dağ 2 amazon / Reparto de Dağ II (película ). Dirigida por Alper Çağlar | La Vanguardia

Dağ 2 Amazon

dağ 2 amazon

Büyülü Dağ

February 27,
Nihayet bitti; yoğun çabalar, bunaltan saatler, uyuya kalınan sayfalar, tekrar tekrar başa dönmeler eşliğinde. Thomas Mann “ büyülü dağı kavramak (ya da sevmek) için 2 kere okumalısınız “ dese de, buna girişebilecek çok az okur olduğunu düşünüyorum. Ben de iki kez okuma gücünü kendimde bulur muyum bilmiyorum, kavradığım kadarıyla yetineceğim artık. Büyülü Dağ, genel geçer bir okuma ile yetinilecek bir kitap değildi ve elimden geldiğince yakın okuma yapmaya çalıştım, ne kadar yaklaşabildim göreceğiz.

Okuma sürecimde bu kadar yoran, bunaltan bir kitaba güzeldi ( doğru kelime bu olmayabilir) demenin garip durduğunun farkındayım, o yüzden kimselere önerecek değilim ( daha önce önerdiklerimden özür dilerim) okumak isteyenin zaten öneriye ihtiyacı yok. Eh başlayalım öyleyse;

Bildungsroman

Hegelci bir kavram olan “bildung”a kısaca kişinin kendini gerçekleştirme, oluşturma sürecinde geçtiği yolculuk, kendini bilme, tanıma hali denebilir. Bildungsroman ise alman edebiyatında Goethe ile ortaya çıkmış bir edebiyat türü ve Mann ve Hesse , büyülü dağ ile Siddartha( hocam bu eğitimi Boncuk Oyunu’na kadar götürüyor) türün zirvesi kabul ediliyor, bence kitabın bugün için Yüzyılın 45 öncesi “kutsal metinleri” içinde okunurluk anlamında daha az tercih ediliyor oluşunda bu romancılık anlayışının önemli bir etkisi var, bu tarz bugünün okuru için arkaik kalıyor. Genellikle genç kahramanın hayatı ve çağını anlama ve oluşumunda temel yöntem zıtlığı ile iç içe bir eğitim sürecinden geçmesi ve bu kitap özelinde geçişe eşlik eden dönem Yüzyılın başı, yani az sonra on milyonların öleceği savaşlar ve devrimler çağı olunca yüzlerce sayfaya yayılan bu tartışmalar okuma sürecini sancılı kılıyor. Castrop’un hermetik eğitimi ile beraber okur da bir eğitim sürecinden geçiyor adeta hem de sınırları olabildiğince geniş bir eğitim. Bu sürecin sonunda kendini inşa etmiş karakter aynı zamanda çağın gerçekliğini kavrama, müdahale etme ile oluşumunu tamamlıyor ve biz kahramanımızın sonu dünya savaşında Alman neferliği ile bitecek yolculuğuna ” yatay pozisyonda” eşlik ederken kendini gerçekleştirmiş kahramanımızın savaşa katılma kararına Thomas Mann’ı bildiğimiz için( buna geleceğiz) hak ettiği kadar şaşırmıyoruz.

Kitabın Adı

2 dünya savaşı arasında Almanca yazılan üç önemli roman var, Canetti’nin Körleşme, Broch’un Büyülenme ve Mann’ın Büyülü Dağ’ı. Anlatı ve konu itibariyle üç benzemez bu kitabın ortak noktası isimlerinden de belli olan gerçeklikten kopma halleri. Bu kopuş üçünde de farklı durum ve karakterler üzerinden işlense de eserleri ortaklaştıran ve ardından Almanya’yı faşizme, hiçbir şeyin (yani ekonomik alt yapının, kapitalist üretim ilişkilerinin) değişmemesi adına sergilenen hakikat yanılgısına teslim eden halin ön izlerini görmek mümkün. Zaten Büyülü Dağ için spoiler veriyorum, diğer kitapları o nedenle anlatmayacağım ancak şunu söyleyebilirim, diğer iki kitap bu gerçeklikten kopma halini sonuna kadar sürdürse de burada büyülü dağın halesinden “gök gürültüsü” eşliğinde kurtulan oluşumunu tamamlamış kahramanımız aslında daha büyük bir aldatmacının ( alman ulusu adına silah altına girme, ah şu eşitsiz gelişim yasasının gözü kör olsun) içine kapılıyor ve kitap boyunca eylediği tek an büyülenmenin, körleşmenin, kamaşmanın etkisiyle heba oluyor. Bu kitaplardan bahis açmışken, bu büyülenmenin ön sonuçları için Bok Yoluna Gitmek’i tavsiye ederim.

Kitabın Mekanı ve Tarihi

Büyülü Dağ Mann’ın da eşinin rahatsızlığı yüzünden bir süre kalmak zorunda olduğu bir sanatoryumda yılları arasında geçiyor. Yazar esere savaş öncesi başlamış olsa da araya giren savaş ile kesintiye uğruyor ve yılında yayımlanıyor, bunları okumaya başlamadan önce biliyoruz zaten. Bu mekan seçimi yazara ; hastalık alegorisiyle Avrupa’nın halet-i ruhiyesini anlatma olanağı, olaydan öte( kahraman diyoruz ama bir eylemi yok, Faust misali seyirci konumunda kalıyor uzun süre) eğitim ve oluşumun öne çıkacağı yani tartışmalar ile ilerleyecek bir kurgu için dingin bir mekan( zamanı ile istediği gibi oynayabileceği) Castrop’un bir yerde “ aşağısı buradan çok açık görülüyordu” dediği bir perspektif sağlaması ve zorunlu da olsa bir arada yaşaması mümkün olmayanları bir arada tutma ( imparatorluklar çöküyor azizim) ile işlevselleşiyor ve mekan bu yanıyla kitabın da bir karakteri oluyor. Tarih dedik, evet savaş öncesindeyiz ve yazar sonlara doğru savaşın yaklaşmasını dingin ve durağan yukarıda gelişen gerilimler ile hissettirse (bir arada yaşamanın sonu) de döneme damgasını vurmuş ideolojik, felsefi, sanatsal, teolojik, bilimsel, psikolojik tüm tartışmalar da bir bir önümüze seriliyor. Susan Sontag’ın tespiti bu anlamda oldukça yerinde; “ Avrupa medeniyetinin kalbindeki bütün idealler çatışmasını” bu eserde takip etmek mümkün.

Varış

Kitap, Hans Castrop’un bir süredir Davos’da bir sanatoryumda kalan kuzeni Ziemsen’in yanına yaptığı tren yolculuğu ile başlıyor. Kuzeninin yanında 3 hafta kalıp ardından iş hayatına atılmaya planlamaktadır, mühendistir ve Büyük Buharlı Gemiler kitabının çantasında olmasının bir sakıncası yoktur. Çocuk-adam kahramanımızın 7 yıl sürecek sanatoryum hayatı böyle başlamaktadır. 7 demişken, kitabı okuyanların fark ettiği gibi 7 sayısı her yerde karşımıza çıkmaktadır. Sanatoryumda 7 yıl kalacak, 7 masalı yemekhanede yenilecek, eser 7 bölümden oluşacak, yol göstericisi settembrini’nin adındaki sette İtalyanca 7 demek olacak, 7 saat yürünecek ve daha fazlası. Kitap boyunca peşimizi bırakmayan 7 rakamı, Hristiyan ezoterizminde tamlığı ve tanrının hükmünün gerçekleşmesini sembolize eder. Bu sembolizm mevzuları masonluk ile bağlantılıdır, kitapta herr Settembrini karakteri masondur ( evet deniz, naphta’nın anlattığı bu bölüme tekrar baktım, kesinlikle edebi olarak kitabın yükseldiği yerlerden biri) ve kitabın sonunda asıl olarak onun eğitimi kesintilere rağmen belirleyici olacak ve tanrının yazarla hem fikir sözü tamamlanmış olacaktır. Hızlanmadan hemen sanatoryuma dönelim. Hans’ın sanatoryumdaki 7 yılına eşlik eden bir sürü tip ile tanışırız ama bunlar dediğim gibi tiptir, eğer ölmeyeceklerse bir değişim yaşamayacaklar ne iseler öyle kalacaklardır, Ziemsen her şeye rağmen asker olma istediğinde ısrarcı olacak, diğerleri de aynı şekilde devam edecektir. Belki itiraz olarak dr. Kronowskinin aşk üzerine konferanslardaki üslup değişiminden bahsedilebilir ama o da bir bilinmezden başka bir bilinmeze geçiş şeklinde olacaktır ( bilmediği psikanalizden bilmediği ruhlar alemine)

Kalemini Alabilir miyim?

Herr Castrop’a çocuk adam demiştik, oradan devam edelim. Kitap boyunca onlarca meşgale edinen kahramanımızı eğitmenler haricinde en çok etkileyen insan Clavdia Chauchat’dır. Hayatı boyunca çalışmamış Castrop maalesef hayatı boyunca aşık da olmamış, bir kadına en yakın hissettiği an kalemini(Freud’un fallik nesnesine buradan ekmek çıkar mı) alabilir miyim sorusunu sorduğu andır. Sanatoryumda karşılaştığı ve kabalığından nefret ettiği bu Dağıstanlı kadın Castrop’un dengesini bozar ve Settembrinin “ senin asya ve mistisizme merakını biliyorum” sözü son kertede felsefe de olmasa bile aşk mevzusunda haklı çıkar. 1. Cildin sonunda yani Büyücüler Gecesinde ( Faust’u okuyanlar bu bölümün adını oradan hatırlayacaktır ve sonra Ulysses’de ve sonra tutunamayanlarda tekrarlandığını da hatırlayacaktır ve bunları hatırlayan okur Mann’ın son eserinin Doktor Faustus olduğunu kesin hatırlayacaktır) Castrop sevdiği kadına ilk kez yakınlaşır ve “ bu kitapta niye hiç seks yok” diyen dostumun isteğini yaklaşır. Bu karşılaşmada iki dil konuşulur, Fransızca ve Almanca ve işte tam burada kitabın geneline yayılan yazarın okurdan zaten biliyor olduğunu umduğu hal ile karşılarız ve bu bilme yetersizse geçmiş olsun nedeni ıskalarız. ’lerin politik jargonunda Fransızca konuşmak Fransızların barikatlarından ötürü eylemi, almanca konuşmak ise Alman felsefesinden ötürü teoriyi anlatır. Frau Clavdia “lütfen Fransızca konuşun” der, kahramanız Fransızca konuşmaya başladığında “ siz de pek uslu değilmişsiniz” diye ekler. İki dil ile ilerleyen sohbet Castrop’un “ doktorun gördüğü cildinizi görmek isterdim”i Fransızca söylemesi ile “lütfen almanca konuşun” isteğine döner. Castrop üzgündür ve ekler “Fransızca konuştuğumda bile Almanca konuşuyorum” ve bize Allah belanı versin Mann bu nasıl bir ayrıntı dedirtir. Kitabın bizim için de bir eğitim olduğunu söylediğim halin özeti aslında burası, o yüzden cebelleşmekten bahsediyorum. Eğer savaşmayacaksanız, eğer Doktor Behrens’in lakabının Rhamadal yani Antik Yunan’da ölüm ve yaşam yargıcı olduğuna bakmayacaksanız bu uzun ve sıkıcı kitaba hiç yaklaşmayın.

Eğitim Çalışması

Çocuk- adam hans, tabula rasa ömrüyle sanatoryumda kalmaya başlar ve Mann bu boş levhaya Locke’cu tınılarla şekil vermeye başlar, boru değil bir karakter oluşturacak ve çağıyla buluşturacaktır. Yolculuğumuz Herr Settembrini ile başlar. Sette’nin İtalyan yani rönesansın aydınlanmaya imkan tanıdığı topraklardan olması boşa değildir. O batı aydınlanmasının çocuğu, krallar, imparatorlar, beyler yıkan Fransız barikatlarının torunudur. Kitabın sonunda göreceğimiz üzere Mann’ın da en yakın olduğu Sette; burjuva aydınlanmacı, ilerlemeci ve aklın hakimiyetini her şeyin üzerinde tutan, Avrupa değer yargılarının insanlığı mutluluğa, kardeşliğie ulaştıracağını düşünen bir karakter ya da Castrop’un dediği gibi “ karşımda oturan sen bir şeyin simgesinin” dediği gibi bu değerlerin simgesi. Ama durun bir dakika, bu hümanist karakter aynı zamanda Asya’dan nefret eden ve hatta Asyalılığı uzak tutmak için sanatoryumun bahçesine Athena pallas’ın ( yunan mitolojisinde barış ve savaş tanrıçası, antik roma’da minerva ve Hegel’de minevranın baykuşu) heykelini dikmeyi öneren( ari kan), hastalıktan ölümüne nefret eden ( doktor mengele) ve hastalığa karşı çözümü çalışmada bulan ( toplama kampları ve çalışma özgürleştirir) biri aynı zamanda. Frau Clavdia bir yerde Castrop’a “ siz almanlar insanlığın başına büyük belalar açacaksınız” demişti ve buradan Adorno ve Aydınlanmanın Diyalektiğine geçelim. Adorno faşizmi avrupa aydınlanmacılığından bir sapma olarak değil onun doğal sonucu olarak yorumlamıştı, kitapta çizilen settembrini karakteri ise bu yorumun kahincesine kanıtı ve kehanet ideallerini gerçekleştirmek için “ güvercinin kanadı yerine kartalın pençesi” ne vurgu yaptığı yerde doğrulanıyor, o kartal nazi partisinin bayrağında asya’ya doğru bakacaktır 20 yıl sonra, Mann ise çoktan Amerika’ya gitmiştir, buralara döneriz belki şimdi kitaba dönelim. Castrop’un yolculuğu funduszeue.info boyunca Sette’nin etkisinde şekillenir ama demiştik bu eğitim tek boyutlu değil çelişki ve zıtlıklarla şekillenir ve ikinci ciltde karşımıza Naptha nam-ı diğer George Lucas çıkar.
Settembrini sanatoryumdan düzlüğe indiğinde Naptha ile aynı evi paylaşır ( diyalektikte buna karşıtların birliği deniyor) ve Castrop’un yolu bu vesileyle Naptha ile kesişir. Naptha karakteri için Mann’ın Lucas’dan etkilendiği belirtiliyor. Lucas Macar yahudisi bir aileden gelen bir komünist, Tarih ve Sınıf Bilinci adlı Marksist kuramda tartışmalı bir eserin yazarı olmakla birlikte aynı zamanda bir edebiyat kuramcısı ve Mann hayranı, yazarları Kafka’cılar ve Mann’cılar olarak ikiye ayıracak kadar da gözü kara. Neyse Sette batı aydınlanmacılığı ve burjuva değer yargılarını simgelerken ( Yüzyıl) Naptha Cizvit bir papaz olma gayesi güden radikal bir komünisttir, zira şimdi saatler Lenin’in proleter devrimler çağına ( yüzyıl) vurmaktadır. Castrop’un içsel yolculuğu bu iki düşman sahada gerçekleşir artık, ateşinin yükseleceği günler yakındır ki kitap boyunca her ateşin yükselişi sanki yeni bir düşünsel evrimi simgelemektedir. Naptha’nın mistik, mesayanik marksizmi Sette’nin tüm değer yargılarına pervasızca saldırmakta ve aşağılamaktadır, ilk öğretmen öğrencisini bu “meczup”un elinden kurtarmaya çalışacaktır ama Castrop’un etkilendiği de açıktır ki bu tutkulu, tutucu ve yıkıcı karakterden etkilenmemek mümkün değildir. Bu kitabın Fuco’nun en sevdiği kitap olduğu söyleniyor, eğer bu doğruysa nedeni kesinlikle Naptha karakteridir, naptha’nın sette’ye “ bireyiniz geçici bir yanılsamadan ibarettir” demesinden 50 yıl sonra fuco “modern birey son yılın icadıdır ve yok olmaya mahkumdur” der. Bu kitapta ve esas olarak Naptha’nın söylevlerinde Yüzyılın önemli figürlerini önceleyen, bu tarz bir sürü örnek var, insanın küçük düşürülmesi ve zizek, hayatın politikliği ve Gramsci, aydınlanma eleştirisi ve adorno ve daha da ötesi. Bunun romanla ne ilgisi var diyenlere roman zaten bu söylevlerle, tartışmalarla kuruluyor der ve Eliot’un Ulysses için söylediği cümleyle cevap veriyorum “ artık roman değil” ya da şöyle diyelim, kurguda yerine oturuyor. Bu kadar çok söylevin olduğu bir kitap için “teatral” eleştirisi yapılabilir, doğruluk payı da vardır kesinlikle ama yazarın bunun bilincinde yol aldığını düşünüyorum.

Kar ve Bilinç Akışı

Lucas’ın bu kitabı ve yazarı çok sevdiğini söylemiştim, zira o politik konumlanışı itibariyle toplumcu gerçekçi edebiyata önem veriyor ve ama bu tarzın sınırlarının zorlanması gerektiğini düşünüyordu. Mann ise onun için bu sınırı zorlayan bir yazardı. Dönemin edebiyatında( Joyce, musil, proust, kafka, wolf ) bilinç akışı tekniği ile anlatmanın ( yüzyılı ve mekanını anlatmanın) sınırı gelişiyordu ancak bu bilinç akışı Lucas için gerçeklikten kopmanın bir formu haline gelmişti. Mann’da ise bilinç akışı gerçeklikten kopmaktan öte kurgu ve karakteri bir adım öteye ve devamlılığı sağlamaya yarıyor, belki bir aydınlanma anı ötesi değil. 2. cildin Kar bölümü eserin geneli ve gelişim için önemli bir andır. Castrop çıktığı kayak yolculuğu sırasında sanatoryumdan uzaklaşır ve fırtınaya yakalanır. Geriye dönüş zorlu olacak ve düşle düşüncenin iç içe geçtiği sorgulamalar yolculuğa eşlik edecektir. Aslında yolculuk, düzden yukarıya çıktığından beri yaşadığı, düşündüğü, maruz kaldığı her şeyin bir alegorisi gibidir, yolunu kaybetme, zamanın göreceliği, naphta ve settembri, hippe ve frau clavdia, yaşam ve ölüm ilerlemek zorunda olduğu yolculukta bir görünür bir kaybolurlar. Yolculuğun sonunda, “düşümün sonuna geldim, amacına ulaştı” der. Mutludur, insanları, ölümü ve aşkı tanımış, yeni fikirler edinmiştir ve ama iki eğitmeni de palavracıdır, onların tarafını tutmayacaktır. Bunları söyler ama “yolunu kaybetmişken” onu kurtarmaya gelenin Settembrini olduğu hayalini görür, düze inip kurtulduktan sonra soluklandığı yer Sette’nin odasıdır.

Mynheer Peeperkorn

Kar bölümünün hemen sonrasında, orduya katılmak için düze inen Ziemsen hastalanıp sanatoryuma geri döner ve orada yaşamını yitirir. Castrop ise o anda gözyaşı damlasının kimyasal bileşenleri hakkında düşünürken görürüz. Biz Ziemsen’e rahmet okuyup kitabın son bölümüne geçelim. Castrop eğitiminin kitabi kısmını Sette ve Naptha’nın tartışmaları arasında geçirmişti, iki zıt karakter iki farklı idealin temsilcileri olarak ortaya çıkmıştı, sahneyi pratik iş bitiriciliğin simgesi “şahsiyet”li Peeperkorn’a bırakabilirler.
Peeperkorn, iki kelimeyi bir araya getirmekten aciz, hımm, evet, mutlaka kelimeleri ile konuya başlayıp sonlandıran bu yanıyla iki geveze eğitmenin tam tersi bir karakter. Hollanda’lı bu iri yarı adam sömürgelerden elde ettiği servetle rahat bir ömür sürüyor. Frau Clavdia’yla sanatoryuma dönen bu adam kahramanımızı derinden etkiliyor ve bu etkilenmenin tek nedeni Frau Clavdia’nın onunla olması değil “ ruhunu bir o yana bir bu yana çekiştirip duran çenesi bol bu iki akıl hocasının onun yanında silik kaldıklarını kabul etmek zorunda” kalır. Onun, Peeperkorn’da gördüğü ama diğerlerinde olmadığına inandığı şey “Şahsiyet” dir, kralcılık oynayan kahramanımız bir mimiği ile tüm ilginin merkezine oturan bu ”temsil“ ile düşünce dünyasından pratiğin dünyasına geçmenin zamanı gelir. Sette ve Naptha’nın neyi temsil ettiğini konuşmuştuk, Peeperkorn’u ben hem geçmişin ( o doğal aurası ve etki gücüyle aristokrasi) hem de felsefe, ideoloji, aydınlanma vb. kavramları es geçip sömürgelerden gelen ganimetle “ Just do it “ Amerika’sını yani geleceği temsil ettiğini düşünüyorum. Sette kıymetli öğrencisinin bilinçten azade karizmanın etkisinde kalışına “ başarıya bu denli taptığınız için utanç duymalısınız” diye çıkışır bir de bugünkü güç tapınçlığını görse ne derdi merak ediyorum. Peeperkorn’un yaklaşık sayfa süren etkisi kitabın en hızlı akan bölümlerinden biri oldu benim (bu hızın temsil edilen Amerikan tarzıyla ilgili olduğuna eminim) için ve özellikle Castrop, Clavdia ve Peeperkorn’un ayrı ayrı sohbetleri o bilimsel bilgi bombardımanından sonra esere yoğunlaşmak için soluk aldırmadı değil.

Aslında o kadar konuşulacak şey var ki ama bir yerde kesmek zorundayım, Goodreads’in izin verdiği sınırın da sonuna geliyorum zaten. Peeperkorn ile yolculuğumuz intiharı ile sona erer, onun bedenen yok oluşunu eski aristokrat tarzın bitişi olarak yorumlayabiliriz, ruhu ise aramızda dolaşmaya devam ediyor zaten. Castrop’u kuzeninin ölüsünün başında gözyaşı kimyasıyla uğraşırken görmüştük, bu sefer öyle olmaz ve büyük bir uyuşukluk içine girer, gündelik rutinden kopar, isteksizleşir ve müziğe sığınır. Mann bize bu bölümde, Castrop’un sevdiği plaklar üzerinden uzun uzun bir şeyler anlatır, kitabın okuması en yorucu bölümü de burasıdır, klasik müzik bilgim yeterli değil ama o plaklar kesinlikle öylesine ifade edilmemiştir, bir şeyleri alegorisidir, birileri buraları bize anlatsa da mutlu olsak.

Hasta Avrupa ve imparatorluklar yolun sonuna gelirken, uluslararası sanatoryumumuzda işler ilk kez yolunda gitmemektedir, adete huzur adası olan yerde bir yandan kavga, gürültü, tartışma bir yandan da mistisizme, büyüye, ruh çağırma ayinlerine sığınılır hem de bilim yani dr. Kronowski aracılığıyla. Sette’nin aydınlanmış akıl insanlığı ileriye taşıyacaktır öngörüsü boşa düşerken karşıtlatın birliği ise karşıtların çatışmasına evrilir, Naphta ve Sette hiç beklemediğimiz bir anda düelloya tutuşur, Sette düello esnasında “aklın ve hümanizmin” temsilcisi olarak kurşunu havaya, Naphta ise sözünün eri bir “meczup” edasıyla kurşunu kendine sıkar. Aynı anda Amerika ve aristokrasiyi temsil eden Peeperkorn’un intiharında sonra, aynı anda dini bağnazlık ve proletarya diktatörlüğünü savunan Naphta’da intihar eder, çocuk adam Castrop Settembrini’ ye kalmıştır :))

Thomas Mann Nazizm karşıtı düşünceleri yüzünden Almanya’dan kaçmış ve yine de mücadelesini sürdürmüştür. Aynı Mann 1. Dünya savaşında Almanya devletinin yanında yer alarak savaşı desteklemiştir ki bu tavır dönemin alman sosyal demokratların tavrı ile de uygundur ancak abisi Heinrich Mann ile ters düşerler. Kitabın sonuna geldiğimizde, 7 yıldır orada yaşayan, doktorların bile artık düze inmesine ihtimal vermediği Hans Castrop, düzden gelen savaş tam tamlarına kayıtsız kalmaz ve eşyalarını toplayıp, kafası karışık Settembrini’yle vedalaşarak cepheye koşar. Mann ( Settembrini mi demeliydim) bu uzun yolculuğu, kahramanın kendini gerçekleştirme ve çağın ihtiyaçlarına cevap olmasını cephede sonlandırır, bu onun politik konumlanışı ve Almanya sevgisine uygun bir sondur ama yine de kafası karışıktır “ neredeyiz? bu ne? düşlerimiz bizi nerelere savurdu?

Son olarak; nihayet bitti..

kaynağı değiştir]
Braziya'nın Maranhãoeyaletindeki ormansızlaştırılmış alanlar. (15 Temmuz )

Ana madde: Ormansızlaşma

Amazon Ormanları'ndaki ormansızlaşmanın ana kaynakları insan yerleşimi ve arazilerin genişletilmesidir.[3] itibarıyla Amazon yağmur ormanlarının yaklaşık %17'si zaten yok edilmiş durumdadır. Bilim insanları, yok edilen alanın % oranına ulaştığında, artık doğu, güney ve orta Amazon Ormanları'nın orman dışı ekosistemlere, bozulmuş savanlara dönüşmesi için kritik eşike varılmış olacağını göstermektedir.[4][5]

ve yılları arasında, Amazon'da kaybedilen toplam orman alanı &#;km²'den &#;km²'ye yükseldi ve kaybolan ormanın çoğu sığırların otlak alanı (ranç) haline geldi.[6] Amazon'da önceden ormanlaştırılmış arazinin yüzde yetmişi ve 'ten beri ormansızlaştırılmış arazinin yüzde 91'i hayvancılık meraları için kullanılmıştır.[7][8]

Çevre savunucuları, bölgenin ekonomik kalkınması adına ormanı yok etmek için yasadışı tomrukçular, madenciler ve arazi spekülatörlerini cesaretlendirdiği için Brezilya devlet başkanıJair Bolsonaro’yu sorumlu tutuyor. Bolsonaro ise, bölgeyi yoksulluktan kurtarmanın bir yolu olarak korunmuş rezervlerde madencilik ve çiftçiliği teşvik etmeyi savunuyor.[9]

Yangınlar[değiştir

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası