ademi merkeziyetçilik fikir akımı / Türk Yurdu Dergisi

Ademi Merkeziyetçilik Fikir Akımı

ademi merkeziyetçilik fikir akımı

kaynağı değiştir]

Osmanlı Devleti'nde başlıca savunuculuğunu Prens Sabahattin ve onun liderliğini yaptığı Ahrar Fırkası yapmıştır. Prens Sabahattin'in görüşleri yerinden yönetim ve bireysel girişim ilkelerine dayanıyordu. Buna göre, merkezi hükûmetin yetkileri azaltılacak, buna karşılık imparatorluktaki çeşitli unsurların yönetime katılma yetkileri arttırılacak, liberal ekonomi uygulanacaktır.

Ayrıca bakınız[değiştir

T.C. SAKARYA ÜNİVERSİTESİ SİYASAL BİLGİLER FAKÜLTESİ SİYASET BİLİMİ VE KAMU YÖNETİMİ BÖLÜMÜ BİTİRME TEZİ PRENS SABAHATTİN VE ADEM-İ MERKEZİYETÇİ DÜŞÜNCELERİ OĞUZ ÖZDEMİR Danışman Prof. Dr. MUSA EKEN SAKARYA – BEYAN Bu tezin yazılmasında bilimsel ahlak kurallarına uyulduğunu, başkalarının eserlerinden yararlanılması durumunda bilimsel normlara uygu olarak atıfta bulunulduğunu, kullanılan verilerde herhangi bir tahrifat yapılmadığını, tezin herhangi bir kısmının bu üniversite veya başka bir üniversitedeki başka bir tez çalışması olarak sunulmadığını beyan ederim. Oğuz ÖZDEMİR SAKARYA, 1 ÖNSÖZ Bu tezin yazılması aşamasında, çalışmamda bana yardımcı olan danışmanım Prof. Dr. Musa EKEN’e değerli katkı ve emekleri için teşekkürlerimi ve saygılarımı sunarım. Lisans eğitimim boyunca derslerdeki katkısı ve tez yazımı konusundaki nasihatlarından dolayı Doç. Dr. Köksal ŞAHİN’e ve çalışma süreci boyunca beni destekleyen Yusuf Canberk Tan’a teşekkür ederim Son olarak üniversite hayatımın 5. Senesinde olmama rağmen bana olan inanç ve destekleri hiçbir zaman azalmayan, emeklerini asla ödeyemeyeceğim aileme sonsuz şükranlarımı sunarım. Oğuz Özdemir SAKARYA, 2 İÇİNDEKİLER Sayfa BEYAN i ÖNSÖZ ii İÇİNDEKİLER iii KISALTMALAR DİZİNİ vi ÖZET vii GİRİŞ 1 BİRİNCİ BÖLÜM OSMANLI’DA MODERNLEŞME VE PRENS SABAHATTİN Osmanlı’da Reform İhtiyacı ve Modernleşme 3 Prens Sabahattin’in Hayatı 4 Prens Sabahattin’in Fikir Hayatı 7 Science Sociale Cemiyeti 7 Toplumların Yapıları 8 Eğitim 9 Batılılaşma 10 İslamiyet 11 Son Söz 11 İKİNCİ BÖLÜM PRENS SABAHATTİN’İN ADEM-İ MERKEZİYETÇİ DÜŞÜNCELERİ Teşebbüs-i Şahsi ve Tevs-i Mezuniyet Hakkında Görüşleri 12 Adem-i Merkeziyet ve Tevs-i Mezuniyet 13 Prens Sabahattin’e Yapılan Eleştiriler 16 3 Prens Sabahattin’in Eleştirilere Cevabı 18 Prens Sabahattin’in İdari ve Sosyal Tespitleri 19 Sosyal Yapımız 21 Fikri Tarım ve Sosyal Durum 22 Okullarımızın Sosyal Yapımızla İlgisi 24 Mülkiyet Biçimi 26 Yönetim Teşkilatı 26 Askeri Çevreler ve Siyaset 27 Prens Sabahattin‘in İdari ve Toplumsal Reform Düşünceleri 28 Mahalli Hükümetler 28 Güvenlik 28 Adliye 29 Mülkiyet 30 Ülke Servetinin İşletilmesi ve Bayındırlık 31 Öğretim ve Okullar 32 Maliye 32 Düzenleme Kurulları 32 Sosyal Hayatta Islahat 33 Fert Hayatında Islahat-Temel Prensipler 33 Memurun Osmanlı Toplumundaki Rolü 34 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM PRENS SABAHATTİN VE LİBERALİZM Ilm-i İctima (Science Sociale) 36 Meslek-i İctima (Sosyal Meslek) 4 37 Meslek-i İctima’nın Siyasallaşması 39 İkinci Meşrutiyet Öncesi 39 Jönt Türk Kongresi 40 Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti 40 İkinci Meşrutiyet Sonrası 42 Nesl-i Cedit Kulübü 42 Osmanlı Ahrar Fırkası 43 Mütareke ve Cumhuriyet Dönemi 44 SONUÇ 47 KAYNAKÇA 49 ÖZGEÇMİŞ 60 5 KISALTMALAR DİZİNİ YY Yüzyıl TŞAMC Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti İTC Cilt S Sayı SS Sayfa Sayısı T.S. Tarihsiz Tezin Başlığı: Prens Sabahattin ve Adem-i Merkeziyetçi Düşünceleri Tezin Yazarı: Oğuz ÖZDEMİR Danışman: Prof. Dr. Musa EKEN Kabul tarihi: Sayfa Sayısı: vii + 52 6 Prens Sabahattin Adem-i Merkeziyet ve bunun uygulanmasını sağlayan Tevs-i Mezuniyet kavramları ile ülkenin sosyal geri kalmışlığına çare aramak ve ülkenin kurtuluş yollalrını araştırmıştır. Ona göre sosyal yapımızdaki bozukluğumuzdan kurtulduğumuzda yaşamakta olduğumuz sıkıntılardan kurtulacak ve Batı karşısında tekrar söz sahibi bir devlet meydana getirilmiş olunacaktır. Prens Sabahattin Fransa günlerinde mensubu olduğu Science Sociale Cemiyeti’nin görüşlerinden etkilenmiştir. Bu doğrultuda toplum tasnifi yapan Prens Sabahattin toplumları ikiye ayırmıştır. Buna göre merkeziyetçiliğin altında ezilmiş kamucu yapının hakim olduğu ülkelerde halk geçim kaynağı olarak devleti görmektedir. Diğer bir yaşam tarzı olan ve Prens Sabahattin’in refah devleti olmak için önerdiği Anglo-Sakson yaşam biçimi olan Ferdiyetçi yapıdır. Ferdiyetçi Yapı’da ise birey, devleti ve ekonomik yaşamı canlandıran önemli bir mekanizma olarak görülmektedir. Ülkemizde ferdin mülk edinme, sermaye birikimi, tasarruf etme hakkı gibi kendini geliştirmesine olanak sağlayan haklardan mahrum bırakılmasının merkeziyetçi yapı ve Abdülhamid istibdatına neden olduğunu belirten Prens Sabahattin bu olumsuzlukları atlatmanın yolu ise Adem-i Merkeziyet’den geçtiğini belirtmiştir. Adem-i Merkeziyet’in ülkede bölünmeye yol açacağı eleştirilerine, savunduğu yönetim tarzının siyasi değil idari olduğunu ve Kanun-i Esasi’de de yer aldığını belirtilmiştir. Çalışmada Prens Sabahattin’in Türk Siyasi Hayatında önünü açtığı liberal politikaları, düşünce dünyasını şekillendiren gelişmeleri, Adem-i Merkeziyet ve Tevs-i Mezuniyet ilkelerinin izahları ve sosyal yapımızı nasıl geliştirebiliriz? Sorusunun idari, ekonomik, eğitim ve askeri açıdan cevaplarını göreceğiz. 7 Anahtar Kelimeler: Prens Sabahattin, Adem-i Merkeziyet, Ferdiyetçi Yapı, Science Sociale, Teşebbüs-i Şahsi. 8 GİRİŞ Prens Sabahattin Avrupa menşei ile büyütülerek devrin en önemli hocalarından ders almıştır. Dayısı Abdülhamit’e olan muhalifliği babadan kalmaktadır. Babası Mahmut Celalettin Paşa da Abdülhamit aleyhtarı tutumu yüzünden oğulları ile Fransa’ya kaçmak zorunda kalmıştır. Abdülhamit ise bir istibdat dönemi başlatarak mevkisini korumaya çalışıyordu. Bu amaç için Osmanlı Devletinde yapılmak istenilen ıslahat hareketleri de padişahın keyfi ve saraydan halka adapte edilmeye çalışılan bir takım yenileşme çabası olarak başarılı olamamıştır. Hürriyet ve Meşrutiyet hareketi etrafında toplanan Jön Türkler yaptıkları toplantılarda bir bütün olarak karar alamamışlar ve aralarında merkeziyetçi olan Ahmet Rıza kanadıyla adem-i merkeziyetçi kanat olan Prens Sabahattin kanadı olarak ikiye bölünmüştür. Ahmet Rıza kanadı İttihat ve Terakki adıyla gruplanıp Abdülhamid’i tahttan indirerek meşrutiyeti ilan etmişlerdir. Ancak Abdulhamit zamanındaki istibdat ve baskı dönemi aynı şekilde devam ettiğinden dolayı Jön Türk Kongresinde bir diğer grup olan Prens Sabahattin kanadı sırasıyla önce Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti’ni daha sonrada Türk Siyasi hayatımızdaki ilk muhalefet partisi olan Ahrar Partisini kurmuşlardır. Prens Sabahattin’in düşünce dünyasını şekillendiren önemli kişiler arasında Science Sociale okulunda geçirdiği zaman diliminde yakın dostluklar kurduğu Demolins ve Le Play yer almaktadır. Demolins’in Anglo-Saksonlar Neden Üstündür kitabını okumuştur ve Le Play’in sosyoloji bilimini gözlem ve deneye dayandırarak, birey merkezli bir düşünce biçimi oluşturmasından oldukça etkilenen Prens Sabahattin ülkeye döndüğünde çalışmalarına sosyal hayatta değişimler yapmak için çalışmıştır. Bu yüzden kendisine sosyal darbeci de denilmektedir. Prens Sabahattin yapılan ıslahat çalışmaların yetersiz ve yüzeysel olduğunu güçlü ve kendine yeten bir millet olabilmek için sosyal yapımızı değiştirmemiz gerektiğini söylemektedir. Savunduğu adem-i merkeziyet düşünceleri dönemin güçlü kanadı olan İttihat ve Terakki grubu tarafından siyasi merkeziyetsizlik yani özerklik isteği bu da Fransız İhtilali’yle zor günler yaşayan Osmanlı Devleti’nin tamamen bölmek anlamına geleceğinden bahsederek eleştirmektedir. Ancak Prens Sabahattin gazete ve dergilerde yazdığı yazılar ve halkla olan sohbetlerinde öne sürdüğü adem-i merkeziyetin idari 1 olduğunu ve Kanun-i Esasi’de de Maddeyi işgal ettiğini ve kendisinin de bunu savunduğunu açıklayarak üzerine atılan eleştirilerden kurtulmaya çalışmıştır. Sürekli değişen ve gelişen dünyanın ihtiyacına ayak uydurabilecek bir medeniyet meydana gelebilmek için sosyal yapımızı değiştirmek zorunda olduğumuzu belirten Prens Sabahattin,. devletin ön planda olduğu kamucu yapı ve kişi merkezli olan ferdiyetçi yapı olarak dünya medeniyetlerini ikiye ayırmıştır. Prens Sabahattin’e göre sosyal yapımız olan Kamucu yapı yerine Anglo-Sakson hayat biçimi olan ferdiyetçi yapı ile birlikte, her şeyi devletten bekleyen ve tek geçim kaynağı olarak kendine memurluğu meslek edinmeyi amaçlayan fertler yerine üreten ve gerçek mutluluğu kendi sosyal gelişiminde arayan fertler yetiştirmek zorunda olduğumuzdan bahsetmektedir. Prens Sabahattin tarım ve imar ile gelişme yolunu açmak için Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i Merkeziyet ve bunun gerçekleşmesi için gereken Tevs-i Mezuniyet ilkelerinin gerekliliğinden bahsetmiştir. 2 BİRİNCİ BÖLÜM OSMANLI’DA MODERNLEŞME VE PRENS SABAHATTİN Osmanlı’da Reform İhtiyacı ve Modernleşme Doğu zihniyetiyle teokratik bir devlet olarak gelişen, askeri gücü dayanak noktası kabul eden Osmanlı devleti gerileyen askeri gücü karşısından gömlek değiştirecek ve batıyı hedef gösteren bir yenileşme çabası içine girecektir (Tütengil, 14). Osmanlı Devleti’nin batı karşısında özellikle yüzyılın başından itibaren derinden hissettiği geri kalışı ve kurtuluş çarelerine birçok devlet adamı, bilim adamı, yazar, tarihçi, aydın ve düşünür çözüm getirmeye çalışmıştır. Bu konuda iki ayrı görüş ortaya çıkmıştır .Bir kısmı eski düzene, yani şer’i şerife dönelim’ derken, bir kısmı da Batı kültür ve medeniyetinin esas alınmasını öngörmüştür. Yapılan ıslahatlar ve icraatlarla uygulanan politikalara bakıldığında ikinci kısmın ön plana çıktığı anlaşılmaktadır. Türk sosyolojisinin iki önemli isminden biri olan Prens Sabahattin de yetiştiği dönem itibarıyla devletin kurtuluşunu Batı kültür ve medeniyeti içinde düşünen ve böylelikle Batıcı kuşak içerisinde yer alan bir Osmanlı münevveridir. Dile getirdiği fikir ve düşünceler, her ne kadar batı kaynaklı da olsa o hep Osmanlı’nın yaşaması ve varlığını devam ettirmesinden yana bir tavır içerisinde olmuştur (İzgöer, 8). Prens Sabahattin hürriyet kavramı etrafında birleşen Jön Türk hareketinde önemli bir yere sahiptir. Öyle ki ‘Paris’te yapılan toplantıya katılacak üyelerin yol paralarını dahi kendi cebinden ödemektedir (Tütengil, 23). Prens Sabahattin’e göre Osmanlı’nın kurtuluş yolu ‘hürriyetsizlik’ten kurtulmaktan geçer, yani her şeyin devletin baskısıyla yapıldığı ve ferdiyetçi yapısı ölmüş bir toplum yerine ferdiyetçi, alt kimliklere kendini geliştirme şansı veren liberal düşüncenin hakim olduğu bir toplum düzenidir (Mardin, ). Ancak İzgöer’e göre kendisinin Türkiye’de layığıyla tanınıp kabul görmemesinin ardında birçok sebep yatmaktadır. Bunlardan birkaçı şöyledir; Prens Sabahattin, ‘hanedan mensubu’ olmasının avantajlarını hiçbir şekilde kullanmamasına rağmen, bu yaftadan kurtulamamıştır. Türkiye Cumhuriyeti döneminde bile bu yüzden yurt dışına sürülmek zorunda kalmıştır. Türkiye’nin problemlerini tespit 3 edip çözüm yolları için teklif getirirken hemen her konuda model olarak İngiltere’yi göstermiş ve İngiliz yanlısı bir siyaset izlemiştir. İngiltere ise taşıdığı emeller ve uyguladığı ikiyüzlü siyaset yüzünden Osmanlı Türkiye’sinde sevilmeyen bir ülkedir. İttihat ve Terakki Cemiyeti ile olan derin ayrılık yüzünden cemiyetin yoğun tenkit ve propagandalarına maruz kalmıştır. Siyasi teşebbüslerinde başarısızlığa uğramıştır. İktidar gücünü de elinde bulunduran cemiyetin izlediği baskın politika, Prens Sabahattin ve ekibini bir bakıma yalnızlaştırmıştır. İttihatçıların, Adem-i Merkeziyet prensibi ile gayrimüslimlerin devlette söz sahibi olmalarına dair yaptıkları suçlamaları bir tarafta tutsak bile Prens Sabahattin’in düşüncelerinden Ermenilerin çokça yararlandıkları açıktır. Prens Sabahattin, görüş ve fikirleri itibarıyla toplumun tabularına dokunan bir çizgi takip etmiştir. Osmanlı Türkiye’sinde söylenilemeyen, konuşulamayan meseleleri gündeme getirmiştir. Bu yüzden de genelin desteğini alamamıştır. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran yapının ideologlarından olan Ziya Gökalp’in Durkheım sosyolojisinin temsilciğini üstlenmesinden ötürü Prens Sabahattin unutulmuştur. Bütün bunlara rağmen o, Türkiye’ nin sosyal problemlerini analiz etme teşebbüsünde bulunan, Batı ile Doğu’yu mukayese eden, Osmanlı Devleti’nin yeniden kalkınıp güçlenmesi için projeler üretmeye çalışan, tavsiye ve tekliflerde bulunan bir aydın olarak karşımıza çıkmaktadır. Türkiye’de liberalizmin öncüsü olarak kabul ediliyor oluşunda bu çalışmaların ve faaliyetlerinin payı azımsanmayacak kadar fazladır (İzgöer, 21). Prens Sabahattin’in Hayatı Asıl adı Mehmed Sabahattin’dir tarihinde İstanbul’da doğmuştur. Dedesi Bahriye Nazırı Gürcü Halil Rıfat Paşadır. Babası Mahmud Celaleddin Paşa ve annesi Abdülmecid’in kızı Seniha Sultan’dır (Ege, 3). Annesinin Osmanlı hanedanından olmasından dolayı yerli kaynaklarda ‘Sultanizade’ denirken, batılı kaynaklarda ise ‘Prens’ unvanı verilmiştir (Tütengil, 4). II. Abdülhamid'in de kız kardeşi olan Seniha Sultan'ın oğlu olmasından ve Osmanlı saray hiyerarşisinde şecerede baba tarafı belirleyici olduğundan dolayı prens değil, sultanizadedir (Durukan, ). Niyazi Berkes'in iddia ettiğine göre prens unvanını Avrupa'da bir itibar elde etmek için kullanmıştır (Berkes, ). Küçük yaşından itibaren tahsiline önem verilerek özel olarak Avrupa’dan hocalar getirtilmiştir yaşlarında Fransızca’ yı öğrenmiş olan Prens Sabahattin Arapça, Farsça, fizik, kimya, astronomi, biyoloji, piyano, resim ve 4 edebiyat derslerini de zamanın önde gelen hocalarından okumuştur. Daha yirmi yaşında iken Lamartine’ den1 Jocelyn’ i Türkçe’ ye çevirmiştir ve İbn-i Haldun’un Arapça metinlerinden tercümeler yapmıştır. Teknik ilimlerle de uğraşarak devrin en modern aletlerinden meydana gelen fizik ve kimya laboratuvarında radyografik deneylerde bulunmuştur. Halit Ziya Uşaklıgil Paşanın evine yaptığı bir ziyareti söz konusu ettiği makalesinde Sabahattin ve Lütfullah (kardeşi) Beylerin bilgi ve görgülerine hayran kaldığını ifade ediyor. aktaran (Türengil, ) Aralık ’da babası Damat Mahmud Celaleddin Paşa’nın 2. Abdülhamid yönetimine karşı yürüttüğü mücadele sonucu babası ve kardeşi Lütfullah Bey’le birlikte Osmanlı ülkesini terk ederek Fransa’ya gitmek zorunda kalmıştır. Bu kaçış sarayda endişeye yol açmış ve rivayete göre Abdülhamid bu haberi alınca düşüp bayılmış ve uzun süre kendine gelememişti (aktaran Tütengil, 17/Osmanlı Gazetesi: 54). Paris’teki hayatının siyasi bölümün Osmanlı hükümetine muhalefete ayırmıştır .Kardeşi Lütfullah Bey ile İttihatçıları ortak bir program altında toplayabilmek için ‘Umum Osmanlı Vatandaşlarımıza ’unvanlı bir bildiri yayınlayarak yurt dışında funduszeue.infoülhamid idaresine karşı aktif çalışmalara ilk adımı atmıştır. (Aslan, ) İlmi hayatını da etüde ayıran Prens Sabahattin funduszeue.infore, Heackel, Büchner, Fouillee ,Frederic Le Play, ve Edmond Demolins’i okuduğu bilinmektedir. Müspet ilimlere karşı beslediği yakın ilgi onu natüralist ve pozitivist akımlara yaklaştırmıştır. Yaptığı seyahatler, Fransızcayı bilmesi sebebiyle okuduğu sosyal eserler ve bunlardan edindiği yeni bilgiler, iyi bir eğitim alan Prens Sabahattin’i bir kat daha olgunlaştırarak ilmi görüşlerini zenginleştirmiştir (Kuran, ). Bu arada Le Play sosyoloji ekolü temsilcilerinden Edmond Demolins’in kurduğu La Science Sociale cemiyetinin faaliyetlerine katılmıştır. şubat tarihlerinde, Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde faaliyet gösteren Jöntürkler’i birleştirmeyi hedefleyen 1.Jöntürk Kongresi’nin toplanmasında önemli rol oynamıştır. 1 Çeşitli tarih kitapları yazan Lamartine'in Jirondenlerin Tarihi adlı yapıtı Fransa’daki İhtilali’nin düşünce zeminini oluşturan eserlerdendir. İhtilalden sonra ülke yönetiminde önemli görev almış; Dışişleri Bakanlığı’nı üstlenmiş bir siyasetçidir. Bir ‘Türk dostu’ olan yazar, Türk tarihi ve Türkiye izlenimlerini Doğuya Seyahat, Doğuya Yeni Seyahat ve Türkiye Tarihi adlı eserlerinde aktarmıştır. 5 Kongrede başkan seçilmesine rağmen nihai hedef konusunda gruplar arasında anlaşma sağlanamamıştır (Okan, ). Osmanlı Devleti’ni korumak ve halkın güvenliğini sağlamak düşüncesinden vazgeçmeyen Prens Sabahattin, bu gelişmeler üzerine kendisiyle birlikte aynı kanaati paylaşan arkadaşları Dr. Nihat Reşat ve Fazlı Beylerle Paris’te Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti’ni kurmuştur. Böylece o, İttihatçılardan ayrılmıştır. Kurduğu cemiyetin görüşlerini açıklamak üzere Paris’te çeşitli gazetelerde yazılar yazmıştır sonra da kendisi bu maksatla ’e kadar Terakki gazetesini çıkarmıştır. Aralık tarihinde 2.Jöntürk kongresi toplanmıştır. Bu kongrede yayınlanan bir beyannamede funduszeue.infoülhamid ‘in tahttan indirilip Meşrutiyetin kurulması esas alınmıştır. funduszeue.infoşrutiyetin ilanına yönelik teşebbüslerin başarıya ulaşmasının ardından Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti ile İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin birleştiği kamuoyuna duyurulur. Böylelikle iki grup arasındaki anlaşmazlık ortadan kalkmış gibi görümüştür (Okan, ). funduszeue.infoşrutiyetin ilanıyla birlikte 2 Eylül ’de ülkesine dönen Prens Sabahattin, bir dizi konferanslarla halkı aydınlatma çaba ve gayreti içine girmiştir. Görüşlerini benimseyen Ahrar Fırkası mensuplarının ısrarlarına rağmen aktif politikaya girmemiştir. Fırka, Prens Sabahattin’e olan yakınlığı sebebiyle ona atfedilmiştir (Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi, bc). ’daki meşhur 31 Mart Vakası’ndan sonra iktidara gelen İttihat ve Terakki idaresine karşı açıkça muhalefete geçmiştir Mart hadiselerine karıştığı ileri sürülerek bir süre hapsedildiyse de bilahare özür dilenerek serbest bırakılmıştır (Uçman, b). Bu yıllar, onun fikirlerinin yayılması açısından talihsiz gelişmelere yol açmıştır. Osmanlı Devleti’nde radikal fikri arayışların gündeme geldiği böyle bir dönemde İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin baskıcı politikalarına maruz kalan ve bu politikalara karşı çıkan Prens Sabahattin’e en ağır tenkit ve hücumlar cemiyetin basındaki sözcüsü Hüseyin Cahid Bey’in Tanin’de çıkan yazılarından gelmiştir (Ülken, ). Balkan Savaşı sırasında Sultan Reşat’a hitaben yazığı bir makalede düşmanın dışarıda değil, sosyal yapımızda olduğunu ileri sürerek tembelliğin ve merkeziyetçi yönetimin 6 Osmanlı Devleti’ni yok edeceğini açıkça dile getirmiştir. Gerek bu yazısı gerekse Mahmud Şevket Paşa suikastine adı karışması yüzünden bir kez daha tutuklanmıştır. ’te serbest kalınca tekrar Paris’e gitmiştir. Bu ikinci Paris döneminde İttihat ve Terakki Cemiyetinin ileri gelenleriyle olan anlaşmazlığı devam etmiştir. Gerek cemiyeti gerekse devlet idarecilerini ikaz eden ve yol gösteren mektup ve makaleler kaleme almıştır (Altuniş-Gürsoy, b). 1.Dünya Savaşı’nın ve İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin sona ermesi ile birlikte yılında İstanbul’a dönen Prens Sabahattin. ’de tekrar yurt dışına çıkmıştır. O tarihlerde devam etmekte olan Anadolu’daki Milli Mücadele hareketini destekler bir siyaset izlemesine rağmen Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasının ardından Osmanlı hanedanı mensuplarını sınır dışı eden kanunun yürürlüğe girmesiyle Mart ’te ülkesini terk etmek zorunda kalmıştır. Ölene kadar da ülkesine geri dönememiştir. Hayatının son yollarını İsviçre’de geçiren Prens Sabahattin,30 Haziran ’de Neuchatel’de vefat etmiştir. Naaşı İstanbul’a getirilerek babası ve dedesinin de olduğu Eyüpsultan’daki aile mezarlığına defnedilmiştir. Prens Sabahattin’in Fikir Hayatı Sciense Sociale Cemiyeti Sosyoloji, Yüzyılda bütün dünya için yeni bir ilim dalıdır. Fransa’da yılları arasında Auguste Comte ve Frederic Le Play vasıtasıyla doğmuştur. Bunalımlı Fransa toplumunu iyileştirme çareleri arayan ve bir fizikçi olan Comte, sosyoloji ilmini fizik örneğine göre kurarken bir maden mühendisi olan Le Play ise jeoloji örneğine göre kurmuştur. Emile Durkheim ile devamlılık kazanan Comte sosyolojisi istatistik, tarih, etnografya gibi metodlardan yararlanmıştır. Le Play’in Sciense Sociale de Henri de Tourville,Edmond Demolins ve Paul Descamp tarafından geliştirilmiştir (Altuniş- Gürsoy, b). Prens Sabahattin’in düşünce sisteminin temeli, Le Play’ in fikirlerini takip eden Sciense Sociale çevresidir. Bu çevre ’daki Fransız İhtilali’nin getirdiği sosyal ve siyasi yapıya ihtilal öncesindeki mevcut sosyal yapı adına tenkitler yönelten, Katolikliğe bağlı muhafazakar bir çevre olmasının yanı sıra ılmi anlamda 7 sosyoloji akımı olmaktan çok, ideolojik nitelikte bir akımdır (Berkes, t.s: ). Prens Sabahattin, Paris’te bulunduğu sırada, cemiyetin önde gelen isimlerinden Le Play,Henri de Tourville ve Edmond Demolins’in görüşülerini benimsemiştir. Demolins’le şahsi dostluklar kuran ve cemiyetin diğer üyeleriyle de çalışma fırsatı bulan Prens’in cemiyete girme amacı, Osmanlı toplumunun dertlerine çözüm bulabilmek arayışıdır. Oya Okan’a göre Prens Sabahattin’in Science Sociale ekolü aracılığıyla siyasi faaliyetlerinin teorik zeminini oluşturduğunu bir başka ifadeyle bu ekol sayesinde siyasi teşebbüslerini ilmi ve sosyolojik bir meşruiyet zemininde ifade etmek imkanını bulduğunu söylemektedir (Okan, ). Nitekim bu ilmi ekolden aldığı ilhamlarla Osmanlı toplumunun ihtiyacına uygun olabilecek nitelikte bir reform programını geliştirmeye çalışmış ve bu amaçla bir çok yazı kaleme almıştır (Ege, 10). Cemiyetin en belirgin özelliği gözlem metodudur. Prens Sabahattin’in de sosyal problemlerin bu metodla çözümlenebileceğini ileri sürmüştür. Onun bu konuda verdiği örnek ise Anglo-Sakson toplum modelidir. Prens Sabahattin Le Play ekolünün ilk Türk temsilcisidir (Korlaelçi, 40). Prens Sabahattin fikir yönünden sosyal hayatta ‘Özel Teşebbüs’, devlet yönetiminde de ‘Adem-i Merkeziyet’ taraftarı olmuştur. Bütün hayatı boyunca bu fikirleri savunmuş ve bu düşüncelerle iç içe yaşamıştır. Özellikle Adem-i Merkeziyet fikri Prens Sabahattin’le adeta bütünleşmiştir (İzgöer, 21). Toplumların Yapıları Prens Sabahattin’e göre toplumlar iki yapı altında düşünülebilir. Bunlardan ilki umumi hayatı, hususi hayata egemen kılan ‘Kamucu Yapı’dır. Bu tip toplumlarda ferdi kabiliyetler gelişmemiş ve şahsiyet körelmiştir. İkincisi ise ‘Ferdiyetçi Yapı’dır, yani şahsi teşebbüsün gelişmesi sonucunda ortaya çıkan toplumlardır. Burada hususi hayat, umumi hayatı yani devleti/hükümeti temsil etmektedir. Buna en güzel örnek İngiltere’dir. Bu bakımdan ferdin teşebbüs ve mücadele kabiliyetinin mükemmel şekilde geliştiği bir toplumdaki hükümet şekli ile ferdi kabiliyetleri dumura uğramış ve insanları sürü haline gelmiş bir toplumdaki hükümet şekli, isim itibarıyla ne kadar aynı olursa olsun, aralarındaki fark kapatılamaz bir uçurumdur. Bundan dolayı batı devletlerinde gelişen demokrasi/cumhuriyet rejimleri her toplumda aynı olumlu sonuçları 8 vermemiştir. Batı medeniyetinin karakteristiği ferdin gelişmesine imkan veren Ferdiyetçi yapıdan kaynaklanmaktadır. Bütün doğu toplumlarında ise bunun zıddı olan Kamucu Yapılar görülmektedir. Yani umumi hayatın, hususi hayatı belirlediği bir hayat tarzıdır (İzgöer, 16). Görüldüğü gibi Prens Sabahattin, doğu ülkelerinde yapılan bütün sosyal inkılapların verimsizliğini ve Batı ülkeleri karşısındaki geriliğinin sebeplerini doğunun mevcut yapısına bağlamaktadır. O bu konuda şu görüşlere yer vermektedir: ‘Doğuda fertler aile, kabile parti veya devletin gücünden medet umarlar. Onların şahsiyetini dışarıdan gelen baskılar belirler. Fert baskılara uymak zorundadır. Bu sebeple bu tür toplum veya toplum yapılarında herhangi bir değişimde rol oynamak, fertlerin iradeleri dışındadır. İradesi dışarıdan tayin edilen bir kişi kendisini tayin edeni nasıl hükmü altına alabilir? İşte Tanzimatdan beri gerçekleştirilmek istenen reformlar bundan dolayı sadece yazı üstünde kalmış ve sadece bir ismini değiştirememiştir. Değiştirmekten de öteye geçmemeye mahkumdur. Çünkü doğuda cemaat egemen iken, batıda fert muzafferdir (Sabahattin, ). Eğitim Prens Sabahattin, Abdülmecit'in kurduğu eğitim sisteminin yeni zamanın ihtiyaçlarını anlayacak bir nesil yetiştirdiğini, ancak 2. Abdülhamit'in, okul programlarında şahsiyeti kuvvetlendirecek her türlü fikri unsurları çıkarttığını, okulları her millete mensup hafiyelerle doldurduğunu belirterek "Sultan, istikbal ile harbe girişti", demiştir (Bayur, ). Prens Sabahattin’e göre ferdiyetçi ve müteşebbis bir yapının vazgeçilmez şartlarından biri eğitimdir. Ona göre felaketlerimizin kaynağı en başta cahilliğimizdir. Eğitim alanında yapılacak reformlar sonucunda halk aydınlatılırsa, gelecek kuşaklar da aydın insanlar olarak yetiştirilmiş olacaktır. Okullarda teoriye dayalı eğitim metodu yerine pratiğe ve beceriye dayalı eğitim metodu uygulanmalıdır. Öğrencilere hayatları boyunca lazım olacak ve ihtiyaçlarını karşılayacak bilgiler verilmelidir. Eğitim sisteminin amacı, hep devlete memur yetiştirmek olmuştur. Mevcut eğitim sistemi ile hiçbir yeteneği ortaya çıkarılamayan gençlerimiz zenginliğin kaynağı olan 9 tarım, sanayi ve ticarete yöneltilecekleri yerde geçimlerini sürekli memuriyette aramışlardır (Ege, ). Oysa memurluk şahsiyeti ezen, körelten, beceri ve kabiliyeti yok eden; sorumluluk, bağımsızlık ve teşebbüs ruhunu öldüren bir kölelik kurumudur. Eğitim ve öğretim meselelerinin gelişigüzel ve modern bir şekle sokulmasının bir sonuç veremeyeceğine inanan Prens Sabahattin, batı ülkelerinin herhangi birisinden alınacak eğitim ve öğretim programının bir fayda sağlamayacağını ileri sürmektedir .Ancak o, idealindeki müteşebbis insan tipinin ortaya çıkmasında Anglo-Sakson ülkelerinden alınacak bir eğitim sistemine büyük umutlar bağlamıştı. Prens Sabahattin, bu konuda özellikle Amerikan ve Avustralya’daki boş arazilerde büyük çiftlikler kuran Anglo- Saksonları gıpta ile anar (Altuniş-Gürsoy, b). Sözünü ettiği ferdiyetçi eğitim şekli, gözlem ve deneye dayanan, uygulama ve katılıma yönelik bir sistem olarak buğu bile eksikliği hissedilen bir modeldir (Çağla, 33). Prens Sabahattin ,gençlerin iyi bir eğitim ve terbiye almasında ailenin rolünü de ihmal etmemiştir. Ona göre bir toplumun medeni seviyesinin ölçüsünde aile çok önemlidir “Aile hayatını sağlam bir denge ve uyum içinde geliştirebilmek için de kızlarımızı iyi yetiştirmek ve evin dışında da üretici hale getirmemiz gerekir. İnsan için kadın-erkek çalışmanın dışında hiçbir fazilet, gelişmeye kurtuluş ümidi yoktur .Hatta gelişmiş ülkelerdeki insanlar istikballerini çalışmalarının ilerlemesi oranında temin ederken, biz kendi vatandaşlarımızın yarısını, yani kadınlarımızı ev işlerinden başka hiçbir işte çalıştırmazsak uluslararası rekabette daha harbe girişmeden kesin bir mağlubiyete mahkum oluruz’ demektedir” (Ergün, 8). Kızların iyi bir aile ve iyi bir cemiyetin kurulması yolunda eğitilip çalışma hayatına atılması hususu üzerinde ısrarla duran Prens Sabahattin okul ve aile gibi bütün sosyal kurumların tek bir terbiye sistemi etrafında şekillenip cemiyetin kalkınması için seferber olması gerektiğini dile getirmektedir.. Türkiye’nin yarınlarının milli terbiyenin ıslahına bağlı olduğunu söylerken de, aile ve okulun görevlerini yerine getirmediği inancındadır (Altuniş ve Gürsoy, ). 10 Batılılaşma Prens Sabahattin Batılılaşmak konusundaki temel problemin Batı’nın sahip olduğu tekniği almakla çözümlenemeyeceği inancındadır. Ona göre mesele, Batı’da bu tekniği ve bu gücü ortaya çıkaran güce sahip olmaktan geçer (Sabahattin, 43). Bu çerçevede, Osmanlı ülkesindeki Batılılaşma çabalarını da beyhude bulan Prens Sabahattin, gelişmiş ülkelerdeki liman, fabrika, okul, kütüphane ve banka gibi kurumların bir benzerini inşa edersek bu medeniyeti yakalayabiliriz’ fikrine inanmanın yanlışlığı üzerinde durmuştur. Batı, bu oluşumları kendi sosyal ve siyasi şartları içinde var etmiş ,var etmeye de devam etmektedir .Gerilemeyi ve gelişmeyi ortaya çıkaran ana unsur insandır .Burada önemli olan, bu tekniği ve bu kabiliyeti meydana getiren insana sahip olmak, bu seviye ve düzeyde insan modeli yetiştirmektir (Altuniş-Gürsoy, a). İslamiyet Prens Sabahattin’in o yıllarda gerek batılı çevrelerde ve gerekse Osmanlı aydınları arasında sürekli tartışma konusu edilen ’İslamiyet’in ilerlemeye engel olduğu’ konusundaki yaklaşım ve görüşleri son derece açıktır. O, İslam dinini ilerlemeye engel sayanların bu düşüncelerinde tamamen yanıldıklarını belirtmiş ve ilerlemeye engel olanın ‘din değil, sosyal yapı ’olduğuna işaret etmiştir (Sabahattin, ). Son Söz Genel olarak Prens Sabahattin ilerlemeye dair görüşlerini sosyal tespitleriyle güçlendirmiştir. Sosyal sorunlarımızın başında Kamucu devlet yapısının vermiş olduğu şahsi girişimleri körelten yapı ve mutlakiyetçi gücü ön plana çıkartan devlet yapısıyla kamusal alan fert hayatının her yönüne müdahale etmiştir. Bu yüzden gerilmememizin sebebini yüzümüzü tamamen batıya çevirmek yerine sosyal yapımızı özellikle ‘Anglo- Sakson’lar gibi fert ve özel teşebbüsün ön planda olduğu metotlarla değiştirmek gerek Osmanlı Devletini gerekse Osmanlı toplumunu özlenen refaha götürecektir (İzgöer, 38). 11 İKİNCİ BÖLÜM PRENS SABAHATTİN ADEM-İ MERKEZİYETÇİ DÜŞÜNCELERİ Teşebbüs-i Şahsi Hakkında Görüşleri Değişmekte olan dünya düzeninde medeniyetin ruhu ‘Teşebbüs-i Şahsi’ onu meydana getirecek olan ise ‘Tevs-i Mezuniyet’tir2 Kur’anı- Kerimde: ‘Ey iman edenler! Sizler kendinizi düzeltmeye bakın’3ve ‘İnsan için kendi çalıştığından başkası yoktur’ 4 ayetleriyle kesin olarak yer verilen ‘Şahsi Teşebbüs’ bir toplumda, o toplumu meydana getiren fertlerden her birinin yaşamını sürdürmesi için aile, akraba ,devlet gibi kurumlara sırtını dayamak yerine kendi şahsi girişimiyle varlığını sürdürmesi, başarıyı kendinde araması gerektiğini öğütler. Hayatın kişinin önüne çıkardığı zorluklarla tek başına baş etmeye çalışan kişiler sosyal yeteneklerinin arttığını görürler. Prens Sabahattin kendi toplumumuzda ise bireylerin devlet adına yaşadıkları ve her şeyi devletin istek ve çıkarları doğrultusunda meydana getirmeyi düşündükleri için sosyal ve iktisadi kabiliyetlerimizin azaldığını, zorluklara galip gelme eyleminin Anglo-Sakson coğrafyasında bir eğlence bizde ise bir külfet haline geldiğini belirtir. Ona göre özel çalışma ve gayretle zenginleşmek için gerekli olan bilgi, tecrübe, kararlılık, tedbir ve çaba gibi birçok meziyet sosyal yapımızda öldürülmüş bir erdem sinsilesidir. Biz kazanmadan yaşamak, çalışmadan zenginleşmek istiyoruz. Bu yolda da aldığımız eğitimle devlet memurluğuna göz dikiyoruz. Gerektiğinden yüz kat fazla memura sahip olan bir memlekette ise liyakat yerini himayeye terk eder. Bu da demek oluyor ki daha hayata ilk adımımızı attığımızda yapacağımız ilk iş başkalarının himayesine girmek. Böylelikle toplumun mevcut ahlak yapısı yozlaşmaya uğruyor ve himaye görevde 2 Tevs-i Mezuniyet: Yetki genişliği 3 Kur’an-ı Kerim, Maide Suresi, Ayet. 4 Kur’an-ı Kerim, Necm Suresi, Ayet. 12 yükselmek için bir koltuk değneği haline geliyor. Bir işi yapmak için kendi şahsi fikri yerine himayesi altındakinin fikrini kendine yol gösterici olarak gören kişi kendi benliğine elveda demeye mahkumdur. Böylece amirlerine tapınmaya meyilli memur kendi altındaki memurdan ise ilk bekleyeceği iş şüphesiz ki kendisine tapınılmasıdır. Böyle bir ahlak düzeyine sahip olunan ülkede ise devletin baskı ve istibdadına karşı koyabilecek tek sınıf olan memur sınıfının toplumu tüketmek adına görev yapması ve bunu devletin himayesine sığınarak yaptığı bir ortam meydana getirmektedir. Prens Sabahattin’in böyle bir toplumda üretici sınıf olan köylü ve esnafın ise elinde bir sermaye ve birikimin olmamasından dolayı hep küçülmekte hatta hükümetin bir zulüm aracı haline gelen vergiye karşı koyamadığından dolayı yerlerini dahi koruyamadığından şikayet etmektedir (Sabahattin, 5 ). Eğitim sistemimizin bireye olan dayatmasından dolayı ve Merkeziyetçi yapımız bireye dayanak noktası olarak kendisi yerine aileyi, akrabayı, devleti koymasına neden oluyor. Böyle bir toplumda ki ne kadar ahlaklı olursa olsun her türlü haksız kazanç ve yolsuzluğa hayatını idame ettirmek adına göz yumar olur, göz yumdukça da kişi ahlakı bozulur, kişi ahlakı bozuldukça toplum ahlakı da bozulmuş olmaktadır. Prens Sabahattin’in düşünceleri, devletten bağımsız olarak kişilerin kişisel yeteneklerini kullanabilmeleri anlamında teşebbüs-i şahsilik düşüncesini ve devlet yönetiminde ademi merkeziyet talep eden liberal fikirleri savunmaktaydı (Beyhan ve Hacıhasanoğlu, ). Prens Sabahattin değişen dünya düzeninde artık eskisi gibi kolay ve sade bir yaşama yer olmadığını ve gelişen dünya da doğacak yeni ihtiyaçları karşılayabilmek adına yeni fabrikalar kurmak gerektiğini ancak bu fabrikaları işletecek şahsi becerinin ise mevcut eğitim ve sosyal yapımızda mümkün olmayacağını belirtmektedir. Ona göre bireyin özel teşebbüste bulunabilmesi için gerekli olan önemli iki erdem ‘bilgi’ ve ‘dürüstlük’ dür. Ailelerimizin bu iki erdemi bireye sağladığını ancak merkezi baskılarla bu erdemlerin memuriyette heba edildiğinden yakınmaktadır. Prens Sabahattin’e göre ‘Teşebbüs fikri olmadan vilayetler imar edilemez ve ülke maddi ve manevi yoksulluktan kurtulamaz’ bir hale gelmektedir. Adem-i Merkeziyet ve Tevs-i Mezuniyet Osmanlı Devleti büyük bir imparatorluk olduğundan ve o zamanın teknoloji ve ulaşımının yetersizliğinden dolayı hiçbir zaman tam anlamıyla merkeziyetçi bir yapı 13 oluşturamamış, hatta sınırlardaki uç beyler padişaha danışmadan savaşa girebiliyor, elindeki toprakları (devlete ait) tımar5 ve mülk olarak verebiliyordu. Fatih Sultan Mehmet döneminde tam anlamıyla bir merkezileştirme amaçlanarak sipahiler merkeze bağlanmaya çalışılsa da tam anlamıyla başarılamamış ve Adem-i Merkeziyetçi yapı gizliden gizliye geçerliliğini sürdürmüştür. Osmanlı Yy sonlarına doğru kötüye giden para ekonomisinden dolayı iltizam6 sisteminin kullanıma geçmesinden dolayı ayrıcalıklı bir zümre, ayanlar ortaya çıkmış ve zamanla reayanın üstünde etkili bir konuma gelmişlerdir. Görüldüğü üzere Osmanlı’da hiçbir zaman katı bir merkeziyetçi yapı ortaya konulamamıştır. yy dan itibaren ise adı konulamamış bir biçimde Adem-i Merkeziyet hakim bir yönetim biçimi haline gelmiştir (Yücel, ). Adem-i Merkeziyetçi yapı tam adıyla olmasa bile zengin bir burjuva sınıfının yani ayanların varlığı yönetimsel olarak Osmanlı’da varlığını sürdürmüştür. Prens Sabahattin var olan bu Adem-i Merkeziyetçi yapının ferdiyetçi bir toplum modeli ile asıl amacına ulaşabileceğini belirtmiştir.7 Örnek almamız gereken toplum modeli ise Edmond Demolins’in de belirttiği üzere Amerikan ve İngiliz toplum modelidir. Bu çerçevede yapılacak reform hareketleri bütün ülke vatandaşlarına hitap ederek Adem-i Merkezi yapıyı meydana getirecektir. Seçimle iş başına gelenlerden kurulu mahalli idareler ‘Tevs-i Mezuniyet’ ile yönetilecek, halkın yönetime katılımı sağlanacak ve böylece fert kendi potansiyelinin üstüne çıkma çabasında bulanacaktır. Prens Sabahattin’in Adem-i Merkeziyetten kastettiği idari merkeziyetsizliktir. İmparatorluğun geniş topraklarını dikkate alarak, Prens Sabahattin merkezi otoritece yetkin bir şekilde yapılamayan yerel yönetim maliye, adalet gibi işlerin ilgili bölgenin yaşayanları tarafından üstlenilmesini istemiştir (Durukan, ). Bu sürecin işlemesi halinde tebaanın yönetime doğrudan katılımı ve devlet görevlilerini sıkı kontrolü mümkün olacaktır. Üstelik yöre halkı bölgenin sorunlarını yakından bildiğinden en etkili çözümleri de onlar 5 En geniş anlamıyla belirli bir yere ait vergi gelirlerinin tümünün veya bir kısmının, dirlik olarak havale yoluyla bir görevliye devredildiği ve bu devir karşılığında da bazı hizmetlerin ona yüklendiği olan bir sistemdir 6 Osmanlı devletinde vergilerin bir bölümünün belli bir bedel karşılığında devlet tarafından kişilere devredilerek toplanması yöntemi 7 . 2. Abdülhamit devri sadrazamlarından Sait Paşa: Ülke idaresinde iki yönetim şekli vardır. Bunlar merkeziyet ve Adem-i Merkeziyet’ tir. Tecrübelerime dayanarak Osmanlı Devleti’nin nüfus yapısının Adem-i Merkeziyet ’e daha uygun olduğu kanaatinde olduğunda bahsetmiştir. 14 üretebilecektir. Osmanlı İmparatorluğunun sorunlarını çözecek olan yine Osmanlılardır. Eğer Meşruiyet, Mebuslar meclisi aracılığıyla kontrol hakkını merkezden yürütülmesi demek ise ‘İdare-i Adem-i Merkeziyette şüphesiz vilayet genel meclisleri vasıtasıyla aynı hakların vilayetlere teslimi demektir.’ ‘Merkeziyet idaresini uygulayan ülkelerde bizde olduğu gibi bir sancak dahilinde köprü, yol, okul ve hastane gibi doğrudan mahalli ihtiyaçları temin eden yapı ve eserlere teşebbüs edilmesi gerektiğinde sancak vilayeti merkezine, merkez Dahiliye’ ye, Dahiliye Nafia’ya, Nafia Sadaret’ e, Sadaret Saray’a sırasıyla başvuru da bulunmak zorundadır. Bitip tükenmeyen o ağır resmi muameleler içinde ülkenin ekonomik hayatı heder olup gidiyor. demektedir. Bunu bir örnekle açıklamaktadır; “Bir gün birçok meziyetleriyle kendini ispatlamış devlet adamlarımızdan biri, Bolu Sancağı mutasarrafı 8 iken üç saatlik yolu yaptırmak için altı sene uğraştıktan sonra işi takip etmekten vazgeçmek zorunda kaldığını anlatıyordu. Bu süre zarfında çaresiz halkın çektiği sıkıntıları düşün. Prens Sabahattin ‘Bazen bir yolun yapılmaması yüzünden bir sancak, bir kaza hatta bir vilayetin ticareti felce uğrar. İdari Ademi Merkeziyet adı altında öteden beri istediğimiz ıslahat, vali ve diğer memurların yetkisini artırmak, genel meclisleri bir an öce açtırmak ve böylece halkımızı verdiği verginin gücün artması istibdatı arttırmakta ve halk tükenmişliğine tükenmişlik eklemektedir. Prens Sabahattin Adem-i Merkeziyetçi düşüncesiyle Osmanlı halkına yapılan istibdatın aslında kişilerle değil tamamen insanımızın geçim tarzı ve sosyal hayatıyla ilgili olduğunu, uygulanan yönetim sonucu Osmanlı’ da ki halkların birbirleriyle daha fazla kaynaşacağını ve bu yolla bağımsızlık hayali kurmaya çalışan azınlıkların bu düşünceden vazgeçeceklerini ifade eder (Sabahattin, İkdam: 1). Prens Sabahattin’in istemekte olduğu Adem-i Merkeziyet şekli ile vali ve memurların yetkisi arttırılarak vilayetlerde yerinden yönetim kuruluşlarının kurulmasını sağlamaktadır. Çünkü çok geniş bir coğrafyaya hüküm süren Osmanlı Devleti’nde coğrafyalar arasındaki ihtiyaç farklarını en iyi orada yaşayan halk bilmektedir. Vilayet Nizamnamesi ile eski eyaletlerin yerine; sancak, kaza ve nahiyelerden oluşan vilayetler kurulmuştur. Vilayetlerde valiler, sancaklarda mutasarrıflar, kazalarda da kaymakamların başkanlık ettiği meclisler oluşturularak yerel yönetim birimlerine geçilmeye başlanmıştı. Ayrıca her ilde bir yerel yönetim birimi özelliği taşıyan il özel idareleri kurulması planlanmıştır (Gül ve Özgür, ). Osmanlı’da adem-i merkezileşme yolunda ilk belediye 8 Tanzimat'tan sonra bir sancağın (liva) en büyük mülkî amirine verilen unvan. 15 ‟te İstanbul’da kurulmuş ve yönetimine padişahın atadığı şehremini (başkan) ile 12 kişiden oluşan şehir meclisi oluşturulmuştur. Daha sonra uygulama, tüm İstanbul’u kapsayacak şekilde Dersaadet Belediye yasası ile genişletilerek, semt ve şehir ölçekli yapılanmaya gidildi. tarihli Dersaadet Belediyesi Hakkında Geçici Yasa ile İstanbul Belediyesi yönetimi merkezileştirilmiş, belediye dairelerinin yerini, belediye şubeleri, belediye meclislerinin yerini de encümenler almıştır (Gül, ). Prens Sabahattin’e Yapılan Eleştiriler Adem-i merkeziyet ve özerklik gibi kavramları savunmayı vatan ihanetle eş tutan Ahmet Rıza, bu tip görüşlerin bölünmeye yol açacağını savunarak, “İdari serbestlik (özerklik), ihanettir. Bu durum ayrılmaya yol açar! Hristiyan dostlarımız, Osmanlılaştırılmış vatandaşlarımız olacaktır. Aramızda fatihler ve köleler olmayacak fakat hür insanların yarattığı yeni bir millet olacağız” (Ramsour, ), ifadelerini kullanmıştır. Kurtuluş adına sunulan adem-i merkeziyetçiliğin, aslında ‘siyasal merkeziyetsizlik’ olduğunu savunan Ahmet Rıza (Durukan, ), merkeziyetçi bir duruş sergilemiştir. Prens Sabahattin kanadının adem-i merkeziyet, özel teşebbüs ve bireysel özgürlükler savunusunun karşısında Ahmet Rıza kanadının ise, merkeziyetçi seçkinci ve otoriter ilkeler etrafında birleştiği söylenebilir. Prens Sabahatin’in İngiliz tipi liberal ekonomi anlayışı, Ahmet Rıza kanadında yerini, Alman Friedrich List’in milli iktisat düşüncesine bırakmıştır. Bu anlamda List’in korumacı iktisadi mantığının hakim tez olarak benimsendiği İttihad ve Terakki Cemiyeti, yerli malı tüketimini teşvik etmiş, ulusal pazarı bütünleştirmek ve kırsal ürünlere bir talep oluşturabilmek adına kara ve demiryolu ağına önem vermiştir (Aktaş, ). Dolayısıyla Prens Sabahattin yönetsel açıdan İngiliz tipi bir anlayışın, Ahmet Rıza ise Fransız tipi bir merkeziyetçiliğin savunuculuğunu yapmıştır. A.B. Kuran'a göre Sabahattin'e karşı ‘İttihat ve Terakki’ erkanınca yapılan saldırılar. ‘tariz ve tezyifler’ 9 bilimsel bir inceleme ürünü olan ‘Adem-i Merkeziyet’ programının kendilerince, iyi bir şekilde tahlil ve idrak edilmemesinden kaynaklanıyordu. Aradaki ‘bilimsel düzey farkı’ mücadeleyi daha da artırıyordu. Bu bağlamda Prens Sabahattin’in 9 Üstü kapalı bir biçimde eleştirmek 16 düşünce yapısı etrafında toplanmış Doktor Hayri Bey'in Diyarbakır'da tutuklanması, Faiz Bey'in Adana'da ‘kaza kurşunu’ ile katledilmesi, ittihatçı önderlerin. kendilerinden olmayanlara tahammülleri olmadığının göstergesi olmuştur. Hatta Mısır'da ‘Jön Türk’ ler arasında erdemli bir insan olarak kendini gösteren Hasan Fehmi Bey, basında İttihat Terakki Cemiyeti'ni eleştirdiği için daha sonra da Ahmet Samim Bey Ahrar Fırkasının kurulmasında etkili oldukları için yok edilmişlerdir (Kuran, ). Prens Sabahattin Adem-i Merkeziyet görüşlerimizden bahsederken bu bir muhtariyet 10 değil sadece merkeze bağlı yerinden yönetim kuruluşlarının varlığını ve bunları Tevs-i Mezuniyet ile güçlendirmek gerekliğini, ancak bu görüşlerinin çarpıtılıp her defasında ayrılıkçı görüşleri beslemeye mahal verecek endişe verici bir durumun başlangıcı şeklinde değerlendirilmesinden oldukça rahatsız olmuştur. Prens Sabahattin’e en büyük eleştiri ise zamanın İttihat ve Terakki mebusu Hüseyin Cahit Bey’den gelmiştir. Hüseyin Cahit Bey Tanin’de yazdığı bir köşe yazısında Prens Sabahattin’in görüşlerinden duyduğu rahatsızlığı şöyle dile getirmiştir; “İstanbul’un çok kalabalık, fikir ve görüşlerin ise haliyle farklı ve çeşitli olmasını, vatandaşı kandırmak ve avlamak için büyük bir fırsat sayan bazı kimselerin mebus seçimlerinde gizliden gizliye bir rakım entrikalar çevirmekte oldukları anlaşılıyor. İstanbul’ da müntehab-ı sanileri 11 elde ederek Müslümanları birlikten ayırarak ve aralarına nifak sokarak bu durumdan faydalanmaya çalıştıklarını görüyoruz. Halbuki birlik kuvvet, nifak ise yenilgidir. Bugün Müslüman müntehab-ı sanileri, şahsi düşmanlıklar uğrunda hareket eden kimselere kapılacak olurlarsa bütün İstanbul mebusları Rum Patrikhanesi hizmetçilerinden farksız bir duruma gelecektir. Taşralara bile emirler veren Rum Patrikhanesi seçim çalışmalarıyla İttihat ve Terakki’yi karalamaya çalışmaktadır. Şimdiye kadar bu acı gerçekler gizli saklı hissediliyordu. Fakat kurulan tuzaklar artık bütün çirkinliğiyle ortaya çıkıyor. Bu konuda kendi tahminimize kapılıp da aldanmış olmamak için, bu entrikaları neden anlamadığımızı açıklayalım ki, iyi niyetleri, vatan sevgileri ve Osmanlı hamiyetlerine güvendiğimiz kimseler, düşmanca tavır sergileyenlerin hile ve oyunlarına kapılıp da haleflerin gözünde lanetle anılmak gibi bir tehlikeye kendilerini atmasınlar. Rum gazetelerinin yayınlarına bakılırsa, Rum Patrikhanesinin anlaştığı Müslüman adaylar Prens Sabahattin’in fırkasıdır.” 10 özerklik 11 Müntehab-ı sani: İki dereceli seçim sisteminde önce müntehab-i evveller seçilir, sonra da bunlar müntehab-ı sanileri seçerdi. 17 Hüseyin Cahit Bey’in köşe yazısından alınmış bu bölümde daha 1. Jön Türk toplantısında ayrı düşmüş iki grup olan İttihatçılar ve Teşebbüs-i Şahsi üyeleri arasındaki görüş farkından kaynaklanmaktadır. Bunun nedenlerinden biri ise Prens Sabahattin ve arkadaşlarının kurtuluşun dış müdahale, İttihatçıların ise kendi içimizdeki sorunlarımızı kendimiz çözmemiz gerektiğindendir. Bir başka neden ise Prens Sabahattin’in sahip olduğu liberal düşünceler ile azınlıkların alt kimliklerine bağlı kalmaları düşüncesidir. İlk muhalefet partimiz olan ve kuruluş felsefesini tamamen Prens Sabahattin’den alan Ahrar Partisi ise İttihat ve Terakkicilerin en büyük sorunu haline gelmiştir. Rum Patrikhanesinin istemiş olduğu mezhep imtiyazları ile ülke içinde ülke kurulacağını ve buna Prens Sabahattin’in zemin hazırladığını belirten Hüseyin Cahit ‘Anayasamızda zaten Patrikhane ve gayrimüslim halk için çeşitli dokunulmazlıklar var’ diyerek yapılan bu anlaşmaların siyasi emeller taşıdığını ve Patrikhane’nin çeşitli imtiyazlar sağlamak adına amaçlarına yardım edecek Müslümanlarla anlaştığını ileri sürmektedir. Yaptığı eleştirilerde asıl konu ise Adem-i Merkeziyet konusudur. Çünkü Hüseyin Cahit Bey’e göre Adem-i Merkeziyet demek Midilli, Sakız ve diğer adaların Girit ve Yunanistan’a geri verilmesi demektir’ sözleriyle eleştirmiştir. Hüseyin Cahit bu konuda yazığı yazılarını ‘İntihabat Entrikaları’ başlığında toplamıştır. Prens Sabahattin’e yapılan eleştiriler genel anlamda savunduğu ‘Adem-i Merkeziyet’ görüşleri altında toplanmıştır. Çünkü Prens Sabahattin’in savunduğu düşüncelerin temeli sosyolojik konuları esas alırken, Prens Sabahattin onu siyasallaştırmıştır. Bu bağlamda etkisinde kaldığı ‘Science Sociale’ in görüşleri batı katolisizmi12 ile bütünleşmiştir. Bu düşünce sistemin ise bizim topraklarımızda hiçbir anlamı kalmıyordu. Bir diğer eleştiri ise Prens Sabahattin’in siyasallaştırdığı düşünce paralelinde kurulan Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti’nin başkanlığını reddetmesi ve hayatının gere kalanını önceden olduğu üzere düşünce adamı olarak geçirmek istediğini belirtmesidir. Bu durum her şeyin siyasal yollarla halledildiği bir dönemde Prens Sabahattin’in düşüncelerini etkisiz kılmıştır. Yine Adem-i merkeziyet düşüncesi üzerine yapılan eleştirilerde Fransız İhtilali’nin getirdiği ulus devlet anlayışı ile parçalanmaya başlayan Osmanlıda, kalan toprakları kurtarmak adına ve İttihat ve Terakki’nin düşünce yapısı olan ulus devlet anlayışına ters düştüğü için eleştirilmiştir. 12 Doğu ve Batı kilisesinin kesin olarak ayrılmasından beri var olan ve bilhassa Batı Avrupa ve Lâtin Amerika'da yayılmış bulunan bir Hıristiyanlık mezhebi 18 Prens Sabahattin’in Eleştirilere Cevabı Kuşkusuz Prens’in bu düşünceleri, Osmanlı toplumunda bulunan baskı olgusunun münferit bir nitelik taşımadığını, aksine, sistematik bir durum içerdiğini yansıtmaktadır. Bu sistematikliğin altında yatan en temel neden ise, bireyselliğe yeteri derecede önem vermeyen, gelenek ve göreneklere dayanan eğitim sistemidir. Onun düşüncesinde Eğitim sisteminde bireyselliğe önem verilmesi, önce bireyleri ve nihayetinde de toplum ve devleti rahatlatacaktır. İkdam’daki yazısı incelendiğinde Prens Sabahattin’in, adem-i merkeziyet anlayışında bir özerklik ya da federasyon düşüncesi yer almamaktadır. Dolayısıyla bir siyasal özerklikten ziyade, yönetsel anlamda bir özerlikten söz ettiği söylenebilir. Zaten Prens’in temel sorunsalı, katı, merkeziyetçi bir örgütlenmenin özellikle sosyal ve ekonomik anlamda meydana getirdiği problemleri gidermeye yönelik önermelerde bulunmaktır. Hüseyin Cahit Bey’ in ‘İntihabat Entirikaları’ adı altında topladığı tenkit yazılarına ise Prens Sabahattin şu şekilde cevap vermektedir; Adem-i Merkeziyet konusunun iki açıklaması vardır. Bunlar İdari ve Siyasi bölümlerdir. Bizim düşünce yapımızın dayanak noktası tamamen idari yönetim tarzı ile ilgilidir. Anayasası (Kanun-i Esasi) ile il yönetimlerine yönelik düzenlemelere gidilmiştir. Yönetimde yetki genişliği ilkesi getirilmiştir, Prens Sabahattin savunduğu düşüncelerin anayasamızda yer aldığını ve özerkliğin sadece idari alanda arzuladığını belirtmektedir. Prens Sabahattin’in Adem-i Merkeziyeti savunmasının temel iki nedeni vardır; birincisi Doğu Sorununun ancak etnik gruplarla anlaşılarak çözülebileceğine inanmaktadır. İkincisi ise onun demokrasi anlayışının Jön Türklerinkinden farklı olmasıdır (Mardin, ). Prens Sabahattin’in İdari ve Sosyal Tespitleri Prens Sabahattin bütün sosyal problemlerin ,ana problem olan ’yapı problemi’ çerçevesinde toplandığına ve onun etkisi altında toplumlar için uygun ya da uygun olmayan şekiller aldığına bakılırsa, ıslahat teşebbüslerimizin bütününe damgasını vuran bir temel yön veriliyor. Kamucu yapıdan, Ferdiyetçi Yapıya geçmek! Ferdiyetçi, Yapı’ya geçmek aslında bir eğitim problemidir. Herhangi bir toplumda eğitimi yerine getiren ve onu düzenleyen kurum ailedir. Bu bakımdan milli eğitimi tüketim, tembellik ve 19 tutsaklıktan üretim, teşebbüs ve bağımsızlığa yöneltmek için biricik yol, Ferdiyetçi aileler kurulmasına kabiliyetli kız ve erkek çocukları yetiştirmektir. Öyleyse bugün aldıkları aile eğitimi gereğince üretim alanında yararlı ve ileri bir görevde bulunamayan resmi eğitimin, yani devlet eğitiminin akışına bütünüyle kapılmalarına rağmen içinden çıkılamayacak bir duruma düşen kentli gençlerin ve onlarla hayatlarını birleştirecek kızlarımızın, geleceği hazırlayacak ve kurtaracak Ferdiyetçi eğitimle biran önce donatılmaları gerekmektedir. Bu uygulamayı başlatma ve düzenleme konusunda göz önüne alınacak bazı önemli prensipler şunlardır; Science Sociale’in Ferdiyetçi eğitim hakkındaki araştırmalarından İngilizlerin ‘Public School’ ve yeni okullarının eğitimle ilgili kurumlarından esinlenerek ülkenin en uygun yerlerinde kız ve erkekler için ayrı ayrı kurulacak eğitim müesseselerine, o okullardan işinin eri mürebbi ve mürebbiye ailelerin getirilmesi gerekmektedir. Gençlerimizde Ferdiyetçi kişiliği oluşturmak için Anglo-Sakson tipi eğitim veren çevrelerden, ferdi hayatın aile ve çiftlik gibi müesseselerinden yararlanılmalıdır. Bu yollarla yetişecek gençlere, toprağa güçlüce yerleşecek ve bağımsızlıklarını kendi çalışmaları ile kazanmayı hazırlayacak gerekli kolaylıkların gösterilmesi gerekmektedir. Ferdi hayat sahasında keşfedilen bu pratiğe yüce amaca ulaşmak için atılacak adımların verimli olması, kuşkusuz dayanak noktasını yine o alanda bulmasına bağlıdır. Bu sebeple ülkemizin sosyal güçsüzlüğünün gittikçe korkunçlaşan yıkılma tehditi karşısında hızlandırılması daha da zorunlu görülen bu teşebbüsün faaliyet sahasına bir an önce geçmesine engel olması yüzünden normal şartlar altında yönetim gücünün ona destek olması gerekir. Fakat sadece maddi olacak bu yardım, hiçbir zaman atılacak adımların yönünü değiştirebilecek bir ’manevi müdahale’ ye imkan vermemelidir. Ülkemizde Ferdiyetçi çevrelerin yardımıyla kurulacak olan Ferdiyetçi eğitim, müesseseleri, anca bu şartlarla yani mütehassıslarının yönetimine bırakılması sonucunda amaçlarına doğru yürüyebileleri mümkün olmaktadır. Yeni kuşaklarımızın tarım merkezli patron aileleri kurmaya aday olan bölümü, geniş topraklara yerleşecek aile çevresi içinde birer küçük Ferdiyetçi çevre yetişecek olan bu 20 yeni müesseselerde Ferdiyetçi Yapı’ya doğru ilk sağlam adımı atabilirler. Bu başarıldığı taktirde yeni kuşaklarımızın kuracağı aileler, karşılarında pek geniş ve verimli bir faaliyet alanı bulacaklardır ki, o da ‘ülkemiz toprağının şahsi teşebbüs ve özel mülkiyetle bayındırlaşması’ dır. Ferdiyetçi eğitimle donatılmış olan aileler, evet yalnız onlar tarafından girişilebilecek olan bu bayındırlaşma ‘ki topraklarımızın yeni ve gerçek bir fethi olacak’ hem kentlileri sosyal çöküntüden, politikacılığın zararlı ve ahlak düşkünü çekişme ve çatışmaları içinde yok olmaktan kurtaracak verimli ve gelişmiş bir faaliyet ve çalışma alanına geçirip mutlu bir hayata ulaştıracak hem de köylülerle aralarında kurulması tabii ve zorunlu ilişki ve temaslarla bu yüzyılın güçlü sosyal ezilip dağılmaya mümkün olan Kamucu köylü ailelerimizin Ferdiyetçi örneklere doğru ilerlemesini sağlayıp toplumumuzun sosyal ve vicdani yükselişinin biricik yolu olacaktır. Yüzyıllardır askeri ve siyasi yollarla bir türlü çözümünü başaramayarak bugün kesin bir çöküşle sonuçlanacak bir facia olarak yaşadığımız ’varlığımızın devamı’ problemi bizim ve bütün insanlığın yararına olacak ancak bu şekilde çözümlenebilecektir (Sabahattin, ). Sosyal Yapımız İktisadi faaliyet insanın madde ile ilişki kurmasıyla başlar. Bu faaliyet bireyin çeşitli çevrelerle ilişki kurmasını sağlar. İktisadi faaliyet, sınırlı kaynakları şu anki ve gelecekteki ihtiyaçlara tahsis etmektir. İktisadi faaliyete ait bu çerçeve Batılı bir belirlemedir. Batı’da sosyal, ekonomik ve kültürel hayatın şekillenmesi maddeye bağımlıdır. Osmanlı’da ise tam tersi bir durum söz konusu olmuştur. Çünkü Osmanlı topraklarının verimli, yeraltı ve yerüstü kaynaklarının zengin olması Osmanlı- Türk insanının maddeye bağlanmasını engellemiştir. Batıdaki insan gibi maddeye karşı bir açlık duymamıştır. yüzyıllarda bolluk ve bereketin genel fiyat düzeyini düşürmesi, kişinin yeterli alım gücüne sahip olmasını sağlarken, aynı zamanda daha fazla çalışmasını da gerektirmiyordu (Nişancı, ). Düşünürlerimizin gözünde sosyal problemlerimizin sadece bir eğitim-öğretim problemi olmaktan öteye geçmediği söylenmiştir. Bütün sıkıntı ve sosyal acıların eğitim- 21 öğretimin gelişmesiyle çözülüp giderilebileceği sanılmıştır. Avrupa ile münasebetlerimizin artması, sosyal sarsıntılarımızın kökleşmesi oranında eğitim- öğretimin iyileştirici bir etki taşıdığı inancı da güç kazanmaktadır. Prens Sabahattin Batının üstünlüğü bir ‘fikir üstünlüğü’ sosyal durumumuz da ‘bilgisizliğin ürünü’ saymıştır. Ülkemizi ve hatta bütün Doğu’yu gerilikten kurtarmanın, okuyup yazmayı kolaylaştırmak ve hatta harflerin şeklini değiştirmekle bile mümkün olabileceğini düşünenlerin iddiaları, bu tarz düşünce anlayışının, iyi niyet sahiplerini ne derece gerçeklerden uzaklaştırmaya elverişli olduğunu göstermeye yeter. Sosyal olay ilmi bir metodla analiz edilerek aralarındaki ilişkiler anlaşılmadan, çeşitli toplumların sınıflandırılması sonucunda Batı Avrupa’dan diğer kıtalara yönelen sosyal bir akımın niteliği belirlenmeden, kısaca Scienece Sociale keşiflerinden yararlanılmadan, ‘ıslahat’ için bir ana yön bulmak ve toplumu o yola kanalize edebilecek sebepleri görmek mümkün değildir. Prens Sabahattin gerçekten de eğitim-öğretimin yaygınlaştırılmasına yardımcı olacak okulların, bir toplumu değiştirebileceği iddiasını doğrulamak için, söz konusu olaylara ilmi bir açıdan bakılmıştır ve görülüyor ki, bunlar analiz edilmemiş sosyal olaylardan başka bir şey değildir. .Bu sebeple, analiz ve sınıflandırmanın sunduğu gerçeklerle problemleri açıklamak gerektiğinin apaçık ortada olduğunu belirtir. Fikri Tarım ve Sosyal Durum ‘Dünyada tereddütsüz denilebilir ki, zengin ve eski bir ülkenin sermayelerini başarıyla işletebilecek en iyi teşebbüs ziraattır’. John Stuart Mill’e ait olan bu söz Edmond Demolins’ in ‘Anglo-Saksonların Sosyal Üstünlükleri’ adlı kitabında geçmektedir. Prens Sabahattin’in de Edmon Demolins’in görüşlerinden bir hayli etkilendiğini söylemekte fayda var. Şalvan şaltak Osmanlı Eğeri kaltak Osmanlı 22 Ekende yok, biçende yok Yemede ortak Osmanlı Halk deyişi Osmanlı toplumu yönetici sınıf ve reaya olmak üzere iki ayrı sınıftan oluşmaktadır. Göçebe topluluklarından, köylülerden, zanaatkarlardan ve tüccarlardan oluşan reaya üretim ve ticareti gerçekleştiriyor ve padişaha vergi ödüyordu. Üretimle uğraşmayan egemen sınıf üyeleri, padişahın temsilcileri sıfatıyla, kendileri ve padişah için vergi toplama yetkisini kullanarak devletin ve askeri örgütlenmenin sürekliliğini sağlıyorlardı (Pala, 21). Fikri yetenek ve gelişmeye belirli bir yön veren, sadece sosyal hayatın şartlarıdır. Sosyal örgütlenmeyi meydana getiren ise, toplumun takip ettiği yolda sürekli etkisi altında kaldığı çalışma şeklidir. Bunun için fikri gelişmelerde, maddi çalışmanın doğrudan doğruya ve dolaylı olarak etkileri görülür. Doğu’da, fikri gelişmelerin yöneldiği istikameti, ‘çobanlık sanatı’ ve ‘Kamucu Yapı’ açıklar. Step ve çöl gibi Eski Dünya’yı boydan boya kat eden iki geniş otlak alanı, eski çağlardan beri doğu toplumlarını etkisi altıda bulundurmuştur. Kolay bir çalışmadan sonra geriye kalan boş zamanlar insanı, hayal kurmaya, derin düşüncelere dalmaya ve mücerret kavramlar üzerinde düşünmeye sevk eder. Kamucu ailenin öğrettiği akıl yürütme biçimi ise, dedüksüyon (tümdengelim)dur. Bu tip akıl yürütme biçimi, fikrin deney ve gözlem alanında yürümesine engel olur. Bunun için de Doğu’da zaman zaman büyük ticaretin etkisi altında ortaya çıkan coğrafya, astronomi, ve tabii ilimler gibi gözleme dayanan bilgi dalları tümevarımcı düşünce yapısının olmayışından dolayı genişleyememiştir. Eskiçağların en yüksek ve en parlak fikri gelişimi Yunan’da görülür. Burada tabii çevre, çobanlığın meydana getirdiği hayal gücü ve derin düşünme yeteneğini, meyvecilik ve yemiş toplamanın verdiği anlatım kolaylığı ve fikir kıvraklığıyla birleştirmeye yardım ettiği gibi, sosyal çevrede uyanacak fikir hareketini koruyacak bir fikir sınıf da yetiştirmektedir. Bu faktörlerin sürekli etkileri altındaki Eski Yunan eşsiz ve benzersiz bir fikri gelişime ulaştı. Fakat eski milletlerin en aydın ve en düşünürü olan Yunanlılar alfabeyi bulan bir ırkı temsil eden Kartacalılar başta olduğu halde, Romalıların baskı ve 23 istilası altında kaldı. Oysa Romalılar, Yunanlılar yanında basit ve bilgisiz birer köylüydü. Roma’nın Yunan’a sağladığı bu üstünlük, bilgisizliğin ilmi yenmesi değil, güçlü ve etkili bir tarım üzerine kurulu sağlam bir yapının kolay ve basit bir tarım ile ticaret üzerine kurulu daha zayıf bir yapıyı alt etmesiydi. Çünkü etkili ve güçlü bir tarım hayatı, çobanlık ve meyvecilik gibi boş zamanlar bırakmaz. Faal tarım, sosyal üstünlükten ayrılıyor ve onun zorunlu bir görünüşü olmuyor. Roma’nın çöküşü de, Romalıların Yunan okulunda aydınlanmamasından ileri gelen bir durum değildi. Belki Kamuculuktan tamamen kurtulamamış olan Romalıların sonunda sosyal bozukluğu doğuran ‘devlet Kamucu Yapı’sına dönmelerinden ileri geliyordu. Roma dünyasını, düştüğü çözülme ve anarşiden kurtararak yeni Avrupa toplumlarını belli bir düzene koyan güç de kuşkusuz İstanbul’un fethi üzerine eski bilgi hazineleriyle birlikte İstanbul’dan İtalya’ya göç eden bilginler değildi. Batı’nın yükselişi, İskandinavya’nın bilinmeyen bölgelerinden gelen ferdiyetçi barbarlarla gerçekleşti. O barbarlar ki, bütün bilgisizlik ve kabalıklarına rağmen insanlığın o zamana kadar ulaşamadığı en sağlam bir tarım yapısını ellerinde bulunduruyordu. İnsanlığa gözlem ve deneyin sağladığı en verimli fikri gelişimini yaşatan ve yeni keşifleri ortaya çıkaran ‘ümmetler’ tarımda bayındırlaşma şekline yapılan bu Ferdiyetçi istila doğdu. Prens Sabahattin batıyı taklit etmenin ülkeye bir fayda sağlamayacağını, gerçek üstünlük noktaları olan sosyal düzeni ve onu sağlayan birey merkezli eğitim yapılarını kullanmanın bizi daha güzel yarınlara ulaştıracağını savunmuştur. Okullarımızın Sosyal Yapımızla İlişkisi Prens Sabahattin’e göre, Batının gerçek üstünlüğünü sağlayan, aslında onun bireyci yapısıdır. Oradaki fikrî, siyasî ve ekonomik üstünlüklerin temelinde bu vardır. Biz de sosyal yapımızı buna göre değiştirmek zorundayız (Ergün, 5). 24 Gerek köylü ve gerekse kentli ailelerimiz, çocuklarını bağımsız bir hayata hazırlamıyor, onlara özel çalışma ve teşebbüslerine dayanarak yaşamak ve yükselebilmek gücünü veremiyor, aksine onlarda hayat güçlüklerini çözmek için daima bir dayanak noktası aramak eğilimini meydana getiriyor. Tarım, sanayi ve ticaret iş sahibi olan aileler, uğraştıkları işe ortak ettikleri çocukları için birer dayanak noktası olabilirler. Fakat şahsi bağımsızlıktan mahrum olan fertlere- ailenin üstünde-geçim kaynağı olabilecek saygı kazanmış bir yapı daha vardır o da devlettir. Yönetim hayatının fert hayatına üstünlüğü üzerine kurulu olan bütün Kamucu toplumlarda olduğu gibi, bizde de resmi görevler eskiden beri bağımsız mevkilerden ve bunu sağlayan üretim çalışmalarından daha çok değer kazanmıştır. Üstelik toplumun genel menfaatlerinin idaresi, bunu elinde bulunduranlar için bir geçim yolu olmuştur. Ülkemiz, devletin kuruluşundan beri yönetim gücünü kontrolünde bulundurarak yaşayan ve birbirinden ancak görünüşleri itibariyle farklı ve çeşitli örnekler yetiştirmiştir ki, bunun en son şekli içinde bulunduğumuz Tanzimat döneminin ürünü olan memur modelidir. Tanzimat’ın özü ileride gösterileceği üzere, gelirleri biz merkeze toplayarak bütün bir yönetim bürokrasisi, yani merkezi yönetim örgütüyle çerçevelenecek bir memurlar topluluğu meydana getirmekten başka bir şey değildi. Üzerimize ağır bir baskı kurarak bu hareketi doğurmuş olan Avrupa’da örnek alınabilecek merkezi toplumlar vardı. Bunun en parlak örneği ise Kamuculuğun Ferdiyetçilik akımına karşı gösterdiği tepkinin etkisi altında kalmış olan Fransa’dır. Tanzimat’la teşebbüsüne kalkışılan iş, o zaman kadar süregelen bürokratik yapılanmayı ve geçerli usulleri kökünden değiştirmekti. Gülhane Hatt-ı Humayun’da eski metotların tümüyle değiştirilmesinden söz ediliyordu. Bunun için Fransa’da kanun koyucuların ve Eski Yunan sitelerinde filozofların siyasi ve idari müesseseleri meydana getirmede yüklendikleri görev bizde de kanun aktarıcıları ve koruyucularına düşmüştü. Prens Sabahattin: 25 “Tanzimat ile birlikte büyük okullarımızın kuruluşu da başlıyor. Bir yandan yeni kurulan makineyi işletecek, diğer yandan tamamlanmamış makineyi fikri güçleriyle kuracak ve onaracak kimselere ihtiyaç gözüküyordu. Bu şartlar altında ortaya çıkan müesseselerde ‘eğitim’ bir kışla hayatına, ‘öğretim’ de teoriler ve kitaplara dayanmak zorunda idi” demektedir (Sabahattin, 48). Beden eğitimi ise tümüyle bir yana atılmış bulunuyordu. Bu konu özellikle dikkate değerdi.’ Çünkü Prens Sabahattin: Tanzimat’ın nasıl yeni ve Ferdiyetçi bir toplum yaratamayacağından eminsek, açılan okullarımızın da sosyal yapımızı mutlu yarınlara ulaştıramayacağından emin olduğunu belirtmiştir. Prens Sabahattin’e göre, herhangi bir milleti taklide kalkışmakla o millet olamayacağımız ve esasen, olmamız da şayan-ı temenni olmadığı gibi, yalnız milletimize. sarılmakla da olduğumuzdan fazla bir varlık kazanamayız (İzgöer, ). Prens Sabahattin bu bağlamda Edmond Demolinsin kurduğu ‘Roches Okulu’nu örnek göstermiştir. Okul Paris’e trenle iki saatlik mesafede güzel bir köydedir. Okul ülkemizdeki klasikleşmiş liselerin aksine havadar, uzun ağaçlar arasında adet köşkten meydana gelmektedir. Her köşk ailesiyle birlikte orada ikamet eden bir öğretmen yönetiminde olup öğrencilerin hem aile hayatından mahrum kalması engellenmiş hem de okula olan bağlılığı arttırılmıştır. Derslerde öğrencilere ezbere eğitim yerine görerek yerinde eğitim veriliyor. Mesela ziraatla ilgili derslerini köşkün olduğu arazilerde işliyorlardı. Okul aynı zamanda yabancı dile de önem veriyor ve bu amaçla sürekli yurt dışına geziler düzenliyordu. Okulda her öğrencinin kapasitesi dahilinde bir sorumluluğu oluyor ve bu onlara sorumluluk sahibi ve ferdiyetçi beceri kazandırmaktadır. Prens Sabahattin okulun sahip olduğu özel teşebbüs ve adem-i merkeziyetçi yapı sayesinde öğrencilerin sorumluluk sahibi olmasının vermiş olduğu yetenekler doğrultusunda ahlak kapasitelerinin de geliştiğini ve hatta öğrencilerin hocalarıyla birlikte civar evlerdeki fakirleri ziyarete bile gittiklerinden bahsetmektedir. 26 Mülkiyet Biçimi Mevcut olan ‘Kulluk’ sistemi kişinin can ve mal bütünlüğüyle padişaha bağlı olması kişinin kendi başına karar alma eylemlerinden kopartmıştır .Bir toplumun sağlamlığını mülk edinmede güvenlik, ve çalışmadaki düzen gösterir bu ise ülkemizde mevcut değildir. Toplumumuzun büyük bir kesimini oluşturan çiftçiler köylerde toplu halde yaşarlar. Cemaatçi toplum yapısında ise halk bir yöneticiye ihtiyaç duyar. Esasen reayanın toprağa bağlanmasının ve askeri sınıfa karışmasının önlenmesinin temel nedeni, devletin vergi gelirlerinin sürekliliğini sağlama kaygısıdır. Nasıl ki sipahinin kanunnameler ve beratlarda belirlenen gelirini artırmasına göz yumulmuyorsa; sipahiye yazılı reayanın da kaçarak bu miktarı düşürmesine göz yumulmamaktadır. Aynı zamanda reaya, üretim yapıp üzerine düşen şer' i ve örf' i vergilerini ödemek zorundadır. Eğer kendisine düşen toprağı işlemez ve boş bırakırsa sipahinin geliri azalacağından, bu durumdaki reayanın toprağı elinden alınmaktadır (Barkan, ). Daha sonraları ise topraklarda geniş haklar elde etmeye başlayan mültezimler, beraberinde toprak kavgalarını getiriyordu. Prens Sabahattin ‘Asırlardır askeri güç ile korumayı başardığımız topraklarımızı eski yöntemlerle günümüz ekonomisine uygun olmayan bir biçimde işlememizin sonucu olarak dışarıdan gelen zengin şahsi teşebbüs sahibi insanlara vermek zorunda kalarak, askeri olarak koruduğumuz yerleri ekonomik olarak kaybedeceğiz’ demektedir (Sabahattin, 43). Asıl çözmemiz gereken ise bu sınıfın sosyal yönünü değiştirecek yeni bir anlayışa sahip olmamıza ve gelecek kuşakları ferdiyetçi bir eğitimle geleceğe hazırlamak olacaktır. Aktif bir şahsi çalışmayla ortak mülkiyetten özel mülkiyete geçmektir. Yönetim Teşkilatı Yönetim şekillerini sadece yönetim teşkilatı olarak ele almak sağlıklı bir bilgi ortaya koymamaktadır. Bu yüzden yöneten sınıf kadar yönetilen toplumu da incelemek gerekir. Bugün insanlığın refah düzeyi en fazla olan coğrafyalarında Parlamenterizm, Federalizm, Cumhuriyet gibi değişik yönetim biçimleri vardır, ancak hepsinde bu denli istikrar ve refah sağlayan tek bir ortak nokta vardır o da Ferdiyetçiliktir. Yönetimde söz sahibi halk merkeziyetçi devleti bir nevi sınırlandırıyor ve devlet payına düşenden fazlasını yapamıyordu. Bu ülkelerde görev ayrılığı olduğu için her kesimin görev ve 27 sorumluluk alanı farklı olmaktadır. Bu metotlarla sadece devletin yapabileceği adalet, güvenlik gibi işler dışında devletin faaliyet alanı kalmamış oluyor, bu sayede memur daha verimli çalışıyordu. Toplumun belirli işleri dağıtacak ferdiyetçi yapısı olmayan ülkelerde ise egemenlik tek bir elde merkezde toplanır (Sabahattin, 49). Böyle ülkelerde Se büyük bir güç kazanan memur hizmeti aksatır, yaptıklarının temeli hükümet politikası olmaktan çıkmakta ve kendi çıkarları doğrultusunda hareket eder. Bu bağlamda Prens Sabahattin fert hayatındaki düzensizlik ve güçsüz yapının merkeziyetçiliği pekiştirdiğini hiçbir yönetim şeklinin de bu yapıda başarılı olamayacağını söylemektedir (Sabahattin, 51). Bu doğrultuda ise Ferdiyetçi yapı Adem-i Merkeziyetçi yapıdayken Kamucu yapıda ise ulus devlet hakimdir, ulus devlette ise kişi kendi şahsiyetine yabancılaşmaktadır. Merkeziyetçi yapılarda memleket idaresi belirli kişi veya zümrelerin tekelinde olduğu için sonuç her zaman istibdat ve çöküş getirmektedir. Askeri Çevreler ve Siyaset 2. Mahmut döneminde Yeniçeri Ocağı lağvedilerek yerine kurulan yeni ve modern ordu tamamen merkeze bağlı bir hale getirilmiştir. Prens Sabahattin askeri bürokrasinin merkeziyetçi yapıda siyasetle uğraşması gereken memurlar konumunda olduğunu söylemektedir (İzgöer, ). Yönetimle muhalif kanat olan askerler arasındaki çatışmaların ise sosyal değişime mani olduğu ve ülkeyi bunalımdan sefil hale düşürdüğünü belirtmektedir. Memurun savaşla ilgili kanadı olan askerin ordunun iç siyasetini düzenleyen bir konumda olması, yani hükümetin orduya dayanması en büyük sorunlarımızdandır. Bu durum ise göstermektedir ki gerek iç gerekse dış siyaseti ordusuna bağlı bir devlet gelişen ve yayılmacı bir yapıdan uzak kalarak iç çalkantılarla boğuşur ve hızlı çöküşünün önüne geçememektedir. Makam ve mevkilerini askeri güçle koruyanlar belki bir müddet otoritesini sağlar ama asla tamamen güvende tutamamaktadır. Prens Sabahattin ordu gücüyle bir makamın başka bir ele geçmesinin ise aynı kaderi yaşamaya mahkum olduklarını söylemektedir (Sabahattin, 50). Burada İttihat ve Terakki Cemiyetine dolaylı yoldan yaptığı eleştiriyi anlamak mümkündür. Ordusunun sadece savunma amaçlı kullanılan bir ülke için ise sorunun en alttan yani sosyal yapımızdan çözülmesi gerekmektedir. Bu da Ferdiyetçi Yapı ile mümkün olmaktadır. 28 Prens Sabahattin’ in İdari ve Toplumsal Reform Düşünceleri Mahalli Hükümetler Merkeziyetçilikte görüldüğü üzere yetkileri olmayan bulundukları bölgenin sorumluluğunu kaldıracak bilgi ve beceri sahibi olamayan tembel ve hantal yönetim kadrolar yerine Adem-i Merkeziyetçi yapı ile ihtiyaçlarının farkında olan bir sosyal yapı üzerine inşa edilmiş Tevs-i Mezuniyet ve Tefrik-i Vezaif usullerine göre her konu üzerine ayrı görevleri olan memurlarla yönetilen bir yapı sosyal yaşamın vazgeçilmezi olan düzen, güvenlik ve adalet gibi unsurları sağlayacak yegane çözüm yoludur. Yönetim teşkilatında merkeze bağlı bir şekilde oranın ihtiyaçlarından bihaber bir yapı yerine orada yaşayan, oranın havasını soluyan ve oranın ihtiyaçlarına cevap verebilecek bir yapı getirilmelidir. Osmanlı Devleti şeriat hükümlerine göre yönetildiğinden dolayı merkez ile reaya arasındaki ilişki bir nevi baba oğul ilişkisine benziyor. Öyle ki padişah reayanın refahını sağlamak, reaya ise padişaha kulluk etmek durumundadır. Bu durum ise halkı tembelleştirmekten, sorgulamaktan alıkoymaktan başka bir şey değildir (İnalcık, 79) Bu durumun önüne geçmek için ise kurulacak olan mahalli hükümetler ise merkezin yetki genişliği ile donattığı ve bulundukları bölgelerde o yöreye en uygun ve yerinde, yani ihtiyaca uygun hizmeti verebilmek adına kurulmalıdır. Çünkü orada büyümemiş ve oranın ihtiyaçlarına cevap veremeyen ‘göçebe memur’ hizmet yerine kendi refahını düşünür, halka karşı bir sorumluluk duymaz ve hizmette yetersizliğe neden olmaktadır. Yönetime katılacak halk ise özellikle o yörede üretimde yükselmiş saygı duyulan bir kişi olmalıdır. Bu yönetim biçimi halkı üretime önem veren ferdiyerçi bir mekanizmanın güvenliği altına alır ve Ferdiyetçi Yapının temelleri yavaş yavaş atılmaya başlanır. Güvenlik Prens Sabahattin göre; bütüncül toplumlarda merkezi idarenin gereklerinin yerine getirilmesinde kilit bir öneme sahip olan kurumlar askeri kurumlardır. Dolayısıyla toplumlarda askerler yönetim kademelerine hızlı yükselmek, bazı siyasi boşlukları kullanarak kendi nüfuzlarını arttırmak, sürekli itibar kazandıracak işler peşinde koşarak toplum içindeki konumlarını yükseltmeye çalışmak gibi işlere yönelirler ve sürekli 29 olarak siyasete müdahale etmek ve alınan kararları yönlendirmek için türlü yollara başvururlar. Dolayısıyla ortaya çıkan zararlar da halkın sırtından ödenir. Bireyci toplumlarda ise, askeri sistem olumsuz işlere asla geçit vermez. Askerler kişisel hırslar peşinde koşmaz ,siyasete müdahale etmez, üstelik sayıları sınırlıdır ve uzmanlaşma, yeterlilik esasına göre sürekli azalır .Askeri sistem bireyci toplumlarda bireylerin savunma ve güvenlik ihtiyaçlarını mümkün olan en ideal yoldan karşılayacaktır. Sabahattin Bey'e göre Osmanlı Devleti'nin askeri sistemi bireyci bir toplumsal yapıya geçiş süreci içinde süratle değiştirilmeli ve değişim hızla uygulanmalıdır. Güvenlik kuvvetlerinin halkın hukukunu her türlü saldırıdan korumak için güvenlik işlerinin bütünüyle mahalli hükümetlerin görevleri arasına koymak gerekmektedir. Adliye Hakimlik, en yüksek sorumluluk duygusunu gerektiren bir mevkidir. Sorumluluk duygusu ise Prens Sabahattin’in öğretilerine göre en iyi bir şekilde ancak Ferdiyetçi Yapı ile mümkün olmaktadır (İzgöer, ). Önce ailede ortaya çıkan ve toplumun yapısı gereği kişinin sorumluluk duygusunu arttırmasından dolayı, Ferdiyetçi Yapı’da sosyal sorumluluk duygusu ahlak ile birleşerek memurun doğru olanı seçmesini sağlamaktadır. Böyle idarecilerden yoksunluk ise toplumu geri ve yozlaşmaya mahkum etmektedir (Sabahattin, 53). Hakimler de diğer memur sınıfı gibi geçimini merkeze sadakat ile yapmaktadır. Ancak geçim derdi vicdanının önüne geçen hakimler merkeziyetin bir güvence olarak verdiği görevden men edilememe kuralının arkasına sığınarak görevlerini kötüye kullanmaktadırlar. Prens Sabahattin’e göre ahlak yapısı bozuk bir sosyal yapıda hangi şart ve güvenceyi sağlarsanız dahi kişi görevini kötüye kullanır ve bu durum engellenemez. Günlük hayatta yaşanan anlaşmazlıkları çözmek için yaşadığı bölgede sevilen ve üretici gücü olan kişiler küçük davalarda söz sahibi olarak bölgede düzeni sağlayabilirler. Prens Sabahattin önerdiği her reform çalışmasında olduğu gibi adalette de kişinin ihtiyaçlarına cevap verebilecek, orada yaşayan, o havayı soluyan kişilerden oluşmalıdır. Ona göre ülkenin genelinde adaleti sağlamak için işinin eri ve tüm ülkede adaleti sağlayacak kişiler yetiştirilmelidir. Davalara bakılacak hakimlerin özel bütçesi olmalı ve çıkarılacak kanunlarla her davanın ayrı yargılama şekli ve mahkemesi olmalıdır. 30 Mülkiyet Asya tipi üretim tarzı, Toplumsal üretim ve bunun yeniden üretimi dünyadaki bütün topluluklar için farklı iki ana yoldan gelişmiştir. Bu yollardan bir tanesi klasik yoldur ve Avrupa’ya ve Japonya’ya özgü bir yapısı vardır; bu yapıya göre Avrupa’da toprak beyleri kendi denetimi altındaki bölgede toprağın sahibi olmaları nedeniyle bulundukları bölgede kralın yetkilerini paylaşır ve kendi kendilerini yönetirlerdi, Feodalizm olarak adlandırılan bu üretim yapısı kapitalizmin klasik gelişme yoludur ve kapitalist üretim süreci bu yapı içerisinde meydana gelmiştir. Ancak toplumsal gelişim aşaması özellikle Asya toplumlarında bu yoldan farlı bir seyir izlemiştir. Hindistan, Çin, Osmanlı gibi Asya toplumlarında Avrupa'dakinin aksine merkezi otorite, gücünü muhafaza etmek ve yetkilerini paylaşmamak için ülke topraklarını belirli bir bireye ya da aileye mülk olarak devretmez ancak onun belirli şartlar altında ve kendisine bağlı kalacağına inanması suretiyle kullanma hakkını devrederdi, kullanma hakkına sahip olan kişi bu hakkını miras yoluyla da çocuklarına devredemezdi. Böylece merkezi otorite, kullanma hakkını devreden anlaşmayı feshedip bu hakkı bir başka kişiye verebilirdi. Bu nedenle doğu toplumlarında toprak, bireyin değil, devletin mülkiyetindeydi. Bu durum devletin doğu toplumlarında Batı toplumlarına göre farklı algılanmasına neden olmuştur, Doğu toplumlarında Devlet ‘Tanrısal bir güce’ sahiptir, ve asla sarsılmaz bir yapısı vardır. Bu iki üretim yapısındaki mülkiyet farklılığı bu toplumların sosyal ve psikolojik yapılarını da farklılaştırmıştır. Bu üretim yapısının en belirgin özelliği toprağın mülkiyet yoluyla çocuklara devredilememesi nedeniyle bir sermaye birikimine müsaade etmemesidir, Avrupa kapitalizmin gelişim süreci içerisinde miras hakkına sahip olmasından ötürü sermaye birikimini daha hızlı bir biçimde sağlayabilmiştir (Belli, 86). Abdülhamid Devri diğer toplumcu Asya tipi devletlerde olduğu gibi hükümdar, bürokrasi ve militarizm üstün güçlerdir, sınıflar yoktur. Üstün güçler yarattıkları mekanizmalarla bireyin özgürlük ve girişim ruhunu köreltirler, özel mülkiyete koyulan sınırlamalarla ekonomik girişimlerle meydana gelebilecek sermaye birikimini olanaksızlaştırır. Eğitim sisteminden yönetim sitemine kadar bütün devlet kurumları ona göredir (Berkes, ). Osmanlı Devletinde mülkiyet kavramı cemaatçi bir 31 yapıdadır. Ülke genelinde topraklar kamuya aittir. Halk ise üretici konumundadır. Prens Sabahattin yaşanan mülkiyet probleminin çözümünü özel mülkiyete geçmekte bulmuştur. İdarenin ise problemi çözmede Tapu ve Kadastro hizmetlerinin ülkenin her yerinde hizmet göstermesi gerektiğini, vergi almada somut belgelerle sayım yapılmasını ve ona göre vergilendirme yapılmasını bu işlemleri yapacak düzenleme heyetlerinin ise hesap verebilirliği olmasından bahsetmektedir (Sabahattin, 56). Ülke Servetinin İşletilmesi ve Bayındırlık Yönetim gücünün, özel teşebbüsün gelişmesi yönünde uygun bir tavır alması icap eder. Bu sosyal prensip, bayındırlık işleri de dahil olmak üzere ülke servetinin işletilmesinde temeldir. Bu yüzden özel teşebbüsün hükümet tarafından kolaylaştırılması gerekmektedir. Özel Teşebbüs sahipleri kolaylığa ulaşmak yerine, karşılaştıkları engeller ve bazı işlemler ve çıkan problemlerin çözümü için merkezdeki dairelere başvurması merkeziyetçi yapımızın özel teşebbüsün önüne çıkardığı engellerdir. Ülke servetini işletmeye açacak çalışmalar ise özel teşebbüsü değil, merkezi hükümetin politikalarına özeldir. Bu sebeple orman, maden, nehir gibi üretime katkı sağlayacak kaynaklarla ilgili sorunlarda merkezi hükümet yerine mahalli hükümet yetki sahibi olmalıdır. Genellikle Osmanlı Müslüman halkları ve Türklere karşı yapılan istibdat gerçekte, bir ya da bir kaç kişi tarafından yapılıyor değildi. Baskı ve zulmün ana kaynağı ‘yaşam tarzı’ ve ‘toplumsal eksiklikler’ idi. O nedenle Türk kamuoyu ulusal eğitimin yeniden düzenlenmesi konusunda bilinçlendirilmeli ve buna olan istibdatı kaldırmak için, ülkenin çeşitli yerlerinde çalışma merkezleri, oluşturulmalıdır. Prens’in bu düşünceleri, Osmanlı toplumunda bulunan baskı olgusunun münferit bir nitelik taşımadığını, aksine, sistematik bir durum içerdiğini yansıtmaktadır. Bu sistematikliğin altında yatan en temel neden ise, bireyselliğe yeteri derecede önem vermeyen, gelenek ve göreneklere dayanan eğitim sistemidir. Onun düşüncesinde Eğitim sisteminde bireyselliğe önem verilmesi, önce bireyleri ve nihayetinde de toplum ve devleti rahatlatacaktır 32 Öğretim ve Okullar Prens Sabahattin, Abdülmecit'in kurduğu eğitim sisteminin yeni zamanın ihtiyaçlarını anlayacak bir nesil yetiştirdiğini, ancak 2. Abdülhamit'in, okul programlarında şahsiyeti kuvvetlendirecek her türlü fikrî unsurları çıkarttığını, okulları her millete mensup hafiyelerle doldurduğunu belirterek ‘Sultan, istikbal ile harbe girişti’, demektedir. (Bayur, , 28; Sabahattin, İkdam 18 Ekim ). Prens Sabahattin Osmanlı toplumunu bir ‘memur devleti’ olarak görür. Bu yapı genel olarak her şeyin devletten beklenildiği ve kişisel girişkenliğin önemsenmediği otoritenin tek merkezde toplanıldığı herkesin devlete kapılarak rahat etmeyi düşündüğü toplum yapısıdır. Prens Sabahattin’e göre bu yapıdan kurtulmak memur zihniyeti ve memur toplumundan uzaklaşmakla gerçekleşir (Aytaç, ). Eğitim sisteminde değişikliğe gidilerek bireyci eğilimlerin ağır bastığı bir eğitim anlayışına gidişi savunmasında da, söz konusu değişikliğin, beraberinde zihniyet değişikliğini de getireceği düşüncesinin yattığı söylenebilmektedir (Bayraktar, 54). Yine okullar mahalli hükümetlerin yönetimine bırakılarak bir devlet kurumu olmaktan ziyade fert ve ailenin çalışma hayatına yardım sağlayacak başlıca kurumlar olmalıdır. Maliye Prens Sabahattin illere verilen yetki genişliği karşılığında her ilin kendine ait bir bütçesi olması gerektiğini savunur. Bu sonuca göre halkın mahalli ihtiyaçlarını kendi kendiliğine karşılaması ekonomik ve sosyal olarak fert hayatını ve o bölgeyi canlandırmaktadır (İzgöer, ). Ülke çapında sayıları artırılacak nakliye ve üretim araçlarıyla ve bunların sağlanması için merkezi hükümetin, yerel hükümetlere vereceği borçlarla ekonomik gelişmişlik sağlanacaktır. Merkezi ve mahalli hükümetlerin bu şekilde görev bölümü yapmasıyla canlanan ekonomik hayat ise merkezi hükümete düzenli vergi, düzenli vergi ise halka düzenli hizmet getirecektir. 33 SOSYAL HAYATTA ISLAHAT Fert Hayatında Islahat-Temel Prensipler Bütün sosyal problemlerin ,ana problem olan ’yapı problemi’ çerçevesinde toplandığına ve onun etkisi altında toplumlar için uygun ya da uygun olmayan şekiller aldığına bakılırsa, ıslahat teşebbüslerimizin bütününe damgasını vuran bir temel yön veriliyor. Kamucu yapıdan, Ferdiyetçi Yapıya geçmek! Ferdiyetçi, Yapı’ya geçmek aslında bir eğitim problemidir. Herhangi bir toplumda eğitimi yerine getiren ve onu düzenleyen kurum ailedir. Bu bakımdan milli eğitimi tüketim, tembellik ve tutsaklıktan üretim, teşebbüs ve bağımsızlığa yöneltmek için biricik yol, Ferdiyetçi aileler kurulmasına kabiliyetli kız ve erkek çocukları yetiştirmektir. Öyleyse bugün aldıkları aile eğitimi gereğince üretim alanında yararlı ve ileri bir görevde bulunamayan resmi eğitimin, yani devlet eğitiminin akışına bütünüyle kapılmalarına rağmen içinden çıkılamayacak bir duruma düşen kentli gençlerin ve onlarla hayatlarını birleştirecek kızlarımızın, geleceği hazırlayacak ve kurtaracak Ferdiyetçi eğitimle biran önce donatılmaları gerekmektedir. Bu uygulamayı başlatma ve düzenleme konusunda göz önüne alınacak bazı önemli prensipler şunlardır; Science Sociale’in Ferdiyetçi eğitim hakkındaki araştırmalarından İngilizlerin ‘Public School’ ve yeni okullarının eğitimle ilgili kurumlarından esinlenerek ülkenin en uygun yerlerinde kız ve erkekler için ayrı ayrı kurulacak eğitim müesseselerine, o okullardan işinin eri mürebbi ve mürebbiye ailelerin getirilmesi gerekmektedir. Gençlerimizde Ferdiyetçi kişiliği oluşturmak için Anglo-Sakson tipi eğitim veren çevrelerden, ferdi hayatın aile ve çiftlik gibi müesseselerden yararlanılması gerekmektedir. Bu yollarla yetişecek gençlere, toprağa güçlüce yerleşecek ve bağımsızlıklarını kendi çalışmaları ile kazanmayı hazırlayacak gerekli kolaylıkların gösterilmesi gerekmektedir. Ferdi hayat sahasında keşfedilen bu pratiğe yüce amaca ulaşmak için atılacak adımların verimli olması, kuşkusuz dayanak noktasını yine o alanda bulması gerekmektedir. Bu sebeple ülkemizin sosyal güçsüzlüğünün gittikçe korkunçlaşan yıkılma tehdidi 34 karşısında hızlandırılması daha da zorunlu görülen bu teşebbüsün faaliyet sahasına bir an önce geçmesine engel olması yüzünden normal şartlar altında yönetim gücünün ona destek olması gerekir. Fakat sadece maddi olacak bu yardım, hiçbir zaman atılacak adımların yönünü değiştirebilecek bir ’manevi müdahale’ ye imkan vermemelidir. Ülkemizde Ferdiyetçi çevrelerin yardımıyla kurulacak olan Ferdiyetçi eğitim, müesseseleri, anca bu şartlarla yani mütehassıslarının 13 yönetimine bırakılması sonucunda amaçlarını gerçekleştirebilirler. Yeni kuşaklarımızın tarım merkezli patron aileleri kurmaya aday olan bölümü, geniş topraklara yerleşecek aile çevresi içinde birer küçük Ferdiyetçi çevre yetişecek olan bu yeni müesseselerde Ferdiyetçi Yapı’ya doğru ilk sağlam adımı atabilirler. Bu başarıldığı taktirde yeni kuşaklarımızın kuracağı aileler, karşılarında pek geniş ve verimli bir faaliyet alanı bulacaklardır ki, o da ‘ülkemiz toprağının şahsi teşebbüs ve özel mülkiyetle bayındırlaşması’ dır. Ferdiyetçi eğitimle donatılmış olan aileler, evet yalnız onlar tarafından girişilebilecek olan bu bayındırlaşma-ki topraklarımızın yeni ve gerçek bir fethi olacak hem kentlileri sosyal çöküntüden, politikacılığın zararlı ve ahlak düşkünü çekişme ve çatışmaları içinde yok olmaktan kurtaracak verimli ve gelişmiş bir faaliyet ve çalışma alanına geçirip mutlu bir hayata ulaştıracak hem de köylülerle aralarında kurulması tabii ve zorunlu ilişki ve temaslarla bu yüzyılın güçlü sosyal ezilip dağılmaya mümkün olan Kamucu köylü ailelerimizin Ferdiyetçi örneklere doğru ilerlemesini sağlayıp toplumumuzun sosyal ve vicdani yükselişinin biricik yolu olacaktır. Yüzyıllardır askeri ve siyasi yollarla bir türlü çözümünü başaramayarak bugün kesin bir çöküşle sonuçlanacak bir facia olarak yaşadığımız ’varlığımızın devamı’ problemi bizim ve bütün insanlığın yararına olacak ancak bu şekilde çözümlenebilecektir. Memurun Osmanlı Toplumundaki Rolü Prens Sabahattin’in bir başka hareket noktası, Osmanlı Devleti’nin bir ’memurlar devleti’ olmasına ve iktisadi gücün devlet tarafından kontrol edilmesine karşı duyduğu tepkidir. Bu şartlar içinde seçkin tabaka tabii olarak sadakat bağlarıyla merkeze bağlı bulunuyordu. Daha da önemlisi Osmanlı toplumunda en geçerli değer kollektiflik idi. Prens Sabahattin çağdaş medeniyetin kolektivizme değil, ferdiyetçiliğin (endividüalizm) geliştirilmesiyle mümkün olacağını belirtmiştir. Bu yeni sosyal değeri egemen kılmak 13 uzman 35 için Osmanlı devlet ve toplumunun şeklini değiştirmek, merkezin gücünü zayıflatmak geniş uygulamalarla birlikte bölgelere dar açıdan bakıldığında da kişilere gelişme imkanı tanımak gerekiyordu (Mardin, ). Bu sebeple Osmanlı ülkesi siyasi reformlardan önce sosyal reformlara muhtaçtı (Tütengil, ). Prens Sabahattin’in bizzat ‘memur’ luğa karşı cephe almasıyla o zamana kadar hiçbir Jön Türkün yapamadığı derinlikte bir eleştiriye kalkışmasıydı. Murat Bey asalak Yıldız bürokrasisinden söz etmişti, Ahmet Rıza Bey devlet işlerinin tembel Osmanlı mekanizmasından alınarak uzmanlara verilmesini istemişti, fakat bizzat ‘memur’ a karşı yönelmek ve memuriyeti zararlı bir uğraş saymak, her türlü ‘elit’ in memur olduğu bir ülkede çok derin bir sosyal eleştiriydi. Prens Sabahattin’e karşı yönelen en acı hücumlar kuşkusuz, kolayca elde edilmiş mevkilerini kendilerine sağlayan toplum düzeninin, halkı kesin olarak bir “yönetenler” ve “yönetilenler” zümresine ayıran sistemin yerine Anglosakson memleketle rinde egemen olan hayat mücadelesiyle rahatlarını kaybedeceklerini sezen kimselerden gelmişti. Radikal bir toplum değişmesi düşünmeyen, yalnız kendi konumlarını garanti altına almak isteyen bir memur (Mülkiyeli ve Askerî Tıbbiyeli) grubunun çoğunluğunu oluşturduğu İttihat ve Terakki Cemiyeti doğal olarak memurluğa hücum eden bir öğretiyi en sert bir şekilde reddetmiştir (Mardin, ). 36 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM PRENS SABAHATTİN VE LİBERALİZM İlm-i İctima Prens Sabahattin fizik, kimya gibi görsel sonuçlara ve deneye bağlı düşünce biçimleriyle sosyolojinin birleştirildiği Science Social topluluğunda gözlemledikleri ile Türk Toplumunun yaşadığı gerileme dönemine ve yapılacak ıslahatların hangi alanlarda olacağına karar verdiği düşünce sistemini İlm-i İctima adı altında toplamıştır. Sabahattin'in düşünce sisteminin temeli Le Play tarafından kurulmuş olan Science Socialdır. Le Play'den etkilenerek oluşturduğu fikri yapıya İlmi İçtima adını vermiş ve bu onun fikirlerinin alt yapısını oluşturmuştur (Kılıç, 2). Prens Sabahattin, İlmi İçtima' ya şöyle bir açıklama getirmiştir: ‘Bir cemiyeti ıslah edebilmek için önce o cemiyetin sosyal bünyesini tanımalı ve bu bünye içerisindeki farkları belirlenmelidir.. Bunu yapmadan ıslahat programlan çizmeye kalkmak dümensiz bir gemiyle seyahate çıkmaya benzer. Bunu başarmanın içtimai bünyenin tanımlanması ve farklarının belirlenmesinin tek yolu İlm-i İctimadır (Ülken, ). Sabahattin'in Le Play Sosyolojisine ilgi duymaya başlaması ve İlmi İçtima fikrinin kendisinde gelişmesi Le Play’ ci düşünürlerden ve aynı zamanda Prens Sabahattin'in yakın dostu olan Edmond Demolins'in en önemli kitabı olarak kabul edilen ve daha sonra Anglo-Saksonların Sosyal Üstünlükleri Nedir? adıyla Türkçe' ye de tercüme edilen eseri ile gerçekleşmiştir (Hanioğlu, ). Prens Sabahattin’ in İlm-i İctima görüşleri sosyoloji biliminden farklı olarak gözlem sonucu yapılan tespitlerin çözümü için yapıcı çözümler üretmesidir. Demolins, bu kitapta Prens Sabahattin'in genel olarak benimsediği bir görüşü ortaya koyuyordu. Bu görüşteki ana nokta iki toplum tipinin belirlenmesidir. Bunlar kamucu, ve bireyci toplum tipleridir. Birinci tip toplumda kişi değil aile, kabile klan ya da devlet gibi zümreler üstünlüktedir (Berkes, ). Bu tür topluluklar her şeyi devlet kapısından bekleyen, müstehlik ve sorumsuz, kendi kendini idare edemeyen fertlerden oluşmaktadır. Böyle bir topluluğun insanlarının hürriyetleri kendilerine gayet dar bir hareket alanı bırakıldığı için çok azdır. Merkezi iktidar, ferdi hürriyet alanını dilediği şekilde kısıtlayıp fertleri baskı altında tutmaktadır. Bu tür topluluklar Batı 37 karşısında yavaş yavaş hayat sahnesinden silinmeye, Batı tarafından sömürülmeye, bir çeşit Batılılaşmaya mahkumdurlar. Bu tip toplum tek kelime ile Doğu'dur. İkinci tip toplumda ise sosyal yapının temeli ferttir ve ferdi gayretlerdir. Hususi hayatın temeli şahsi teşebbüstür. Ferdi hayat kamucu hayata üstündür. Merkezi otorite sınırlanmış veya parçalanmıştır. Kuvvetler ayrılığı, mahalli idare veya adem- i merkeziyet gibi siyaset prensipleri, toplum hayatının dayandığı temeller haline gelmiştir. Fert geniş bir hürriyet alanına sahiptir. Kısaca aktif bir vatandaş olan fert, sosyal yapının mimarıdır. Bu tür toplum Batı'dır (Tunaya, 80). Bu görüşler ışığında Prens Sabahattin az gelişmişliğin coğrafyasını Asya, Doğu ve Güney Avrupa, Afrika ve Güney Amerika olarak çizer. Prens Sabahattin, bu görüşü benimseyerek, Osmanlı toplumunun çağdaşlaşmasına uyarlamaya çalışmış ve ayrımı yapılan iki tipin adı olarak da Ferdiyetçi ve Kamucu terimlerini kullanmıştır. Meslek-i İctima Prens Sabahattin önderliğini yaptığı Meslek-i İçtima akımı 2. Meşrutiyet döneminin diğer aydınları ve fikir akımları gibi ‘bu ülke nasıl kurtulur?’ sorusuna cevap aramıştır. Ortaya koyduğu belli prensipler çerçevesinde bunun cevabını vermeye çalışmıştır. Bu prensipler o güne kadar görülen ve o dönemde ortaya çıkmış görüşlere nispeten daha radikal ve orijinal fikirler olarak dikkat çekmiştir (Kılıç, ). O güne kadar söylenmemişi söyleyen Prens Sabahattin ve arkadaşları tepki toplamıştır. Fikirlerinin orijinal kısımları aynı zamanda akımın zaaflarını da meydana getirmiştir. İmparatorluğun yüzyıllardır süren merkezi yapısının gözden geçirilmesi ve bunun yerine yerel yönetime dayalı federal bir yapı öngörmesi bu akımın daima bölücülükle suçlanmasına yol açmıştır. Akımın adem-i merkeziyet anlayışı iyi anlaşılmadığı takdirde dönemin şartları ve İmparatorluğun çok unsurlu yapısı düşünüldüğünde bu gerçekten tehlikeli bir fikir gibi görmek mümkündür (Kılıç, 5). Meşrutiyet dönemine kadar reformcular ve reform programları hakkında herhangi bir tanıma ihtiyaç duyulmamış, ancak bu dönemde bu akımlar siyasi bir özellik kazanmış ve belli isimlerle anılır olmuşlardır. Bunlardan Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük gibi akımlar en popülerleri ve bilinenleri olmuşlardır. Oysa bunların dışında bazı akımlar da ortaya koydukları görüşlerle ilgi görmeye layıktırlar. Bu akımlardan biri de 38 önderliğini Prens Sabahattin’in yapmış olduğu Meslek-i İçtima akımıdır. Bir reform ve çağdaşlaşma programı olan Meslek-i İçtima akımı 'lerin hemen başından Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar dönem dönem etkili olmuş bir fikir akımıdır. Akımın fikir temelleri Prens Sabahattin tarafından atılmış ve Meslek-i İçtima onun fikirleri etrafında gelişmiştir. Sabahattin ilm-i içtima, Adem-i merkeziyet ve Teşebbüs-i şahsi gibi kavramları Osmanlı toplumuna uyarlayarak bir reform programı oluşturmaya çalışmıştır (Kılıç, 2). Meşrutiyetin ikinci kez ilanından sonra İttihat ve Terakki’ye karşı ortaya çıkan muhalefetin fikri önderliğini yapmıştır. Prens Sabahattin’e göre ülkemizin ihtiyacı olduğu ıslahat hareketlerinin ilm-i analiz ışığında yapılmayıp toplumun ihtiyaçlarına cevap vermeyen, tek taraflı ve merkeziyetçi yapının politikaları doğrultusunda yapılması ıslahat hareketlerinin yüzeysel ve başarısız olmasıyla sonuçlanmaktadır. Sosyal problemlerimizi Sciense Sociale’nin meydana getirdiği sosyal analizlerle yaparak ve o analizlere uygun ıslahatlar gerçekleştirmek toplumumuzun arzuladığı günleri getirecektir. Islahat hareketlerimiz ile ilerlemenin tek şartını hürriyet, meşrutiyet ve batılılaşmada arayan yöneticiler sosyal sorunlarımızı görmedikleri için başarısız sonuçlar almaktadırlar (Sabahattin, 15). Ahmet İzgöer’ e göre ise İttihat ve Terakki Cemiyetinin ısrarla üstelediği meşrutiyet yönetimi İspanyada da var İngiltere’de de, Amerika’nın kuzeyi de cumhuriyetle yönetiliyor orta ve güneyi de, tüm bu ülkeler arasında ki farklar ise yönetimsel değil toplumsal sonuçlardan kaynaklanmaktadır. Ona göre Meşrutiyet ile amaçlanan halkın hükümeti denetleyebilmesidir, ancak daha kendi ferdi gelişimini sağlayamamış, üretime katılamayan ve kendini yönetecek kişileri arasından seçemeyen bir toplumun devlet yönetimini denetleyebilmesinin mümkün olmayacağından bahsetmektedir. Prens Sabahattin sosyal problemlerimize Science Sociale yaklaşımıyla bakıldığında Ferdiyetçi Yapı’nın ferdin yükselme ve bağımsızlığına imkan veren bir yapı olduğunun görüldüğüne işaret etmektedir. Özel hayatı, devlet yönetimi hayatına üstün kılan, ve bu yolla ortaya sosyal bir üstünlük çıkartan Meslek-i İçtima olmaktadır. Bu düşünce sayesinde sadece manevi değil, maddi açıdan da hayatın her alanında üreten ve dünyanın değişen şartlarına yabancılık çekmeyen ferdi yapı meydana gelmektedir. Kamucu yapıda ferdi tembelleştiren ve tamamen tüketmeye iten yapı sosyal gelişime engel olmaktadır. Ferdiyetçi yapı ise özel teşebbüs ile aktif bir üretim meydana getirerek sosyal yeteneğin gelişmesini sağlamaktadır. Ferdiyetçi yapı şahsi çıkarlarını özel 39 teşebbüste aradığı için yaşadığı zorluklarda çıkma yollarını bulabiliyor ve sosyal refah, bağımsızlık gibi ihtiyaç unsurlarını devletten beklemekten vazgeçmektedir. Prens Sabahattin ferdiyerçi yapının oluşması için Protestan ahlakını savunmaktadır. Ortaçağ Avrupa’sında Katolik inancın egemenliği nedeniyle zenginlik kötülenmiş, faiz yasaklanmış ve endüljans sistemi ile servet birikiminin oluşması büyük ölçüde engellenmiştir. Bu anlayışın değişmesini sağlayan Rönesans-Reform hareketleri ve Protestan kilisesinin getirdiği ahlak anlayışıdır. Protestanlık her ne kadar mezheplere ayrılmış olsa da kar elde etme hırsı ve çalışma her mezhepte ana fikir olarak yer almıştır. Katolik inancına göre bir zenginin cennete girmesi mümkün değildi ancak Kalvinist papazlar bunun tam aksini savunmaya başlamışlar ve Katolik iktisat ahlakına başkaldırmışlardır. Onlara göre çalışıp kazanan ve biriktiren Tanrı’nın sevgilisidir. Bu görüş ile Protestan tarikatları dinlerine gösterdikleri dikkat ve itinayı dükkanlarına taşımaya başlamışlardır. Böylece Calvin’in öğretileri kapitalist girişim ruhu ile örtüşmüştür. Katolik kilisesi tüccara kazanç hırsını sahip, günahkar bir kişi olarak nitelendirirken Calvin şöyle demiştir: “İş gelirinin toprak gelirinden büyük olmaması için ne sebep var? Tüccarın karı çalışkanlığı ve gayretinden gelmiyorsa nereden geliyor?” Calvin’in bu öğretisi ile burjuvazi dini inanç olarak Kalvenizmi 14 benimsemiştir (Huberman, ). Bu görüş doğal olarak hem servet birikimine hem de kapitalizmin ruhuna uygundu. Tasarruf etmek ve yatırım yapmak tanrı uğruna yapılması gereken bir olgu haline dönüşmüştür. Kar elde etmek ve para kazanmak Protestan ahlakına göre Tanrı’nın gözünde çok sevaptı. Kişinin çok serveti varsa Tanrı’nın gözünde çok makbul bir kuldu. Para kazanmak ve sermaye birikimi kötü bir şey değildi. Din gayretiyle para biriktirip yatırım yapan girişimci bir Protestan burjuvazisi oluşmuştur. 14 Kalvincilik, toplumsal kurumları; gelenekçi din anlayışına göre değil de, Hristiyanlığın başlangıcındaki özüne göre düzenlemeyi savundu. Bu amaçla bilimsel gelişmelere koşut bir eğitim-öğretim uygulamaya çalışarak yeni bir teknoloji oluşturmuştur. 40 Meslik-i İctima’ nın Siyasallaşması Meslek-i içtima akımının teşkilatlanması ve siyasallaşması aslında Prens Sabahattin'in fikirlerinin kendisine taraftar bularak siyasi bir platformda dile getirilmesi sürecidinden meydana gelmektedir. Meslek-i İçtima Akımı’nın bu adı alması yani bir akım haline gelmesi Prens Sabahattin'in kişisel fikirleri etrafında gerçekleşmiştir. Bu süreç 2. Meşrutiyet öncesi ve sonrası şeklinde iki bölüme ayırmaktadır. İkinci Meşrutiyet Öncesi İkinci Meşrutiyet öncesi dönemde Prens Sabahattin’in fikirlerini İkinci Abdülhamid'e karşı olan, muhalefet içinde dile getirme fırsatı bulmuştur. Bu rejime karşı siyasal planda ilk başkaldırı olan Jön Türk hareket içerisinde yer almıştır. Abdülhamid, yönetimine karşı o dönemde başlıca üç kaynaktan gelen siyasal gruplaşma doğmuştur. Birincisi yüksekokullardaki gençler arasında başlayan gizli cemiyet kurma akımı; İkincisi, üyelerinin çoğu ordu subaylarından gelmekle birlikte ordu dışındakileri de içine alan gizli komiteler, cuntalar; üçüncüsü Paris, Cenevre, Kahire gibi merkezlerde bir araya gelen aydın gruplaşmalarıdır (Berkes, ). İşte Prens Sabahattin'in ilk kez bir ‘muhalif’ olarak ortaya çıkışı bu üçüncü grup muhalefeti içinde gerçekleşmiştir. 'de kardeşi ile birlikte Kahire'de bir beyanname yayınlamış ve Abdülhamid yönetimine karşı ilk faaliyetim gerçekleştirmiştir. Bu beyannamede kendi kavimleri adına hürriyet isteyen temsilcileri Yıldız Sarayı’na karşı birlik olmaya çağırırken esas maksadının amaçlan ve çıkarları bir olan ancak Abdülhamid rejimi sebebiyle bunları dile getiremeyen Türk, Arap, Arnavut, Ermeni, Makedonyalı, Rum, Kürt ve Musevi Osmanlı vatandaşlarının bir araya gelerek yeni kurulacak hükümeti birlikte tesis etmelerini sağlamak olarak belirtiyordu (Tütengil, 24). Bu beyanname I. Jön Türk Kongresinde Prens Sabahattin'in azınlıkların desteğini almasında etkili olduğu söylenebilir. Kahire'deki bu faaliyetinden sonra Prens Sabahattin'i İkinci ve daha etkin olarak I. Jön Türk Kongresinde görülmektedir. Jön Türk Kongresi Bu kongre imparatorluğun bütün milletlerinin ve muhaliflerinin katılımıyla, Jön Türkler arasındaki hizipleşmeler ve azınlıkların değişik istek ve faaliyetleri doğrultusunda, 41 yapılacak ıslahat konusunda bir orta yol bulma düşüncesiyle 'de Paris'te toplanmıştır (Zürcher, ). Kongrede halledilmeye çalışılan ana problem ‘bir ihtilal sonunda yıkılması istenen Abdülhamit rejiminin yerine ne gibi fikirler ve müesseseler konacaktır?’ sorusuna cevap bulmaktır. Bu soruya iki gruptan cevap gelmişti. Ahmet Rıza Beyin lideri olduğu İttihat ve Terakkiciler merkeziyetçi bir Meşrutiyeti savunurken, Prens Sabahattin ve taraftarları federatif bünyeli bir devletin kurulmasını istiyorlardı (Tunaya, 61) . Kongredeki ayrılık sadece amaçlar konusunda değil metodlar konusunda da yaşanmıştır. Ahmet Rıza ve İttihatçılar sadece propaganda ile devrim yapılamayacağını, bunun için askeri kuvvetlerinde devrime katılması gerekliliğini vurguluyorlardı. Prens Sabahattin ve onu destekleyen azınlıklar, devrimin başarıya ulaşabilmesi için kısmi bir yabancı (İngiliz) desteğinden söz etmekteydiler. Özellikle Ermenilerin ortaya attığı bu görüşe İttihatçılar kesin olarak karşı çıktmıştır (Aksin, ). Jön Türklerin II. Abdülhamid’e karşı giriştikleri mücadelenin amacı ve izlenecek yöntem konusunda anlaşamamaları, bu birleşik cephe muhalefetini bölmüştü. Prens Sabahattin'in kongreden sonra 'da kurduğu Teşebbüs- i Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti ile bölünme resmiyet kazanmış olmuştur (Zürcher, ). Bu noktadan sonra Prens Sabahattin fikirlerini bu cemiyet bünyesinde dile getirerek ve Meslek-i İçtima akımının temsilcisi haline gelmiştir. Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti 1. Jön Türk Kongresi’ nin en önemli neticesi olarak Abdülhamid’e karşı olan muhalefetin kesin olarak ikiye ayrılmasıdır. Kongreden hemen sonra Prens Sabahattin ve taraftarları, Teşebbüs-ü Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyetini (TŞAMC) kurmuşlardır (Tütengil, 26). Cemiyetin programına bakıldığında Prens Sabahattin'in fikirlerinin yoğun etkisini görmek mümkündür. Devlet yönetiminde ‘Adem-i merkeziyet ve tevsi-i mezuniyet idaresini öngören cemiyet programı buna dayanak olarak Kanun-i Esasi'nin Maddesini15 göstermiş ve bunu uygulamayı amaçlamıştır. Bunun dışında yerel yönetimlerin şekli, güvenliği gibi konulara değinilirken, 5. Maddede hangi kavme mensup olursa olsun kişilerin aynı hukuka tabi olması gerekliliği vurgulanmıştır. İktisat alanında ise vergilerin toplanılmasında eşitlik ilkesi esas alınmış, özel mülkiyetin korunması da programda yer almıştır (Kuran, 15 MADDE illerin idaresi yetki genişliği ve görevler ayrılığı ile yönetilecektir. 42 ). Prens Sabahattin'in fikirleri ve cemiyet programı bir arada düşünüldüğünde cemiyetin siyasi iktidarın toplum üzerindeki baskısını, belli hukuk kuralları dahilinde kısıtlamak yönündeki adem-i merkeziyet prensibine dayalı idari anlayış ile memurların ön planda olduğu hantal bürokratik yapının yerine girişimci karakterde bir burjuva sınıfının oluşturduğu aktif bir iktisadi yapının oluşturulmasını öngören, şahsi teşebbüse dayalı ekonomi prensibini benimsediği söylenmektedir. Cemiyetle ilgili bir başka husus ise cemiyetin görüşlerini dile getiren ve aynı zamanda cemiyetin resmi yayın organı gibi çalışan ‘Terakki Dergisi’dir. 'da kurulduğu Paris’te yayınlanan bu aylık dergi iki yıl kadar yayınlanmıştır. Terakki sadece haber vermekle kalmamış, Edmond Demolins'den tercümeler, çeşitli imzalar tarafından yazılan muhalif makaleler yayınlamıştır. Prens Sabahattin'in daha sonra yazdığı eserlerinin temelinde de burada yayınlanan makaleleri bulunmaktadır (Tütengil, 27). ‘Adem-i merkeziyet ve teşebbüs-i şahsi taraftarlarının görüşlerinin yayıcısı’ şeklinde bir başlıkla çıkan dergi muhalifler tarafından tamamen sosyolojik konularla uğraşarak memleket meselelerinden uzak kalmak ve hatta meşrutiyet taraftarı olduğunu bildirmemekle itham edilmiş ve bu alt başlığı ‘Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i Merkeziyet ve meşrutiyet taraftarlarının görüşlerinin yayıcısı’ şeklinde değiştirmiştir (Hanioğlu, ). TŞAMC' nin Terakki aracılığı ile ortaya koyduğu fikirler, gençler, azınlıklar ve tüccarlar arasında taraftar bulmuştur. Ayrıca rakibi olan İTC gibi bu cemiyet de imparatorluğun çeşitli bölümlerindeki ve sürgünde dağılmış Türkler arasında sempatizanlar buldu. Özellikle Asya Türkiye’sinde Erzurum, İzmir, Alanya ve Şam'da şubeleri açıldı. İstanbul'da Cemiyet-i İnkılabiye,16 TŞAMC’ nin fikirlerine benimsedi (Kıratlı, ). 'e kadar yurtdışında Meslek-i İçtima’ nın savunuculuğunu yapan TŞAMC, bu tarihten sonra Meşrutiyetin sağladığı ortamda değişik teşkilatlar ve teşebbüsler altında faaliyetlerini sürdürmüştür. TŞAMC’ nin programında yer alan maddeler şunlardır; Osmanlı Devletinde uygulanacak her reform ülkede yaşayan ve din, dil, ırk, mezhep fark etmeden herkesi kapsayacaktır. Bütün iller yönetim şekli açısından Adem-i Merkeziyet usulüne göre yönetilecektir. Seçimle iş başında gelen Belediye, Nahiye Meclisi ve Belediye İdare Meclisleri nahiye ve vilayetlerin yapılacak her türlü işlerine katılım sağlayabilecek ve onları denetleyebileceklerdir. Gizli oyla seçilecek ve meclis sayısının 1/5’ini geçmemek üzere 16 yılında kurulmuş, siyasi hayatımızın ilk partilerinden biri. kurucuları: hamid, satvet lütfi (tozan), Namık Zeki, Ferit Necdet Mübin, Dr. Mahmud, Köprülü Hamdi, Mustafa Asım, Nafi Atuf (kansu) ve Vehbi Semuh'tur. 43 yardımcı olacak daimi üyelerden meydana gelen meclis, vilayetin genelinin mali işlerle kanun nizamına ait işlerde geniş yetkili olacaktır. Bu meclisin görüşmeleri halka açık olacaktır. Meclis verginin miktarı, toplanması ve merkezle mahalli hükümet arasındaki bölüşmede görüş bildirecek ve vergi hasılatının vilayet ve merkezi hükümet arasında kararlaştırılacak olan mahalli ihtiyaçlara harcanmak üzere gerekli olan miktarı vilayete ayrılacaktır. Vilayet ile merkez arasında uyum yakalamak için her vilayetten seçimle gelen kişilerle mebuslar meclisi kurulacaktır. Her millet kendi nüfusu ölçüsünde delege göndererek halklar arası barış sağlanacaktır. Her vatandaş eşit hakka sahip olacaktır ve askeri okullar yabancılara da açık olacaktır. Ülke güvenliği sağlanmak için Jandarma Teşkilatı kurulacaktır (Sabahattin, ) İkinci Meşrutiyetten Sonra 24 Temmuz tarihinde II. Meşrutiyetin ilanı üzerine bu hareketin yaratıcısı olarak kabul edilen ve kendisine Cemiyet-i Mukaddese şeklinde bir unvan verilen ITC ile TŞAMC üyeleri ülkeye geri dönmüşlerdi. Prens Sabahattin de büyük törenler ve coşkuyla karşılananlar arasındaydı (Hanioğlu, ). İttihat ve Terakki, iktidar partisi olmuş, TŞAMC ise muhalefete geçmiş fakat parti haline gelmeyeceğini bildirmiştir. Bununla beraber, meslek-i içtima akımının bazı partilerin programlarında yer almıştır(Tunaya, ). Artık meslek-i içtima akımı siyasi faaliyetlerini yurt İçinde sürdürme imkanı bulmuştu. Bu akım, çeşitli kulüpler aracılığıyla teşkilatlanıp partileşme süreciyle birlikte Türk siyasi hayatında rol oynamaya başlamıştır. Nesl-i Cedit Kulübü Nesl-i Cedit Cemiyetinin önemi Prens Sabahattin etrafında toplanan ekibin 2. Meşrutiyet ortamı içinde, temsilcisi ve devamı olmasından kaynaklanmaktadır. İTC karşısında gelişen bir alternatif hareket olduğu için siyasi hayat içinde önemli bir yere sahip olmuştur. Meşrutiyetin ilanı ile Paris'te kurulmuş olan TŞAMC de ülke içine taşınmıştır. Daha önce adı geçen yılında kurulmuş olan ve cemiyetin İstanbul şubesi durumuna geçen Cemiyet-i İnkılabiye merkezini yenilemişti. Bu dönemde ITC merkezlerini kapatması karşılığında Cemiyet-i İnkılabiye’ye birleşme teklifi yapmıştı. Merkezlerinin kapatılmasını kabul etmeyen genç üyeler Paris'ten henüz dönmüş olan Sabahattin'e durumu ve inandıkları doktrinin kamu hayatından silinmesi kuşkusunu 44 anlatmışlardı. Bunun üzerine İTC'nin güçlü döneminde siyasal rekabetten uzak bilimsel ve kültürel alanda Teşebbüsü Şahsi ve Adem-i Merkeziyet akımını sürdürme amacıyla bir kulüp kurmaları kararlaştırılmıştır. Nesl-i Cedit bu kuruluşun adı olmuştur (Tunaya, ). Nesl-i Cedit mensupları, Prens Sabahattin’in manevi önderliği altında çalışacaklarını nizamnamelerinde ve beyannamelerinde açıklamışlar ve Sabahattin'in fikirlerine bağlı kalmışlardır. Kulüp üyeleri, gündelik gazetelerde, dergilerde görüşlerini içeren yazılar yazdıkları gibi, broşürler ve çeviriler de yapmışlardır. Nesl-i Cedid Kulübünün yılında ve Tunaya’ ya göre; ‘İttihat Terakkinin kutsal sayıldığı bir noktada Paris'ten devralınan bir muhalefeti yaşatmak istediği açıktır. Ancak Meşrutiyetin bunalımlı ortamı içinde, Nesl-i Cedit kulübü umulan etkiyi ve tepkiyi yaratmamıştır’ Adı her muhalefet olayına karışan Prens Sabahattin ile bütünleşmesi ona siyasal bir nitelik vermiştir. 'de elverişli koşullar altında yeniden çalışmaya başlamak üzere kulüp tatil edilmiştir. Nitekim bu elverişli zaman hiçbir zaman gelmemiş ve kulüp tekrar açılmamıştır (Tunaya, ). Diğer yandan bu kulüpte toplanmış kişiler Ahrar Fırkasında da görev almışlardır. Ahrar Partisi Osmanlı Ahrar Fırkası Osmanlı Ahrar Fırkası 'lerde Paris'te oluşan ve Melek-i İçtima diye anılan Prens Sabahattinci akımın 'de Osmanlı siyasal hayatına girişi olmuştur. Prensin çevresindeki gençler İTC karşısında bir ağırlık merkezi kurmayı düşünmüşlerdir. İlk girişimciler Nurettin Feruh ve Ahmet Samım Beylerdir. Sabahattin kendine önerilen parti başkanlığım kabul etmemiştir. Buna karşılık partiye kayıtsız kalmamış ve Paris'teki TŞAMCde yer almış olan Ahmet Fazlı, Mahir Sait Beylerle Ferruh Beyi temasa geçirmiştir. Fırka Eylül ayı başında kurulmuştur. Parti programı Ferruh Beyin kaleminden çıkmış ancak hazırlanışında Adliye Islahatı için danışman olarak görevlendirilmiş bulunan Fransız Kont Ostrorog'un yardımı olmuştur. Kont yabancı siyasi partilerin programlarına ulaşmış ve bunların tercümesini yapmıştır. Bu yüzdendir ki fırkanın İngiliz siyasi partilerini taklit ettiği ileri sürülmektedir (Tunaya, ). Fırkanın ideolojisi Jön Türkler tarafından daha Paris'te oluşturulmuştur denilebilir. TŞAMC’ nin programına yakın fikirler fırkaya egemendir (Tunaya, ). Nesl-i Cedit kulübünün de fırkaya katılması ile Ahrar Partisi mensupları 'lerin başındaki Prens Sabahattin'in ortaya attığı tezleri yineleyerek 45 İttihatçıların karşısında yerlerini almışlardır. Yani bir muhalefet partisi konumuna gelmişlerdir. Dana önceki bölümlerde görüldüğü Üzere bu tezlerin başında Osmanlı Ülkesindeki etnik unsurlara eşitlik tanınması ve giderek yerinden yönetime dayanan bir siyasal düzenin kurulması geliyordu(Tunaya, ). Prens Sabahattin gibi Ahrar Fırkasına hakim olan bu fikir İttihatçıların tepkisini çekmiş ve Parti bölücülükle suçlanmıştır. Bununla birlikte Sabahattin Ahrar Fırkasında da istediğini elde edememiştir. İlk başarısızlık genel seçimlerinde yaşanmıştır, Parlamentoya temsilci sokamayan fırka ancak sonradan partiye geçen Rıza Nur gibi isimler ve azınlık mebusları aracılığıyla fikirlerini mecliste duyurmaya çalışmıştır(Tunaya, ). Her ne kadar kabul etmemiş olsa da, en azından manevi lideri olduğu Ahrar Fırkasında da Sabahattin Abdülhamit Döneminde yaşadığı istibdadın bir benzerinin ittihat ve Terakki yönetiminde yaşamıştır. Daha sonra 31 Mart vakasında payı olmak ile suçlanan Ahrar Fırkası kapatılmıştır. Prens Sabahattin de 31 Mart' Vakası ile ilişkisi olduğu gerekçesiyle gıyabında idama mahkum edilir ve yine yurt dışına çıkar (Durukan, ). Gerek mesleki içtima akımının ses bulduğu Ahrar Fırkasının kapatılması, gerekse Prens Sabahattin'in yurt dışına kaçması ve ’te İttihat ve Terakki’nin ülkede tek parti yönetimi kurması sonucunda bir muhalefet ideolojisi olarak kabul edilen meslek-i içtima kamuoyunda fazla gündeme gelmemiştir. Mütareke ve Cumhuriyet Dönemi 1.Dünya Savaşının Osmanlı'nın mağlubiyeti ile sonuçlanması üzerine imparatorlukta büyük değişikliklere neden olmuştur. Tek parti durumunda ülkeyi beş sene süreyle yönetmekte olan İttihat ve Terakki taraftarları hiçbir alanda seslerini çıkaramaz duruma gelirken onlara muhalif olan siyasal çevrelerle düşünce hareketleri büyük bir faaliyet içine girmişlerdir. Bu hareketlerin başında yurt dışından ülkeye tekrar dönen Prens Sabahattin ve meslek-i içtima akımını söyleyebiliriz (Hanioğlu, ). Prens Sabahattin Türkiye’ye döner dönmez İttihat ve Terakki döneminde yasaklanan Türkiye Nasıl Kurtarılabilir? adlı eserini yayınlamıştır (Durukan, ). Kitapta 'dan beri üzerinde durduğu fikirleri yineliyor ve Meslek-i içtimaının üstünlüklerinden bahsediyordu. Mütareke döneminde17 bu düşüncenin taraftarları İstanbul'da Meslek-i 17 Mütareke, Türk tarihinde 30 Ekim Mondros Mütarekesi ile başlayıp Mudanya Mütarekesi ile sona erdiği kabul edilen işgal ve Kurtuluş Savaşı dönem. 46 İçtima adında bir dernek kurmuşlar ve aynı isimle bir dergi yayınlamaya başlamışlardır. Kurucu Mehmet Ali Şevki Prens Sabahattin'in eski bir arkadaşıdır (Ülken, ). Onun gayretleri ile kurulan dernek ve yayınlanan dergi sayesinde, söz konusu düşünceler üniversite öğrencileri ve hocaları arasında hızla yayılmaya başlamıştır (Ülken, ). Tekrar aynı kişiler tarafından yayınlanan ‘Müşahede’ isimli bir derginin söz konusu dönemde çıkarılması ve kamuoyunda oldukça yaygın tartışmalara neden oluşu, meslek-i içtima akımının herhangi bir baskı altında olmadan daha rahat çalışabileceği ve daha geniş kitlelere hitap edebileceği düşüncesini destekler nitelikte bir gelişme olarak algılanabilir. 'te Prens Sabahattin'in yasal zorunluluktan dolayı ülkeyi terk etmesi ve Mehmet Ali Şevki Bey'in sağlık problemlerinden dolayı çalışmalarını yarıda bırakmasından sonra, İhsan Sungu, Avni Başman, Nafi Atuf ve Ali Haydar Beyler, ‘Terbiye’ adında bir dergi çıkarmışlar ve sınırlı da olsa Meslek-i İçtima akımını savunmuşlardır (Hanioğlu, ). 47 SONUÇ Prens Sabahattin Türk Siyasi Hayatında oynadığı rol ve bulunduğu tespitlerle yaşadığı dönem ile ilgili önemli tespitlerde bulunmuştur. Bu tespitleriyle sosyal, idari, ekonomik anlamda ülkenin gelişmesi ve Batı’yı yakalayabilmesinin tek çıkar yolu sosyal yapımızın gelişmesine bağlayan Prens Sabahattin Meşrutiyet rejimi ile meclisin padişahı denetlemesinin önü açıldığına ancak halıkın da yönetim ve diğer alanlarda söz sahibi olmasını gerektiğini vurgulamıştır. Ülkenin o dönemde içinde bulunduğu şartlar, yaşadığı maddi ve manevi geri kalmışlığın sebebi devletin her alanda mutlakiyetçi bir yönetim tarzı izlemesi ve fert hayatına yaptığı müdahale ile halkı geri planda bırakmış olmasına bağlayan Prens Sabahattin ferdiyetçi yapıyı güçlendirmek gerektiğini belirtmiştir. Bu sebeple bireyi özel teşebbüse hazırlayacak tedbirler alınması gerektiğinden bahseden Prens Sabahattin bunun için eğitim, idari ve sosyal hayata reform çalışmalarını uygun görmüştür. Okullarımızın ferdi sadece memuriyet üzerine eğittiğini ve bu yüzden de Doğu toplum modeli olan Kamucu Yapının devleti geri bırakmışlığa sürüklediğini savunmuştur. İdari açıdan Adem-i Merkeziyet açıklamalarıyla dönemin ulus devlet ve merkeziyetçi alışkanlığına karşı çıkmış, bu yüzden oldukça sert eleştiriler almıştır. Bu eleştirilerde haklılık yanları olduğuna inananlar yani İttihat ve Terakki üyeleri İngiliz yanlısı politikalar izleyen, sosyal yapı olarak İngiliz yaşam tarzı olan Anglo-Sakson Yapıyı öneren Prens Sabahattin’in azınlıklarla olan bağlantıları ve Patrikhanelerle olan samimyeti sebebiyle bu eleştiriler o dönemde azımsanmayacak kadar taraftar bulmuştur. Prens Sabahattin Adem-i Merkeziyet düşüncesi ile alakalı defalarca açıklama yapmış ve bu yönetim biçiminin ülkenin refahı için gereken yönetim yapısı olduğunu ve siyasi özerklik olmadığını bunu yerine idari özerklikle merkeze bağlı şekilde geniş yetkilerle donatılmış ve seçimle gelen kişilerin yönetimde söz sahibi olacağın belirtmektedir. Protestanlığın benimsediği Kalvenizm’in savunulmasına bunun insanımız yapısını daha da geliştireceğini inanıyordu. Allah’ın kelamı Kur’an-ı Kerim’de yer alan surelerde de kişi için en hayırlı olanın kendisi için yaptığıdır ayetleri de dinimiz İslam’ın bu anlayışa karşı olmadığını belirtmiştir. Görüşlerinin tamamına yakınının etkilendiği Science Sociale Cemiyeti ile gözleme dayanan sosyoloji tekniğini ülkemizde kullanmaya 48 çalışmıştır. Memur Devleti görünümündeki hantal ve bozuk yapının kişinin ön planda olarak kendi ihtiyaçlarına cevap vermesi gerekenin yine kişi olduğunu savunmuştur. Türkiye’ de liberal politikaların başlangıcı kabul edilen Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti ile özel hayatın inceliklerinden, idari ve ekonomik yapının bozukluğuna kadar devletimizle ilgili çok sayıda haklı tespit yapmış olan Prens Sabahattin günümüzde komünizmle yönetilen ülkelerin bile uygulamaya koyduğu liberal ekonomik modeli hayatın her alanına yaymaya çalışmıştır. İmparatorluğun yüzyıllardır süren merkezi yapısının gözden geçirilmesi ve bunun yerine yerel yönetime dayalı federal bir yapıyı öngördüğü ve bu görüşlerini Meslek-i İctima adı altında topladığı çalışması daha sonra çeşitli partilerin sloganlarında yer etmeye başlayarak apolitik bir insan olmaya çalışan Prens Sabahattin ve düşüncelerinin siyasi yapılanmasını sağlamıştır. Görüşlerinin kuruluşunda çok önemli bir yere olan ve lideri olmayı redettiği Ahrar Partisi ise Türk Siyasi Hayatı’ndaki ilk muhalefet partisi olması nedeniyle önemli bir yer tutmaktadır. 49 KAYNAKÇA A. KİTAPLAR AKSİN, Sina (), ‘Türkiye Tarihi, Osmanlı Devleti ()”, Cem Yayınevi, İstanbul. AKTAŞ, Ümit (), “Osmanlı Çağı ve Sonrası”, Bakış Yayınları, İstanbul. BAYUR, Yusuf Hikmet (), ‘Türk İnkılap Tarihi”, Türk Tarhi Hurumu Yayınları, Ankara. BELLİ, Mihri, (), “Kapitalizm Öncesi Ekonomi Şekilleri”, Sol Yayınları, İstanbul. BERKES, Niyazi (), “Türkiye'de Çağdaşlaşma”, Bilgi Yayınevi, Ankara. BEYHAN, Mazlum ve HACIHASANOĞLU Ayşe (), “Sovyet Gözüyle Jön Türkler”, Bilgi, İstanbul. DURUKAN, KAAN (), “Prens Sabahaddin ve İlmi İçtima, Türk Liberalizminin Kökenleri, Modern Türkiye’ de Siyasi Düşünce Cilt 1”, İstanbul, İstanbul. EGE, Nezahat Nurettin (), “Prens Sabahaddin Hayatı ve İlmi Müdafaaları”. Güneş Neşriyat, İstanbul ERNEST, E. Ramsaur (), “Jöntürkler İhtilalinin Doğuşu”, Pınar, İstanbul. GÜL, Hüseyin ve ÖZGÜR Hüseyin (), “Adem-i Merkeziyetçilik ve Merkezi Yönetim- Yerel Yönetim İlişkileri” Nobel, Ankara HANİOĞLU, M. Şükrü (), “Tanzimattan Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi”, İletişim Yayınları, İstanbul. HUBERMAN, Leo (), “Feodal Toplumdan Yirminci Yüzyıla”, (Çev.) Murat Belge, İletişim Yayınları, İstanbul İZGÖER, Ahmet Zeki, () “Görüşlerim”, Burç Yayınları, İstanbul. İZGÖER, Ahmet Zeki (), “İttihat ve Terakki’ye Açık Mektuplar Türkiye Nasıl Kurtarılabilir? Ve İzahlar” Dün Bugün Yarın, İstanbul. 50 KURAN, Ahmet Bedevi (), “İnkılap Tarihimiz ve Jöntürkler”, Kaynak Yayınları, İstanbul. MARDİN, Şerif (), “Jön Türklerin Siyasi Fikirleri”, İletişim Yayınları, İstanbul. MARDİN, Şerif (), “Türk Modernleşmesi”, İletişim, İstanbul. Nişancı, Şükrü (), “ Yüzyıllarda Osmanlı İktisat Zihniyeti”, Okumuş Adam Yayıncılık ve Eğitim Hizmetleri, İstanbul. SABAHATTİN, Mehmet (), “İttihat ve Terakki’ye Açık Mektuplar, Mesleğimiz Hakkında Üçüncü ve Son Bir İzah”, Mahmut Bey Matbaası, İstanbul. TUNAYA, Tarık Zafer (), “Türkiye'nin Siyasi Hayatında Batılılaşma Hareketler” İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul. TÜTENGİL, Cavit Orhan (), “Prens Sabahattin” , İstanbul Matbaası, İstanbul. ÜLKEN, Hilmi Ziya (), “Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi”, Konya. ZÜRCHER, Eric (), “Modernleşen Türkiye’nin Tarihi”, İletişim Yayınları, İstanbul. B. MAKALELER BULUT, Yücel (), ‘Bir Sultanizadenin Yönetim Algısı’, Anlayış Dergisi, İstanbul. ERGÜN, Mustafa (), ‘Prens Sabahattin Bey’in Eğitim Üzerine Düşünceleri’, Kuramsal Eğitim Bilim, sayı.2, sayfa , Afyon. KILIÇ, Murat (), ‘Türk Siyasal Hayatında Bir Muhalif İsim ve Hareket: Prens Sabahattin ve Meslek-i İctima’, Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, sayı, Isparta. KORLAELÇİ, Mustafa (), ‘Le Play Mektebi ve İlk Türk Temsilcisi Prens Sabahattin Bey’, Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, s40, Kayseri. OKAN, Oya (), ‘Prens Sabahattin Literatürü Üzerine’, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, c.6, s11, ss SABAHATTİN, Mehmet (t.s), İkdam Gazetesi Aktaran TÜTENGİL, Cavit Orhan (), ‘Prens Sabahattin ()’, Sosyoloji Dergisi, sayı , s, İstanbul. 51 C. DİĞER Altuniş-Gürsoy, Belkıs. Prens Sabahattin. Tarihi, Kültürü ve Sanatıyla VI. Eyüp Sultan Sempozyumu, Tebliğler, Mayıs , Eyüp Belediyesi, İstanbul, Büyük Laorusse Sözlük ve Ansiklopedisi (), c.1, ssbc, Aktaran İZGÖER, Ahmet Zeki (), ‘Görüşlerim’, Burç Yayınları, İstanbul. ÇAĞLA, Cengiz (), ‘Bir Türk Aydını Olarak Prens Sabahattin Bey’, Türkiye Günlüğü ss. İZGÖER, Ahmet Zeki (), ‘Görüşlerim’, Buruc Yayınları, İstanbul. PALA, Cenk (), ‘Osmanlı İmparatorluğunda Tarımsal Örgütlenme’, c.7, s Ankara. SABAHATTİN, Mehmet (), ‘Türkiye Nasıl Kurtarılabilir?’, İstanbul. SABAHATTİN, Mehmet (), ‘İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne Açık Mektuplar’, Aktaran UÇMAN, Abdullah (), “Prens Sabahattin”, İslam Ansiklopedisi c, ssa, Türkiye Diyanet Vakfı, İstanbul. YÜCEL, Yaşar (), ‘Osmanlı İmparatorluğunda Desantralizasyona Dair Genel Gözlemler’, c, ss, Türk Tarih Kurumu, Belleten. 52 ÖZGEÇMİŞ Adı Soyadı: Oğuz Özdemir Doğum Yeri ve Yılı : İstanbul, Medeni Hali : Bekar Yabancı Dili : İngilizce E-posta : [email protected] Eğitim Durumu Lise : Hacı Hatice Bayraktar Lisesi, Lisans : Sakarya Üniversitesi, Siyasal Bilimler Fakültesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi 53

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası