kiralık konak gözlemci bakış açısı / İlahi-Tanrısal Bakış Açısı ve Özellikleri | Türk Dili ve Edebiyatı

Kiralık Konak Gözlemci Bakış Açısı

kiralık konak gözlemci bakış açısı

YENİ TÜRK EDEBİYATI HAKEMLİ ALTI AYLIK İNCELEME DERGİSİ MODERN TURKISH LITERATURE A BIANNUAL PEER REVIEWED JOURNAL OF RESEARCH 11 NİSAN YENİ TÜRK EDEBİYATI Hakemli Altı Aylık İnceleme Dergisi Modern Turkish Literature Sayı: 11, Nisan ISSN: X Yeni Türk Edebiyatı, ULAKBİM Sosyal ve Beşeri Bilimler Veri Tabanı (SBVT) tarafından dizinlenmektedir. Yayın Kurulu Hakem Kurulu Prof. Dr. İnci Enginün Prof. Dr. Yavuz Akpınar Prof. Dr. YAVUZ AKPINAR Prof. Dr. Fazıl Gökçek Prof. Dr. M. FATİH ANDI Prof. Dr. Abdullah Uçman Prof. Dr. HÜLYA ARGUNŞAH Prof. Dr. Alev Sınar Uğurlu Prof. Dr. YUNUS BALCI Dr. Sabahattin Çağın Doç. Dr. ŞERİFE ÇAĞIN Prof. Dr. NURULLAH ÇETİN Prof. Dr. RECEP DUYMAZ Yayın Koordinatörü Prof. Dr. İNCİ ENGİNÜN Mustafa Sökmen Prof. Dr. BİLGE ERCİLASUN Prof. Dr. NÜKET ESEN Prof. Dr. RIZA FİLİZOK Sahibi ve Yazı İşleri Md. Prof. Dr. FAZIL GÖKÇEK Dergâh Yayınları A.Ş. adına Prof. Dr. VİLAYET GULİYEV Asım Onur Erverdi Prof. Dr. OSMAN GÜNDÜZ Prof. Dr. ÖMER FARUK HUYUGÜZEL Prof. Dr. ŞUAYİP KARAKAŞ İngilizce Editörü Prof. Dr. TURAN KARATAŞ Doç. Dr. Atalay Gündüz Prof. Dr. EMEL KEFELİ Yrd. Doç. Dr. Bahar Dervişcemaloğlu Prof. Dr. NAİM KERİMOV Prof. Dr. ZEYNEP KERMAN Prof. Dr. MURAT KOÇ e-posta Doç. Dr. MEHMET NARLI [email protected] Prof. Dr. ORHAN OKAY Prof. Dr. NAZIM HİKMET POLAT Yazışma Adresi Doç. Dr. CAFER ŞEN Klodfarer Caddesi Altan İşhanı Nu.: 3/20 Prof. Dr. MEHMET TEKİN Sultanahmet / İstanbul Prof. Dr. ABDULLAH UÇMAN Tel: () 95 Prof. Dr. SEMA UĞURCAN Faks: () 95 81 Prof. Dr. ALEV SINAR UĞURLU Satış, Abone Yurtiçi öğretim üyesi ve öğrenciler için Ana Basım Yayın Molla Fenari Sokak Yıldız Han abonelik bedeli Nu.: 28 - Cağaloğlu / İstanbul Yıllık 2 sayı, 26 TL Tel: () 99 41 (3 hat) Faks: () 04 21 Kurumlar abonelik bedeli Yıllık 2 sayı, 60 TL Yurtdışı abonelik bedeli Baskı Yıllık 2 sayı, 35 ABD Doları Ana Basın Yayın Gıda İnş. Tic. A. Ş. B.O.S.B. Mermerciler Sanayi Sitesi Abonelik için hesap numarası Cad. Asrın Benzersiz Bir Politekniği Münif Paşa Ayşe Sandıkkaya Aşır Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Eserlerinde Resim Taner Tunç Hikâyenin Teori ve Tarihî Gelişimini Öykü Tadında Okutan Eser: “Hikâye/Anlatım/Yorum” M. Cem Öz Kayıplarımız: Cevat Heyet () Yavuz Akpınar YENİ TÜRK EDEBİYATI DERGİSİNİN YAYIN İLKELERİ / “KİRALIK KONAK”TA ANLATICI VE KARAKTERLEŞTİRME Bahar Dervişcemaloğlu* NARRATOR AND CHARACTERIZATION IN “KİRALIK KONAK” ÖZ: Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatının ilk romancıları arasında yer alan Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun yılında İkdam gazetesinde tefrika halin- de yayınlanan Kiralık Konak isimli romanı; II. Meşrutiyet, Balkan Harbi ve I. Dünya Savaşı yıllarını kapsamasıyla gerçek tarihimize gönderme yapmaktadır ve romandaki karakterler de o dönemde değişmeye başlayan değer yargılarını ve bunun doğurduğu nesiller arası çatışmaları temsil eden “gerçeğe benzer” karak- terlerdir. Ancak roman her ne kadar tarihî bir döneme gönderme yapsa da aynı zamanda anlatıcı tarafından söz konusu gerçekliğin öznel bir şekilde yorumlandığı ve yeniden üretildiği bir “kurmaca”dır. Nesiller arası çatışmalar vasıtasıyla hem Osmanlılığın çağdışı kalışı hem de Batılılaşmanın yarattığı yozlaşmanın ortaya koyduğu romanda özellikle anlatıcının konumu, karakterler ve kullanılan karak- terleştirme teknikleri dikkat çekmektedir. Bu çalışmada Kiralık Konak romanı öncelikle “anlatıcı” açısından daha sonra da “karakterleştirme” tekniği açısından ele alınacaktır. Karakterleştirme bahsinde özellikle romanın en canlı ve dikkat çekici karakteri olan Seniha’nın karakterleştirilmesi üzerinde durulacaktır. Anahtar Kelimeler: Kiralık Konak, anlatıcı, karakter, karakterleştirme. ABSTRACT: Kiralık Konak, a novel written by Yakup Kadri Karaosmanoğlu, one of the first novelists of Turkish Literature in Republic Period and published on İkdam daily in as a serial novel, refers to our real history since it is set on the Constitutional Period II, Balkan War and World War I, and the characters on the novel “reflect the truth” by representing the changing value judgments and generation gap created by these changing value judgments. However, although * Yrd. Doç. Dr., Ege Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Türkçe Eğitimi Bölümü. Yeni Türk Edebiyatı Dergisi, Sayı 11, Nisan , s. 56 BAHAR DERVİŞCEMALOĞLU the novel represents an historical era, it is still a “fiction” where actual course of events were subjectively interpreted and recreated by the narrator. The role of narrator, characters and characterization methods used particularly stand out on this novel which portrays outdated ways of the Ottoman and corruption caused by Westernization. This study focuses on first the “narrator” and then “charac- terization” technique of Kiralık Konak novel. The characterization analysis will particularly focus on characterization of Seniha who is the most lively and re- markable persona of the novel. Keywords: Kiralık Konak, narrator, character, characterization. Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatının ilk romancıları arasında yer alan Yakup Kadri Karaosmanoğlu (), sanatının ilk dönemlerinde “Sanat sanat içindir” anlayışını savunan Fecr-i Âti topluluğuna katılmış, daha sonra bu anlayışı terk ederek memleket edebiyatına yönelmiştir. Nitekim geçirdiği bu dönüşümü, bu çalışmada inceleyeceğimiz Kiralık Konak1 () romanındaki Hakkı Celis karakterine de yan- sıtmıştır. İçinde üç nesli barındıran ve bir anlamda da Osmanlı’yı sembolize eden bir konak ekseninde toplumun en küçük birimi olan ailenin çöküşünü anlatan Kiralık Konak romanı, Yakup Kadri’nin söz konusu dönemdeki Batılılaşma çabalarının sonuçlarından duyduğu memnuniyetsizliği de son derece eleştirel bir biçimde ortaya koymaktadır.2 Roman tekniği açısından Türk edebiyatının dikkate değer eserlerinden biri olan Kiralık Konak için Yakup Kadri, kendisiyle yapılan bir konuşmada “En fazla tercih ettiğim roman hiç okunmamış olan Kiralık Konak’tır. Çünkü Kiralık Konak, tasvir nokta-i nazarından benim en az kusurlu olan eserimdir” demiştir.3 Biz de bu çalışmada teknik açıdan oldukça kıymetli olan Kiralık Konak romanını özellikle “anlatıcı” ve “karakterleştirme” tekniği bağlamında ele almaya çalışacağız. Karakterleştirme bahsinde özellikle romanın en canlı ve dikkat çekici karakteri olan Seniha’nın karakterleştirilmesi üzerinde duracağız ve bu konuyla ilgili olarak Berna Moran’ın ortaya attığı görüşleri ve kusurlu bulduğu yönleri anlatı tekniği açısından tekrar yorumlayacağız. 1 Roman, ilk olarak yılında İkdam gazetesinde tefrika halinde yayınlanmıştır. Bu çalışmada romanın Atilla Özkırımlı tarafından yayına hazırlanan baskısı esas alınmıştır; yapılan alıntılardaki sayfa numara- ları da bu baskı esas alınarak verilmiştir. Bk. Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Kiralık Konak, Haz. Atilla Özkırımlı, İstanbul: Birikim Yayınları, 2 Enginün, Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı, s. 3 Tanzimat’tan Bugüne Edebiyatçılar Ansiklopedisi, s. “KİRALIK KONAK”TA ANLATICI VE KARAKTERLEŞTİRME 57 Anlatıcı Açısından Kiralık Konak Kurmaca eserlerde anlatıcının varlığı meselesi anlatı teorisindeki güncel tartış- malardan birini oluştursa da, bizim burada inceleyeceğimiz roman, “bildirişimsel anlatı teorileri” ışığında değerlendirilmeye uygun olduğu için anlatıcının her anlatıda varolduğunu kabul eden yaklaşımları esas alacağız.4 Bilindiği gibi her kurmaca metin iki anlam düzleminden oluşur: Kurmaca dünya düzlemi ve anlatıcı düzlemi. Kurmaca dünya düzleminde karakterler, karakterlerin içinde yer aldığı ve olayların gerçekleştiği mekân, karakterlerin müdahil olduğu olayları birbirine bağlayan olay örgüsü vb. yer alırken, anlatıcı düzleminde ise söz konusu kurmaca dünyayı yaratan, düzenleyen ve nakleden bir “anlatıcı” vardır. Buna göre her kurmaca anlatı, kaçınılmaz olarak bir öykü ve anlatıcı içerir. Anlatıcının tabiatı anlatıya göre çeşitlilik arz edebilir; mesela anlatıcı, kurmaca dünyanın içinde ya da dışında yer alabilir, kendi varlığını belli edebilir ya da gizleyebilir vb. Ancak genel olarak bakıldığında anlatıcının “seçme” ve “düzenleme” olmak üzere iki temel eylemi icra ettiği söylenebilir. Buna göre anlatıcı öncelikle amaçladığı ya da uyandırmak istediği etkiyi en iyi yansıtacak unsurları seçer, akabinde de bunları en etkili şekilde düzenler ve sunar. Bütün bunlar anlatıcının en temel işlevi olan “aracılık etme işlevi”ni akla getirir. Ayrıca anlatıcının bir sözceleme eylemi gerçekleştirdiğini de gösterir. “Sözceleme”den kasıt, konuşan birinin söz konusu olması ve bir hikâye anlatmayı seçmesi, belirli bir noktada konumlanmış olması, algısal, estetik ve ideolojik işlevleri yerine getiren bir bakış açısına sahip olması, belirli bir kip ya da ton yaratan bir kişilik yansıtmasıdır. Dolayısıyla anlatıdaki sözceleme durumu, bize anlatıcının tabiatına ve anlattığı kurmaca dünyayla ilişkisine dair ipuçları verir. Sözceleme, ken- dini iki düzeyde belli eder: Kelime ve cümle düzeyi ile ifade düzeyi. Anlatıların çoğu, kelime düzeyinde zaman ve mekân zarfları gibi gösterici (deiktik) ifadelerle sözceleme durumunu dolaylı yoldan konumlandırır.5 Kiralık Konak’ta anlatıcının sözceleme du- rumuna gönderme yapan bu tip gösterici ifadelere romanın ilk cümlesinden itibaren sıkça rastlanmaktadır: “Naim Efendiler bu yaz Kanlıca’ya taşınmadılar. Zamanlar artık eski zamanlar değil, iki sene içinde pek çok âdetler değişti.” (s. 21) Bunun dışında, şahıs zamirleri de sözceleme durumuna gönderme yapan en önemli gösterici ifade- lerdendir. Kiralık Konak romanının ilk sayfalarında geçen “Bizde, Çerkes halayıkları, 4 Söz konusu tartışmalar iki eksende cereyan etmektedir. Birincisi, anlatıyı tanımlarken gerçek ya da kurmaca bir anlatıcıyla gönderilen arasındaki bildirişimi esas alan, dolayısıyla her anlatıda bir “anlatıcı” olduğunu kabul eden “bildirişimsel anlatı teorileri”nin yaklaşımıdır. İkincisi ise kurmaca anlatının her zaman bir bildirişim eylemi olarak karşımıza çıkmadığını savunan ve dolayısıyla “poetik” ya da diğer adıyla “bildişimsel olmayan anlatı teorileri”nin yaklaşımıdır. Ayrıntı için bk. Patron, “The Death of the Narrator and the Interpretation of the Novel: The Example of Pedro Páramo by Juan Rulfo”, s. , 5 Malmgren, “Reading Authorial Narration: The Example of The Mill on the Floss”, s. 58 BAHAR DERVİŞCEMALOĞLU harem ağaları, Boşnak bahçıvanlarıyla büyük ev hayatı asıl bu devirden başlar Ne yaşayışın, ne düşünüşün, ne giyinişin üslubu kaldı; her şey gelenek dışına çıktı; her beyni tatsız ve soysuz bir Arnuvo ve bir Rokoko merakı sardı; binalarımız, eşyalarımız, elbiselerimiz gibi ahlâkımız, terbiyemiz de rokokolaştı” (s. 23) ifadesinde “biz”in karşısında bir de “siz” (varsayılan okuyucular ya da “gönderilenler”) olduğu varsa- yılmaktadır. Ancak burada dikkat çeken asıl nokta şudur: Genel olarak bakıldığında, Kiralık Konak romanı, anlattığı öyküde kahraman olarak yer almayan (yani Genette’in terimiyle “heterodiegetik”) bir anlatıcı tarafından düzenlenmiş bir üçüncü şahıs anla- tısıdır. Söz konusu anlatıcı, anlatıda kendini belli eden yani “açık”, belli durumlarda anlatıya müdahale edip yorumlar yapan, karakterlerin fikir ve davranışlarıyla ilgili değerlendirmelerde bulunan ve onların zihninden geçenleri bilen bir otorite izlenimi uyandırmaktadır. Ancak zaman zaman da kendisiyle aynı düşünceleri paylaşan (ya da kendisiyle aynı düşünceleri paylaşmalarını arzu ettiği) bir grubun sözcüsü ya da daha doğrusu bir tür kültür temsilcisi gibi konuşmaktadır ve bu bağlamda roman bir çeşit “biz-anlatısı”na dönüşmektedir. Bazen sözceleme esnasında anlatıcının, bizzat kendisinin düzenlediği kurmaca dünyayla ilgili ihtiyatlı ya da kararsız bir tavır sergilediği de görülür. “Belki, görünü- şe bakılırsa, gibi görünüyor, olabilir” gibi net olmayan “yabancılaştırıcı” ifadeler, hem anlatıcının aracılık etme işlevine gönderme yapar, hem de anlatıcıyı karakterize etmemize yardım eder. Mesela bu tip yabancılaştırıcı kelimeleri çok sık kullanan bir anlatıcının çekingen, ihtiyatlı ya da bilgisiz olduğu sonucuna varılabilir. Kiralık Konak’ta her şeyi bilen bir anlatıcıyla karşı karşıya olmamıza rağmen, anlatıcının bazı durumlarda “bilgisiz” ya da “bihaber” bir tavır sergilediği görülmektedir. Ancak aşağıda alıntıladığımız kısımlarda fark edileceği gibi bu gibi durumlarda anlatıcı kendini geri plana atıp, karakterlerin algılarını ve bilinçlerini yansıtmaktadır: Son aylar zarfında Naim Efendinin konağında epeyce mühim şeyler oldu. Seniha’nın büyükbabası Kasım Paşayı ziyarete gittiği günden beri, Faik Bey, artık konağa adımını atmıyor, artık ne Servet Beye, hatta ne de Cemil’e görünüyordu. Eskisi gibi Seniha ile dışarıda, bir yerde buluşup buluşmadıkları da malum değildi. Zira, Taksim’deki müşterek evlerini çoktan bıraktılar. Bununla beraber, hiçbir gün, mektuplaşmadan duramıyorlar. (s. ) Faik Bey’in, Cemil’e verdiği malumat işte kapalı bir taraf bırakmıyordu, fakat Seniha hakikaten Madam Kraft’la beraber mi gitti? Nereye gitti? Niçin gitti? Gittiği yerde ne kadar zaman kalacak? Ne yapacak? Bu noktalar bir türlü aydınlanamadı. (s. ) Dikkat edilirse bu alıntılarda anlatıcı, Seniha ile Faik Bey’in ilişkisini merakla takip eden insanların düşüncelerini yansıtmaktadır. Aşağıdaki alıntıda ise anlatıcı, Seniha’nın durumuyla ilgili endişeler taşıyan Madam Kraft’ın zihninden geçenleri ak- tarmaktadır. Bu durumun bir çeşit “askıda bırakma” durumuna yol açarak okuyucuları “KİRALIK KONAK”TA ANLATICI VE KARAKTERLEŞTİRME 59 da meraka sevk ettiği açıktır. Anlatıcı, böyle bir tercih yaparak okuyucuyla birlikte olayları dışarıdan izliyormuş ve ileride ne olacağını bilmiyormuş havası yaratmaktadır. Yalnız levanten dostlarından Madam Kraft’ın Pangaltı’daki evine sık sık girip çıktığını öğrendi. Bu, geçkin ve dul bir Avusturyalı kadındı Evi, belki birtakım gizli kapaklı top- lanışlara müsaitti; fakat nasıl? Ne dereceye kadar? Kimlere? Bunu anlamak kabil değildi. Madam Kronski, Madam Kraft’ın pek çok ağzını aradı (s. ) Yine sözceleme durumuyla bağlantılı olarak anlatıcının kelime tercihleri ve be- timlemeleri de anlatıcının şahsiliğine ve öznelliğine gönderme yapar. Bu da hem anlatıcıyla hem de anlatıdaki perspektifle ilgili bir fikir edinmemizi sağlar. Aşağıdaki alıntılarda görüldüğü gibi Kiralık Konak romanında anlatıcının gerek karakterlere gerekse olaylara yaklaşımını ortaya koyan kelime ve cümleler, aynı zamanda onun öznelliğini ve bakış açısını anlamayı sağlamaktadır: Naim Efendi, evvelâ damadı, sonra torunları sayesinde daha nelere alışmadı Biçare adam, kızı evlendiği günden beri, aşağı yukarı yirmi senedir, her gün bir eski itiyada veda etmekten ve her gün yeni bir mecburiyete katlanmaktan başka bir şey yapmıyor (s. 25) Seniha hiçbir zaman bugünkü kadar güzel değildi. Gözlerinin etrafındaki esmer daire yanaklarına kadar genişlemişti; ağzında olgun, sulu, serin ve taze bir meyvenin cazibesi vardı. Kızıla bakan saçları, başörtüsünün altından bir alev gibi fışkırıyordu; yeşil gözleri insana tâ derinden ve bir pars bakışıyla bakıyordu (s. 73) Seniha’nın kahkahalarında, bir sefahat sofrasında gıdıklanan bir fahişenin sesi duyu- luyordu. (s. 81) Sözceleme durumu bağlamında anlatıcının tabiatını tespit edebilmek açısından yukarıda bahsettiğimiz kelime ve cümle düzeyinden çok daha önemli olan düzey “ifa- de düzeyi”dir. Bu düzeyden kasıt, anlatıcının anlatıdaki karakterler, olaylar, mekân, kurmaca dünyanın kurgusallığı vb. ile ilgili değerlendirmeler ve yorumlar yapma- sıdır. Bu tip yorumlar içeren ifadeler kişisel, ideolojik ve üst-dilsel olmak üzere üç gruba ayrılabilir. Kiralık Konak’ta üst-dilsel6 yorumlardan ziyade kişisel ve ideolojik yorumların ön planda olduğu görülmektedir. Kişisel yorumlar, anlatıcının kendi fikir- lerine, inançlarına, değer yargılarına ya da karakterler, olaylar ve kurmaca dünyadaki mekânlarla ilgili yaklaşımlarına gönderme yapar. Kiralık Konak’ta bu tip yorumlara sıkça rastlanmaktadır. Mesela anlatıcının Seniha’yla ilgili şu ifadeleri hem anlatıcının Seniha’ya bakış açısını ortaya koymakta hem de Seniha’yı değerlendirme konusunda okuyucuyu yönlendirmekte ve bir açıdan da sınırlamaktadır: 6 Üst-dilsel yorumdan kasıt, anlatıcının anlatı metnine ve metnin iç düzenine dikkat çekmesi, anlatının düzenlenişiyle ilgili yorumlar yapmasıdır. 60 BAHAR DERVİŞCEMALOĞLU Biraderinin küçük sırlarına pek yakından vakıf olan Seniha ise, babası böyle söylerken çapkın bir tebessümle bıyık altından gülerdi; zaten bu alaycı genç kız için etrafındakilerin hangi hareketi ve hangi sözü gülünç değildir! Seniha, daima en son çıkan moda gaze- telerinin resimlerine benzerdi. Körpe, ince ve çalâk vücudu, ipek böcekleri gibi daimî bir istihale içindedir. Günün aydınlıklarına göre mütemadiyen rengi değişen yeşil gözleri gibi sesinin bestesi, kımıldanışlarının ahengi ve hatta başının şekli de mütemadiyen değişirdi. Fakat bu küçük, şeytan mevcudiyetinin hiç değişmeyen bir hususiyeti vardır ki, o da alaycılığı ve şuhluğudur. (s. 29) İdeolojik yorumlar ise anlatıcının dünya, toplum ya da insanlarla ilgili yargılarda bulunduğu öznel ifadelerdir. Kiralık Konak’ta anlatıcının bu tip yorumlara sıkça baş- vurduğu görülmektedir. Romanın başlarındaki şu ifadeler, anlatıcının roman boyunca savunacağı ideolojiyi haber vermektedir: İstanbul’da iki devir oldu: Biri İstanbulin; diğeri redingot devri Osmanlılar hiç bir zaman bu İstanbulin devrindeki kadar zarif, temiz ve kibar olmadılar. Tanzimatı Hayriye’nin en büyük eseri, İstanbulinli İstanbul Efendisidir. Bu kıyafet dünyaya yeni bir insan tipi çıkardı ve Türkler bu kıyafet içinde ilk defa olarak vahşî Asya ile haşin Avrupa’nın arasında gayet hususî yeni bir millet gibi göründü. Yaşayış ve giyiniş itibarıyle Şimal kavimlerinden daha sade ve daha düşünceli olan bu millet, duyuş ve düşünüş itibarıyle Akdeniz kıyıla- rındaki medeniyetlerin bir hulâsası şeklinde tecelli ediyordu. Ağır kavuklu, alacalı, kesif Yeniçerilerin demir çarıklarının çiğnediği bu toprakta hangi tohum, hangi hava bu çiçeği veriyordu? Zira, bu beyaz pantolonlu, beyaz yelekli ve lüstrin kaloşlu Türkler, ince bir hattan ibaret endamlarıyle biraz evvelki boğun boğum adamlara hiç benzemiyorlardı. Sultan Mecit devri ricalinin, Hâlet Efendi muasırlarının çocukları olduğuna kim ihtimal verebilir? Bunlar, boyunlarından ipekli bir mendille boğulmuş solgun benizleriyle onların cebir ve huşunetinden ürkmüş kimseler gibidirler. Hepsi de umumî işlerden çekinir, hiddetlerinde ve hazlarında ölçülü, namuslu aile babaları ve kibar konak sahipleri idiler. (s. 23) Esasında bu ifadeler, anlatıcının yaratması olan kurmaca dünyanın gerçekliğe atıf yaptığını göstermektedir. Anlatıcı, Cumhuriyet’in ilanından önce Osmanlı tarihinde meydana gelen önemli bir toplumsal değişime değinmekte ve bu değişimle ilgili kendi görüşlerini ve ideolojik yorumlarını ortaya koymakta, böylece okuyuculara da düşünmeleri için bir çerçeve ve perspektif sunmaktadır. Ayrıca –her anlatıcı gibi– anlatısını gerçek dünyadan hareket ederek oluşturan anlatıcının hem gerçek hem de kurmaca dünyayla ilgili bilgi sahibi olduğunu göstermektedir. Kiralık Konak’ın kişisel ve ideolojik ifadelere sıkça başvuran anlatıcısının bu açıdan son derece otoriter ve müdahaleci bir anlatıcı olduğu söylenebilir. Ancak romanın bazı kısımlarında karakterlerin aklından geçenlerin yansıtıldığı ve dolayısıyla anlatıcının sadece “aktaran” işlevinin ön planda olduğu görülmektedir. Aşağıdaki alıntılarda görüldüğü gibi karakterlerin (sırasıyla Seniha’nın, Naim Efendi’nin ve Hakkı Celis’in) bilincinin yansıtıldığı bu durum, anlatıya hem bir derinlik hem de –teknik açıdan– zenginlik sağlamaktadır: “KİRALIK KONAK”TA ANLATICI VE KARAKTERLEŞTİRME 61 Seniha alacakaranlıkla dolan salonda bir müddet yalnız kaldı, alacakaranlıkta, bu genç kız, bembeyaz görünüyordu Derin bir iç sıkıntısı bu alacakaranlık gibi asabını sarmıştı. Niçin öbürleriyle beraber çıkıp gitmemişti? Bütün gece bu koca evin içinde yapayalnız ne yapacaktı? Bu ev, bazı günler, bazı saatler ona bir mezar gibi görünüyordu (s. 41) Seniha, onun nazarında daima bu güldüren küçücük çocuktu. Ne zaman büyüdü? Ne zamandan beridir ki kendisinden bu kadar ciddiyetle bahsettiriyor. (s. 51) Hakkı Celis, birdenbire yorgun olduğunu hissetti; kan ter içindeydi ve kalbinde nihayetsiz bir azap vardı Sonra da için için Seniha’ya kızgındı. Kendi kendine ‘Beni neden bek- lemedi?’ diyordu. Başkalarıyla dolaşmayı benimle konuşmaya tercih edişindeki sebep nedir? Bana karşı hiçbir temayülü yok mu?.. (s. 52) Kiralık Konak’ın yetkili yazar anlatıcısının anlattığı öyküyle kendisi arasında hem zamansal hem de mekânsal açıdan mesafe vardır. Romanda geçmiş zaman kullanılması, olmuş-bitmiş olayların nakledildiğini gösterir ve bu da bu olaylar üzerinde yorum ve değerlendirme yapma imkânı sunar. Kiralık Konak’ta anlatılan olaylarla anlatma zamanı arasında mesafe oluşu, anlatıcının söz konusu olaylarla ilgili yorumlar yapabilmesine olanak sağlamaktadır. Tabii buradaki anlatıcı sadece zamansal olarak değil, mekânsal olarak da anlattığı olaylara mesafelidir; yani anlatıcının sözceleme düzlemi, anlatıda- ki kurmaca dünya düzleminin üzerindedir. Bu durum, anlatıcının kurmaca dünyaya hâkim olmasına, karakterler arasındaki konuşmalara ve karakterlerin düşüncelerine erişebilmesine, olaylarla ilgili gözlemler ve değerlendirmeler yapabilmesine, böylelikle anlatıya bir çerçeve çizmesine vs. vesile olmaktadır. Kiralık Konak’ın anlatıcısının anlatıdaki kurmaca dünya üzerindeki otoritesi, karakterler, olaylar ve toplumla ilgili yorumlarında kendini açıkça belli etmektedir. Anlatısında gerçek dünyadaki toplumsal ve kültürel durumlara atıflar yapan anlatıcı, gerçek dünya ile kurmaca dünya arasında keskin sınırlar olmadığını da göstermek- tedir. Anlatıcı, anlatısında bahsetmekte olduğu kültürün bir üyesi olarak ideolojik yorumlar yapmakta, dolayısıyla yarattığı kurmaca dünya vasıtasıyla gerçek dünyadaki olay ve olguları kendi bakış açısına göre değerlendirmektedir. Bu bağlamda, kendine muhatap olarak seçtiği kurgusal okuyucuyu da kendisiyle aynı şekilde düşünmesi, olaylara aynı pencereden bakması için yönlendirmiş olmaktadır. Zaten okuyucuların bir metni anlamlandırırken genel eğilimi gerçek dünyayla bağlantı kurmaktır. Kiralık Konak’ta gerçek dünyaya yapılan atıflar son derece belirgin olduğu için, anlatıcıyla aynı kültürün parçası olan okuyucu, anlatıdaki olayları yorumlarken kendi ideolojik pozisyonunu alacaktır. Sonuç olarak anlatıda anlatıcının ve karakterlerin bakış açısına bir de okuyucunun bakış açısı eklenecektir. Kiralık Konak’ta bu üç bakış açısından özellikle anlatıcının bakış açısının diğerlerine göre baskın olduğu açıktır. 62 BAHAR DERVİŞCEMALOĞLU Karakterleştirme Açısından Kiralık Konak Bir roman okurken okuyucunun en çok ilgisini çeken unsurların başında “karak- terler” gelmektedir. Özellikle nevi şahsına münhasır özellikler gösteren ve farklı bir dünya görüşüne sahip olan karakterler, romanı okuduktan sonra uzun bir süre geçse de okuyucuların romanla ilgili hatırladıkları yegâne unsurlardan biri olarak kalır. Ancak bütün bu önemine rağmen edebiyat incelemelerinde “karakter” ve “karakterleşme” konusu uzun bir süre ihmal edilen bir araştırma alanı olarak kalmıştır. Özellikle yüzyılın ortalarında edebî eserlerdeki karakterleri gerçek insanlara benzetme eğilimin- de olan eleştiri ve tahliller geniş çaplı bir tepkiyle karşılanmıştır.7 Esasında edebiyat araştırmalarında Aristo’dan beri bu konuyla ilgili birbirine zıt görüşlerin savunulduğu görülmektedir. Bu görüşlerden birincisi, karakterlerin ait oldukları kurmaca dünyanın dışında ele alınamayacaklarını, onları içinde var oldukları bağlamdan çıkarıp gerçek insan gibi değerlendirmenin edebiyatın doğasına aykırı olduğunu savunmaktadır. İkinci görüş ise karakterlerin olayların gelişimi esnasında içinde bulundukları bağlamı aşarak bir çeşit bağımsızlık kazandıklarını savunmakta, yani birinci görüşün aksine, karakterlerin belli ölçülerde bağlamdan bağımsız olarak ele alınabileceklerine inan- maktadır. Birinci görüş karakterin temsilî boyutunu, yani gerçek hayattaki insanlarla bağlantısını reddeder ve onları metnin gerçekliği içinde birer sözel varlık olarak ele alır. Göstergebilimsel (semiotic) ve yapısal yaklaşımın da aynı fikirden hareket ettiğini vurgulamak gerekir. “Mimetik” olarak nitelendirilebilecek olan ikinci görüşü savunanlar ise edebiyatı bazı açılardan gerçekliğin bir taklidi olarak gördükleri için karakterleri de insanlarla özdeşleştirerek ele almaktadır. Bu noktada yapılacak en makul şey, Rimmon-Kenan’ın da önerdiği gibi her iki yaklaşımı uzlaştırmak, yani karakterleri hem birer “kişi” hem de “metne ait parçalar” olarak görmektir.8 Bizim Kiralık Konak’taki karakterleri ve karakterleştirme tekniğini incelerken benimseyeceğimiz yaklaşım da bu şekilde uzlaşmacı bir yaklaşım olacaktır. Bir yönüyle bakıldığında yılları arasında geçen roman, II. Meşrutiyet, Balkan Harbi ve I. Dünya Savaşı yıllarını kapsamasıyla gerçek tarihimize gönderme yapmaktadır ve romandaki karakterler de o dönemde değişmeye başlayan değer yargılarını ve bunun doğurduğu nesiller arası çatışmaları temsil eden “gerçeğe benzer” karakterlerdir. Bir diğer yönüyle bakıldığında ise roman her ne kadar tarihî bir döneme gönderme yapsa da anlatıcı tarafından söz konusu gerçekliğin öznel bir şekilde yorumlandığı ve yeniden üretildiği bir “kurmaca”dır. Dolayısıyla romandaki karakterler, gerçekten hareketle oluşturulmuş olsalar da sadece kurmaca dünyaya ait olan hayal ürünü varlıklardır. 7 Toolan, Narrative: A Critical Linguistic Introduction, s. 8 Ayrıntı için bk. Dervişcemaloğlu, Anlatıbilime Giriş, s. ; Rimmon-Kenan, Narrative Fiction Contemporary Poetics, s. 32, “KİRALIK KONAK”TA ANLATICI VE KARAKTERLEŞTİRME 63 Kiralık Konak romanında nesiller arası çatışmalar vasıtasıyla hem Osmanlılığın çağdışı kalışı hem de Batılılaşmanın yarattığı yozlaşma ortaya konmaktadır.9 Aynı konakta oturan üç nesilden Naim Efendi birinci nesli, kızı Sekine Hanım ve dama- dı Servet Bey ikinci nesli, torunu Cemil ve Seniha ise son nesli temsil etmektedir. Dolayısıyla nesil çatışması ve bu çatışmadan dolayı çözülen ve çöken bir ailenin dramı üzerine kurulan bu romanda anlatıcının odaklandığı nokta “karakterler” ve “karakterleştirme”dir Romanda karakterleştirme açısından dikkat çeken ilk nok- ta, romanın başlangıç kısımlarında karakterlerin tek tek “blok” (bütüncül, toplu) karakterleştirme tekniği kullanılarak anlatıcının bakış açısından takdim edilmesidir. Öncelikle eski nesli temsil eden Naim Efendi, daha sonra sırasıyla Naim Efendi’nin eşi Nefise Hanım, kızı Sekine Hanım, damadı Servet Bey ve torunu Seniha tanıtılmak- tadır. Karakterlerin tek tek betimlendiği bu kısımlarda Seniha’nın devreye girmesiyle birlikte anlatı hareketlenmekte ve olay başlamaktadır. Bu hareketlenmeyle birlikte karakterlerin kişiliklerini ve düşüncelerini sadece anlatıcının anlatımıyla değil, kendi aralarındaki diyaloglar vasıtasıyla da kavramak mümkün olmaktadır. Ancak anlatıcı, olayların akışı içerisinde yine karakterlerle ilgili bilgiler vermeye devam etmekte ve kendi bakış açısıyla karakterleri yorumlamaktadır. Genel olarak bakıldığında söz konusu romanda karakterlerin kişiliklerini, düşünce ve duygu dünyalarını tahlil ederken öncelikle anlatıcının betimlemeleri ve yorumları kendini baskın olarak belli etmektedir, akabinde ise diyaloglar vasıtasıyla karakterlerin kendi kendilerini takdim ettiği kısımlar dikkat çekmektedir; bu kısımlarda okuyucu, karakterlerin dolaysız olarak sunulan sözlerinden hareketle çeşitli çıkarımlar yapabil- mektedir. Karakterleri tahlil etmemizi sağlayan bir başka ipucu da romandaki yetkili yazar anlatıcının karakterlerin zihninden geçen duygu ve düşünceleri aktardığı kısım- larda saklıdır Sıraladığımız bu karakterleştirme yöntemlerine örnek vermek gerekirse, aşağıdaki alıntılarda anlatıcının romanın başında takdim ettiği Naim Efendi’yle ilgili blok karakterleştirme yapıldığı görülmektedir: Naim Efendi ise, ne çok zengin, ne çok hesapsızdır. Babasından kalmış bir serveti gençliğinden beri oldukça büyük bir ihtimamla idare ve muhafaza ediyor. Kendisi, İkinci Abdülhamit devri ricalinden olmakla beraber bu servete hiçbir şey ilâve etmedi. İlâve edebilirdi, çünkü senelerce devletin yüksek mevkilerinde bulundu (s. 21) 9 Esen, Türk Romanında Aile Kurumu, s. 10 Kiralık Konak romanındaki nesil çatışmasıyla ilgili bir inceleme için bk. Hayber, Halide Edip, Yakup Kadri ve Reşat Nuri’nin Romanlarında Nesil Çatışmaları, s. 11 Burada Nunning ve Neuman’ın bir karakterin gerçekleştireceği temel eylemleri dört gruba (fiziksel eylemler; sözlü eylemler ya da konuşmalar; düşünceler ya da zihinden geçen sözlü ifadeler; kelimelerle ifade edilmemiş olan hisler, algılamalar, heyecanlar vb.) indirgediği tasniften ilham aldık. Bk. Nunning ve Neumann, An Introduction to the Study of Narrative Fiction, s. 64 BAHAR DERVİŞCEMALOĞLU Memuriyet hayatında yakından gördüğü resmî ve gayri resmî bütün pisliklere rağmen, devlete ve devlet adamlarına karşı hâlâ derin bir saygısı vardı. Naim Efendi o terbiyeli kimselerdendir ki Bununla beraber, Naim Efendinin iki esaslı fazileti daha vardı: Bir ana kadar müşfik ve bir dul kadın kadar titizdi. Fakat, titizliği asla bir huysuzluk derecesine varmazdı; bu, temiz ruhunun ve temiz vücudunun maddî ve manevî pislikler önünde bir nevi tiksinmesinden gelirdi (s. 22) Nitekim Naim Efendinin bütün hatıraları, bütün zevkleri, bütün muhabbetleri, kendisini güldüren ve ağlatan her şey mutlaka bundan kırk sene evveline aittir. Onu dinleyen ve onu yakından gören bir kimse zanneder ki, Naim Efendi yarım asırlık bir letarjiden he- nüz gözlerini açıyor ve şaşkın şaşkın etrafına bakınıyor. Vakıa o, yirmi beş yaşından beri daima şaşan, tiksinen, ürken ve kaybolmuş bir ömrün hasretini çeken bir adamdır. Onu insandan kaçar ve huysuz zannedenler yanılıyorlar Naim Efendi, yeni sazlardan, yeni şarkılardan zevk almak şöyle dursun, son senelerde artık yazılan ve konuşulan Türkçeyi de anlamıyordu. (s. 24) Dikkat edilirse anlatıcı bu kısımlarda Naim Efendi’yle ilgili objektif bilgiler ve- rirken aynı zamanda kendi yorum ve değerlendirmelerini de katarak yarattığı karaktere karşı bir pozisyon almaktadır. Romanın ilerleyen kısımlarında yine Naim Efendi’yle ilgili bilgiler vermeye devam eden anlatıcı, Naim Efendi’yle damadı Servet Bey ara- sında geçen bir diyaloğu dolaysız bir biçimde aktararak Naim Efendi’yle ilgili olarak verdiği bilgilerin ve yaptığı yorumların “güvenilir” olduğunu göstermektedir. Naim Efendi ile Servet Bey arasında geçen siyasi sohbet şu şekildedir: Naim Efendi, gazetelerden şikâyet ediyordu: ‘Efendim, her şey iyi Fakat, bu gazeteler pek ileriye varıyorlar;’ diyordu. ‘Memlekette, hiçbir şeye karşı hürmet hissi bırakmadılar; Padişaha, vükelâya karşı en kaba elfazı isti- malden çekinmiyorlar. Hayatı umumiye derken, herkesin hayatı hususiyesine de tecavüze başladılar. Geçen gün Erenköy’ünde Hasip Paşayı ziyaret etmiştim; biçare adam öyle bir tehevvür içinde idi ki, haline acıdım, meğer, Tanin gazetesi müşarünileyhin nezareti es- nasında da birçok ihtilâslar ve suistimaller vuku bulduğundan bahsediyormuş, halbuki’ Damadı Servet Bey, sinirli bir hareketle sözünü kesti: ‘Halbuki Yok efendim, bir rejim gidip, yerine diğer bir rejim geldi mi, tabiîdir ki bu rejimin adamları öbür rejimin adamlarından hesap soracaklar. Bahusus, yıkılan idarenin nasıl bir idare olduğunu siz herkesten iyi bilirsiniz.’ Naim Efendi, bir çocuk gibi utandı: ‘Hiddet buyurmayınız, efendim’ dedi. ‘Bendeniz hesap sorulmasın demedim Hâşa. Yalnız, düşününüz bir kere Vicdanınıza müracaat ederim. Hasip Paşa Hazretlerinden nasıl hesap sorulabilir, bu kadar mübarek bir zat Sizi temin ederim ki, beş parası yoktur. Zevcesinin servetiyle geçinir.’ Servet Bey, kabili hitap olmayan kimselerle konuşanlara mahsus bir iç sıkıntısıyle: ‘Efendim’ dedi. ‘Memlekette bir mahkeme ve bir adalet kapısı var. Hasip Paşa, mahkemeye çekilir, adalete teslim edilir, eğer masum ise ne âlâ, değilse Giyotin efendim, giyotin temizler Yalnız namussuz kafaların değil, fakat, eski kafaların hepsi de kesilmelidir!’ (s. 31, 32) “KİRALIK KONAK”TA ANLATICI VE KARAKTERLEŞTİRME 65 Görüldüğü gibi romandaki bu ve bunun gibi diyaloglar, anlatıcının karakterlerle ilgili kendi bakış açısından verdiği bilgileri teyit eder bir nitelik taşımaktadır. Yani karakterler bizzat kendi sözleriyle kişiliklerini, düşüncelerini ve duygularını –anlatı- cının onlarla ilgili fikirleriyle çelişmeyecek biçimde– ele vermektedir. Yine anlatıcının karakterlerin zihninden geçenleri ya da kendi kendilerine söylediklerini aktardığı kısımlar da aynı işlevi görmektedir. Aşağıdaki alıntılarda Naim Efendi’nin içinden geçenler ve hissettikleri anlatıcı aracılığıyla şu şekilde aktarılmaktadır: Naim Efendi, kendi kendine: ‘Badema, böyle bir çift arasında hürmeti mütekabile nasıl câri olabilir? O ilk zaaf ve mağlubiyet dakikasının hatırası, ikide bir onları utandırmaz mı? Kadın, erkeğin ne kadar nefsine mağlup, erkek kadının ne kadar mukavemetsiz, ne kadar haysiyetsiz olduğunu düşündükçe bu ondan, o bundan âkıbet nefrete başlamaz mı? (s. 56) “Naim Efendi, kendisini babasının resmi karşısında, duvardan minderin üstüne yuvarlanmış bir ikinci resim zannediyordu, farkı neydi? İki pencere arasında yaldızlı kalın bir çerçeve içinde asılı duran bu Mahmudiye fesli adam gibi o da sesini çıkarmamaya, zamanın ve saatlerin değişimine tabi olmaya ve başkalarının elleri kendini nereye bırakırsa orada kalmaya mahkûm değil miydi? Naim Efendi, kendi evi üzerindeki hâkimiyetinin ne kadar sarsıldığını, ne kadar hiçe indiğini en ziyade bugün ve bu saatte hissetti ve kendi konağı içinde kendi çocukları arasında varlığını o kadar yabancı buldu. Gönlü öyle derin bir gurbet acısıyle doldu ki az kalsın, gözlerinden yaşlar boşanacaktı. (s. 91) Romanda zaman zaman karakterlerin düşünceleri, hisleri ya da sözleri aktarılırken anlatıcının fikirlerinin ve dünya görüşünün ya da daha doğrusu ideolojisinin aktarıma yansıdığı dikkat çekmekte, her ne kadar karakter düşünüyormuş ya da söylüyormuş gibi görünse de ifade biçiminin ve fikirlerin anlatıcıya ait olduğu izlenimi doğmakta- dır. Mesela aşağıdaki alıntıda anlatıcı, Hakkı Celis’in bilincini yansıtmaktadır, ancak kendi bilincini de araya karıştırarak bir anlamda Hakkı Celis’in arkasına saklanarak kendi fikir ve tespitlerini ortaya koymaktadır: Naim Efendinin son senelerdeki bu fecaatini herkesten ziyade gören, hisseden Hakkı Celis’ti. Hayatta şöyle dursun, bütün okuduğu romanlarda bile bu kadar trajik bir ihtiyar simasına tesadüf etmemişti; bu adam, ona, gittikçe bir şeye alâmet veya bir şeyin timsali gibi görünmektedir. Eski müverrihler milletlerin hayatında zuhur edecek büyük hadiselerin gökte ve yerde birtakım alâmetlerle belirdiğini söylerler. Eğer bu doğru ise, Naim Efendi de yeni başlayan devrin eşiğindeki korkunç hayaletlerden biridir. Hiç şüphesiz, arkamızda bıraktığımız mazinin son feryadı ve önümüzde hissettiğimiz uçurumun ilk ürpertisi Naim Efendidir. Bundan başka, Hakkı Celis’e göre Seniha’nın büyükbabası aynı zamanda, hem bir ceza, hem de bir cezalıydı. Bir cezaydı, arkasında bıraktığı âleme karşı; bir cezalıydı, kendisini karşılayan bedbaht ve avare zürriyet önünde Bugün Naim Efendinin damar- larında işleyen zehir, dün kendinin ve kendi gibilerin elleriyle kendi bahçelerine ekilmiş zakkumun tohumundan ve özündendi. Istanbul’da, parmakla sayılmaya başlayan o Os- manlı konaklarından birini, Naim Efendinin konağını, böyle hafif bir ökçe darbesiyle tâ 66 BAHAR DERVİŞCEMALOĞLU temellerinden yıkıveren mahluk, hiç şüphesiz herkesten ziyade Naim Efendinin eseriydi. Hakkı Celis kendi kendine diyordu ki: ‘Naim Efendinin hıçkırıklarıyle Seniha’nın kahkaha- larındaki mana bir değil midir? Bu, her iki ses de biten bir şeyi ifade etmiyorlar mı?’ (s. ) Aşağıdaki alıntıda ise Faik, kendi gözünden Seniha’yı karakterleştirmektedir, ancak kullanılan ifade ve benzetmeler daha çok anlatıcının –romanın geneline yayılmış olan– bilincini yansıtıyor gibidir: Yüzünün çizgileri gittikçe aşağıya doğru çekilen ve ağzının içinde dilini güçlükle döndü- rebilen Faik Bey, Hakkı Celis’e saçları saçlarına temas edecek kadar sokuldu: ‘Aşk işlerine bu kadınların hiçbiri kadar da vakıf değildi!’ dedi. ‘Ne öğrendiyse benden öğrendi; bununla beraber daima soğuk ve heyecansız kaldı, mizacına şu kadarcık bir hararet gelmedi, bu kız hep kafasıyle hareket eden bir kızdır; her hareketi bir hesap üzerinedir ve bence kadınların en müthişi işte böylesidir; esasen insan olmayan bu mahluk, bir de akıl denilen şeyle silâhlandı mı, âdeta dişli, tırnaklı bir canavar haline giriyor; kanınızla beslenmeye başlıyor ve tırnaklarını etinize geçirmek yegâne zevkini teşkil ediyor.’ (s. ) Bu sözler, anlatıcının roman boyunca Seniha için düşündüklerinin ve kullandığı betimleyici ifadelerin bir nevi kopyasıdır. Burada yine anlatıcı, karakterin arkasına saklanarak onun ağzından kendi fikirlerini ortaya koymaktadır. Romanda karakterleştirmeyle ilgili üzerinde en son duracağımız konu, Seniha’nın karakterleştirilmesiyle ilgili bazı hususlar ve Berna Moran’ın Seniha karakteriyle ilgili tespitlerinin eleştirel bir değerlendirmesi olacaktır. Romandaki en hareketli karakter olan Seniha, gerek anlatıcının gerekse diğer karakterlerin odaklandığı, olay örgüsünün merkezinde yer alan önemli bir karakterdir. Sosyal tipler üzerine kurulmuş olan bu romanda, Moran’a göre karakter yaratma konusunda bazı sıkıntılar göze çarpmaktadır. Buna örnek olarak Seniha’nın karakterleştirilmesini veren Moran’a göre “Karaosmanoğlu’nun karşılaştığı güçlük, başkalarına benzemeyen, kendine özgü bir kişiliğe sahip bu ‘birey’ Seniha ile, olumsuz bir örneğe benzemeye çalışan ve dolayısıyla belli bir tip olan Seniha’yı bağdaştırabilmek. Elbette ki yazar belli bir tipe bireylik kazandırmak ister, ne var ki Karaosmanoğlu çok yönlü bir Seniha yaratmak isterken zaman zaman birbirinden ayrı iki Seniha, hatta çelişen iki Seniha çiziyor. Bu açıdan bakarsak Kiralık Konak’ta yazarın nasıl tutarsızlıklara düştüğünü saptayabiliriz.”12 Seniha’nın karakterleştirilmesi hususunda Moran’ın iddia ettiği gibi bir çelişkili durum olup olmadığını anlamak için romandan alıntılar eşliğinde Moran’ınkinden farklı bazı çıkarımlar yapacağız. Seniha’nın romana girişi ve okuyucuya tanıtılması şu şekildedir: 12 Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış I, s. “KİRALIK KONAK”TA ANLATICI VE KARAKTERLEŞTİRME 67 Biraderinin küçük sırlarına pek yakından vakıf olan Seniha ise, babası böyle söylerken çapkın bir tebessümle bıyık altından gülerdi; zaten bu alaycı genç kız için etrafındakilerin hangi hareketi ve hangi sözü gülünç değildir! Büyükbabasının şahsiyeti, annesinin ahvali şöyle dursun, ekseriya pederi Servet Bey’in efkâr ve harekâtı bile ona iptidaî, sakat ve garip görünürdü. Zira, bu, Frenklerin, asır sonu diye vasıflandırdıkları bir genç kızdı; asır sonu, yeni bir nevi içtimaî örnektir ki, haricî ve dahili yaşayışında hale ve maziye ait her türlü kayıttan âzade ve istikbalin henüz hazırlanan cereyanlarına tabidir. Seniha, daima en son çıkan moda gazetelerinin resimlerine benzerdi. Körpe, ince ve çalâk vücudu, ipek- böcekleri gibi daimî bir istihale içindedir. Günün aydınlıklarına göre mütemadiyen rengi değişen yeşil gözleri gibi sesinin bestesi, kımıldanışlarının ahengi ve hatta başının şekli de mütemadiyen değişirdi. İçi de tıpkı dışı gibiydi; tıpkı gözlerinin rengine benzeyen bir ruhu vardı; kâh ihtilâçlı, kederli, bulanık ve fena, kâh berrak, rakit ve ekseriya bir havai fişek gibi şenlikli idi. Fakat bu küçük, şeytan mevcudiyetinin hiç değişmeyen bir hususiyeti vardır ki, o da alaycılığı ve şuhluğudur. En ziyade zevk aldığı kitaplar, Gyp’in romanları, yeni tiyatro piyesleri ve Paris’in mizahî gazeteleri idi. Gyp, ona bir ikinci ana, bir ikinci mürebbiye olmuştu. Bu muharririn romanlarındaki serbest tavırlı, yarı oğlan, yarı kadın genç kızlar, üzerlerinde ruhunu biçtiği modellerdir. Denilebilir ki sabahtan akşama kadar her gün bütün meşguliyeti bu genç kız tiplerini hayata tatbik etmekten ibarettir. (s. 29) Burada Seniha’nın anlatıcı tarafından belli bir bakış açısıyla karakterleştirildi- ğini görüyoruz. Okuyucu, Seniha’yla ilgili ilk bilgileri anlatıcının bakış açısından ve ifadelerinden öğreniyor; dolayısıyla zihnindeki ilk izlenimler de anlatıcının yönlen- dirmesiyle oluşuyor. Aşağıdaki alıntıda ise anlatıcı, Seniha’nın aklından geçenleri aktarıyor, böylece okuyucu, Seniha’nın bilinci ve düşünceleriyle karşı karşıya kalıyor: Seniha alacakaranlıkla dolan salonda bir müddet yalnız kaldı, alacakaranlıkta, bu genç kız, bembeyaz görünüyordu. Pencerenin önünde koltuğun içine atılmış bir demet zambak gibiydi. Düzgün ve narin endamı şeklini kaybetmiş, bu ılık yaz akşamında sanki eriyor- du. Ruhunda da böyle bir eriyiş vardı. Derin bir iç sıkıntısı bu alacakaranlık gibi asabını sarmıştı. Niçin öbürleriyle beraber çıkıp gitmemişti? Bütün gece bu koca evin içinde yapayalnız ne yapacaktı? Bu ev, bazı günler, bazı saatler ona bir mezar gibi görünüyordu. Nefesi darlaşıyor ve sokağa fırlamak, koşmak, haykırmak istiyordu. Tâ on dört yaşından beri kalbinde bilmediği yerlerin, görmediği şeylerin, tanımadığı kimselerin hasreti vardı. Fransızca, ‘Nereye kaçmalı?’ sözü dilinde daimî nakarattı. Bu memlekette ve bu konakta ona her şey dar, az ve adi görünüyordu. Eşya, arzusuna göre değildi. Evin nizamı her türlü ihtişamdan ari idi, büyük babası, annesi, hatta bazen babası ona, lisanlarını anlamadığı, hareketlerinden ürktüğü başka cinsten birtakım mahlukat gibi geliyordu. (s. 41, 42) Romanın ilerleyen kısımlarında Seniha’nın hislerinin, arzularının ve hayallerinin anlatıcının yorumları eşliğinde yansıtıldığını görüyoruz: Seniha, şimdi böyle başıboş şahlanmış bir hayvan üstünde gibiydi. Fakat, kendini daracık bir saha içinde, mahsur ve mahpus hissediyordu. Ruhunda çılgın cevelânların, bitmez tükenmez mesafelerin hasreti vardı. En küçük teferruatına kadar her şeyini ve her tarafını bildiği ve ezberlediği bu evden, doğduğu günden beri daima aynı havayı yuta yuta âdeta 68 BAHAR DERVİŞCEMALOĞLU bunaldığını hissettiği bu memleketten kaçmak, uzaklara, görülmemiş, işitilmemiş şeylere doğru gitmek istiyordu. Avrupa’nın şenlik ve aydınlık şehirleri, onu büyülü bir surette kendine doğru çekiyordu. Çölde yürüyene serap neyse, Seniha’ya Avrupa oydu. Ne yapsa, ne işlese hep oraya gitmek içindi; bulunduğu yerin hiçbir şeyinde gözü yoktu. Bütün gün o ziyaretlere gidişleri, o misafir kabul edişleri, o mağazadan mağazaya dolaşışları, etrafındaki gençlerle o şuhlukları, o piyano çalışları, dans edişleri, giyinişleri, süslenişleri, bütün o çılgınlıkları, durgunlukları hep bu hasreti avutmak; bu derdi unutmak içindi. Seniha’ya göre İstanbul’da hiçbir şey dikkate değmezdi; buradaki hayatın herhangi nevinde olursa olsun, gönül bulandırıcı bir yavanlık vardı (s. 57, 58) Seniha’nın, Avrupa’yı gezmiş, hatta tüketmiş olan Faik Bey’e hayranlığını “Seni- ha, zevk ve haz bahsinde Faik Bey’in çiğneyip, emip yere attığı meyvelerin posasına, ağzının suyu akarak, dişlerini uzatan bir obur dilenci gibiydi” (s. 58) ifadeleriyle betimleyen anlatıcı, bu sebepten dolayı Seniha’nın Faik Bey’e karşı gizli bir kin ta- şıdığını belirtmektedir. Romanın bu kısımlarında Seniha’nın Faik Bey’e olan hisleri, anlatıcının yorumları eşliğinde sunulmaktadır. Ortaya çıkan tablo ise Seniha’nın Faik Bey’e samimi, saf ve çıkarsız aşk duyguları beslemekten ziyade ona yaranmaya ça- lışan, onun yaşadığı hayatı yaşama arzusuyla yanıp tutuşan bir genç kız tablosudur. Faik Bey’in zengin bir kadınla evlilik peşinde olmasını eleştiren Seniha, kendini de aynı hayallerini kurarken bulacaktır. Bu durum onun, içinde bulunduğu mekânı ve koşulları değiştirmek için çareler ararken düştüğü çaresiz durumu da gözler önüne sermekte, sonuçta ortaya kendi hislerinden bile emin olmayan, huzursuz, mutsuz ve histerik bir genç kız çıkmaktadır. Seniha ile Faik Bey’in Büyükada’daki maceralarının nakledildiği kısımlarda Seniha’nın yine anlatıcının şahsi değerlendirme ve yorumları eşliğinde betimlendiğini görüyoruz. Bu kısımda anlatıcı tamamen kendi dünya görüşü çerçevesinde yorumlar yapmaktadır. Tıpkı romanın genelinde de görüldüğü gibi kullandığı ifadelerden hare- ketle anlatıcının Seniha’ya pek de sempatiyle bakmadığı anlaşılmaktadır: Seniha hiçbir zaman bugünkü kadar güzel değildi. Gözlerinin etrafındaki esmer daire yanaklarına kadar genişlemişti; ağzında olgun, sulu, serin ve taze bir meyvenin cazibesi vardı. Kızıla bakan saçları, başörtüsünün altından bir alev gibi fışkırıyordu; yeşil gözleri insana tâ derinden ve bir pars bakışıyle bakıyordu. Nitekim, kendine mahsus şuh ve lâubali tavrıyle gelip de Hakkı Celis’in göğsüne uzandığı zaman biçare çocuk kucağına patlayan ve yanan cinsinden tehlikeli bir cisim düşmüş gibi ürktü (s. 73) Seniha’da, serkeş bir atı zapt ve idare eden mahir bir binici gururu veyahut nadir bir avı pençesinde tutan bir yırtıcı mahluk hazzı vardı; ara sıra gözlerinde madenî parıltılarla genç adama bakıyordu. Vakta ki gece mehtaba çıktılar. Seniha ile Faik Bey uzun bir müddet gözden kayboldular. Yırtıcı kuş, avını Ada’nın öyle bir köşesine götürdü ki, gündüz bile kimsenin bulup gör- mesi muhtemel değildi (s. 75) “KİRALIK KONAK”TA ANLATICI VE KARAKTERLEŞTİRME 69 Seniha’nın Faik Bey’le cinsel ilişki yaşadıktan sonra geçirdiği değişim ve anla- tıcının bu değişimi yine kendine göre yorumlayış biçimi şu şekildedir: Ada’daki bu son hafta, onu tamamıyle değiştirdi; ortada, Cihangir’deki konağın o hodbin, hırçın, soğuk ve müstehzi kızından eser kalmadı. Hatta yüzüne ve gözlerine bile yeni bir mana, yeni bir ifade geldi. (s. 80) Seniha, olur olmaz şeylere gülüyordu. Fakat, bu gülüşlerde ruhun saffetini rencide eden bir ahenk vardı; şuh, şehvetli ve aşifte bir ahenk Seniha’nın kahkahalarında, bir sefahat sofrasında gıdıklanan bir fahişenin sesi duyuluyordu. (s. 81) Anlatıcının Seniha’yı yorumlayışında etkili olan husus, kadınlara bakış açısıdır. Zaman zaman olayın akışını durdurarak kendi dünya görüşünü, insanlar ve toplumla ilgili görüşlerini yansıtan anlatıcı, Seniha’dan hareket ederek kadınlarla ilgili aşağıdaki genellemeyi yapmaktadır: Seniha, Faik Bey’in bu anî iptilâsından nihayetsiz bir gurur duydu. Her kadında, yırtıcı ve avcı hayvanattan bir şey vardır. Kuşu yakalayan kedide nasıl nihayetsiz bir hazzın raşeleri ve dişlerini bir ceylanın etine geçiren aslanda ne kadar derin bir şehvetin emareleri görü- lürse, kadınlar da lâlettayin herhangi bir erkeği kendilerine ram etmekte o kadar büyük bir haz ve neşat duyarlar. Bu cins sevmenin ve sevilmenin sırrı, yalnız bundan ibaret değildir. Denilemez ki, şuh ve müstehzi Seniha, çapkın ve havaî Faik Bey’i, Juliette’in Romeo’yu, Leylâ’nın Mecnun’u sevdiği gibi sevdi; hayır (s. 82) Romanın ilerleyen kısımlarında, Seniha’nın ruh halinde yeniden bir dalgalanma ve değişim olduğu görülmektedir. Yukarıdaki alıntıda gördüğümüz “şuh” ve “şehvetli” Seniha’nın yerini daha duygusal, düşünceli, sessiz ve durgun bir genç kız almıştır. An- cak burada anlatıcı ilk başta Seniha’nın değişimini nesnel bir biçimde betimliyormuş izlenimi verirken, “güya” ifadesini kullanarak yine Seniha’ya karşı olumsuz tavrını okuyucuya hissettirmektedir: Fakat, ne gariptir ki, Hakkı Celis’in zıddına olarak, Seniha’nın içinde yeni bir hislilik uya- nıyordu. Yeşil gözlü kız, beş altı aydan beri adım adım dolaştığı kapalı bahçede, hayalâta dalmayı, her düşen çiçeğe yaşlı gözlerle bakmayı ve karanlıklarda sesler dinlemeyi çok seviyordu. Güya, birtakım hissî ve hayalî tavırlarla sevdanın hudutlarını açmaya, geniş- letmeye çalışıyordu. Faik Bey’e manidar yadigârlar veriyordu ve ondan şairane hediyeler bekliyordu (s. ) Bu betimlemenin devamında anlatıcı Seniha’nın değişimiyle ilgili tekrar alaycı bir tavır takınıyor ve onun karakteriyle ilgili daha önce söylediğinin tersi bir bilgi veriyor: Tavır ve hareketlerine heyecanlı bir üslup, sesine ve bakışlarına hissî bir ahenk verebilmek için her gün, her saat şekilden şekle giriyor, âdeta kendi kendini bir bezin üzerindeki resim gibi silip yapıyor, yapıp siliyordu; Seniha, öteden beri giyinişinde olsun, yaşayışında olsun, herkese benzemekten korkardı. Şimdi de herkes gibi sevişmeden korkuyordu. İstiyordu ki, Faik’le münasebetlerine bir harikulâdelik gelsin; büyük bir macera, şiddetli bir rüzgâr gibi onları alıp, hiç kimsenin yetişemeyeceği kadar uzak bir yere sürüklesin, atsın. Seniha bazen de, esrarlı hadiseler ihtiyacını hissederdi ve ortada hiç yoktan birtakım vakalar icat ederdi. Meselâ, on beş gün Faik Bey’e hiç görünmezdi (s. ) Müthiş bir tehevvürle genç adamın üzerine atılmalar, yüzükoyun yere yatıp saatlerce hüngür hüngür ağlamalar veyahut bazı yeni piyeslerin sonlarında olduğu gibi sesi ve gözleri dolgun, birkaç hazin söz söyleyerek çekilip gitmeler, başlıca muvaffak olduğu rollerdendi. (s. ) İlerleyen sayfalarda, Seniha’nın Faik Bey’le ilgili düşüncelerinin ve hislerinin değiştiğini görüyoruz. Ancak anlatıcı bu değişimi, Seniha’nın bilincini yani zihninden geçenleri yansıtarak göstermeyi tercih ediyor: Ve hayatında ilk defa olarak ağır, ciddî düşündü, kaldı. Hayat bir an içinde, ona, en çıplak ve en kaba haliyle görünmüştü. Bu dünyada her şey ne bayağı, ne beyhude, ne kirliydi? Bu dünyada güzellik bir hayal, sezgi bir efsane, asalet ve zarafet, insanın üstünde hafif bir cilâydı. Seniha ilk defa olarak, o gün Faik Bey’in muhabbeti yoluna kendi vücudundan ve kendi namusundan yaptığı fedakârlığa acıdı. Bir yaz gecesi orada, birkaç kahkaha ile, birkaç buse arasında farkına varamayarak işlediği hatanın vahametini, genişliğini, derinliğini ancak o gün anladı, ne yapmıştı? Bugün merhamete avuç açmaya gelmiş şu tıraşı uzun, yakalığı kirden dalga dalga dilenciye, bundan sekiz ay evvel ihsan ettiği şey, demek üç buçuk mahfaza içinde biraderine uzattığı şu taşlardan daha mı az kıymetliydi? Halbuki, Faik Bey bu taşlara malik olmak için daha ziyade yalvarmış, daha ziyade ağlamıştı!.. Nasıl ve hangi sihirle bu adam, ona bundan sekiz ay evvel, kendisine kurban verilmek ihtiyacı hissedilen bir ilâh gibi göründüydü; nasıl ve hangi sihirle el değmemiş, körpe etini içi hiç titremeden onun önüne atmıştı? Seniha, kalbinin bu bir günlük imtihanından epeyce değişmiş çıktı. Aşktan evvelki alaycı, havaî, şuh ve işveli haline avdet etti (s. ) Faik Bey’den bir anda nefret eden Seniha, Madam Kronski’yle sohbeti esnasında (s. ) Faik Bey’le birbirlerini deli gibi sevdiklerini söyleyerek ağlamaya başlaya- caktır. Bu durum Seniha’nın yaşadığı ruhî dalgalanmanın boyutunu da gözler önüne sermektedir. Yaşadığı hayal kırıklıklarıyla iyice bunalan Seniha, büyükbabasına evlilik ile ilgili düşüncelerini aktarırken, aynı zamanda kendi hayat felsefesini de ortaya koy- maktadır. Anlatıcı burada Seniha’nın sözlerini dolaysız söylem vasıtasıyla aktararak karakterin kendi kendini karakterleştirmesini sağlamaktadır: ‘Bunun içindir ki, bir gün Faik Bey’le baş başa verdik, düşündük, taşındık; birbirimizle evlenmeyi pek fena bir iş bulduk: Onda benim arzularımı temin edecek kadar bir servet, bende ona muhtaç olmayacak kadar bir çeyiz yoktu. Dedik ki: ‘Şimdi, sevişiyoruz. Fakat, o zaman didişeceğiz; birbirimize ağır geleceğiz; birbirimizden nefret edeceğiz!’ O bilir “KİRALIK KONAK”TA ANLATICI VE KARAKTERLEŞTİRME 71 ki benim arzularım –hırslarım desem daha iyi olur– hadsiz hesapsızdır; evet, hırslarım, hadsiz hesapsızdır!’ İhtiyar adam, aklını kaybetmekten korkuyordu; Seniha hep aynı vaziyette soğuk ve haşin söylüyordu: ‘Siz zannediyor musunuz ki, ben ömrümün sonuna kadar böyle bir evde kalacağım? Böyle bir memlekette, etrafımda böyle bir halkla? Bin güçlükle senede ancak beş on kat esvap yaptırarak, ara sıra Ada’ya misafirliğe giderek ve pazartesi günleri aşağıda salonda birkaç manasız ve yavan davetli bekleyerek yaşayıp gideceğim? Hayır! Büyükbaba, ben o kadar basit ruhlu bir kız değilim! Çok okudum; çok öğrendim; çok düşündüm, çok tahlil ettim. Biliyorum ki, hayat denilen şey, içinde doğup büyüdüğüm bu hapishanenin dışında, gürül- tülü, geniş, aydınlık, acayip, hazin, neşeli, düz, yılankavî, inişli yokuşlu, bitmez tükenmez bir sahadır. Oradan bin türlü sesler işitiyorum; bu sesler her biri bir başka tarzda, bir başka lisanda bana, ‘gel!’ diyor. Kendimi güç zaptediyorum. Fakat, bugün değilse yarın mutlaka bu seslerden birine doğru koşacağım. Mutlaka!..’ Fakat, Seniha, sözüne bir lahza fasıla vermeksizin gittikçe artan bir ateşle söylüyor, söylüyordu: ‘Herkesin kendine mahsus bir hayatı vardır. Siz zannediyorsunuz ki, herkes, herkes gibi yaşayabilir. Annem nasıl sizin gibi bu konakta yaşayıp ihtiyarladıysa ben de onun gibi yaşayıp ihtiyarlamaya razı olacağım. Halbuki ben mutlaka kendi hayatımı yaşamak is- tiyorum. İşte bunun içindir ki, sevdiğim bir adamı kendime hayat yoldaşı yapmaktan çekiniyorum; zira bütün hazlarımda, zevklerimde, keder ve heyecanlarımda tamamıyle yalnız kalmak, tamamıyle benliğimi muhafaza etmek emelindeyim. Sevilen adam, bizi çağıran seslerden biridir; fakat hayat yoldaşı bizi o seslere doğru götüren kimsedir; bu kimse kâh önümüzden, kâh arkamızdan yürür, bizi birtakım kazalardan siyanet eder, birtakım zahmetlerden kurtarır, ettiğimiz hataları tamire çalışır, masraflarımızı öder, tıpkı çocukluğumuzda bizimle beraber dolaşan lalam gibi bir şey’ (s. , ) Arkadaşı Belkıs Hanım’ın Paris’e gideceğini duyunca kıskançlık krizine giren Seniha’nın aklından geçenler, onun ruh halini anlamamıza bir başka ipucu teşkil etmektedir: Arkadaşı anlattıkça Seniha’nın nefesi tıkanıyordu. Hasetçi değildi; fakat Paris’e gitmek üzere olan bu kadına, şiddetle imreniyordu. Öteden beri bütün hulyalarını, bütün arzularını çerçeveleyen emel, yegâne emel bu değil miydi? Belkıs, mebusun karısı, bayağı ve bön Belkıs, kendisinin senelerden beri gözetlediği gayeye bir hamlede, ne kadar kolaylıkla vâsıl oluvermişti? Ah, Belkıs Hanım, ne kadar talihli ne kadar mesut bir kadınmış! Seniha, saadet denilen şeyin mahiyetini o gün ilk defa olarak ‘Paris’e gidiyoruz!’ haberini veren bu insanın önünde hissetti. Belkıs Hanım, kendisinden daha talihli, daha mesut olmak için acaba ne yapmıştı? Yaradılışında harikulâde ne vardı? Genç kız, gittikçe iltihaplanan bir ruh ile kendi kendine: ‘Zengin kocası var, zengin kocası var. Asıl mesele bunda’, diyordu. Niçin kendisinin de bir zengin kocası yoktu; bundan sonra olması da acaba ihtimal haricinde miydi? Bu ihtimal hatırına gelir gelmez genç kızın yüreği sızladı. Ve Belkıs Hanım’ı daha ziyade kıskanmaya başladı. Vücudu ne kadar hamhalat, tavırları ne kadar adi, giyinişi ne kadar kabaydı? (s. ) Romanın sonlarına doğru Faik Bey’in Seniha’yı nasıl karakterleştirdiğini gö- rüyoruz (s. ; alıntı için yukarı bk.). Anlatıcı burada Faik Bey’in düşüncelerini dolaysız söylem vasıtasıyla aktarıyor, yani Faik Bey’i konuşturuyor. Ancak yukarıda 72 BAHAR DERVİŞCEMALOĞLU da belirttiğimiz gibi Faik Bey’in Seniha’yla –ve genel olarak kadınlarla ilgili– değer- lendirmesinin daha çok anlatıcının bakış açısını ve söylemini içerdiği gayet açıktır. Görüldüğü gibi romanın genelinde “karakterleştirme” daha çok anlatıcının bakış açı- sıyla şekilleniyor. Bu durum sadece Seniha’nın karakterleştirilmesi için değil, diğer karakterler için de geçerlidir. Anlatıcının sesi, fikirleri, dünya görüşü, ahlâk anlayışı vb. romanın her bölümünde kendini baskın olarak hissettirmektedir. Peki bu durumda Moran’ın romandaki karakterleştirmeyi –özellikle de Seniha karakterini– çelişkili ve tutarsız olarak değerlendirmesinin sebebi nedir? Romanda metnini kendi dünya görü- şüne göre gayet tutarlı ve teknik açıdan da buna uygun şekilde düzenlemiş olan yetkili anlatıcı neden böyle bir hataya düşsün? Acaba çelişkili ve tutarsız olan anlatıcı mıdır, yoksa histerik bir genç kız tablosu çizen Seniha’nın kendisi midir? Çalışmamızın bu son kısmında karakterleştirmeyle ilgili teorik bilgiler eşliğinde konuyla ilgili kendi yorumlarımızı ortaya koyacağız. Karakterleştirmenin temelinde, karaktere bazı özellikler yüklenmesi ve anlatı metninin bütününde bu özelliklerin açık ya da kapalı biçimde gözlemlenmesi yatmak- tadır. Bireysel ve nevi şahsına münhasır oluşuyla dikkat çeken karakterin inşasında “tekrar, benzerlik, tezat, çıkarım” gibi tutarlılığı sağlayan bazı ilkeler söz konusudur. Buna göre karakterin bazı davranışları sürekli tekrar etmesi, farklı durumlarda benzer davranışlar göstermesi, birbiriyle çelişkili davranışlar sergilemesi, birtakım fiziksel ve psikolojik özelliklerinin onun psikolojik durumuna işaret etmesi gibi hususlar, karak- terin inşasında kullanılan ilkeler arasında yer almaktadır Bu açıdan bakıldığında, çelişkili davranışlar sergileyen Seniha’nın karakterleştirilmesinde bir problem gözük- memektedir. Kendini bir hapishaneye kapatılmış gibi hisseden, kabuğunu kırıp dışa açılmak için çırpınan, eski değerlerle Batı’dan gelen yeni yaşam tarzı ve düşünceler arasında sıkışmış kalmış bu genç kızın yaşadığı histeri krizleri ve buhranlar, onun tutarsız tavranışlarını anlamamız için yeterli bir veri sunmaktadır. Şimdi Berna Moran’ın sorunlu bulduğu “anlatım tekniği” ya da daha doğrusu “karakterleştirme tekniği” meselesini irdeleyelim. Acaba anlatıcı, karakterleştirme tekniği açısından acemi bir tavır mı sergilemiştir? Moran’ın belirttiği gibi romanda Seniha’yla ilgili anlatımların birbiriyle uyuşmaması ve çelişkiler göstermesi anlatıcının teknik yetersizliğiyle mi ilgilidir? Bilindiği gibi karakterler, belirli kültürel ve tarihsel koşullarda, belirli edebî kurallar çerçevesinde “dil” vasıtasıyla vücuda getirilen “kağıttan varlıklar”dır. Dolayısıyla bizler okuyucu olarak onları doğrudan gözlemleyemeyiz ve en önemlisi onların iç dünyalarını göremeyiz. Gerçek bireylerin aksine, karakterler ancak metindeki betimlemeler, yani bir anlamda karakterleştirme teknikleri vasıtasıyla bilinebilir. Bir karakterin ne gibi özelliklere sahip olduğunu ve kendisiyle ilgili ne tür iddialarda bulunulabileceğini açığa 13 Dervişcemaloğlu, Anlatıbilime Giriş, s. , “KİRALIK KONAK”TA ANLATICI VE KARAKTERLEŞTİRME 73 çıkarmanın tek bir yolu vardır: Metinde açıkça belirtilmiş olan hususları ve buradan nasıl bir çıkarım yapılabileceğini sorgulamak. Birtakım ayırıcı özelliklerle donatılmış ve bu şekilde “bireyselleştirilmiş” olan karakter, hiç şüphesiz bazı teknikler ve vası- talar kullanılarak karakterleştirilmektedir. Bu noktada “Kim, kimi, hangi özelliklerle karakterleştiriyor?” sorusu önem kazanmaktadır. Dolayısıyla bir anlatıda kullanılan karakterleştirme tekniklerini incelerken, öncelikle karakterle ilgili bilgilerin metinde kim tarafından ya da kimin gözünden verildiğini tespit etmeye çalışmak gerekir Anlatıcı tarafından yapılan karakterleştirmeyle, anlatıdaki bir başka karakter tarafından yapılan karakterleştirmeyi birbirinden kesinlikle ayırmalıyız. Bu ayrım aslında “anlatıcının karakterleştirmesi”yle “figural karakterleştirme” arasındaki ayrımı ifade eder. Figural karakterleştirmede, karakterleştiren yani karakterize eden özne, karakterdir; anlatıcının karakterleştirmesinde ise karakterleştiren özne, anlatıcıdır. Ayrıca oto-karakterleştirme yani kendi kendini karakterleştirme ile altero-karakter- leştirme yani başkası tarafından karakterleştirme arasında bir ayrım yapılabilir. Ancak karakterleştirme konusundaki en temel ayrımlarda biri açık karakterleştirme ile kapalı karakterleştirme arasındaki ayrımdır. Buna göre “açık karakterleştirme”, bir karaktere –ya kendisi ya da bir başka karakter tarafından– doğrudan belirli özellikler atfeden sözel bir ifadedir. Açık karakterleştirmeler, genellikle bir karakteri tanımlayan, kategorize eden, nitelendiren ve değerlendiren betimleyici ifadelerdir. Bu ifadeler, karakterin iç ve dış özelliklerine, belirli alışkanlıklarına vb. atıf yapabilir. “Kapalı karakterleştirme” ise açık karakterleştirme gibi doğrudan yapılmaz; çoğunlukla karakterin davranışları, kullandığı dil, fiziksel görünüşü vb. vasıtasıyla ima edilir; yani düz değişmeceye dayanan bir karakterleştirme tipidir. Aslında bu karakterleştirme türünde, bir anlamda kasıtlı olmadan yapılan bir oto-karakterleştirme yani karakterin davranışları, dili, görüşü vb. ile kendini ele vermesi söz konusudur. Bir karakter kendini kapalı olarak başlıca üç şekilde karakterleştirebilir. Bunlardan birincisi “sözel davranış”, yani karakterin belli bir durumda söylediklerinin ve kullandığı dilin, onun ait olduğu toplumsal çevre, eği- timi, bağlı bulunduğu sınıf vb. ile ilgili bir gösterge işlevi taşımasıdır. İkincisi, “sözel olmayan davranış”, yani karakterin belli bir durum karşısında gösterdiği davranış, onun “korkak, yalancı, sinsi, kibar, ikiyüzlü” vb. şekillerde karakterleştirilmesine sebep olabilir. Üçüncü olarak da karakterin giyim tarzı, kullandığı aksesuarlar, fiziksel görünüşü, sık sık gittiği yerler vb. hususlar vasıtasıyla da kapalı bir karakterleştirme yapılabilir. Okuyucular da bütün bu saydıklarımızın etkisiyle söz konusu karakterlerle ilgili bazı çıkarımlar yapıp, ahlakî ve ideolojik tutumlar geliştirirler Bu bilgiler ışığında Kiralık Konak romanını değerlendirecek olursak, anlatım tekniğinde ya da daha doğrusu Seniha’nın karakterleştirilmesinde bir tutarsızlık ve 14 a.g.e., s. , 15 a.g.e., s. , 74 BAHAR DERVİŞCEMALOĞLU çelişki olmadığını iddia edebiliriz. Romanın genelinde anlatıcının karakterleştirmesi hakimdir ve anlatıcı, karakteri ve karakterin fikirlerini, ahlâk anlayışını, yaşam biçimini, dünya görüşünü vb. kendi penceresinden “olumsuz” bir biçimde yorumlamaktadır. Bazı kısımlarda ise anlatıcının kendi arka plana atıp Seniha’nın bilincini yansıttığı görülmektedir ve buralarda Seniha’nın kendi kendini karakterleştirdiği, içinde bulun- duğu histerik ruh halini ve yaşadığı iç çatışmaları olduğu gibi yansıttığı görülmektedir. Buralarda anlatıcının bakış açısı daha az belirgindir. Dolayısıyla Moran’ın “çelişkili” olarak ifade ettiği husus aslında karakterleştirmenin çeşitliliğinden ve Seniha’nın histerik/değişken ruh halinden kaynaklanmaktadır. Yukarıda romandan yaptığımız alıntılarda da görüldüğü gibi anlatıcı sürekli bir arayış içerisinde olan Seniha’nın çe- şitlilik gösteren duygu dünyasını ortaya koyarken, karakterleştirme tekniğini de aynı şekilde çeşitli hale getirmiş; kendi bakış açısını, romandaki diğer karakterlerin bakış açılarını, Seniha’nın kendi bakış açısını ve bilincini karakterleştirmeye yansıtmıştır. Tabii Seniha’nın karakterleştirilmesinde anlatıcının bakış açısının romanın genelinde baskın olduğunu da belirtmek gerekir. KAYNAKLAR Dervişcemaloğlu, Bahar, Anlatıbilime Giriş, İstanbul: Dergâh Yayınları, Enginün, İnci, Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı, 3. Baskı, İstanbul: Dergâh Yayınları, Esen, Nüket, Türk Romanında Aile Kurumu: , 3. Baskı, İstanbul: Boğaziçi Üniver- sitesi Yayınları, Hayber, Abdülkadir, Halide Edip, Yakup Kadri ve Reşat Nuri’nin Romanlarında Nesil Çatış- maları, İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, Jahn, Manfred, Anlatıbilim, çev. Bahar Dervişcemaloğlu, İstanbul: Dergâh Yayınları, Karaosmanoğlu, Yakup Kadri, Kiralık Konak, Haz. Atilla Özkırımlı, İstanbul: Birikim Yayın- ları, Malmgren, Carl D., “Reading Authorial Narration: The Example of The Mill on the Floss”, Poetics Today, Vol. 7, No. 3, Poetics of Fiction, , s. Moran, Berna, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış I, 7. Baskı, İstanbul: İletişim Yayınları, Nunning, Birgit ve Neumann, Ansgar, An Introduction to the Study of Narrative Fiction, Klett Lerntraining GmbH, Patron, Sylvie, “The Death of the Narrator and the Interpretation of the Novel: The Example of Pedro Páramo by Juan Rulfo”, Journal of Literary Theory, vol. 4/2, , s. Rimmon-Kenan, Shlomith, Narrative Fiction Contemporary Poetics, 2nd Edition, London: Routledge, Tanzimat’tan Bugüne Edebiyatçılar Ansiklopedisi, Cilt 2, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, Toolan, Michael, Narrative: A Critical Linguistic Introduction, second edition, Routledge,

NARRATOR AND CHARACTERIZATION IN KİRALIK KONAK

Öz:

Kiralık Konak, a novel written by Yakup Kadri Karaosmanoğlu,one of the first novelists of Turkish Literature in Republic Period and publishedon İkdam daily in as a serial novel, refers to our real history since it is seton the Constitutional Period II, Balkan War and World War I, and the characterson the novel reflect the truth by representing the changing value judgments andgeneration gap created by these changing value judgments. However, althoughthe novel represents an historical era, it is still a fiction where actual course ofevents were subjectively interpreted and recreated by the narrator. The role ofnarrator, characters and characterization methods used particularly stand out onthis novel which portrays outdated ways of the Ottoman and corruption causedby Westernization. This study focuses on first the narrator and then charac- terization technique of Kiralık Konak novel. The characterization analysis willparticularly focus on characterization of Seniha who is the most lively and re- markable persona of the novel.

Anahtar Kelime:


Konular:

Kiralık Konak

November 22,
"Şiirdeki "aşk"la hayattaki "aşk" ne kadar birbirine benzemiyormuş. "
(Kitaptan)

"Bu harp çok fena şey vesselam!" dedi. "Böyle ne kadar gençler, gençliklerine doyamadan gittiler."
(Kitaptan)

"Ne yazık ki bu zamanları da gördük," dedi; hiçbir tat ve bereket kalmadı. Nefes almak bile güçleşti, kabahat biz de mi?"
(Kitaptan)

Kiralık Konak, bence, yaşanılan döneme ışık tutan hem sosyal ; hem de son derece başarılı bir karakter romanıydı. Tasvirleri gerçekten çok iyi olan bu kitabı okurken , İstanbul’da o konağın içinde Naim efendi ile birlikte ben de dertlendim
Ah be Naim Efendi, ne olacak bu ülkenin, bu gençlerin , bu konağın hali dedim

Ayrıca, bence, kitapta olaylardan çok ; karakterlerin hayata bakışları, hırsları ve zayıf yanlarını ifade eden fikirleri daha dikkat çekiciydi.

Sonuç olarak, üç kuşak arasındaki, catışmaları, fikir ayrılıklarını, gözler önüne seren bu romanı okuduğunuza pişman olmayacaksınız

"Gençken ve güzelken vücudu soymak iyidir, fakat hiçbir yaşta ruhu soymaya gelmez ve herkesin önünde, hatta kendi önümüzde bile daima giyimli durmalıdır." (Kitaptan)

Oğuz ÖCAL

Kırıkkale Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Kırıkkale/Türkiye

Anahtar Kelimeler: Kiralık Konak,özgür olmayış fenomeni,düşkünlük,varlık ve tehlike

Giriş

İ çine doğduğu dünyanın zihniyeti tarafından biçimlendirilen insanın şahsında gerçekleştirmesi gereken hususlardan birisi de özgürlüktür. Teorik nitelikli bir fenomen olan özgürlük ve onun pratik şekli olan özgür oluş, dış baskı ve zorlamanın yokluğunda, insanın önce kendisine ve daha sonra da dünyaya ait olanaklarını, bütünselliği olan bir sorumluluk bilinciyle değerlendirmesi demektir (Mengüşoğlu ). Bu hususun tam karşısında yer alan özgür olmayış durumu ise, insanın üzerinde herhangi bir baskı ve zorlama olmadığı hâlde, sorumsuz davranarak olanaklarını harcamasını ifade eder. Özgürlüğün her iki şekli de, birer seçimi içerir ve aynı zamanda içinde olunan birer durumu işaret eder. Söz konusu bu durum, farkına varıldığında insana, kendisini yenileyip canlandırma olanağı sunarken öyle bir farkındalık olmadığında ise, çoğunlukla, zaman israfına neden olur. Örneğin, olanaklarını zengin bir koca ararken harcayan ve hayal kırıklığına uğrayan bir kadının içinde bulunduğu durumu aşmak yerine, onu olduğu gibi bırakması, basit de olsa bir seçimdir. Ve bu seçim, öncelikle öznesinin, özgürlüğünü, yani olanaklarını, sorumlu değil de keyfi bir şekilde değerlendirdiğini, dolayısıyla da içinde olduğu durumun farkında olmadığını imler. Elbette, örnek gösterilen kişinin yaptığı seçimde, iç içe geçmiş durumda olan zaman, mekân, irsiyet ve zihniyet gibi kategorilerin de etkisi olmuştur. Ancak o eylemin en kökten nedeni ise, onu gerçekleştiren kişinin hem içinde olduğu hem de farkında olmadığı özgür olmayış durumudur. Buradan da çıkarılacağı gibi, gerçekleşen seçimin, dolayısıyla da eylemin sorumluluğu, doğrudan o kişinin kendisine aittir. Diğer nedenler ise, dolaylı birer unsur olarak özgürlük tasarrufundan sonra gelir.

Özgür oluş ile olmayış fenomenleri, insana, el altındaki bir nesne kadar yakın, ancak yakınlığı fark edilmediği için de bir o kadar uzak olan birer durumu işaret eder ve bu iki husus da, birer nedene dönüşerek kendisini, en iyi şekilde, romanda görünüşe çıkarır. Öyle ki ilk örneklerinden günümüze kadar roman, yaşanan bir dramı konu almış ve onun nedenini ise çoğunlukla -bu çalışmanın bakış açısına göre- özgür olmayış durumu olarak görünür kılmıştır. Bir diğer ifade ile bugüne kadar gelen romanımızda, daha önce de gözlemlendiği gibi, anlatılan dramların nedeni olarak bireyi ya da toplumu öne çıkaran iki eğilim dikkati çeker. Bu iki eğilimden ilkini, kurulu düzenle uyumlu ve Doğu-Batı çatışmasını bir çözüme ulaştırmaya çalışan romancılarımız oluşturur (Moran ) ve onlar, anlattıkları dramın doğrudan nedeni olarak, içinde olunan ancak farkında olunmayan duruma vurgu yaparlar. İkinci eğilimi ise yaşanan ve anlatılan dramın nedeni olarak kurulu düzeni işaret eden ve ezenezilen ilişkisini öne çıkaran romancılarımız oluşturur (Moran ). Bu iki eğilimden birincisi, liberal kapitalist; ikincisi ise, sosyalist bir zihniyete ve dünya görüşüne sahiptir. Birinci eğilim, benimsediği anlayışa uygun şekilde bireyi sorumlu kılar ve dış dünyayı dolaylı bir neden olarak işaret ederken ikinci eğilim, kurulu düzeni suçlar ve onu sorumlu tutar.

Söz konusu eğilimlerden ilkinin bir temsilcisi olan ve yaşanan dramın nedeni olarak bireyin içinde olduğu duruma vurgu yapan romancılarımızdan birisi de Yakup Kadri Karaosmanoğlu’dur. Seçkin bir sanatçı olan Yakup Kadri, başlangıçtaki bireyci zihniyetini terk ettikten sonra dayanışmacı bir anlayışı benimser ve benimsediği bu anlayışa uygun olarak da dokuz roman kaleme alır. Onun yayınlanan ilk romanı ise bilindiği gibi, Kiralık Konak’tır. Daha önce, içerdiği çatışmalar ile farklı tematik bağlamlar dikkate alınarak okunan Kiralık Konak, bu çalışmanın bakış açısına göre, insan varlığını tehdit eden unsuru, özgür olmayış durumu olarak görünür kılan bir romandır. Aynı zamanda içinde olunan olumsuz bir durumun ismi de olan bu husus ise, hâkim anlatıcı tarafından sunulan romanda, asıl kişi Seniha’nın yaşadığı karşılaşmalardan sonra açılan olanaklarını kapatarak onlardan uzaklaşmasıyla görünür hâle gelir.

Yaşanan İlk Kriz, Faik Bey ile Karşılaşma ve İlk Seçim

Asriliği rahat, kayıtsız ve sorumsuz yaşamak olarak anlayan bir baba ile şaşkın bir annenin kızı olan Seniha, özel mürebbiyesi olan, on yedi on sekiz yaşlarında bir genç kızdır. Büyükbabası Naim Efendi’ye ait bir konakta, ailesiyle birlikte yaşamını sürdürür. Anlamsal boşluk içindedir ve her şeyi az, adi ve dar olarak görür. Bunun için de ait olduğu kültür ve medeniyete dair her şeyden nefret eder. Öyle bir durumda iken, başta mürebbiyesinin anlattıkları olmak üzere, okuduğu romanların da yönlendirmesiyle, kendisine bir yaşama amacı belirler. O, özellikle Paris’e giderek orada her kayıttan azade, baskısız ve keyfi bir yaşam sürmeyi istemektedir. Geçen zaman içinde çevresine karşı duyduğu nefretle başka yerlere duyduğu özlem, yaşamının amacını daha kararlı bir hâle getirmesine olanak sağlar. Ancak o, maddî olarak çok “sefalete düştük”lerini (31) anlayınca, isteğiyle durumun gerçeği arasında sıkışır kalır. Ne isteğini dönüştürür ne de gerçeği olduğu gibi kabul eder. Dolayısıyla da yaşadığı bunalımla derinleşen krizini aşamadığı için, bir çıkmaza girer. Ailesi, doktorunun da tavsiyesiyle onu, iyileşmesi için, Büyükada’da yaşayan halası Necibe Hanım’ın yanına gönderir. Orada, zaten “içkiye ve saza” karşı “yaşla hiç sönmeyen bir düşkünlüğü” (47) olan Necibe Hanım’ın teşviki ve kardeşi Cemil’in girişimleri ile kısa bir süre içinde, Seniha’yı rahatlatabilecek bir eğlence ortamı oluşturulur. Oluşan bu ortamda Seniha, biraz sakinleşir ve “hayatta[ki] yegâne emeli seçkin ve zengin bir dulla evlenmek” (45) olan kardeşinin arkadaşı Faik Bey’le yakınlaşır. Sadece genç kadınlara değil, aynı zamanda kumara da düşkün olan Faik Bey, kısa bir süre içinde, hem Seniha’nın Paris’e dair düşlerini besler, hem de onları gerçekleştirebilecek bir potansiyele sahip olduğu için, onun yoğun ilgisiyle karşılaşır. Seniha, daha önce nefret ettiği Faik Bey’e karşı duyduğu ilginin beraberinde getirdiği hava ile yeniden eski haline gelir. Ancak bu canlılık, çok kısa bir süre sonra kaybolur ve ne olduğu tam olarak belli olmayan ilişkinin büyüsü bozulmaya başlar. O esnada Seniha, kumar borcunu ödeyebilmek için kendisinden borç para isteyen Faik Bey’i, gerçekliği içinde olduğu gibi görür. İtiraf etmese de kendisi için bir kurtarıcı olabileceğini sandığı kişinin aslında düşkün birisi olduğunu fark edince hayal kırıklığına uğrar ve umutlanarak bastırdığı krizi, yeniden canlanır. Çincede kriz sembolü, iki unsurdan oluşur: Biri tehlikeye, diğeri de olanağa işaret eder. (Mumford ). Hem bekâretini kaybetmesi hem de düşlerinin bir aracını yitirmiş olmasıyla ortaya çıkan durum ise Seniha’ya, iki olanak sunar ve onu özgürlüğüyle karşı karşıya bırakır. Olanaklarının sınırında duran ve seçim yapmak zorunda olan Seniha, ya yaşadığı çift boyutlu kayıptan sonra isteklerini gözden geçirecek ya da Faik Bey’e bağlı olmadığını ispat edercesine, daha hırslı bir şekilde, amacına ulaşmak için, arayışına hız verecektir. Bir diğer ifadeyle, ya gerçeği olduğu gibi görüp aşacak ya da keyfi eyleme düşkünlüğüne bağlı kalarak açılan olanağı kapatacaktır. O, hırslı olmayı, kararlı olmaktan ayıramadığı için, ikinci olanağı seçer.

“Seniha kalbimin bu bir günlük imtihanından epeyce değişmiş çıktı. Aşktan evvelki alaycı, havai, şuh ve işveli hâline avdet etti. Cemil’in dostlarından Macit Bey’le küçük bir macerası oldu. Pangaltı’daki İtalyan ahbaplarına sık sık gitmeye başladı; orada bir genç adamdan dans dersleri aldığını söylüyordu. Yeniden Nuriye, Neyyire ve Belkıs Hanımlar her gün için konağa doldular. Seniha’daki bu ani değişiklik pek ziyade meraklarını uyandırıyordu. Belkıs Hanım’ın gözlerinde kendisine bakarken: “Zavallı! Nihayet bırakıldı mı? Oh olsun!” diyen bir nazar vardı; Nuriye ve Neyyire ağzını aramak için yavaş yavaş Faik Bey’in aleyhinde bulunuyorlardı. Seniha bu zandan kurtulmak için elinden geleni yaptı, birbirini takip eden flörtlerine pervasız bir aleniyet verdi. Gizli kalan taraflarını da kendisi anlatmaya başladı” ().

Seniha, alıntılanan metinde de görülebileceği gibi, yaşadığı bu ilk kriz esnasında, karşısına çıkan kendisini aşma olanağını, özgür olmadığı için kapattıktan hemen sonra, çevresindekilerin dedikodularına karşılık verebilmek için, daha da kötü bir duruma düşme ihtimalini umursamadan eylemlerine aleniyet verir. Gerek yaptığı seçimi gerekse o eyleminden sonra ortaya koyduğu tepkisel tavrı ise, onun öfkesine ve insanların kendisi hakkındaki yorumuna esir olduğunu, dolayısıyla da özgür olmadığını ortaya koyar.

İkinci Kriz, Naim Efendi ile Karşılaşma ve Kaçış

Öfkeyle hareket eden Seniha, geçen zaman içinde, başta Faik Bey olmak üzere, birçok erkekle birlikte olur ve düşleri için kendisine çok para gerektiğini anımsayınca da “her vasıtadan fayda” (89) ummaya başlar. Aynı zamanda kendisine, “geniş ve muhteşem ufku açacak” (98) bir kahraman bekleyişi içinde de olan Seniha, çevresindeki kadınlarla yaptığı konuşmalardan sonra, kontrolünü kısmen de olsa yitirir ve bütün meselenin “zengin [bir] koca” () bulmakta olduğuna iyice kanaat getirir. Bu arada Faik Bey’i çok iyi tanıdığı için, ne onu bütünüyle terk eder ne de onunla evlenmek ister. Evliliği “paraya müteallik bir iş” () olarak telakki eden Seniha, yaptığı bu ilk seçimden sonra, çok daha açık bir şekilde tüccara dönüşür: Neredeyse yegâne amacı, olanaklarını sunup karşılığını alabileceği zengin bir sevgili bulmak olur. Bu arada babası, pek çok kayıttan azade olmasına rağmen, kızının keyfi davranışlarını kabul edilemez bulur. Ancak öteden beri sorumluluk üstlenmek çıkarına uymadığı için, sorunun çözümünü Naim Efendi’ye bırakır. Ailesi üzerindeki etkisinin “hiçe in[mek]” (77) üzere olduğunu anlayan Naim Efendi ise, iyi niyetli bir şekilde davranarak son bir hamlede bulunur ve değerlere karşı saygısız davranan gençleri evlendirip sorunu çözmek ister. Bunun için de Faik Bey’in önceden beri tanıdığı babası Kasım Paşa’yı ziyaret eder ve düşüncesinden bahsederek ondan kendisine yardım etmesini ister. Ancak Kasım Paşa, oğlunun zengin bir kızla evlenmesini istediği için, riyakâr davranır ve Naim Efendi’yi ikna ederek başından savar. Bu arada Seniha, büyükbabasının girişiminden haberdar olur ve öfkeli bir şekilde, ona, kendisiyle ilgili kararlara karışmaması gerektiğini söyler. Üstelik büyükbabasını saygısızca payladıktan sonra, bir mektup yazarak onun yaptığı yanlışı düzeltmek ister. Çok açıkça bir çatışmayı içeren bu durum, Seniha’yı, kendisine ve ailesine ait gerçeklikle karşılaştırır. O, bu karşılaşmadan sonra, yeniden özgürlüğü ile baş başa kalır ve acil olarak bir seçim yapmak zorundadır. Daha önce olduğu gibi karşısında, yine iki olanak vardır. O, ya maddî olarak bağlı olduğu ailesiyle yaşadığı çatışmayı çözerek tarihselliğini gerçekleştirecek ya da kolay olanı seçerek oradan uzaklaşacaktır. Söz konusu olanaklardan birincisi açıcıdır ve ona pek çok şeyi değiştirerek devam ettirme imkânı sunar. İkincisi ise, sahih değişim ve yenilenme olanağını bloke edici ve kapatıcıdır. Açmak ile kapatmak olanaklarının sınırında duran Seniha, durumunun iyiliğinden hiç şüphelenmediği için, dâhil olduğu kültür ve medeniyete karşı duyduğu nefretin de belirlemesiyle, maddî hiçbir teminatı olmamasına rağmen, ikinci olanağı tercih eder:

“Siz zannediyor musunuz ki ben ömrümün sonuna kadar böyle bir kalacağım? Böyle bir memlekette, etrafımda böyle bir halkla? Bin güçlükle senede ancak beş on kat esvap yaptırarak, ara sıra Ada’ya misafirliğe giderek ve pazartesi günleri aşağıda salonda birkaç manasız ve yavan davetli bekleyerek yaşayıp gideceğim? Hayır! Büyükbaba, ben o kadar basit ruhlu bir kız değilim! Çok okudum; çok öğrendim; çok düşündüm; çok tahlil ettim. Biliyorum ki hayat denilen şey, içinde doğup büyüdüğüm bu hapishanenin dışında gürültülü, geniş, aydınlık, acayip, hazin, neşeli, düz, yılankavi, inişli yokuşlu bitmez tükenmez bir sahadır. Oradan bin türlü sesler işitiyorum; bu sesler her biri başka tarzda, bir başka lisanda bana ‘gel’ diyor. Kendimi güç zapt ediyorum. Fakat bugün değilse yarın mutlaka bu seslerden birisine doğru koşacağım. Mutlaka!” ().

Seniha, bu ifadelerinden de anlaşılabileceği gibi, maddî olarak bağlı olduğu büyükbabasıyla konuşurken kendisini özgür bir insan gibi ortaya koyar ve pervasızca aldığı karara saygı gösterilmesini ister. Ancak onun bu ifadeleri, özgürce seçip sorumluluk üstlenen bir insanı değil, keyfiliği özgürlük sanan ve olanaklarını kolaylıkla harcayabilen bir insan olduğunu ortaya koyar. Oysa özgürlük, keyfi davranmak değil, bağlanmak ve hiçbir bahaneye sığınmadan tepeden tırnağa sorumlu olmaktır (Adugit 90).

Üçüncü Kriz, Hakkı Celis ile Karşılaşma ve Kaçış

Seçimini bu şekilde yapan ancak büyükbabasını kötü duruma düşürdüğü için kısa süreli bir “tövbe ve pişmanlık devresi” () geçiren Seniha, arkadaşlarından birisi olan ve zengin kocasıyla Paris’te yaşamaya karar veren Belkıs Hanım’la konuştuktan sonra, biraz da duyduğu kıskançlığın yönlendirmesiyle huzursuz olur. “Öteden beri bütün hülyalarını, bütün arzularını çerçeveleyen” () Paris düşünü anımsar ve içinde yaşadığı konak ile bahçe, kendisine kasvetli bir “mezar” () gibi görünmeye başlar. O, henüz çok genç birisi olmasına rağmen, İstanbul’da kalırsa yaşadığı konağın bahçesini dolduran yapraklar gibi kuruyup gideceğini düşünür. Bunun için de mürebbiyesinin tanıştırdığı Madam Kraft’ın da yardımıyla, aldığı kararı kesinleştirir. Dolayısıyla da “çivisinden, hatta tahta budağından kapılarına ve damına varıncaya kadar her noktasından ayrı ayrı nefret ettiği” () konaktan kaçar. Arkasında bıraktığı kişileri hiç düşünmeden, uzun süren bir yolculuktan sonra Paris’e ulaşır ve birkaç ay da olsa düşlediği gibi, “kendi hayatını yaşa[r]” (). Ancak herhangi bir işte çalışmadığı için elinde avucunda olan para, bir süre sonra tükenir. Acil olarak para bulması gereken Seniha, bunun için babası Servet Bey’den yardım ister, ancak babası çıkarına uymadığı için, onun bu isteğini geri çevirir. Çaresiz kalan Seniha ise bunun üzerine, daha önce ezip geçtiği ve “pot” () kırmakla suçladığı büyükbabasına mektup yazar ve gerekli olan parayı ondan ister. Sevgi dolu bir insan olan Naim Efendi, bulup buluşturarak torununa istediği parayı gönderir ve Seniha, büyükbabasının zamanla ardı ardına gönderdiği paralarla, Paris’te, bir süre de olsa özgür olduğunu sanarak alıştığı kayıtsız ve hazcı yaşamını sürdürür. Ancak hazır para ile sürülen sefa, birkaç ay sonra biter. Parasız kalan ve istediği zengin kocayı da bulamayan Seniha, bunun üzerine, çok daha düşmüş bir şekilde, İstanbul’a döner ve Beyoğlu’na taşınan ailesinin yanına yerleşir. Esasen kendisinden başka kimseyi önemsemediği için, ülkesine döndükten sonra, yanılsama içindeki tavrını daha da ileri götürerek, farklı kişilerle, uzun süreli olmayan ilişkiler kurar ve bir süre sonra da zengin olduğunu sandığı bir kişi olan Necip Bey’le tanışır. Necip Bey, kendisini muhtemelen mebus ve iş adamı olarak tanıtan, ancak sadece servet avcısı kadınları elde ettikten sonra ardında iz bırakmadan ortadan kaybolan bir düzenbazdır. O, Seniha ile ilişkisini de bu şekilde kurar ve tam olarak evlilik arifesindeyken onu da terk eder. Nişanlısı tarafından yüzüstü bırakılan Seniha, daha önceki kayıplarında olduğu gibi, bu durumda da, baskın davranarak yaşadığı bozgunu kimseye belli etmemeye çalışır. Bu arada Çanakkale Cephesi’ne dönmeye hazırlanan ve hâlâ kendisini safça seven Hakkı Celis’le karşılaşır ve bu hadise, onu, terk edilmiş olması gerçeğiyle birleşerek, üçüncü ve son defa özgürlüğüyle karşı karşıya bırakır. Yine iki olanak vardır karşısında: O, ya çok istediği servet sahibi koca ile kayıtsız yaşam arayışından vazgeçerek her şeye yeniden başlayacak ya da erkeklerin maddî imkânlarına bağlı olan değersiz yaşama şeklini sürdürecektir. Bir diğer ifadeyle o, ya cinsel olarak kışkırttığı hâlde saf kalmayı başaran Hakkı Celis’te gördüğü sahihliği örnek alarak kendisine bir yeni başlangıç yapacak ya da açılan olanağı kapatacaktır. Bu olanaklardan ilki, açık olmayı ve olumlu anlamda kararlılığı gerektirir. İkincisi ise öyle bir açıklığa da kararlılığa da ihtiyaç duymaz. Bir seçim yapmak zorunda olan Seniha, kendisini “uçurumun kenarında duran bir kadın” () olarak görmesine rağmen, sorumluluk üstlenmek yerine, önce bütün suçu Faik Bey’e yükler. Ardından da kendini yüceltmek için, kayıtsız yaşama şekliyle bir tüccara dönüşmüş olması gerçeğini ise, erdemli birisi gibi konuşarak hiç riyakâr olmamasına bağlar ve bu olanaklar arasından kendisini aşmayı değil, içinde bulunduğu durumu olduğu gibi bırakmayı tercih eder.

“Beni arkamdan ite ite, elimden çeke çeke nihayet getirdi, bir uçurumun kenarına bıraktı. Zira -neden saklamalı- ben uçurumun kenarında duran bir kadınım. Evet, Hakkı, evet, bunu herkes bilir ve kendim de hissediyorum. Hakikati niçin görmemeli, neden inkâr etmeli? Bir romanda görmüştüm. Bütün ahlak düsturlarının hulasası şudur diyordu: hakikat için, hakikati söyleyebilecek bir tarzda yaşamak. Ben vakıa anama, babama, hassaten büyükbabama çok fenalık etmiş bir kızım, pek çok kusurlarım var, fakat bunlara mukabil bir tek meziyetim var ki, o da hiç riyakâr olmayışımdır (…)” ().

Ceren Selmanpakoğlu, “toplumsal gerçeklik içinde karşılaşılan ötekiler hakkındaki her yargı, aslında bize kendi konumumuzun sahteliğini ifşa eder. Fakat bizler, sahteliği açığa çıkarmak yerine, çoğu zaman bunu kapatmak için dayanak noktaları buluruz”, der (Selmanpakoğlu ). Bu durum, Seniha için de öyle olur. O, karşılaşmalarıyla açılan olanaklarını, özellikle başkalarını suçlayarak kapatırken içinde olduğu kötü durumu, hem korumuş hem de yeniden üretmiş olur. Yaptığı bu son seçimle birlikte paralı erkekler için kiralık bir nesneye dönüşür ve Hakkı Celis’in şehit olduğunu öğrendikten sonra ise, esasen hiç üzülmez; “sadece güzel ve süslü” () olarak kalır.

Düşkünlüğün Dolaylı ve Doğrudan Nedenleri

Bir genç insan olarak Seniha’nın açılan olanaklarını kapatmasının dolaylı ve doğrudan olmak üzere, iki esas nedeninin olduğunu söylemek mümkündür. Onun bir kapatma düşkününe dönüşmesinin dolaylı nedeni, iç içe geçmiş durumda bulunan devir, çevre ve değerler gibi kategorileri de kapsayan ve egemen olduğu için her şeyi belirleyen zihniyettir, diyebiliriz.

Seniha, her şeyden önce, romancının da vurguladığı gibi, “Frenklerin asır sonu” (16) diye vasıflandırdıkları, geçmişle şimdiye ait her kayıttan azade bir genç kızdır ve bir “soysuzlaşma devri” de olan II. Meşrutiyet devrinde biçimlenmiştir. Onun bir kapatma düşkününe dönüşmesinde, sorumluluk öncelikle ailenin büyüğü olarak Naim Efendi’de değil, bir baba olarak Servet Bey’dedir, diyebiliriz. Öyle ki Servet Bey, “alafrangalığa düşkün” (15) bir “züppe”dir (14) ve modern oluşu, aklını ve iradesini çift taraflı bir sorumluluk bilinciyle eylemek olarak değil de, kayıtlardan azade ve çıkarcı yaşamak şeklinde yorumlar. O, benimsediği bu anlayış doğrultusunda, Naim Efendi’nin Kadıköy’deki konağında sürdürülen geleneksel nitelikli yaşamı, kayınvalidesi Nefise Hanım’ın ölümünden sonra, “asri ve modern hayat” (16) adına tamamen değiştirir, yeniden düzenler ve konakla işi bittikten sonra da oraya bir daha dönüp bakmaz. Onun olumsuz anlamda özgür olan bu zihniyeti, yüksek değerlere değil, araç değerlere öncelik verir. Değişerek devam etmeyi imleyen tarihselliğini gerçekleştirme durumunu iptal eder ve anlamlandırma eylemini, tamamen keyfileştirir. Kinik olan, yani fayda-zarar diyalektiği ile duyup düşünen bu zihniyet, sadece konağa hâkim olan anlayışı değiştirmekle kalmaz. Aynı zamanda Seniha ile Cemil’in biçimlenmesinde de temel rol oynar ve onların başta gelenekler olmak üzere, yaşadıkları çevre ile zaman hakkındaki algılarını da şekillendirir. Öyle ki bu zihniyet, Seniha’yı, önce Türkçe bilmeyen bir mürebbiyenin belirlemesine bırakır, daha sonra da şeyleri algılayıp yorumlayış şekliyle ona örnek olur. Genç kızın işine geldiğinde insanlara değer veren, öyle olmadığında ise onları unutan bir kişiye dönüşmesinde, babasından devraldığı bu çıkarcı zihniyetin önemli bir rolü vardır. Bunun yanı başında yine onun çevresindeki her şeyden nefret etmesini de yanılsama içindeki durumundan memnun oluşunu da yaşattığı bu zihniyetin bir tezahürü olarak görmek mümkündür.

Seniha, sadece babasından devraldığı bu anlayış tarafından değil, çözülmüş olsa da itici bir unsur olarak belirleyiciliğini sürdüren geleneksel zihniyet tarafından da belirlenir. Romanda Naim Efendi tarafından temsil edilen bu zihniyet, yeni olanı anlayıp ona kendisini adapte edemediği için yeni nesil tarafından itici bulunur ve engel olarak görülür. Öyle ki Seniha, babasının temsil ettiği “yeni” zihniyetin çıkarcı bakış açısına hayran iken varolana “katlanan [bir] adam” (16) olan büyükbabasının anlayışından ise kendisini hizaya sokup sınırlamak istediği için nefret eder. Bir diğer ifade ile Seniha, babasının zihniyetini çıkarına uygun olduğu için olumlu bulur ve benimserken büyükbabasının anlayışını ise öyle olmadığı için menfur bir unsur olarak görür. Böylece her iki zihniyet de farklı oranlarda olsa bile, onun üzerinde belirleyici olmuş olur.

Benedict de Spinoza, “insanlar kendilerini özgür olarak düşünmekle yanılırlar, bu düşünceleri kendi davranışlarının bilincinde olmalarına ama onları belirleyen nedenlere ilişkin bilgisiz olmalarına dayanır” (Spinoza’dan alıntılayan Hood ) derken içinde olunan ancak farkında olunmayan durumun nedenselliğine vurgu yapar. Lewis Mumford ise İnsanın Durumu isimli dikkate değer kitabında, bireyciliğin gelişimden bahsederken bu anlayışın yükselen aristokrasinin “Neyi istiyorsanız onu yapın; işinize bakın, dünya sizin” mottosuyla kendisini ifade etmeye başladığını söyler ve “Ne istiyorsanız yapın” mottosunun, kişinin yapmakla yükümlü olduğu görevleri yerine getirdiği zaman iyi bir anlam ifade edeceğini belirtir. Ardında da “Her âdil özgür irade kavramında, kaçınılmaz olarak bir mecburiyet unsuru mevcuttur; zira aksi takdirde, özgür olmak, kaprislerin kölesi olmak anlamına gelir” (Mumford ) der. Yukarıda zihniyet bağlamında tesirinden kısaca da olsa bahsettiğimiz bu kategorilerin birer belirleyici unsur olduğundan kuşku yoktur. Ancak o kategorilerin doğrudan değil, dolaylı birer belirleyici oldukları da bir gerçek. O hâlde Seniha’nın açılan olanaklarını tekrar tekrar kapatmasının esas ve doğrudan nedeni nedir? Spinoza ile Mumford’un bu sözlerini de dikkate alarak soruya cevap verecek olursak Seniha’nın kapatma düşkünü olmasının doğrudan nedeni, şeyleri anlayıp yorumlayan ve değerlendiren bir özne olarak bizzat kendisi ve içinde olduğu ancak farkında olmadığı özgür olmayış durumudur, diyebiliriz.

Açıklayarak ifade edecek olursak, romanda özetlenerek anlatılan yaşamının altı yıllık süreci içinde Seniha, üç defa sınır duruma gelmiş ve üç esas seçim yapmıştır. O, bu sınır durumlardan ilkine, Faik Bey’in gerçek yüzünü gördükten sonra gelir. Diğer iki sınır duruma ise, büyükbabasıyla yaşadığı çatışmadan ve Hakkı Celis ile yaptığı konuşmadan sonra ulaşır. Ulaşılan bu üç sınır durum da Seniha’ya, ortak bir şekilde, içinde olduğu durumu aşarak her şeye yeniden başlama olanağı sunar. Ancak Seniha, üç defa açılan bu esas olanağı, özgürlüğü keyfilik ve kayıtsızlık olarak anladığı ve nefret duygusuyla zehirlendiği için kapatır. Bir diğer ifadeyle o, varoluşunun amacını belirleyip onu gerçekleştirmek için zengin bir koca ararken de düşlediği gibi yaşamak için Paris’e kaçarken de İstanbul’a döndükten sonra giderek daha çok düşkünleşirken de birer özgürlük tasarrufunda bulunur. Onun bu seçimleri, açıkça birer tepkiyi içerir ve açılan olanakları kapatmaya aşırı istekli birisi olduğunu işaret eder. Açılma ile kapanma şeklinde kendisini sürekli tekrar eden ve yeniden üreten bu sürecin sorumlusu ise öncelikle olanaklarını tasarruf ederken özgür olmadığı ortaya koyan Seniha’nın bizzat kendisidir, diyebiliriz.

Değerlendirme

Yukarıda esas çizgileriyle göstermeye çalıştığımız gibi, özgür olmayış durumu, bizzat kişinin yaşadığı karşılaşmalarıyla açılan ve acilen değerlendirilmesi gereken olanaklarını, tepkisel nitelikli eylemleriyle kapatmasıdır. Esir oluştan niteliksel olarak farklı olan özgür olmayış, içinde olunan pek çok durum gibi, insana farkında varıldığında en yakın, öyle olmadığında ise en uzak durum olarak var olur. Kendisini çoğunlukla sözlerle eylemlerde görünüşe çıkaran bu durum, gündelik hayattaki pek çok kötü eylemin nedeni olduğu gibi, romanlarda anlatılan dramların da bir nedeni olarak dikkati çeker. Bu husus, anlatılan dramın nedeni olarak bireyi veya toplumu öne çıkaran anlayışlara göre değişmez. Dolayısıyla da anlatılan dramların kökeninde, daima özgür olmayış durumu vardır, denilebilir.

Başlangıcından itibaren romanımızda anlatılan dramın nedeni olarak bireyi veya toplumu öne çıkaran iki ayrı anlayış dikkati çeker. Bu iki anlayıştan ilki, anlatılan dramın nedenini, doğrudan doğruya bireyin içinde bulunduğu duruma bağlar ve onu sorumlu tutar. İkincisi ise dramı, bireylerle ilişkilendirir, ancak öncelikli nedeni, kurulu dünya düzeni olarak işaret eder. Söz konusu anlayışlardan ilkinin temsilcilerinden birisi de Yakup Kadri Karaosmanoğlu’dur. Yakup Kadri, ilk romanı olan Kiralık Konak’ta, daha sonra yayınlanan romanlarında olduğu gibi, bir dramı konu alır ve dramın nedeni olarak da özgür olmayış durumunu öne çıkarır. Öyle ki, adı geçen romanda asıl kişi Seniha, yukarıda da izah ettiğimiz gibi, yaşamının anlatılan altı yıllık süreci içinde, en az üç defa kendisini aşıp geçme ve her şeye yeniden başlama olanağıyla karşılaşır. Ancak o, karşısına çıkan bu esas olanağı, özgürlüğü bütünüyle keyfi davranmak olarak anladığı ve duyduğu nefreti göremediği için kapatır. Dolayısıyla onun açılanı kapatma düşkününe dönüşmesinin öncelikli nedeni, hem bizzat içinde olduğu hem de farkında olmağı özgür olmayış durumudur. Bu durumun sonraki nedeni ise zaman, çevre, eğitim gibi kategorilere de egemen olan zihniyet olarak işaret edilebilir.

İnsan hem bir kimlik hem de nelik varlığıdır. Hem bir kimliği taşır hem de insan olarak var olur. Ancak öncelik, verilen kimlikte değil, çalışılarak elde edilen insan oluştadır, yani neliktedir. Bunun için de olanaklarını özgürce yeşertmeyen insandan ait olduğu toplumun kimliğini layıkıyla taşıması beklenemez. Eğer böyle bir şey beklenirse karşılaşılacak olan çoğunlukla hayal kırıklığı olacaktır. Söz konusu bu hususu da dikkate alarak diyebiliriz ki Seniha, daha özgürlüğün ağırlığını taşıyamayan birisidir. Bunun için de ondan ait olduğu kimliğin değerlerini taşımasını beklemek de onu öncelikle yanlış Batılılaşmış bir birey olarak nitelemek de doğru değildir.

Kaynaklar

  1. Adugit, Yavuz (). “Özgürlüğün Kısa Tarihi”, Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi, Güz, Sayı: 16,
  2. Hood, Bruce (). Benlik Yanılsaması -Sosyal Beyin, Kimliği Nasıl Oluşturur?, Çev. Eyüphan Özdemir, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
  3. Karaosmanoğlu, Yakup Kadri (). Kiralık Konak, İstanbul: İletişim Yayınları.
  4. Mengüşoğlu, Takiyettin (), İnsan Felsefesi, İstanbul: Remzi Yayınevi.
  5. Mengüşoğlu, Takiyettin (). Felsefeye Giriş, İstanbul: Remzi Yayınevi.
  6. Moran, Berna (). Türk Romanına Eleştirel Bakış I, İstanbul: İletişim Yayınları.
  7. Moran, Berna (). Türk Romanına Eleştirel Bakış II, İstanbul: İletişim Yayınları.
  8. Mumford, Lewis (). İnsanın Durumu, Çev. Yusuf Kaplan, İstanbul: Açılım Kitap.
  9. Selmanpakoğlu, Ceren (). Hiçliğin Özgürlüğü, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası