlu da birkaç yıl sonra hasat zamanı at tepmesi sonucu ölmüştür. Acısını hafifletmek isteyen şerife bu türküyü yakmıştır. Cemalım türküsü, Türkiye’de çarpıcı hikayeleriyle öne çıkan ve onlarca kültürden izler taşıyan yöresel türküler arasında Ürgüp’ü temsil etmektedir.

6. Aşan Bilir Karlı Dağın Ardını

Bir zamanlar bir yörük obasında, köy ağasının oğlu Osman ile bir genç kız birbirlerine sevdalanırlar. Fakat yörük başı kızını ağanın oğluna vermek istemez. Bir gece ansızın obayı toplar ve bölgeyi terk eder. Aradan uzun yıllar geçer, kız Osman’ı hiç unutmaz. Civardan gelen geçer herkese delikanlıyı sorar. Ancak 60 yıl sabırla aradıktan sonra, yörük kızı Osman’ı tanıyan birine rastlayabilmiştir. Rastladığı kişiden Osman’a selam göndermesini ister. Osman selamı aldığında ise yüreği dağlanır. Türkiye’de yöresel türküler arasında öne çıkan acıklı hikayeleriyle yürek yakanlardan biri olan bu öykü, Sivas’ın Divriği ilçesine aittir.

7. Ela Gözlü Nazlı Yari

Adana yöresine ait olan türküyü Aşık Ferrahi kaleme almıştır. Asıl adı Mehmet Ali Metin’dir. Yanında çalıştığı ağanın kızına, Emine’ye sevdalanmasıyla hikayesi başlar. Ağa önceleri kızı Ferrahi’ye vermeyi kabul etse de çevre dedikodular onu bu fikirden caydırmış. Ferrahi de bunun üstüne yollara düşüp gurbetlerde türküler yakmaya başlamış. Otuzlu yaşlarındayken ise sağlık sorunları nedeniyle sesini kaybetmiş. Bundan sonra evlenen Ferrahi’nin bu evlilikten Emine isimli bir kızı olmuş. Ferrahi çalmış, Emine söylemiş. Birlikte Anadolu’yu gezerek “Aşıklar Bayramları” denen etkinliklere katılmışlar. Bu türkü ise baba-kıza, yılında Konya’daki bir etkinlikte Mihri Hatun ödülünü kazandırmış.

8. Gine Yeşillendi Niğde Bağları

Cumhuriyetten önceki yıllarda, kaçak rakı imalatı üzümü bol olan Niğde’deki Fertek kasabasında yapılmaktaymış. O tarihlerde Niğde ile Fertek arasında kalan 5 kilometrelik alanda her biri en az kişiden olan beylikler bulunmaktaymış. “Tepe Bağları” denen bu bölgede oturak alemleri de yapılırmış. Bir gün beyliklerden birindeki bir genç, başka bir beylikteki beyin kızına âşık olmuş. Fakat bu aşka iki beylik de izin vermemiş. Gizlice sürdürülen bu yasak aşk kızın babası tarafından fark edilince, genç oğlan hapse attırılmış. Hayatı için beylerden merhamet dileyen genç ise bu türküyü yakmış.

9. Hastane Önünde İncir Ağacı

Yozgat yöresine ait bir türküdür. Komşu kızı ile beşik kertmesi olan bir genç askerde verem hastalığına yakalanır. Hava değişimi alarak memleketine döner. Kız tarafı gencin hastalığını öğrenince kızı vermek istemez. Kızla genci görüştürmezler. Gencin tedavi olması şartını koşarlar. Genç aynı gece raporunu alıp İstanbul’a bir hastaneye tedavi için yatmaya gider. Verem o zamanlar “ince hastalık” olarak anılır ve çaresizdir. Günden güne durumu ağırlaşan genç, umudunu da kaybeder. Gözü hastanenin penceresinden bir incir ağacına ilişir ve bu türküyü yakar. Sözlerini yazdığı kâğıdı şapkasının içinde ailesine teslim ederler. Yoksul aile cenazeyi Yozgat’a götüremez. Gencin mezarı İstanbul’dadır.

Menteşeli Menteşeli

Konya yöresine ait bir türküdür. Menteşeli ailesi Mengene&#;de mutlu bir hayat yaşamaktadır. Bir gün erkekler seferberlik dolayısıyla askere çağrılır. Fatma ana kocasını, oğlunu ve damadını göreve cepheye uğurlar. Geride kızı, gelini ve altı torunuyla birlikte kalır. Aynı yıl Konya’da çok sert bir kış yaşanır. Kurtlar şehre iner, ölümler artmaya başlar. Kıtlık yaşanır. Fatma ana hanesine bakmak için yemez yedirir, giymez giydirir. Fakat bölgedeki pek çok ana babayı toprağa çeken kışı Fatma ana da yenemez, vefat eder. Savaşın sonunu ve gidenlerin dönüşünü göremeden hayata gözlerini yumar.

Türkülerimiz, buram buram Anadolu kokan, hasret kokan türkülerimizden ilk aklımıza gelenleri ve bu türkülerin hüzünlü öykülerini sizler için derledik.

Not: Muhtemelen çok yakında bu listeye bir bu kadar türkülük daha devam listesi yazarız, demedi demeyin.

Kırmızı Gül Demet Demet

Kırmızı gül demet demet
Sevda değil bir alâmet
Gitti gelmez o muhannet
Şol revanda balam kaldı

Kırmızı gül her dem olsa
Yaralara merhem olsa
Ol tabipten derman gelse
Şol revanda balam kaldı

Kırmızı gülün hazanı
Ağaçlar döker gazeli
Kara yağızın güzeli
Şol revanda balam kaldı

Annesinin tek oğlu Mehmet, Erzurum yöresinde yetiştirdikleri ürünleri, bugünkü Ermenistan&#;ın başkenti, o dönemler önemli ticaret merkezi olan Revan&#;a (Erivan) kervan ile götürüp satmaktadır. Karayağız, güçlü kuvvetli Mehmet, annesine her akşam bahçelerinden derlediği gül demetini getirir. &#;Sevgi ve saygı&#; ifadesi olan gül demetini anne duvara asıp kurutur, onlara baktıkça oğlunu görür gibi olur. Ancak vebaya yakalanan Mehmet, Revan&#;da ölür ve bir çalı dibine gömülür. Bir Mehmet değildir ölen, kervanın çoğu da bu amansız hastalıktan kurtulamaz. Ağır ağır Erzurum&#;a giren kervanı analar, babalar, yavuklular meraklı gözlerle beklemektedir, ama gidenlerin çoğu gelmemiştir. Mehmet&#;in anası durumu öğrenince, deli olup dağlara düşer, elinde bir demet kırmızı gül, dilinde bu türkü&#; Ağıtlar yakıp dağlarda gezer durur.

Arda Boylarında Kırmızı Erik

Arda boylarında kırmızı erik
Halime&#;nin ardında on yedi belik
Ah annecim ah annecim yaktın ya beni
Bu genç yasta denizlere attın ya beni

Alıverin feracemi annecim diksin
O gıymatlı İsmail&#;e kendisi gitsin
Uyan uyan İreceb&#;im senin olayım
Ardalar aldı ya nerde bulayım

Arda boylarına ben kendim gittim
Dalgalar vurdukça can teslim ettim
Ah annecim ah annecim yaktın ya beni
Bu genç yasta denizlere attin ya beni

Bir ömür boyu ayrılmamak üzere birbirlerine söz veren iki nişanlı olan Recep ve Zeynep&#;in huzurlarını köy ağasının oğlu İsmail bozmaktadır. İsmail de Zeynep&#;e âşık olmuştur ve ona sahip olabilmek için türlü yollara başvurmaktadır. İsmail zenginliğinin verdiği cesaretle Zeynep&#;in annesine niyetini açıklar, o da İsmail&#;in elinde bulundurduğu mal varlığına aldanarak işbirliği yapar onunla. Sevdiğine bir başkasının talip olmasına dayanamayan Recep, öfkeyle ağanın kapısına dayanır. Ancak ağa güçlüdür, kendisine karşı çıkan Recep&#;i ağır bir şekilde cezalandırır. Uğradığı zulme dayanamayarak dağa kaçan Recep&#;in yokluğunda, Zeynep&#;in annesi ve ağanın oğlu Zeynep&#;i evlilik için ikna etmeye çalışırlar. Recep&#;in bir başka sevdiğinin olduğu ve ona kaçtığı söylentileri köye yayılır. Ve düğün hazırlıkları başlar. Recep ve can dostu Cemil ise dağda ağanın adamlarıyla mücadele ederler. Ağanın adamlarından kurtulmayı başaran arkadaşlar, bu sefer kendilerine dost gibi yaklaşan düşmanlarla savaşmak zorunda kalırlar. Düğün günü sevdiğini kaçırmaya çalışan Recep, sevdiğine bu dünyada kavuşamaz. Zeynep ve Recep&#;in dillere destan aşkları da bu türkü ile dilden dile dolaşır.

Kara Tren Gecikir

Gözüm yolda gönlüm darda
Ya kendin gel ya da haber yolla
Duyarım yazmışsın iki satır mektup
Vermişsin trene halini unutup

Kara tren gecikir belki hiç gelmez
Dağlarda salınır da derdimi bilmez
Dumanın savurur halimi görmez
Kan dolar yüreğim gözyaşım dinmez

Yara bende derman sende
Ya kendin gel ya da bana gel de
Duyarım yazmışsın iki satır mektup
Vermişsin trene halini unutup

Yıl &#; Osmanlının birçok cephede savaştığı, her türden levazımın gerekli olduğu gibi her şeyden önce savaşacak askerin de gerekli olduğu yıllar. Büyük kayıpların verildiği, gidenlerin geri dönmediği çoğunun akıbetinin bilinemediği günler&#; İnsanımız istasyonlarda sabahlıyor, ümitle beklenen kara trenler kara haber getiriyor çoğu zaman. Anaların, bacıların, eşlerin, gözleri ağlamaktan fersiz düşmüş çaresiz bir bekleyiş sürüyor&#; Bekledikleri bir defa ölmüş ama her kara tren gelişinde sevenler bir defa daha ölüyor&#; Yorgun, bitkin ve başı eğik kara tren acı bir çığlık atarak uzaklaşırken kadınların inadına yaşatmaya çalıştıkları ümitleri, o korkunç bekleyişleri de bir ağıta dönüşüyor&#;

Sarı Gelin

Erzurum çarşı pazar leylim aman aman
İçinde bir kız gezer ay nenen ölsün sarı gelin aman
Sarı gelin aman sarı gelin aman suna yarim

Erzurum&#;da bir kuş var leylim aman aman
Kanadında gümüş var ay nenen ölsün sarı gelin aman
Sarı gelin aman sarı gelin aman suna yarim

Elinde divit kalem leylim aman aman
Katlime ferman yazar ay nenen ölsün sarı gelin aman
Sarı gelin aman sarı gelin aman suna yarim

Palandöken güzel dağ leylim aman aman
Altı mor sümbüllü bağ ay nenen ölsün sarı gelin aman
Sarı gelin aman sarı gelin aman suna yarim

Vermem seni ellere leylim aman aman
Niceki bu halimse ay nenen ölsün sarı gelin aman
Sarı gelin aman sarı gelin aman suna yarim

Sarı gelin, eski çağlardan beri Çoruh boyunda yaşayan Hıristiyan Kıpçak Beyi&#;nin sarı saçlı, güzeller güzeli kızıdır. Erzurumlu bir delikanlı Kıpçak Beyi&#;nin bu güzel kızına âşık olur ve Erzurumlu delikanlı ile sarışın Kıpçak kızının arasında büyük bir aşk başlar. Sarışın Kıpçak kızına âşık olan delikanlının ailesi, oğullarının bu kız ile evlenmesine karşı çıkar. Delikanlı ise kıza deli gibi âşıktır ama bey de kızını vermez bu delikanlıya&#; Delikanlı nihayet sarışın güzel kızı kaçırmaya karar verir ve nihayet kaçırır. Kıpçak Beyi&#;nin adamları iki kaçak aşığın peşine düşer ve uzun bir takipten sonra aşıkları bulup delikanlıyı öldürürler.

Yaslan Be Halil İbrahim

Dağda gızıl ot biter, içinde keklik öter
Eşkıyadan da beter, uslan be Halil İbrahim
Kıvırcık saçlarına, kar düşmüş uçlarına
Dağın yamaçlarına yaslan be Halil İbrahim

Derede su durulur, daldan köprü kurulur
El yerine vurulur, aslan be Halil İbrahim
Kıvırcık saçlarına, kar düşmüş uçlarına
Dağın yamaçlarına, yaslan be Halil İbrahim

Müfreze dağı sarar dağda kaçaklar arar
Geçit vermez kayalar, hızlan be Halil İbrahim
Kıvırcık saçlarına, kar düşmüş uçlarına
Dağın yamaçlarına yaslan be Halil İbrahim

Halil İbrahim doğumlu; Fatsa&#;da yaşayan, kıvırcık saçlı, şık giyinen, sırım gibi bir delikanlıdır. Saat, gramofon, şemsiye ve (gizlice) tabanca gibi aletlerin tamiriyle uğraşır. Gel zaman git zaman Halil İbrahim komşu köyden Ahmet Ağa&#;nın kızına aşık olur ve onu kaçırır, evlenirler. Bir müddet sonra Halil İbrahim karısını ve oğlunu köyde bırakıp askere gider. Askerdeyken Ahmet Ağa&#;nın kendi arazilerini üstüne geçirdiğini, kızı ile torununu da alıp köye götürdüğü haberini alan Halil İbrahim firar eder. Ormana yakın olan evinin yakınında saklanır, bazen de evine gider ama sonunda yakalanır, ceza olarak jandarmalarca telefon direğine bağlanıp dövüldüğü ve bu dayağın onun yaşamını değiştirdiği anlatılır. Cezasını çeken Halil İbrahim askerliğini tamamlayıp döner ama karısı, çocukları elinden alındığı için hayata küsmüştür, hep saklanarak yaşamaya başlar, eşi dostu da kalmamıştır artık. Silahsız gezemez olur ve evinde tamirat işleriyle uğraşmaya devam eder yalnız başına&#; 12 eylül öncesi Fatsa&#;da yapılan bir operasyonda Halil İbrahim teröristlerce yakılan evinden kaçar, ormanda saklanır ama jandarmalar tarafından bulunur, hiçbir suçu olmamasına karşın yıllar önce yediği dayağın korkusuyla kaçmaya kalkışır, Hasano deresinin köprüsünü sel almıştır, taşkın dereyi geçer, tam dağlara doğru kaçacakken başından vurulur ve kayalara yaslanır, ölürken bile yere düşmez Halil İbrahim&#;

Yemen Türküsü

Havada bulut yok bu ne dumandır
Mehlede ölüm yok bu ne şivandır
Bu Yemen elleri ne de yamandır

Ano Yemen&#;dir gülü çemendir
Giden gelmiyor acep nedendir
Burası Muş&#;tur yolu yokuştur
Giden gelmiyor acep ne iştir

Kışlanın önünde çalınır sazlar
Gözlerim ağlıyor yüreğim sızlar
Yemen&#;e gidene ağlıyor kızlar

Kışlanın önünde redif sesi var
Açın çantasına bakın nesi var
Bir çift potin ile bir de fesi var

Osmanlı Yemen çöllerinde zorlu bir savaşa tutulmuştur. Divanlar kurulur, savaş ve şartları haftalar boyu tartışılıp durulur. Sonunda Yemen ellerine, vilayetlerden birinde oluşturulacak bir alayla gidilmesinin mümkün olduğuna karar verilir. Düşünülür ki; bir tek vilayetten birlik oluşturulursa, bunlar hep akraba ve hısım olacakları için birbirlerine bağlılık ve dayanışmaları ile savaş alanından kaçmaları söz konusu olmaz. Haberler salınır, Osmanlının dört bir yanından uzun beklemelere karşın istekli çıkmaz bu oluşuma. Aslında istek olmasına olur da Osmanlının istediği gibi olmaz. Değişik vilayetlerden çıkan bu gönüllü sayısı da yeterli olmaz. Bu sırada Muş&#;tan Bulanık, Malazgirt ve Varto&#;dan bir ses yükselir Osmanlıya; &#;hepimiz varız, gönüllüyüz Yemen çöllerine gitmeye&#; Osmanlıya haber iletilir. Yetkililer bakar sayı yeterli, karar verilir ve Yemen çöllerine Muş&#;tan oluşturulan bir redif alayı gönderilir. Yemen&#;e gidilmesine gidilir ama hiçbiri de geri dönemez. İşte bu türkü gidip de gelemeyen o isimsiz kahramanların Muş&#;ta kalan sevgililerinin sesi, özlemi, elemi ve de acısıdır.

Humâ Kuşu Yükseklerden Seslenir

Humâ kuşu yükseklerden seslenir
Yar koynunda bir çift suna beslenir
Sen ağlama kirpiklerin ıslanır
Ben ağlim ki belki gönül uslanır

Sen bağ ol ki ben bahçende gül olim
Layık mıdır yanim yanim kül olim
Sen bey olki ben kapında kul olim
Koy desinler bu da bunun kuludur

Erzurum&#;un Çiğdemli köyünde yaşayan Mustafa ve Gülbahar&#;ın dillere destan aşklarını bilmeyen yoktur. Sevda çeken bu gençler ailelerinin rızasıyla evlenirler, fakat beraberlikleri çok sürmez. Seferberlik ilan edilmiş ülkedeki tüm gençler; okuyanı, okumayanı tümü askere çağrılmıştır. Vatan borcu namus borcudur. Bu kutsal görevden geri kalmak olur mu? Mustafa sevdasını evde koyarak ayrılır. Bu ayrılık o günlerde ölüme gitmek gibi bir şeydir. Belki de bir daha Gülbahar&#;ını göremeyecek, &#;gülüm&#; diye, doya doya koklayamayacaktır onu. Gülbahar&#;ın ise iki gözü iki çeşmedir ama elden ne gelir ki? Bağrına taş basarak Mustafa&#;sını uğurlar askere&#; Ama ne yazık ki gidiş o gidiştir&#; Aradan yıllar geçer fakat hiçbir haber gelmez. Öldü mü kaldı mı, kimse bir şey bilmez. Ev halkı artık Mustafa&#;dan umutlarını kesmiştir ama Gülbahar her sabah kalktığında bahçeye çıkar, yavuklusunun yoluna uzun uzun bakarak geleceği
günü bekler. Bekler ama ne gelen vardır ne de bir haber. Gülbahar her geçen gün erimiş, erimiş hatta ağlaya ağlaya göz pınarları da kurumuştur. Gelinlerinin bu durumu kaynanasını ve kayınbabasını çok üzmektedir. Kayınbabası Gülbahar&#;ın her sabah yavuklusunun yolunu gözlemesine, uçan kuşlardan haber istemesine o kadar üzülür ki dayanamaz ve bu ağıtı yakar. Humâ kuşu yuvasından havalanan ve çok yükseklerde günlerce uçan bir kuştur. Mustafa&#;yı humâ kuşuna benzetir babası ve humâ kuşunun haberci bir kuş olmasına atfederek başlar söylemeye&#;

Mihriban

Sarı saçlarına deli gönlümü
Bağlamıştım, çözülmüyor Mihriban
Ayrılıktan zor belleme ölümü
Görmeyince sezilmiyor Mihriban

Yar deyince kalem elden düşüyor
Gözlerim görmüyor aklım şaşıyor
Lambada titreyen alev üşüyor
Aşk kağıda yazılmıyor Mihriban

Tabiplerde ilaç yoktur yarama
Aşk değince ötesini arama
Her nesnenin bir bitimi var ama
Aşka hudut çizilmiyor Mihriban

yılında yaşadığı ölümsüz aşkı kelimelerle ebedi kılan Abdurrahim Karakoç&#;un gerçek adını gizleyip, Mihriban diye seslendiği o güzel Anadolu kızının hikâyesidir bu&#; Köyde düğün olacaktır, civardan misafirler gelmeye başlar. Genç Abdurrahim düğünde ailesiyle gelen misafir bir genç kız görür, tanışırlar&#; &#;Şefkatli, merhametli, muhabbetli, güler yüzlü, yumuşak huylu&#; manasındaki mihribandır bu. Misafirlikleri ilerledikçe aşk da ilerler. Bir sabah Abdurrahim kalkar ve Mihriban adını koyduğu sevdalısını görmeye gider, gider ki misafirler gitmiştir. Abdurrahim&#;in dünyası yıkılır, hayat manasızlaşmış, aşk acısı yüreğini yakmıştır. Bu halini gören ailesi kızı bulmak için Maraş&#;a gider, uzun aramadan sonra kızın ailesini bulur ve kızı isterler. Önce kız küçük derler, bahane bulurlar ama bakarlar ki Abdurrahim&#;in ailesi ısrarcıdır gerçeği söylerler; kız nişanlıdır&#; Ailesinin halinden olumsuzluğu sezen Abdurrahim kızın nişanlı olduğunu duyunca; &#;Bir daha bu evde onun ismi anılmayacak ve konusu geçmeyecek.&#; der ancak yedi yıl sonra aşk ateşinin sönmediği anlaşılır, eşsiz duygu yoğunluğu olan bu dizelerle aşkın gücünü anlatan şairimiz, Mihriban&#;dan aldığı &#;unutmak kolay değil&#; başlıklı mektup üzerine de şiirin devamını yazar&#;

&#;Unutmak kolay mı?&#; deme,
Unutursun Mihribanım.
Oğlun, kızın olsun hele,
Unutursun Mihrabanım

Ziya Türküsü

Çamlığın başında tüter bir tütün
Acı çekmeyenin yüreği bütün
Ziya&#;nın atını pazara tutun
Gelen geçen Ziya&#;m ölmüş desinler

At üstünde kuşlar gibi dönen yar
Kendi gidip ahbapları kalan yar

Uzun olur gemilerin direği
Yanık olur anaların yüreği
Ne sen gelin oldun ne ben güveği
Onun için kapanmıyor gözlerim

At üstünde kuşlar gibi dönen yar
Kendi gidip ahbapları kalan yar

Ham meyvayı kopardılar dalından
Beni ayırdılar nazlı yarımdan
Eğer yarım tutmaz ise salımdan
Onun için açık gider gözlerim

At üstünde kuşlar gibi dönen yar
Kendi gidip ahbapları kalan yar

Ziya yakışıklı bir delikanlıdır. Yozgat&#;ın Karacalar Köyü&#;ndendir. Aynı köyden Fikriye adlı kızı sever ve nişanlanırlar. Fikriye&#;nin babası Karacalar Köyü imamı Ali Hoca&#;dır. Ali Hoca Kızıltepe Köyü&#;ne imam olur. Ziya sık sık nişanlısını görmeye at sırtında gider. İki taraf da birbirini oldukça sevmektedir. Ziya bir gün ekin sularken üşütür ve karın ağrısından şikayet eder. Doktora gider ama fayda bulamaz, bir hafta içinde ölür. Bir başka söylentiye göre, Ziya Bey yakışıklı, at düşkünü, çok iyi atan binen, iyi cirit oynayan bir yiğittir. İki köy arasında oynanan ciritte attan düşer orada ölür. Fikriye, nişanlısının ani ölümü karşısında duyduğu acıyı ve kederi şiire döker böylece Ziya Türküsü ortaya çıkar.

Hastane Önünde İncir Ağacı

Hastane önünde incir ağacı
Doktor bulamadı bana ilacı
Baştabib geliyor zehirden acı
Garip kaldım yüreğime dert oldu
Ellerin vatanı bana yurt oldu

Mezarımı kazın bayıra düze
Benden selam söyleyin sevdiğim gıza
Başına koysun, karalar bağlasın
Gurbet elde kaldım diye ağlasın

Komşu kızı ile beşik kertmesi olan bir genç askerde vereme yakalanır. Hava değişimi olarak Yozgat&#;a (Akdağmadeni) gelir. Sözlüsünün ailesi gence kızlarını göstermek istemezler. Genç tedavi için İstanbul&#;da hastaneye yatar, odasının penceresinden gördüğü incir ağacından aldığı ilhamla bu türküyü söyler. Yakalandığı amansız hastalıktan kurtarılamayarak hastanede ölür. Ailesi cenazesini Yozgat&#;a getiremez, İstanbul&#;da kalır.

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır