Nasreddin Hoca Fıkraları Nelerdir?
Özellikle ülke çapında başlık altında ele alındığı vakit birçok farklı Nasrettin Hoca fıkrasından bahsetmek mümkün. Genelde Nasrettin Hoca fıkraları özellikle bazı isimleri üzerinden çok fazla bilinir. En komik ve eğlenceli yanı ile hem de düşündürücü etkisi üzerinden ölümsüz hale gelmiş fıkraları bulunur.
- Parayı veren düdüğü çalar
- Ya Tutarsa
- Gönlüm buna razı olmadı
- Vasiyet etmiş
- Bugün ayın kaçı?
- Onu kendisi sanmış
- Birinin anası ağlayacak
- Hamam bahşişi
- Akıl sır ermiyor
- Ben küçük yangınlara karışmam
Yukarıda öne çıkan farklı fıkralar ile beraber Nasrettin Hoca, geçmişten günümüze gelmiş en önemli düşünür kişiler içerisinde yer alır.
Nasreddin Hoca'nın Kısa Fıkraları
Özellikle Nasrettin Hoca'nın geçmişten günümüze gelen oldukça önemli ve çok bilinen bazı fıkraları bulunmaktadır. Bu fıkralardan bazılarını kısaca şu şekilde anlatmak mümkün;
Parayı veren düdüğü çalar:
Pazardan gelen Nasrettin Hoca'nın etrafını saran çocuklardan biri, ‘Hocam, bana düdük al’ demiş. Ardından, ‘Bana da, bana da’ diye diğer çocuklar tutturmuş.
İçlerinden biri Nasrettin Hoca'ya düdük parası vermiş. Hoca ise parayı alarak pazara gitmiş. Akşam eve döndüğü zaman çocuklar Nasrettin Hoca'nın etrafını sarmış. Her çocuk kendi düdüğünü istemiş. Cebinden bir düdük çıkaran Nasrettin Hoca, parayı veren çocuğa düdüğü uzakmış.
Onu gören çocuklar hep bir ağızdan, ‘Hani Bizim düğünümüz’ diye sormuşlar.
Nasreddin Hoca ise gülerek, ‘Parayı veren düdüğü çalar’ demiş.
Ya Tutarsa!:
Elinde koca bir kaşık yoğurdu ile Hoca bir gün gölün kıyısına gitmiş.
Daha sonra Nasrettin Hoca elindeki kaşığı göle sokmuş ve yoğurdu göre dökmüş.
O esnada yoldan geçen köylülerden biri Hoca'ya görmüş ve şaşkınlık içinde;
- Hoca ne yapıyorsun diye sormuş.
Nasrettin Hoca gülümseyerek;
- Gölü mayalıyorum, ne yapayım, demiş.
Adam kahkaha atarak hocaya bakmış;
- Ne diyorsun be Hoca çıldırdın mı? Koca göl hiç maya tutar mı? demiş.
Hoca gülümsemesini hiç bozmadan;
- Peki ama ya tutarsa, demiş.
Ya Tutarsa
Nasrettin Hoca azığını heybesine koyup yola çıkmış. Öğlen vakti Akşehir gölü kenarında, bir ağacın altında oturmuş. Ekmeğini, zeytinini ve bir çanak yoğurdunu gölgede keyifle yemiş. Yoğurt çanağını gölde çalkalarken birisi görüp sormuş.
Ne yapıyorsun Hoca ?
-Göle maya çalıyorum demiş Hoca.
Adam üstelemiş :
İlâhi Hoca, göl maya tutar mı hiç ?
-Ben de biliyorum tutmayacağını, ammaaa ya tutarsa !
Keçiyi içeri al
Biri , Hocaya evinin darlığından, evindeki sıkıntıdan bahsederek çare söylemesini ister.
Hoca adamı sükûnetle dinler :
Şimdi evine git. Keçiyi içeriye al der.
Adam , ertesi gün yine Hocaya gelir.
Aman hocam keçiyi içeriye alınca sıkıntım azalacağına daha da arttı.der.
Hoca Adamı gene sükûnetle dinler ;
Şimdi evine git, tavukları da içeriye al der.
Adam, ertesi gün yine Hocaya gelir.
Aman Hocam sıkıntım daha da arttı der.
Hoca gayet soğukkanlı olarak:
Git ineğini de içeriye al der.
Adam ertesi gün yine Hocaya gelir.
Aman Hocam, sıkıntıdan patlayacağım der.
Hoca istifini bozmadan :
Bu akşam keçiyi evden çıkar der.
Ertesi gün Hocaya tekrar gelir, biraz rahatladıklarını anlatır.
Hoca:
Bu gece tavukları da evden çıkar der.
Adam ertesi gün daha da rahatlamış olarak tekrar gelir.
Hoca :
Şimdi evine git, ineği de evden çıkar ve evini bir güzel temizle der.
Adam denileni yapar ve çok rahatlamış bir şekilde, ertesi gün yine Hocayı ziyarete gelir.
Artık evi kendisine çok bol gelmektedir. Hocaya teşekkürlerini sunar.
Mesele çatallaştı
Kasabalılar, Nasrettin Hocaya Kadıdan yakınmışlar : Kadı efendi çok menfaatçi bir adam. Aynı suça bazen beraat, bazen de çok ağır ceza veriyor. Hak hukuk tanımıyor, nereden menfaati varsa o taraftan oluyor. Münafık bir adamdır. Bundan nasıl kurtuluruz demişler.
Hoca durumu mülki amirlere bildirmişse de, onları pek inandıramamış. Nasıl ispat edersin? demişler.
Hocamız, Kadı efendinin tanımadığı bir müfettişin kendisine gönderilmesini ve beraberce Kadıyı ziyaret etmelerinin yeterli olacağını mülki amire, (valiye) anlatmış. Kabul etmişler.
Kararlaştırılan günde müfettiş bey kasabaya, Nasrettin Hocanın konuğu olarak gelmiş. Kimliğini gizli tutarak, kasaba eşrafından beş altı kişiyle beraber kadı efendiyi ziyarete gitmişler.
Hoş beşten sonra, Hoca , Kadı efendiye :
-Efendi demiş. Kırda sığırlar yayılırken bir alaca inek, -sanırım sizinki- bizim ineği karnından boynuzlayıp öldürmüş. Buna ne gerekir ?
Bunda sahibinin ne kabahati var? demiş Kadı, hayvandan kan davası edilmez.
Hoca sözünü değiştirmiş:
Yok yok yanlış söyledim, bizim inek sizinkini öldürmüş !
Bunu duyan kadı efendi hızla yerinden kalkıp, raftaki Kanun kitabına uzanırken;
Haa mesele şimdi çatallaştı, bakalım kara kaplı kitap ne diyor? demiş.
Hanımla Muhabbet
Hoca bir gün karısına :
Hatun demiş, Şu bizim komşu, çarıkçı, Mehmet ağanın adı neydi ?
Kendin söyledin ya, efendi demiş karısı, Mehmet ağa.
Canım, dilim sürçtü işte Ne iş yapar diyecektim. demiş Hoca.
A efendi demiş karısı, kendin çarıkçı demedin mi?
Anlasana işte demiş Hoca, nerede oturuyor demek istedim.
Efendi, bugün sana ne oluyor? demiş karısı Komşu dedin ya
Hoca birden sinirlenmiş.
Aman be karı Seninle de bir türlü konuşulmaz ki!
İpe un sermişler
Komşusu Hocadan urganını ( yâni kalın ipini ) istemiş.
Hoca içeriye girip çıkmış.
İp boş değil demiş, kadınlar üstüne un sermişler.
Komşusu:
Bu nasıl iş efendi? demiş, hiç ipe un serilir mi?
Serilir demiş Hoca, vermeye gönlün olmayınca ipe un da serilir.
İnsanlar gibi düşünür
Nasrettin Hoca pazarda dolaşırken, bir papağanın on iki altına satıldığını görünce şaşıp kalarak yanındakilere sormuş:
Bu kuş neden bu kadar para ediyor ?
Bu papağandır demişler, konuşur.
Hoca doğru evine gitmiş. Hindisini koltuğunun altına alıp pazara getirmiş.
Kaça hindi ? diye sormuşlar.
On beş altın demiş Hoca.
Bir hindi on beş altın eder mi ? demişler.
Görmüyor musunuz ! demiş Hoca; yumruk kadar papağanı on iki altına satıyorlar.
Onun marifeti var, insan gibi konuşur. Ya seninki ne yapar ? diye sormuşlar.
O düşünmeden konuşur demiş Hoca ; Bu da insanlar gibi düşünür.
Bindiği dalı kesmesi
Nasrettin Hoca, köy meydanındaki koca çınar ağacının üzerine çıkmış, elindeki balta ile bindiği dalı kesmeye başlamış.
Görenler :
-Aman Hocam, bindiğin dalı kesiyorsun, düşeceksin! diye bağırmağa başlamışlar.
Hoca kesmeye devam ederek seslenmiş:
-Bu dalı kesenin yere düşeceğini hepiniz akıl ettiniz de, ben size yıllardır ahiretin dalı olan dünyanızı keserseniz cehenneme düşersiniz diyorum, neden hâlâ akıl edemiyorsunuz!!!
Oğlumun babası öldü de
Bir gün Nasrettin Hocayı siyah elbiseleriyle görenler:
Ne oldu Hoca efendi demişler, bu gün karalar giymişsin?
Oğlumun babası öldü de demiş Hoca, Onun yasını tutuyorum.
Su dediğin böyle olur
Nasrettin Hoca bir yaz günü yolculuk ederken, öğle vaktine doğru bir hayli susar. İlerde bir göl görür. Şöyle kana kana su içmeyi düşünerek gölün kenarına gelir, avucunu doldurur, hızla bir kaç yudum
yutar; amma midesi bulanır, tükürmeye çalışır. İlk defa karşılaştığı bir su olan Acıgölün sodyum sülfatlı suyu midesini berbat etmiştir.
Hoca civarda aranırken küçük bir su kaynağına rastlar. Suyun tatlı su olduğunu anlayınca, önce ağzını iyice çalkalar, sonra da kana kana su içer, Eşeğini de sular.
Şakır şakır dalgalanan Acıgöle şöyle bir bakar, su içtiği kaynaktan avucunu doldurarak gölün kenarına gelir;
Cimri zenginin zekâtsız malı gibi şişinip durma! Su dediğin böyle olur diyerek avucundaki suyu şak diye gölün yüzüne savurur.
Öğüt : Yerinde ve zamanında yapılmış ikramın küçüğü, büyüğü olmaz. Allahın rızasını kazanmak için fırsatları iyi değerlendirelim.
Birinin anası ağlayacak
Hocanın oğullarından biri yakın köylerin birinde çömlekçilik yapıyormuş. Bir gün Hoca yanına gidince :
Baba, bütün paramı şu çömleklere yatırdım demiş. Hava güneşli olurda zamanında hepsi kurursa zengin olacağım. Ama yağışlı olursa anam ağlayacak!
Hoca oradan ayrılıp başka bir köyde oturan büyük oğluna uğramış.
Oğlu :
Baba, varım yoğum şu tarlada, zamanında rahmet yağarsa zengin oldum gitti. Kuraklık olursa anam ağlayacak demiş.
Hoca eve canı sıkkın dönmüş.
Karısı :
Hayrola efendi, yüzün neden asık demiş.
Benimki bir şey değil demiş Hoca; Asıl Sen kendi halini düşün. Yağmur yağsa da yağmasa da bizim oğlanlardan birinin anası ağlayacak.
Hamam bahşişi
Hoca bir gün hamama gider. Hamamcılar onunla hiç ilgilenmez, eski bir peştamal, yırtık bir havlu verirler. Hoca sesini çıkarmaz. Hamamdan çıkarken uzatılan aynaya yüklüce bir bahşiş bırakır.
Bir hafta sonra aynı hamama geldiğinde, bu kez büyük ikramlar görür, fakat çıkarken aksine pek az bir bahşiş bırakır.
-Efendi der hamamcılar, gösterdiğimiz o kadar ilgiye, saygıya karşı bu kadarcık mı bahşiş verilir?
Bugün verdiğim, geçen haftanın bahşişiydi der Hoca, geçen hafta verdiğim de bugünkü hizmetinizin karşılığıydı. Böylece ödeştik !
Mevsimlerden yakınanlara
Bir toplulukta soğuklardan yakınanlar olmuş. İçlerinden biri:
Şu insanoğlu haline şükretmesini hiç bilmez; kışın soğuktan, yazın sıcaktan yakınırlar. demiş.
Konuşmaya kulak misafiri olan Hoca :
Öyle deme bre cahil, bak bahara kimsenin bir şey dediği var mı? demiş.
Öğüt: Olayları bir bütün olarak değerlendirebilmek olgunluk belirtisidir. Dünyayı insanlar için sonsuz güzelliklerde ve sonsuz bir ilâhi sanatla yaratan ve her an varlıkta tutan Rabbimize teşekkür etmeyi, şükretmeyi unutmayalım.
Acemi bülbül
Hoca bir gün, yol kenarındaki hayrat ağaçlardan birine çıkmış, incir yemeye başlamış. Yanından geçen bir yolcu seslenmiş:
Hey ! Sen kimsin ? Ne yapıyorsun orada ?
Ben bülbülüm demiş Hoca.
Adam :
Öyleyse öt bakalım deyince, Hoca karga gibi acayip sesler çıkarmış.
Bu ne biçim bülbül sesi yahu, demiş adam. Bülbül hiç böyle mi öter.
Ne yapalım demiş Hoca, acemi bülbül bu kadar öter!
Saz çalması
Hocaya sormuşlar :
Saz çalmayı bilir misin?
Bilirim demiş.
Buyur, çal bakalım diyerek eline bir saz tutuşturmuşlar. Hoca mızrabı almış, perdelere basmadan tellere vurmağa, tuhaf sesler çıkarmağa başlamış.
Saz böyle mi çalınır a Hoca? demişler, parmaklar perdeler üzerinde gezdirilir, mızrap tellere
vuruldukça da sazdan makamlara göre ses çıkar.
Perdeleri bulamayanlar öyle çalar demiş Hoca; Ben sazı elime alır almaz perdeyi buldum! Ne diye boşuna gezineyim.
Kim Daha Büyük
Hocaya:
Efendi demişler, padişah mı büyük, yoksa çiftçi mi ?
Çiftçi büyük elbet demiş Hoca ve eklemiş; Çünkü çiftçi buğday yetiştirip vermezse pâdişah acından ölür.
Gönlüm razı olmadı
Nasrettin Hoca, kasabadan Kuran-ı kerim, tefsir ve ilmihal gibi bazı kitaplar almış. Bir çuvala yerleştirmiş. Çuvalı sırtına almış, eşeğine binmiş köyüne doğru gidiyor.
Yolda Hocayı görenler :
Bre Hoca, çuvalı niye kendi sırtına aldın ? diye sormuşlar.
Ne yaparsın demiş Hoca, zavallı hayvan zaten benim bütün kahrımı çekiyor. Kendi bindiğim yetmiyormuş gibi çuvalı da ona taşıtmaya gönlüm razı olmadı.
Sesimin Arkasından Koşuyorum
Hoca ikindi ezanını okumağa başlamış. O sırada bazı komşuları evlerinin önlerinde birbirleriyle konuşuyorlar, sanki ezan sesini duymuyor gibi davranıyorlarmış. Aslında O komşular camiye de pek sık gelmiyorlarmış. Hoca sesini biraz daha yükseltmiş, amma bakmış ki fark eden bir şey yok. O tarafa doğru koşmaya ve koşarken de ezanı okumaya devam etmiş.
O komşulardan birkaç kişi Hocaya bir şey olduğunu düşünerek yanına koşuşup sormuşlar :
Ne oldu Hoca Efendi, niçin koşarak ezan okuyorsun.?
Sesimin nerelere kadar gittiğini merak ettim de; arkasından koşuyorum demiş.
Akıl sır ermiyor
Hocanın iki yüz akçe parası kaybolmuş. Bulunması için dua etmeye başlamış. O sırada Akşehirin zenginlerinden birinin bindiği gemi yolda fırtınaya tutulmuş. Eğer sağ salim memleketime varırsam Hocaya iki yüz akçe vereceğim diye adakta bulunmuş.
Adam kurtulup gelmiş, Hocayı bulup parayı vermiş.
Hoca bir süre düşündükten sonra:
Allahım bu ne dolambaçlı yol! Bu parayı ben nerede yitirdim, Sen bana nerede buldurdun ! İşine gerçekten de akıl sır ermiyor demiş.
Bulmanın keyfi
Nasrettin Hoca kasabanın pazarına gitmiş. Eşeğini bir yere bağlamış. Alış veriş yapmış. Döndüğünde eşeğini bağladığı yerde bulamamış. Hemen bir tellâl tutmuş. Şöyle bağırtmağa başlamış :
Eşeğimi kim bulup getirirse, Semeriyle, yularıyla ve üstündeki her şeyle beraber eşeğimi ona vereceğim.
Hoca efendi demişler, eşeği bulana verecek olduktan sonra ne diye arıyorsun ?
Kaybolan şeyi bulmanın keyfini bilmezsiniz siz! demiş Hoca;
Eşeği bulup getirene mükâfat olarak o eşek yeter.
Gençliğimi bulup getirene bütün servetimi veririm.
Cenneti bulsam, canımı da veririm.
Belki ağaçtan öteye bir yol düşer
Mahallenin çocukları Nasrettin Hocaya muzip bir şaka yapmak istemişler. Plânlarını kurmuşlar. Hocayı ağaca çıkaralım. Pabuçlarını alıp uzaklaşarak biraz şaka yapalım diye düşünmüşler. Hocanın yoldan geçeceği saatlerde, uçurtmalarını büyükçe bir ağaca taktırmışlar. Hocayı beklemeye başlamışlar. Hoca oradan geçerken de hemen etrafını sarmışlar :
Hocam uçurtmamız ağaca takıldı. Biz çıkıp kutraramadık. Bize yardımcı olur musunuz? demişler.
Hay hay demiş Hoca. Ayakkabılarını çıkarıp sırt çantasına yerleştirmeye başlamış.
Çocuklar :
Hoca efendi onları niye yanına alıyorsun? Ağaçta pabuçları ne yapacaksın ? demişler.
Belli olmaz ki evlâtlarım demiş Hoca; Bu iyiliğime karşı Rabbim, belki bana ağaçtan öteye bir yol ikram eder.
Şu koca tasla
Nasrettin Hoca , yeni öğrencilerine [mollalarına] dünya ve ahireti genel anlamı ile anlatmaya, kavratmaya çalışmış.
Ahiret hayatımızın tarlası dünya hayatımızdır. Burada kazanırken usulüne uyarsak orada da biriktirmiş oluruz. Herkes önceden, buradan ne gönderdi ise orada karşılığını bulur. Hiç bir işimiz, amelimiz karşılıksız funduszeue.info diye anlatmış.
Bakmış mollalarda gevşeklik ve uyku hali var. Vakitte öğle yemeği vakti :
Haydi çocuklar, ders tamam. Namazımızı kılar kılmaz hep beraber bizim eve etli pilav ve yoğurt yemeye gidelim demiş.
Hocanın evine gelmiş, salona doluşmuşlar. Hoca içeriye, Karısına seslenmiş;
Hatun hep beraber etli pilav ve yoğurt yemeye geldik.
İçerden Karısı :
Aman efendi, Evde o kadar ne pirinç, ne et, ne yağ ne de yoğurt var. Hatta o kadar yemeği pişirebilmek için odun bile yok. diye seslenmiş.
Hoca içeri gitmiş. Eline koca bir kazan, bir kepçe, koca bir tepsi, büyük bir yoğurt bakracı ve bir sürü kaşık alarak salona gelmiş.
Kusura bakmayın çocuklar demiş. Eve yeteri kadar et, pirinç , yağ, süt ve odun getirebilmiş olsaydım, şu koca kazanla pişirip , bunlarla da sizlere ikram edebilecektim !
O zamanda ben bulunmadım
Nasrettin Hoca, « işlerinin çokluğu, dünya telâşeleri, hastalık, sağlık vs gibi » çeşitli bahanelerle ibadetten birçok zaman kaytaran birileri ile sohbet ediyormuş. Mazeretleri de bir sürü imiş. Bir ara söz yemekten, içmekten açılmış.
Bugünlerde canım bir helva yemek istiyor ki! Bir türlü pişirip de yiyemedik demiş, Nasrettin Hoca.
O kadar zor bir şey mi helva pişirmek, a Hoca demişler.
Ne yapalım demiş Hoca. Şeker ve un bulundu, tere yağı bulunmadı. Tere yağ ve şeker bulundu, un bulunmadı. Un ve tere yağ bulundu şeker bulunmadı.
Hiç bir araya getiremedin mi bunları? demişler.
Hepsinin bir araya geldiği de oldu, demiş Hoca. Amma o zaman da ben bulunmadım.
İkinizin arasında gidiyorum
Nasrettin Hoca bir Kadı ile Bir tüccara yoldaş olmuş. Ortada Hoca, sağında Kadı efendi, solunda Tüccar efendi, hem konuşuyorlar hem de yürüyorlarmış. Hoca efendi yeri geldikçe yol arkadaşlarının yaşamları ve ibadetlerindeki gevşeklikleri konusunda söz dokundururmuş.
Makamına güvenip , kendini çok büyük bir adam sanan Kadı efendi , Hocaya:
Sana da lâf yetişmez ki demiş, İstersen öyle kurnaz kesilirsin ki , en yaman muzırları bile geride bırakırsın. İstersen yaban öküzünden daha şaşkın görünürsün.
Yok canım, abartıyorsun, bak ben haddimi nasıl biliyor, muzırla yaban öküzünün arasında gidiyorum. demiş.
Ördek çorbası
Nasrettin Hoca erkenden yola koyulmuş. Akşam hava kararmadan gideceği köye varmak için acele ediyormuş. Öğle vaktine yaklaşırken, bir pınarın başında durup, hem namazını kılmak hem de kuru peksimetten ibaret olan azığını yemek istemiş.
Pınara yaklaşırken, yaban ördeklerinin suda oynaştıklarını görünce, Şunlardan bir tanesini yakalayıp kızartıp yesem diye düşünmüş. Sessizce ördeklere yaklaşmaya çalışırken, ördekler Hocayı fark edip uçmuş, kaçmışlar.
Hoca pınarın başına oturmuş, çantasından peksimetini çıkarmış, suya batıra batıra yemeye başlamış.Oradan geçen bir yolcu :
Afiyet olsun Hocam, ne yiyorsun ? demiş.
Hoca, peksimetini suya batırırken :
Ördek çorbası demiş.
Buna değmiş, buna değmemiş
Nasrettin Hocanın komşusunun iri yarı toy bir delikanlı olan oğlu, sıcak bir yaz gününde ormana gidip odun hazırlamağa karar vermiş. Gittiği baltalık ormanda su yokmuş. Herkes heybesine bir testi su koyar öyle gidermiş. Delikanlı ise, Su testisini taşıyacağıma iki üç karpuzu taşırım, daha iyi olur. Nasıl olsa dönüşte odunları sırtlayıp getireceğim. Birde toprak testimi kırmadan geri getirmeye uğraşmayayım diye düşünmüş. Torbasına karpuzlarını koyup ormana gitmiş.
İşe koyulmadan evvel bir karpuz yiyeyim demiş.
Karpuzu kesmiş. Beğenmemiş, bir kenara atmış. Öbür karpuzları kesmiş, o karpuzlar da çok hammış, kaldırmış atmış. Kızmış karpuzların üstüne işemiş.
Ormana gitmekte olan Nasrettin Hoca olayı görmüş. Yanına yaklaşınca :
Delikanlı, ham da olsa nimete işenmez, tövbe et. Nimeti vereni gücendirirsin ! Demişse de delikanlı öfkesini yenip tövbe edememiş.
Öğlen vaktine doğru, hem sıcaklardan hem de çalışmaktan dolayı iyice susamış. Etrafta su isteyebileceği hiç kimse yok. Su yok. Varmış ham karpuzların yanına. Ona değdi, buna değmedi diye diye attığı bütün karpuzları yemiş. Son parçalardan birini yemekteyken, ormanda işini bitirip, eşeğine odunlarını yükleyip dönen Nasrettin Hoca ile tekrar karşılaşmış. Hoca bir yenmiş karpuzların kabuklarına ve birde delikanlıya bakmış :
Suphanallah, bak , becerip tövbeni yetiştiremedin. Rabbim ne kadar çabuk, senin çişini sana yedirdi! demiş.
Söylediğine, söyleyeceğine
Köylünün biri, diğerinin kuzusunu çalmış, kesip yemiş. O da onun keçisini aşırmış, kesip yemiş.
Nasrettin Hoca olayı incelediğinde kimin ne yaptığını fark etmiş.
Olayın kahramanları bir gün çayhanede oturuyorlarken, keçinin sahibi keçisini övmeye başlamış:
İki arşın tüyü vardı, gerdanı üç karıştı, başı şöyleydi, gözleri böyleydi vs diye hayvanını methediyormuş.
Keçiyi kesip yiyen bu abartmalar karşısında çok sıkılmış. Amma ne yapsın, adam susmak zorunda.
Nasrettin Hoca, keçiyi çalıp kesen adama dönmüş :
Yahu, bu adam ne kadar atıp tutuyor. Şimdi git evine. Şu uyuz keçinin postunu getir de, bu adam söylediğine, söyleyeceğine pişman olsun.
Bu karanlıkta
Nasrettin Hocanın bir konuğu gece yatısına kalmış. Adam zayıf inançlı biriymiş. Ben görmediğime inanmam, Ahirete gidip gelen var mı? Görülmeyen şey bilinir mi? gibi şeyler dermiş.
Hoca sabır göstermiş. Konuğunu incitmeden bir şeyler anlatmağa çalışmışsa da konuk ikna olmuyormuş. Yatma vakti gelince Hoca odaya iki yatak sermiş. Birinde konuğu, diğerinde kendisi yataklarına girmişler. Hoca sağ tarafındaki mumu söndürmüş.
Bir süre sonra Konuk;
Hoca efendi, sağ tarafındaki mumu yakar mısın deyince :
Sen deli misin be birader demiş Hoca, bu zifiri karanlıkta ben, sağ tarafımı nasıl bileyim!
Gizlisi açığı
Bir kıtlık zamanında Hocayı çarşıda ekmek yiyerek giderken görenler :
Hoca efendi, herkesin gözü önünde böyle ekmek yemek ayıp değil midir? demişler.
Komşusu açken bol bol tıkınmanın gizlisi ayıp olmazsa açıkta yapılanı ne diye ayıp olsun demiş Hoca, Komşusu açken tok yatmak, ya her zaman , her yerde ayıptır, ya da hiç ayıp değildir.
Sen beğendin ben doldurdum
Nasrettin Hoca , İnsanlar nefislerinin istediklerini düşünmeden yapmamalıdırlar. Nefsinizin beğendiği her şey ahirette önünüze geldiğinde , ondan kaçmak, kurtulmak isteseniz de kurtulamazsınız, diye bir vaaz etmiş.
Ertesi gün birkaç köylü arkadaşı ile beraber, kasabaya pazara gitmek üzere yola koyulmuşlar. Tabii o zamanın vasıtası, herkesin eşeği.
Yolda giderken konu yine nefsin istekleri ne gelmiş. Bir kısım köylüler :
Ben nefsime zulmetmem. Nefsime hoş gelen şeyleri yaparım. Benim zevkimdir, hakkımdır gibi savunmaları biraz da Nasrettin Hocayı kızdırmak için yapıyorlarmış.
Hoca, eşeklerinin yoldan daha evvel geçmiş hayvanların pisliklerini koklamak için durduklarını değerlendirmiş. Kokladığı pislikleri, hayvanının yem torbasına doldurmağa başlamış.
Birkaç saat sonra bir çeşme başında mola vermişler. Azıklarını çıkarıp yerlerken, eşeklerinin başına da yem torbalarını takmışlar. Nasrettin Hocanın eşeği yem torbası boynuna takılanca kısa bir süre güzelce koklayıp, sonra huysuzlanmağa ve kafasını hızla sallayıp torbadan kurtulmağa uğraşınca :
Ne huysuzlanıp, torbadan kurtulmağa çalışıyorsun? demiş Hoca, Sen beğendin, ben doldurdum.
Görenler: Hocam bu çok yanlış. O hayvan bunu ne anlayacak. dediklerinde, Nasrettin Hoca taşı gediğine koymuş :
İnsanlar bir de kendilerine baksınlar!.. Bu dünyadan ahirete hazırladıkları çıkınlarındakiler kendilerine orada ikram edilince ne yapacaklar?
Kazan doğurdu kazan öldü
Kasabada tefeci bir adam varmış. Başı sıkışan birine para verirse getirdiği güne göre faizini hesaplayıp alırmış.
Günün birinde bir komşusu bu tefeciden büyük kazanını emanet istemiş. Almış. İşini görmüş. İade ederken de içine bir küçük kazan koymuş. Sahibi emin olmak için sormuş.
Bu tencere ne?
Komşusu; Senin kazan doğurdu deyince hemen sahiplenip tencereyi almış.
Birkaç zaman sonra komşusu yine büyük kazanı emanet istemiş ve almış. Kazanın sahibi aradan on on beş gün geçtiği halde kazanının geri gelmediğini görünce, kazanını istemiş.
Kazan öldü diye bir cevap almış. Hiddetlenmiş. Mahkemeye kadıya başvurmuş.
O sıralarda N. Hoca , Kadılık görevi yapmakta
imiş. Davalı ve Davacıyı dinledikten sonra :
Senin kazan, doğuran kazan olduğuna göre ölmesi de gerekir, diye hükmetmiş.
Adam hiddetle:
Hiç kazan ölür mü kadı efendi ? deyince:
Kadı funduszeue.infoız cevabı yapıştırmış;
Doğurduğuna inanıyorsun da, öldüğüne neden inanamıyorsun ?
Döve döve helva yediriyorlar
Konya çarşısındaki helvacı dükkânlarının vitrinlerine iştahla bakan gariban adamın biri, bir dükkân sahibinden biraz helva sadaka olarak vermesini istemiş. Dükkâncı vermemiş. Garibanın canı da çok helva çekmiş. Dayanamayıp, dayak yemeyi de göze alarak başka bir helvacı dükkânına girmiş. Bir lenger helvayı önüne çekmiş ve hızla atıştırmaya başlamış.
Helvacı adamın üstüne yürümüş;
Bre adam, sorup istemeden, parasını ödemeden böyle helva yenir mi? demişse de adamın aldırmayıp atıştırmayı sürdürdüğünü gören helvacı, adama sille tokat girişmiş.
Dükkânda tesadüfen bulunan Nasrettin Hoca müşterilere doğru dönüp:
Şu Konyalı helvacılar ne iyi adamlar; parası olmayan garibana bile döve döve helva yediriyorlar. demiş.
Yalan olduktan sonra
Köylünün birisi, diğer bir köylüden 10 kile buğday alacağı olduğunu iddia ediyormuş. Aslında böyle bir alacağı yokmuş ama adam bir yalancı şahit bulup, mahkemeyi aldatıp, on kile buğdayı almayı planlıyormuş. Yalancı şahit ararken Nasrettin Hoca ben şahitlik yaparım deyince adam pek sevinmiş. Öyle ya Hoca şahit olunca, Kadı efendi kolaylıkla karar verebilir.
Mahkemede Kadı efendi Hocaya sormuş :
Bu adamın şu adamdan on kile buğday alacağı varmış. Ne diyorsun ?
Nasrettin Hoca ;
Evet Kadı efendi. Bu adamın bu adamdan on kile arpa alacağı vardır deyince adam atılmış;
On kile buğday diyecekti, dili sürçtü herhalde demiş.
Yalan olduktan sonra ha buğday, ha arpa . Ne fark eder? demiş Hoca.
Enini boyuna uyduracaktı
Akşehire gelen bir İranlı, sürekli palavra atarmış. Bir gün:
Bizim Isfahanda Şahın iki yüz odalı, beş bin arşın boyunda sarayları var. diye söze başlamış, attıkça atmış.
Dinleyenlerden biri de karşılık vermek istemiş.
Bizim başkentimiz Bursada daha da büyük saraylar var. Bir de kaplıca yapıldı ki, boyu beş bin arşın
Tam o sırada başka bir İranlı içeri girip ;
Bursadan gelirem diye söze başlayınca :
Eni de elli arşın deyivermiş.
Nasıl olur diye karşı çıkmış İranlı, eni boyuna uymadı.
Konuşmaları dinlemekte olan Nasrettin Hoca :
Şu adam Bursadan gelmiş olmasaydı, bu adam kaplıcanın enini boyuna bir güzel uyduracaktı demiş.
Bu ayağını kaldıracaksın
Nasrettin Hoca öğlen namazının sünnetini kılarken, önündeki cemaatten birinin paçasında abdeste ( dolaysıyla namaza ) engel bir necaset görüyor.
Farzı kıldırmak için mihraba doğru giderken, adama;
Bu ayağını havaya kaldır. Tek bacağının üstünde namaz kılacaksın diyor.
Adam şaşkınlıkla :
Neden? hocam deyince :
Hoca , adama paçasındaki necaseti göstererek :
Bak bu ayağının abdesti yok diyor.
Sahuru da yemezseniz
Nasrettin Hocanın, ailece oruç tutmayan bir komşusu varmış. Ama adam hep sahur yemeği hazırlattırır, çocuklarını da sahura kaldırır, hep beraber yerlermiş.
Sonunda karısı dayanamamış. Hocaya danışmaya gitmiş;
Bizde ne kocam, ne ben ne de çocuklardan oruç tutan kimse yok. Kocam ısrarla bana güzel yemekler yaptırıyor, hep beraber sahurda yiyoruz. Oruç tutmadığımıza göre ne diye her gece sahura kalkalım ?
Öyle konuşma hanım demiş Hoca , namaz kılmıyorsunuz, oruç tutmuyorsunuz, sahur da yemezseniz Müslümanlığınız nasıl belli olacak !
Tembellik edeceğine çift sür
Nasrettin Hoca sabah namazını kıldırmış evine gelmiş, Hanımına :
Hatun, ben azcık divanda uzanıp, sonra kalkıp çift sürmeye gideceğim, bir saat kadar sonra beni kaldır. Demiş.
Bir saat sonra Hanımı arada bir Hocaya seslenmiş. Bakmış hoca tembellik ediyor :
Efendi demiş, bugünkü uyuşukluğunla kaplumbağalar bile seni geçti.
Hoca hareketlenmiş, hazırlanmış, tarlaya varmış. İşe koyulmuş. Çift sürerken pulluğun önünde bir kaplumbağa görmüş. Kımıldamadan öylece durup duruyor. Devam etse kaplumbağayı canlı canlı toprağa gömecek.
Seslenmiş :
Hey kaplumbağa demiş, bakıyorum buraya benden evvel gelmeyi becermişsin; Amma, öyle tembellik edeceğine bana bak da çift sürmesini öğren !
Kıyamet ne zaman kopacak
Nasrettin Hocaya sormuşlar:
Kıyamet ne zaman kopacak ?
Karım ölürse küçük kıyamet, ben ölürsem büyük kıyamet kopacak, demiş.
Mektubunuzu okur musunuz?
Nasrettin Hoca, yazdığı mektupları eliyle götürür, kendisi okuduktan sonra alıcısına teslim edermiş.
Bir gün,
Efendi demişler, mademki mektup yazıyorsun, ne diye onca zahmete katlanıp, gidip orada mektubunu sen okuyorsun ?
Ben gitmezsem okumazlar. Mektuba da yazık olur. Baksanıza en önemli konu olan eceli hakkında sık sık mektup alan insanoğlu, o mektupları okuyor mu? Son gününde nasılda şaşırıyor!..
Henüz uykum yok
Nasrettin Hoca bir köye konuk olmuş. Yatsı namazını kılmışlar. Biraz hoşbeşten sonra, yatma zamanının geldiğini hatırlatmak için:
Hocam, insan neden esner? demişler.
Hoca:
Ya açlıktan, ya da uykusuzluktan demiş. Kendini zorlayıp esnedikten sonrada eklemiş! Amma benim henüz uykum yok.
İki Arşın
Nasrettin Hoca Valiyi ziyarete gitmiş. Valinin iki arşın ötesinde yer göstermişler. Oturmuş. Biraz sohbetten sonra Vali sormuş :
Hoca, Eşekle senin aranda ne fark var ?
Hoca hiç düşünmeden :
İki arşın deyivermiş.
Hayvanlar kocaman mı?
Nasrettin Hoca Konyada gezerken büyük bir yapı görmüş. Durmuş, yapıyı seyrederken binanın kapıcısı Hocaya sormuş :
Efendi, ne diye öyle bön bön bakıyorsun?
Burası nedir? Anlamak istedim demiş Hoca.
Kapıcı, alay etmek için :
Değirmen demiş.
Nasrettin Hoca soruvermiş :
Bu değirmende çalışan hayvanlar da burası kadar kocaman mı?
Dostlar alışverişte görsün.
Nasrettin Hoca ibadette ihlâsın önemini anlatır: Huşu ile ibadetinizi yapın. Esas kâr ondadır. Yoksa riya karışan ibadetle kâr değil, belki de zarar edersiniz diye vaazlarında anlatırmış. O kadar zahmete katlanıyorsunuz kârlı çıkmalısınız dermiş.
Cemaattin kayıtsızlığı karşısında bu hususu çarpıcı bir misalle onlara anlatmak istemiş.
Evlerden yumurtanın dokuzunu bir akçeye almış. Pazara götürüp, onunu bir akçeye satmış.
Bu ne biçim ticaret, Hoca ! demişler.
Bir öteki satıcılara bakın, bir de bana demiş, amacım kazanmak değil, yeter ki dostlar alışverişte görsün.
Boğazından yakalayacağım.
Nasrettin Hoca çaydan su almak için testisini daldırdığı sırada testi elinden kayıp derin suyun dibini boylamış. Hoca yerinden kımıldamadan bir an öylece kalakalmış.
Oradan geçen bir tanıdığı sormuş:
Ne bekliyorsun Hoca ?
Testi suya daldı da demiş Hoca, çıkınca
boğazından yakalayacağım.
Hanım uyan
Nasrettin Hoca, < komşu kadınların kendisini evlendirdiğini, karısının da hiç ses çıkarmadığını> rüyasında görürken uyanıvermiş. Yanında uyumakta olan karısını dürtüp uyandırmış :
Amma aldırışsız kadınsın yahu! demiş, kalk, komşu kadınlar beni evlendirip üstüne ortak getirecekler, sen halâ susuyorsun.
Sen de haklısın.
Kadılık yaptığı sırada Nasrettin Hocaya bir adam gelip başından geçen bir olayı anlatmış. Giderken sormuş :
Haklı değil miyim Hocam ?
Haklısın, demiş Hoca.
Biraz sonra başka biri gelmiş, aynı olayı kendi yorumuna göre anlatmış. Sonra sormuş:
Haklı değil miyim Hocam ?
Ona da :
Haklısın, demiş Hoca.
Adam gittikten sonra karısı içerden seslenmiş :
Efendi ikisine de haklısın dedin, birisi haksız olmalı değil mi ? dediğinde;
Sen de haklısın Hanım demiş Hoca.
Ver cüppesini, al semerini
Nasrettin Hocanın köyünden bir adam, eşeğiyle bahçesine doğru giderken çalılıkların önünde durmuş. Eşeğini de bir ağaca bağlamış. Abasını çıkarıp eşeğin semerinin üzerine koymuş. Abdest bozmak için kuytu bir yere gitmiş. O sırada birisi abayı alıp kaçmış.
Adam geri döndüğünde abasının yerinde yeller estiğini görünce, eline bir sopa alıp, eşeğini hem acımasızca dövüyor, hem de kötü kötü söyleniyormuş.
O sırada bahçesine gitmekte olan Nasrettin Hoca olayı görmüş, Adama;
Dur bakalım demiş, Ben şimdi ona gösteririm.
Hemen eşeğin semerini indirip yere koymuş. Yularını çözüp boynuna sarmış. Eşeğe kuvvetli bir sopa yapıştırarak;
Sana semer memer yok, getir sahibinin abasını, al semerini. Demiş.
Kimin içinin yandığı belli
Nasrettin Hocayı çok cimri komşularından birisi yemeğe çağırmış. Sofraya oturmuşlar. İki kişilik servis için ortaya dört adet zeytin, iki haşlanmış yumurta, bir tutam tuz, iki dilim ekmekle su getirmişler. Yemeğin üstüne bir kaşık bal ikram etmeyi düşünen ev sahibi her nasılsa bal çanağını sofranın altına koymuş.
Bunu gören Hoca, çanağı sofraya koyduğu gibi başlamış ekmeksiz atıştırmaya.
Ev sahibi bakmış ki balı tükeniyor ;
Hocam demiş, ekmeksiz yersen için yanar.
Hoca aldırış etmeyip balı yemeye devam ederken seslenmiş;
Kimin içinin yandığı belli.
Soyaçekim mi ?
Üç yıllık evli bir hanım hamile kalamamış. Kaynanası ile kocası gelini ve gelinin anasını suçlayıp duruyorlar, sanki kabahatin gelinde olduğunu kesinlikle biliyorlarmış gibi her gün söyleniyorlarmış.
Bir gün kaynanası gelini almış, Nasrettin Hocaya götürmüş :
Hoca efendi, gelinimin üç yıldır çocuğu olmuyor. Nerden bu aileden kız aldık! Muska mı yazarsınız? dua mı okursunuz? derdimize bir çare bulun. diye hiddetlice söylenmiş.
Hoca, üzüntü içinde olan geline dönmüş :
Kızım, soyuna çekmiş olmayasın? Acaba anan da mı çocuksuzdu?
Deli deli aktığın için
Sıcak bir yaz günü , Nasrettin Hoca yolculuğa çıkmış. Yol kenarındaki hayrat çeşmeden su içip, elini yüzünü yıkayıp biraz serinlemek ve Abdest tazelemek istemiş. Bakmış ki çeşmenin borusuna bir odun parçası tıkalı. Odun ıslanıp şiştiğinden yerinden kolay çıkmıyor. Hoca epeyce uğraşmış, tıkaçı kuvvetle çekerek çıkarmış. Kenara çekilmesine fırsat kalmadan, tazyikli bir şekilde borudan fışkıran su elbiselerini ıslatmış. Hoca çeşmeye şöyle bir bakarak söylenmiş;
Anlaşıldı, anlaşıldııı! O kazığı böyle deli dolu aktığın için ağzına tıkamışlar!
Nasıl anlaşılıyor ?
Afrikadan yeni dönmüş birisi, oralarda kavurucu sıcaklar yüzünden insanların çırılçıplak gezdiklerini anlatıyormuş. Hoca sözünü kesmiş :
Pekii, oradakilerin hanımefendi mi, bey efendi mi (insan) oldukları nasıl anlaşılıyor ?
Kızına hoca bulacağına
Bir gün Nasrettin Hocaya komşu kadınlardan biri,
Hoca efendi demiş, bizim deli kıza muska mı yazarsın, nefes mi edersin, ne yapacaksan yapsan da biraz akıllansa Hiç sözümü dinlemiyor, densizlik edip duruyor.
Hanım demiş, Hoca: Sen kızına hoca bulacağına koca bul. Bak o zaman nasıl mum gibi olur!
Yanında eşek bulundursun!
Nasrettin Hoca, eşeğini mahkeme kapısına yakın bir yere bağlayıp pazara alışverişe gitmiş.
O sırada kadı, hilekâr bir satıcıyı yargılamış, Merkebe ters bindirerek şehirde dolaştırılma cezası vermiş.
Suçluyu, kapının yakınındaki Hocanın eşeğine bindirip gezdirmeye başlamışlar. Hoca çarşı içinde mübaşirin gezdirdiği suçlu adamı görmüş, ses çıkarmamış. Mübaşir eşeği aldığı yere götürüp, aynı şekilde bağlamış.
Birkaç saat sonra Hoca ellerinde paketleri ile eşeğinin yanına doğru giderken, birde bakmış ki aynı suçluyu bir daha eşeğine ters bindirmek üzereler. Bu sefer müdahale etmiş.
Suçluya dönüp yüksekçe sesle :
Ya hilekâr esnaflıktan vaz geç, ya da yanında bir eşek getir demiş.
Kayıp Heybe Bulunmasaydı
Nasrettin Hoca bir köyde misafirken heybesini yitirmiş.
Köylülere:
Ya heybemi bulun, ya da ben yapacağımı bilirim demiş.
Köylüler telaşlanmışlar. Arayıp taramışlar, heybeyi bulup Hocaya getirmişler. Köyden ayrılırken de :
Hocam demişler, heybeyi bulmasa idik ne yapacaktın ?
Hoca şöyle bir elini sallayıp :
Hiç demiş, evde eski bir kilim vardı, gidince onu bozup heybe yapacaktım !
Minarenin mimarisi
Nasrettin Hoca Konyaya gidiyormuş. Yolda, Konyaya gitmekte olan Sivrihisarlı bir hemşerisiyle karşılaşmış. Selâmlaşmışlar, birlikte yola koyulmuşlar.
Konyaya yaklaşırlarken Sivrihisarlı adam yüksek minareleri görünce merakla sormuş.
Hoca efendi, şu sivri yüksek minareleri acaba nasıl yaparlar ?
Hoca hafifçe gülümsemiş:
Kuyuların içini dışına çevirirler, olur biter !
Adam :
Nasıl çevirirler diye sorunca ;
Hoca şöyle cevap vermiş :
Ben imamım, mimarların işine karışamam.
Görün bendeki feryadı
Nasrettin Hoca eşeğini yitirmiş. Birkaç kişiyle beraber eşeği aramağa çıkmışlar. Bu adamlar İslâm dışı yaşayıp, ihtiyarlayınca ibadetlerimizi yaparız, diyenlerdenmişler.
Hoca bir yandan eşeğini arar, bir yandan da neşeli neşeli türkü söylermiş.
Bu ne iş Hoca demişler, eşeğini yitiren adam neşeli türküler söyleyerek mi arar ?
Sizin ihtiyarlıktaki umudunuz gibi benim de son umdum şu dağın ardında demiş Hoca, orada da bulamazsam, görün bendeki feryadı !
Ay da yerini buldu
Nasrettin Hoca akşam üzeri, su çekmek için kuyunun başına varmış. Kuyuya kovasını sarkıtmış.
O sırada küçük bir çocuk koşarak gelmiş. Su içmek istemiş.
Hoca kovayı daldırırken, çocuk da kuyuya bakıyormuş. Birden çocuk ay kuyuya düştü diye bağırmağa başlamış.
Kovanın çengeli her nasılsa kuyuda bir yere takılmış, çıkmıyor. Çocuk da Hocayla beraber ipe asılırken, çengel aniden kurtulmuş, beraberce sırt üstü yere düşmüşler.
Hoca yattıkları yerden çocuğa gökteki Ayı göstererek;
Şükürler olsun demiş, çok uğraştık ama, bak sonunda Ay da yerini buldu.
Tarihi çağlardan kalma bir ahır dolusu öküz buldum
Nasrettin Hocayı bir köyde imamlık yapmak üzere, iki öküz bedel karşılığında razı etmişler.
Bize vakit namazlarını, teravihleri kıldır. Vaaz et demişler. Hoca kabul etmiş.
Ramazan ayı boyunca teravihlerden evvel dersler vermiş. Vaazlar vermiş. Sohbetler etmiş. Cemaate bir şeyler verebilmek için çırpınmış durmuş. Kurban bayramı namazını kıldırmış. Kendi köyüne dönmek üzere cemaatle vedalaşırken, onların hallerine dikkatle bakmış. Görmüş ki eski tas, eski hamam. İlerleme nerdeyse hiç yok. Hatta pazarlıklarındaki iki öküz yerine Hocaya sadece bir öküz vermişler.
Hoca evine dönmüş. Ahırda yeni öküzünü bağlıyacak yeri hazırlıyorken, bir komşusu Hocaya hoş geldine gelmiş.
Hoş geldin Hocam. Oralarda neler yaptın, öküzü nerden buldun deyince;
Orası bir hazine. Orada eski zamanlardan, tarihi çağlardan kalma koca bir ahır dolusu öküz buldum demiş Hoca.
Hayalimin kokusunu da alıyorlar
Nasrettin Hocanın canı bol naneli, yoğurtlu çorba istemiş. Şimdi sofraya gelse de kaşıklasam diye düşünürken kapı çalınmış.
Komşunun çocuğu elinde kâseyle gelip :
Babamın selâmı var. Sizden biraz nâneli, yoğurtlu çorba istedi demiş.
Hoca gülümseyerek:
Amma iş! demiş. Bizim komşular hayalimin de kokusunu alıyorlar!
Kül pidesi ikram etseydiniz
Nasrettin Hoca konuk olduğu evde gece yatısına kalmış. Ev sahibi, bir şerbet sunduktan biraz da sohbet ettikten sonra bir odada hazırlanan yün yer yatağını göstermiş. Karnı aç olan Hoca;
Sağ olun , amma biz böyle mükemmel yataklarda yatmaya alışmasaydık. Bunun yerine bir kül pidesi verseydiniz, yarısını yatak yapıp yatsam, yarısını da üstüme örtüp mışıl mışıl uyusaydım demiş.
Üç yüz değnek vurun
Kolluk kuvvetleri sarhoş bir askeri Hükümdarın huzuruna getirip sormuşlar;
Bu sarhoş askere ceza olarak ne emredersiniz?
Hükümdar kükremiş,
Üç yüz değnek vurun !
Hükümdarı ziyaret etmekte olan Nasrettin Hoca, cezayı duyunca kahkahalarla gülmeye başlamış.
Ne gülüyorsun diye bağırmış hükümdar.
Hünkârım, ya siz sayı saymasını bilmiyorsunuz, ya da hiç sopa yememişsiniz! demiş Hoca.
Bana ne Sana ne
Nasrettin Hoca çarşıda dolaşırken gevezenin biri:
Efendi, az önce nar gibi kızarmış bir tepsi baklava götürdüler, demiş.
Hoca aldırış etmeksizin ;
Bana ne ? demiş.
Amma, baklava tepsisini sizin eve götürdüler demiş geveze.
Hoca terslemiş adamı;
Sana ne ?
İnşaallah ben geldim
Bir akşam Nasrettin Hoca, karısına:
Hâtun, sağ salim yarına çıkarsam, hava yağmurlu olursa oduna, açık olursa çift sürmeğe gideceğim demiş.
İnşaallah de efendi demiş karısı.
Aman karıcığım, ya o olacak, ya öteki demiş Hoca.
Ertesi gün hava yağmurlu olmuş. Hoca da ormana gitmek üzere eşeğiyle ormanın yolunu tutmuş. Yolda kasabaya doktora gitmekte olan bir komşusuna rastlamış. Bir süre beraber yürümüşler. Adamın sancısı artmış, yürüyemez olmuş. Hoca hastayı eşeğine bindirmiş, kasabaya doktora götürmüş. Köyüne dönene kadar gece yarısı olmuş. Kapıyı çaldığında karısı,Kim O diye seslenince;
Aç hanım, aç ! inşaallah ben geldim demiş.
Kazma kılıfı
Köylülerden biri Konyada ayakkabıcılar çarşısına gitmiş. Vitrinlere bakınırken çizmeler dikkatini çekmiş. Hayatında ilk defa gördüğü bu çizmeleri beğenmiş. Bir çizme alıp ayağına giymiş, köyüne gelmiş. Ayağındaki çizmeleri gösterip Nasrettin Hocaya sormuş;
Bu nedir ?
Ne var bunu bilmeyecek demiş Hoca, Kazma kılıfıdır.
Yakamı zor kurtardım
Nasrettin Hocaya sormuşlar;
Hiç, bir hatuna aşık oldun mu?
Vallahi, bir kere tam aşık oluyordum, sebebin sahibini hatırlayıp yakamı zor kurtardım demiş.
İnsanların dünya serüveni
Nasrettin Hocaya sormuşlar;
İnsanlar ne zamana kadar böyle doğup yaşayıp ölecekler ?
Cennetle cehennem doluncaya kadar diye cevap vermiş Hoca.
Öğüt: İnsanoğluna cennete veya cehenneme gitmesi hususunda tam bir özgürlük verilmiştir. *Her ikisi de akıl sahipleriyle doldurulacak! *Deliler cehennemden muaftır.
Damdan düşen halden anlar
Nasrettin Hoca evinin damında biriken diz boyu karları sabah namazı sonrası kürümeye başlamış. Bir ara dengesini kaybederek damdan düşüp bayılmış.
Komşuları koşuşmuşlar.
Birisi: Çabuk bir doktor çağıralım .
Diğeri: Aman bir kırıkçı bulalım.
Öbürü: Sırtlanıp doktora götürelim derken, kargaşada ayılan Hoca, acıyan belini tutarak;
Bırakın münakaşayı. Çabuk bana daha evvel damdan düşmüş birini bulun demiş.
Tutunup çıkma diye
Nasrettin Hoca bir sabah çok erken, damındaki karları kürüyormuş. Çişi gelmiş, bakmış etrafta kimsecikler yok. Bir köşeye dizini koyup, damdan aşağıya koyuvermiş. Uzaktan birinin yola çıktığını görünce de hemen toparlanmış. Sevmediği, sırnaşık bir adammış yoldan geçen.
Adam Hocaya seslenmiş:
Niye yarıda kestin Hoca ?
Hoca:
Yaa, Kesmeyeyim de tutuna tutuna dama, yanıma çık, öyle mi ? demiş.
Cimri Subaşıya tazı köpeği
Nasrettin Hoca cimri Subaşıyı hiç sevmezmiş. Bir gün Subaşı Hocaya tazı ısmarlamış.
Hoca efendi, senin tanıdığın çoktur. Bana bir tazı bul. Tavşan kulaklı, karınca belli olsun.
Bir kaç gün sonra Hoca, tombul bir sokak köpeğinin boynuna ip takıp Subaşıya götürmüş.
Subaşı kızmış :
Hoca efendi, ben senden ince belli tazı istedim, sen kocaman tombul bir sokak köpeği getirdin! demiş.
Merak buyurmayın demiş Hoca. Nasıl olsa sizin yanınızda bir aya varmadan tazıya döner.
Hırsızın hiç mi kabahati yoktu?
Nasrettin Hocanın eşeği çalınmış. Bir teselli beklediği dostları kabahati hep Hocada bulmuşlar.
Ahırın kapısını kilitleseydin ya!
Hiç tıkırtı da mı duymadın?
Eşeği sıkıca bağlamamışsındır
Hoca bunları dinlemiş dinlemiş, sonunda dayanamayıp;
Eee, bütün kabahati bende buldunuz. Biraz da insaf edin, hırsızın hiç mi kabahati yoktu !.. demiş.
Ceviz ağacında kabak yetişseydi
Bir yaz günü Nasrettin Hoca biraz serinlemek için ceviz ağacının gölgesine oturmuş. Biraz ilerdeki kocaman helvacı kabakları gözüne ilişince, kendi kendine:
Şu Allahın işine bak, otun üstünde koskoca kabak yetişiyor, şu dalları yere göğe uzanmış, bir evleklik yer tutan ceviz ağacının meyveleri ufa-cık!.. diye düşünürken, tam o sırada başına bir ceviz düşmüş.
Ah başım! diyerek yerinden fırlamış Hoca, Tövbe ya Rabbim, bir daha senin işine asla karışmam! Ya ağaçta ceviz yerine kabak yetişseydi demiş.
Kadı efendiye Hocanın rüşveti
Nasrettin Hocanın Konya kadısından bir mahkeme kararı alması gerekmiş. Ancak Kadı her gidişinde bir kaç gün sonra gel diye Hocayı atlatıyormuş.
Kadı, yiyici bir adamdır, rüşvet vermezsen iş gördüremezsin diye dostları Hocayı uyarmışlar.
Hoca bir çömlek bal götürmüş ve hemen o gün istediği kararı elde etmiş.
Kadı o akşam balın tadına bakmak istemiş, ama bir de ne görsün, çömleğin üstünde iki parmak bal var, dibi tezek dolu
Ertesi sabah mahkeme kollukçusuna:
Nasrettin Hocayı bul bana getir. Kararda bazı bozukluklar olduğunu söylersin. diye emretmiş.
Hoca, mahkemede Kadının önüne getirilmiş.
Kadı kükremiş:
Sen akşam yemeğinde bana bok mu yedirecektin ?
Yoookk! akşam yemeğinde değil demiş Hoca. Sen o boku, kararı vermek için çömleği alırken yedin!
İşte Nasrettin böyle atar
Kasabanın eşrafı ok atmaya giderken Nasrettin Hocayı da yanlarına almışlar. Sırasıyla herkes hedefe ok atmış. Kimi isabet ettirmiş, kimi ettirememiş. Sıra Hocaya gelince
Haydi Hoca seni de görelim demişler.
Hoca fırlatmış, ok hedefin çok uzağına düşmüş.
İşte demiş Hoca, Sekban başı böyle atar.
İkinci ok da hedefi vurmamış.
Hoca bu kez de:
Bizim Subaşı da böyle atar demiş.
Üçüncü ok hedefe tam isabet edince göğsünü kabartıp arkadaşlarına dönüp eklemiş:
- İşte Nasrettin de böyle atar.
Erkek olan sözünde durur
Hocaya yaşını sormuşlar, kırk yaşındayım demiş. Aradan birkaç yıl geçmiş. Yine yaşı sorulunca kırk yaşındayım demiş.
Nasıl olur Hoca efendi demişler, yıllar önce sorduğumuzda da kırk demiştin
Hoca gülümseyerek:
Erkek olan sözünde durur! demiş.
Evini tarlaya taşı
Birisi, Hocaya
Evim hiç güneş görmüyor diye yakınmış.
Tarlan görüyor mu? demiş Hoca.
Evet cevabını alınca:
Öyleyse demiş, Allahın güneşinden sakınma, evini tarlaya taşı.
Papazlarla hesap üstüne
Dünyayı dolaşan üç bilgin papaz Akşehire de uğramışlar. Hocanın ününü duyunca kendisiyle tanışmak istemişler. Akşehir ileri gelenlerinin de katıldığı toplantıda Hoca, papazlarla tanıştırılmış. Yenilip içildikten, dereden tepeden konuşulduktan sonra, Papazlardan biri Hocaya sormuş:
Hoca Efendi, dünyanın ortası neresidir?
Hoca otlayan eşeğini göstererek:
Eşeğimin şu anda sağ ön ayağının bastığı yerdir.
Nereden belli ? demiş papaz.
İnanmıyorsanız ölçün ! demiş Hoca.
İkinci papaz:
Peki Hoca efendi, gökte kaç yıldız vardır? diye sormuş.
Gökte eşeğimin tüylerinin sayısı kadar yıldız vardır? demiş Hoca.
Nasıl kanıtlarsınız ? demişler.
İnanmıyorsanız sayın demiş Hoca.
Üçüncü papaz da :
Benim sakalımda kaç kıl var? diye sorunca;
Eşeğimin kuyruğundaki tüyler kadar diye cevap vermiş Hoca.
Nereden bildin dediklerinde, Nasrettin Hoca sesini yükseltip ciddileşerek;
Ölçün dedim ölçmediniz. Sayın dedim saymadınız. Bir kıl bile fazla değil. Siz ise inanmıyorsunuz. Bunu doğrulayalım. Bir kıl eşeğin kuyruğundan bir kıl da papazın sakalından çekelim. Böylece yanılmadan eşitliği görürüz deyince papazlar tartışmayı bırakıp gitmişler.
Hepsini sen yesene
Nasrettin Hoca; zengin, obur ve aç gözlü bir Akşehirli ile beraber Konyaya gidiyormuş. Yolda acıktıkça yanlarındaki azıklarını çıkarıp yemeğe oturuyorlarmış. Hoca daha bir iki lokma yemeden, adam azığın hepsini mîdesine indiriyormuş. Adam yolda sürekli kazanmaktan, yemekten, içmekten bahsediyormuş.
Derken Konyaya gelmişler. Ekmeklerini yeni pişirmiş, bir yandan fırından çıkaran, bir yandan da mis gibi kokan ekmekleri vitrinine dizen bir fırıncının önüne gelmişler. Birlikte fırıncı dükkanına girmişler.
Hoca, Fırıncıya ;
Bu ekmekler senin mi? diye sormuş.
Fırıncı afallayıp, şaşkın şaşkın bakarak;
Evet benim deyince Hoca cevabı yapıştırmış:
Bu kadar misk gibi kokan, kızarmış sıcak ekmeğin var da ne duruyorsun, hepsini sen yesene !
Dünyada uyananların hâli
Nasrettin Hocaya rüyasında altın vermişler. Hoca ;
Şunu bin altın liraya tamamlayın da alayım, yoksa almıyorum derken uyanıvermiş. Bakmış, altıncıklar da, onları verenler de ortalarda yok.
Bu ne iş Ya Rabbi ! demiş. Ahirette uyanan her şeyini önünde hazır bulacakken, Dünyada uyanan malının hepsini kaybediyor.
Pınar başında uyumuştum
Nasrettin Hoca, Akşehirden Konyaya giderken yolunun üstündeki köyde bir köylüye konuk olmuş. Yatma zamanı gelince adam;
Hoca efendi, uykusuz mu yoksa susuz musun? diye sormuş.
Adamın yemekten söz etmediğini gören Hoca hiç bozuntuya vermeden;
Buraya gelirken pınar başında bir güzel uyumuştum demiş.
Yıldız yaparlar
Aklı sıra Nasrettin Hocayla eğlenmek isteyen biri Hocaya sormuş.
Yeni ay girince eski ayı ne yaparlar ?
Nasrettin Hoca cevabı yapıştırmış ;
Kırpıp, kırpıp yıldız yaparlar demiş.
Devenin kanadı olsaydı
Bir gün Nasrettin Hoca caminin kürsüsünde vaaz ederken ;
Ey cemaat, şükredin ki Allah develerinize kanat vermedi demiş.
Cemaat duraklamış, develerimizin kanatları olsa ne güzel uçardık, ne hızlı giderdik, acaba Hocamız ne demek istiyor diye düşünürlerken cemaatten biri:
İyi olmaz mıydı Hocam ? diye sorunca;
Kanatları olsa develeriniz damlarınıza konarlardı, damlarınız da başlarınıza yıkılırdı demiş Hoca.
Ramazanda buzlu hoşaf
Sıcak bir yaz günü Nasrettin Hocayı iftara çağırmışlar. Ortaya önce bir tencere soğuk hoşaf gelmiş. Muzip ev sahibi eline bir kepçe almış, misafirlere ise birer tatlı kaşığı vermiş.
Ev sahibi kepçeyle her hoşaf içişinde :
Oohhh , öldüüümm diyormuş.
Hoca ile öteki davetliler ellerindeki küçücük tatlı kaşıklarıyla hoşafı içmeye çalışıyorlar, ama ne hoşafın tadını alıyorlar, ne de susuzluklarını giderebiliyorlarmış. Ortadaki hoşaf tenceresi de bitmek üzere:
Hoca dayanamayıp ev sahibine seslenmiş;
Efendi demiş. Senin devamlı ölüp ölüp dirilmen bizleri çok üzüyor. Şu kepçeyi ver de senin yerine biraz da biz ölelim!
Aklın varsa göle kaç
Nasrettin Hoca ormandan çalıçırpı toplayıp eşeğine yüklemiş. Arkadaşları ile buluşacağı yere gitmiş. Odundan dönen köylülerle buluşup, beraberce yola koyulmuşlar. Konuşuyorlarken biraz şakalı, biraz ciddi, Hocaya sorular da soruyorlarmış.
Birisi Hocaya:
Biz cehenneme girmez, kaçar kurtuluruz. Ateşten kaçar suya gireriz. Hem sen nasıl olsa mezara koyunca telkin veriyorsun, senin dediğini der yakamızı kutrarırız derlermiş.
Hoca bakmış ki anlattıklarından gereği gibi ders almıyorlar. Kendi eşeğinin sırtındaki çalılara bir kibrit çakmış. Eşeğinin kulağına da aklın varsa göle kaç diye söylemiş.
Alevler yükselince köylüler heyecanla ;
Aman ne yaptın Hocam, hayvan canlı canlı, cayır cayır yanacak demişler.
Hoca gayet sakin ;
Hiç merak etmeyin, eşeğin kulağına telkinini verdim! demiş.
Onun her işi terstir
Nasrettin Hocanın bütün gayretlerine rağmen kötü huylarından vazgeçiremediği bir yakını varmış. Namazdan sonra camiden çıkmakta olan cemaate doğru bir çocuk koşarak gelmiş ve o adamın suya düştüğünü haber vermiş.
Falanca kişi ırmak kenarında gezerken ırmağa düştü. Azgın sularla boğuşuyor demiş.
Hoca birkaç arkadaşıyla birlikte koşarak ırmak kenarına gelmiş ve suyun geldiği tarafa doğru ilerlemeye başlamış.
Köylüler:
Su öbür yana doğru akıyor Hocam demişler. Aşağıda aramak gerekmez mi?
Hoca başını sallamış;
Bu adamın ne aksi, ne ters biri olduğunu siz bilmezsiniz. Onun her işi terstir demiş.
İnanmazsanız yıldızları sayın
Nasrettin Hoca Konyada vaaz ediyormuş.
-Ey Müslümanlar! bu şehrin havasıyla bizim şehrin havası birdir diye söze başlamış.
Cemaattekilerden biri sormuş:
Nereden biliyorsun?
Akşehirde ne kadar yıldız varsa, burada da o kadar var. İnanmazsanız sayın!.. demiş Hoca.
Kurdun keyfini bozma
Hoca, bir kış günü ormanda odun kesiyormuş. Odun kesmeye iyice dalmış. Bir aç kurt sessizce saldırıp, Nasrettin Hocanın yokuşun altında bıraktığı eşeğini yemiş, yokuş yukarı kaçmağa başlamış.
Birisi uzaktan durumu görüp seslenmiş:
Hoca yetiş! Kurt eşeğini yedi, kaçıyor!
Hoca bir eşeğin kemikleri çıkmış ölüsüne, bir de yokuş yukarı kaçmakta olan kurda baktıktan sonra:
Boşuna yorulma efendi demiş. Olan oldu! Hiç olmazsa tok karnına yokuş yukarı kaçmaya çalışan kurdun keyfini bozma!
İmamı Topal Timur ise
Hoca bir gün Timur Hanın adamlarından birine sorar:
Kimin mezhebindensin ?
Adam elini göğsüne götürüp kuvvetli bir sesle;
Emir Timurunnn demiş.
Orada bulunanlardan biri seslenmiş:
Hoca efendi, bir de peygamberini sor bakalım!
Hoca:
İmamı Topal Timur olursa, başka bir şey sormaya gerek yok demiş.
Testi kırıldıktan sonra
Nasrettin Hoca oğlunu çeşmeye gönderiyormuş. Testiyi eline verdikten sonra yüzüne okkalı bir tokat aşketmiş, ardından da:
Sakın testiyi kırma diye seslenmiş.
Bu durumu görenler :
Ne yapıyorsun Hoca efendi demişler, çocuk testiyi kırmış değil ki Hiç suçu olmayan çocuğu ne diye dövüyorsun ?
Testi kırıldıktan sonra dayak neye yarar! demiş Hoca.
Ay alıp sattığım yok
Nasrettin Hoca Konyada akşam namazından çıkmış, yatsıya kadar biraz çarşıda gezinmek istemiş. Tanımadığı kellifelli bir adam gökteki yusyuvarlak aya bakıyormuş.
Hoca yaklaşınca, adam seslenmiş:
Efendi demiş, Bugün ay kaç?
Bilmem ki evlâdım demiş Hoca, Bu günlerde ay alıp sattığım yok.
Körüğün havası
Nasrettin Hoca körüğü ile ateş yakar, içine böcek, fare vs. girmesin diye kullandıktan sonra körüğün ağzını tıkayıp duvara asarmış.
Körüğün ağzını ne için tıkıyorsun Hoca? diye sormuşlar.
Yaa!, tıkamayayım da içindeki onca hava boşa mı gitsin demiş Hoca, ben savurganlıktan hoşlanmam!
Tatlısız, böreksiz yer
Nasrettin Hoca öğlen namazını kıldırıp evine gelmiş. Öbür camiden gelen bir cenaze alayı sokakta belirmiş. Cenazenin arkasından giden akrabaları dövünüyorlarmış:
Karanlık yerlere gidiyorsun! Gittiğin yerde ne ışık var, ne ateş! Ne tatlı var, ne börek!
Hoca, karısına :
Hâtun, çabuk kalk kapıyı sürgüle! Bu cenaze mutlaka bizim eve geliyor! demiş.
Ayrıca bakınız ⇒Nasrettin Hoca
Sözlü edebiyatın en önemli parçalarından biri olan Nasrettin Hoca fıkraları, aktardığı hikayelerle güldürürken ders niteliği nasihatler de vermektedir. Anadolu İslam kültürüyle yetişen Nasrettin Hoca, halkın kendisini çok sevmesi, halka olan sıkı iletişimi ve samimiyeti, kendisine yüklenilen fevkalade niteliklerinin yüklenmesine neden olmuştur. yy’den bu yana Türk Edebiyatında önemli bir yere sahip olan Nasrettin Hoca hikayeleri, günümüzde büyük bir ilgiyle okunmaya ve dinlenmeye devam etmektedir. Nasrettin Hoca hikayeleri ya da fıkraları, güldürürken düşündürerek hem çocuklara hem yetişkinlere dersler vermektedir.
Nasrettin Hoca Kimdir?
Nasrettin Hoca, yılında Eskişehir’in Sivrihisar’da dünyaya gelmiştir. Sivrihisar Medresesinde eğitim gören Nasrettin Hoca, yeterli eğitim aldıktan sonra müderrislik ve kadılık yaptığı rivayet edilmektedir. Günümüze ulaşan komik fıkralarından ziyade zengin ilmi ve dini bilgiye sahip olduğu, halkla kurduğu yakın ilişkiler, katı İslam kurallarını dahi kendi yumuşak üslubuyla aktardığından insanlara verdiği öğütler efsaneleşerek kulaktan kulağa yayılmaya başlamıştır. Günümüzde hala büyük bir ilgiyle okunan Nasrettin Hoca fıkraları, halkın duygu ve düşüncelerini yansıtan güldürü ve düşündürücü hikayelerdir…
Nasrettin Hoca Fıkraları
1- Ya Tutarsa
Nasreddin Hoca bir gün gölün kıyısına gider. Elinde koca bir kaşık yoğurdu da yanına almış.
Nasreddin Hoca, kaşığındaki yoğurdu göle sokmuş ve yoğurdu göle boşaltmış.
O sırada köylülerden biri onu görmüş ve şaşkınlıkla:
– Hoca ne yapıyorsun, diye sormuş.
Hoca gülümseyerek:
– Gölü mayalıyorum, ne yapayım, demiş.
Adam, Hoca'ya bakmış ve kahkaha atarak:
– Ne diyorsun be Hoca, çıldırmış olmalısın. Koskoca göl hiç maya tutar mı?, demiş.
Hoca gülümsemesini hiç bozmadan:
– Peki ama ya tutarsa, demiş.
2- Kazan Doğurdu
Bir gün Nasreddin Hoca, komşusundan bir kazan ister. İşini bitirince kazanın içine küçük bir tencere koyup geri iade eder. Kazan sahibi tencereyi görünce:
– Bu nedir? Diye sorar. Hoca cevap verir:
– Müjde! Kazanınız doğurdu. Bu haber komşusunun hoşuna gider.
– Pekala! diyerek tencereyi kabullenir. Hoca yine bir gün komşusundan kazanı ister. Alır ama bu sefer iade etmez. Sahibi bir süre bekler. Kazanın gelmediğini görünce, Hocanın evine gelir, kazanı geri ister. Hoca üzüntülü bir çehre ile:
– Sizlere ömür, kazan öldü! der. Komşu hayretle:
– Aman Hocam, hiç kazan ölür mü? Deyince, Hocanın cevabı hazırdır:
-Kazanın doğurduğuna inanırsın da, öldüğüne niçin inanmazsın? Hoca, daha sonra kazanı iade eder. Zaten maksadı, çıkarına çok düşkün olan komşusuna, iyi bir ders vermektir.
3- Parayı Veren Düdüğü Çalar
Çocuklar, pazara gelen Nasreddin Hoca'nın etrafını sarmış. “Hoca, bana düdük al!” demiş biri. “Bana da, bana da!” demiş bir diğeri.
Diğerleri de sırayla:
– Ben de düdük isterim!
– Bir tane de bana!, demişler.
İçlerinden sadece biri Nasreddin Hoca’ya düdük parası vermiş. Hoca, parayı alıp pazara gitmiş.
Hoca, akşam pazardan dönünce çocuklar etrafını sarmış. Her biri düdüğünü istemiş. Cebinden bir düdük çıkaran hoca, parayı veren çocuğa vermiş.
Diğer çocuklar hep bir ağızdan bağırmış:
– Hani bizim düdüğümüz?
Nasrettin Hoca gülerek,
– Parayı veren düdüğü çalar, demiş.
4- Akıl Sır Ermiyor
Nasreddin Hoca bir gün yolda yürürken iki yüz akçe parasını kaybetmiş. Kaybettiği parasını bulamayan ve çok üzülen Hoca, “ne olur bulunsun” diye dua etmiş.
Aynı zamanda yaşadığı şehrin en zenginlerinden biri uzak diyarlarda bir yerde çıktığı gemi yolculuğunda kötü bir fırtınaya yakalanmış ve “Eğer kurtulursam Nasreddin Hoca’ya iki yüz akçe para vereceğim” diye adak adamış hemen.
Kötü fırtınadan kurtulan adam hemen gelip bu parayı Hoca’ya vermiş. Hoca şaşırmış ve:
– Ey Allah'ım sağ ol. Bu ne dolambaçlı yolmuş, ben parayı ben nerede yitirdim, nerden çıktı. Gerçekten de akıl sır ermiyor, demiş.
5- Sözümden Dönmem
Bir gün Hoca ile komşusu bahçede oturuyor ve sohbet ediyorlarmış.
Komşusu Hoca’ya sormuş:
– Hoca’m, sen kaç yaşındasın?
Nasreddin Hoca derin derin düşünmüş ve ak sakallarını sıvazlayarak:
– Kırk yaşındayım.
Komşusu şaşkın bir şekilde hemen itiraz etmiş:
– Nasıl olur bu Hoca Efendi, 10 yıl önce de sorduğumda aynı cevabı vermiştin, demiş.
Hoca sakince gülümsemiş ve:
– Komşu Efendi ben sözümün eriyim. Sözümden dönmek bana yakışmaz. On yıl sonra da sorsan aynı cevabı vereceğim, demiş.
6- Allah'ın Rahmetinden Kaçılmaz
Günün birinde bardaktan boşanırcasına yağmur yağmaktadır. Elbette yağmur yağdığı vakit ya koşulur, ya da bir yerlere sığınılır. Nasreddin Hoca da yağmurun yağışını ve sokakların yalnızlığını pencereden seyrederken bir de bakar ki yağmurdan kaçan bir adam… Hoca biraz dikkatli baktığında bunun bir komşusu olduğunu anlar ve pencereyi açarak;
"Komşu, komşu, utanmıyor musun, niçin Allah'ın rahmetinden kaçıyorsun?" deyince adam koşmayı bırakır ve yavaş yavaş evine doğru gider. Bu arada adamın da ıslanmadık yeri kalmaz.
Ertesi gün hava yine yağmurludur. Bu defa Hoca Efendi alışveriş için sokağa çıkmıştır. O, işini bitirip de hızlı adımlarla evine doğru giderken bir gün önceki komşusunun evinin önünden geçer. Bu sefer komşusu;
"Hoca Efendi, Hoca Efendi, sen dün bana 'Allah'ın rahmetinden kaçılmaz. ' demiştin; bak şimdi kendin kaçıyorsun." deyince, Hoca komşusuna doğru döner ve
"Be adam! Ben Allah'ın rahmetinden kaçmıyorum, Allah'ın rahmetini çiğnememek için koşuyorum." der.
7- Doksan Dokuza Da Razıyım
Nasrettin Hoca bir gece garip bir rüya görür.
Rüyasında avucuna doksan dokuz altın para koyarlar.
Ama Hoca bununla yetinmeyip,
– Olmaz, doksan dokuzu veren yüzü de verir.
Yüz altın isterim, diye sayıklar.
İşte tam bu sırada Hoca uyanır.
Gördüklerinin rüya olduğunu anlayınca hemen gözlerini kapatır.
Avucunu uzatarak,
– Peki, doksan dokuza da razıyım, der.
8- Hırsız
Nasreddin Hoca ile kapısının evine bir gece hırsız girmiş. Hırsız her şeyi toplamış ve çuvalına doldurmuş. Hoca bunları yaparken hırsızı görmüş ve sesini çıkarmamış.
Hırsız sessizce evden çıkıp kendi evine doğru yola çıkmış. Hoca da onu takip edip arkasından evine girmiş.
Hırsız onu fark edip:
– Sen de kimsin?, demiş.
Hoca:
– Bir az önce evimdeki her şeyi toplayıp buraya getirdin. Ben de buraya taşındığım için seninle geldim, demiş.
9- Bugün Ayın Kaçı
Nasreddin Hoca bir gün bir işi için Konya'ya gitmiş. Yolda giderken bir adam Hoca'yı durdurmuş:
– Pardon Amca, bugün ayın kaçı biliyor musun?, demiş.
Hoca:
– Ne bileyim yahu! Ben buraların yabancısıyım, demiş.
Rüya
Gece yatağında mışıl mışıl uyuyan Nasreddin Hoca aniden uyanmış. Hemen kapısını uyandırmış:
– Hanım kalk gözlüğümü bulamıyorum.
Kadıncağız uykulu bir şekilde:
– Hoca gözlüğü uykuda ne yapacaksın? demiş.
Hoca gözlüğünü bulmuş ve gözüne takarken:
– Rüyada daha iyi göreceğim, demiş.
İngilizce Nasreddin Hoca Fıkraları nedir? Nasreddin Hoca fıkralarının İngilizce çevirisi nedir? Nasreddin Hoca fıkralarının İngilizcede yerelleştirilmiş hali nasıldır? Türk mizah kültüründe önemli bir yeri bulunan Nasreddin Hoca kimdir? Bu içeriğimizde sizler için Nasreddin Hoca’nın en çok bilinen fıkralarından 20 tanesinin İngilizcesini EnglishCentral olarak hazırladık.
Nasreddin Hoca, Anadolu Selçuklu döneminde Hortu ile Akşehir çevresinde yaşamış olan efsanevi kişiliktir. Nasreddin Hoca fıkralarında görüldüğü üzere hazır cevap ve mizahi bir kişilik olarak karşımıza çıkar. Nasreddin Hoca hikayelerinde bu özellikleriyle birlikte bir bilge olarak anlatılır. Kendisinin gerçekten yaşayıp yaşamadığı dair tartışmalar sürmektedir. Nasreddin Hocanın efsanevi olarak gelişen kişiliği ölümünden sonra ortaya çıkmış olup onun adına anlatılan fıkra ve hikayeler ile birlikte ona ait eserlerin sayısı çoğalmıştır. Nasreddin Hoca hikayelerinde kendisi bazen ermiş bir kişi bazen de deli bir kişi olarak yansıtılmıştır.
İngilizce:
One day Hodja takes a scoop and pot and heads to the coast of Aksehir Lake and then starts to do something with the scoop in his hand. People start to watch him curiously. One of them asks out of curiosity:
Hodja, what are you doing?”
Don’t you see? I’m fermenting the yoghurt for the lake.”
Holy Hodja, does the lake ever hold yeast?”
Friends, pals, I do know that it won’t hold it; however, what if it happens?”
Türkçe:
Hoca, günün birinde kepçeyi, tencereyi alıp Akşehir Gölü’nün kıyısına gider; başlar elindeki kepçeyle bir şeyler yapmaya. Bu durumu görenler merakla izlemeye başlar. İçlerinden biri dayanamayıp sorar:
Hocam, ne yapıyorsun?”
Görmüyor musunuz? Göle yoğurt mayalıyorum.”
İlahi Hocam, hiç göl maya tutar mı?”
Arkadaşlar, dostlar, ben de biliyorum tutmayacağını; ancak, ya tutarsa! deyiverir.”
İngilizce:
One day Nasreddin Hoca rides his donkey to fulfill the needs of somebody’s house and heads for the bazaar. After a while the children intercepts the Hodja and asks:
Hodjam, where are you going?”
To the bazaar.”
Can you buy us a piper?”
Sure I can.”
While this happens, one of the kids gives money to the Hodja and others only give their blessings to the Hodja. Hodja, who finished his bazaar shopping, heads for the home in exhaustion and the children intercepts him.
Hodja, welcome.”
Thank you kids.”
Then the childrens wishes begin:
Hodja our piper, Hodja my piper. Hodja, is there one for me?”
As he hears the words of the kids, Hodja hands out the piper to the kid who paid. This time kids start to complain as:
Is it okay Hodja, how about ours?”
Upon hearing this Hodja answers:
Children, Children! Who pays for the piper, plays the tune. See, your friend paid for it and now look how he plays it.”
Türkçe:
Nasreddin Hoca günün birinde evinin ihtiyaçlarını gidermek üzere eşeğine biner ve pazara doğru yola koyulur. Bir süre gittikten sonra çocuklar Hoca’nın yolunu keserler ve;
Hocam, nereye gidiyorsun? diye sorarlar.”
Pazara gidiyorum.”
Bize düdük alır mısın?”
Elbette alırım.”
Bu arada çocuklardan birisi Hoca’ya bir miktar para verir, diğerleri ise Hoca’ya iyi dileklerde bulunurlar. Pazar alışverişini bitiren Hoca, yorgun argın evine doğru dönerken çocuklar yolunu keserler.
Hocam, hoş geldin.”
Hoş bulduk çocuklar.” der.
Ardından çocukların istekleri başlar:
Hocam, bizim düdük, Hocam benim düdük, Hocam bana yok mu?” gibi sözleri işiten
Hoca, cebinden çıkardığı düdüğü para veren çocuğa uzatır. Bu defa diğer çocuklar;
Olur mu Hocam, hani bize, hani bize?” diye şikâyete başlarlar. Bunun üzerine Hoca;
Çocuklar, çocuklar! Parayı veren düdüğü çalar, bakın arkadaşınız parayı verdi, düdüğünü nasıl öttürüyor.” deyiverir.
İngilizce:
Nasreddin Hoca asks for a cauldron from his neighbor. He fills the outside of the cauldron with ash, boils the bulghur, then cleans the cauldron and knocks on the neighbors door by putting a small pot in it. When the neighbor sees the pot in the cauldron, he asks Hodja in surprise:
Hodjam, what is this pot?”
Neighbor, your cauldron was pregnant, it gave birth.”
The neighbor is satisfied with the situation. One day like this, two days like that, one day Hodja asks his neighbor for another cauldron. His neighbor happily gives the cauldron. However, despite the passing of days, Hodja could not bring the cauldron. Sensing something, his neighbor Hodja knocks on his door:
Hodja, can you give our cauldron back?”
Neighbor, your cauldron is dead.”
Upon this, the neighbor angrily scolds Hodja:
Ahoy Hodja! Does a cauldron ever die?”
Hodja answers his neighbor, laughing under his mustache:
Ahoy, you believe that the cauldron gave birth, but why dont you believe that he died?”
Türkçe:
Nasreddin Hoca komşusundan bir kazan ister, kazanın dışını külle sıvar, bulgurunu kaynatır, sonra da kazanı güzelce temizler ve içerisine küçük bir tencere koyarak komşunun kapısını çalar. Komşu kazanın içindeki tencereyi görünce şaşkın bir şekilde Hoca’ya sorar:
Hocam, bu tencere ne?”
Komşu, senin kazan hamileymiş, doğurdu.” der.
Komşu bu işten memnun kalır. Bir gün böyle, iki gün böyle derken günün birinde Hoca, komşusundan bir daha kazanı ister. Komşusu da sevinçle kazanı verir. Fakat aradan günler geçmesine karşılık Hoca kazanı bir türlü getirmez. Bir şeyler sezinleyen komşusu Hoca’nın kapısı çalar:
Hocam, bizim kazanı verir misin?”
Komşu, senin kazan öldü.” der.
Bunun üzerine komşu sinirli bir şekilde Hoca’ya çıkışır:
Yahu Hocam, hiç kazan ölür mü?”
Hoca, bıyık altından gülerek komşusuna cevap verir:
Be adam, kazanın doğurduğuna inanıyorsun da öldüğüne neden inanmıyorsun?”
İngilizce:
One day its raining cats and dogs. For sure, you either run or take shelter during the rain. While Nasreddin Hodja watches the rain and the loneliness of the streets he spots a man running from the rain. When Hodja looks more carefully he understands that it is one of his neighbors and he then opens the window and says:
Neighbor, neighbor aren’t you ashamed, why are you running away from God’s grace?” The man stops and heads for home slowly when he hears the Hodja. While this happens, the man soaks wet.
The next day is again rainy. This time Hodja is out in the streets for shopping. Hodja passes in front of the house of the neighbor whom he saw yesterday. This time his neighbor asks:
Hodja, Hodja, you told me to not escape from Gods mercy. Look, now you are running.” Upon hearing this, Hodja turns to his neighbor and states:
Ahoy man! I’m not escaping from God’s mercy, I’m running to not step on Gods Mercy.”
Türkçe:
Günün birinde bardaktan boşanırcasına yağmur yağmaktadır. Elbette yağmur yağdığı vakit ya koşulur, ya da bir yerlere sığınılır. Nasreddin Hoca da yağmurun yağışını ve sokakların yalnızlığını pencereden seyrederken bir de bakar ki yağmurdan kaçan bir adam. Hoca biraz dikkatli baktığında bunun bir komşusu olduğunu anlar ve pencereyi açarak;
Komşu, komşu, utanmıyor musun, niçin Allah’ın rahmetinden kaçıyorsun?” Deyince adam koşmayı bırakır ve yavaş yavaş evine doğru gider. Bu arada adamın da ıslanmadık yeri kalmaz.
Ertesi gün hava yine yağmurludur. Bu defa Hoca Efendi alışveriş için sokağa çıkmıştır. O, işini bitirip de hızlı adımlarla evine doğru giderken bir gün önceki komşusunun evinin önünden geçer. Bu sefer komşusu;
Hoca Efendi, Hoca Efendi, sen dün bana ‘Allah’ın rahmetinden kaçılmaz. Demiştin; bak şimdi kendin kaçıyorsun.” deyince, Hoca komşusuna doğru döner ve;
Be adam! Ben Allah’ın rahmetinden kaçmıyorum, Allah’ın rahmetini çiğnememek için koşuyorum.” der.
İngilizce:
One day the three priests stops by Akşehir. Here, the priests, who are talking with Nasredding Hoca, want to test the knowledge of the Hodja. First priest asks the first question:
“Hodja, where is the center of the Earth?”
Hodja, without hesitation, shows his donkey and answers:
“The place where my donkey’s front right leg steps”.
One of them complains:
“How do you know it?”
“Go calculate it if you don’t believe it.”
This time, second priest asks:
“Hodja, how many stars are up there?”
Hodja, again without hesitation, shows his donkey and answers:
“There are as many stars in the sky as the hair on my donkeys tail.”
Once it is asked, “Can you prove it?”, Nasredding Hoca replies:
“You can count it if you please.”
When the Hodjas answers to the questions surprise the priests, they stop asking the third question.
Türkçe:
Günün birinde üç papazın yolu Akşehir’e uğrar. Burada Nasreddin Hoca ile sohbet eden papazlar, Efendi’nin bilgisini denemek isterler. İlk soruyu birinci papaz sorar:
“Hocam, dünyanın merkezi neresidir?”
Hoca hiç tereddüt etmeden eşeğini göstererek;
“Eşeğimin sağ ön ayağını bastığı yerdir.” diye cevap verir.
İçlerinden biri itiraz eder:
“Bunu nereden biliyorsun?”
“İnanmıyorsanız ölçün.”
Bu defa ikinci papaz sorar:
“Hocam, gökte kaç yıldız vardır?”
Hoca bu soruya da tereddüt etmeden yine eşeğini göstererek cevap verir:
“Gökyüzünde, eşeğimin kuyruğundaki kıl kadar yıldız vardır.”
“Bunu ispatlayabilir misiniz?” denildiğinde Nasreddin Hoca;
“Arzu ederseniz sayabilirsiniz.” der.
Hoca’nın sorulan sorulara verdiği cevaplar, papazları şaşırtınca üçüncü soruyu sormaktan vazgeçerler.
İngilizce:
One day, one of the neighbors asked for a clothesline from Nasreddin Hodja. Nasreddin Hodja doesn’t like the attitude of the neighbor as the neighbor never returns the borrowed goods. Hodja says:
“My dear neighbor, wait a bit; I’ll find the string.”
After a while, Hodja appears at the door.
“By God, my neighbor, my wife has spread flour on the string.”
Surprised by this answer, the neighbor cannot hide his anger and states:
-Ahoy Hodja, are you making fun of me? Do you ever spread flour on the string?
Hodja answers to the man with a indifferent attitude:
-“Eh!. . When a person does not want to, he spreads flour and even wheat on his string…”
Türkçe:
Günün birinde komşularından biri Nasreddin Hoca’dan çamaşır ipini ister. Komşunun tavrı Nasreddin Hoca’nın hiç hoşuna gitmez, çünkü komşu aldığı emaneti geri vermeyen biridir. Hoca;
“Komşucuğum, biraz bekle; ben ipi bulayım.” der.
Bir süre sonra Hoca kapıda görünür.
“Vallahi komşum, bizim hanım ipe un sermiş.”
Bu cevaba şaşıran komşu kızgınlığını gizleyemez ve;
“Yahu Hoca Efendi; alay mı ediyorsun sen, hiç ipe un serilir mi?” der.
Hoca adamı umursamayan bir tavırla cevap verir:
“Ee!. . İnsanın canı vermek istemeyince ipine un da serer, buğday da…”
İngilizce:
A talkative man meets Nasreddin Hodja on the street. He asks:
“Hodja, you are a man who has experience and knowledge, you’ll know it. How long will people be dead?”
Hodja understands the intention of the man, after stroking his beard, he answers:
“Ahoy man, what is not to know about it? Until heaven and hell are full.”
Türkçe:
Geveze adamın biri Nasreddin Hoca’yla sokakta karşılaşır.
“Hoca Efendi, sen görmüş geçirmiş ve okumuş bir adamsın, bilirsin. İnsanlar ne zamana kadar ölecekler?” diye sorar.
Hoca adamın niyetini anlamıştır, şöyle bir sakalını sıvazladıktan sonra;
“Be adam, bunu bilemeyecek ne var? Cennet ile cehennem dolana kadar.” deyiverir.
İngilizce:
One day, while the Hodja is in the community, one of those present who is ready asks a question as if testing him:
“Hodja, why the sea water is salty?”
“Uh, what is it now to know about, so that the fish do not stink.”
Türkçe:
Günün birinde Hocanın da içinde bulunduğu toplulukta yarenlik edilirken, hazır bulunanlardan biri Hocayı imtihan edercesine bir soru sorar:
Hocam, denizlerin suyu niçin tuzludur?
“Aaa, bunu bilmeyecek ne var, balıklar kokmasın diye.”
İngilizce:
When Nasreddin Hodja sits in the barbers chair to shave, he realizes that there is no master, but it is too late as the barbers apprentice has already started shaving Hodja. The barbers apprentices movements and lack of ability in using the tools make Hodja lose his temper.
Just at that moment a strange noise occurs from the neighboring shop as if an ox is screaming. In order to stall the barber a bit, Hodja says:
“What is this noise?”
Upon hearing this, the barber apprentice answers:
“Its no big deal, our neighbor is a blacksmith; I guess hes horseshoeing the ox.
Hodja relaxes as he hears the words and says:
“Oh nice, I thought somebody was getting shaved.”
Türkçe:
Nasreddin Hoca tıraş olmak için berber koltuğuna oturduğunda ustanın olmadığını anlar, fakat iş işten de geçmiştir. Çünkü berber çırağı çoktan Hoca’yı tıraş etmeye başlamıştır bile. Berber çırağının hareketleri, aletleri kullanmadaki beceriksizliği artınca Hoca’nın da keyfi kaçar.
Tam bu sırada komşu dükkândan garip garip sesler gelmez mi? Sanki orda bir öküz böğürüyor. Hoca, berberi biraz oyalamak için;
“Bu ses nedir?” deyince berber çırağı;
“Önemli bir şey değil, komşumuz nalbanttır; herhâlde öküze nal çakıyor.” der.
Bu sözleri işiten Hoca rahatlar;
“Oh, çok şükür, ben de birisini tıraş ediyorlar sanmıştım.” der.
İngilizce:
One of the redundant man asks a question to Hodja to pressure him:
“Hodja, which side should I turn while performing an ablution in the lake?”
Upon this, Hodja smiles and says:
“Turn where your clothes are!”
Türkçe:
Lüzumsuz adamın birisi Hoca’yı sıkıştırmak için bir soru sorar:
“Hocam, gölde abdest alırken hangi yöne dönmeliyim?”
Bu soru üzerine Hoca gülümser ve;
“Elbiselerin hangi tarafta ise oraya dön!” deyiverir.
İngilizce:
One day while Hodja riding the donkey backwards, those who come across him curiously ask:
“Hodja, why are you riding the donkey backwards?” Hodja asks with a smile:
“Not to see that I’m going in the same direction as the donkey…”
Türkçe:
Hoca bir gün eşeğe ters binerek giderken, karşısına çıkanlar merakla sorarlar:
“Hoca Efendi, niçin eşeğe ters biniyorsun?” Hoca gülümseyerek cevap verir:
“Eşekle aynı yöne gittiğimi görmemek için…”
İngilizce:
One day Hodja gets on his donkey to go to the bazaar and sets off. After going for a while the donkey gets cranky and then starts jumping. Then Nasreddin Hodja falls from the donkey. As soon as he falls, the children gathered around him begin to shout as a crowd.
“Nasreddin Hodja fell from the donkey, Nasreddin Hodja fell from the donkey.”
Hodja, after looking left and right, saw that there was no one from the elders, so as not to be disreputable to his friends he says;
“Children, I haven’t fallen from the donkey, I was already going to get down”.
Türkçe:
Günün birinde Hoca Efendi pazara gitmek için eşeğine biner ve yola koyulur. Bir süre gittikten sonra eşek huysuzlanır ve ardından hoplayıp zıplamaya başlar. Derken Nasreddin Hoca da eşekten düşüverir. Düşer düşmesine de çevresine toplanan çocuklar toplu hâlde bağırmaya başlarlar:
“Nasreddin Hoca eşekten düştü, Nasreddin Hoca eşekten düştü.”
Hoca, şöyle bir sağına soluna baktıktan sonra büyüklerden kimselerin olmadığını görünce eşe dosta rezil olmamak için;
“Çocuklar, eşekten düşmedim, ben zaten eşekten inecektim.” deyiverir.
İngilizce:
A woman approaches to the Nasreddin Hodja while he is reading Kuduri (religious book) and states:
“Hodjam, my child is never sleeping, please write me a charm.”
Then Hodja said:
“Take this Kuduri, put it somewhere above the child’s bed.”
Upon hearing this the woman can’t wait and asks:
“Hodja, is Kuduri a charm?”
Hodja states:
“I don’t know whether Kuduri is a charm or not but whenever I start to read it our mullahs are sleeping heavily.”
Türkçe:
Nasreddin Hoca mollalarına Kudurî [dinî kitap] okuturken yanına bir kadın gelir ve;
“Hocam, çocuğum hiç uyumuyor, bana bir muska yazıversene.” der.
Hoca da;
“Al bu Kudurî’yi, çocuğun yatağının yüksekçe bir yerine koy.” deyince kadın dayanamaz;
“Hocam, Kudurî, muska mıdır?” diye sorar. Hoca da;
“Kudurî, muska mıdır, değil midir bilmem, ama ne zaman okumaya başlasam bizim mollalar horul horul uyuyorlar.” der.
İngilizce:
Just as Nasreddin Hodja and his wife are falling asleep, they hear some voices outside:
“Lads, lets get in.”
“Let’s kill Hodja and kidnap his wife.”
“Also let’s take the goat and cook.”
When the Hodja hears the conversations and coughs loudly a few times, the thieves run away. When things calmed down, Hodjas wife said;
“Hodja, I assume you coughed out of fear!”
Upon hearing this, Hodja smiles and answers:
“No babe, no, I did not cough out of fear or for you, I coughed for me and my goat.”
Türkçe:
Nasreddin Hoca ile hanımı tam uykuya daldıkları sırada dışarıdan bazı sesler duyulur:
“Arkadaşlar, haydi içeri girelim.
“Hoca’yı öldürüp karısını kaçıralım.”
“Oğlağı da götürüp pişirelim.”
Hoca konuşmaları işitip yüksek sesle birkaç defa öksürünce hırsızlar da kaçıp gider. Ortalık sakinleşince Hoca’nın hanımı;
“Efendi, galiba sen korkudan öksürdün!” deyince, Hoca gülümseyerek cevap verir:
“Hayır hatun, hayır, ben korkudan ve senin için değil, kendim ve oğlağım için öksürdüm.”
İngilizce:
One day Hodja comes to the Konya and goes to the platform to give a sermon and states:
“O listeners, do you know that the air here is the same as our Akşehir’s.”
One of the listeners asks out of curiosity:
“Hodja, how did you know?”
Upon hearing this Hodja says:
“What is not to know about it, there are as many stars here as there are stars out there.
Türkçe:
Hoca günün birinde Konya’ya gelir ve camilerden birinde vaaz vermek için kürsüye çıkarak;
“Ey cemaat, biliyor musunuz, buranın havasıyla bizim Akşehir’in havası aynı.” der.
Cemaatten biri dayanamayıp;
“Hocam, nereden bildin?” diye sorunca Hoca;
“Bunu bilmeyecek ne var, orada ne kadar yıldız varsa, burada da o kadar yıldız var.” deyiverir.
İngilizce:
Once Nasreddin Hodja went to a village, the crowd wants to testify the Hodja and asks:
“Hodja, who is greater, the sultan or the farmer?”
Hodja lays back, strokes his beard and says:
“What is not to know about, of course the farmer is greater, if there wasn’t a farmer the sultan would die of starvation.”
Türkçe:
Nasreddin Hoca bir köye gittiğinde halk, Hoca’yı imtihan etmek ister:
“Hocam, padişah mı büyük, yoksa çiftçi mi?” diye bir soru sorarlar.
Hoca şöyle bir arkasına yaslanır, sonra da sakalını sıvazlar ve;
“Bunu bilmeyecek ne var, elbette çiftçi büyük, eğer çiftçi olmasa padişah acından ölürdü.” der.
İngilizce:
One day while Hodja was getting shaved in the barbershop, one of the customers ask:
“Hodja, mashallah your hair is white however your beard is not that white, why?”
“Sir, there is nothing wrong with that, my hair is older than my beard.”
Türkçe:
Hoca, günün birinde berberde tıraş olurken, müşterilerden birisi;
“Hocam, maşallah, saçları ağartmışsın, lakin sakalın pek o kadar değil, neden acaba?” deyince o da;
“Beyim, bunda bir aksilik yok, saçlarım sakalımdan daha ihtiyardır da ondan.” der.
İngilizce:
One of the stingy person teases the Hodja:
“Hodja, I learned that you like money so much, why?”
Hodja answers;
“So that I don’t need people like you.”
Türkçe:
Cimrilerden birisi Hoca’ya takılır:
“Hocam parayı çok sevdiğini öğrendim, acaba neden?”
Hoca bu kendini bilmeze cevapta gecikmez;
“Senin gibilere muhtaç olmamak için.” deyiverir.
İngilizce:
Nasreddin Hodja’s friends sometimes tease him as they learn some morals from him. Again on a similar day they ask to Hodja:
“Hodja, are you the older one or your brother?”
Hodja understands that his friends are teasing again and answers while smiling after thinking a bit:
“I asked this question last year to my mother and she said ‘Your brother is one year younger than you.’ Well as a year has passed after that we are the same age now.
Türkçe:
Arkadaşları zaman zaman Nasreddin Hoca’ya takılırlarmış, çünkü onun cevaplarından hisse
çıkarırlarmış. Gene böyle bir günde Hoca’ya;
“Hoca Efendi, sen mi büyüksün, yoksa kardeşin mi?” diye sorarlar.
Hoca arkadaşlarının yine kendisine takıldıklarını anlayınca şöyle bir düşündükten sonra gülümseyerek şu cevabı verir:
“Geçen yıl anneme bu soruyu sormuştum, o da; ‘Kardeşin senden bir yaş küçük.’ demişti. O zamandan bu yana bir yıl geçtiğine göre şimdi aynı yaştayız.”
İngilizce:
One day a relative who wants to tease Hodja asks:
“Hodja, you know that one day we all will die, thats alright, no doubt. However, there is a question I really want to know. I always think about it, I wonder after the funeral prayer, where to position ourselves according to the coffin?”
Hodja thinks and gives the answer:
“Wherever you go, don’t go inside of it.”
Türkçe:
Günün birinde Hoca’yı sıkıştırmak isteyen bir yakını;
“Hocam, biliyorsun hepimiz öleceğiz kabul, buna şüphe yok. Ancak benim aklıma takılan bir soru var, hep düşünürüm, acaba cenazenin namazı kılındıktan sonra tabutun neresinde gitmeliyiz?” der.
Hoca bu, şöyle bir düşünür ve cevabı yapıştırır:
“Tabutun içerisinde gitmeyin de neresinde giderseniz gidin.”
Nasreddin Hoca kaç yılında doğmuştur?
Nasreddin Hocanın yılında Anadolu Selçuklu Döneminde Akşehirde doğduğu düşünülmektedir.
Nasreddin Hoca fıkraları kim tarafından yazılmıştır?
Ölümünden sonra ünü artan Nasreddin Hoca’nın fıkralarının bazılarının kendi döneminde yazıldığını bazılarının ise ölümünden sonra onun adına yazıldığı düşünülmektedir.
Nasreddin Hoca eşeğe neden ters biner?
Nasreddin Hoca’nın eşeğe ters binmesinin bir sebebi onu takip edenlere saygısızlık olmasını istemediği içindir.
Nasreddin Hoca göle neden yoğurt mayalamış?
Nasreddin Hoca, göle maya çalma fıkrasında bir amaç uğruna boşa çaba ve zaman harcamayı anlatmıştır.
İngilizce Nasreddin Hoca Fıkraları ve Türkçe Anlamları ile ilgili öğrendiklerinizi pratiğe dökmek ister misiniz? Dilerseniz EnglishCentral’da bulunan ’den fazla interaktif video derslerini inceleyebilir, kelime dağarcığınızı geliştirip telaffuz pratiği yapabilirsiniz. Dilerseniz öğrendiklerinizi canlı ve birebir İngilizce özel ders sırasında kişisel İngilizce öğretmeniniz ile tekrar edebilirsiniz. Hemen EnglishCentral’a kayıt olup İngilizce öğrenmeye başlamaya ne dersiniz?
çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası