nereye koyduysan ordadır eba / (DOC) Guraba Mecmuası 5. Sayısı (Düzenlenmiş ve Derlenmiş Hali) | Sevâdül A'zam - funduszeue.info

Nereye Koyduysan Ordadır Eba

nereye koyduysan ordadır eba

Guraba Mecmuası 5. Sayısı (Düzenlenmiş ve Derlenmiş Hali)

THE COMMENTARY OF MAWLİD: HOCAZĀDE MUHAMMED RĀSİM HIKMET EFENDI’S TUHFETU’L-ĀSIKĪN HEDIYYETU’L-MA’SŪKĪN (83aa) Tuhfetu’l-āsikīn hediyyetu’l-ma’sūkīn is a literal work which was published during late 19th century as a commentary on Sulaiman Chalabi’s Mawlid. Author of this literal work, Muhammed Rāsim Efendi, is a person who lived at the late times of Ottoman and served on different courts in Anatolia as a legist and at the same time he was a follower of Mawlawi. Râsim Efendi composed a lot of works in Arabic and Turkish, and he also struggled to write commentaries on basic artworks such as Mathnawi, Fusūs al-hikam, Majallah el-Ahkam-i-Adliya, al-Wasīla al-najat. In this work which he commented on al-Wasīla al-najat, the author used his vast fund of knowledge and represent repository literature. Tuhfetu’l-āsikīn hediyyetu’l-ma’sūkīn includes a lot of quotation from basic artworks and author’s era. In this work, pages between 83aa of Tuhfetu’l-āsikīn was translated to our language via transcription alphabet, Arabic and Persian sections were translated and resources quoted in the art was reached and marked in several necessary sections.

1 0

2 GÖNÜLDEN ESİNTİLER: SOHBET ARASI SOHBETLERDEN SEÇMELER NECDET ARDIÇ İz-TERZİ BABA DERLEYEN TEVEKKELTÜ, TEVEKKELTÜ NECDET ARDIÇ İRFAN SOFRASI TASAVVUF SERİSİ () 1

3 İÇİNDEKİLERSahife no TERZİ BABA&#;MIN TAKDİMİ(4) TAKDİM(6) KULUN KENDİNDEKİ MAKAMI(8) İRFAN EHLİNİN OLMAZ NİŞANI(11) HER VARLIK ALLAH&#;IN KÜRSİSİDİR(14) İNSÂNDAKİ SULTÂNİ GÜÇ(16) BAŞÖRTÜSÜ VE HİKMETİ(19) ALLAH&#;IN MERTEBELER İTİBARİYLE ZUHURU(22) KALBİN GÖNÜL HÂLİNE GELMESİ(24) KENDİNİ TANIMA(27) CENÂB-I HAKK&#;IN CEMÂL VE CELÂL&#;İNDEN KİBRİYA PERDESİNİ KALDIRMASI(31) TEVHİD MERTEBELERİNİN ÖZELLİKLERİ (36) DUR RABB-İN NAMAZ KILIYOR, HAKÎKATİ VE ZÂHİR ESMÂSININ BÂTINA DÖNÜŞMESİ(40) İNSÂNDAKİ MESCİD-İL HARAM, MESCİD-İL AKSA VE ESFELİ SAFİLİN(43) SÂLÂTEN DAİMETEN(48) ALLAH&#;IN KADEHLERİ(48) DERVİŞLİK EN ASALETLİ MESLEKTİR(50) TAHARET(52) HAMALE-İ KÛR&#;ÂN(55) ULÛHİYYET MERTEBESİ(56) ŞERİAT İSLÂMIN TAMAMINI İÇİNE ALIR(66) TEVHİD EHLİNİN CENNETTEKİ YAŞAMI(67) YAKÛP(A.S.)&#;IN YUSÛF(A.S.)&#;A SECDESİ(70) KELİME-İ TEVHİD&#;İN ASLI(75) SENDEKİ SIFÂTLAR ALLAH&#;IN SIFÂTLARIDIR(76) HAYÂL İLE GERÇEK ARASI(82) KADER MEVZU-U() 2

4 KÛR&#;ÂN&#;IN DÖRT MÂ NASI() HÜVE ALLAHÜ AHAD() İLİM MALUMA TABİDİR VE MALUM DAHİ İLME TABİDİR() AYAN-I SÂBİTE HAKÎKATLERİ() TERZİ BABA KİTAP LİSTESİ () 3

5 TERZİ BABA&#;MIN TAKDİMİ ÖN SÖZ BİSMİLLÂHİRRHMANİRRAHÎM: Muhterem okuyucularım her ne vesile ile elinize geçmiş olan bu ve devamı olan (30) kitap, uzun senelerden beri yapmaya çalıştığımız konulu sohbetlerimiz aralarında, verdiğimiz çay molalarında, ayrıca herhangi bir yerde sorulan sorular üzerine ve daha bir çok vesile ile her hangi bir seyir takib etmeden, bu konuşmaların kayda alınmış seslerinin sonradan yazıya dönüştürülmesi yoluyla oluşmuştur. Gerçekten oldukça uzun bir çalışma süresinden sonra kayda alınan bu kitapların oluşumu adeta bir ekip çalışması ile meydana gelmiştir. Kardeş ve evlâtlarımızdan hangisinin işleri ve durumu uygun ise kendilerine verdiğim ses kayıtlarını bilgisayarda dinleyerek kayda almışlardı. Bende bunları tarih sıraları itibari ile (30) bölüme bölüp bu kadar kitap meydana gelmiş oldu. Bu kitapların sayfa ve yazı düzenleme ve kontrollarını yapıp okunacak hale getirdikten sonra kitaplarımızın arasında yerlerini almış oldular. Bunların içinde bazı mevzuların tekerrürü olabilir. Çünkü bu sohbetler değişik mahallerde ve değişik kimselere yapılmış olduğundan ve aynı mevzuun başka kimselere de aktarılması gerektiğinden, kitapların hepsini okuyanlar bazı tekrarları görebilirler. Aslında bunlar tekrar değil eğitim gereği başkalarına da aktarılması gereken bilgilerdir. Ancak aynı mevzu değişik zamanlarda değişik mertebeleri itibari ile 4

6 yine de aynı sohbet değildir, her sohbetin kendine ait özelliği olduğundan, yine onların hepsi ayrı sohbetlerdir. Bu vesile ile ses kayıtlarını yazı kayıtlarına döndüren bütün kardeş ve evlâtlarımıza emekleri yönü ile teşekkür eder, Cenâb-ı Hakk tan dünya ahret saadeti ve ilâh-i idrakler dilerim. Sayın okuyucularımızın da azami istifade etmelerini niyaz ederim, Cenâb-ı Hakk idrak ve anlayışlarımızı arttırsın inşeallah. İz-Terzi Baba Necdet Ardıç Tekirdağ Yukarıda bahsi geçen kitapların düzenlenme ve tamamlanma aşamaları bittikten sonra, aynı mevzular hakkında özet çalışmalar yapan rumuz ismi, TEVEKKELTÜ, TEVEKKELTÜ, olan kızımızdan gelen, sohbet arası sohbetlerden seçmeler ismini verdiği bu çalışmasını bende cilt kapağını ve diğer kontrollarını yaptıktan sonra. () kitap sırası ile kitaplarımızın arasına almış olmaktayım. Bu güzel çalışması ve gayreti yüzünden, kendisine teşekkür eder, Cenâb-ı Hakk tan daha nice idrak ve açılımlar vermesini niyaz ederim. Gene bu kitabın oluşumunda emeği geçen Murat Derûni oğlumuza da teşekkür ederiz ellerine gönlüne sağlık. TEVEKKELTÜ, TEVEKKELTÜ, kızımız dünya ahret işlerin kolay gelsin, eline aklına sağlık Cenâb-ı Hakk gönlüne göre versin selâmlar hoşça kalın. İz-Efendi Babanız. 5

7 TEVEKKELTÜ, TEVEKKELTÜ TAKDİM Hacmi küçük olmasına rağmen sonsuz mâ nalar ihtiva eden bu kitabı, yavaş seyreden fakat gayretli bir çalışma ile tamamlamış bulunmaktayım. Şükründen acizim, Allah&#;a hamdolsun. Efendi Babam Necdet ARDIÇ Uşşaki Hazretleri&#;ne böyle bir çalışmaya imkan verdikleri için teşekkür ederim. Ve rehberim, Hocam Murat CAĞALOĞLU (DERÛNİ) Beyefendi&#;ye de yardım destek ve yönlendirmeleri için teşekkür ederim. Bu çalışma ile dinlemiş olduğum &#;sohbet arası sohbetler&#;den bir demet sunmayı hedefledim. Efendi Baba&#;m tarafından, sohbetler şeklinde söz ve ses ile meydana getirilmiş olan o müstesna ilmi, kelimeler ve harfler ile bir başka şekilde daha yaşasın ve istifade edilsin gayesine matuf 1 yazıya dökmüş oldum. Sohbet esnasında kullanılan her bir kelime, tek, tek önce kağıda, sonra da bilgisayara aktarılmış oldu. Böylece de bu kitap meydana geldi. Sohbetleri dinlerken bazı konuların hususen daha önemli olduğu fikri oluşmuştu. Ele alınan mevzuların farklı cephelerden, çok boyutlu olarak anlatılmış olması da ayrıca dikkatimi celbetti. Mevzuları başlıklandırırken ise, yeniden konu ile hem-dem 2 olmuş olmanın bir fikir bereketi ve elhamdülillah zenginliği sağladığına şahit oldum. Bununla birlikte şu da bir gerçek ki; kelimeler düşüncelerin, algılayış ve tefekkürün hızına ve gücüne yetişemiyor. Bu anlamda konuları Bade-i 3 Hakk Efendim&#;in 1 Yönelik, çevrili. 2 Arkadaş, yakın dost, sohbet arkadaşı. 3 Şarap, içki. Kadeh. 6

8 anlatış üslubu ve sesindeki ruh ve nûr ile idrâke çalışmak, daha kuvvetli mâ na derinliği oluşturduğu kanaatine varmış bulunmaktayım. Zira Mesnevi-i Şerifte ifade edildiği gibi: &#;&#;Tohum kendini toprak içinde mahv 4 ve feda edince, artık onun kendine ait olan rengi ve kokusu, kırmızılığı ve sarılığı kalmadı. O mahvdan sonra, onun enaniyetini 5 teşkil eden sıfâtlarının kabz ve onu haps etmesi kalmadı. Binaenaleyh istidadında mündemiç 6 olan, istidadının kanadını açtı ve bast oldu. Bunun gibi istidadı olan bir talib-i hakikat, kendini toprak kadar mütevazi bulunan bir kâmilin sohbetinde mahv edince, artık onun kendine ait sıfât-ı nefsâniyesi ve enaniyeti kalmaz.&#;&#; Bu Mesnevi-i Şerif ifadelerine Terzi Baba&#;m şöyle açıklama getirmiş: &#;&#;İşte bir sâlik de, yani bizler de kendimizi Hakk&#;ın İlâhi hikmet tarlasına diker isek, nasıl ki buğday tanesinin kendine ait bir varlığı kalmıyor ise, bizim de kendimize ait bir varlığımız kalmadığından o varlığın kabz haline girmesi, sıkıntıya girmesi diye de bir şey söz konusu olmuyor. Bizim sıkıntıya girmemiz ve kendi içimizde haps olmamız, benlik sıfâtlarımızdan ve nefsâniyetimizden meydana geliyor. Kendini tanıma ilminin insâna verdiği, hiç bir şeyle kıyaslanamayacak bir değerdir. Aynı zamanda bunlar, ebedi hayatını da gerçek mâ nada kurtaran ve orada da geçerli olacak hususlardır.&#;&#; 4 Harab olma. Yıkılma. Ortadan kalkma. Çökme. Bozulma. 5 Benlik. Kendine güvenmek, gurur. Hodbinlik. Sadece kendine taraftarlık. Her yaptığı işi kendinden bilmek. 6 İndimac eden, dürülüp sarılan, içine sokulmuş olan. İçine alınmış olan. 7

9 Sözlerimi Efendi Babam&#;ın duâsı ve kelâmı ile neticelendirmek istiyorum: &#;&#;Cenâb-ı Hakk her birimizin, ufku geniş sonsuz yolculuğumuzda yardımcısı olsun. Bizler de fezanın boşluğunda kaybolmayalım&#;&#;. &#;&#;Rabb-imize şükrederiz ki mâ na âleminin kapılarını her birerlerimize açmış, izin vermiş, kendi mahremiyetinde bizleri zatının çevresinde dolandırıp duruyor. Yani uzaklara atmamış. Bu tür eserler de, şaheser kitaplar da, o sahada, zâti sahanın çevresinde ve içinde dolaşmamıza yardımcı oluyorlar. O sahaları da mümkün olduğu kadar tanımaya çalışmaya, bilmeye gayret ediyoruz. Aynı zamanda zâhirde olan bu sonsuz sahanın, kendi içimizde de olduğunu bilmemiz bize çok şey kazandıracak. Ve kendi gerçeklerimize ulaşma yolunda büyük adımlar attırmış olacaktır.&#;&#; TEVEKKELTÜ KULUN KENDİNDEKİ MAKAMI Ve minel leyli fe teheccedü bihi nafileten lek, asâ en yeb&#;aseke rabbüke makamen mahmuda 7 Umulur ki Rabbim seni makam-ı mahmuda ulaştırsın. Gecenin bir vaktinde kalk, çalışmanı yap, bunun neticesinde makam-ı mahmuda ulaşırsın. 7 (Îsrâ 17/79) 8

10 Kulun ulaşması lazım gelen bir makam var, ulaşırsın diyor. Ulaşması lazım gelen makam da aslında ötelerde olan bir makam değil, kendinde var olandır. Yani Hakikat-i Muhammedi&#;nin şuaları 8 sende bir makam, bir varlık ortaya getiriyor. Perdeleri aştığında onunla karşı karşıya kaldığın zaman o senin aynanda yansımaya başladığı zaman senin için güneş oldu. Şimdi aynanın içerisinde görünen silüet, O&#;ndan ayrı mı? Aynaya baktığımız zaman kendimizi görüyoruz. Yemin eder misiniz bunun için? Ben de derim ki gördüğümüzün sizinle hiç ilgisi yoktur. Bunun için de yemin ederim. Sen yemin ettin ki bu benim diye, ama ben de yemin ediyorum ki bu sen değilsin diye, hangimiz haklıyız? Sen de haklısın, ben de haklıyım. Ama neden haklı, neden haksız bilinmesi lazımdır. Bir yönüyle doğru; aynaya baktığın zaman kendini görüyorsun, oradaki sensin başkası değildir. Ama diğeri de diyor ki; sen değilsin O dur. Kır aynayı neredesin? Sen yine buradasın aynada değilsin. Demek ki oradaki olan aynı zamanda sen değilsin, ama senden başkası da değildir. İşte gönlünü pastan, lekeden, kirden temizler berrak hâle getirirsen Allah&#;ın varlığı senden cilalanmış yansımaya başlar. İşte o senin gönül aynanda görülen Allah&#;ın ta kendisidir, kendinde bulduğundur. Ama yine bilmen lazım ki; sen kendinin ta kendisisin. Gönlünü temizlediğin, beşeriyetinden arındırdığın zaman sen pırıl pırıl bir ayna hükmünde cilalanmış, tertemiz bir varlık oluyorsun. Kendinin şakulesi yani şekli ortadan gitmiş &#;sen&#; yok olmuş, ortadan çekilmiş oluyorsun. Ama orada 8 Güneşten veya bir ışık kaynağından uzanan ışık telleri, ışın. Parıltı. 9

11 bir varlık var, bir yansıma var. Parladığın için bir taraftan yansıma alıyorsun. Aynayı nereye koyarsan koy, içine mutlaka akseder, içinde bir şeyler görürsün. Havaya da koysan bulutları gösterir. İşte sen de ayna gibi pırıl pırıl olduğun zaman, artık bu aynada akseden Hakk&#;ın varlığından başka bir şey değildir. Çünkü âlemde Hakk&#;ın varlığından başka bir şey yok. Başka bir şeyin de sana yansıması da mümkün değildir. Sen ayna ol yeter, sana yansıyacak olan Hakk&#;ın ta kendisidir. İşte bunun için istiğfar, salavat, tevhid, varlıklarımızı üzerimizden izale 9 etmek için, aynayı parlatmak için çekilir. Amma yine aynı zamanda sen senden başkası da değilsin. Şimdi bunu biraz daha açalım. Gönül aynamızı temizlediğimiz zaman Cenâb-ı Hakk&#;ın bizde bir zuhuru var. Mutlaka her varlıkta var, sadece bizde değil ama bizim yine gerçek olan şahsımıza ait bir varlığımız var. Bunu inkar etmemiz mümkün değil. Eğer bunu inkar edersek biz kalkarız ortadan, biz diye bir şey kalmaz. Biz diye bir şey varsa, bizim kendimize ait bir programımız, bir şifremiz, bir varlığımız var. Çünkü Cenâb-ı Hakk bize Ey kulum diye hitap ediyor. Her ne kadar kendi orada zuhurda olsa da bize hitabı var. İşte bu iki mertebenin hakîkatini, özelliğini birlikte yaşamak durumundayız. Biz bunların birini birinin üstüne getirerek perdeliyoruz, dolayısıyla da dengeyi kaybediyoruz. Ya uçlara gidiyoruz &#;ben Hakk&#;ım&#; diye ilan ediyoruz, beşeriyetimizi unutuyoruz. Veya beşeriyet kalıpları içerisinde ulûhiyetimizi unutuyoruz. Yani, aynalık vazifesini yapamıyoruz. Veya tamamen ayna olup kendimizi ortadan kaçırıyoruz. İkisi de hatalı, ikisi de 9 Zevale erdirmek. Gidermek. Ortadan kaldırmak. Mahvetmek. 10

12 tehlikeli olur. Ama zaman içerisinde mertebe itibariyle bazen kulluğunu unutursun ama bu yaşam bir süredir, devamlı olmaz. İşte fenâfillaha geldiğin zaman kulluğun kaçar elinden, bulamazsın. İdrisi bulamazsın. Neden? Tedrise gitmiştir çünkü. Bizim mutlak olan kulluğumuz var. Ama bunun yanında da İnnâllahe ve melaiketühü 10 benim sizde bir zuhurum var, sana şah damarından yakınım 11 diyor. Şah damarınım demiyor, ibarelere dikkat etmemiz gerekiyor. Şah damarınım dese, bu beden yönüyle yakınım diyecektir. Sana bedeninden daha yakınım, şah damarı bedeni ifade ediyor. Ben seni senden daha iyi bilirim, ben sende senden daha çok varım demektir. Ve nereye baksan senin gözünle de, benim gözümle de baksan yine beni görürsün. Çünkü âlemde benden başkası yok! &#;&#;Fe eynema tüvellü fesemme vechullah 12 &#;&#;. Doğu da batı da O&#;nundur. İRFAN EHLİNİN OLMAZ NİŞANI Kendini bulan, bakâbillah olan insan Cenâb-ı Hakk tarafından tekrar yeryüzüne gönderiliyor. Yalnız burada bir mesele ortaya çıkıyor. Artık o kişi oraya çıkan kişi değil, o değil artık. Sûret olarak, ceset olarak, hücre yapısı olarak o giden kişiye benziyor ama sîreti, yani iç bünyesi o değil, O bitti gitti. Ama o isimle tanındığı için yine aynı isimle seyrini, yaşantısını sürdürüyor. Ama buradaki yaşantı &#;seyri fillah&#; yaşantısı. Yani Allah ile 10 (33 Ahzab/56) 11 (Kaf 50/13) 12 (Bakara 2/) 11

13 beraber olan bir seyir yaşantısı. İşte bu seyrin de sonu yok! O&#;nu diğer insânlardan ayırmakta mümkün değil. Çünkü; irfan ehlinin olmaz nişanı, demişler. Hakk&#;ın vasıflarıyla vasıflanmış olan bir insân tek vasıfla vasıflanmaz. Men kâne ârifen lemyetekayyid mukâdetihe. Yani; bir arif gerçekten arif olduğu zaman bir tek kayıtla kayıtlanmaz. Ama bu kayıtsız demek değildir, bütün kayıtları kendinde toplar. Bir itikad ile kayıtlanmaz, bütün itikadları kendinde toplar. Onun için işte o hale gelenlere hangi mezheptensin diye sorulduğu zaman Hudâ mezhebindenim der. Artık onların imânlarında şu şunu demiş, bu bunu demiş diye o bilgilere ihtiyacı kalmaz. Ama sûret olarak onlardan yararlanır, kullanır ayrı. Ama onların düşüncelerinin tesiri altında kalmaz. Çünkü onların sahasının zaten üstüne çıkmıştır. Artık müftüden değil, gönlünden al fetvayı derler. Bunlara Allah&#;ın casusları diyorlar. Ama yıkıcı mâ nada değil, yapıcı mâ nada casuslardır. Yani tanınmayan varlıklardır. Kendine has bir derviş elbisesi yok ki bilesin. Onun için diyorlar bu mertebede; Ne puşu âba cem ol Ne puşu âba fakr ol Bir bilinmez suret içre Ama padişah-ı âlem ol. Ne öyle süslü süslü elbiselerle gez göze batacak gibi, ne de hırpani vaziyette gez. İşte ben kalenderim, ben dervişim, bir lokma bir hırka, bunu da yapman lazım. Öyle bir hâlde ol ki, seni kimse tanımasın ama sen âlemlerin padişahı ol. Bu oldun da ne oldu? Bir şey olduğu yok, yine sen sensin, zaten ortada bir şey de yok. Ama 12

14 kendini de böyle bil. Dışardan sen âleme ne padişah olabilirsin, kendi çocuğunun hakimi olamıyorsun da bu kadar âlemin padişahı mı olacaksın, olamazsın. Ama bunun bâtınında böyle olduğunu bil ve bâtında da o doğrudur, geçerlidir. Bu mutlak kayıtsız demek değil. Her kayıtla da birliktedir, her itikadla birliktedir. Bütün kayıtlarla da birliktedir. Ama bir kayıt ile kayıtlı değildir, onun için tanınmaz. Bakarsın zaman gelir Mûsevî olur gider havraya orda dua eder vaftiz yapar, gider camide de namaz kılar. Camide, meyhanede, kabede puthanede çağırıram dost dost. Artık bütün mekanlar onun! Bütün mekanlar Allah&#;ın değil mi? Biz onları, bu bunların diye fırkalaştırıyoruz, fark ehli oluyoruz. İşte tevhid ehli olursak hiçbir ibadethaneyi birbirinden ayırmayız. Ama onlar kendi inançlarına göre tenzihte kalmışlardır, teşbihte kalmışlardır. İşte İslâmiyetin kemâli Mûsevîyyet tenzihi ile Îsevîyyet teşbihini birleştirip tevhid etmektir. Yani bizim Allah&#;ımız hem ötelerdedir, hem buralardadır. Tenzihte ötelere atılan sadece ötelerde olan Allah anlayışı vardır. Îsevîyyette de teşbihte yani, sadece burada olan Allah anlayışı, islâmiyette hem ötelerde hem buralarda. İşte onun için âyet el kürside vesia kürsiyyühüssemavati velard. O&#;nun kürsisi yani O&#;nun varlığı bütün âlemi içten de dıştan da kaplamıştır der. &#;&#;Vel evvelü, vel ahirü, vezzâhirü, velbâtın&#;&#; demiyor muyuz? &#;&#;Ve hüve alâ külli şey&#;in kadir&#;&#;. Bir şeyin evveli O&#;ysa, ahiri O&#;ysa, zâhiri O&#;ysa, bâtını O&#;ysa, bu âlem de bu 4 şeyin dışında değilse, o zaman bütün varlıkta Hakk&#;ın zuhuru var. İşte bu Muhammedî âyetler Îsevîyyet 13

15 âyetinden sonra gelir. Fe eynema tüvellü 13 nün bir başka izahıdır. HER VARLIK ALLAH&#;IN KÜRSÎSİDİR &#;&#;Lâ te&#;huzühü sinetün 14 &#;&#;. O Kayyum olan Allah&#;tır. O&#;nu uyku ve gaflet tutmaz. Biz uyuruz O bizi bekler, O uyumaz, ne uyur, ne O&#;nu gaflet tutar. Nusret Babam (r.a.) öyle derdi: Oğlum gündüz sen O&#;nu bekle, gece de O seni bekler. Gündüz bekle dediği; gündüz uyanıkken O&#;nun zikrinde bulunmaktır. İşte O&#;nu beklemiş oluyorsun. O&#;nun nöbetçisi olmuş oluyorsun. Ama uyuduğun zaman da, O senin nöbetini tutar, O seni bekler. O zaman madem ki insânda Allah tecelli ediyor, zuhur ediyor insan uyuduğu zaman nasıl oluyor? Uyuyan cesettir kalp uyumaz. &#;&#;Vesia kürsiyyihüs semavati velard&#;&#;. O&#;nun kürsîsi semavat ve arzı ihata etmiştir. Ne demek bu? Kürsî; iskemle oturulan yer. Padişahların tahtına kürsi diyorlar, oturma yeri diyorlar. Şu benim oturduğum yer benim, sizin oturduğunuz yer sizin kürsînizdir. Yani altlığınız, taht alt mâ nasınadır. İşte biz bunları Allah&#;lık kelimesi yanında duyduğumuz için hep kürsîyi başka bir şey zannediyoruz. Halbuki kelime mâ nası oturanın altındaki tahta parçası demek. Tenekeden olsun, pamuktan olsun, neyden olursa olsun üstünde oturduğumuz şey bizim tahtımızdır. Ama padişahın tahtı altın kakmalı, sedefli daha değerlidir. Bizimki taştan, topraktan, tenekeden yapılmıştır. O da oturuyor, biz de oturuyoruz. Gerçek mâ nada ne fark 13 (Bakara 2/) 14 (Bakara 2/) 14

16 vardır? Oturulma yeri yani kürsî de aynen böyle olmaktadır. Demek ki; taht veya kürsî oturulan yerdir. Oturulan yer de; huzur bulunan yer mâ nasına, aynı zamanda sekene, sakin olunan yerdir. Ve bu bizim yükümüzü çekmektedir. Bütün âlemde ne kadar varlık varsa bunların hepsi kürsîdir. Ve bunların hepsinin bir bakıma bireysel olarak oturdukları yer onların kürsîsi, ama genel ve geniş mâ nada her varlık Allah&#;ın kürsîsidir. İşte bu hakîkati idrak edersek, bu âyetteki gerçeği anlamış oluruz ancak, yoksa okur geçeriz. Her varlık kendi bulunduğu mertebede Allah&#;ın kürsüsüdür. Allah&#;ın oturduğu yerdir, bir başka ifadeyle o mertebe itibariyle zuhur ettiği yerdir. Bu âlemde madde mertebesinde, yani madeniyat mertebesinde madeni ruh var, nebatat mertebesinde bitkisel ruh var, hayvanat mertebesinde Hayy isminin zuhuru olan Hayy ruhu var, insanlarda insani ruh vardır. İnsân-ı Kâmilde ve nefahtü fi min ruhi 15 nin üstünde ve eyyednahü biruhil kuds 16 yani kudsî ruh vardır. Bunların hepsindeki ruh Allah&#;ın ruhudur. Dolayısıyla bu varlıkların ruhu olmazsa yok olurlar. Varlık varsa onda mutlaka bir ruh vardır. O ruh da Allah&#;ın ruhu olduğundan, işte o ruhla birlikte o madde, o malzeme her ne olursa olsun âlemde ne varsa, en küçük zerresinden tutun bunların hepsi Allah&#;ın kürsüsüdür, yani zuhur mahallidir. Bu işin böyle olduğunu bilen bir insân için, yani kendi varlığında Allah&#;a kürsü olmuş olan bir insân için, 15 (Hicr 15/29) 16 (Bakara 2/87) 15

17 Allah bizde ve nefahtü süyle mevcutsa bizde O oturuyor, biz de O&#;nun kürsîsiyiz demektir. İşte bu insâna cindi, şeytandı, mâhluktu şuydu buydu girebilir mi? Ara yok ki nereye girecek? İşte o âyet el kürsîyi bunun için o tür mâhlukata karşı okutuyorlar. Gerçekten bunu samimi olarak okuyan bir kimseye kıyâmete kadar ömrü olsa ve musallat olsa o şeytan denen şey yine giremez, çünkü boşluk yok ki girsin. Onlar insâna nasıl giriyorlar? Bu kapıları boş buldukları için giriyorlar. Niye; kendini nefs zannettiği için, Allah&#;ı kendinden ayırdığı için o boşluktan giriyorlar. Tabi o zaman tesirli oluyor. Neden o zayıf kalıyor zaten, kendini Hakk&#;tan ayırdığı için güçsüz kalıyor, nefsiyle baş başa kalıyor. O da, o nefsin üstüne hayâlini, vehmini arttırıyor, şişiriyor onu sabahlara kadar, hiç olmayan bir yükün altına giriyor. Bu sefer o cinnin kürsîsi oluyor. İNSANDAKİ SULTANİ GÜÇ Rahmân sûresinin âyeti: Senefruğu lekum eyyuhessekaleyn, Ey insân ve cin toplulukları, yakında sizin de hesabınızı göreceğiz, hesabınızı ele alacağız. diyor. Yani aslında mahşerden bahsediyor. Senefruğu fariğ olacağız, yani kıyâmet koptuğu zaman sizin varlıklarınızdan boşalacağız mâ nası vardır. Yani, insânlık âlemi artık sona erdiği için bu tecellilerle, dünya yönündeki tecellilerinizle uğraşmayacağız, ama ahiret yönündeki tecellilerinizi başlatacağız diyor. Bu âyeti zâhirde çevirirlerken tefsirlerde yakında sizin hesabınızı göreceğiz diye yuvarlak olarak veriyorlar. 16

18 Sizden boşalacağız, fariğ olacağız diyor. Ve cin ve insan toplulukları diyor. Hayvan ve melekler demiyor. Sorumlu ve sorunlu olan iki cemaat vardır. Febi eyyi âla irabbiküma tükezziban 17 Hadi inkar et bakalım. Bunun böyle olacağını hayır olmayacak de, diyemezsin. Ya mahşer el cinni vel ins Ey insan ve cin toplulukları gücünüz yeterse fezaya geçin, &#;&#;min aktarissemavati velard 19 &#;&#;. Semâvat ve arzın kutrunundışına çıkmanız mümkün mü? Çıkabilir misiniz, buna gücünüz yeter mi? Diye bir ikazda bulunuyor. Ve la tenfuzûne illa bi sultan. Çıkamazsınız, ama ancak bir sultan gücüyle çıkarsınız. İşte bu âyeti kerimeyi okuyan hoca efendi vuruyor kürsüye; aya, merihe gidemezler. Bu âyet çıkamazsınız diyor. Ama vaktaki her işte bir hikmet vardır. uçuşta, tecrübede aya ulaştılar. de insansız araç gönderdiler. de Neil Armstrong ayak basmıştır. Gerçi bu küçük bir ayaktır, ama insanlık için büyük bir adımdır diye bir söz söyledi. Aya gittikleri zaman susup kaldılar. Peki, o insânlar nasıl çıktılar oraya? Âyeti kerîme de çıkamazsınız ancak bir sultan gücüyle diyor. Demek ki, o sultan gücüne maddi yönde ulaşmışlar. Sultan gücü; içine bindikleri araç ve aracın ilmidir. Aracın yapılmasına sebep o ilimdir. İşte o ilim Allah&#;ın sultan gücüdür. Yani onlara verdiği yardım gücüdür. Neden? Çünkü onu onlar talep ettiler. Onlar da Allah&#;ın kulu, ister hristiyan olsun, ister Mûsevî olsun. Kimlik yönünden meseleye bakmamak lazımdır. Allah ne hristiyan kulundan, ne Mûsevî kulundan geçer. Ne esmer 17 (Rahmân 55/32) 18 (Rahmân 55/33) 19 Nahiye. Mahal. Arzın veya semânın bir ciheti. 17

19 ne kırmızı, ne sarısından geçer. Çünkü onların hepsi Âyet el kürsîdir. İşte Allah&#;ın kitabını böyle okumak lazımdır. Kitâb-ı Hakk&#;tır hep eşya sandığın Ol okur kim seyr-i evtan eylemiş. Vatanları, yani mertebeleri seyrederek yukarılara çıkmış olan ancak bu kitabı okur, diyor. Lisede okuyan üniversitede okuyamaz. Ama mertebe mertebe okur. Ama üniversitede okuyan lise, ilkokul da, ortaokul da hepsini okur. İşte insân-ı kâmil de bütün bu mertebeleri okuya okuya yukarıya çıktığından aşağıda ne varsa hepsini okur. Ve de, bütün âlemler Hakk&#;ın kitabıdır. Se nurîhim âyâtinâ fîl âfâkı ve fî enfusihim hattâ yetebeyyene lehum ennehul hakk. 20 Bu kitabın Hakk olduğunu yakında sana, hemen yakın gelecekte göstereceğiz. Yani mertebe-i Îbrâhimiyyette yapılan büyük lutfu anlatarak bu kitap Hakk&#;tır ama senin idrâkine açacağız bunu diyor. Kitabı okumak, orada başlıyor. Îsrâ sûresinde geçtiği gibi Ve ikrek kitabek-kendi kitabını oku. 21 O zaman ne oluyor? Hakikat-i Muhammediyye&#;ye giriş yaparken daha onun başında oku, ikra&#;! Öleceğimiz zamanda oku diyor. Başta oku, sonda oku! Bu ikisinin arasında da devamlı oku demektir. Zaten hep eğitim vardır. Okumaktan kasıt ne? İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir. Kendini bilemezsen nice okumaktır. Eğer biz kendi varlığımızda kendi nefsâniyetimizle, kendi kendimize iken Hakîkat-i İlâhinin bütünlüğünden kendimizi sıyırmış, koparmış ve kendi başımıza bu âlemde 20 (Fussûlet 41/53) 21 (Îsrâ 17/14) 18

20 firkatte 22 iken, tabi ki ne dünya kutrunun, ne de kendi beden kutrumuzun dışına çıkmak mümkündür. Çünkü kendimizi bu bedenle kayıtlamış oluyoruz. Ama biz sadece bedenden meydana gelmiş bir varlık değiliz, ruhaniyetimiz var. İşte kim yaptığı çalışmalar neticesinde bu hakîkatleri idrak ederse kendisinde ilâhi güçler meydana gelir. İlmi güçler, irfan düzeyinde güçler, merâtib-i İlâhiyye kendisinde meydana gelmeye başlar. Ondan sonra onda sultani güç meydana gelir, yani Allah esmâsının, Cami esmâsının gücü oluşmaya başlar. Bu oluştuktan sonra da evvela kendinin dışına taşar, yani kendi kutrunu aşar, sonra da dünyanın kutrunu aşar, sonra da semâvatın kutrunu aşar. Niye aşmasın, çünkü hepsi zaten kendinde mevcuttur. Ama kendindeki mevcudiyetini bilmediğinde, kendisini bu âlemlerin içinde bir varlık gördüğünde, bu düşünceyle o kuturdan çıkıp da onları aşmak mümkün olmaz. BAŞÖRTÜSÜ VE HİKMETİ Eğer bir şey men edilmişse onun mutlaka çok arka planda zararları vardır. Veya oluşumları vardır. Hiç bir emir ve nehy yersiz ve boşu boşuna söylenmemiştir. Namaz kıl dediyse, rükû dediyse onun mutlaka hikmeti vardır. Bunlar rastgele oluşturulmuş, serpiştirilmiş şeyler değil, islâm hukuku, islâm ahlakı yani Allah&#;ın dileğidir. Peki, Allah emretti ama Allah&#;ın emretme sebebi nedir? Emir ef&#;âl âlemi itibariyle olan husus, tabi oraya da bir cevap olacak. Ef&#;âl âlemindeki yaşantının başörtünün bir cevabı olacak, esmâ aleminde niçin kapatılıyor onun da cevabı olacaktır. Sıfât âleminde yaşayan insân niye 22 İftirak. Dostlardan ve sâir sevdiği şeylerden ayrılış. Firak. Müfarakat. 19

21 kapatıyor onun da cevabı olacaktır. Zât âleminde yaşayan insan niye kapatıyor o mertebe itibariyle de cevabı olacaktır. Rabiat-ül Adaviyye bir gün mutâdı 23 olan kapalılığın dışında caddenin ortasında geziyormuş. Tabi o güne göre açık. Belki başörtüsü arkada kaldı. O günün anlayışına göre açıktır. Caddenin ortasından geçiyor. Hasan Basri Hazretleri karşıdan çıka geliyor. Hemen toplanıyor başını örtüyor. Dikkatini çeken biri soruyor. Sen erkeklerin içinden dolandın geçtin çarşıdan, falan kişiyi gördün de niye hemen örtündün, niye böyle yaptın? diyor. Cevap olarak benim çarşıdan geçtiğim sırada erkek yoktu diyor. Ama ne zaman bir er gördüm o zaman farz oldu kapanmak diyor. Bakın bu da bir anlayıştır. Ama herkes hâlini dayandıracakta başını açacak demek değildir. Bu bir gerçeği yansıtıyor. Âraplar, insânın başına reis diyorlar. Yani kişinin en uç, en zirve noktasıdır. Yani bir başka ifade ile insân bedeninin arşıdır. Âlemin durumuna karşı başımız arştır. Nasıl arşı âlâya bu âlemin çatısı denmiş, insânın başı da en son zirvesi olduğu için arştır, burası arşı âlâdır. Aklımızda o kafa içinde olduğundan merkez de ordadır. İdari merkez de başımızdadır. Burayla irtibatı kesilen parmağımızın ucundaki en küçük bir hücre anarşi yuvası oluyor ve kanser oluşturuyor. Akılla irtibatı kestiği, kendi aklını kullandığı için kanser oluşturuyor. İşin sırrı zaten burasıdır. Kanserin sırrı bu, beyne ulaşamıyor oradaki akıl, hücredeki akıl, kendi aklına göre bir şeyler onarmaya çalışıyor. Ama sayısını sınırlandırılmasını veya çoğaltılmasını hesap edemediği için nefsimizin yaptığı gibi 23 Adet olunmuş. 20

22 kendi aklınca hareket ediyor. İlâhi adaletten kopuk çalıştığımız zaman kanser oluyoruz. Yani cemiyetin kanseri olmuş oluyoruz nefsâni yaşadığımız için. Ama biz ilahi hükme tabi olarak hayatımızı sürdürürsek cemiyetin içinde böyle hastalıklar olmaz. Tertemiz bir hayat süresi geçer. Şimdi başımız arş, aklımızdaki bilgiler Cenâb-ı Hakk&#;ın esmâ-i İlâhiyyesidir. Ve başımızdan çıkan saçlar arşı âlâdan bizim beden mülkümüze tenezzül eden esmâ-i İlâhiyyenin zuhurlarıdır. Arşı âlâdan bedenimize inen, tecelli eden saçların her bir teli bir esmâ-i İlahiyyenin zuhuru hükmündedir. Yani birisi Ahad isminin zuhuru, birisi Vahid isminin zuhuru, birisi Kahhar isminin zuhurudur. O saçları uzatalım topuklarımıza kadar bütün bizi ihata edecek hale gelir. İşte her bir teli, ilâhi bir esmânın zuhurunu ortaya getirdiğinden bunun da aşikâr edilmemesi, gizlenmesi gerektiğinden başörtü gerekmektedir. Yoksa cinsiyet yönünden değildir. O ef&#;âl âlemindeki sebebi, beşeriyet âlemindeki sebebidir. Erkekler aklı küll tecellisinde, kadınlar da nefsi küll tecellisinde oldukları için nefsi küllün kendini gizlemesi aklı küllün de aşikâr etmesi gerekiyor. İşte hacca veya umreye gittiğimiz zaman saçlarınızı kısaltın veya kökünden kesin, traş edin diye erkeklere emir var. Bu demektir ki hacca gelmezden evvel sende beşeriyetin istikametinde gelen esmâ-i iiâhiyyeyi artık kes, ondan sonra senden zuhura gelecek zâti mertebedeki esmâ-i İlâhiyyeyi kullan, tahakkuk ettir Hakîkatini ortaya çıkar. 21

23 Peki, sakal niye? İşte erkeklerin er yani Hakîkati Muhammediyye&#;nin, aklı küllün zuhuru er kimselerin vechinde zuhura geldiğinden onu da perdelemek gerektiğinden, aşikâre çıkarmamak gerektiğinden, erkeklere sakal sünnet demişler. Bıyıklar sıfâtı subûtiye ve sıfâtı zâtiyedir. Sakallar da esmâ-i İlâhiyenin zuhurudur. Ve bu esmâ zâtımıza perde olmaktadır. Yani erkeklerin sakal ve bıyık bırakması zâtlarını esmâ ve sıfâtlarla perdelemiştir. Cemâl-i İlâhiyyeyi, sıfât ve esmâ tecellileriyle zâti cemâlini perdelemektir. Biz ona seb&#;ül mesaniyi verdik diyor. Seb&#;ül mesani bizim vechimiz bir bakıma, yani yüzümüzdür. ALLAH&#;IN MERTEBELER İTİBARİYLE ZUHURU Â&#;madan zuhur Ahadiyyete, Ahadiyyetten Ulûhiyyete, Ulûhiyyetten Vahidiyyete ve Rahmâniyyete, Vahidiyyetten-Rahmâniyyetten sonra Rubûbbiyet, Rubûbiyyetten sonra da Melikiyyet, mülk âlemidir. Burada olan yaşantıların hakîkati ve Allah&#;ın oradaki zuhurunun ifadeleri neler? Bu mertebelerdeki yaşam izahları neler? Â&#;ma; hakîkatlerin öz hakîkatinden ibarettir, özden ibarettir. Teferruat orada yoktur. Kendi kendinde gizli, kendi kendince malum ama diğer tarafta âlemlerden gizli iken, bilinmezlik halinde iken. Â&#;ma mertebesi, hakîkatlerin öz hakîkatinden ibarettir. Allah&#; ilâh, vahidiyyet, insân, lâhut, hüviyyet böyle bir izahı vardır. 22

24 Ulûhiyet ne demek? Ulûhiyet dendiği zaman bu bir mertebenin ismi, ama bu mertebedeki tezahür 25 nedir? Faaliyet nedir? Zuhur ne? Oradaki anlayış nedir? Tüm olarak bu varlığı gerçek yüzleri ile kendi mertebelerinde korumaya Ulûhiyet adı verilir. Tüm varlığı ayırt etmeksizin gerçek yüzleriyle korumaya denir. Yani kuş kuşluğu, balık balıklığı, hayvan hayvanlığıyla, melek melekliğiyle, insân insânlığıyla korunur. İşte bu mertebeleri bilmemiz, faaliyet sahasını idrak etmemiz lazım ki; Rabb-imizin hangi mertebede hangi şekilde zuhurda olduğunu bilelim, müşahede edelim. Ulûhiyyet dediğimiz zaman ne anlıyoruz? Allah ı anlıyoruz. Allah ama her şeyden tenzih ettiğimiz Allah bu vasıfları, üzerinde bulundurmaz. Allah putperestin de Allah&#;ı, Ulûhiyyet mertebesi itibariyle onu da korur. Yalnız ef&#;âl mertebesi itibariyle değil. Senin düşmanını da korur, seni de korur. Çünkü o düşmanın da bir yaşama hakkı vardır. İşte bu yaşam hakkını hepsine veriyor. Kullanım artık oradaki bireylere bağlıdır. Ahadiyyet ne demek? Ahadiyyet; yüce zâtın tecellisinden ibarettir. Orada ne isimlerin, ne sıfâtların sözü geçer, isim ve sıfâtların tesir sahası buraya ulaşmaz. Ahadiyyet mertebesinde iki tecelli vardır. Biri inniyyeti, biri hüviyyetidir. Orada isimler, sıfâtlar geçerli değildir. İsim ve sıfâtlar ondan sonraki mertebededir. Vahidiyyet yüce zâtın zuhuruna bir tecelli yeri olmaktan ibarettir. Orada zât sıfâttır, sıfâtta zâttır. Orada 25 Ortaya çıkma, belirme, görünme, oluşma. 23

25 daha toplu olarak ayrılmıyor. Ama tecelli yerine bir mahal oluyor, zuhur yeri oluyor. Rahmâniyyet isimlerin ve sıfâtların gerçek yüzleri ile meydana gelişinden ibarettir. Rahmâniyette isim ve sıfâtlar gerçek yüzleri ile kimlik kazanıyorlar, sûret kazanıyorlar. Varlıkları programa girmiş oluyor. Rubûbiyyet bütün varlıklara verilen isimlerin zuhur ettiği mertebenin ismidir. Varlıklara verilen isimler orada zuhura çıkıyor. Rabb, terbiye etme mertebesi orada meydana geliyor. Rubûbiyyet mertebesi esmâ mertebesidir. Ayan-ı sâbite, biraz daha yukarısı Rahmâniyyet mertebesidir. Rubûbiyyet mertebesi, melekût mertebesidir. Melikiyyet mertebesi; bütün isim ve sıfâtların kendi hakkını almış olarak faaliyet sahasına gelmesidir. Yani, bir kuşun kendi programının tamamı yapılmış olarak burada zuhura gelip hakkını almasıdır. Rengiyle, fizik yapısıyla, estetiğiyle herşeyiyle birlikte hakkını almış olarak burada zuhura gelmiş olmasıdır. KALBİN GÖNÜL HÂLİNE GELMESİ Yere göğe sığmam ama mü&#;min kulumun kalbine sığarım. İşte buradaki kalpten murad nedir? Bizim tıptaki yürek mi, o et parçası mı, yoksa daha başka bir şeyden mi bahsediliyor? Kalb, kulub, mukallib; gönle indirmek, yani kalb makamı, bir bakıma telvin makamıdır, temkin makamı değildir. Telvin ile temkin arasında bilindiği gibi fark vardır. Telvin renklenme, dönmedir. Temkin ise, hani temkinli insân derler, tecrübeli, yerine oturmak demek, o 24

26 işin hakîkatine ulaşılmış demekdir. İşte kalp, telvin makamıdır, döner. Ne diyordu yine bir hadisi şerifte; kalp Allah&#;ın iki parmağı arasındadır. Cemâl ve Celâl sıfâtları arasında kâh böyle çevirir, kâh böyle çevirir. Kalb telvin mertebesi yani, duyguların da kaynağı, değişikliğe uğrayan bir mahaldir. Tabi bu da yaşamın bir gerçeğidir. İşte, mutmain olmuş bir kalp veya gönül kalblikten çıkmış oluyor artık gönül hükmüne girmiş oluyor. Ve eyyetühennefsül mutmainne Cenâb-ı Hakk&#;ın orada bize bir hitabı var. İrcii ilâ rabbike Rabbine dön. Hitaba bakın, azıcık düşündüğümüz zaman nasıl şamar yiyoruz. Ya Rabbi biz nereye dönüktük, bu kadar senedir? Kâ be-miz kıble demedik mi? Hep Kâ be-ye dönmedik mi? Daha hala burada Rabb-ine dön hitabı geliyor. Demek ki dönük değilmişiz. Eğer gerçekten dönük olmuş olsaydık bu âyet bu ifadeyle gelmezdi. İşte mutmainneye eren kimse artık Rabb-ine gerçekten dönmüş oluyor. O&#;nun hizmetinde, O&#;nun önündedir. İşte, bu kalb kalblikten çıkıyor artık gönül hâline geliyor. Elem neşrahleke sadrek 28 orada oluşmuş oluyor. İşte ben yere göğe sığmam, mü&#;min kulumun kalbine sığarım, dediği bir bakıma budur. Ef&#;âl mertebesinde olan kişinin kendi hayâlinde var ettiği Rabb-i onun gönlüne ancak sığar. Rabb-ül erbâb o gönüle sığar mı? Sığması 26 (Fecr 89/27) 27 (Fecr 89/28) 28 (İnşirâh 94/1) 25

27 için o gönlün genişlemesi veya Rabb-in o gönül kadar küçülmesi lazım, ikisinden birisinin olması lazımdır. Rabb-i küçültemeyeceğimize göre, demekki bizim hayâlimizde ve vehmimizde Ya Rabb-i diyerek ötelere baktığımız bir rabb, bizim halk ettiğimiz rabbi-miz, bizim tasavvurumuzdan 29 meydana gelen rabb-imiz tabiki bizim tasavvurumuzda olduğu için kalbimize sığmaktadır. Ama âlemlerin Rabb-ini bu beden itibariyle, bu mertebede gönlümüze, kalbimize sığdırmamız mümkün değildir. Ama insan yavaş yavaş kendi gerçekliğini idrâk etmeye başladıkça hangi mertebeye ulaşmışsa o mertebedeki Rabb-inin karşılığını kendisinde bulmaya başlar. İşte burada gene önüne çıkan nefsini bilen Rabbini bilir. Bir avuç buğday aldığın zaman buğday tarlasının ne olduğunu bilmiş olursun. Arada ton farkı vardır, ton farkı mühim değil, kemiyet 30 farkı mühimdir. Neden? Çünkü nefs rubûbiyyet hakîkatinden var edildi. Onu idrâk ettikten sonra buğdayın bir tanesi de bir milyon tanesi de birdir. İşte sen de kendini buğday tanesi olarak gördüğünde bulduğun hakîkati idrâk ettiğin zaman Rabbinin hakîkatini idrâk etmiş oluyorsun. Yol kendinden geçiyor. En yakın yol, en kestirme yol kişinin kendinden geçen yoldur. Ötelerden, ağaçtan, topraktan, gökyüzünden Rabbine varmak mümkün değildir. Ancak bunlar misal olarak kullanılabilir. İfade tarzında yardımcı araç olaraktır. Ef&#;âl âleminden esmâ âlemine ulaştığı zaman kişi, kendini isimler âleminde bulduğu zaman aynı derecede 29 Tasarım. Zihinde göz önüne getirme, zihinde canlandırma. 30 Nicelik. Azalıp çoğalabilen, ya da ölçülebilen bir şeyin durumu. 26

28 aynı genişlikte Rabb-ini de o mertebede bulmuş oluyor. Dolayısıyla da o mertebe itibariyle de ihata etmiş oluyor, kalbine sığdırıyor. Sıfât mertebesine biraz daha yukarıya çıktığı zaman yine aynı mertebenin idrâkini kendinde buluyor, genişleme oluyor, tabi fizik beden olmuyor. Sen bu değilsin, bu senin şimdilik geçici aracındır. Senin esas aklı küllden, aklı evvelden gelen bir varlığın vardır. Hakîkat-i Muhammediye&#;den gelen bir oluşumun vardır. İşte onu bulup ta geliştirmeye çalıştığın zaman bu olay olur. O zaman o mertebedeki Rabb-in gönlüne sığar. Çünkü sen o mertebe kadar genişlemiş, ihata edecek hâle gelmiş oluyorsun. Daha yukarıya çıktığın zaman Zât mertebesinde, Ulûhiyyet mertebesinde Allah ve Cami esmâsıyla bütün varlığa cami olduğundan zaten Rubûbiyyet mertebesinin daha içinde kalmış oluyor, Rabb-ini ihata etmiş oluyorsun. Fiziki olarak değil ama ilmi olarak, bir hakîkat yaşantısı olarak ihata etmek mümkündür. Neden? Çünkü insânda Allah esmâsının zuhuru var, Camii esmâsının zuhuru vardır. Allah esmâsı ve Cami esmâsı Rubûbiyyet mertebesinin hepsini içine almıştır, kapsamına almıştır, kendinde toplamıştır. KENDİNİ TANIMA Cenâb-ı Hakk ötelerin ötesinde olduğu gibi buraların burasında da mevcûddur. Akıllıca yapılması gereken iş ötelerin ötesinde olan Rabb-i aramak değil, evvela buralardakini aramaktır. Çünkü burası bize daha yakın, ötelere ulaşmamız mümkün değildir. Hesap ediyor fizikçiler, saniyede bin kilometre yol alan bir gemi 1 saat gitmiş olsa nereye kadar gider? O kadar yola bile ulaşmamız mümkün değildir. Daha ilerilere 27

29 nasıl ulaşacağız? Sonsuz bir âlemde, sonsuz bir gidişimiz var. Bunu ne var âlemde o var Âdemde sözü içerisinde kısaltırsak kendimize döndürerek ulaşacağız. Nasıl bu feza âleminin içerisinde yıldızlar, güneşler, gökler, aylar varsa, bizim varlığımızda da vardır. Kalbi güneşe, böbrekleri yıldızlara benzetmişler. Damarları nehirlere, saçları ormanlara, omuz ve dirsekleri dağlara benzetmişler bu sonsuz namütenahi âlem içerisinde zâhir mâ na itibariyledir. İşte bu âlemin ne kadar sonsuz genişliği varsa dışardan bakınca, bu âlemin dışına göre insânın dışı ne kadar sınırlı ise, içi, özü, ruh âlemi bu âlemin sonsuzluğunun daha üstünde bir sonsuzluğa sahibtir. Yani insânın iç bünyesi âlemin daha fazla genişliğindedir. Ama insanın dış bünyesi bu âlemin bir varlığı, cüzlerinden bir cüzdür. Ama hakîkati, ruhaniyyeti bu âlemlerden daha geniştir. Bu dediğimiz insân silüetinde meydana gelen bu mâ nanın ismine insânı kâmil diyorlar. Kâmil insânda Cenâb-ı Hakk sonsuz olarak mevcuttur. Ama insân bunun farkında olmadığı için kendisindeki dış şartlara bakarak kendisini küçücük bir varlık olarak görmektedir. Hz. Ali (k.v.c.) Efendimiz bunu bize açık olarak belirtmek için Sen kendini küçük bir cürüm zannedersin, halbuki âlemi ekbersin sen diyor. Hangi yönümüzle, ruh, iç bünyemizi söylüyor. Bunu daha başka şekilde de belirtmişler büyüklerimiz; ne var âlemde o var Âdemde hem zâhir hem bâtın belirtiyorlar. Aslında küçük dediğimiz şu varlık dahi incelendiği zaman âlemleri kapsayacak malzemeye sahibtir. Organlarını incelediğimiz zaman bütün gökyüzü, semâvatta olan varlıklar var. Biz güneşi, ayı ve yıldızları gökyüzüne astık ve onlarla nûrlandırdık diyor. İşte 28

30 bizdeki karşılığı güneşin, kalbimizdir. Kalbimiz de bizi nûrlandırmış oluyor. Gerçi bu zâhiri ifadesi, sonra kalb gönüle dönüşüyor. Tıp ilmi daha bu beden yapısını zâhiren çözemedi ki ruha ulaşması zaten mümkün değildir. İşte psikoloji uzmanları ruh doktoru değil, isim benzerliği vardır. O nefsi oluşumları düzenlemeye ait bir bilgidir. Nefsi derken nefsi emmare yönlü nefs değildir. Bir insânda akıl, ruh, nefs ve beden vardır. İşte bu nefsteki düzenlemeyi, lâtif bedendeki düzenlemeyi yapmaya çalışıyorlar ki ruhla ilgileri yoktur, ruhtan bilgileri yoktur. Ruhtan bilgileri olması için islâmi ilimleri öğrenmesi ve bu yönüyle tasavvuf çalışmaları yapması lazımdır. Tasavvuf çalışması yapmayan kimselerin ruh ilmini bilmesi mümkün değildir. Çünkü o elle tutulur bir bilgi değildir. Ancak müşahede ile yaşanan bir bilgidir. O psikiyatri uzmanları insânın kimyasal yapısında fazla üretimler veya eksik üretimler varsa, onları azaltıp veya çoğaltıp fiziki dengeyi korumak için çalışıyorlar. Eğer insân kendi gerçek hüviyyetini tanımış olursa, yani ben kimim hakîkatini bilmiş olursa, kolay kolay ona ne içten ne dıştan hiç bir yabancı tesir edemez. Yani ne negatif varlıklar, ne kesif varlıklar tesir edemez. İşte o varlıkların zaman zaman bazı kimselere tesir etmeleri kendini tanıyamamalarındandır. Yani kendilerindeki gerçek gücü görememelerindendir. Ve o kalkanı hazırlayamamalarındandır. Şimdi burada anlamaya çalıştığımız şey, insânın özelliği, güzelliği varlığıdır. İşte dışardan baktığımız zaman küçük bir varlık görüyoruz kendimizi ama o küçük varlığı incelediğimiz zaman dahi ne kadar muazzam bir varlık olduğunu anlamamız zor olmuyor. 29

31 Bâtın yönden baktığımız zaman ise, Cenâb-ı Hakk&#;ın bu sonsuz âlemin içerisinde sonsuz bir âlemi dahi ihata edecek bir gücü olduğunu görüyoruz. Çünkü insân-ı kâmilde ve bütün insânlarda mevcut ama faaliyette değildir. Ama insân-ı kâmilde faaliyette olan Allah esmâsı zaten bütün kainatı sarmış vaziyette, Cami esmâsı bütün kainatı sarmış vaziyettedir. İnsân-ı kâmilin özelliği bütün insânlarda mevcut olmazsa haksızlık olur. Yalnız bunu faaliyete geçirme veya geçirememe hadisesi vardır. İnsân-ı kâmilde Cami ismi faaliyete geçince ve Allah esmâsıyla birlikte bütün esmâlar bu esmâların kapsamında oluyor. Muhyiddin-i Arabi Hz. Allah esmâsını izah ederken; ismüz zât, cemi-üs sıfât, esmâ-i mütekabile ve sıfâtı mütezâtiye cemisinin ehadiyyetine Allah denir, bunların hepsinin toplamına Allah ismi verilir. İşte insân-ı kâmil her bir varlıkta mevcut, bütün insânlarda mevcuttur. İnsân-ı kâmil bütün esmâ-i İlâhiyye&#;yi kendi bünyesinde topladığından ve her varlıkta da değişik terkiplerde esmâ-i İlâhiyye zuhur ettiğinden, dolayısıyla insân-ı kâmilin fiilleri bütün insânlarda zuhura gelmektedir. Dolayısıyla Allah&#;ın fiilleri gelmekte, ama insân-ı kâmilin kanalından gelmektedir. Bir insân bin insân gibi, bin insân bir insân gibidir. Yani esmâ, sıfât, zât mertebesinden bakıldığı zaman bütün insânlar bir insândır. Nasıl ki Âdem (a.s.) başlangıçta bir insan, sonra biz onun zuhurları, kopyaları olduk. Her kopya aynısı olmakla birlikte, mutlaka kendine has da bir özelliği vardır. Ki işte çoğalmasının sebebi de O dur. 30

32 CENÂB-I HAKK&#;IN CEMÂL VE CELÂLİNDEN KİBRİYA PERDESİNİ KALDIRMASI Muhyiddin-i Arabi Hazretleri&#;nin eserinden alınmış, &#;özün özü, sırrın sırrı, lübbü lübb&#; isimli küçük risalenin içerisinde bulunan bir hadis-i şerif var. Bunu incelemeye çalışalım. Ehli cennet cennete dahil olduğunda Hakk Subhânehu ve Teâlâ Cemâl ve Kemâlinden kibriya perdesini kaldırıp ene rabbüküm ül alâ, yıllardır görmeyi arzuladığınız ala Rabb-iniz benim diye zuhur eder. Onlar Rabb-in bu tecellisini inkar edip, &#;&#;hayır asla&#;&#; diyerek feryadı figan ederler. Yani böyle Rabb olmaz, diye inkar ederler. Bu tecelli değişik şekillerde üç defa daha tekrar eder ve onlarda tekrar tekrar inkar ederler. Sonra Hakk onlara Rabb-inizle sizin aranızda bir işaretiniz var mı? Diye hitap eder. Onlar da evet derler. Ondan sonra herkese ayrı ayrı kendi zannı ve itikadı üzere olan tecelli ile tecelli eder. Onlar da bu defa kabul ederler. Nitekim şerefli hadiste; Ayın gecesi kameri nasıl görürseniz Rabb-inizi öyle aşikar göreceksiniz. temsili mertebeden, teşbih mertebesi itibariyle buyuruluyor. Â ma olanlar ilk emirde gördükleri gibi hemen kabul ederler. Yani ilk emirde Rabb-lerini hangi zuhur ve tecellide görmüşlerse hemen kabul ederler ve secde ederler. Zira bunlar cümle itikadı cami olup bir itikadla kayıtlı değillerdir. Yani Cenâb-ı Hakk&#;ı bütün mertebeleriyle müşahede ettiklerinden, hangi mertebeden kendilerine tecelli olursa olsun o tecelliyi bilir ve tanırlar ve &#;beli&#;, evet derler, kabul ederler. Bu hususta bir beyit yazmışlardır. Bugün her kim görürse yarin, Gören onlardır yarın 31

33 Onların dışında kimse göremez. Çünkü burası müşahede âlemi, bilme âlemi, idrâk etme âlemidir. Burada görürsek orada görmüş olacağız. Burada göremezsek orada görmek mümkün değildir. Kapısı yolu buradan geliyor, o gözlük buradan alınıyor. &#;Ne bilsin orda dildarın&#;. Onlar â&#;malardır. İşte yukarıdaki tecelli, burada o tecelliyi bilemediği ayıramadığı için inkar ediyor. İşte bütün âlemde gerçekten kanaatimiz oluşmuşsa, hangi fiil gelirse gelsin zât mertebesinden, sıfât mertebesinden baktığımız zaman ayrı bir şey göremeyiz, her şey Hakk&#;ın zuhurudur. İşte o zaman, Cenâb-ı Hakk&#;ı tenzih mertebesi itibariyle değil sadece, teşbih mertebesi itibariyle de idrâk edip yaşamamız gerekmektedir. Yani Îsevîyet mertebesi itibariyle de yaşamamız gerektir. Îbrâhimiyet mertebesindeki Allah inancı ve bilgisi bir başka türlü, Mûsevîyet mertebesinde Allah inancı ve bilgisi bir başka türlü, Îsevîyet mertebesinde Allah inancı anlayışı ve bilgisi başka türlüdür. Muhammediyet mertebesinde Allah inancı bilgisi başka türlüdür. Muhammediyet mertebesinin başkalığı, bütün bunları içerisine toplayarak bir bütün hâlinde sunmasıdır. Diğer mertebelerde Allah&#;ı hep o mertebe yönünde bildirmeleri vardır. Yani tek bakış, kalenin arkasından veya sağından, solundan bakıştır. Ama Muhammediyet mertebesi yukardan bakıyor, hepsinin görüşüne hakim bir görüşle bakıyor. İşte onun için &#;ümmeten vasaten&#; demişler ümmet-i Muhammede, orta ümmettir. Yani zâhirle bâtın, evvel, ahir bunları birleştiren, ortasında olandır. Bâtın âlemiyle zâhir âleminin ortasında berzah olan ümmettir. Ve bu ümmetin şerefinden Kûr&#;ân-ı 32

34 Kerimde bahsediliyorken, bu ümmetin peygamberi mucidi ilk zuhur edeni Hz. Rasulûllah peygamberlere mahşer gününde şahid olacak. Ama O&#;nun ümmeti de diğer ümmetlere şahid olacak, çünkü orta ümmettir. Ümmet-i Muhammedin mertebesi ne kadar büyüktür. Hem dünyada şan şeref sahibi, hem ahirette şan şeref sahibidir. Ne demek bu şahitlik? Kendisi Âdemiyet mertebesinden Muhammediyet mertebesine kadar bu mertebelerin hepsini yaşadığından, idrâk ettiğinden bu mertebelerin düzeylerini hakkıyla bildiklerinden, soracaklar Nûh ümmetine ümmet-i Muhammed şahid olacak yaptığı fiilleri resmedecekler göstereceklerdir. Ümmet-i Muhammed diyecek ki; burada hatası var, burada isabeti var diye onların fiillerine şahid olacak. Neden? Çünkü bütün bu yaşantıyı kendi bünyesinde yaşamış eksiğini, fazlasını bilir olduğundan müşahede ehli, yani hakimdir. Ama ne yazık ki bizler kendimizi tanımadıktan sonra orada şahitliği nasıl yapacağız? Burada yalancı şahidiz. Eşhedü enlâ ilâhe illâ Allah diyoruz, sözümüzle kafamız gönlümüz birbirine hiç uymuyor. Şahid oldum, Allah bir yok başka bir şey diyoruz. Bir de onlar var bunlar var, kötülük var iyilik var diyoruz. (Ehli cennet, cennete dahil olduğu zaman Hakk Subhânehu Teâlâ, Cemâl ve Kemâl perdesini kaldırıpta) işte sorun buradadır. Biz acaba Cenâb-ı Hakk&#;tan kibriya perdesini kaldırabildik mi? Kendi gözümüzden o bakışı kaldırabildik mi? Bizim bakışımız Cenâb-ı Hakk&#;a karşı hep ötelerde ulaşılmaz sonsuzdur. Şunu yapmaz, bunu yapmaz şeklindedir. Ama diğer taraftan, tevhid ehli bilgisi içerisinde bütün âlemde zuhur edenin Allah olduğuna da inanmaktayız. Başka çaremiz yok zaten, biz inansak ta inanmasak ta iş zaten böyledir. O zaman ne oluyor? 33

35 Bütün varlıkta şeksiz şüphesiz zuhurda olan Allah&#;ın varlığıdır. Yılanda da Hakk var, kurtta da Hakk vardır. Eğer kurt Hakk değildir denirse Hakk&#;ın dışında bir varlık vermek gerekir kurda, kuşa neyse gördüğüne, ayrı bir kimlik vermen gerekecektir. Onu işte o zaman ilâh yaptın. Şirkin en büyüğünü, günahın en büyüğünü işledin, Allah&#;a şirk koştun. &#;Lâ ilâhe&#; diyoruz ya, ilâhe varsa o senin ilâhındır. İster sev, ister sevme, çünkü ona sen varlık veriyorsun. Varlık verdiğinde onu ilah ediniyorsun. Yani O na kimlik veriyorsun. (Cemâl ve Kemâlinden kibriya perdesini kaldırarak). O iki kelimenin içersinde muhteşem bir bilgi var, sırların sırrı vardır. Ama bunu açmak gerekiyor. Hangi mertebeden söylenilmiş, onu idrâk etmek gerekiyor. Yani, Cenâb-ı Hakk oradaki o insânlara tabi ne tecelli edecek bilemiyoruz. Ama perdeyi kaldırdığından, onlara belki kuş sûretinde zuhur edecek, belki yılan, belki çocuk sûretinde zuhur edecektir. Hazreti Ali Efendimiz Ben Rabb-imi genç bir delikanlı sûretinde gördüm diyor. İşte teşbih mertebesidir. Delikanlı kemâl mertebesi demek, en güzel canlıdır. İşte bu kemâlde gördüm, mâ nasındadır. Hadiste de; Ayın 14 ü gibi gördüm diyor. Ay Allah mı? Değil. Bunlar teşbihdir. Orda da bir tecellisi var. Allah olmasa ay nerden olacaktır. İşte cennet ehli yaptığı iyi amellerle, ilimle değil sevaplarla, yani fiili hareketlerle kazanmış olduğu mertebe içerisinde cennete giriyor. Hadis-i şerifte; cennet ehlinin çoğu buhuldür diyor. Buhul; saf temiz kafası çalışmayan insan demektir. Cemâlinden ve kemâlinden kibriya perdesini kaldırıyor. Yani, azamet perdesini kaldırıyor, basit yönüyle 34

36 gözüküyor. Fiiller yönünden, mahlukat yönünden gözüküyor. Tabi tenzih hükmüyle bilgisi olan bir kimse, &#;haşa benim Rabb-im bunlardan münezzehtir&#; diye secde etmiyor. Ama irfan ehli her tecellide bakıyor ki &#;ene rabbikümül alâ&#;. Ağaçtan çıkmadı mı bu söz Musa (a.s.)a Tûr dağında hitab edildi Ağaçtan çıktığına inanıyoruz da çekirgeden çıktığına niye inanmıyoruz. Başka yok ki âlemde zuhûr eden O&#;dur. İşte bu gibi zâhir âlemde süfliyyat diye ifadelendirdiğimiz oluşumlar, hakîkat âleminde süfliyyat değil hakîkattir. Yanlız oradan bakıldığı zaman hakîkattir. İşte mertebe farkları var. Tabi bu âlemde böcek böcektir, doğrudur. Basarsın üstüne ezersin, o ayrı konudur. Burada bu geçerlidir. İşte mertebeleri birbirine karıştırmayıp, her mertebenin hakkını kendi yerinde korumamız gerekiyor. Bu da Allah&#;ın hukukuna riayete giriyor. Ama biz burada sadece ef&#;âl mertebesini, hukukunu kullanır da Allah&#;ın zâtında, sıfâtında o mertebelerin hukukunu korumazsak bunu bizden sorarlar. Niye sen beni sadece bu âlemde müşahede edemedin çer çöp olarak gördün benim gerçek varlığımı idrak edemedin, diye sorarlar. Sormasalar da perde açıldığı zaman biz kahroluruz. Bu kadar büyük ilim gelmiş, islâmın içerisinde dünyaya gelmişiz de bunlardan haberdar olmamışız diye. Allah size zulmetmedi siz nefislerinize zulmettiniz Neden? İlgisiz bilgisiz kalmaktan işin hakîkatine nüfuz edememekten, nefsinizdeki hakîkatleri ortaya çıkaramadığınızdan, nefsinizi hapishanede bıraktınız ona zulmettiniz, diyor. Eziyet etmek gibi falan değil nefsimize zulmetmektir. Onun hakîkatini anlayamadığımızdan, ona ulaşamadığımızdan, onu perdeli bıraktığımızdan nefsimize zulmetmiş oluyoruz. 31 (Kasas 28/30) 32 (Tevbe 9/70) 35

37 İşte Hakk Subhânehu onlara sorar; Rabb-inizle sizin aranızda bir işaretiniz var mı diye? Onlar da, evet derler. O zaman Cenâb-ı Hakk onların kendi anladıkları istikamette onlara görünür. Yani nûr şekliyle görünür, âlemlerin ötesinde kibriya, yani yücelik şekilleriyle görünür. O zaman evet derler. Ama bu ne demek? Allah&#;ın bir yönünü kabul, bir yönünü red demektir. Kûr&#;ân-ı Kerim&#;in bazı âyetlerini kabul, bazılarını red tamamını reddetmektir. Her ne kadar onlar orda o tecelliyi kabul etseler de diğer tecellileri kabul etmediklerinden yine Allah&#;ı reddetmiş, zâtın hakîkatini durumdadırlar. TEVHİD MERTEBELERİNİN ÖZELLİKLERİ Mûsevîyet mertebesi tenzih mertebesi, yani Allah&#;ı ötelerde düşünme mertebesidir. İşte islâmın da zâhiri mûsevîyet itikadı üzerinedir. İslâm dininin şeriat mertebesi, filler âlemi mûsevîyet itikadı esası üzerinedir. Sor şeriatte olan bir kimseye, Allah nerede? Zaman ve mekanın ötesindedir der. Bu tenzih der. Îsevîyet mertebesinde bu tenzih teşbihe dönüşüyor. Benzetme ile Allah&#;ın varlığı yavaş yavaş saltanatından aşağı indirilmeye, aşağıdaki saltanatı göz önüne getirilmeye çalışılıyor. Yalnız buradaki fark Muhammediyet ile Îsâ (a.s.) bu hakîkati sadece kendinde müşahede ederek, başkalarından değil, bu aralarındaki farktır. Mûsâ (a.s.) mertebesinde Allah ötelerde, tenzih burası, İsevîyet mertebesinde Allah İsa&#;da sadece zuhur etmektedir (teşbih). İnsandaki zuhurudur. İşte Îsâ (a.s.)ın mucidi olduğu ilim, bu bilgidir. Allah&#;ı yere indirip insanın varlığında olduğunu bildirmesidir. Yere indirip ilâhi müşahedeyi insânda yapmaya başlamasıdır. Bu çok üstün bir mertebedir. Müslümanlara islâmiyete en yakın yerdir. 36

38 Mûsevîlerle o kadar kolay anlaşamaz müslümanlar ama mantıklı hristiyanla hemen anlaşır. Aralarında bir-iki konuda, çok az ihtilaf olur. Îsâ (a.s.)dan bahsederken, sana İncil&#;i verdik, Furkân&#;ı verdik ve hikmeti verdik diyor. Ey Meryem oğlu Îsâ biz sana körlerin gözlerini açma kudretini verdik. Abraşları düzeltme kudretini verdik, ölüleri diriltme kudretini verdik. Bi izni, benim iznimle bunları yapıyorsun diyor. 33 Şimdi bakın burada çok ince ve hassas hadiseler var. Bi izni benim iznimle demekki Îsâ (a.s.)ın varlığında zaman zaman Allah&#;ın zuhura geldiği bizâtihi zâti zuhurunun olduğu devreler, zaman zaman da kendi beşeriyetiyle yaşadığı devreler vardır. Bu bizlerde de böyledir, sadece O&#;nda değildir. İşte, çamurdan kuş sûretinde sûret yapması, şekil vermesi ve ona nefyedip te üflemesi ve o da kuş olup uçması anındaki ordaki Allah&#;ın bizâtihi kendi fiilidir. Çünkü, bir beşerin herhangi bir çamura hayat vermesi mümkün değildir. İster Îsâ (a.s.), ister Muhammed (s.a.v.) olsun. Ama orada Allah tecelli ettiği zaman o işin olmaması mümkün değildir. Baba oğul biz biriz, diyor. Ben babamdan geldim göklerin melekûtundan geldim oraya gidiyorum, diyor. Bu ifadeler kendinde sıfât tecellisinin olduğunu gösterir. Sıfât da güç demek, muktedir olmaktır. Îsâ (a.s.)ın daha evvel gelen insânlara böyle bir üstünlüğü vardı ve Îsâ (a.s.)ın daha enteresan tarafı, fizik babası yoktu, &#;biz O&#;nu ruhi kudsi ile destekledik 34 &#; diyor. Ondan evvelki insânlara &#;ve nefahtü fi min ruhi 35 &#; onlara ruhumdan nefyettim. Îsâ mertebesi iki ruhla destekleniyor. Îsâ&#;ya gelmezden evvel diğer 33 (Maide 5/) 34 Bakara 2/) 35 (Hicr 15/29) 37

39 insânların hiç birinde bu mukaddes ruh, kudsi ruhun tecellisi ve tesiri, zuhuru yoktur. Bu ilk O&#;nda meydana geldi. Onun için beni mü&#;minlerin evveli yaz diyor. Bu mertebenin mucidi olarak tarihe geçir diyor ve 3 sene kadar kısa bir peygamberlik süreci oldu. Sonunda Cenâb-ı Hakk O&#;nu kendi katına çekti Îsâ (a.s.) şimdi fenâfillah mertebesini yaşıyor, Hakk&#;ın huzurunda ve dönüşte geldiği zaman fenafillahtan, bakâbillaha ulaşmış olarak gelecek ve ümmet-i Muhammetten sayılacaktır. Koskoca peygamber daha o zaman ümmet-i Muhammed olma şerefine nail olmuş değildir. Diğerleri hiç değildir. Îsâ (a.s.)ın diğer insanlardan farklı iki özelliği vardır. Birincisi, bizâtihi kendisinin peygamber olmasıdır. Diğeri, Hazreti Muhammed&#;e ümmet olmasıdır. Hiçbir peygamberde, hiç bir insânda böyle bir haslet yoktur. Bizler ümmeti Muhammediz ama peygamber değiliz. Îsevîyet mertebesi itibarıyle Allah&#;ın sıfât ve zât tecellisinin bir yerde olduğu teşbih olarak yeryüzüne indiği bilgisi verilmiş oluyor. Zaten bir ayn, bir sin ile yazılır. Oradaki ayn, göz demektir. Göz hangi göz, Allah&#;ın varlığını müşahede eden gözdür. Sin de insân, yani Îsâ Allah&#;ı gören müşahede eden insân demektir. Kitabı da İncil, müjde demektir. Hazreti Rasulûlllah&#;ın geleceğini müjdeleyendir. Benden sonra biri gelecek ben O&#;na uyuyorum, siz de O&#;na uyun diye kendi ümmetine tavsiyesi vardır. Eğer onlar gerçek ümmet olsa, Îsâ (a.s.)a gönülden inanıyorlarsa, onların hepsi anında müslüman olmaları lazımdır. Mûsâ (a.s.)a len terâni ya Mûsâ, yani sen beni göremezsin 36, ötelerde tenzih vardır. Mûsâlık sende olduğu sürece beni göremezsin. Beni görmen için 36 (A râf 7/) 38

40 Mûsâ lığın ortadan kalkması lazımdır. &#;Ya Mûsâ sen mukaddes Tuva vadisindesin&#;, yani övülmüş vadidesin, &#;Ayakkabılarını çıkar&#;, nalınlarını çıkar da, benim huzuruma öyle gel Tefsirlerde nalınları necisti ondan çıkar dedi diyor. Bu da tabii bir izah tarzıdır. Mûsâ&#;nın ayağında 4 tane nalın vardı. Bir tanesi ef&#;âl mertebesinin nalınları, bir tanesi esmâ mertebesinin nalınları, biri sıfât, biri zât mertebesinin nalınlarıdır. İnsân her mertebede bir nalın çıkartıyor. Kış mevsiminde yaz ayakkabısıyla gezilmez. Her mertebede o mertebenin gereğini kullanmak icap eder. Mûsevîyyet mertebesinde tenzih var. Îsevîyyet mertebesinde teşbih var ama bir kişide, bir mahalde Hakk&#;ın zuhurunu bilmek vardır. İşte Îsâ (a.s.) tarafından, Muhammediyet&#;in öncülüğü yapılıyor. Hazreti Rasulûllah ise; Bana bakan Hakk&#;ı görür&#;&#; hükmüyle bu bilgiyi bütün âleme yayıyor. Yani, bütün âlemdeki görüntü Hakk&#;ın vechinden başka bir şey değildir diye gerçek tevhid akidesini ortaya koyuyor. Tevhidi ef&#;âl Îbrâhim (a.s.) mertebesi, tevhidi esmâ Mûsâ (a.s.) mertebesi, tevhidi sıfât Îsâ (a.s.) mertebesi, tevhidi zât ise Muhammed (s.a.v.) mertebesidir. Bütün bu tevhidleri tevhid eden mertebenin ismi gerçek tevhid mertebesidir. Yani bu dört biri birleştiren birliktir. Hepsini içerisinde toplayan yaşayan ve tevhid yaşantısıdır. Her mertebede Hakk&#;ın gerçeğini yaşatan tevhiddir. Lâ ilâhe illâ Allah tevhiddir. Muhammedun Rasulûllah da bunu izah eder. Yani mi racdan sonra tekrar yeryüzüne iner ve mi racda almış olduğu hakîkatleri ümmetine irsâliye yaparak adresine kadar rasûl ulaştırır. 37 (Ta-ha 20/12) 39

41 DUR RABB-İN NAMAZ KILIYOR, HAKÎKATİ VE ZÂHİR ESMÂSININ BÂTINA DÖNÜŞMESİ İlmin içerisinde bazı şeyler misâllerle anlatılıyor ya! Teşbihlerle benzetmelerle anlatılmaktadır. Kûr&#;ân-ı Kerim&#;de iki anlatış tarzı vardır. Birisi olmuş sahnelerin geçtiği misaller, yerlerdir. Mesela Firavn&#;ın Mûsâ (a.s.) ile birlikte sihirbazların karşılıklı görüşmeleri 38, asanın yere konması yılan olması 39 gibi bir sahnelenmelerdir. Ama bunun yanında misaller vererek yaşanmamış kurgu sahneler vardır. Nasıl hani, &#;iki komşunun bahçesi vardır diyor, birisine yağmur yağar, birisine yıldırım çarpar. O diyor böbürleniyor, gururlanıyor benim bahçeme bir şey olmaz diye. Derken yıldırım geliyor yakıp kavuruyor 40 &#;, bunun gibi sahnelenmeler vardır. Bir de lev enzelnâ da bir sahne var ama yaşanmış fiilen oluşan bir sahne değildir. Eğer biz bu Kûr&#;ân-ı dağ başlarına indirsek onun ağırlığından parça parça olur, diye burda bir sahne var 41, ama yaşanmış sahne değildir. Dur Rabb-in namaz kılıyor hükmü de böyle bir benzetmeyle yapılmıştır. Yoksa Rabb-in gelecekte orda namaz kılacak hâli yoktur. Orada bir mertebeden bahsediyor ve bizim dikkatimizi çekiyor. &#;Birçok perdeler açıldı, bir perde kaldı ki Cebrail kardeşime sordum&#;, diyor. &#;Ya Cebrail bunun arkasında ne var? Açayım, dedim, dur Rabbin namaz kılıyor dedi&#; diyor. Allah namazda demiyor, kul namazda demiyor, Rabb-in namazda diyor. Rabb nasıl 38 A râf 7/ ) 39 (Şu arâ 26/32) 40 (Kehf 18/) 41 (Haşr 59/) 40

42 namaz kılar? Namaz kılması için bir silüetinin evvela olması lazımdır. Hazreti Rasulûllah&#;ın kanalıyla rubûbiyyet mertebesi dahi bir mâhluk olduğu, ama bizim anladığımız mâ nada değil, bireysel bir mâhluk değil. Esmâ âleminin tamamının bir mâhluk olduğu, isimler âleminin mâhluk olduğudur. O da neye bağlı? Allah esmâsına bağlı oluyor. Rubûbiyyet mertebesinin Allah esmâsına bağlı olduğu, dolayısıyla kaynağı Allah esmâsı olduğundan Allah&#;a yönelmesi onun ibadeti namazı oluyor. Nasıl bizim de kaynağımız Allah değil mi? Biz de Allah&#;a ibadet ediyoruz. Bütün varlıklar, &#;yüsebbihu le hu ma fis semâvati&#; bütün âlemdeki varlıklar tesbih etmekteler. İşte dur Rabbin namaz kılıyor demesi, bütün mâhlukatın tek yönlü olarak Hakk&#;a yönelmesi, tesbihat yapması Rabbin namazda olması hâlidir. Çünkü dışardan baktığın zaman bir ağacın bir sürü dalı var, yaprağı var, çiçekleri, meyveleri vardır. Yüsebbihu lehu ma fissemevati vel ard 42 dediği zaman o ağaçların yapraklarının hepsi ferd ferd zikirde, ibadettedir. Ama bunları birleştirdiğimiz zaman tümü tek olarak ibadettedir. Ağaç dediğimiz zaman ağaç tek olarak ibadettedir. E! bizim de varlığımız tüm olarak ama her zerremiz ibadette ferd ferd, ayrı ayrı, cüz cüzdür. Her cüzümüzde bir can var. Her zerremiz bir cüz, her cüzümüz bir candır. Her can da tespih etmekte, biz bilsekte bilmesekte varlığımızın her tarafı tesbihtedir. Tesbihte olduğu için hayâttadır. Hayâtiyetini kaybettiği anda tesbihatı bitmiş olur. Tesbihatı bittiği anda da hayâtı bitmiş olur. Hayâtı varsa tesbihi var, bilsekte bilmesekte bu böyledir. 42 (Haşr 59/24) 41

43 Bu tesbihatta 2 türlüdür. Birisi fıtri, tabii tesbihatdır. Bir de bütün varlığın zikri yani kelâmi tesbihatı var. Ama &#;siz onun tesbihatını duyamazsınız&#; diyor. Duyulmaz, eğer duysak yaşayamayız tesbihatın azametinden âlemde yapılan, biz dayanamayız. Onun için Cenâb-ı Hakk bu tesbihatı, bize duyurmaz. Ama zaman zaman bazılarına bazı şeyleri duyurur, bu da ayrı konudur. Bir bilinç oluşsun diye, bu böyledir. Melaike arkadaşlarının öldüğünü tesbihatlarının bitmesinden anlıyorlarmış. İşte bir bakıma tesbihat hayât, yaşam, faaliyettir. Bütün mâhlukatın toplu olarak Allah esmâsına yönelmesidir. Rabb-in namaz kılıyor demek; ihtiyaçlarını O&#;ndan talep etmesidir. Şöyle bir şey geçer füsûs ül hikemde; hakîkati ilâhiyye, ruhu ilâhiyyeyi halkettiği zaman onda üç irfan ortaya getirdi. Üç ariflik bilinç ortaya getirdi. Bir tanesi, nefsine arif olmak, yani kendi varlığını bilmektir (marifeti nefs). İkincisi, marifeti mübdi&#;, yani kaynağını tanımaktır. Kendini meydana getireni tanınmasıdır. Üçüncüsü de, kendini meydana getirene ihtiyaç ve zillette olduğunu bilmesi, muhtaç olduğunu bilinmesidir. İşte Rabb mertebesi kendisini meydana getiren Ulûhiyyet mertebesine muhtaçtır. Ve ihtiyacı olduğundan da ona yönelmesi, ihtiyacını talep etmesi onun namazıdır, ibadetidir, yani secdesidir. Bu hakîkati Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bize, &#;dur Rabbin namaz kılıyor&#; gibi benzetmeli bir fiil içerisinde sahne etmektedir. O perde dediği bizim gözümüzdeki perde, arşı aladaki perde değil, idrakimizdeki bizdeki perdelenmedir. Bu perdeyi açmış olsa bizim dünyamız yanar gider, dayanamayız. Onun için &#;açma perdeyi&#; diyor. Ancak bu hakîkat-i kelâmla bunu ifade etmeye çalışıyor. 42

44 Eğer gerçekten varlığın hâli gözümüzün önünde açılmış olsa, Risale-i Gavsiyye&#;de belirtildiği gibi, eğer kendi hakîkatini idrak etmiş olsan Ya Rabbi benim canımı al diye dua ederdin. Bir an evvel sana kavuşayım, bâtın âleme kavuşayım. Ama gerçekten arif bu duayı da yapmaz. Neden yapsın ki? Zaten burada kavuşmuş ayrı gayrı kalmamıştır. Kavuşmak için ahirette olanı beklemez, burada zaten ahirde olanı bulmuştur. Ahiret demek, senin inkılabın demek, yani zâhir görüntünün bâtına dönüşmesi demektir. Zâhir esmâsının, bâtın esmâsına dönüşmesidir. Sen onu bugün burada, zâhir esmânı bâtına dönüştürmüşsen zaten ahiretin buradadır. Hesabın kitabın zaten görülmüş bitmiştir Not= Bu hususta daha geniş bilgi. Sohbet arası sohbetler kitaplarından ( sayfa) da Cd Âlemlerin bir namaz hükmünde olduğunu öğrendik. Bölümünde mevcuttur oraya da bakılmasında yarar vardır İNSÂNDAKİ MESCİD-İL HARAM, MESCİD-İL AKSA VE ESFELİ SAFİLİN Cenâb-ı Hakk kulunu gecenin bir vakti, Mescid-il haramdan Mescid il Aksa&#;ya yürüttü. Mescd il haram zât mertebesi, aklı evvel, aklı küll mertebesidir. Mescid il haramdan Mescid il Aksa&#;ya yürütülmesi zât mertebesinden sıfât mertebesine ve esmâ mertebesine tenezzülüdür. Eğer Hazreti Rasulûllah Mescid il haramda kalsaydı zaten mi racta olduğundan mirac hadisesine gerek yoktu. 43

45 Şimdi biz bu odanın içerisindeyken odanın dışına çıkmamız lazım ki yine buraya gelelim. İşte zât mertebesinden sıfât mertebesine, yani Mescid il Aksa&#;ya (uzak mescid) bir bakıma tecellinin sonu, bir bakıma, zât mertebesinden sıfât mertebesine İlâhi tenezzülün sonudur. Sıfât mertebesi aynı yerde Mûsevîyyet mertebesi de olduğundan esmâ mertebesi orası, yani bu âlemdir. İşte bu âlemde faaliyette olan yaşam da ef&#;âl mertebesi yaşamıdır. Yani zât mertebesinden mâ na olarak bu âleme dünyaya tenezzül ediyor. Mâ na olarak sıfât mertebesinin esmâ mertebesine, esmâ mertebesinin de ef&#;âl mertebesine ki burada yaşam faaliyete geçmiş oluyor. Buradan tekrar dönüp mi racını yapıyor. Gerçi Efendimiz (s.a.v.) sıfât mertebesinden mi raca çıktı. Ama ayrı konudur. Bu âlem bir bakıma mescid il Aksa yani mescid secde edilen yer, ibadet hane, aksa da en uzak demektir. Kâbe-i Şerif&#;e göre en uzak mesafede olan mübarek ibadet yeridir. İşte zât mertebesinden sıfât, sıfâttan esmâya, esmâdan ef&#;âl zuhuru burada, bu âlem Mescid il Aksa hükmündedir. Yani bu içinde bulunduğumuz yer bir bakıma, o kadar mübarek bir yerdir. Bunun merkezi olan da Kâ be-i Şerif yani zât mertebesi de yine bu âlemde mevcuttur. Şimdi bir yönüyle buraya baktığımız zaman, İlâhi tecelli yönüyle baktığımız zaman burası Mescid il Aksa dır. Ama bir yönüyle baktığımız zaman esfeli safilindir. Aynı yer iyi kullanılırsa Mescid il Aksa hatta âlâyı illiyyin yapabiliyoruz ama yerinde kullanamadığımız zaman esfeli safilin yapmış oluyoruz. Şimdi Tin sûresine gelelim. &#;&#;İnsanı en güzel kıvamda halkettik&#;&#;. Yani zât mertebesinde halk ettik. 44

46 Sonra onu esfeli safiline reddettik. İşte esfeli safilin de bu dünya sıfât mertebesi olan Mescidi l Aksa da bu dünyadır. Yani iki değişik anlam bu dünyadan bahsediyor. İşte Âdem (a.s.)ı Cenâb-ı Hakk zât mertebesinde meydana getirdi. Zâti sıfâtlarıyla, yani kendinde zâti sıfâtlar da bulunmakla birlikte, ama bütün süfli sıfâtlar da aynı bünyenin içerisinde bulunmak sûretiyle bu âleme ayak bastırdı. Âdemlik demek O&#;nun bir bakıma çocukluğudur. Vurmaya kırmaya isyana orada başladılar, çocukları birbirlerini öldürmeye başladılar. Bunlar bilinçle yapılan şeyler değil, içinde mevcut olan şeylerdir. Neden? Esmâ-i İlâhiyyenin tüm hepsinin faaliyette olmasıdır. Aziz, Cebbar, Mütekebbir isimleri o çocukta da var, peygamberde de var, hepimizde de var. Îsâ (a.s.)da biraz yoktu, O müstesnadır. Bir çocuk dünyaya geldiği zaman anne ve babadan veraset yoluyla geçen Kahhar esmâsı da var, eneiyyeti de var, benliği de var, Cebbar esmâsı da var. Bütün kötü fiil diye bildiğimiz o fiilleri meydana getiren esmâ-i İlâhiyye de varlığında mevcuttur. İşte zikir dediğimiz şey, bunların iyilerini ortaya çıkarıp eksi olanlarını törpülemek, yani frenlemektir. İşte o zikrin bir başka özelliğidir. Bizim varlığımızla yani programımızla, DNA larımızla birlikte bunların hepsi bizde mevcuttur. Onun için daha başlangıçtan beri fıtri olarak, bilinçli olarak değil, eğitimle değil, meydana çıkmış oluyor, eğitimle bunlar düzeltilmeye çalışılıyor. İşte bu hayâtımızı böyle eğitimsiz sürdürdüğümüz zaman, nefsi emmare ağırlıklı bir yapıya bürünmüş oluyoruz. Ama bunları kontrol altına almaya çalıştığımız zaman, biz de tesbihat yönüyle meleki bir oluşum ortaya çıkmış oluyor. İşte tesbihattan zikre yöneldiğimiz zaman insani oluşum başlıyor, meleki oluşumun üstünde hilâfet 45

47 oluşumu, insâni oluşumu vardır. İşte nefsi emmare dediğimiz şey çocuğun kendi varlığında mevcuttur. Esfeli safilinde bu mevcud olan yaşantı içersinde kaldığı zaman burası esfeli safilin olmuş oluyor. Yani tenezzülün, mertebelerin aşağıların aşağısı en alt düzeyidir. Bizim kendi karakteristik yapımızla, kendimizin esfeli safilini oluyor, o kişinin esfeli safilini oluyor. Genel esfeli safilin olmuyor. O zaman herkes aynı durumda, emmarede olması lazımdır. İşte biz burasını kendi yaşantımıza göre, kendimize ya esfeli safilin yapıyoruz, ya Mescid il Aksa, Mescid il Haram yapıyoruz. Veya vuslathane yapıyoruz. Çocuklar dünyaya dönük yaşantı içerisinde olduklarından evvela kendilerinde nefsi emmare kaynaklı faaliyet, fiiller ortaya çıkıyor. Benim olsun diye enesi 43 evvela ortaya çıkıyor. İşte bu yönlendirilirse Hakk&#;a doğru gidiyor, kişi yönlendirilmezse nefsi emmarenin içerisinde boğulup kalmış oluyor. Düşündün mü hiç kardeşim, Bu âlemde nedir işin? Dünyaya sebebi gelişin, Âdem olmakmış meğer. Yani nefsi emmare, levvamede kalmak değil ama buradan yola çıkarak bunlara uğramadan da bir yere gidemiyorsun, o zaman onlar olmazsa olamıyorsun. Nefsi emmaren olmazsa dünyaya gelemiyorsun, melek olarak melekût âleminde kalıyorsun. Dünyaya gelmen için bu vasıflarla vasıflanman lazımdır. Yani eksi ve artı vasıfların hepsiyle vasıflanman lazımdır. Ki o zaman bütün esmâ-i İlâhiyyenin zuhuru sende olsun. İşte Âdeme isimleri 43 Benliği, egosu 46

48 öğretti, bu hem müsbet hem menfi 44 isimlerdir. Aslına bakarsan ne müsbet var, ne menfi var Hakk&#;ın huzurunda hepsi Hakk&#;ın sıfâtıdır. Dünyaya sebebi gelişin, Âdem olmakmış meğer. İlim öğrenmekten gaye, Ulaşmak içinmiş yâre. İlmin sonunda paye, Arif olmakmış meğer. Âlim olmakmış değil, arif olmakmış. İşte bütün insanın uğraşması, irfan ehli olması, evvela nefse arif, sonra rabb-ine arif olması, daha sonra kendi gerçeğine arif olması içindir. Her yönüyle hep kemâlde, Görünür varlık cemâlde. En güzel oluş herhalde, İnsân olmakmış meğer. Sırayla Âdem oldun, arif oldun, insân oldun. Bunlar insânın vasıfları mertebeleridir. Aç gönlünü Hakk&#;tan yana, Neler ulaşır sana. En güzeli Allah&#;a, Habib olmakmış meğer. Necdet&#;ten dinle bu sözü, Hakk&#;tan ayırma hiç özü. Bu dünyanın gerçek tadı, Ölmeden ölmekmiş meğer Olumlu, olumsuz 47

49 SALÂTEN DAİMETEN 45 &#;&#;Salâten daimeten. Onlar devamlı namaz halindedirler&#;&#;. Bu ne demek? Beş vakit namaz ef&#;âl âleminin yani fiiller âleminin namazıdır. Salât-el vusta 46, esmâ âleminin namazı, yani Rubûbiyyet, &#;dur rabb-in namazda&#; dediği yerin namazıdır. Salâten daimeten sıfât mertebesinin namazıdır. Salât-ı vusta ef&#;âl âlemiyle sıfât mertebesi arasındaki vasıta namaz, ara namazıdır. Araya yani salâtı vustaya ermeden salâtı daimiye ulaşmak mümkün değildir. Bu vusta denilendir. İkindi, sabah, bunlar fiiliyyattaki izâhlardır. İkindi namazı ifadesi sûretteki cevabı, ama bâtındaki hakiki cevabı esmâ âleminde kılınan namazdır. Rubûbiyyet mertebesinde tatbik edilecektir. Vusta ara namazı, yani bağlantıyı kuruyor. Esmâ âlemi yaşanmazsa, sıfât âlemine nereden çıkılacaktır. ALLAH&#;IN KADEHLERİ &#;&#;İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir. Kendini bilmezsen ya nice okumaktır? 47 &#;&#;, büyüklerimiz vaktiyle demiştir. İşte ilimden kasıt irfâniyet ilmidir. Gökyüzü ilmi, denizler altı ilmi değildir. &#;&#;Nefsini bilen rabb-ini bilir&#;&#; ilmidir. Dağları, denizleri bilen Allah&#;ı bilir, demiyor. 45 (Meraric 70/23) 46 (Bakara 2/) 47 Yunus Emre 48

50 Geçmiş tarihi bilen, taş devri, cilalı taş devri bilen Allah&#;ı bilir demiyor. Nefsini bilen rabb-ini bilir. Rabb-ini bilir diyor, Allah&#;ı demiyor. Çünkü nefis Rubûbiyyet zâtından meydana gelen bir hadisedir. Rubûbiyyetin zâtından bizim nefsimiz kaynaklanıyor. Ama bizim varlığımız, hakîkatimiz Allah&#;ın zâtından meydana getirilmiştir. Özümüz, hakîkatimiz Allah&#;ın zâtındandır. Ruhumuz da Allah&#;ın zâtından diyebiliriz. Ruhani tarafımız, aklımız da var bunun içinde, aklı külldende var. Elimize bir avuç zeytin aldık, sıktık onu zeytinyağı yaptık. İşte o yağın bir damlası zeytinden meydana geldiği için, bir damlayı tanıyan zeytinin tamamını tanır. Veya bir zeytini tanıyan tonlarcasını idrâk eder. Denizden bir bardak su alıp ta onu incelemişseniz bardağın içerisindeki denizin ta kendisi olduğundan denizi görmenize gerek yoktur. Bardağı tanıyan denizi tanıdı demektir, bunda şüphe yoktur. İşte bizde İlâhi âlemden gelen ruhların kadehleriyiz. Mevlânâ Hazretleri bir teşbihinde o kadehlerden ki; içki içtiler haşra dek sarhoş oldular, diyor. Allah&#;ın kadehlerinden içenler sarhoş oldular. Allah&#;ın kadehleri kimlerdir, nedir yani, porselen kaplar mı? Fafur diyorlar bunlara eskiler. Allah&#;ın kadehleri Allah&#;ın hammallarıdır. Allah&#;ın kadehleri insânlardır, yani insânı kâmillerdir. Kim ki insânı kâmil lisânından "vesekahum Rabbuhum şaraben tahura 48 "yı tattı işte onlar ebedi hayata ulaştılar. Onlara ne mutlu ki bunlar âlemin en şanslı insânlarıdır. Kim o kadehten dökülene kadehlik yaparsa ve o kadehten de kendisi içerse 48 (İnsân 76/21) 49

51 şanslıdır. İşte insan o suyu içmekle ancak tahir olabiliyor. Tahirun 49 zümresine ulaşmış oluyor. DERVİŞLİK EN ASALETLİ MESLEKTİR Farz namazına başladık, önümüzde imam tekbir getiriyor namaza devam ediliyor. Elhamdülüllahi rabb-il âlemin deniyor. Hamdolsun ki daha hayatımız var. Errahmanirrahiym; Rahmân ve Rahiym olanın yaptığı işlere bakın, küçücüktü hiç yoktu ortada, geldi bir hayat sahibi oldu, bir seyir sürdürdü 50 sene sene ve kimse onun ağlamasına, acımasına, arkada kalanlarına, önde bıraktıklarına hiç birine bakılmadı, gözyaşı dinlenmedi. Cenâb-ı Hakk&#;ın oradaki Kahhar ve Cebbar esmâsı öyle bir faaliyet gösterdi. Biz biliriz ki Rabbimiz çok merhametlidir. Yok, canım sende merhametli olduğu kadar gazabı da var. Çünkü kuralları var. Bizim gözyaşımıza bakıp ta merhamete gelecekte annemizi almayacak, babamızı götürmeyecek değildir. Sen istediğin kadar gözyaşı dök dur. Benim iradem burada söz konusu diyor. Benim takdirim söz konusudur. Yani benim muradım söz konusu, seninki değil diyor. Eğer bizim gözyaşımıza baksa kim annesini, babasını, oğlunu, kızını verir de gönderir o tarafa imkan mı var? Demek ki bizi dinleyen yok, O sistemini dilediği gibi kullanıyor. Neden? Çünkü Amir, Mürid, irade edendir. Dervişlere Mürid ismi çektirirler, dervişlere mürid derler. Biz bu kelimeyi, mürid ismini, dervişlik yani basit, tevazu sahibi gibi zannederiz. Yok, hiç öyle değildir. Mürid irade eden demek, işte Hakk yolunda, ben bu yola gideceğim, başımı koydum sonuna kadar gideceğim, diye 49 (İnsân 76/21) 50

52 irade sahibi olan kimsenin adı Mürid dir. Yoksa derviş bir lokma, bir hırka, yat orada bir parça, kalk orada bir parça, ne bulursan onu ye, dervişlik böyle pejmurdelik değildir. Dervişlik belki sanatların içerisinde en yüce ahlaka, en yüce iradeye sahip olan kimsedir. Mesleklerin içerisinde en asaletli olanıdır. Neden? Bak Allah&#;ın talebesi oluyorsun. Diğer okullarda o okulun gerektirdiği formayı istiyorlar, o okulun asaletini istiyorlar. Biz Allah okulunda okuyorsak onların hepsinin üstünde bir asalete sahip olmamız gerekiyor. Hep yanlış anlamışız bir lokma bir hırka, derviştir vur tekmeyi gitsin. Bana tekme vurunca ben de sana bir yapıştırırım görürsün dervişliğin ne olduğunu, ama tabi bunların da hep yerleri var, mertebeleri var. Îsâ (a.s.) İncil-de ne diyor? Sana birisi yanağına bir tokat atarsa, sen öteki yanağını da çevir ona diyor. O da ayrı bir mertebedir. İşte burada mühim olan işin asaleti, her şeyi yerinde kullanmak, kendi düzeyinde kullanmaktır. Bunun için de irfâniyet gerekiyor, tabî bilinç gerekiyor. Biz bunları birbirine karıştırıyoruz. İşte 4 rekâtlık farz namazının 1. Rek atı ef&#;âl mertebesi itibariyle kılınıyor. 2. Rek atı esmâ mertebesi itibariyle kılınıyor. Ef&#;âl ve esmâ mertebelerinde teferruat olduğundan zammı sûre, yani fazla bilgilere ihtiyaç vardır. Ama sıfât mertebesine geçildiği zaman, ef&#;âl ve esmâ, yani teferruat kalkmış zâti tecelli sadece ortada kalmış olduğundan, teferruata gerek olmadığından, Hamd sûresinin okunması orada yeterli oluyor. Hele farz namazlarında, zât mertebesinde hiç teferruata gerek kalmıyor. Farz namazları Allah için kılınan, sünnet namazları Peygamber için kılınan namazlardır. Yani genel olarak 51

53 sünnetler ef&#;âl âlemi namazı, farzlar zât âleminin namazıdır. Onun için sünnetlerin 4 rek atında da zammı sûre vardır. Çünkü orası faaliyet sahası, ilim öğrenme sahasıdır. Ama sıfât ve zât mertebelerinde bu oluşumlar aşıldığı için, zâti tecelli orada olduğu için teferruata gerek yok. Onun için zammı sûre orada okunmaz. Bunlar rasgele, tesadüfi konan kurallar değildir. TAHARET Bazı Kûr&#;ân-ı Kerim&#;lerin dış yüzünde "Lâ temessehu illa mutahharun 50 " diye bir âyet var. Bunun hakîkati nedir? Kısaca onun üzerinde durmaya çalışalım. Lâ yemessehu; buna dokunmasın, temas etmesin. Peki, niye geldi? Temas etmek, hemhal olmak için Kûr&#;anı Kerim gelmedi mi? Kendisini bunun içerisinde anlatmadı mı? Biz buna temas etmezsek tutmazsak ahdi misak yaptık ezelde bunu yerine getirmezsek dünyadaki işimiz herhangi bir varlık gibi dünyadan geçeriz, Allah&#;la ilgimiz olmaz. Cenâb-ı Hakk kendi zâti tecellisi için bizi buraya gönderdi. Zâtının zuhuru için buraya gönderdi. Başka ifade ile de ef&#;âlinin, esmâsının, sıfâtının zuhuru için gönderdi. Onun için mükerrer olarak halk etti. &#;&#;Ve kerremna beni âdeme 51 " âyetinde belirtildiği gibi kerem tacını üstümüze koydu. Bir söz vardır padişahların bir tacı vardır ama ariflerin dört tacı vardır. Bunu nasıl kazandılar? Terki dünya, terki ukba, terki hesti( kendini), terki terk ile elde ettiler. 50 (Vakıa 56/79) 51 (İsrâ 17/70) 52

54 İşte kemâlatımıza burada ulaşmamız gerekiyor ki bunu tutabilelim. Âyetin başında evvela kimse temas etmesin diyor, illâ illel mutahharun 52, ancak tahir olanlar bunu tutsun. Taharetin birinci şartı gusül ve namaz abdesti ve üstümüzün başımızın olabildiği kadar temiz olmasıdır. Burada eskilik değil temizlik söz konusu olandır. Bu temizliği yaptıktan sonra zâhiren, bâtınen de ruhani temizliğimizi yapmamız gerekiyor. Yani bir hadiste Efendimiz (a.s.v.) buyurdular ki; vücudike zenbike, senin vücudun senin için en büyük günahtır. Eğer bu vücud bizde ariyetse 53, günahsa hangi yönden günah oluyor onu bilmemiz lazım. Cenâb-ı Hakk bize lütfedip vermiş olduğu bu vücudu biz günaha çeviriyoruz. Yani biz taharetten günah işlemek sûretiyle uzaklaştırmış oluyoruz. Neden zenb oluyor varlığımız? Ona sahip çıktığımız için, buna yöneldiğimiz için, bununla yaşadığımız nefsâni bir hayat sürdürdüğümüz ve buna ben dediğimiz için varlığımız zenb oluyor. O zaman büyük şirk işlemiş oluyoruz. Şirk de günahların büyüğüdür. Farkında olmadan bazen iyi niyetle yaptığımız şeyler dahi şirk hükmünde oluyor ama Cenâb-ı Hakk buradaki iyi niyete bakarak onu şirk hanesine yazmıyor. Onun lütfundan, ama bizlerin bu ince noktaları bilmemiz gerekiyor ki ilâhi varlıkla olan münasebetlerimizi belirli bir kalitede, belirli bir muhabbet ve güzellikte tutalım. Bir padişahın huzurunda da kul edebini takınması lazım, kendi yerini bilmesi lazımdır. Padişah padişahlığından onun lütfundan kulunun yaptığı bazı avami hâllere bakmayabilir, hoş görebilir. Ama kul o 52 (Vakıa 56/79) 53 İğreti, ödünç. 53

55 hâllere düşmemesi gerekiyor. İşte biz de Allah&#;ın kulları, zuhur mahalleri olduğumuzdan Allah&#;la olan münasebetlerimizi en ince, en hassas şekilde sürdürmemiz gerekiyor. Bunu böyle yapabilmemiz için de beden kaydından kurtulmamız gerekiyor. Bizim en büyük takıntılarımızdan bir tanesi şartlanmalar içerisinde yaşamaktır. Yani kendi kendimizi sınırlama içerisinde yaşamaktır. İnsân hiç bir şeyle sınırlanmaz, çünkü ufku arşı alaya kadar açıktır. Ama bu demek değil ki her türlü hâli kullanarak her türlü kötülükleri yaparız, o mâ nada sınırlamak değil, tefekkür mertebesinde sınırları aşmamız gerekiyor. Eğer bizde Allah ruhu mevcutsa ki ruhumdan nefyettim 54 bunu Allah öyle diyor. O&#;nun ruhu varsa bizde bunu tefekkür düzeyinde kim ne şekilde sınırlayabilir. İşte biz bu hakîkati gerek eskiden beri gelen bir eğitim sistemi içerisinde gerek günümüzün şartları zorlamaları içerisinde gerek kendi gayretsizliğimiz sebebiyle kendi kendimizde o sonsuz açılımı sınırlamış hale getirmişiz. Ve kendimizdeki kapasiteyi çok düşük bir seviyede kullanmaktayız. O hâlde yapılması gereken insanın saf ve temiz bir gönülle düşünceyle evvela ne yapması gerektiğini tespit etmesi ön plana çıkmış oluyor. Bunu tesbit ettikten sonra da tatbikatı kalıyor. Kişi kendinde mevcut olan hakîkatleri idrâk etmeye başladığı zaman tahirler zümresine ulaşmış oluyor. Zâhirde ki taharet fiili bir temizliği yapmak, bâtındaki taharette düşüncede ki, muhabbette ki ve olması lazım gelen hakîkatleri idrâk etmekle mümkün oluyor. 54 (Hicr 15/29) 54

56 HAMELE-İ KÛR&#;ÂN Kûr&#;ân-ı Kerim&#;i ezberleyenlere hafız diyorlar. Hıfz edici, yani tutan bir bakıma muhafaza edendir. Ama hafızların bir başka ismi daha var; hamele-i Kûr&#;ân, Kûr&#;ân&#;ın taşıyıcısıdır. Acaba öyle mi, Kûr&#;ân&#;ı taşımak ne demek? Bir kimse ne kadar âyet, sûre ezberlemişse o kadarını da taşıyıcı oluyor. Ama eğer bu kişi okuduğu ezberlediği âyetin mâ nasına vakıf değilse, ayrıca mâ nasını tercümesinden okumuşsa onu da biliyorsa ama o mâ nada mevcut olan hakîkate ulaşamamışsa onun taşıdığı Kur&#;an değildir. Hangisidir? Kûr&#;ân&#;ın ef âl mertebesi itibariyle taşıyıcısıdır. Eğer mâ nasına biraz nüfus etmişse esmâ mertebesi ile taşıyıcıdır. Sıfât mertebesi, zât mertebesi itibariyle taşıyıcısı değildir. Neden? Varlığında o yönü yoktur. Kûr&#;ân-ı Kerim&#;in 4 mertebesi var. Yani Cenâb-ı Hakk 4 kanaldan Kûr&#;ân-ı Kerim yayınını yapıyor. 5. kanal onu dinleyici alıcı kanal, yani İnsân-ı Kâmil dir. Birinci kanalda ef&#;âlden bahsediyor, fiillerden bahsediyor. Yani buna muhkem âyetler diyorlar. Namaz şöyle kılınacak, oruç böyle tutulacak. Bakara sûresinde &#;&#;oruç geçmiş ümmetlere yazıldığı gibi size de farz edildi 55 &#;&#; diyen âyet muhkem âyettir. İkinci kanalı, isimler esmâ âleminden bahsediyor. Esmâ ül hüsnanın nûrundan bahsediyor, yani melekût âleminden bahsediyor. Üçüncü kanalı sıfât mertebesi, ceberrut âleminden bahsediyor. Yani başka ifade ile Hakîkat-i Muhammedi&#;den bahsediyor. 55 (Bakara 2/) 55

57 Diğer kanalında da zât mertebesinden bahsediyor. İşte esas Kûr&#;ânı taşıyanlar zât mertebesi itibariyle yani Ulûhiyet mertebesi ile idrak edenler esas Kûr&#;ân-ın hammalı, taşıyıcısıdır. Yani Zât mertebesinden taşıyıcısıdır. "Venefahtü"nün hakîkatini yaşayan onu taşıyor demektir. Biz lisânen herhangi bir şeyi bilsekte kafamızda gönlümüzde yoksa onun taşıyıcısı değiliz. Peki nesiyiz? Lafzını söyleyici, aktarıcısıyız. ULÛHİYYET MERTEBELERİ Sahabe-i kiramdan Ebû Reyz isimli bir sahabe; &#;&#;Ya Rasulâllah bütün bu âlemler halkedilmezden evvel Allah neredeydi?&#;&#; diye soruyor. (A.V.S) Efendimiz de buyuruyor ki; "O bir â&#;madaydı. Altında ve üstünde bulut olmayan bir â&#;madaydı&#;&#; diye böyle bir tarifi var. Altında ve üstünde buluttan maksat, altında ve üstünde bu âlemler yoktu, bir â&#;maiyet hâlindeydi. Yalnız buradaki â&#;ma bizim anladığımız gözü görmeyen değil, isim benzerliği var. Bunun özelliği kendi kendinde iken, kendi kendine var iken, kendi kendine ayan ama dışarıya kapalı olandır. Dışarısı olmadığı için zaten mecburen dışarıya kapalı olandır. Bütün bu âlemler var olmazdan evvel yok iken Allah var idi. Bir gün (a.v.s.) Efendimiz bir hadisi şerif buyurdular. "Allah var idi, onunla birlikte hiç bir şey yoktu". Hz. Ali Efendimiz bu sözü işittiği zaman "el an kema kan, şimdi de öyledir. Allah vardır, O&#;nunla birlikte hiç bir şey yoktur" dedi. Şimdi â&#;ma bilinmezlik hâli, yani dışardan bilinmezlik hâlidir. Biz şu odanın içerisinde oturuyoruz. Dışardan bizi kimse bilmiyor. Dışardan bizi kimselerin 56

58 bilmemesi bizim yokluğumuz hükmünde değildir. Â&#;maiyyet bu halde yani hiç bir tecelli zuhuru ve ifşası yoktur. Kendi kendiyle mevcut, başkaları diye bir şey yoktur. Kimse tarafından bilinmiyor. İşte bu hâldeyken &#;küntü kenzen mahfiyyen&#;, yani ben gizli bir hazine idim bilinmekliğimi sevdim ve bu âlemleri halk ettim. Bakın oradaki o muhabbet, sevgi kelimesi bütün bu âlemlerin kaynağını meydana getirmiş oldu. İşte bütün bu âlemlerin özünde, kaynağında muhabbet var. O muhabbet ile kuşlar kendi karınları aç yuvalarından çıkıp yiyecek topluyorlar, getirip çocuklarına yediriyorlar, kalanı da kendileri yiyor. O muhabbet yüzünden böyle yapıyorlar. Yoksa gezer dolaşır, karnını doyurur. İçindeki muhabbet onu bu yola sevkediyor, çünkü özünde var. Hayâtın kaynağı muhabbete dayanıyor. Ama zaman içerisinde bu muhabbet bazıları tarafından tam ters olarak kullanılıyor. Bu enerji düşmanlığa çevriliyor. Ama aslında düşmanlık diye yapılan şeyin de kaynağı muhabbet, bunun farkında değiliz. Yani Cenâb-ı Hakk gizli bir hazine iken, kendi âleminde kendi varlığında kendi kendine iken bu kendindeki varlığı seyretmeyi murad etti yani buna muhabbet etti. Mesela bir ressam var evinde oturuyor. Kafasında projesi var resim yapacak. Başlıyor resimleri yapmaya, sonra onu sergiye çıkartıyor. Ressamın neresindeydi bunlar, özünde mevcuttur. Özünde olmayan şeyi zaten o tuvalin üstüne koyması mümkün değildir. İşte Cenâb-ı Hakk bütün bu âlemlerde kendi içinde var olan esmâ ve sıfâtlarını zuhura çıkarmayı diledi ve bu âlemlerde onların görüntüsünü ortaya koydu. Bu âlemler Allah&#;ın esmâ ve sıfâtlarının zuhur mahallinden, 57

59 görüntüsünden başka bir şey değildir. Bu âlemlerin kendine ait bir varlığı yoktur. Âlem diye ayrıca bir varlık yok, eğer hem âlem var hem Allah var dersek şirk koşmuş oluruz, ikilik olur. İşte â&#;ma hâlindeyken yani bilinmezlik hâlindeyken kendi kendini bilir ama dışardan bilinmez iken kendindeki bu güzelliği, özelliği ifşa etmek, ortaya çıkarmak istedi. Ve bunun neticesinde ilk tecellisini yaptı. Bunun ne tarihinden ne zamanından haberimiz var. Zaman ötesi bir zaman, bu beyinler onun zamanını almaz. Evvela â&#;maiyyet mertebesinden ahadiyyet mertebesine tecelli etti. Yani ilk ifşası kendi kendini veya ilk açılımı diyelim veya üstündeki kabuğu şöyle bir yayması dışa doğru açma, ahad, kul hüvallahü ehad bu mertebenin ifadesidir. &#;&#;Deki O Ahaddir, birdir.&#;&#; Sameddir aynı zamanda, yani hiç bir şeye ihtiyacı yoktur Ahadiyyet mertebesinde, O İlâhi zâtın 2 özelliği ortaya çıktı. Â&#;maiyyette hiç bir özelliği yok iken, Ahadiyyet mertebesinde 2 özelliği ile ana hatlarıyla zuhura geldi. Neydi bunlar? Eneiyyeti, inniyyeti, yani benliği, diğeri de hüviyyetidir. Nasıl bizim hüviyyetimiz var, onun içinde ismimiz yazıyor. Annesi, babası, şu kütükte yazılı hüviyeti onu tanıtan özellikler ama cem, mücmel olarak var. İşte burada eneiyyeti kendi hakîkatinin toplu bulunduğu hâldir. O iki hâlinden birisinde eneiyyeti kendi zâtının şifresi, ilmidir. Hüviyyeti de meydana getireceği bu âlemlerin şifresi, nüvesi özüdür. Hüviyyet çünkü tanıtmanın teferruatıdır. İşte eneiyyeti kendi zâtının kaynağı, hüviyyeti ise bu âlemlerin kaynağıdır. İki kaynak iki ana oluşumdur. Biri bu âlemlerin, biri de kendi varlığının oluşumudur. 56 (İhlâs sûresi) 58

60 Mûsâ (a.s.)&#;a Tûr Dağında nasıl seslendi; &#;&#;İnni enallahü rabb-il âlemin &#;&#; Diye seslendi. İşte bu hüviyyetinden seslendi, kendi hakîkatinden seslendi. &#;&#;Ve, fe eynema tüvellü fesemme vechullah. 58 &#;&#; âyetinde de hüviyetinin genişliğini anlattı. Nereye bakarsanız benim vechim ordadır, dedi, bu kadar açık olarak hüviyyetinin genişlemesi, diğeri de inniyyetinin açılmasıdır. Sonra bir tecelli daha buradan yaptı inniyyeti ve hüviyyetiyle birlikte, oradan da Vahidiyyet mertebesini ortaya getirdi. Biri Ahadiyyet biri Vahidiyyetdir. Bunların ikisi de bir ama birliklerin özelliği başkadır. Peki, Ahadiyyet ile Vahidiyyet arasında ne fark oldu. Vahidiyyet mertebesi aynı zamanda Ulûhiyyet mertebesi, yani Allah lık mertebesidir. İşte Ahadiyyet mertebesi Allah&#;lık mertebesini ortaya çıkardı. Yani Allah kelimesinin en üstün olduğu, daha üstün bir kelime olmadığı kanaati kafamızda vardır. Ama böyle kafamızda olduğu gibi değildir. Â&#;maiyyet, Ahadiyyet ve Vahidiyyet, Vahidiyetle Ulûhiyyet aynı mertebenin ifadesidir. Ve bu mertebede yani ayrıca Vahidiyette bir de Rahmâniyet var. Ulûhiyyet, Vahidiyyet, Rahmâniyyet bir mertebenin kendi içindeki bölümleridir. İşte Vahidiyyet mertebesi bütün bunları toplamış hâlidir. Bu mertebenin amiri de Ulûhiyyettir. Hani Rahmân sûresinde geçiyor ya; &#;&#;errrahman allem el Kûr&#;ân, halak al insân ve allemeh ul beyan&#;&#; 59 bunu ifade ediyor. 57 (Kasas 28/30) 58 (Bakara 2/) 59 (Rahmân 55/) 59

61 Yani Rahmân Kûr&#;ân&#;ı talim etti. Orada çok ince bir mesele var. Tefsirlerde bunun tam tersidir. Kûr&#;ân Rahmân&#;a talim ettirdi. Kûr&#;ân zât olduğundan, Râhman da sıfât olduğundan, Rahmân Kûr&#;ânı talim etti, yani Rahmân Kûr&#;ânı öğrendi. Yani Kûr&#;ân Rahmân&#;a ne olduğunu öğretti. Ve bu eğitim neticesinde de, Rahmân insânı halketti. Rahmâniyyet mertebesinden insân zuhura geldi. Ve allemeh ul beyan. Ve o insana da bu hakîkatleri anlatma özelliğini verdi. Bir şey vardır öğrenirsiniz ama anlatamazsınız. Anlatmak ayrı bir konudur. İşte Rahmân bunu da öğretti insana, her birerlerimize, bu hakîkati de verdi. Yani öğrendiğini anlatma hakîkatidir. Şimdi Vahidiyyet mertebesinin 3 özelliği; biri Ulûhiyyeti birisi Vahidiyyeti, biri Rahmâniyyetidir. Ulûhiyyeti bu bütün oluşuma hakimdir. Vahidiyyeti bütün bunların tek şey olduğunun ifadesidir. Rahmâniyyeti de, sıfâtı subûtiyyesiyle hayât, ilim, irade, kudret, kelâm, semi&#;, basar sıfâtlarının burada zuhura çıkmasıdır. Ahadiyyette 2 özelliği vardı. Ulûhiyyette, vahidiyyette sıfâtları meydana geldi. Sıfâtı subûtiyye, sıfâtı zatiyye meydana geldi. İşte bunlar da Ulûhiyyetin kaynağıdır. Bunlar Rahmâniyyetin üstünde zuhura geldi. Yani Rahmân tecellisi içerisinde faaliyete geçti. Bismillahirrahmanirrahim diyorya öyle bir şifreki o besmele, anahtardır ki Allah&#;ın varlığında Rahmân esmâsı ile Rahimiyyetini faaliyete geçirdi. Orada rahimden kasıt Rabb-dir ayrıca. Allah, Rahmân ve Rabb. Bakın besmelede, Îsevîyyet benzeri bir şey vardır. Cenâb-ı Hakk&#;ın 3 asli vasfı vardır. Allah, Rahmân ve Rahim vardır. Ama bunların hepsi aynı tek şeyin özelliğidir. Îsevîyyette de teslis vardır, üçlük vardır. Orada ebâ ve ebi ve ruhul kudüs. Muhyiddin-i Arabi bu 60

62 hristiyanların besmelesidir der ve bu doğrudur. Bizim nasıl besmelemiz &#;bismillahirrahmanirrahim&#; yani Allah, Rahmân ve Rahim sözcükleri ana kaynak oluşturuyor. Bir de kelime-i tevhid de tabi ana kaynaktır. Onların da ana kaynakları, eba ve ebi ve ruhul kudüstür. Baba oğul ve kutsal ruhtur. Onların besmeleleri de budur. Onunla başlıyorlar zaten ayinlerine de her şeylerine de eba ve ebi ve ruhul kudüs ile başlıyorlar. Bu üçleme bizde de var ama bizdeki tek şeyin değişik izahları yönünden var. Onlar 3 ayrı şey gibi bunu gösteriyorlar. Rahmâniyyet bir tecelli ediyor, yani bir coşuyor ve buradan da esmâ-i İlâhiyyeyi meydana getiriyor, yani esmâ-i hüsnayı meydana getiriyor. Orası ne oluyor Rubûbiyyet mertebesi oluyor. Yani Rabb terbiyecilik mertebesi oluyor. Başka ifadeyle esmâ mertebesi oluyor. Daha başka ifadeyle Melekût mertebesi zuhura geliyor. Yukarda ayan-ı sâbite Ulûhiyyet mertebesidir. Ayan-ı sâbite dedikleri, sabit ayanlar var. Bir tecelli ettiğinde yani hep zuhura doğru yaklaşmış oluyor. Orası da âlemi Melekût, ruhlar âlemidir. Ruhlar âlemi de iki bölümdür. Biri Misâl âlemi, biri Melekût âlemi diye iki bölümü var. Misâl âlemi bizim bu şehadet âleminin bir üstündedir. Rûyaların kaynağı işte orası, rûyalar Misâl âleminden geliyor. Onun için, misâlli olduğu için tabir gerekiyor. Â&#;maiyyetten bir tecelli Ahadiyyet mertebesi ortaya geldi. Ahadiyyet mertebesinde iki esas ortaya çıktı. Ahadiyyet mertebesinden bir tecelli Vahidiyyet mertebesi, Vahidiyyet mertebesinde de Ulûhiyyet ve Rahmâniyyet mertebesi zuhura geldi. Rahmâniyyet mertebesi bir tecellide bulundu. Bunlar, o derya taştı yeni bir derya meydana getirdi, diye de ifade ediliyor. Ulûhiyyet deryası taştı, Rubûbiyyet deryasını meydana getirdi, yani ruhlar âlemini meydana getirdi. Ruhlar âlemi de bir derya taştı, 61

63 yani kendindekini açtı, özelliğini zuhura getirdi, mülk âlemini, yani şehadet âlemini, yani bu âlemi meydana getirdi. İşte bu âlemlerin oluşmasıdır. Bu islâm dininin getirdiği gerçek ilimdir. İslâmın geldiği güne kadar böyle bir ilim diğer dinlerde yani o bölümlerde yok, olması mümkün değildir. Çünkü &#;el yevmü diniküm ekmeltü&#; 60 âyetiyle birlikte bunlar kemâle ermiş oldu. Diğer dinlerde böyle bir kemâlat yok, zaten olamaz. Onlar ara bölümleridir. İşte islâm dini 5 bölüm üzeredir. Ef&#;âl âlemi, esmâ âlemi, sıfât âlemi, zât âlemi ve insân-ı kâmil dir. Yüzde üzerinden hesaplarsak yirmişer puanları var bunların, ortalama tabi genel olarak. Bütün bu mertebeleri içine alan insân-ı kâmil ile birlikte yüzde yüze ulaşıyor. Eksikliğimiz nedir? Bu ayna içerisinde çok güzel seyretmemiz lazım. Bunları biz bir tarafa bırakmışız. Sadece bu ef&#;âl âlemiyle uğraşıyoruz. Yani bu et kemiğin hukukuyla uğraşıyoruz ve bunu islâmın tamamı zannediyoruz. Namazı kıldık, parmakların arasında kuru kalmadı, sakalı dört parmak, sarığı şu kadar, cuma günü şunu ettik, çarşamba günü bunu ettik. Bu bilgiyi islâmın genel bilgisi olarak kabul etmişiz, burada çakılıp kalmışız. İslâm dinini tefekkür dini değil, fiil dini hâline getirmişiz. Saplantımız bu işte, bizi zincirleyen de bu anlayış, bunun kırılması lazımdır. Ef&#;âl âlemi Melik isminin zuhurudur. Mülk, melikiyyet ef&#;âl âleminin tecellisi ile bu âlemler sona ermiş oluyor. Yani âlemlerin düzeni tecelli-i ilâhiyye fiziksel olarak, zâhir olarak neticeye varmış oluyor. Ama bununla iş bitmiyor. Niye bu âlemler halk edildi bir de onu sormamız gerekiyor. İşte &#;&#;levlâke levlâk velâ halakt ül 60 (Maide 5/3) 62

64 eflâk Vemâ erselnâke illâ rahmeten lil âlemin&#;&#; Ey Habibim sen olmasaydın bu âlemleri halketmezdim. Cenâb-ı Hakk&#;ın bizim peygamberimize vermiş olduğu şu yüce değere bakınız. Yani insâna, insânı kâmile değere bakınız. Seni bu âlemlere rahmet olarak gönderdim, zulüm zahmet olarak değil diyor. Batılılar da buna şükran borcunda, doğulularda, Afrikalısı da, kuzeylisi de, güneylisi de, bütün âlemlerin Hz. Rasulûllah&#;a şükran borçları var. Çünkü O&#;nun yüzü suyu hürmetine bu âlemler hâlk edildi. Hazreti Muhammed dediğimiz zaman biz O&#;nu sanki bizler gibi eli ayağı var, boyu şu kadar gibi bazı özelliklerini anlatarak, fizik beden varlığıyla tanımaya çalışıyoruz. Halbuki, O fizik bedenden meydana gelmiş bir varlık değildir. Daha Â&#;maiyyetten Ahadiyyete, Ahadiyyetten Ulûhiyyete tenezzül ettiği zaman Hazreti Rasulûllah&#;ın varlığı meydana getirildi, fizik bireysel varlığı değil, Hakîkat-i Muhammedi olarak O&#;nun hakîkatidir. Bütün bu âlemler Hakîkat-i Muhammedi&#;den başka bir şey değildir. Bu âlemlerin ikinci aldığı isim budur. Vahidiyyet mertebesinde Hakîkat-i Muhammedi olarak programlandı bu âlemler, Muhammedî hakîkatler diye proglamlandı. Biz Muhammed dediğimiz zaman ferd, vahid diye bir şey silüetimize geliyor. O nedir? Şimdi onu ayıralım. Hazreti Muhammed dediğimiz kimlik varlık, Cenâb-ı Hakk&#;ın insânlara bu âlemde gönderdiği rahmetinden başka bir şey değildir. Hazreti Muhammed, Hakîkat-i Muhammedi&#;nin sûretlenmiş şeklinden başka bir şey değildir. Hazreti Muhammed&#;i biz gördüğümüz gibi yani bizim gibi bir insân değil arka planı, öz hakiki planıdır. 61 Hadis-i Şerif 62 (Enbiya 21/) 63

65 O&#;nun gölgesi yere düşmezdi, nûr çünkü kendisi, mâ nadan ibarettir. Ve Muhammed isminde 3 tane nûr var. Hamd ve mim ler var. Hamd makamı mahmudun sahibi, hamd edilen makamdır. Biri müstakil diğeri iç içe şedde içinde 3 tane mim var. Bunun bir tanesi Hazreti Rasulûllah&#;a peygamberlik gelmezden evvelki Muhammed ül emin mertebesi. 43 yaşına kadar süren devre, eminlik devresi. Ondan hayatının sonuna kadar süren devresi 23 senelik devresi Hazreti Muhammed&#;lik devresidir. Bütün bu devreleri içine alan da, bütün bu âlemleri kapsayan da Hakîkat-i Muhammedi devresidir. 3 mim in ifadeleri bunlardır. Biri, Muhammed ül emin, biri Hazreti Muhammed, biri Hakîkat-i Muhammeddir. Bunlar hep Hazreti Rasulûllah&#;ın vasıfları, değişik özellikleridir. İşte biz de O&#;nu bizler gibi bir insan zannedersek hiç tanımıyoruz demektir. Onun için kendisi 2 hasletinden bahsederken &#;ene mislüküm beşer&#;, bende sizin gibi bir beşerim, demek sûretiyle bu bedeninden bahseder. &#;İllâ yuha ancak bana vahy edilir&#; dediği Hakikat-i Muhammedi tarafından bahseder. 63 Ben de sizin gibi beşerim, demek suretiyle Muhammed ül emin ve Hazreti Muhammed devrelerinden bahseder. Ama diğer demesiyle bana vahy olunur, Ulûhiyyetteki bağlantısını, yerini gösterir. Onun için yapılması gereken şeylerin başında gelen evvela kendimizi tanımak, sonra Peygamberimizi tanımak, oradan da Allah&#;ı tanımaktır. İşte bütün bu mertebeleri idrâk eden kişi aynı zamanda mi racını yapmış demektir ve islâmiyeti en geniş en güzel şekilde derli toplu anlamış demektir. Kafa yapımız yerine gelmedikçe, fizik olarak ne kadar çalışırsak çalışalım o yaya yürüme hadisesi gibi alacağımız yol bir ömür boyu bu kadardır. 63 (Kehf 18/) 64

66 İşte kişi kendini, ufkunu, hedefini fezaya açmadıkça Rabb ül âlemine açmadıkça fizik âleminde aldığı yol ne kadar süratli olursa olsun, az gittik uz gittik dere tepe düz gittik. Altı ay kış gittik bir baktık arkamıza bir arpa boyu yol gittik sözü, latife gibi gelen bizim üzerimizde hakîkate dönüşmüş olmasından başka hâlimiz olmamıştır. Â&#;maiyyet mertebesinden Ahadiyyet mertebesine, Ahadiyyet mertebesinden Vahidiyyet mertebesine, orada Ulûhiyyet ve Rahmâniyyet, yani sıfâtı subûtiyye ve zâti sıfâtlardır. Onların meydana getirdiği Rubûbiyyet mertebesi, yani esmâ mertebesi onların meydana getirdiği de ef&#;âl, fiiller mertebesidir. Yani Melik, Mülk mükevvenat 64 mertebesidir. İşte Cenâb-ı Hakk bunları meydana getirdiği zaman, Allah var idi O&#;nunla birlikte hiç bir şey yoktu, elan daha öyledir, dediği Hazreti Ali Efendimizin, bugün de öyledir. Yani Cenâb-ı Hakk&#;ın zâtına burada bir halel gelmiş azalmış, eksilmiş, bu âlemler meydana gelmişte O&#;nun zatı eksilmiş diye bir şey söz konusu değildir. Ancak burada birbirinden ayırmamız lazım gelen iki nokta var. Bunların bir tanesi, zâtı mutlaktır. Yani zât mertebesinin iki hâli, birisi zâtı mutlak, birisi zâtı mukayyeddir. İşte bu âlemlere baktığımız zaman Cenâb-ı Hakk&#;ın mukayyed zâtı zuhurdadır. Mukayyedden kasıt nedir? Kayıtlı demektir. Neden, çünkü bir sistem içerisinde kendini kaydederek zuhura gelmiştir. Eğer kendini kaydetmezse bozulur, olmaz. Ressamın resmi yaptığı gibi, O resmi, o rengi kuşta kayıtlamış oluyor, sınırlamış oluyor. Duvara boydan boya aynı renkle boyadığınız zaman onda kayıt yok ama bir bölümünü kırmızı, bir 64 Yapılmış ve halk edilmiş. Bütün mâhlukat. 65

67 bölümünü beyaz, bir bölümünü renkli şekilde desenli yaptığınız zaman kayda girmiş oluyor. Yani sınırlanmış oluyor. Ama o da Hakk&#;ın zâtından ayrı bir şey değildir. Yani zâtı mukayyed zuhura geldiği için ama özü itibariyle yine zâtı mutlaktır. Bir de mutlak zâtı var ki Â&#;maiyette olan, daha ilk hâlinde olan, işte oraya ne bir beşerin, ne meleğin nüfus etmesi mümkün değildir. Aleyhissâlatü vesselâm Efendimiz Allah&#;ın zâtını tefekkür etmeyiniz diye yolunu kapattığı zât işte oradaki zâtı mutlaktır. Burada da Allah&#;ın zâtı var ama zâtı mukayyed, ama tekrar hâliyle yine zâtı mutlaktır. Çünkü Allah&#;ın zâtından başka bir şey değil ama esmâ ve sıfât perdesiyle gözükmesinden kayıtlanmıştır. Her birerlerimizin bir zâtı var. İşte bizim kafamızdaki zât, zâtı mutlak ama elimiz, ayağımız yine zatı mutlak, yani bizim zatımızdan, ama kayıtlanmıştır. Neden, görevi itibariyledir. İşte bizim zatı mukayyed kayıtlı taraflarımızdır. İşte kayıt acziyeti yönünden kayıt değil, kemâlatı yönünden kendini kayıtlamış. Bizim bu elimizde 6 parmak olsa bu hatalı olur, 5 ile kayıtlanmış. Çünkü bunun kemâlatı beştedir. ŞERİAT İSLÂM&#;IN TAMAMINI İÇİNE ALIR Şeriat mertebesini biz yanlış anlıyoruz. Sadece sûri ve fiziksel oluşumlar zannediyoruz. Halbuki şeriat mertebesi Hazreti Rasulûllah&#;ın getirdiği bütün sistemdir. Şeriat, tarîkât, hakîkat, marifet bunların hepsini içine almaktadır. Şeriatı yaşıyor musun? Diyor. Sen şeriatı daha yaşamıyorsun, kardeşim nerden biliyorsun yaşayıp 66

68 yaşamadığımı, şeriatın ne olduğunu sen gerçekten bilmiyorsun ki, ölçülerin nedir? Mesela neye göre şeriatın yaşandığını vuracaksın. Şeriat, tarîkât, hakîkat, marifet mertebesini yaşıyor diye birlikte yaşayan kimseye söylenen sözdür şeriatı yaşıyor. Biz de sadece namaz kılan, oruç tutan kimseye şeriatı yaşıyor diyoruz. Bu şeriatın zâhiri mâ nası, zâhir mertebesi, bunun şeriatı, et kemiğin şeriatıdır. Yani parmağının arasında kuru kalmayacak, tırnağını şu gece keseceksin, şöyle abdest alıp böyle namaz kılacaksın, rükûnları şunlardır, biz bunları şeriat zannediyoruz. Bu şeriatın sadece fizik mertebesindeki bilgi kısmıdır. Şeriat islâmın tamamını içine alan bir sistemdir. Sadece bir düzey değildir. Buna da şeriat-ı Muhammediyye diyorlar. Başka ifadeyle Hakîkat-i Muhammediyyedir. Evvela bunun tam bilinip oturtulması lazım. Ve bu ahkâmın mümkün olduğu kadar sağlam, sıhhatli ve muhabbetli olacak bir şekilde tatbik edilmesi lazım. Ondan sonra tarîkât mertebesine sıra geliyor. İşte orası &#;fecellü vecheke şetrel mescidül haram&#; Bakalım mescidül harama başımızı çevirebildik mi? Orası işte Kâ be-ye açılması lazım. Eğer gerçek Kâ be-ye yüzümüzü döndürebildikse, orada artık olmayacak diye bir şey yoktur. Ama hayâlimizde çevirmişsek sadece, hayâl ve zannımızda vechimizi, dinimiz hayâlimizde olduğu kadardır. Seyrimiz de öyle olacaktır. TEVHİD EHLİNİN CENNETTEKİ YAŞAMI Cennet ehli orada aklıyla mı hareket edecek, hisleriyle mi? Cennetler 2 türlüdür. Birisi madde 65 (Bakara 2/) 67

69 cennetleri, yani naim, nimet cennetleridir. Diğeri de tevhid cennetleridir. Madde cennetlerinde olan kimseler kendi hakîkatlerini idrâk edemedikleri için, bu dünyada hayâli bir yaşam yaşadıkları için, bireysel ve benlik içinde yaşadıkları için aynı yaşantıyla, yani dünyadaki yaşantısı neyse aynı o yaşantıyla ahirete intikal ettiklerinden, oradaki onların yaşamları bireysel, cüz&#;i akıl ve daha ziyade duygusallıkla yaşayacaklar, hisleriyle yaşayacaklar. Çünkü bir hadisi şerifte buyuruyor Efendimiz; &#;&#;ne hal ile yaşarsan o hal ile ölürsün, ne hal ile ölmüşsen o hal ile dirilirsin&#;&#;. Bunun dışında bir şey yok. İşte biz dünyada nasıl bir hal, form almışsak, kendimize program uygulamışsak o hâlimizle gideceğiz. Şimdi cennet ehlinin nimet ile bireysel akıl ile dünyada yaşamış olanları madde cennetlerine girecekler ve burada menfaat karşılığı oraya gittiklerinden, yani al gülüm ver gülüm. &#;Ya Rabbi ben senin iyi kulun olmaya çalışıyorum, namaz kılıyorum bana cennetini ver&#;. Cenâb-ı Hakk da verecek ona ama kulun diğeri &#;yarabbi ben senin hükmüne boynumu eğdim sen beni nereye koyarsan koy ben senden razıyım. Benim talebim sana kulluk etmek&#;. Yani senin tecellini idrâk etmemdir. İşte yaptığı fiziki ibadetlerin karşısında birşey bekleyerek cennet ehli olan kimseler, cennette aynen buradaki yediği şeyi nefsi için yiyorsa, lezzet alıyorsa orada da o lezzet için yaşayacak. Daha çok yiyecek, gerçi buradaki gibi şişmanlık ya da dokunacak gibi birşey yoktur. Çünkü buradaki nimetler Cemâl-Celâl tecellisiyle karışık geldiği için Celâl-i dokunuyor, Cemâli rahatlık veriyor. Cennette daima Cemâl tecellisi olduğundan orada zarar görme yok hiç bir şekildedir. 68

70 Ama diğer cennetlerde olan yani Rahmân sûresinde belirtilen ikişerli ikişerli 4 cennette yaşayanlar mertebeleri gereği tevhid ehli olduklarından, tevhid ehlinin mertebeleri gereği nereye kadar ulaşmışlarsa oranın cennetinde yaşayacaklar. İşte bunların cennetteki yaşamları diğer cennetteki yaşayanlar gibi sadece hissi, duygusal bireysel akılla değil, aklı küllî ile ve kendi varlıklarında Allah&#;ın varlığının olduğunu bilerek yaşayacaklar. İşte bunlar da cennetten zevk alacaklar, fakat diğerleri gibi nefsâni zevk, nefsâni his şekliyle değil, latif olarak Rahmâni zevklerle orada gıdalanacaklar. Ve kendilerinden beşerlik perdesi orada daha geniş mâ nada kalktığından Cenâb-ı Hakk cennetinde kendi kendisiyle yaşayacaktır. Diğer cennetlerde beşeriyet olarak o beşerler yaşayacak. Hakk&#;tan ayrı gaflet ehli, sadece nefisleri için, nefsi menfaatleri için yaşayacaklar, ama tevhid cennetlerinde yaşayanların dünyadayken daha beşeriyetleri kalmadığından, ilâhi tecelliler şeklinde bizâtihi kendileri Hakk olarak yaşayacaklar. Yani kendi Hakk&#;lıklarını daha bariz bir şekilde ortaya çıkaracaklar. Tabi onların yedikleri meyvelerle diğerlerinin yedikleri meyveler bir olmayacak. Yâ-sin sûresinde meyvelerle meşgul olacaklar diyor, yani meyvelerin lezzetleri ile ve bu lezzetler onlara en büyük perde olmuş olacak. Dünyadan misal verelim; Şu çayı ağzımıza aldığımız anda bunun iki türlü boğazımızdan geçmesi var. Birisi o çayın lezzetinin tesiri altında kalarak, bir de idrakinde şuurunda olarak lezzet almak var. Hakîkat-i ilahiyye, Rabb-inin neler hazırlamış olduğunu düşünerek boğazından geçirmesi var. İşte o anda cennette bahsedilen hakîkat ortaya çıkmakta. Meyveyle meşgul olmaktayız o tat bize Rabb-imizi unutturmaktadır. Gaflet içinde içtiğimiz zaman 69

71 o zevk bizi ihata ediyor. Aklımızın üstüne çıkıyor. Ama aklımız ile birlikte o zevki tadarsak aklımız zevkin üstüne çıkmış oluyor ki istenen budur. YAKÛB (AS)&#;IN YUSÛF (AS)&#;A SECDESİ Her mertebenin kendi düzeyinde aklı küllü var, bir de genel aklı küll var. Yakûb (a.s)ın oradaki baba rolü aklı küll olmasıdır. Aklı küll, nefsi küllü meydana getiriyor. Yani aklı küll ile nefsi küllün izdivacından da bütün bu âlemler meydana geliyor. Dolayısıyla aklı küllden ayrılan biz insanlar dünyada gurbete düşmüş oluyoruz. Yani dünya hapishanesine girmiş oluyoruz. Aklı küll de bizden ayrılmış oluyor veya biz aklı küllden ayrılmış oluyoruz. Yakûb peygamberin üzüntüsü odur. Ve Yakûb (a.s.) bu ayrılığa kendi oğulları sebep olduğu halde onları hiç suçlamıyor. Size nefsiniz bu işi yaptırdı, diyor. Şimdi insânların fiilleri iki türlü ortaya çıkıyor. Bir tanesi Cenâb-ı Hakk&#;ın iradesi ile oluşan fiillerdir. O&#;na bağlı ki onda bizim dahlimiz yoktur. Yani buna mutlak kader deniyor. Bir tanesi de bizden çıkan fiillerin bir kısmı, bizim nefsimizden kaynaklanıyor ve neticede nefsimize bağlanıyor. Şöyle diyelim nezaketen güzel fiiller Allah&#;ın hükmüyle bizden çıkıyor, eksi dediğimiz fiiller de nefsimizden çıkıyor, kaynağı nefsimiz oluyor. İşte her ne kadar Allah&#;ın fiili de, bizim fiilimiz de neticede Allah&#;ın fiili olduğundan, hepsi aslında Allah&#;a bağlanıyor. Ama bizim varlığımız da bir gerçek olduğundan, nefsi varlığımız da bir gerçek olduğundan eksi çıkan fiilleri biz nezaketen nefsimize bağlıyoruz. Kûr&#;ân-ı Kerim&#;de de öyle bildiriliyor. İyilikleri Allah&#;tan bil, kötülükleri de nefsinden bil diyor. Gerçi bunların hepsi Allah&#;tandır ama nezaket olarak sen bunları kendine bağla diyor. 70

72 İşte Yakûb (a.s.) da bu sırrı bildiği için Allah&#;a değil, çocuklarının nefsine bağlıyor. Çocuklarının üzerinde Allah&#;ın tecellisine değil, nefsinden kaynaklandığına bağlıyor. Ve onların zâtlarına hiç bir suçlamada bulunmuyor. Aynı şekilde onlar Yusûf (a.s.)ın yanına geldikleri zaman da Yusûf (a.s.)da onlara aynı yönde muamele ediyor. Bugün size kötülenme yoktur, sizi küçük düşürücü haller yoktur, nefsiniz size bu hâli yaptırdı, diyor. Kardeşleri o kadar kötülük yaptığı halde onların zâti yönlerini mazur görüyor ve nefslerine yüklüyor. Nihayet aklı küll belirli süre bekledikten sonra, yani Yusûf (a.s.)ın aklı küllü (babası), yani program neticeye erdikten sonra Yusûf (a.s.) Mısır&#;a aziz olunca, yani beden mülkünün mutlak sahibi olunca ve sevgi olan kardeşiyle de birleşince, hayatlarını muhabbet ve sevgi, gönül olarak devam ettirmeye başladıkları zaman o mülke de sahip olduklarından, bakın Yusuf (a.s.) gönül olarak hem kendi beden mülküne sahip olmuş oluyor. Hem de dünya mülküne sahip olmuş oluyor, iki mülke birden sahip olmuş oluyor. İşte o zaman aklı küllün orada yaşayacağı yeri hazırlamış oluyor. Yani babalarının yerini hazırlamış oluyor. Aklı külden zuhura geldiği halde Yusuf (a.s.), Cenab-ı Hakk O&#;na kendi vücudunda, kendi varlığında ve de dünya sahasında bir mülk verdiğinden, yani eski babalarının mülkünden daha bereketli bir mülke sahip olduğundan, babasını ve ailesini (72 kişi kadar akraba) Mısır&#;a davet ediyor. Yusuf (a.s.) oraya gidince, yani gönül, bu dünya hanesinde kendisine güzel bir yer hazırlamış oluyor. Bu sefer aklı küllü de yanına davet ediyor. Yani gönülle aklı küll yine orada birleşmiş oluyor. 71

73 İşte bizler de aynen böyle bu dervişlik serüvenini yaşamazdan evvel aklı küllden ayrılmış durumdayız. Yani baba olan aklı küllden yeryüzüne gelmek gibi bir zindana girmek sûretiyle, yani bir cesedin içine girmek sûretiyle aklı küllden ayrılmış durumdayız. Tabi aklı küll de bu işten muzdarip, Yusûf&#;ta muzdariptir. Ama işte Yusûf&#;un kendini başka türlü bulması mümkün değildir. Eğer kardeşleriyle birlikte Kenan&#;da kalmış olsaydı ne olacaktı? Onlar gibi ya çobanlık, ya çiftçilik yapacaktı. Bu kadar imtihanlar gerçirmesi seyr-i sülûkta dervişin Hakk yolcusunun neler kazandığının neticelerini gösteriyor. Eğer biz derviş olmasak kardeşlerimizle kendi köyümüzde kalacağız. Ama derviş olup kervana ilhak etmek suretiyle, Mısır mülküne yani baş şehre ve baş şehrin de başına geçip, dünya mülkümüzün, beden mülkümüzün başına geçip, oranın amiri oluyoruz. Sonra aklı küll bizi ziyarete geliyor. Yani bizim varlığımızda aklı küll ile birleşmiş oluyoruz. Eğer bu seyri yapmamış olsak aklı külden ebedi olarak ayrı kalmış olacağız. Hakîkatimizi bu seyir neticesinde buluyoruz. Eğer bu seyri yapmasak aklı küll bir tarafta zindanda ayrı, firak içerisinde kalmış olacağız. Ne dünyada ne ahirette bir daha aklı küll yani hakîkati İlâhiyye&#;yi bulmamız mümkün değildir. İşte bu kadar kıssayı bizlere Cenâb-ı Hakk boşuna anlatmıyor. Şimdi orada mühim olan Yusûf (a.s.)ın daha çocukluk devresinde yaş devresinde gördüğü rüyanın seneler sonra zuhura çıkması, hakîkat olarak sahnede oynanması, tahakkuk etmesidir. Diyor ki; &#;&#;ben 11 tane yıldız, ay ve güneşi bana secde eder halde gördüm&#;&#;. Muazzam bir hadisedir. Demek ki gönül aydan, güneşten ve yıldızlardan da üstün bir varlıktır. 72

74 Hani nasıl dedi melâike-i kirama Cenâb-ı Hakk &#;&#;secde edin&#;&#;, onlarda secde edip uydular, ancak iblis secde etmedi İşte o secde etmeyen bizim içimizde bulunan nefsi emmaredir. Biz onun başından tutup zorla secde ettirmek durumundayız. O secdeyi yaptırmazsak zaten ne derslerle ilgimiz olabilir, ne de bir yerlere gidebiliriz. İlk yapılacak olan iş onun üzerimizde olan ağırlığını, tasarrufunu ortadan kaldırmak. Çünkü o bizi hep prangalamış, ayaklarımızdan geriye çekiyor. Biz ileri gittiğimizi zannediyoruz ama o bizi geriye çekiyor. Neden? Dünya dönüyor ya altımızdan o palet kayıyor. Ömrümüz gidiyor, zaman kaybı oluyor. Bunu aşmak için kişinin kendini tanıması lazım geliyor, ben kimim, ben neyim, buradaki işimiz ne, görevimiz nedir? Bunu daha gerçekçi anlatabilmek için kendimize dışardan bakmamız, başka birisinin gözüyle kendimizi kontrol etmemiz gerekiyor. Yusûf (a.s.) yani gönül, belirli bir kemâlata ulaştıktan sonra hani deniliyor, güzelliğin onda dokuzu O&#;nun üstündedir. İşte o güzellik sadece kendinde çehre güzelliği değil, genel âlemdeki gönül tecellisinin güzelliğidir. Sadece bu mahalde değil, yani bütün âlemde bu böyledir. Biz bu âlemin hakîkatini gönül mertebesinden bakar görürsek, o güzellikten ve hakîkatten yeryüzünde çirkinlik diye çok az bir şey bulabiliriz. O çirkinliği de iyi niyetimizle ve onun hakîkatine duhul ederek, onu da ortadan kaldırırız. Yüzde yüz güzellik olarak bütün âlemi görürüz. Çünkü zaten aslında bütün âlem güzel, neden? Allah&#;ın varlığı ile ortada olduğu için güzeldir. Allah güzeldir, güzeli sever. Bu âlemde çirkin diye bir şey yok, 66 (Bakara 2/34) 73

75 çirkin gördüğümüz şeylerin hepsi izâfidir. 67 İzafiyet teorisine göre ve bireylere göre bu çirkin, bu güzel, bu eksi, bu artı şeklindedir. Hep tasavvuf kitaplarında misal verirler ya pis koku, temiz beden gibi, göreceli oluyor bu şeyler, her yönüyle mutlak değildir. İşte aklı küllün annesi nefsi küllün ve kardeşi olan diğer yıldızlardır. Yıldızlar ay ve güneş, bunlar gökyüzü malzemesidir. Yani gönlün malzemesidir. İşte Yusûf da bu gönlün kralı olduğuna göre, bu gönülde, yani gökyüzünde ne varsa hepsi O&#;na boyun bükerler, emrine tabi olurlar. Yalnız şimdi burada baba oğula secde eder mi? Bir çocuk ne kadar ileri derece de olursa olsun babasına hürmet etmek zorundadır. Babalık üstünlüğü vardır. Ama bu beşeriyet kuralları içerisinde olan bir hüküm, buraya dikkat etmemiz lazım. Âdem (a.s.) nasıl ki bütün insânların babası olması sûretiyle en büyüğü olması gerekiyorken, ondan en sonra gelen peygamber çocuğunun torunu olduğu halde Âdem (a.s.)dan büyük hem de çok büyüktür. İşte o zaman işin içine mertebeler giriyor. Beşeriyet anlamında fiziksel büyüklük değil, mâ na anlamındaki hakiki büyüklük söz konusudur. İşte Yusûf (a.s.) her ne kadar fizik olarak Yakûb (a.s.)&#;ın küçüğü ise de, Yusûfluk mertebesi Yakûbluk mertebesinden üstündür. İşte babası da bunu bildiği için secde ediyor. Çünkü peygamberan silislesinde son gelen peygamber hepsinin üstünde bir mertebeyle geliyor. Efendimiz en son geldiği en küçük olması gerekiyorken tam tersine çevriliyor iş en büyükleri oluyor. İşte Yusûf (a.s.)ın babasının O&#;na secde etmesi bu hakîkate 67 İsimlendirilmiş. 74

76 dayanıyor. Ve babası da peygamber olduğundan, O&#;nda da peygamberlik kemâlatı ve bilgisi olduğundan oğluna secdeden imtina etmiyor. Ama bu dünyalık baba oğul şeklinde mümkün olamaz. Çünkü oradaki kanunlar başkadır. Ama onlar fizik babalıktan öte, gerçek hakîkati İlâhiyyeyi idrâk ettikleri için âyetin ifadesiyle 11 tane yıldız ay ve güneş gönlün önünde secde ettiler. Yani onun büyüklüğünü kabul ettiler. O&#;da onları sonra yanına arşın üstüne çıkardı. Yani bir taht kurmuşlar onları yanlarına alıyor. Sonra siz artık burada emin olarak kalın diyor ve gönül onları himayesi altına almıştır. KELİME-İ TEVHİDİN ASLI Kelime-i tevhidin aslı, kişiyi fenâfillaha getirmesidir. Lâ ilâhe; başka ilâh yok, başka bir şey yok dediğin zaman, sen de o başka şeyin içindesin, sen de yoksundur. Lâ ilâhe nehiy, illâ Allah ispattır. Kelime-i tevhid iki bölümdür. Lâ ilâhe nehyetmek, kaldırmaktır. İllâ Allah demek ispatlamak, Allah&#;ın varlığını ispatlıyorsundur. Bir bakıma bu da yanlış iş, yoku yok etmeye çalışmak olacak iş değildir. Yok şeyi, yok etmeye nasıl çalışırız. Ama biz onu var etmişiz. Yok etmeye çalıştığımız şey âlemdeki değil, bizim kendimizdeki idrâkimizi yok etmeye çalışıyoruz. Buradan kaldıramazsan dışardan hiç kaldıramazsın. 75

77 SENDEKİ SIFÂTLAR ALLAH&#;IN SIFÂTLARIDIR Bu dünyadaki yaşamımızda kendimizi nasıl galip getirerek bu dünyadan muzaffer bir kumandan gibi, insân gibi ahirete intikal edelim? Buraya gelmekten maksat ve gayemiz bir şeyler kazanmak veya kaybetmek için değil. Eğer kaybetmek için olsaydı bu kadar büyük işlere gerek kalmazdı. Cenâb-ı Hakk bizim hakkımızda niye bir şeyleri kaybetmemizi istesin. O Vehhab ismiyle karşılık beklemeden verir. Ey kulum ben seni o kadar mükemmel bir şekilde halk ettim ki dünyada verdiklerimi al, karşılıksız veriyorum ben sana ve bunun devamı ahirette de olacak, hem çok daha fazla olacak. Ama bu almayı buradan öğrenmelisin, bu istihkaka hak sahibi olmayı dünyadan kazanmalısın. Yani sana Vehhab ismiyle vereceğim şeylere hak sahibi olman için bu dünyada yapacağın bazı özellikler var. Bunun en başında geleni de irfâniyet, marifetullah Allah bilgisidir. İşte bu Allah bilgisi besmele-i şerifte bunun anahtarıdır. Bir başka yönden de insân-ı kâmil besmeledir. İnsân-ı kâmilde besmelenin içinde mevcud olan özellikler vardır. İnsânı kâmil o besmele anahtarını çevirerek kapıyı açar. Anahtar yanınızda olsun sistemini bilmezseniz yine açamazsınız. Uzaktan kumanda yanımızda olsun hangi düğmeye basılacağı bilinmezse çalıştırılamaz. Hatta ayarı bozulur karma karışık olur. İşte bu soruyu yaşantıya tatbik etmek için günümüzde ve daha evvelki devrelerde de olduğu gibi işler karmakarışık olmuştur. Kendi mertebeleri arasında şeriat birbirine geçmiş, tarîkât birbirine geçmiştir. Hakîkat diye bahsedilen şeyin &#;H&#; si kalmamış, marifet diye bahsedilen şeyin &#;M&#; si kalmamıştır. O kadar karışmış ki islâmi bilgiler 76

78 birbirlerine, küçük şeyler büyükmüş gibi gösterilmiş. Ve bunların üzerinde çok uzun süreler zamanlar oyalanarak geçirtilmiş. İşte Cenâb-ı Hakk&#;tan niyazımız en kısa sürede en güzel şeye ulaşma yolunda çalışmalar nasib etsin. Bu da dediğimiz gibi anahtarı yuvasına sokup doğru anahtarı doğru yerde kullanmak şartıyla ancak kapıların açılması mümkündür. Niçin elham sûresini Kûr&#;ân-ı Kerim&#;in başına getirmişler? Bunların cevaplarını bulmamız lazım. Çünkü bu âlem niçinlerle doludur. Fatihâ-i Şerifin içerisinde hiç fatihâ kelimesi geçmediği halde elham sûresi meşhur olsa da daha meşhuru fatihâ sûresidir. Ama içinde fetihle ilgili bir şey yok, geniş mâ nada Hamd var. İşte Kûr&#;ân-ı Kerim&#;in tefsirlere baktığımız zaman ilk sûresi olduğundan onunla kitap açıldığından, mâ nası fatih yani kitabın açılmasıdır. Kûr&#;ân-ı Kerim onunla da açılabilir, Bakara sûresiyle de açılabilir, Îsrâ sûresiyle de açılabilir. Yani kapağının açılması mani değildir. Ama Kûr&#;ân&#;ın içinde mevcud olan sırların açılması Fatihâ&#;ya bağlı, fetih kelimesine bağlıdır. Fatihâ dediğimiz o sûre-i mübareke, ona seb ül mesani deniyor. &#;&#;Biz sana Kûr&#;ân ile birlikte seb&#;ül mesaniyi verdik 68 &#;&#;. Bakın Fatihâ&#;nın değeri ne kadar yüksek, Kûr&#;ân-ı Kerim le eş değerdedir. Kûr&#;ân&#;ın içinde mevcut olduğu halde Kur&#;an&#;la birlikte &#;&#;sana seb&#;ül mesaniyi verdik&#;&#; diyor. Bunun bir Mekke&#;de bir de rivayetlerde Medine&#;de nazil olduğu söyleniyor. Onun için 2 yedili yani 2 defa seb&#;ül mesani nazil oldu. 7 âyetli sûre mâ nasına zâhirdeki ifadesidir. Ama burada seb&#;ül mesani Cenâb-ı Hakk&#;ın 7 sıfâtından zuhurunu anlatıyor. Hayât, ilim, irade, kudret, kelam, semi&#;, basar, bunun hakîkatini anlatıyor. 7 ikili ne 68 (Hicr 15/87) 77

79 demek? Yani bu sıfâtlar bende olduğu gibi ey kulum sana da lutfettim. Vehhab ismimle verdim bunları sana da diyor. Hepimiz bu sıfâtlarla ayakta değil miyiz? Eğer bu sıfâtların biri eksik olsa bizim sistemimiz çok aksar. Hayât olmasa biz olmayız. İlim olmazsa iradesi yoksa aklı var, ilmi var, iradesi yoksa o ilim ona hiç bir fayda sağlamaz. Bunların hepsinin faaliyette olması gerekiyor. Gerçi biz bunları bilsek de bilmesek de bizde bunlar faaliyet üzere ama mühim olan bunları bilerek kullanmaktır. İşte Fatihâ açma mâ nası verilen o sûre-i şerifenin bu hakikatidir. Sendeki sıfâtlar Allah&#;ın sıfâtlarıdır, bunları böyle bil, Allah&#;ı ötelerde arama diyor. Tabi Allah ötelerde de var, ama beride de var. Evvela bu kargaşa bilgi kompleksi içerisinden kendimizi çıkarıp temiz düzgün bir akış içerisinde berrak bir bilgiyle Hakk&#;a ulaşmamız, bu dolaşmış olan bilgileri ayırmakla mümkündür. Nasıl ayıracağız o zaman şeriat mertebesi ilmini bir sayfaya, dosyaya koyacağız, tarîkât mertebesi ilmini bir dosyaya hakîkat mertebesi ilmini bir dosyaya koyacağız. Evvela bunların ayrılması lazım. Her mertebenin kendi yaşantısını ayırmamız gerekiyor. Peki, bunu nasıl ayıracağız? Şeriat mertebesindeki hukuk nedir, tarîkât mertebesindeki hukuk nedir, hakîkat, marifet ve insân-ı kâmil mertebesindeki hukuk nedir? Yani hangi sahada faaliyet gösteriyor, hangi ilimle oradaki araba yürüyor? Şeriat mertebesi bilindiği gibi fıkıh ilminin toplandığı yaşandığı yerdir. Bu fıkıh ilmi olmazsa islâmiyetin daha kapısından adım atılmamış olur. Bu fıkıh imi yani zâhiri şeriat ilmi en azından farzı kifaye edecek kadar, bilinmesi lazımdır. 78

80 Şeriat mertebesini yaşıyor isek ki ilk başlangıcımız da burasıdır, evvela şeriatın ne olduğunu anlamamız gerekiyor. Şeriat kelimesini iki mâ nada anlamamız gerekiyor. Bunun bir tanesi zâhiri şeriat, genelde kullanılan şeriat anlayışıdır. Diğeri geniş mâ nada tarîkat, hakîkat marifet, insân-ı kâmil ilimlerini içine alan şeriat hukukudur. Bunların hepsini Hazreti Rasulûllah getirdi. Ve Hazreti Rasulûllah&#;ın getirdiği hukuka da şeriat hukuku, hükmü denmedi mi? Dolayısıyla geniş mâ nada şeriat, zâhiri mâ nada bir şeriat anlayışı var. Ama biz geniş mâ nadaki şeriat kelimesini sadece şeriat mertebesi içerisinde kullanıyoruz. Yani sûret ve şekil düzenlemesini islâmın genel ilmi olarak kullanıyoruz. İşte bu en büyük yanılgıdır. Bunu aşamadığımız sürece diğer mertebelere geçmemiz mümkün değildir. Şeriatla şartlanmışız, din budur diyoruz. Ben buyum, et kemik diyoruz. Ve bunun hukukunu dinin tüm hukuku olarak ele alıyoruz. Yani bazı fıkhi meseleleri dinin tamamı olarak alıyoruz ve dinimizi hallettik zannediyoruz. İşte şeriat kelimesinin dar mâ nadaki ifadesi, zâhiri ifadesi şeriat mertebesindeki hukukun belirli bir şekilde en az kendine yetecek kadar namazını, orucunu, farzını, sünnetini, müstehabının bilinmesidir. Bunu bildikten sonra tatbikatını da yapıp, şeriat mertebesindeki fiili tatbikatı, yani İslâmın 5 şartını mutlak sûrette yerine getirmektir. Eğer bu şekilde yetmiş olsaydı tarîkat, hakîkat, marifet diye mertebeler olmazdı. Daha bu işin başlangıcı daha alıştırmasıdır. Şeriat dar mâ nada insânın sosyal bireylerle olan münasebetini ve Allah&#;ın huzurunda olan tatbikatını düzenleyen sistemin adıdır. Yine aynı şeriatın bâtıni ve geniş mâ nası bütün islâmi mertebelerin her mertebesiyle birlikte tatbikatıdır. 79

81 Şeriat mertebesinde fiiller tatbikatı var, tarîkât mertebesinde nefsâni eğitim var ve muhabbet oluşması var. Hakîkat mertebesinde kendini tanıma var. Tarîkât mertebesinde muhabbet üretiliyorken, o muhabbet ile yol alınıyorken hakîkat mertebesinde kişinin kendini tanıması var. Eneiyyetini, hüviyetini, ben neyim, ben kimim diye tanımasıdır. Oraya kadar gelen çalışmalar belirli bir ilim alma, belirli bir potansiyel, belirli bir malzeme elde etmek için, buraya gelmek için de ilim ilim ilim! Hep bilgi, kitap, sohbet, tefekkür etmek lazımdır. Tarîkâtsa yolsa her gün en azından bir kelime, bir cümle ilerlememiz lazımdır. Artık muhabbete değil ilme yönelerek, İlmi bâtınımızı, lugatımızı kelimeler olarak artırmamız lazım. Hakîkat mertebesinde o beşeri muhabbeti istemezler. İki muhabbet var. Tarîkâttaki muhabbet beşeri ünsiyet, beşeri muhabbettir. Bu beşeri olan her şeyimizin aşılması gerekmektedir. Bunu aştıktan sonra sende ancak gerçek ilâhi muhabbet ortaya gelir. İki muhabbeti birbirinden ayırmak lazımdır. Muhabbetin biri kendimizden kendi beşeriyetimizden kaynaklanıyor. Bu tükenip biter. İşte bunun yerine insân muhabbetsiz yaşayamaz, muhabbetsiz olmaz bu işler ama İlâhi muhabbeti koyması gerekiyor. Onlar Allah&#;ı severler, Allah da onları sever. 69 Nefisleriyle sever, yok nefisten bahsetmiyor. Hu, hüve hüviyetini sever. İşte hakîkat mertebesinde bu muhabbete dönüşür. Bu da bütün şartlanmışlıklardan bir şeyi tekrar etmekten, belirsizlik içinde olmaktan kişiyi kurtarır, arındırır. Bunun için de salt temiz bilgiye ulaşmak gerekiyor. Zaten o bilgiye ulaşmadan, bu yollara devam etmek mümkün 69 (Maide 5/54) 80

82 değildir. Tıkanıp kalınır nedenler, niçinler içerisinde bocalanıp gidilir. Nefsimizle olduğumuz sürece bu işlerin üstesinden gelmemiz mümkün değildir. O yüzden teslimiyet şarttır. &#;&#;Kale eslemtü li rabb il âlemin 70 &#;&#; diyebiliyorsak bunu açık ve seçik ve gönülden diyebiliyorsak ondan sonra inşallah Kim ki vechini Allah&#;a teslim etmişse 71 açılır. Biz ne yapıyoruz, vechimizi nefsimize teslim ediyoruz. İşte evvela bu mülkü nefsin hakimiyetinden kurtarmak gerekiyor. Hakîkat mertebesinin yaşantısı, marifetullah ilmine doğru giderek kendini tanımaktır. Kendini tanıdıktan sonra işte &#;&#;men arefe nefsehu, fekad arefe rabbehu&#;&#; hadisinin geçtiği mertebe burasıdır. Kim ki kendine arif olursa, nefsini tanırsa o ancak rabbine arif olur. Çünkü senin nefsin Rubûbiyyet nefsinden var edilmiş hâldedir. Nasıl ekmek topraktan var edilmişse, senin nefsin de Rabb-inin rubûbiyyetinden hâsıl olmuş, aklın aklı küllden, ruhun ruhu küllden hâsıl olmuştur. Senin senliğin nerede kaldı? Benim dediğin sen yok ki, sen, ben diye bir hayâl kurmuşsun Allah&#;ın mülküne de sahip çıkmışsın! Şeriat mertebesinde fiili çalışmalar var, tarîkât mertebesinde muhabbet ilavesiyle çalışmalar var zikirler tefekkürler, hakîkat mertebesinde irfâniyet çalışmaları var, yani ariflik kendini tanıma çalışmaları var. Orayı da aşar da kişi kendini tanıdıktan sonra bu sefer marifetullah, Allah&#;ı tanıma çalışmaları var. Bakın oradaki farklar çok açık ve bariz, bellidir. Kûr&#;ân-ı Kerim&#;de ve hadislerde Cenâb-ı Hakk bunları 70 (Bakara 2/) 71 (Lokma 31/22) 81

83 belirli sayfalar, belirli sûreler içerisine serpiştirmiş. Âyeti okurken demiyor ki bu tarîkât mertebesinden altında şerh düşüp te, bu âyeti ben size hakîkat mertebesinden yazdım demiyor. Onu bizim idrâkimize bırakıyor. Eğer biz bu mertebeleri yaşamışsak âyetin hangi mertebeden olduğunu hiç zorlanmadan biliriz. Çünkü karşılığı var. İkra&#; kitabek 72 Senin kitabında yazıyor. Bir de Kûr&#;ân-ı Kerim dışardan bunu tebliğ ediyor. Sendeki yazıyla burdaki yazı uygunsa, işte sen kendin konuşan Kûr&#;ân oldun. Neden? Ey Habibim biz onu senin kalbine indirdik, diyor. İşte Cenâb-ı Hakk marifetullah mertebesinde âyetleri gerektiği yerde senin kalbine indirir. Zaten kalbine inmezse sen onu tanımamış olursun. Ama bunun oluşması için daha başlarda, tarîkât mertebesinde, mülhime, mutmainne mertebesine geçip orada mutmain olmak gerekiyor. İlham ve evhamın birbirinden ayrılma özelliğini bilmek ve bu kabiliyete ulaşmak gerekiyor. Baştan beri alınan eğitimin sağlıklı olması gerekiyor. HAYÂL İLE GERÇEK ARASI Var etti Mevlâ ezelde, Diledi zuhurun görsün. İlk tecellisini insân eyledi, Zât ile sıfât arası. 72 (Îsrâ 17/14) 82

84 Yani Cenâb-ı Hakk bütün bu varlığı ayan-ı sâbite olarak programlarını ezelde meydana getirdi, var etti. Bunları niye var etti, diledi zuhurunu görsün. Rûya ve hayâlden ibaret olan bu âlemin zuhurunu görsün istedi. İlk tecellisini zâtı ile sıfâtı arasında eyledi. Yani Ahadiyyet mertebesinden Vahidiyyet mertebesine indi. Yani zât ile sıfât arasında indi. Evvela etti de lâtif; Yani bu tecelli o anda maddi mâ nada, yani buradaki gördüğümüz hücre atom yapısı mâ nasında bir tecelli olmadı, çünkü orada bunlar yoktur. Lâtif bir tecelli var yani kendinden kendine olan bir tecelli var. Meydana çıkarsın diye, yani kendindeki lâtif oluşumu kesif hale dönüştürerek görüntüye gelsin diye meydana çıkardı. Ayan-ı sâbite kıldı, Ruh ile nûr arası. Yani enerji, enerjiden de daha lâtif olan ruh ve nûr kıldı. Evvela bu programları ruh ve nûr mertebesinde meydana geldi. Maksadından bütün bunlar olsun da esmâ, ef âl gelsin. Yani zât tecellisinden sonra sıfât tecellisi, ondan sonra esmâ, ondan sonra ef âl tecellisi gelsin. Ef&#;âl âlemi yani bu âlemde zuhura gelsin, görüntüye gelsinler. Tüm zuhurda bulunsunlar, Halife ile beşer arası. Yani bilindiği gibi insânın iki özelliği var. Çok özelliği var da iki ana özelliği var. Birisi ya kendi beşeriyetinde kalarak kul, abd olarak gidecek, yani nefsi emmare olarak gidecek veya hilâfetini anlayacak. Yani halifeliğini idrak ederek halife olarak gidecek bu âlemden, ikisinden biri olarak gidecek. Hem beşeriyeti var yani kendine ait enesi, egosu, benliği var. Hem de ilâhi hilâfet 83

85 varlığı var. İnsân ikisinin arasında bocaladı kaldı. Ama Cenâb-ı Hakk ikisini de verdi. Görüntüye gelmek için, Benliğini bilmek için. Sûret şekil verdi bana, Toprak balçık arası. Yukarıdan beri yapılan tecelliler daha lâtif tecelliler ama toprak ile balçık arasına gelince artık tenzih, yani nüzul tecellisi kemâle erdi, yani sona erdi. İnsân yeryüzünde göründü. Her birerlerimiz bu hükme tabiyiz. Görüntüye gelmek için yani belirli bir sûret olup ta birbirlerimizi görmemiz için, idrâk etmemiz için, benliğimizi tanımak, bilmek için, her birerlerimiz için, ben diye söylüyorum ama hepimiz için geçerlidir. Sûret şekil verdi sana, bana kimlik verdi toprak ile balçık arası. Bu şekil topraktan meydana geldi balçığın şekli, ruhumuzun şekli olmaz. Zuhur ettik bir anadan, Kimseler bana sana sormadan Gelmişim dünyaya, Mâ na ile madde arası. Yani Cenâb-ı Hakk senin, benim, insânın dizaynını, düzenlemesini ve &#;&#;sevveytehu venefahtü fi min ruhi&#;&#; 74 Biz onu tesfiye ettik, mâ na ve madde birlikte düzenledik. Ve o ikisinin arasında da sen varsın işte, hepsinde varsın. Madde ile mâ na arası, hani senin varlığında hem madde 73 (Soran oldu mu kimse dünyaya getirirken annem babam beni dünyaya getirirken?) 74 (Hicr 15/29) 84

86 var hem mâ na var. Ama sen bunların arasında kalmışsın. Ya maddeyi seçeceksin, ya mâ na tarafını seçeceksin. Yukarıda dediği gibi mâ nayı seçersen halife olursun, maddeyi seçersen beşeriyetinde kalırsın. Gerçi beşer demek eksi bir şey demek değil. Beşer; müjdelenen demek bir bakıma, tebşir edilendir. Ne ile? Hilâfet ile müjdelenen ama biz beşer kelimesini genelde beşer şaşar diye biraz hafife alarak kullanmışız. Her türlü mâ na bünyeme, Neler iliştirdi künyeme. Bünyeme her türlü mâ nayı koydu. &#;&#;Ve alleme âdeme l esmâe külliha 75 &#;&#; dediğinde künyemize her türlü mâ nayı bünyemize verdi, içimize verdi. Künyeme neler iliştirdi. Zâtını da sıfâtını da her şeyi o künyede yazılı, yani bünyede yazılıdır. Bu künyenin içinde zıt isimler de birleşti. Hâdi ile mudill arası birleşti. Biz gene ikisinin arasında kaldık. Eğer Hâdi tarafına kayarsak yukarda bahsedilen hilâfet mertebesine geçip halife oluyorsun. Gerçek hakîkatini yaşamış oluyorsun. Ama Mudill tarafına meyledersen bu seferde beşeriyetinde kalıyorsun. Yani Hakk&#;tan uzaklaşmış oluyorsun. Her türlü mâ na bünyeme, Neler iliştirdi künyeme. Zıt isimler de birleşti, Hadi ile Mudill arası. Tabi zıt isimlerin hepsini saymak mümkün, Celâl ile Cemâl, Zâhir ile Bâtın arası. Evvel, Ahir arası hepsi var. Nûr ile Zulmet arası, biz hep o aradayız. Onun için bir tarafın gerçek ikamet edicisi olamıyoruz, gelip gidiyoruz. 75 (Bakara 2/) 85

87 Ama bizim asıl ikamet edeceğimiz yer hilâfet mertebesiyle ilgili taraflarımız. Esas oturacak hâlimiz orasıdır. Başlamışım koşturmağa, Öğrenmişim yürümeyi. Seneleri aştırmağa, Çocukluk ile gençlik arası. Şimdi doğduktan sonra yavaş yavaş tıfıl yürüyor, koşturuyor. Demişler adıma Necdet, Necât olmuş Kûr&#;ân ile. Bulduk kendimizi medet, Varlık ile yokluk arası. Bir yönüyle baktığın zaman sen mutlak varlıksın, bir yönüyle baktığında adem, mutlak yokluksun. Ya yokluğu kabul et, ya varlığı kabul et veya ikisini de kabul et. Rolünü ona göre yap, zaman zaman var ol, zaman zaman yok ol. Başladım ben yürümeye, Muhabbet doldu gönlüme. Pirim ile şeyhim arası. Mâ nadan açıldı kapı. Ne oluyor şimdi yavaş yavaş dervişlik başlıyor. Bir taraftan şeyhim var, bir taraftan pirim var, ben de ikisinin arasında biri bir kolumdan, biri bir kolumdan Ya Allah yürü, bu yolar hep geçilmesi lazım gelen yollar. Bu lâtife gibi, şiir gibi gözüküyor ama gerçek bir yaşamın kendisidir bunlar. Çok çalıştım o günlerde, Bu günlere ermek için. 86

88 Bu gün de ne kadar çok çalışıyoruz, o gün ne kadar çok çalışmışız. O kadar çok çalışmayla, bu günlere erdik. Bu gün daha çalışma eksilmiş değil, belki de daha da artıyor. Şule oldu gönüllerde alev, ışık oldu, muhabbet oldu, aydınlık oldu. Yaş 30 ile 35 arası. Nusret Babam&#;ın rahmetlik olduğu devreler bu devreler. Nice devranlar gördüm, Ne kâmillerle görüştüm. Bunları birlikte yaşadım, Şeyh ile derviş arası. İşte hep bu yaşantılar hep bunun içerisinde, şeyh ile derviş arası yaşantılar. Mahbubu ezeli buldum 76, Hem peygamber muhabbeti. Hazzımdan şad oldum 77, Can ile canan arası. Boşaldı bir gün tenden ev Dolmuş şeyhimin müddeti Zâhir esmâsından bâtın esmâsına nüzul etmiş, yahut uruc etmiş, yükselmiş. Yani bu dünyadan alınmış, istediğin kadar vur kafana, kıymetini bilemedim. Nitekim öyle oldu. Birçok arkadaşlar &#;ah kıymetini bilemedik&#; diye sonra dövünüp durdular. 76 (yani ezelî sevgiliyi buldum) 77 (huzurumdan, hazzımdan) 78 (Ne demek ten evi boşaldı?) 79 (yani dünyadaki müddeti) 87

89 Boşaldı bir gün tenden ev, işte bu hepimizin ten evi burasıdır. Bunun boşalması, ruhun içinden gitmesi uzaklaşmasıdır. Dolmuş şeyhimin müddeti. Lutfettiler o gün görev, Hakk ile kullar arası. Ne demek bu? Rindane dolaşmak, kulları halktan alıp Hakk&#;a yürütmektir. İnce yoldur Hakk&#;ın yolu, İdrâk gerektir gitmeye. Hepsinden hızlı götüren idrâktır. Bütün gün otur günde 60 bin, 70 bin zikir çek, tevhid çek, ismi celâl çek, bunun yanında 10 dakikalık, 15 dakikalık bir Hakk sohbeti dinle idrâk ile olduğundan sana daha hızlı yol aldırır. Diğerinde duyguların artar, muhabbetin artar ama duygular da sana perde olur, yoluna mani olur. İşte o duyguları, duygu perdelerini aşacak tek şey sohbettir, idrâktir. İdrâk gerektir gitmeye, Rabb-in rahmeti hep dolu, Zâhirle bâtın arası. Yani ismi zâhir ve l evvelü, ve l ahirü, ve l bâtın. Zâhirle batın arası, yani sana hem zahirî tecelli gerekli, hem batınî tecelli gereklidir. Ama sen zâhir tecellilerin ağırlığı altında kalırsan batın tecellilere perde olur. Yani dünyalık arzuların peşinde koşarsan, zâhir tecellisi, ama bir başka yönüyle Cenâb-ı Allah sana zâhirden de tecelli eder, bu madde yönelmesi demek değildir. O da bâtın tecellisinin zâhir görünüşüdür. 88

90 Yeni gelen dervişlere, Hakk yoluna girmek için. Seçtirdim hep onlara, Hayât ile ölüm arası. Burası öyle lafla peynir gemisi yürümez dedikleri gibi lafla olacak iş değildir. Kelle koymak şarttır. Bakmayın işin lâtifesini yapıyoruz, gülüyoruz falan işi kolaylaştırmak için, yoksa bu yolda kim kelleyi vermezse kimse bir yere gidemez. Yani canını canana vermek gerektir kemâli aşkın, demişler ya! Vermeyen can itiraf etmek gerek noksanına. Yani canını cananına feda etmezse ben noksanım diye itiraf etsin, hiç bu davada bulunmasın. Eğer bu oluşumu göze almazsak, o zaman Hakk&#;ın kulu değil nefsimizin kulu olmuş oluruz. O zaman davamız niye olacak ki, Hakk kulu olmaksa davamız o zaman tamam, nefsin kellesi gitti başka yolu yok. Ya nefsinle kalırsın ya Rabb-inle kalırsın, ikisi bir arada onlar kabul etmiyor. Yani Rabb-in nefsini kabul etmiyor, nefiste Rabb-ini kabul etmiyor. Seçtirdim onlara hep hayatla ölüm arası. Bakın yapılan her sohbet sizi öldürmekte ister kabul edin ister etmeyin. Bizi vaktinde öldüren öldürmüş. Başladık hep çalışmağa bıkmadan, gece gündüz süresiz, hem yorulmadan. Her iş biter de dervişlik işi bitmez. Dükkan olur akşam kapatırsın biter. Yol biter anahtarı kapatırsın araba da dinlenir sen de dinlenirsin, ama bu mübarek adamı bırakmaz. Dürter hep hadi kalk bakalım, daha ne uyuyorsun. &#;Essalatu hayrun minen nevm. Hayyaalessalah hadi kalk&#;. Bağıyorlar dışarda biz onu seda ses zannediyoruz. Gününle gecen birleştikten sonra artık ona ihtiyaç kalmaz. Gecen 89

91 gündüzün ile bir olmuşsa yani başka bir ifade ile dünya cazibesinden kurtulupta bir olmuştur. Kûr&#;ânda hem sûremiz var, 80 Tûr ile kamer arası. 81 Âyetinden hissemiz var, Kab-u kavseyn ev edna, Gönlümüze hepsi uyar, Sıfır ile 19 arası. Yani 18 ayet mi racdan bahseder. Mi racdan bahseden bir âyette bildiğimiz gibi Îsrâ sûresinde var. Toplu olarak ta 18 tanesi Necm sûresindedir. Topladığın zaman 19 ediyor. 19 da insân-ı kâmilin şifresi, Hakîkat-i Muhammediyye&#;nin şifresi ve Hazreti Rasulûllah&#;ın bir de kendine ait şifresi var o da 13 rakamıdır. İnsân-ı kâmil yönüyle 19 Hakikat-i Muhammediyye yönüyle de 13, iki şifrelidir. 18, Onsekiz bin âlemi ifade etmektedir. O nu her mertebede müşahede eden insân-ı kâmille de sayı 19 olmaktadır. İşte söylüyorlar yazarlar çizerler onun üstünde 19 var, cehennem zebanileri 19, besmelenin harfleri 19 diye! Bu nedir? 19 un aslıdır. Aslı On sekiz bin âlemi müşahede eden insân-ı kâmille birlikte âlemler 19 olmaktadır. Şimdi onsekiz bin âlem bir tarafta olsun onu idrak eden bilen kimse olmasın o yok hükmünde sıfır hükmündedir. Onsekiz bin âlemi var eden, bilen yani varlığını ortaya çıkaran o bir olan 18 in yanındaki 1 dir. Yani insân-ı kâmil, yani Hakikat-i Muhammediyye. İşte o olmasa 18 in kıymeti yok. Sen istediğin kadar saray yap içinde oturan olmadıktan sonra onu kim bilecek, kuşlar 80 (Mi racdan bahseder özel.) 81 (Yani Necm sûresi. İnsânı arşı alâya atıveriyor.) 90

92 mı, deniz, hava, rüzgar mı bilecek? Şuurlu bir varlık gerekiyor. İşte O da insân-ı kâmil, O nunla 19 oluyor. Onun için 19 işte hayâli bir rakam değildir. Bir başka hesap yapalım. 19 iki ayrı rakamdan meydana geliyor. Alt alta topla 10 eder. 1 ile sıfır arası oluyor. Bunları ayrı yazınca sıfırı değerlendiren 1 dir. 1 olmasa sıfır ne işe yarayacak? İşte oradaki 1 Ahadiyet mertebesidir. Ahadiyet mertebesinin zuhuru kesreti ortaya getiriyor. O çoklukta sıfırdır. O çokluk, Ahadiyet mertebesinin çokluk şeklinde görünmesinden başka bir şey değildir. Elifi kıvır tel gibi olur sıfır. Sıfır değil o da eliftir. Yani kesret diye gördüğün çok ayrı ayrı varlıklar diye gördüğün şeyin ayrı varlıkları yok. Sıfır yani hiçtir. 1 in yanına bir sıfır koy 10 misli, bir sıfır daha koy misli, bir sıfır daha bin misli olur. Aslında hiç olmakla birlikte Hakk&#;a ayna olduğu zaman bir varlık kazanıyor, çokluk kazanıyor. Ayır onu aynadan biraz geriye çek gene sıfırdır. Yaklaştır aynaya kesret ama aslı 1 (bir) olan kesrettir. Vahid, Ehad sıfırı sola koy, solda sıfır o zaman hiç kıymeti yok. Çünkü sola koyduğun zaman aynanın sırlı tarafına arkasına geliyor yansıma yapmıyor. Ama aynanın önüne koyarsan bir sürü sıfır bir sürü halka oluyor. Onsekiz bin âlemi gördüm bir dağ içinde. Gördüm diyende 19 oluyor. Onsekiz bin âlem bir tarafta gören bir tarftadır. Hangi dağ içinde kendi gönül dağında görüyor. Anasır dağında unsur dağında gözüküyor. Bu dağın Îbrâhim (a.s.)ın kuşlarını Cenâb-ı Hakk 4 dağın başına koy dediği gibi o dağlar bizde anasırı erbaa, 4 unsur dağlarıdır Toprak dağı, ateş dağı, su dağıdır. Hep bizde bunlar birer dağ hükmündedir. Kendi varlığında bunu 82 (Bakara 2/) 91

93 bulmasıdır. Onsekiz bin âlemi kendinde bulması neticede kendini bulması oluyor. Hani Muhyiddin-i Arabi Hazretleri diyor ya bir havana koyup dövmek mümkün olsa oradan meydana gelecek hâsıla, onsekiz bin âlemi insân-ı kâmildir. O sıfırı ortadan bir mihver geçirerek ikiye böldüğün zaman kab-ı kavseyn oluyor. İki kavis, yani iki yay açtığın zaman oluyor. O gece Hazreti Rasulûlah o kadar yaklaştı ki, Rabb-i ile kul kab-ı kavseyn oldu. Ev edna veya daha da yakın oldu. Kaab tutmak demek, kabza. İşte oradaki iki yay sıfırın ortadan bölünüp bir tarafının kadim, bir tarafının hadis olması. Bir tarafı Hakk&#;ın kadem, baka kadimi, bir tarafı da sonradan meydana gelen hadis tarafıdır. İki yay bunun bir tarafı Hakk&#;ın varlığı, bir tarafı kuldaki zuhurudur. Onun için rabıta yapılırken iki kaşın ortasını tutma yeri kab-ı kavseyn ev edna dır Yani Allah o kadar yaklaştı ki birleşti, bir oldu da demiyor. Neden çünkü o iki derya birbirine girmez, birleşmez, taşmaz, birbirinin sınırlarını geçmez Eğer birbirinin sınırını geçmiş olsa mutlak olarak ya kulluk mertebesinin ortadan kalkması, hiç kul olmaması bu âlemde gerekecek veya Ulûhiyetin ortadan kalkması gerekecek. Ama iki derya da abdiyet ve rubûbiyyet deryası var olması gerektiğinden, ama tek hüküm içerisinde, derya iki ayrı derya değil ama birbirlerinin hukuku birbirlerine tecavüz etmeyecek. Acı su ile tatlı su nedir? Kulluk deryası acı sudur. Rubûbbiyet deryası tatlı sudur. Acı su tatlı su dediği zaten O dur. Yoksa sadece Cebeli Tarık boğazından akan tuzlu su değildir. Tabii orada da var da ama esas bizim insân boğazından geçen abd ve kul yaşantısı hayâttır. 83 (Necm 53/9) 84 (Rahmân 55/) 92

94 Kâ be-de yolumuz var, Zât&#;a ulaştırmak için. Üstünden hep geçenler var, Îbrâhim ile kapı arası. O siyah çizgi var ya selâm durulduğu zaman oradan başlıyor. İkinci selâm başlama ve bitiş yeri orasıdır. Makam tuttuk haremde bu dem, Görüşmek için dostlarla görüştük, Safa ile Merve arası. Aşağı yukarı Safa tepesi ile Merve tepesi arasında müezzin mahfeli var. Safa tepesine daha yakın ama yine ikisinin arasındadır. Gelen giden orada bulsun, yerimiz belli olsun diye orada oturuyorduk. Namazları orada kılıyorduk, namazlar arasında sohbet orada yapıyorduk. Müezzin mahfeli var, yazıları orada yazdım. Geçiyor Harem&#;de günler, Bazen ibadet, yazıyla. Dönüyoruz zaman zaman, Yatsıyla sabah arası. Yani sabah geliyoruz yatsı gidiyoruz. Yahut öğlen gidip ikindi geliyoruz. Sabahla yatsı arası orada oluyoruz. Lutfetti Hakk bunda bize, Umreden nasibimiz var. Aktaralım biz de size, Se ile Ha arası. Elif, be, te, se, cim, ha! Se ile ha arasında cim var. Cim harfinin hakîkatini burada anlatıyoruz. Cim, Cemâli İlahidir. Cim in &#;i&#; si insân-ı kâmil, &#;Mim&#; ise 93

95 Hakîkat-i Muhammedi zâhir ile bâtın arasıdır. İşte Hakîkat-i Muhammedi olmasa zâhir ile bâtın arasını birleştirmek mümkün değildir. İki arada olmak lazım ama iki arada bir derede şeklinde de değil, iki arada olması lazım ki her iki tarafa da ünsiyeti olsun. Gerektiğinde zâhirde olanları bâtına, bâtında olanları zâhire ithal edebilsin. Arada aracı olmasa zâhir zahirde kalır, bâtın bâtında kalır. Gerçekten de insân Allah ile kul arasında berzahtır, geçiştir. Eğer insân olmasa ki Hazreti Rasulûllah&#;la geçmiş peygamberler olmamış olsa bunlar bize ulaşamaz. Onlar bâtından alıp, bâtından aldıklarını biz zâhirlere ulaştırmaktalar. Cenâb-ı Hakk&#;ta zâhirden alıp bâtına ulaştırmaktadır. Yani bizleri toprak altına saklamaktadır. Arkadan geldi bir lutuf, Nasıl şükran edeyim. Yakînden bildirdi Rabb-im, Şın ile dat arası. Biraz oyun oynamış bizimle harflerle, dama taşı gibi. Şın ile dat arasında sad var. Sad sıfât-ı İlâhi&#;dir. Elifte uzar göklere sad derken satın uzatıcısı bir elif var. Dal delil-i İlâhidir, Âdem ile Muhammed arası. O dal, Âdem (a.s.)dan başlayıp Hazreti Rasulûllah&#;a kadar gelen seyrin delilidir. Yani Hakîkat-i İlâhiyye&#;ye delildir. Hem Hazreti Âdem, hem Muhammed (a.s.) yani onlar ve o sistem Hakîkat-i İlahiyye yolunun tek delilidir. Başka hiç bir sistem Allah&#;a götürmez. Ve bu yolun delili dallar. Âdem derken elif, dal, mim! İşte Âdem&#;in başındaki elif Ahadiyyet mertebesi, dal Ahadiyyet mertebesine giden yolun delilidir. Yani o kelime ve o kelimenin mâ nası hakîkate gidiş, yolun delili, başlangıcı 94

96 daha yani, en sağlam yeri kapısı, işte Hakk yolunun delilidir. Âdem derken sondaki mim Hakikati Muhammediyye&#;nin delili başlangıcıdır. Cenâb-ı Hakk nasıl kurgulamış? Bunların ne isimlerinde, ne resimlerinde, ne harflerinde hiç bir kargaşa yok. Hani okundu ya &#;&#;sen bak gökyüzüne bir kargaşa görebilir misin?&#;&#;. Gökyüzünde bir kargaşa göremezsin Kûr&#;ânda hiç göremezsin mümkün değildir. Biri Cenâb-ı Hakk&#;ın zahir yönüyle zuhura getirdiği, birisi bâtın yönüyle özünden verdiği şeydir. İkisinde de olmaz ama bâtında hiç olmaz. Yani kelâmı İlâhiye&#;de yanlışlık rastgelelik mümkün değil, mutlaka noktasına, virgülüne, harekesine varıncaya kadar hangi yönüne baksan hepsi bir sistem içerisindedir. Âdem yani Ahadiyet mertebesine Hakîkat-i Muhamediyye ile gidilir ve bu delildir. Âdem aynı zamanda bir delildir. Namazın da mührüdür. Ayakta durduğumuz zaman elif oluyoruz. Eğildiğimiz zaman dal, secde yaptığımız zaman mim, getir yan yana oldu Âdem. İstersen lisanen bir şey söyleme namaz içerisinde, ben Âdem im diye hâlinle mührünü basıyorsun. Âdem ile Muhammed arası. Muhammed kelimesinin sonunda da bir d var. O da işte en son delilidir. Artık burası tamamdır diye tasdik edici bir delil, Makamı Mahmud&#;un delilidir. 3 tane mim var. Zaten Muhammed mim, ha, dal dan oluşuyor. Mim Hakîkati Muhammediyye, ha da hamdın hakîkati, dal delili İlâhiyyedir. Daha sonra oldu elif bize, Hakk&#;tan armağan, 85 (Mülk 67/3) 95

97 Makamattan meydana gelmiş, Sıfır ile onüç arası. Elif 12 makamda, bir tarafta sıfırdır. 1 (١) ile başlıyor, 13 son, altında 12 yani elif 12 makamdan, 12 noktadan meydana gelmiş bir manzumedir. Elif (ا) düz bir çizgi değil, bütün âlem zaten öyledir. Âlem noktalardan, hücrelerden, atomlardan meydana gelmiştir. Hiçbir varlık düz ve bütün değildir. Elif ve 1, bunlar aynı şey ama biri harflerin kaynağı, biri rakamların kaynağıdır. Elif ten kıvırıyorsun bir parça, altına nokta koyuyorsun be oluyor. Elif, Ahad bir iken altına nokta koydun ben dedin, üstüne nokta koydun sen dedin. Aynı elif üstünde 3 tane noktası var. Ne demek bu? Hakîkatleri elif, be, te, se dir. Elif in, be nin, te nin, hakîkatlerini idrâk et! Evvela bunları ilim olarak bil! Sonra ayn en bil, sonra Hakk&#;el yâkin olarak bil! diyor. Sonra cim diyor. İşte bunları idrâk edersen Cemâli İlâhiyye&#;yi görürsün. Daha sonra elif oldu, Hakk&#;tan bize armağan, makamattan meydana gelmiş, sıfır ile 13 arası. E evvel kendine ermektir. Lâm âleme varlık oldu. Hakk esmâsı arasına bir lâm koyduğu zaman halk oldu. İşte lâm bütün bu âleme varlık oldu. Küçücük harf görüyorsun ama yaptığı işler çok büyüktür. Elif, lâm sonunda fe var. Elif yine göklere uzar. O 13 noktadan ama onu sen uzat uzatabildiğin kadar. Ahadiyet&#;e kadar uzuyor. Elif uzar yine göklere, Kün ile feyekün arası (Yani ol ve hemen olur.) 96

98 Bu elifte neler var, Şerhin etmek kolay değil. Anladınsa eğer canım, Ahad ile Ahmed arası. Ahad&#;de de elif var, Ahmet&#;de de elif var. Ama Ahad&#;in arasına bir mim koydular Ahad&#;a Ahmed dediler. Ahmed Ahad demek yani Ahmed, Ahadiyyet mertebesinin ef&#;âl âlemindeki zuhurudur. İşte onun için İncil&#;de de geçiyor. Paraglid onların lisânında Ahmed demekmiş. Bu hakikati İncil dahi tasdik ediyor. Ama biliyorlar, ama bilmiyorlar o ayrı konudur. Ahad ile Ahmed arası. Yani Ahad&#;da o elif var, mim ilave edildiği zaman Ahmed oluyor. Ayrıca Ahmed de Muhammed demektir. Oldu Rasûl&#;ün hareminde, Yine bizlere büyük lütuf, İndirdiler gönlümüze, Be ile se arası. Elif be te harflerin raksı, Te oldu müşahede baştan, Ente diyordu sanki Hakk, Ene dedim bir hoşluktan, Sen ile ben arası. Be geldi sonra sıraya, Giremez kimse araya, Birlikteliktir manası, Ben ile sen arası. 87 Elif be te se cim sad geldi, Sırları yüreğimi deldi. 87 (Demin sen ile ben arası idi, şimdi ben ile sen arası.) 97

99 Gelmişim bunları almaya, İlim ile muhabbet arası. Yani bir ilim ki muhabbeti yoksa o eksiktir, bir muhabbet ki ilmi yoksa o da eksiktir. Birbirine perde olurlar. İlmin muhabbeti yoksa o kişiye ilim perde olur. Nitekim zahir ulemanın bugün hâlidir. Eğer bir yerde muhabbet var ilim yoksa o muhabbette duygusallık meydana getirdiğinden, o duygular ona perde olmaktadır. İlmin benliğini muhabbet giderir, muhabbetin duygusallığını da ilim giderir. Muhabbet ilmin verdiği gururu kibiri ortadan kaldırır. Muhabbetin duygusallığını da ilim ancak aştırır. Çünkü duygusallık insâna perde olur. Duygusallık güzel şeydir ama tarîkât mertebesinin yaşantısıdır, orada oluşması da lazımdır. Ama hep duygusallık olursa ilimle desteklemezsek o bize perde olur. İşte hakîkat mertebesine gelen kimsenin bu duygusallığını terk etmesi gerekiyor, çünkü beşeriyetinden kaynaklanıyor. Ama beşeriyetini aştıktan sonra, Hakîkati İlâhiyye ile ilim ile yeni bir muhabbet elde edilir ki O İlâhi muhabbettir. İşte oraya geçmek için beşeri muhabbeti terk etmek gerekiyor. Buna batılılar platonik aşk yani karşılıksız sevme diyorlar. İşte insân bu duygu var iken onun ilerisine geçemez. Buradan geçilmesi için hakîkat ilmine ihtiyaç var. Ondan sonra o hakîkat ilmiyle &#;&#;yuhibbuhum ve yuhibbbunallah 88 &#;&#; âyeti hükmünce muhabbet başlar. Ki bu muhabbet ilahi muhabbet, İlâhi aşktır. İşte O bitmez tükenmez. Eğer tarîkât mertebesindeki muhabbet ilim ile desteklenmezse o bir gün bitmeye mahkumdur. 88 Allah onları sever, onlar da Allah&#;ı severler (Maide 5/54) 98

Beşeriyetinden kaynaklanan her şeyin sonu vardır. Ama Ulûhiyetinden kaynaklanan kaynağı Hakk&#;tan olan bir şeyin bitmesi söz konusu değildir. Elif, be, te, cim, sad geldi, Sırların yüreğim deldi. Gelmişim bunları almaya, İlim ile muhabbet arası. Uzun sürer şerh edersem, Kısa kısa geçtik yukarda. Açarsan perdeyi bir dem dikkat et, Kalırsın inkar ile tasdik arası. Ya inkar edersin, ya tasdik, hem inkar hem tasdik yok! İnsân-ı kâmili, Hakîkat-i Muhammediyye&#;yi ya kabul edersin, ya tasdik edersin. Kabul ve tasdik, tasdik ettiğinde kellenin gittiğini bil yalnız. Çünkü makamı İbrahimiyyet kapıdan girişte &#;&#;ben âlemlerin rabbine teslim oldum kayıtsız şartsız 89 &#;&#; dedi. Bir şeylerle meşgul herkes, Ben ise seninle meşgulum. Hareminde hiç gayrı yok, Zâhirle bâtın arası. Zâhirinde de bâtınında da arasında da gayrı yok, ama vahdet gözlüğüyle bakarsan yok! Kesret gözlüğüyle bakarsan hepsi ayrı, gayrı herkes bir telden çalıyor. Tek gözlükle bakarsan Hakk&#;tan başka bir şey müşahede edemezsin. Edersen zaten orası Kâ be olmaz. Ayrı varlıklar görürsen Hakk&#;ın tecelligahı olmaz. Eğer yazmasaydım bunları o günlerde, Uçar giderdi benimle. 89 (Bakara 2/) 99

Rabb-im lutfetti gayreti, Kağıt ile kalem arası. Şurası beyaz kağıt şurası da kalem, ikisinin arasında bunlar oluşuyor. Yani kalemin ucu ile kağıdın beyaz tarafı birleştiği zaman kalem isterse bir milimetrenin milyonda biri kadar yukarda olsun, o kadar yaklaşsın temas etmedikçe, deymedikçe, arası olmadıkça ne işaret, ne şekil hiç bir şey yok! Bir gece mâ na âleminde, Gördüm kendimi. Haremde hiç kimseler yok içerde, Tavaf duvar ile çarşı arası. O kadar sıkı tavaf var ki hacda bilhassa veda tavafında, değil insanın girmesi araya iğne giremiyor. O kadar kalabalık o kadar sıkışık ama mâ na âleminde bakıyoruz ki içerde kimse yok! Kâ be-i Şerif&#;in içerisi bomboş! Ama hacc mevsimi, tavaf Kâbe-i Şerif&#;in dış duvarlarının dışından yapılıyor. Ve tavaf sağdan sola doğru yapılıyor. İşte o dışarda yapılan tavaf soldan sağa doğru ayrıca da dışarda hem ters tavaf yapılıyor. Niye soldan sağa tavaf yapılıyor. Çünkü çarşı pazar işiyle uğraşıyor nefsi külli, ağır gelmiş. İçerde kimse yok kimseyi göremedim. Hayret ettim ben bu işe, Ne denirki bu gidişe. Soldan sağa dönüyordu tavaf, Zâhir ile benlik arası. Yapılan tavaf haccın zâhiri ve benlikle yapılan tavaf, onun için tersine gidiyor. Yoksa bâtın ve hakîkati olarak tavaf yapılmış olsa sol mihver 90 sağa dönüş 90 Merkez.

yapılıyor. Yani aklı küll nefsi küllü sarmış olması lazım, tavafın soldan sağa dönmesinin sırrı budur. Külli aklın nefsi külliyi ihata etmesi yani üzerinde amir olması demektir. Aklı küll Allah&#;ın aklı, nefsi küll de bu âlemlerdir. Aklı küll ile nefsi küllün izdivacından bu âlemler, faaliyetler ortaya geldi. Ama esas olan akıl külli akıl ve aklı küllün bütün âlemi ihata etmesi demek, tavafın sola doğru dönmesidir. Gördüm ilerde bir gizli kapı, Hayret ettim nasıl bir yapı. Geçme motif arkası cam, Sıra sıra kapılar arası. 91 Gezip dolaşarak gördüm, Tesbit ettim yerini. Babüşşami imiş meğer, 52 ile 54 arası. Tekirdağ&#;lı bir imam ile 53 numaralı kapıyı, gittik tık diye buluverdik. Döndük dolaştık geldik bir yere yeni yapılan tarafta nöbetçilere kaç kapı var diye sordum. Dedi 95, dedim bunda bir yanlışlık var. Çünkü 95 i toplarsan 13 çıkmıyor, 14 çıkıyor. Ve geldik baktık sırada hemen yanındaki kapı birinci 95 yok! 95 dediler. Sıraya gelip sayıyoruz 94, ama 95 diyorlar. Derken bir baktık yukarda ikinci kata çıkılıyor medivenlerle &#;babüsstar&#; yazıyor. Yani yıldız kapısı, dedik tamam şimdi 95 burasıdır. Çünkü o ayrı bir kapı, o gök kapısı, gök ehlinin kapısı, yer ehlinin kapısı değildir. Genelde kapalıdır, Açılmaz gafillere. 91 (Yani kapıların arasında bir kapı.)

Her kapıda çıkışı var, Ef&#;âl ile zât arası Gezip dolaşarak gördüm, Tesbit ettim yerimi, Babüşşami&#;ymiş meğer, 52 ile 54 arası. Genelde kapalıdır açılmaz gafillere, her kata çıkışı var ef âl ile zât arası. Bilindiği gibi elektrikli merdivenli kapı, yürüyen merdivenler, O kapının ismi Bab-ü Kehribari Şami yani Kâ be-i Şerif&#;in Şam köşesi istikametinde elektrikli kapıdır. O kapının üstünde niye bu kehribar yazıyor diye doğrusu düşündük durduk. Sonra bir âraba ne demek diye sorduk? Elektrik deyince anlaşıldı otomatik kapı, O kapının her kata girişi var. İstediğini ef&#;âl mertebesine atıyor. İstediğini esmâ, istediğini sıfât, istediğini zât mertebesine mi raca götürüyor. Şam kapısı ne demek? Hani diyorlar ya evveli Şam ahiri Şam, müslümanlık Şamda daha çok gelişti ama Şam&#;a toplanacak. Biz buradan diyoruz ki Şam şehri, belki zâhirde de öyle olacak. Onu yaşayanlar görecek. Ama bugün Şam ne demek? Yani her âyetin, her hadisin bugüne tahakkuku, tatbikatı mümkün, bize o gereklidir. Eğer bir âyet veya hadis bizim yaşadığımız devreden daha sonraya ait bir bilgi veriyorsa o zaman bizimle ilgisi yoktur, ondan fayda sağlayamıyoruz demektir. Niye sağlayamayalım fayda, çünkü hepsi bize gelmiş. Her devire ve her müslümana gelmiştir. O halde bizim ondan hissemizi almamız lazımdır. Zâhirinde değil bâtınında faydayı arayacağız. 92 (Ef&#;al mertebesinden çıkışı var girişi var.)

Şam kelimesinde bir şın bir de mim var, işte sırrı buradadır. Şam şın ı şehadet, müşahade yani, mim de Hakîkat-i Muhammediyyedir. İşte islâmın başı da Hakîkati Muhamediyye, sonu da Hakîkat-i Muhammediyyedir. İşte evveli Şam, ahiri Şam o sözden biz niye yararlanmayalım. Şın müşahede genelde, Mim Hakikati Muhammedi. Tesadüf yok özelde, Hayâl ile gerçek arası. İsterse bir insan gerçeği hayâle döndürüyor, isterse hayâli gerçeğe döndürüyor. Hayâlin gerçeğe dönmesi demek onun tahakkuk etmesi demektir. Yani fiil mertebesine, fiilen tahakkuku, faydalanılması, çalışması, faaliyete geçmesi oluyor. Ama gerçeği de biz hayâl yapıyoruz. İşte bu vehmin en büyük hilesiydi. Vehmin en büyük hilesi varı yok yoku var göstermesi. İşte yok olan bizim bireysel varlığımızı var olarak tam tersi, &#;&#;sen varsın, sen varsın&#;&#; diye kendini Hakk&#;ın varlığından ayrı bir kimlik verdirmek sûretiyle bizi en büyük benliğe itmiş oluyor. &#;&#;Vücudike zenbike&#;&#; 93 senin vücudundan daha büyük günahın olmaz. Çünkü diğer günahlar buna bağlı olarak gelir. Bu olmasa günahın zaten olmayacak, aracın yok ki işleyecek. İşte var olan Allah&#;ı yok olarak gösterir. Nasıl? Tenzihtedir, yukarı âlemlerin dışına at! Şu veya bu şekilde bir sürü vesveselerle ve bir sürü gafletlerle Hakk&#;ın varlığını unutturuyor var olanı, senin kendi varlığını yok olan nefsâniyetini var olarak sana kabul ettiriyor. İşte hayâl ile gerçek arası dediği budur. 93 Hadis-i Şerif.

Anne çorabım nerede

Play

Friday, March 24,

nereye koyduysan oradadır (bkz: nerede benim captain black im) bu anne repliği daha sonra sevgili / es repliği halini alarak, adamın yakasını ölene. Penguenli Çorabım mağazasından içeri girdik. Halamla annem bu mağazanın tam bize göre olduğunu söylediler. —Pufff! Bana göre bir şey göremiyorum burada. Bir gün evinizde beslemek isterseniz, şöyle bir diyaloğa hazırlıklı olun derim: Anne, çorabım nerde? - Koyduğun yerdedir. - Ama yok! - Bulursun.
WebFeb 2,  · Kukuli Nereye Koyduysan Oradadır çocuk şarkısıyla okul öncesi çocukları eğlendirirken öğretici bilgiler veriyor. Çizgi film kahramanlarımız Tinky Minky en ye. Webanne çorabım nerede kalp krizi belirtileri su katmanını oluşturan yeryüzü şekillerini yazınız antalya sosyal güvenlik il müdürlüğü ıslak imza nasıl atılır 6 MILITARY HF DIPOLE . WebPeople named Anne Oram Find your friends on Facebook Log in or sign up for Facebook to connect with friends, family and people you know. Log In or Sign Up Anne Oram See . WebDec 17,  · Anne çorabım nerede Kikiriki Çalışma bakanlığı Kikiriki. Online menu of kikiriki, paterson, nj. Kikiriki Kikiriki dantel elbise fiyatı, taksit seçenekleri ile satın al. Ek .

Anne çorabım nerede

WebWas bedeutet “Fischen (to fish)”. Wenn ein Spieler nach Karten gefragt wird, die er in der Hand hält, ist er verpflichtet, alle Karten dieses Ranges abzugeben. Wenn er keine . Websahte yem boğmaca anne çorabım nerede bilek dövmeleri ürtiker reçete hamilelikte ishal ve karın ağrısı. WebNov 3,  · In , a new coronavirus was identified as the cause of a disease outbreak that originated in china. the virus is known as severe acute respiratory syndrome .
Bir gün evinizde beslemek isterseniz, şöyle bir diyaloğa hazırlıklı olun derim: Anne, çorabım nerde? - Koyduğun yerdedir. - Ama yok! - Bulursun. -anne çorabım nerde? -aramaya inan oğlum (bkz: karizmatik cevaplar). ANNE,. SEN. ÇOCUKKEN Oh, neyse, Hava karardı. Yine geç kaldı! Başına bir kaza gelmiş olmasın sakın! “Nerde kaldın kızım? “Nee, çorabım mı kaçmış? Penguenli Çorabım mağazasından içeri girdik. Halamla annem bu mağazanın tam bize göre olduğunu söylediler. —Pufff! Bana göre bir şey göremiyorum burada. Tinky Minky Kukuli Nereye koyduysan ordadır (anne) şarkı sözleri - Soru Cevap. Aaaaanne aaaaanne Anne çorabım nerede? Nereye koyduysan ordadır.

karakolda seksrus olgun porno izle

Anne çorabım nerede

site için isimlerchicky izlepetites sexuzaktan kumandalı oyuncak araba

Anne çorabım nerede


WebFeb 2,  · Kukuli Nereye Koyduysan Oradadır çocuk şarkısıyla okul öncesi çocukları eğlendirirken öğretici bilgiler veriyor. Çizgi film kahramanlarımız Tinky Minky en ye. WebAbout Press Copyright Contact us Creators Advertise Developers Terms Privacy Policy & Safety How YouTube works Test new features Press Copyright Contact us Creators. WebDec 12,  · anne çorabım nerede Looking for a local office? with over shipping agencies all over the. Vessel cma cgm lisa marie. voyage next. service bosphorus . Web-anne çorabım nerede? +nereye koyduysan ordadır -anne kalemimi kaybettim +ben sana her zaman bulabileceğin bir yere koy demiyormuyum annesi böyle olan beğensin:).

Anne çorabım nerede


Penguenli Çorabım mağazasından içeri girdik. Halamla annem bu mağazanın tam bize göre olduğunu söylediler. —Pufff! Bana göre bir şey göremiyorum burada. Annesi de uyuyor daha. Nerdeee bizde? 'Annneeee çorabım nerede?', 'Anneeee yakamı bulamadım! Annem şikâyet ediyordu yine. İyice duyabilmek için yatağın. ANNE,. SEN. ÇOCUKKEN Oh, neyse, Hava karardı. Yine geç kaldı! Başına bir kaza gelmiş olmasın sakın! “Nerde kaldın kızım? “Nee, çorabım mı kaçmış?

Anne çorabım nerede

Bir gün evinizde beslemek isterseniz, şöyle bir diyaloğa hazırlıklı olun derim: Anne, çorabım nerde? - Koyduğun yerdedir. - Ama yok! - Bulursun. -anne çorabım nerde? -aramaya inan oğlum (bkz: karizmatik cevaplar). ANNE,. SEN. ÇOCUKKEN Oh, neyse, Hava karardı. Yine geç kaldı! Başına bir kaza gelmiş olmasın sakın! “Nerde kaldın kızım? “Nee, çorabım mı kaçmış? Penguenli Çorabım mağazasından içeri girdik. Halamla annem bu mağazanın tam bize göre olduğunu söylediler. —Pufff! Bana göre bir şey göremiyorum burada. Tinky Minky Kukuli Nereye koyduysan ordadır (anne) şarkı sözleri - Soru Cevap. Aaaaanne aaaaanne Anne çorabım nerede? Nereye koyduysan ordadır.
WebÖmür Naz ve öykü Anne çorabım nerede isim şarkıyla birlikte oynadı ikiside çok eğlendi bir sonraki videoda görüşmek üzere bize abone olmayı unutmayın!!! Webanne çorabım nerede kalp krizi belirtileri su katmanını oluşturan yeryüzü şekillerini yazınız antalya sosyal güvenlik il müdürlüğü ıslak imza nasıl atılır 6 MILITARY HF DIPOLE . WebPeople named Anne Oram Find your friends on Facebook Log in or sign up for Facebook to connect with friends, family and people you know. Log In or Sign Up Anne Oram See .

Bir gün evinizde beslemek isterseniz, şöyle bir diyaloğa hazırlıklı olun derim: Anne, çorabım nerde? - Koyduğun yerdedir. - Ama yok! - Bulursun. -anne çorabım nerde? -aramaya inan oğlum (bkz: karizmatik cevaplar). ANNE,. SEN. ÇOCUKKEN Oh, neyse, Hava karardı. Yine geç kaldı! Başına bir kaza gelmiş olmasın sakın! “Nerde kaldın kızım? “Nee, çorabım mı kaçmış?Coronavirus You don't have to be a clean freak to worry about germs at a time like this. Happiness i̇stanbul kadın kırmızı i̇p askılı jarse mini elbise yk yorumlarını inceleyin, trendyol'a özel indirimli fiyata satın alın. Cma cgm Bodrum gümüş Defacto modest Cma cgm voyage finder New cgm Hazır kuponalr Yenilmez 2 indir türkçe dublaj Dicle hukuk duyurular guadaonline. Cma cgm ist das größte schifffahrtsunternehmen in frankreich. Holly lolly, takım modelleri ile bu sezon farkınızı ortaya koyun. Tap into the power of neighbors helping neighbors.
ANNE,. SEN. ÇOCUKKEN Oh, neyse, Hava karardı. Yine geç kaldı! Başına bir kaza gelmiş olmasın sakın! “Nerde kaldın kızım? “Nee, çorabım mı kaçmış? Bir gün evinizde beslemek isterseniz, şöyle bir diyaloğa hazırlıklı olun derim: Anne, çorabım nerde? - Koyduğun yerdedir. - Ama yok! - Bulursun. Penguenli Çorabım mağazasından içeri girdik. Halamla annem bu mağazanın tam bize göre olduğunu söylediler. —Pufff! Bana göre bir şey göremiyorum burada.
Ilhan Afacan. Kukuli - Abur Cubur Şarkısı Sevda Mucda. Comic Books.
Tags:Türbanlı büşra, Gigi allens anal, liseli xxx, yeni geline ev hediyesi, eba canlı ders giriş, edis hun nereli, adanalı kız, en son çıkan filmler türkçe dublaj, hdporn org, cartoon network porno izle, lezbiyen sert sikiş, manken seksiler, asuman krause sevgilisi, altyazılı video dönüştürücü, milf türk porno, Türk erkeği twitter. WebÖmür Naz ve öykü Anne çorabım nerede isim şarkıyla birlikte oynadı ikiside çok eğlendi bir sonraki videoda görüşmek üzere bize abone olmayı unutmayın!!! WebApr 14,  · About Press Copyright Contact us Creators Advertise Developers Terms Privacy Policy & Safety How YouTube works Test new features. Anne çorabım nerede WebDec 12,  · anne çorabım nerede Looking for a local office? with over shipping agencies all over the. service bosphorus . Vessel cma cgm lisa marie. voyage next. Web"Çorabım nerede? Bulamıyorum!" diyen erkeğe "Evlenirken söylediğin aşk sevgi sözcükleri neredeyse orada, bende bulamıyorum.." denir ;). SAĞA BAKTIM SOLA BAKTIM BULAMADIM NEREYE. ANNE ÇORABIM NEREDE? NEREYE KOYDUYSAN ORDADIR. NEREYE KOYDUYSAN ORDADIR. ANNE PİJAMALARIM? Mini Anima ailesinin üyeleri birbirlerinden saklanarak ce-eee oyununu oynuyorlar.Şarkının sözler. WebJan 26,  · Bebeklerin çok sevdiği ce-eee oyununu şarkı haline getirdik. nereye koyduysan oradadır (bkz: nerede benim captain black im) bu anne repliği daha sonra sevgili / es repliği halini alarak, adamın yakasını ölene. Çizgi film kahramanlarımız Tinky Minky en ye. WebFeb 2,  · Kukuli Nereye Koyduysan Oradadır çocuk şarkısıyla okul öncesi çocukları eğlendirirken öğretici bilgiler veriyor. Nerdeee bizde? 'Annneeee çorabım nerede?', 'Anneeee yakamı bulamadım! İyice duyabilmek için yatağın. Annesi de uyuyor daha. Annem şikâyet ediyordu yine. Webanne çorabım nerede kalp krizi belirtileri su katmanını oluşturan yeryüzü şekillerini yazınız antalya sosyal güvenlik il müdürlüğü ıslak imza nasıl atılır 6 MILITARY HF DIPOLE . Log In or Sign Up Anne Oram See . WebPeople named Anne Oram Find your friends on Facebook Log in or sign up for Facebook to connect with friends, family and people you know. Kikiriki Kikiriki dantel elbise fiyatı, taksit seçenekleri ile satın al. WebDec 17,  · Anne çorabım nerede Kikiriki Çalışma bakanlığı Kikiriki. Ek . Online menu of kikiriki, paterson, nj. - Ama yok! - Bulursun. - Koyduğun yerdedir. Bir gün evinizde beslemek isterseniz, şöyle bir diyaloğa hazırlıklı olun derim: Anne, çorabım nerde? -aramaya inan oğlum (bkz: karizmatik cevaplar). -anne çorabım nerde? beni . WebJan 17,  · Anne çorabım nerede Otobusum nerede İthaki yayinlari - zeynep tuğçe karadağ - öpülmeyen alnı vuralım bulunmayan damarı görüşürüz derken görüşme.. WebÖmür Naz ve öykü Anne çorabım nerede isim şarkıyla birlikte oynadı ikiside çok eğlendi bir sonraki videoda görüşmek üzere bize abone olmayı unutmayın!!! SEN. ÇOCUKKEN Oh, neyse, Hava karardı. Başına bir kaza gelmiş olmasın sakın! “Nee, çorabım mı kaçmış? “Nerde kaldın kızım? Yine geç kaldı! ANNE,. Webanne çorabım nerede rafadan yumurta kaç dakika salı dizileri kim bile bile yok sayar tüm hatalarını indir otomatik sulama saati endokrinoloji netflix filmleri ana yol nasıl yazılır tapu . —Pufff! Bana göre bir şey göremiyorum burada. Halamla annem bu mağazanın tam bize göre olduğunu söylediler. Penguenli Çorabım mağazasından içeri girdik. WebApr 14,  · About Press Copyright Contact us Creators Advertise Developers Terms Privacy Policy & Safety How YouTube works Test new features Press Copyright Contact . Ek . Kikiriki Kikiriki dantel elbise fiyatı, taksit seçenekleri ile satın al. WebDec 17,  · Anne çorabım nerede Kikiriki; Çalışma bakanlığı ; Kikiriki. Online menu of kikiriki, paterson, nj. Nereye koyduysan ordadır. Tinky Minky Kukuli Nereye koyduysan ordadır (anne) şarkı sözleri - Soru Cevap. Aaaaanne aaaaanne Anne çorabım nerede? WebAbout Press Copyright Contact us Creators Advertise Developers Terms Privacy Policy & Safety How YouTube works Test new features Press Copyright Contact us Creators. Çizgi film kahramanlarımız Tinky Minky en ye. WebFeb 2,  · Kukuli Nereye Koyduysan Oradadır çocuk şarkısıyla okul öncesi çocukları eğlendirirken öğretici bilgiler veriyor. +nereye koyduysan ordadır -anne kalemimi kaybettim +ben sana her zaman bulabileceğin bir yere koy demiyormuyum annesi böyle olan beğensin:). Web-anne çorabım nerede? -nereye attığımı bilseydim sana sorarmıydım. WebBenim çorabım nerede anne? Web-Anne siyah çorabım nerde? -nereye attınsa oradadır. Tags:Shemale scat, Aki sora hentai,Lover in law anime, Gabbie carter videos, Hizmetciyle sex, Takevan com, Arap porno yukle, Rebecca volpetti danny d porn, Erkek mastürbasyon yöntemleri, Google.

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası