mektebin bacaları oynayan kadınlar / Kabaardic Oynayan Kizlar mp3 mp4 flv webm m4a hd video indir

Mektebin Bacaları Oynayan Kadınlar

mektebin bacaları oynayan kadınlar

TÜRK HALK OYUNLARI KATALOĞU

SİVAS OYUNLARI:

Sivas bölgesi oyunlarca emsalsiz (benzersiz, eşsiz) derecede zengin topraklarımızdan biridir.

Kadınlar şehirlerde yarı halay çekerlerse de, bir kısım köylerde karma yürütülenleri de vardır.

Sözlü olanlarından birinin türküsünü alıyoruz:

Çekin halay dizilsin
Halaya kalkmayanın
Burun (vurun) boynu üzülsün
Sabahtan bizim pınara
İki gelin bir kız geldi
Birinin adı kahraman
Kaşları var çatma çatma
Diğerinin bendinde
Kalayladım kazanı
Bir yavrunun uğruna
Yedim Iramazan'ı
Bir kurşun atacağım
Serçenin kanadına


Sivas Halayları: Kadın erkek bütün halk halay çekmekte ve bazıları baş tutmada mahir (usta) olmakla beraber bilhassa köylülerin bu işteki üstünlüğü herkesçe teslim edilmektedir. Bir toplulukta davul zurna halaya başladı mı herkes coşup ortalığın havası değişiverir ve ustalar sıraya (halay dizisine) kalkmakta gecikmezler. Ayrıca buyur etmeye lüzum bile kalmaz. En iyi oyuncuyu da baştutma mevkii derhal verilir.

Belli başlı halay çeşitleri şunlardır: Garkın, Gızıh, Düz, Üç ayak, Yanlama, İrişvan, Karahisar (köy), Sallangel (köy), Mektebin Bacaları, Dudum, Yareli Dağlar, Turnalar, Tozuğan, Çekirge, Yarelim, Namelim vs. halayları. Bunlardan başka Hafik'te Bayburt Oyunu, Hanım Esme, Sarı Kız, Yıkılgan, Sürtme, Tek Ayak, Horhon Bicosu, Sade Bico, Sivas halayı, Hoş Bilezik, Yahşi, Meral, Sarhoş Barı vardır.

Divrik'te (Divriği'de) Samah veya Kol oyunu denilen bir çeşit vardır. Dini merhaleden kalmalığı adından tahmin edilebilen bu oyunda kadın erkek kişi halka kurup davul zurna yahut da saz (bağlama) ve keman eşliğiyle oynarlar. Eski Alevi semaında (semahında) sıra oyunu saz eşliğinde sofada yapılırdı. Bu davullu meydan çeşidi neticede tarikat dışı kalmıştı.

Gürün'de iki kişilik bir çeşidin adı Kol Oyunudur.

Divriği'de erkeklere mahsus olarak kişilik Dik Oyun ve Onbaşı Oyunu çeşitleri de vardır.

Zara'da kişilik Karahisar Oyunu ile Temürağa, Turna Barı ve biri erkek diğeri kadın kıyafetli iki erkek oyuncu tarafından yürütülen Hançer Barı, Tamzara ve tek olarak oynanan Tatyan çeşitleri vardır.

Yıldızeli'de Tamzara, Hoşbilezik, Baş Halay, Bico, Kol Oyunu, Kabak Alayı, ayrıca kadınlı erkekli Vik, Kafe ve Çeçen adlı göçmen oyunları yapılır ki, belirli bir iki iskan mahallesinin düğünlerinde seyredilip tanınmışlardır.

Kangal, Suşehri, Şarkışla'da Samah'tan hatıra ve halaylar vardır.

Divriği'de yarı yarışmalı haliyle Sinsin ve Turna oyunları oynanır.

Köylere gelince; Divriği ilçesini Zinekar köyünde kadın erkek kişi karma dizi kurup halay yürütürler. Aynı ilçenin Kesme köyünde kadın erkek karma halde yahut kadınlar erkeklerden ayrı olarak halay çekerler. Sincan köylünde yerin genişliğine göre kalabalıkla kadınlı erkekli halay çekilir.

Kangal ilçe merkezinde yerin genişliğine göre ve hatta daha çok kişi davul zurnayla halay çekerler. Düğünlerde, gelin ile güveyi meclislerinde (düğün toplantılarında) Halaya almak adeti vardır.

Halaylarında, güney halaylarından farklıca figürleri vardır. Kadınları, erkeklerden ayrı halay çekerler.

Çekin halay dizilsin (düzülsün)
(Ela gözler süzülsün)
Halaya kalkmayanın
Burnu, boynu büzülsün

Sabahtan bizim pınara
İki gelin bir kız geldi
Birinin adı kahraman (Fatma)
Kaşları var çatma çatma

Değirmenin bendinde
Kalayladım kazanı
Bir yavrunun uğruna
Yedim Iramazan'ı

Sivas hayalarından, düz halay; ağırlama, yanlama ve hoplatma denilen aynı karakterde üç figürden (bölümden) ibarettir. Ağırlamada birlik ve beraberlik, Yanlama'da; fertlerin dayanışması, destekleşmesi, Hoplatma'da; coşkunluk ifadesi vardır.

Giyim: Erkek oyuncunun bacaklarında zıbka (dar pantolon), sırtında sıkma başına feshindiler bulunur. Gömlekleri gümüş düğmelidir. Sıkmalar, gümüş kösteklerle süslüdür.

Sivas halayının Ağırlama kısmındaki dik ve keskin duruşlar, Çorum Halayı'ndaki Ağırlama kısmının kavisleri kadar cazibelidir. Her iki halayda eller bırakıldıktan sonraki mertlik ve kahramanlık ifadesi, kolların ahenkli ve intizamlı hareketleri ayrıca dikkati çeker.

Sivas Halayı'nda Ağırlama kısmından yanlama bölümüne geçilirken musikînin makam geçkisine uygun olarak yürütülen figür modülasyonu pek hoş bir hava yaratır. Bu bölümde beş perçinli birer kilit gibi taraklanıp kenetlenen ellerden kuvvet alan omuzların yan yana yaslanışı ve tam o sırada Heeeeeey! Sesleri , birliktelik gücünün ağız birliğini canlandırır. Hafif nüanslarla sola geri yaslanışlar ve çifter ayak vuruşları sürer. Yanlama kısmında eller bırakıldıktan sonraki birlikte dönüşler ve onu takibeden diz ve el vuruşları oyunun çekiciliği kuvvetli figürlerindendir.

Çorum Halayı'nın çapraz karşılaşmaları, Ağırlama'dan Oynatmaya ve ondan da ikilemeye geçilirken ki ezgi değişimine uygun vaziyet çeşitlenişi, çift düşme figürleri hoştur. Sürükleyici kavisler (yaylar) çizerek gelişen oyunda bir aralık yan yana getirilmiş ayakların üzerine dimdik düşüldüğü görülür. Bu figürde oyuncuların kenetli elleri sağa ve sola yukarı açılmış, kol ve bacaklar gerginleşmiş, duruşlar sert ve keskin bir hal almış bulunur.

Halayı gerektiren topluluklarda ev sahibi, düğün kahyası yahut o toplantıya idare eden kimse davulcuya bir halay havası vurmasını söyler. Oradaki konuklara da bir halay çekmelerini rica ve teklifinde bulunur. Oyuna kaldırılması gereken halaycı adları o sırada her yandan hatırlatılmaya başlar. Bir müddet sonra, oradakilere tanınmış en kuvvetli halaycıların yüzde yüzlük bir seçim isabetiyle alanda yer aldıkları görülür. Halkın işaret reyi (oyu) ile seçtiği oyuncularda kendi aralarından birini başa geçirirler. Burada dikkati çeken, pek önemli bir nokta vardır. Başa getirilen oyuncu, dizide kendinden daha iktidarlı (yetenekli) bir oyuncunun yer aldığını sezerse başı derhal ona bırakır. Kendisi ikinciye veya ortalara geçer. Bazen en sona geçtiği bile olur. Bir iki dakikada ve huzur içinde hallediliveren bu arkadaşça nokta, oyun erkanının (töresinin) ne kadar incelmiş bir göreneği bulunduğunu açıkça belli ettiriverir. Durum, anlayışlıların gözünden kaçmaz ve haz duyulur.

Mahir (usta) davulcular, oyun esnasında bazan davulu yerlere sürünecek derecede aşağılardan döndürebilir, bir ara kucağına alır, omzuna kor ve nihayet başının üstüne bile kaldırarak onu adeta baştacı gösterir ve bir nevi (çeşit) davul ayiniyle oyuna katılmış görünürler.

Çorum ve Sivas dolaylarında baş oyuncunun vakit vakit diziden ayrılarak öbür oyuncuların karşısında figürler yapması keyfiyetiyle vaktiyle tekkelerdeki zakirbaşının zikir esnasında yaptığı bir hareketin tamamiyle aynı oluşu keza (böylece) menşe (köken) birliğini kuvvetle tahmin ettirecek delillerden sayılsa yeridir.

Sivas takımınca yürütülen Köy halayı görünüşte sırf taklitçi mahiyettedir; Un eleme, Hamur yoğurma, yumak alma, ekmek pişirme, yün tarama, çıkrıkta ip bükme vs. gibi sırf kadın işi ev meşguliyetlerinin taklidi şeklinde görünen bu halayın ilk ve ikinci figürlerindeki ifadeden bu oyunun da doğuşça bir eğlenceden ibaret olmadığı fark olunur. İlk figürde oyuncular arka arkaya dizilidirler. Gövde ve başlar biraz önden tarafa eğik, eller -tam değil- biraz önden yana doğru olarak yanlara konulmuştur. Halk nazarında bu duruş bir acz (zayıflık) ve tezellürlül (alçalmanın) ifadesidir. Tavrın böylesi hakkında Orta Anadolu'nun birçok yerlerinde siftinme tabiri kullanılır. Siftinme, zaaf ve aczini (kusur ve zayıflığını) açığa vurma tedirginliği demektir. İkinci figürdeki ellerin göğüse çaprazlanıp alınların göğe yönelecek vaziyette geri yaslanışlarda Tanrı'ya bir yönelişi ve bir yakarış ifadesi ancak aranabilir. Tabiatın yüceliği karşısında bir nevi (çeşit) tapınma gibidir. İşte bu zaviyeden (açıdan) bakıldığı takdirde; un elemelerinin, hamur yoğurmalarının, ekmek pişirmeye üşüşmelerinin ve hatta en sonunda sevinç içinde oyuna geçişlerinin manası değişir. Belki de büyük bir kıtlıktan berekete kavuşma çağının hatırası zamanımıza kadar ulaşabilmiştir denilebilir.

Kadın dizisinde biri başı çeker, diğerleri ona ayak uydururlar. Tabii erkekler de aynı yolda oynarlar. Başı tutan ister kadın isterse erkek olsun en iyi oyun bilenler bunlardır. Boş ellerinde birer mendil tutarlar.

Dizidekilerin bir ağızdan türkü söyledikleri bilhassa kadınlarda olur. Erkeklerde söyleyiş olmassa da, seyirciler havanın sözlerini tanıdıklarından türküyü zihnen ve zevkle takip ederler. Figürler, havanın tartımına (ritmine) bağlıdır. Türkü söylense de çalgı eşliği mutlaka vardır.

Zahma tabir olunan hareketli kısımda rol tamamen sazdadır. Oyuncular kulak sazda ve gözler başı çekende olmak üzere hareketleri yürütürler. Sıçramalar, el çırpmalar ayak atmalar hep birlikte olur, geri kalan hiç olmaz.

Kadın oyuncularının başında Süpürgesi yoncadan gelir. Erkeklerde baş oyun Çekin Halay'dır. Sözler her iki oyunda birdir. Yalnız kadınlarınkinde küçük bir fark vardır. Kadınlarınki:

Süpürgesi yoncadan
Gayet belin inceden (Belin gayet inceden)
Ben seni sakınırım
Yerdeki karıncadan

Bendiyle başladığı halde, erkeklerdeki başlangıç şöyledir:

Çekin halay düzülsün
Ela gözler süzülsün
Halaya gelmeyenin
Vurun boynu üzülsün

Sözlerin geri kalan kısmı her iki tarafta birdir.

İkinci önemde olarak erkeklerde Abdurrahman Halayı gelir. Bu oyun, Sivas'ın en eski ve en meşhur bir halayıdır. Layıkıyla (gereği gibi) oynayanları zamanımızda parmakla sayılabilecek kadar azalmıştır.

Oyun havalarının başlıcalarının sözleri şöyledir:

Süpürgesi yoncadan

Süpürgesi yoncadan
Belin gayet inceden
Ben seni sakınırım
Yerdeki karıncadan
Al lililli, edalı da yar
Hop lililli, cilveli yar

Zahma; Başta duran pek güzel
Kır ata binmiş gezer
Eğdirmiş fino fesin
Nice yürekler ezer

Nakarat

Eyledür yar öyledür
Aşkın beni söyledür
Almış yari yanına
Hem öper hem söyledür

Nakarat

Permakta yüzük yarım
Kolda bilezik yarim
Yeter bana cevrettin
Bana da yazık yarim
(Size de yazık yarim)

Nakarat

Zahma

Erkeklerde ise şöyledir:

Çekin halay düzülsün
Ela gözler süzülsün
Halaya gelmeyenin
Vurun boynu üzülsün
Zahma

Vay canım yazık sana
Bak koydum azık sana
Sen ölme ben öleyim
Yosmasın yazık sana
Zahma

Sabahtan bir yel esti
Hançer bağrımı kesti
Ak göbeğin üstünde
Beni bir uyku bastı
Zahma

Kelkit'in yolu

Kelkit'in yolu bayır m'ola
Bir düş gördüm hayır m'ola
Şimdi yarim gelir m'ola

Aşalım dağlar aşalım
Hanım gel bayramlaşalım
Elin elime alaydım yar
Şalın belime saraydım yar
Bir gece mihman olaydım yar

Nakarat

Kelkit'in yolu düz olur yar
Top mavi şalvar toz olur yar
Komşular duyar söz olur yar

Nakarat

Şeftali derler ezerler yar
Çini tabağa düzerler yar
Sallanır gezer güzeller yar

Nakarat

Yeni tikanın (dükkanın) üstüyem ben
Allar giyenin dostuyam ben
Ellemeyin hiç hastayım ben

Nakarat

Sabahtan Bizim Pınara

Bu da mühim (önemli) halaylardandır. Kol kola girerek birbirine yaslanan kişi tarafından yürütülür.

Sabahtan bizim pınara
İki gelin üç kız gelmiş
Birin adı Fatma
Kaşları var çatma çatma

Aman şafak erken atma
Canım şafak erken atma
Aman horoz erken ötme
Canım horoz erken ötme

Bugün ben bir güzel gördüm
Bakar cennet sarayından
Kamaştı gözümün nûru
Anın büsn-i cemalinden

Nakarat

Bir o yandan bir bu yandan
Bir de gerdanın altından

Nakarat

Lahuri şal göbektedir
Bir yar sevdim gurbettedir
Sağ olsun da gurbet olsun
Sevdası var yürektedir

Nakarat

Ah yandım, yare yandım
Paşam yandım yar elinden
İlle hanımın dilinden

Zahma

Ela gözlü nazlı dilber
Akıl baştan perendedir
Ben severim, sen kaçarsın
İman senin nerendedir

Ah yandım yar elinden
Paşam yandım yar elinden
İlle hanımın dilinden

Zahma

Bu türkünün zahması çok ağırdır. Oyuncular elleri kalçada bir sağa, bir sola döne döne dairevi yürüyüşlerine usul usul devam ederler. Hava tedricen (derce derece), fakat yine de tarta tarta şiddetlenerek raks da aynı nispette gitgide temkininden uzaklaşır. Tam ayak değişirken de şu türküye geçilir:

Keçi vurdum bayıra
Şıngır mıngır yayıla
Benden sana fayda yok
Mevlam seni kayıra

Zahma:

Lay lay lay lay lay lay lam
Lay lay lay lay lay lay lam

Bir kurşun atacağım
Karganın kanadına
Kız ben seni alırım
Babanın inadına

Zahma

Geminin ambarına
Mum diktim şemdanına
İnşallah kavuşuruz
Hacılar bayramına

Zahma

Gemideyim gemide
Ayağım yemenide
Alıyorsan al beni
Nişanlım var geride

Zahma

Değirmen'in başınad
Kalayladım kazanı
Bir yavrunun uğruna
Yedim Iramazan'ı

Zahma

Sonuncu sözlerden sonraki zahma çok şiddetli olur. Raks da ona uyar. Oyuncuların çoğu oyundan ayrılır. En sona iki üç kişi kalır. Nihayet çalgı da durur. Bunun oyunu el ele tutuşulmuş olarak adımları ileri atmak ve hızla yere çökmekten ibarettir. Oyuncular iyice yorulmuşlardır. Bazı halayların sonunda işte bu "Keçi vurdum bayıra" oynanır.

Ağırlama

Altı yedi kişiyle yürütülen halay çeşididir. Bu da halayların başında yer alır.

Yürü yeşillim (ed'lım) yürü
Kalma yolundan geri
Zehir olsa içerim
Bade dolduktan geri

Çayda kumlar kaynaşır
Elde mendil dolaşır
Suda balık oynaşır
Zahma

Hoş Bilezik

Daha ziyade Erzurum ve Sivas arasında gün gören anonim bir havadır:

Hoş bilezik, hoş bilezik, kolları nazik
Ben yarimden ayrı düştüm, vay bana yazık
Zahma

Bir oda yaptırdım hurma dalından
İçini döşettim Acem şalından
O da benim değil, ahbap malından

Nakarat

Hoş bilezik, hoş bilezik, kolları nazik
Ben yarimden ayrı düştüm, vay bana yazık
Zahma

Bir oda yaptırdım yüceden yüce
İçinde yatmadım üç gün üç gece
Kurbanlar keserim sardığım gece

Nakarat

Bir oda yaptırdım dururum diye
Aldım martinimi vururum diye
Hiç aklıma gelmedi ölürüm diye

Nakarat

Bir oda yaptırdım, döşetemedim
Kahpe felek ile baş edemedim
Yalvardım yalvardım eş edemedim

Nakarat

Kabağı da Boynuma Takarım

Kabağı da boynuma takarım
Huvardayı gözünden çakarım
Ah bana yan bakan bir olursa
Vallah billah beşliylen yakarım

A dinge dinga dinga bak
Esme rüzgar sen bana bak
Eli yakma hep beni yak

Kabak da pişti tuz ister
Anne gönlüm bir kız ister
Kız olmazsa dul olsun
Şeftalisi bol olsun
Evi barkı dol' olsun

Nakarat

Turnam

Turnam gelir illerinden
Arabistan çöllerinden
Sokunayım güllerinden

Turnam yürüdü yürüdü
Hanım yürüdü yürüdü
Dağları duman bürüdü
Saran kollarım çürüdü

Turnamın kanadı sarı
Ben çekerim ah ü zari
Sen de mi küstürdün yari?

Nakarat

Turnamın kanadı yeşil
Gün değerde ışıl ışıl
Efendim peşini döşür

Nakarat

Turnamın kanadı nefti
Böyle m'olur yarin ahdi?
Geldi sarılmanın vakti

Nakarat


Bir de Muhacir ağızı dedikleri ve Erzurum, Kars göçmenlerince getirilip, Sivas'ta epey yayılmış bulunan havalar vardır; bar adını buralarda muhafaza ediyorlar.

Horoz

Benim horozum ağıdı (ak idi)
Derisi dolu yağıdı
Dün bu zaman sağıdı

Ana benim çil horozum
Mimikleri (ibrikleri) gül horozum

Hay olur hay olurudu
Eğer vursam tay olurudu
Kırk askere pay olurudu

Nakarat

Çıkar çöplükte sorudur
İner küllüğe dağıtır
Elli karıyı avutur

Nakarat

Çil horozum tartar idi
İlk akşamdan yatar idi
Elli avrata yeterdi

Nakarat

Bayburt'un Yolundan

Bayburt'un ince yolundan
Bir elma yoldum dalından
Elma kaldı
Hayalımdan

Şen ol Bayburt, şen ol, sende nem kaldı?
Yazıldı tezkerem, üç günüm kaldı

Bayburt'un ince yolundan geçilmez
Soğuktur suları bir tas içilmez
Anadan geçilir yardan geçilmez

Nakarat

Bu türkülerde asıl olan unsur sözden ziyade ezgidir. Ezgiler çoğu zaman değişiktir. Beyitlerden bir kısmı başka türkülerde de geçer. Bu itibarla her hangi bir türküyü müstakil bir havaya bağlı sayamayız.

Sivas'ta bugün oynanan halk rakslarının başlıcaları şunlardır:

1. Düz halay
2. Abdurahman Halayı
3. Süpürgesi Yoncadan,
4. Arnavut
5. Hoş bilezik
6. Mektebin bacaları

1. Düz Halay : Genel olarak sekiz kişi tarafından oynanan bir meydan oyunudur. Davul zurna eşliğiyle icra edilir. Dört esaslı tonu (figürü) ihtiva etmektedir:

a. Ağırlama tabir edilen figür gayet ağır olarak devam eder.

b. Halayı çekenler birbirlerine sarılarak yine ağır ağır oynarlar.

c. Eller serbest bırakılarak bazan kalçaya getirilmek suretiyle bütün vücudun ve bilhassa ayakların kıvrak hareketleriyle karakterize bir figürdür.

d. Oyuncular tekrar el ele tutuşarak bütün vücudun hareketiyle karakterli ve sıçrayışları ihtiva eden bir figürdür.

2. Abdurrahman Halayı: Abdurrahman adlı bir oyuncuya izafeten bu isimle anılan oyun, genel olarak altı kişi tarafından oynanan çok tartımlı (ritmik) bir çeşittir. Üç figürü vardır. Pek ince ve manalı hareketlerle bütün vücut işler (çalışır). Bilhassa figürlerin sonundaki titremeler çok ilgi çekici bir manzara arz ediyor.

3. Arnavut: Genel olarak beş kişi tarafından oynanır. Oyuncuların çevik ve zarif hareketleriyle ayaklarını bir ileri bir geri atarak yürüttükleri pek kıvrak bir oyundur. İki figürle işlenir. Davul zurna eşliğiyle icra edilir.

4. Süpürgesi Yoncadan: Bu halay da Sivas'ın en eski oyun çeşitlerindendir. Umumiyetle altı kişiyle oynanır. İki ana figürü vardır. Oyun ağır başlarsa da, ikinci figürde hızlanır ve oyuncular karşılıklı el çarparak ve sıçramak suretiyle oyunu bitirirler.

5. Hoş Bilezik : Bu halaya Erzurum Halayı tabir ediyorlarsa da, Sivas'taki icrası daha heyecanlıdır. Oyunun aslı Erzurumlu dahi olsa, Sivas'ta türlü inceliklerin katılımıyla güzelleştirilmiş, mahalli zevke uyarlanmıştır.

6. Mektebin Bacaları: Köylülerin Ağırlama tabir ettiği bu raks, çok neşeli bir oyundur. Dört figürle işlenir. Öbürlerindeki gibi önce ağır başlayıp sonra hızlanarak tempo da son bulur.

Bu oyunlardan başka Köylü Halayı veya Kürt Halayı tabir edilen bir halay daha vardır ki; çok orijinaldir. Bu oyun, Çorum'da kadınlarca yürütülen Türkmen Kızı (Kürdün Kızı diyen yerler de belirtmişti) oyunundan başka bir şey değildi. Bir farkla ki, bu oyunu Sivas'ta erkekler oynar. Zira, hayata dair taklitçi ve temsili bir çeşittir.

Sivas oyunlarının en önemli karakteristiği çok hareketli oluşlarındadır. Bazı figürlerindeki incelikler eskiden kadın ve erkeklerin karma halde oynamışlığını belirtecek mahiyettedir. Gerçekten de bugün köylerde kadın ve erkeklerin hala muhtelif (karma) oynadıkları olur. Sivas içindeyse kadınlar ayrı, erkekler ayrı oynuyorlar.


Evler, Evler…

İçine doğmadığım ama doğduktan hemen sonra dahil olduğum, haliyle dünyadaki ve Ankara’daki “ilk evim” olarak niteleyeceğim mekan anneannemle dedemin bir süre Mamak Belediyesi olarak kullanılan eski Devlet Konservatuvarı’nın hemen arkasındaki evleriydi. Dönem dönem ziyaret amaçlı, bir yıl boyunca da sürekli yaşadığımız bu evin yakasını makûs talih bir türlü bırakmayacaktı. Henüz küçük bir bebek olduğum yıllarda, haliyle hatırlamadığım ama defalarca anlatıldığı için belleğime işlemiş ilk talihsizlik yakınındaki Hatip Çayı taşkınında uğradığı zarardı. Yüzü aşkın insanın öldüğü, bir o kadar da evin ve malın zarar gördüğü 11 Eylül tarihli bu doğa felaketi Ankara tarihinde çok fazla dillendirilmeyen ama bir nesle damgasını vurmuş acı bir olaydı. Ziyaret amaçlı geldiğimiz zamanlardan birinde komşu kadınlarla birlikte açık havada piknik yapıp vakit geçiren annem ve anneanneme 9 yaşındaki haşarı dayım heyecanla bir haber getirir: “Sel geliyormuş, evleri boşaltmanızı söylüyorlar”. Birkaç saat önce evin anahtarını kaybettiği için oğluna çok kızgın olan anneannemin cevabı şudur: “O sel gelse de seni bir götürse!” Mahalle ufak çaplı sel baskınlarına alışkındır, birkaç evi su basar, eşyalar çamurlanır, olsa olsa üç tavuk, iki koyun sele kapılır, önce telaşlanılır, sonra günlük yaşamın içinde olan biten unutulup gider. Aslında taşkının boyutu tespit edilmiş ve çeşitli yollardan civarda yaşayanlar haberdar edilmeye çalışılmıştır ama ortada istimlak söylentileri dolaşmaktadır ve insanlar bunun evlerinin kolayca yıkılması için boşaltmalarını sağlamak amacıyla düzenlenmiş bir yalan olduğunu düşünmektedir. Kimse oralı olmaz ve sel beklenmedik bir anda çöker mahallenin üstüne. Haşarı dayım ve dedem nerelerdedir bilmem ama evde yalnızca annem ve anneannem vardır bu esnada, “Çocuğunu kap, kaç” diyen anneannem evin önündeki ağaçlardan birine, kucağında benimle annem diğerine tırmanır. Bu bir atkestanesi ağacıdır ve tüm bu yaşananlardan sonra indimdeki değeri arşa ulaşacaktır. Ağacın tepesinde titreşerek bekleyen iki kadının ve her şeyden habersiz bebeğin yardımına bir süre sonra bir yüzme yarışına katılmak için Ankara’ya gelmiş olan ve yakınlardaki bir öğrenci yurdunda kalan gençler koşar. Annemin payına kıvırcık saçlı bir delikanlı düşer, neredeyse yaşıtı olan gencin “Bin omuzlarıma bacım, dondum” yalvarmalarına utandığından epeyce geç karşılık verse de sonuçta o sayede kurtulur, beni kimin kucakladığı, anneannemi kimin kurtardığı meçhul. Ev hızarla biçilmiş gibi ortadan ikiye ayrılmış, eşyalar sele kapılmıştır. Taşkının korkunçluğu kazazedelerin ilk anda toplandığı çadır alanında birkaç gün içinde ortaya çıkar. Kızılay’ın kurduğu çadırlar, aşevi ve aşevine yemek getiren arabaları görünce haşarı dayıya müjde veren ben: “Dayi doş, papapa deldi, epek deldi”.

Dedem evi tamir ettirir, iki katlıdan tek katlıya inen evde bir süre daha yaşanmaya devam edilir. Bu arada dede ölür, bir eksilen hane halkına üç ilave yapılır; annem, babam ve ben. Hayal meyal hatırladığım o evden bende kalanlar dedenin öldüğü gün haşarı dayıyla oturduğumuz maviye boyalı ahşap kapının eşiği, kol dayama yerlerinde oyuncak robotumu yürüttüğüm tahta koltuklar ve ne zaman beni görseler tıslayarak üzerime yürüyen komşunun kazları. Derken ikinci talihsizlik çöker evin başına. Bulunduğu arsaya şimdiki Site Yurdu yapılacaktır, istimlak emri gelir. Evle ve yaşananlarla vedalaşma zamanıdır. Taşkından kalma siren sesleri ve kazların tıslamaları o evin müziği olarak ebediyen kulakta kalacaktır. Şimdi sırada bir ara istasyon vardır: Saimekadın.

Cebeci Askeri Mezarlığı yakınlarından başlayan bir sokaktadır yeni ev. İki katlı, eski tip bir binanın üst katında kiracıyızdır. Alt katta Cennet ve abisi oturur. Cennet 18’ini süren bir genç kız, abisine bakmak için köyden gelmiş. Babam onu nerede görse melodisiyle şu maniyi söyler:

“Nereye de gidiyon kız Cennet
Suya da gidiyom len Memmet
Suyu da nedecen kız Cennet
Aş pişirecem len Memmet”

Evin arkasından geçen bir çay vardır, bir taşkına da orada şahit oluruz, sel peşimizden takip etmektedir adeta. Bu defa zarar görmeyiz ama çocuk gözlerim kudurmuş selin önüne kattığı ev eşyalarını, hayvanları bir daha unutmamacasına zihnine kaydeder. Çok çocuk vardır mahallede, aralarına katılırım ve en çok ayaklarındaki yandan madeni bir tokayla iliklenen lastik sandaletlere imrenirim. Israrlarıma dayanamayan annem bir tane de bana alır pazardan. Zorla yatırıldığım öğle uykularının armağanı anneannemle birlikte Konservatuvar’ın karşısındaki çocuk parkına gitmek ve yol üstündeki seyyar kozhelva satıcısından “kuşlubaş” almaktır. “Kuşlubaş” diye bir şey yoktur esasında, o yuvarlak zeminindeki kuş kabartmasından dolayı kağıt helvaya benim taktığım isimdir.

Armağanım kuşlubaş, arzum ise okula başlama zamanım gelince hemen evin yakınındaki, türkücü Muazzez Türüng’ün öğretmen olarak görev yaptığı Demirlibahçe İlkokulu’na gitmektir. İlginç bir tesadüftür ki Türüng’ün en meşhur türküsü de “Mektebin Bacaları”dır. Hevesim kursağımda kalacaktır, başta da söyledim, burası sele giden evimize karşılık devletin yaptırdığı evlerin bitmesini beklediğimiz bir ara istasyondur. Çok geçmeden taşınma zamanı gelir, Saimekadın’a veda ederken kulaklarımda “Mektebin bacaları, vay lele lele lele/Ders verir hocaları oy amman, can kurban” melodisi çalmaktadır.

Seylap Sitesi C Blok

Üçüncü evim herbiri 24 dairelik 4 bloktan oluşan, içinde oturanların çeşitliliğiyle Babil Kulesi’ni andıran Yenimahalle’deki Seylap Sitesidir. Melodisi ise tek başına bir şarkı ya da türkü değil, ancak Yurttan Sesler Korosu olabilir. Adından da anlaşılacağı gibi evleri selde yıkılan mağdurlar için yapılmış, başta karşılıksız verileceği vadedilmişken sonradan uzun taksitlere bağlanarak bedeli alınmış sosyal konutlardı bunlar. Her bir blok motel tarzı inşa edilmiştir, 4 katlı, aynı ortak balkon üzerine açılan 6 daireli, merdiven sahanlıkları havadar, bodrum katında 24 tane kömürlük olan, kocaman arsalara sahip binalardır. Henüz Saimekadın’da otururken ve site inşaatı tamamlanmak üzere iken, kura çekmek için geldiğimiz günü hiç unutamam. O eve, o siteye daha o an kalbimi kaptırmıştım. Yanımda kimler vardı, kurada hangi daire çıktı ilgilenmemiştim bile. Gözüm ve aklım neredeyse Atatürk Orman Çiftliği’ne kadar göz alabildiğine uzanan çayırlıkta ve bir mücevher gibi o yeşilliği süsleyen gelincik, papatya, ballıbaba çiçeklerinde idi. Yeni doğmuş kuzular gibi o çiçekten o çiçeğe koşuyordum. Sonradan semtin en çok yerli film oynatan sineması Seyran’da izlediğim bir Zeki Müren filmiyle bağdaştıracaktım o günü: “Hayat Bazen Tatlıdır”. Henüz yerli sinemada renkli yapımlara geçilmemişti ama Zeki Müren filmlerine mutlaka renkli birkaç sahne ilave edilirdi, Genellikle şarkı söylediği sahneler renkli çekilirdi. Siyah beyaz bölümler perdede akarken birdenbire araya birkaç renkli sahne giriverir, izleyeni şaşırtırdı. O kura çekme günü de benim siyah-beyaz dünyama monte edilmiş renkli bir sahne idi adeta, kenarlarını itina ile oyalayıp en değerli bohçama sakladığım ipek bir mendil gibi yerleştirmiştim hafızamın kuytularına.

Seylap Sitesi

Anneannemin şansına çıkan, A Blok 22 numaraya taşındığımızda beş yaşındaydım. Apartmanın en üst katında, merdiven sahanlığına en yakın daire idi. Anneannemin rüzgarıyla serinlediği, balkonuna dalları düşen kavak henüz dikilmemiş, komşularla henüz samimiyet kurulmamış, hatta binanın elektriği bile bağlanmamıştı. Annem her akşam gaz lambasının şişesini silip temizliyor, karanlık çökünce yakıp aleviyle aydınlanıyorduk. Çok sürmedi, gaz lambasının temizlendiği saatlerden birinde elektriği bağlayacak görevli çıkıp geldi. Elektrik bağlanacağına sevineceğime annemin emeğinin boşa gittiğine üzülmüştüm. İşin trajikomik yanı da görevlinin elektrik cereyanına kapılması idi. Bereket önemli bir kaçak değildi ve hafiften titretmekle kalmıştı adamcağızı.

Elektrikler bağlanıp komşularla da kırk yıllık dosta dönüştüğümüzde keyfini çıkarmaya başlamıştık yeni evin. Ön cephesi İvedik Caddesi’ne ve Yenimahalle tepelerine bakan dairenin arkadaki küçük balkonu ise panoramik bir Ankara manzarasına sahipti. Yenimahalle adı gibi yeni kurulmuş bir semtti, devletin memurlarına ucuz fiyatlarla ve taksitlerle sağladığı arsalara bahçe içerisinde tek ya da iki katlı evler yapılmıştı. Havası temiz, doğası güzel, insan ilişkileri karşılıklı saygıya dayanan, örnek bir mahalle olup çıkmıştı. Baharda bahçelerden leylak, iğde, akasya kokuları yayılırdı. Çevresi henüz bâkirdi, Demetevler semtinin oluşup plansız yapılarıyla Yenimahalle’nin tadını kaçırmasına epey zaman vardı. Bizim site adeta sınırdı, bloğun yanından tarlalar başlar, Atatürk Orman Çiftliği’ne kadar uzanırdı. Bahar günleri o tarlaların arasına dalar, yeşil başaklardaki sütlü taneleri yiyerek Çiftlik’e piknik yapmaya giderdik yürüyerek. Eski İstanbul yolu az kahrımızı çekmedi. Mangal kültürü henüz yaygınlaşmamıştı, kuru köfteler, yalancı dolmalar, börekler, çöreklerle yapılırdı piknikler.

Üç iyi arkadaş edinmiştim; Serpil, Nejla ve Elizabet. Üçüncünün adını ilk duyduğumda çok şaşırmıştım, kucağında saçlı bir oyuncak bebekle balkonda duruyordu, önce bebeğine kilitlenmişti gözlerim. O yıllarda Türkiye’de saçları olan, o tür bir bebek bulmak adeta imkansızdı ve benim en büyük arzumdu öyle bir bebeğe sahip olmak. Sonra annesi “Elizabet” diye seslendi. Kafam karıştı, nasıl bir isimdi bu? Acaba Elizabet Taylor’ı çok mu seviyordu da kendine takma isim mi almıştı? Sonradan öğrenecektim Ermeni olduklarını, tıpkı anneannemin bitişik komşusu Ağavni tantikler ve bana ip atlamayı öğreten alt kat komşumuz Olga abla gibi. Olga abla ve annesi Takuhi tantik çok sürmedi taşındılar ama Ağavni hanım ve ailesi ile yıllarca komşuluk yapıldı. Elizabet ise iki yıl sonra babasının işleri bozulup İstanbul’a göçene kadar en can arkadaşım olacaktı. Hemen bütün öğleden sonralarımı onların köşe dairesinde geçirirdim. Yayıldığımız somyanın üstünde masalları canlandırmaya çalışırdık. Saçlı bebeğe sahip olmanın avantajı ile Elizabet hep kraliçe olurdu, olsundu, öyle tatlıydı ki ben prensesliğe çoktan razıydım. Abisi Numan ise ona yüklediğimiz krallık rolüne beş dakikadan fazla dayanamaz, mızıkçılık yapıp çıkardı oyundan. Biz somyadan sahnemizde hayallerimizi hayata geçirmeye çalışırken Valentin teyze sık sık yaptığı vişne likörünün tanelerini yememiz için getirirdi. Son vişne tanesini ağzımıza atamadan sızardık, oyun hep yarım kalırdı.

Cengiz Sokak No: 69A

Kimi zaman Ankara’ya giderdik alışveriş ya da bir ziyaret için. Evet, öyle denirdi o yıllarda Yenimahalle’den Ulus ya da Kızılay’a gitmeye. Çoğunlukla Elizabet ve Valentin teyze de eşlik ederdi bu gidişlere. Ulus’ta Heykel’e doğru karşıya geçerken sesli uyarı sistemi vardı. Yeşil yandı mı bir kadın sesi “Yayalar geçebilir” diye anons ederdi. O zaman Elizabet tüm masumiyetiyle anneanneme döner “Sen geçebilirmişsin Niğdeli teyze” derdi.

Elizabetler İstanbul’a göçtükten sonra biz de çekirdek aile olarak kendi yuvamızı kurmaya karar verdik, artık anneanne ile oturma işi bitiyordu. Seylap Sitesi’ne kısa bir süreliğine veda ediyor ve yeni bir eve “Merhaba” diyorduk, Cengiz Sokak, No 69’a…

Ragıp Tüzün Caddesi 6. Durak

Yazın son günlerinde, subay olan dayımın ayarladığı askeri bir kamyonla taşınmıştık Cengiz Sokak No: 69’a. Anneannemin elime tutuşturduğu elmayı kemirerek çok da fazla olmayan eşyaların boşaltılmasını izliyordum ki iriyarı bir ergen karşımda bitti, “Betonumuzu çatlattınız salak!” diye gürledi. Gerçekten ağır askeri kamyon apartmanın önündeki şaplı betonda ince bir çatlak oluşturmuştu. Lakin sorumlusu ben değildim sonuçta, öyle korkmuştum ki acele koşup annemin eteğine saklandım. O sinirli ergen sonraları iyi ahbabımız olacaktı ama henüz zaman vardı. Dört katlı, görece yeni bir apartmanın zemin katında idi kiraladığımız ev. Evin, hatta apartmanın sahibi Kayserili Gül Hanım’dı. Çok geniş olan kendi dairelerinin, arka bahçeye bakan iki oda ve bir sofa kısmını aradaki kapıyı iptal ederek bölmüş ve kiraya vermişlerdi. Dış kapımız bahçeye açılıyordu. Gözüme cangıl gibi görünen o küçücük bahçeye bayılırdım. Hayatımın en güzel yıllarından birini geçirmiştim o nohut oda, bakla sofa minik dairede. İlkokula kaydım taşındıktan kısa bir süre sonra orada yapılmıştı. İlk hafta annemin önderliğinde gittiğim okula ikinci hafta kendi başıma gider olmuştum. Kahverengi kutu çantam elimde evden çıkar, Cengiz Sokak boyunca yürüyüp Pazar Caddesi’ne ulaşır, sağa kıvrılıp Ragıp Tüzün Caddesi’ne doğru devam ederdim. Mevsim baharsa Coşkun Sokağın köşesindeki evin önünde duraklar, bahçe çitlerine dolanmış kuzukulağı sarmaşıklarından birkaç yaprak koparır, ağzıma atardım. Ragıp Tüzün Caddesi’nde mutlaka trafik polisi olurdu okul zamanlarında, araçları durdurup Fatih İlkokulu’na gitmek için bekleyen kara önlüklü öğrencileri karşıya geçirirdi. Hafif meyilli bir yokuşu tırmanır, o zamanlar tüm devlet okullarının boyandığı anneannemin dikoltası-dikolta pazen veya poplinden dikilen kombinezon benzeri bir iç giysi-rengindeki (yavruağzı pembesi) okulun kapısından girerdim. Erken geldiysem ve cebimde biraz harçlığım varsa okulun karşısındaki Sinekli Bakkal benzeri salaş dükkana girer “zunkla şekeri” alırdım. O şekerin bayıldığım tadının neye benzediğini yıllarca çözemedim, ta ki bir gün karamelize

Ragıp Tüzün Caddesi 7. Durak

edilmiş incir ezmesi olduğunu keşfedene kadar. Bir okul dönüşü annemi evde bulamadım. Panikle sağa sola koştururken annem ardında bir tornetle çıkageldi. Tornet tahta bir kasanın altına çakılmış dört rulmanla sürülebilir, kasaya eklenmiş sapla da çekilebilir hale getirilmiş ilkel bir taşıma aracı idi. Genellikle çocuklar ya da gençler pazarlardan küçük bir ücret karşılığı erzak ve eşya taşımak amacıyla kullanırlardı. Annemin tornetçisi tornetinde annemin nezdinde çok değerli eşyalar taşıyordu. Kol dayanma yerleri sivri ve siyah ahşaptan, o zamanın modasına uygun, kıpkırmızı dört koltuk. Annem ev bütçesinden arttırdığı paralarla pazardan ikinci el almıştı ne zamandır arzu ettiği koltukları. “Etekleri zil çalmak” deyiminin hayata geçtiğini annem -neredeyse hiç oturmayacağımız- o koltukları teker teker silip yerdeki Isparta halısı ve babamın bir dönem arkadaşlarıyla ortak açıp kısa zamanda kapattığı sağlık kabininden payına düşen üç formika sehpadan başka eşyanın olmadığı salona yerleştirirken bizzat gözlemiştim.

Fatih İlkokulu karşısı

Koltuklarımız da gelince ev daha bir yuvaya benzemişti. Yaz akşamları bahçede kurulan sofralar, süslenip püslenip Niğdeli hanımların günlerine gitmeler, evsahibimiz Gül Hanım ve kızları ile muhabbetler, bahçede, ağaçların altında oynanan oyunlar, Cumartesileri kadınlar matinesinde Seyran Sineması’na, akşamları baba ile mazot kokulu Alemdar Sineması’na gitmeler, Pazar günleri tepesine vurmadan çalışmayan emektar siyah radyodan bahçeye yayılan tangolar derken bir yıl gelip geçiverdi. Cengiz Sokak ikametimiz sona erecekti, Zehra Eren’in erkeksi buğulu sesinden “Dinle Sevgili” tangosuyla, dalgalı perçemi kaşlarına düşen incecik ve gencecik babamın dilinden düşmeyen “Kız sen ne güzelsin, sana gençler tapacaklar” şarkısı No: 69’un melodisi olarak kulaklarımda kalacaktı.

Vardar Pastanesi

Bir yıllık aradan sonra Babil Kulesi’ne geri dönüyorduk, bu kez kiracı olarak, C Blok’a. Bir yaz günüydü, evi görmeye gitmiştik. Bir daha yüzünü hiç görmeyeceğimiz evsahibimiz bize evi gezdirmiş, salonun tavanından sarkan, kolları paslanmış, çiçekleri kırık, ampulu patlamış bir aydınlatma aracını “Demirbaş avizemiz de var” diyerek gururla göstermişti. Evsahibi ayrıldıktan sonra tüm apartmanın anası Müyesser teyze gelecek ve bizden önceki kiracıların ne kadar pis olduğunu detayıyla anlatacaktı.

Cengiz Sokağa taşınmamız detayıyla aklımda olmasına rağmen C Bloğa ne zaman taşındık, Yurttan Sesler Korosu’na ne ara dahil olduk hafızama hiç kaydolmamış. Ben sanki ezelden beri orada yaşıyormuş gibiydim. Tez zamanda yaşıtlarıma arkadaş, küçüklerime abla, büyüklerime kardeş durumuna geçivermiştim. Upuzun balkonda seksek, merdiven sahanlığında üçbuçuk, arka bahçede istop, yan bahçede yakantop, gölgeli balkon altlarında evcilik oynamaya başlamıştım. Ev kuşu olmaktan sokak çocuğu aşamasına geçmem pek kolay olmuştu. Kimi zaman bir grup çocuk Zehranım teyzenin ardına takılıp Çiftliğe doğru bir yürüyüş tutturuyor, onun rehberliğinde yenebilir otlar topluyor, toz ve çamur içinde dönüp annemden sıkı azar işitiyordum. Elimdeki üç-beş kök ota bakıp böyle zamanların geleneksel “Attığın taş ürküttüğün kurbağaya değmez” sözünü dillendirir, dosdoğru banyoya yollardı. Çocuklar için bir Cennet’ti o site. Kocaman arsalarda özgürce oynar, her mevsimin tadını çıkarırdık. Pazar sabahları erkenden Seyran Sineması’nın gişesinde kuyruğa girer, oynayan yerli filme bilet alıp ev işlerini bitirince bize katılacak annelerimizi beklerdik. Az gözyaşı dökmedik o lambrili, apliklerinden soft bir ışık yayılan, kırmızı koltuklu, meyilli salonda. Yazları evin hemen yanındaki arsada inşa edilen Güneş Sineması’nın müdavimiydik. Yapıldığı ilk yıl alçak tutulan duvarlar sayesinde arsaya serdiğimiz kilimlerin üstünde çekirdek çitleyerek az beleşçilik yapmadık. Ertesi sene işletmeci uyanıp duvarın üstüne branda gerdi, yine de her hafta bir elimizde minderimiz, bir elimizde kapıya konuşlanmış satıcılardan aldığımız bir külah ayçekirdeği, çakıllı zemin üstüne yerleştirilmiş tahta sandalyelerde az film izlemedik. Kimi zaman konserler, kimi zaman sihirbaz gösterileri, kimi zaman da siyasi parti toplantıları olurdu yazlık Güneş Sineması’nda. Arsada yakantop oynadığımız bir öğleden sonra mahallenin tüm çocukları, gençleri açık kapıdan içeriye sızmış, İnönü’nün genel sekreteri Ecevit’i tanıttığı konuşmasına şahitlik etmiştik.

Sinemanın yanında pazar yeri, onun da arkasında boş bir arazi vardı. Yazları o araziye küçük sirk grupları çadır kurardı kimi zaman. İki direk arasına gerilmiş iplerde yürüyen cambazı yüreğimiz ağzımızda izler, denizkızı ve sihirbaz gösterisi yapılan çadırlara merakla bakar, kafese kapatılıp uyuşturulmuş üç-beş hayvanı acıyarak izlerdik. Şimdi o arazinin yerinde yükselen yüksek katlı binalara bakınca “acaba ben bunları hayal mi ediyorum?” diye düşündüğüm olmuyor değil.

Çınar Fırını

Bahar ve yaz aylarında ikindi üstleri Ragıp Tüzün Caddesi’nde piyasa yapmıyorsanız gerçek Yenimahalleli değilsiniz demekti. Vardar Pastanesi’nden alınan kornet külahtaki dondurmalarla bir aşağı, bir yukarı yürür, kimi zaman Sipahi Kitabevi’ne girip muhteşem bir Almancamız varmış da o dergileri okumadan kendimizi eksik hissediyormuş gibi Bravo dergilerini karıştırırdık. Sipariş alışverişler cadde üstündeki Gima’dan yapılır, yarım kilo kıyma için Et-Balık Kurumu kuyruğunda beklerken annelerimize söylenilir, Çınar Fırını’nın mis kokulu ekmeklerinin eve giden yolda tadına bakılırdı.

Çınar Fırını

Böyle böyle adım attık çocukluktan genç kızlığa giden yola leylak kokulu Yenimahalle sokaklarında. Ders kitaplarımızın arasında Hey Dergisi, ekranlarda “Komiser Colombo”, kalbimizde İlhan İrem, dilimizde “Goodbye My Love, Goodbye”la Yenimahalle’den Yenişehir’e yelken açtık…

 

Yenişehir&#;deki ev için bakınız: “Yenişehir’de Günün Muhtelif Vakti”

(Fotoğraflar: Nurşen Güllüoğlu)

Nüfus cüzdanında Meriç yazsa da Ankara'da doğdu. Tüm öğrenim aşamalarını Ankara'da tamamladı. Denizli ve Antalya Ticaret Liseleri'nde Meslek Dersleri Öğretmeni olarak çalışıp her iki ilin mali müşavir popülasyonuna büyük katkı sağlasa da gönlü sanat ve edebiyattan yana. Bir süredir en sevdiği işi yapıyor: Emekli

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası