vaaz nasıl yazılır örnek / Etkili vaaz ve sohbet nasıl yapılır? - İrfan Dünyamız

Vaaz Nasıl Yazılır Örnek

vaaz nasıl yazılır örnek

Tesettür ve örtünmeyle ilgili bir vaaz

Tesettür ve örtünmeyle ilgili bir vaaz

Kayıtsız Üye
Tesettür ve örtünmeyle ilgili bir vaaz lütfen yardımcı olur musunuz Tesettür ve örtünme hakkında vaaz örneği verir misiniz ?


Cevap: tesettür ve örtünmeyle ilgili bir vaaz

İsrâ
MÜSLÜMAN HANIM NİÇİN ÖRTÜNÜR

Sahabe Hanımların Örtünme Hassasiyeti;

Yaz mevsimi, kimileri için açılıp saçılma mevsimi olarak algılanıyor. Ama yine bazı hanımlar, Allah’ın tesettür emri gereği, yakıcı sıcaktan tesettürün serin iklimine koşacaklar. Ve bu esnada bitmeyen tesettür tartışması, yine bütün hızıyla devam edecek.

Merak edenler için kısaca örtünmenin nereden çıktığını hatırlatmakta faydalar vardır.

Müslüman kadınlara örtünme emri, Hicrî 4. yılda (Miladî 624) Zilkâde ayında farz kılındı. Tesettür ayetleri inzal olunca, Peygamberimiz, tesettür ayetini sahabeye bildirdi. Sahabeler tesettür emrini evlerindeki kadınlarına, kızlarına ilettiler. Ve Müslüman kadınlar evlerinde buldukları kumaş parçalarına örtü yaparak büründüler.
O dönemde müslüman kadınların tesettüre nasıl sarıldığını Hz. Aişe validemiz şöyle anlatıyor:

"VAllahi ben, Allah’ın kitabı Kur’an’ı tasdik, onun indirdiğine iman bakımından Ensar kadınlarından daha faziletlisini görmedim. Nur Suresi’ndeki örtünme ayeti inince, erkekleri kendilerine varıp Allah’ın indirdiği ayetleri okumağa başladılar. Herkes bu emirleri zevcesine, kızına, hemşiresine ve bütün yakınlarına okuyordu. Kadınlardan hiçbiri istisna edilmemek şartıyla Allah’ın Kur’an’ında indirdiği emirlere uyarak, yünden ve pamukludan mamül örtülerine büründüler. Ve sabah namazında Rasûlullah’ın arkasında, örtülerine bürünerek namaz kıldılar ." (Buhari, Tefsirüs Süre 24-12)

İşte, Peygamberimiz döneminden, Kıyamet gününe kadar devam edecek örtünme emri, böylece müslümanların hayâtlarına girmiş oluyordu. Bu yüce örtünme nimeti, fasıklar ve inkârcılar istemese dahi, müslüman kadınlarca şerefle sürdürülecek ve kıyamete kadar yaşatılacaktır.

Örtünme Allah’ın Açık Emridir

Bazı art niyetliler ne derlerse desinler, müslüman hanım Allah’ın emri olduğu için örtünür. İşte, bir ayet-i kerimede Rabbimiz şöyle buyurur:

"Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına dış elbiselerinden üstlerine giymelerini söyle. Bu onların tanınıp, kendilerine sarkıntılık edilmemesi için daha uygundur. Allah çok bağışlayan ve çok merhamet edendir." (33/Ahzâb, 59).

"(Ey Muhammed) Mü’min kadınlara söyle; gözlerini şehvetli bakışlardan sakınsınlar, cinsel organlarını harama bulaştırmaktan korusunlar, (açmaksızın) görülmesi zaruri olanlar hariç süslerini göstermesinler, baş örtülerini yanlarına sarkıtsınlar.

Süslerini; (tabiî ve sun’i güzelliklerini) kocalarından babalarından veya kocalarının babalarından veya kendi oğullarından veya kocalarının oğullarından veya kendi kardeşlerinden veya kardeşlerinin oğullarından veya kadınlarından veya kızkardeşlerinin oğullarından veya sahip oldukları (cariyeleri)nden veya cinsî iktidarı olmayan hizmetçilerinden veya kadınların mahrem yerlerini henüz anlayacak çağda olmayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizledikleri süslerini başkalarına bildirmek için ayaklarını da vurmasınlar. Ey Mü’minler! Hepiniz Allah’a tevbe edin ki kurtuluşa eresiniz." (Nur Suresi, ayet:31)

Örtünmeyle ilgili hadîs-i şeriflerden bir tanesini sizlere arz etmek isteriz.
Peygamber Efendimiz (sav) de aşağıda sunacağımız hadîs-i şeriflerinde müslüman hanımları hâyâ ve iman timsali tesettüre davet etmekte ve şöyle buyurmaktadır:

"Ebu Bekir (ra) kızı olan Esmâ (r.anha) üzerinde ince elbiseler bulunduğu halde, Rasûlullah’ın yanına geldi. Rasûlullah hemen yüzünü ondan başka bir yana çevirdi ve ‘Ya Esma! Bir kadın hayız (görecek çağ)a ulaştığında, şundan ve şundan başka (bir yerinin) görülmesi iyi olmaz." Buyurarak, yüzüne ve iki eline işaret etti. (Ebu Davut, C.4 s. 62)

Yukarda verdiğimiz ayet ve hadisler, 1400 küsür yıllık bir uygulama olan tesettürün müslümanlar için bir farz olduğunu ortaya koymaktadır. Örtünme kulluğun gereği bir ibadettir, namaz ve oruç gibi bir farzdır.

Bu ayetlerden yola çıkarak, örtünme dört mezhepte de farz kabul edilmiştir. Kadınların kadınlara ve mahremlerine, yani aralarında devamlı evlenme engeli bulunan erkek akrabasına karşı avret yeri, Hanefî ve Şâfiîler’e göre erkeğin erkeğe karşı avret yeri gibidir.

Mâlikî ve Hanbelî mezheplerinde ağırlıklı görüş, kadının mahremi erkekler yanında el, yüz, baş, boyun, kol, ayak ve baldır hariç, bütün vücudunun avret olduğu ve örtülmesinin gerektiği yönündedir.

Kadının yabancı erkekler, yani mahremi olmayan erkekler karşısında avret yeri yüzü, el ve ayakları hariç bütün vücududur. Bu Hanefî mezhebinin görüşü olup diğer fıkıh mezheplerine göre kadının ayakları da avrettir.

Bunun için müslüman hanımlar Allah’ın rızasını kazanmak ve O’nun bu farz emrini yerine getirmek için örtünürler. Herhangi bir görüşe bir tepki olarak örtünmezler, ya da "Efendim, önceden kadınların saçları yemeğin içine dökülüyormuş da, yemeğin içine dökülmesin diye örtünmüşlermiş gibi saçma iddia ve hezeyanlar için örtünmezler.

Örtünmenin Faydaları

•Örtünmenin sayılamayacak kadar yararları vardır. Başta Allah’ın emri olduğu için örtünme emrine yerine getiren müslümanlar hanımlar Allah’ın rızasını kazanmaktadırlar.

•Yine, yukarda da yer verdiğimiz Ahzab süresinin 59. ayetinde tesettür emrine uyarak, güzelliklerini gizleyen müslüman hanımlar, kötü niyetli kişilerin sözlü ve fiili saldırılarından korunmuş olurlar. Şöyle etrafımızda baktığımız zaman dekolde kıyafetli, makyajlı, mini etekli bayanların sokaklarda, toplu taşıma araçlarında el ve dille uğradıkları tacizler, her zaman olağan olaylardandır. Tesettürlü hanımların da yabancı erkeklerin sözlü ve fiili tacizlerinden korunduğunu bilinen ve yaşanan bir gerçektir.

•İnsanoğlu yaratılışı icabı tahriklere çabuk kapılan bir yaratıktır. Evde, okulda, işyerinde, pazarda, TV’de ve her yerde açık kadınlarla muhatap olan erkekler, yoğun bir cinsel tahriğin ve yönlendirmenin kurbanı olmaktadırlar.

•Erkeklerin, hayatın tüm birimlerinde kadının açık saçıklığıyla tahrik edilmesi sonucunda, cinsel sapıklığın büyük boyutlara ulaştığı yapılan araştırmalarla da teyit edilmektedir. Kadınlarımız tesettüre büründükleri takdirde, hem kendilerini cinsel tacizlerden korurken, hem de erkekleri cinsel sapıklığa düşmekten korurlar. Kadınların erkekleri tahrik etmediği bir sistemde, cinsel anarşi diye bir şey sözkonusu olamaz.

•Kadının açık saçıklığı ve hâyâsızlığı, aile bağlarını koparan en önemli etkendir. Kadın-erkek ilişkisinin sınır tanımadığı toplumlarda, evli açık kadınlar daha çok yakışıklı ve kibar bulduğu erkeğe yaklaşabilmekte, evli yakışıklı bir erkek de karısından daha güzel bulduğu kadına yaklaşmakta; eşler birbirlerini böylece aldatmakta, dolayısıyla yuvalar yıkılmaktadır. Âile sadakatinin korunmasında örtü ve namusun rolü çok büyüktür. Başkalarına değil de kocasına karşı güzelliklerini sergileyen imanlı kadın, sadakatini ispatlamış olmaktadır.

•İslâmın diğer emirlerinde olduğu gibi Örtü emrinde de sayısız tıbbî hikmetler mevcuttur. Örtü, kadını harici etkilerden, erkeği de kadının cezbedici güzelliklerine bakmaktan alıkoymakta, dolayısıyla insan sağlığına olumlu katkılarda bulunmaktadır. Örtü, kadınların tenlerini erkeklerin zararlı bakışlarından koruduğu gibi güneşin zararlı ışınlarına da siper olduğu bir gerçektir. Güneş ışınları, vücuda direk temas ettiği için yakıcıdır. Ama örtülü kadında güneş ışınları, elbisenin üzerinden yansıyarak tesirini kaybeder. Kapalı kadının hali gölgelikte oturan birinin haline benzer.

•Tesettürlü kadınların bir özelliği de derilerini güneşten ve soğuktan korudukları için yumuşak ve taze bir tene sahip olmalarıdır. Açık kadınların derileri; güneş ve soğuktan dolayı, örtülülere göre daha serttir.

•Prof. Dr. Asaf Ataseven yaptığı araştırmalarda elbisenin iklim vazifesi gördüğünü ortaya koymuştur. Ataseven’e göre elbise dış ortam ile vücudumuz arasında bir ortam oluşturmak gibi önemli bir vazife ifa etmektedir. Bugün buna "elbise iklimi" deniliyor. Elbise, dışarıdaki sıcaklığın cildimize doğrudan doğruya intikal etmemesi ve güneş ışınlarına fazla maruz kalmamamız için de faydalıdır. Elbise soğuğun zararlı tesiri gibi, sıcağın zararlarından da insanı koruyor; hatta vücut sıcaklığı ile dış ortam arasındaki harareti tanzim gibi bir fonksiyon ifa ediyor. Böylece insanın elbise ikliminde yaşamasını sağlıyor.

•Örtülü bir kadın, görünümüyle toplum içinde kadın olarak değil, insan olarak var olduğunu anlatır. Çıplak bir kadın toplumda bakılmak görülmek ve beğenilmek için vardır. Ama o evden dışarıya çıkmadan önce saatlerce ayna karşısında, gözleri üzerinde toplayacağı bir "biçim"e dönüştürmeye çalışır kendisini.

•Acaba kadın sade ve ağırbaşlı bir şekilde toplum içinde yer alması mı daha hayırlıdır? Yoksa dışarı çıkış için ayna ve tuvalet masasının yanında bir kaç saat zamanını öldürse, dışarı çıktığında da bütün işi erkeklerin dikkatini kendine çekmek olsa, gençleri nefislerine düşkün, şehvetperest ve göz otlatan varlıklar durumuna soksa mı toplum için daha hayırlıdır?

Tesettür kadına dişiliğiyle değil, kişiliğiyle insan olduğunu gösteren bir araçtır.

Kaynak:Gülistan Dergisi


Yanıt: tesettür ve örtünmeyle ilgili bir vaaz

BOYUTSUZ
Allah sizden razı olsun


tesettür ile ilgili vaaz, tesettür ile ilgili sohbet, tesettürle ilgili vaaz

Bu kategoride yer alan Tilavet secdesi ile ilgili Hadisler başlıklı yazımızı da okumanızı tavsiye ederiz.

Benzer Yazılar:

Müslümanı Olgunlaştıran Güzel Huylar

MÜSLÜMANI OLGUNLAŞTIRAN GÜZEL HUYLAR

AYET : ŞUARA SURESİ – 215. AYET

وَاخْفِضْ جَنَاحَكَ لِمَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ:

“Sana uyan müminlere (merhamet) kanadını indir.” (ŞUARA SURESİ – 215. AYET)

     Allah’ın son dini olan İslam, insan hayatını düzenlemek için gönderilmiştir. Bu bakımdan dünya ve ahiret saadetini elde etmek isteyen her Müslüman, yaşayışını, söz ve davranışlarını İslam’a göre düzenlemek mecburiyetindedir. İslam’a göre düzenlenmeyen bir hayatın sonu hüsrandır. Müslüman, söz ve davranışlarına İslam’a göre şekil veren insan olduğu için bu huyların her Müslüman’da bulunması, onun hem insanla hem de Allah katında yücelmesini sağlar. Müslüman’ı olgunlaştıran bu güzel huyları anlatmaya çalışalım:

1-) MÜSLÜMAN YUMUŞAK HUYLUDUR:

     Şefkat ve merhamet sahibi olan Allah’ın, kullarında en çok görmeyi istediği güzel huyların başında yumuşaklık gelir. Yumuşaklık, şiddet ve sertlikten kaçınarak söz ve davranışlarda nazik olmaktır. Yumuşaklık, öfkenin zıddıdır. Yumuşak huyluluk, insanı güzelleştiren, yücelten ve diğer insanlarla kaynaştıran ahlakî bir fazilettir. Yumuşaklık yani RIFK, Allah’ın yüce sıfatlarından birisidir. Allah, söz ve davranışlarında yumuşak olanı sever.

     İnsanlara tesir etmenin, gönüllere girmenin yolu da yumuşak huyluluktur. Bu bakımdan insanları Allah yoluna davet etmekle görevli olan her Müslüman, yumuşak ve nazik olmaya mecburdur. Allah, Kur’an’da şöyle buyuruyor:

فَبِمَا رَحْمَةٍ مِّنَ اللّهِ لِنتَ لَهُمْ وَلَوْ كُنتَ فَظّاً غَلِيظَ الْقَلْبِ لاَنفَضُّواْ مِنْ حَوْلِكَ

فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ فِي الأَمْرِ فَإِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّهِ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّلِينَ:

“O vakit Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi. Şu halde onları affet; bağışlanmaları için dua et; iş hakkında onlara danış. Kararını verdiğin zaman da artık Allah'a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever.”   (ÂLİ-İMRAN SURESİ - 159. AYET)

     Yine Allah’ın Hz Musa (AS) ile Hz Harun (AS)’a olan emri şöyledir:

اذْهَبَا إِلَى فِرْعَوْنَ إِنَّهُ طَغَى:فَقُولَا لَهُ قَوْلاً لَّيِّناً لَّعَلَّهُ يَتَذَكَّرُ أَوْ يَخْشَى:

“Firavun’a gidin. Çünkü o, iyiden iyiye azdı. Ona yumuşak söz söyleyin. Belki o, aklını başına alır veya korkar.”   (TÂ-HÂ SURESİ – 43/44. AYETLER)

      Demek ki en azgın, en zalim ve en katı insanlara bile yumuşak davranmak, İslamî bir görevdir.

     Hz İbrahim (AS) yumuşak huyluluğu sebebiyle Kur’an’da şöyle övülmüştür:

:إِنَّ إِبْرَاهِيمَ لَحَلِيمٌ أَوَّاهٌ مُّنِيبٌ

“İbrahim cidden yumuşak huylu, bağrı yanık, kendisini Allah’a vermiş biri idi.”

(HUD SURESİ – 75. AYET)

     Hz Peygamber (SAV) hadislerinde şöyle buyuruyor:

     “Kime yumuşaklıktan nasip verilmişse, hayırdan da nasip verilmiştir. Yumuşaklıktan mahrum kalan kimse ise, hayırdan da mahrum kalmıştır.”

     “Yumuşaklık bereket, sertlik kötülüktür.”

     “Allah refiktir. Yumuşak olmayı sever. Katılıkla yapılana ve başka işlere vermediği sevabı, yumuşaklıkla yapılan işlere verir.”

     “Ateşe kimin haram olduğunu veya kime ateşin haram olduğunu size söyleyeyim mi? Cana yakın, geçimli, yumuşak ve iş bitiren kimselere…”

     “Allah, bir ev halkının hayrını murat ettiği zaman, onların arasına yumuşaklık verir de güzel geçinirler.”

     “Allah’ım! Beni ilimle zenginleştir, yumuşak huyla süsle, takva ile ikram et, sıhhat ve afiyetle güzelleştir.”

Görülüyor ki, Müslüman’ın temel huyu yumuşak huylu olmaktır. Ancak yumuşaklığı yerinde kullanmak ta dinimizin emridir. Yumuşak huylu olmak, haklarımızı başkalarına çiğnetmek demek değildir. Kötülükler boyun eğmek te değildir. Aksine, haklarımızı korumak, zillete düşmemektir. İntikam peşinde koşmamak, bağışlamasını bilmek ve insanlara fazilet örneği olmaktır. Allah’ın kanunları çiğnendiği, Allah’ın dinine saldırılar yapıldığı, Allah’ın hükümlerinin yok edilmeye çalışıldığı zaman Müslüman’ın hiddetlenmesi, silkinip ayağa kalkması ve saldırılar karşısında aşılmaz bir dağ olması, imanının gereğidir. Bu hiddetleniş, nefsi ve menfaati için değil, yalnız Allah’ın rızası içindir. Öyle olmalıdır ve olacaktır.

2-)  MÜSLÜMAN MÜTEVAZIDIR:

     Gönlünde iman saltanatını kuran her Müslüman tevazu sahibidir. Tevazu, Müslüman’ı yücelten ve onun hayatını örnekleştiren en güzel huydur. Tevazu, büyüklerde büyüklük anlamındadır. Küçüklerde ise, küçüklüğün alameti de gurur ve kibirdir. Allah, tevazu sahiplerini hep yüceltmiştir. Kibirlenenleri, böbürlenenleri ise hep yerin dibine batırmıştır. Karun, Nemrut, Firavun ve onlar gibiler hep kibirleri sebebiyle perişan olmuşlardır.

     Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor:

     “Kim Allah için tevazu sahibi olursa, Allah onu yüceltir. Kim de büyüklenirse, Allah onu zelil eder.”

     O halde olgunlaşmak isteyen her mümin, mütevazı olacaktır. Zira tevazu, Allah’ın yüceliği karşısında insanın kendi zayıflığını kabul etmesi, sahip olduğu mal, mülk, makam, mevki sebebiyle büyüklenmemesidir.

     Tevazuun karşıtı kibirdir, gururdur, kendini diğer insanlardan üstün görmektir. Kendini bilen ve biraz düşünen insanın kibirlenmesi mümkün değildir. Çünkü bu dünyadan nice insanlar gelip geçmiştir. Servetine, güç ve kuvvetine güvenip kibirlenen nice insanlar topraklara serilmiştir. Nice servetler yok olmuş, nice zenginlikler kaybolmuş ve zaman nice zenginlerin belini kırmıştır. Nice koltuk sahipleri koltuklarının altlarından kayıp gidiverdiğini görmüşlerdir. Nice ilim erbabı bildiklerinin yanında bilmediklerinin derya olduğuna şahit olmuşlardır. Öyleyse gururlanmak ve kibirlenmek niyedir?

Allah, Kur’an’da şöyle buyuruyor:

وَاخْفِضْ جَنَاحَكَ لِمَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ:

“Sana uyan müminlere (merhamet) kanadını indir.” (ŞUARA SURESİ – 215. AYET)

وَعِبَادُ الرَّحْمَنِ الَّذِينَ يَمْشُونَ عَلَى الْأَرْضِ هَوْناً وَإِذَا خَاطَبَهُمُ الْجَاهِلُونَ قَالُوا سَلَاماً:

“Rahman’ın(has) kulları onlardır ki, yeryüzünde tevazu ile yürürler ve kendini bilmez kimseler onlara laf attığında (incitmeksizin) “Selam!” derler (geçerler)” (FURKAN SURESİ – 63. AYET)

لاَ تَمُدَّنَّ عَيْنَيْكَ إِلَى مَا مَتَّعْنَا بِهِ أَزْوَاجاً مِّنْهُمْ وَلاَ تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَاخْفِضْ جَنَاحَكَ لِلْمُؤْمِنِينَ:

     “Sakın onlardan bazı sınıflara verdiğimiz dünya malına göz dikme, onlardan dolayı üzülme ve müminlere alçak gönüllü ol.”  (HİCR SURESİ – 88. AYET)

تِلْكَ الدَّارُ الْآخِرَةُ نَجْعَلُهَا لِلَّذِينَ لَا يُرِيدُونَ عُلُوّاً فِي الْأَرْضِ وَلَا فَسَاداًوَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّقِينَ:

“İşte ahiret yurdu! Biz onu yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu arzulamayan kimselere veririz. (En güzel) akıbet, takva sahiplerinindir.”   (KASAS SURESİ – 83. AYET)

Hz Peygamber (SAV) de şöyle buyuruyor:

     “Şüphesiz Allah bana mütevazı olmanızı vahyetti. Hiçbir kimse, diğerine karşı öğünüp böbürlenmesin. Hiçbir kimse diğerine zulüm ve azgınlıkta bulunmasın.”

     Tevazuun zıddı olan kibirlenmeyi ve büyüklenmeyi yasaklayan bir ayet ve hadis vardır. Bunlardan bir kaçını aktaralım:

وَلاَ تَمْشِ فِي الأَرْضِ مَرَحاً إِنَّكَ لَن تَخْرِقَ الأَرْضَ وَلَن تَبْلُغَ الْجِبَالَ طُولاً:

“Yeryüzünde böbürlenerek dolaşma. Çünkü sen (ağırlık ve azametinle) ne yeri yarabilir ne de dağlarla ululuk yarışına girebilirsin.”  (İSRA SURESİ – 37. AYET)

وَلَا تُصَعِّرْ خَدَّكَ لِلنَّاسِ وَلَا تَمْشِ فِي الْأَرْضِ مَرَحاً إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ كُلَّمُخْتَالٍ فَخُورٍ:

“Küçümseyerek insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Zira Allah, kendini beğenmiş övünüp duran kimseleri asla sevmez.”  (LOKMAN SURESİ – 18. AYET)

     Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor:

     “Kalbinde zerre kadar kibir bulunan kimse cennete giremez.”

     “Cehennemlikleri size haber vereyim mi: Onlar katı yürekli, malını hayırdan esirgeyen, kibirli kimseledir.”

     Kibir, imanı kemiren, insanı küçülten kötü bir huydur. Allah’ın verdiği nimetlerle, Allah’ın kullarına karşı kibirlenmek, nefis ve şeytanın insan tarlasına ektiği nifak tohumlarıdır. Müslüman böyle bir tohumu bünyesinde besleyemez. Yüzü asık, burnu havada, kibir ve gururla insanlara yüksekten bakmak, onları küçük görmek, bir Müslüman’ın özelliği değildir. Şeytan kibri sebebiyle Allah’ın huzurundan kovulmuştur.

     Öyleyse İslam’ı bir hayat nizamı olarak yaşamak isteyen Müslüman’ın özelliği- mütevazı olmak olmalıdır. Müslüman, konuşmasında, giyinmesinde, oturup kalkmasında, yemesinde ve içmesinde daima ölçülü ve mütevazı olmalıdır. İnsanlara karşı daima güler yüzlü, tatlı dilli olmak, onlara nazik davranmak Müslüman olmanın gereğidir.

Müslüman o dur ki, zenginleştikçe mütevazılaşır. İlmî seviyesi yükseldikçe tevazuu artar. İslam’dan nasibini tam alamayanlar ise, paraları çoğaldıkça kibirleri çoğalır, tahsilleri arttıkça gururları artar, makam ve rütbeleri yükseldikçe böbürlenmeye giderler. Hâlbuki insanlık ufkunda hak ışıkları mütevazılıkla yakılır. Gönüller âlemine tevazu ile girilir. Allah’ın gönderdiği bütün peygamberler tevazu örneği olmuşlardır.

     Hz Peygamber (SAV)’in hayat sayfalarını okuyanlar, Hz Peygamber (SAV)’in hayatının baştanbaşa mütevazılık olduğunu görürler. O (SAV), herkesle kibir ve gösterişten uzak olarak görüşürdü. Zengin-fakir, siyah-beyaz ayrımı yapmaz, herkesin hal ve hatırını sorardı. Bir topluluğa iştirak edince, kendisine hürmeten ayağa kalkmak isteyenlere mani olur, nereyi boş bulursa oraya otururdu. Çocuklarla, fakir ve kimsesizlerle sohbet eder, onlarla bir sofrada yemek yerdi. Öyleyse Hz Peygamber (SAV)’e ümmet olma şerefine eren her Müslüman, mütevazı olmak zorundadır. Tevazu, Müslüman’ın vasfıdır.

3-) MÜSLÜMAN HOŞGÖRÜLÜDÜR:

Müslüman ailesine, çocuklarına, komşularına, Müslümanlara ve bütün insanlığa karşı şahsî konularda hoşgörülü davranandır. Müslüman, bir dava adamıdır. Müslüman’ın davası İslam’dır, İslam’ı tebliğ etmektir. Bu bakımdan Müslüman, insan ruhuna giriş yollarını iyi bilmelidir. Müslüman, şahsi meselelerinde, insanlarla olan ilişkilerinde, sohbetlerinde; onların beşeri zaaflarına, hatalarına ve yanlış tavırlarına karşı daima hoşgörülü davranmalı ve af yolunu seçmelidir. Çünkü Müslüman, eğitici ve öğreticidir. Ancak imanî ve amelî konularda Müslüman’ın hoşgörü hakkı yoktur. Onları eksiksiz bir şekilde tebliğ etmek Müslüman’ın görevidir. Bunu yaparken de geniş kalpli ve kolaylaştırıcı olmalıdır. Allah şöyle buyurur:

خُذِ الْعَفْوَ وَأْمُرْ بِالْعُرْفِ وَأَعْرِضْ عَنِ الْجَاهِلِينَ:

“(Rasülüm!) Sen af yolunu tut, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir.”  (A’RAF SURESİ – 199. AYET)

وَلَمَن صَبَرَ وَغَفَرَ إِنَّ ذَلِكَ لَمِنْ عَزْمِ الْأُمُورِ:

“Kim sabreder ve affederse şüphesiz bu hareketi, yapılmaya değer işlerdendir.” (ŞÛRA SURESİ – 43. AYET)

     Ruhları eğitmenin yolu, gönüllere girmekle mümkün olur. İnsanları iterek ve uzaklaştırarak bir yere varılamaz. Hz Peygamber (SAV), hayatı boyunca şahsına yapılan hareketlerden dolayı kimseden intikam almamıştır. Kendisine yıllarca kötü davranan, işkence ve boykot yapan, öldürmek isteyen ve Mekke’den çıkmak zorunda bırakan müşrikleri, Mekke’nin fethinden sonra cezalandırmamış, serbest bırakmış, bağışlamış ve hep onların hidayetini istemiştir.

     Hz peygamber (SAV) amcası Ebu Talib’in hidayetini isterken, diğer amcası Allah’ın aslanı Hz Hamza (RA)’ı Uhud’da şehit eden, ciğerlerini söken, uzuvlarını kesen Vahşi’nin de hidayetini istiyordu. Onu İslam’a davet için mektuplar yazdırmıştı. Nihayet Vahşi İslam’a girmiş ve Hz Peygamber (SAV)’e biat etmişti.

     Yine Ebu Cehil’in İkrime, İslam’a düşmanlığıyla ün salmıştı. Hz Peygamber (SAV)’in yoluna diken döşenecekse, o hep vardı, başına toprak saçılacaksa yine o vardı. İşte Hz Peygamber (SAV) böyle bir adamın da hidayetini istiyor ve bunda ısrar ediyordu. Nihayet o da Allah’ın lütfuyla Müslüman olmuştu. İkrime (RA), Yermük savaşında şehit oldu.

     Öyleyse Müslüman’ın temel özelliği, düşmanlığa düşmanlıkla cevap vermek değil, onların da gönlüne girmektir. Gönüllere girmenin yolu da hoşgörülü olmaktır.

4-) MÜSLÜMAN DİLİNE SAHİPTİR:

     Allah’ın insanlara verdiği sayısız nimetlerden biri de dildir. Dil, Kur’an okumak, Allah’a zikir ve duada bulunmak, iyiliği emredip kötülükten sakındırmak, hayır söylemek, dünya ve ahiret için faydalı söz söylemek, insanlarla anlaşmak üzere verilmiştir. Dil, Allah’ın emrettiği şekilde kullanılırsa insanı saadete götürür. Nefsin ve şeytanın arzu ettiği şekilde kullanılırsa felakete götürür. Allah, Kur’an’da şöyle buyuruyor:

وَلاَ تَقْفُ مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ إِنَّ السَّمْعَ وَالْبَصَرَ وَالْفُؤَادَ كُلُّ أُولـئِكَ كَانَ عَنْهُ مَسْؤُولاً:

“Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur.”   (İSRA SURESİ – 36. AYET)

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِالْوَرِيدِ:إِذْ يَتَلَقَّى الْمُتَلَقِّيَانِ عَنِ الْيَمِينِ وَعَنِ الشِّمَالِ قَعِيدٌ:مَا يَلْفِظُ مِن قَوْلٍ إِلَّالَدَيْهِ رَقِيبٌ عَتِيدٌ:

“And olsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona şah damarından daha yakınız. İki melek (insanın) sağında ve solunda oturarak yaptıklarını yazmaktadırlar. İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında gözetleyen yazmaya hazır bir melek bulunmasın.”   (KAF SURESİ – 16/18. AYETLER)

وَالَّذِينَ هُمْ عَنِ اللَّغْوِ مُعْرِضُونَ:

     “Onlar ki, boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler.”  (MÜMİNUN SURESİ – 3. AYET)

     Öyleyse diline sahip çıkmak, onu dünya ve ahirete yarayan işlerde kullanmak, kötü söz söylememek, boş sözlerden uzak durmak her Müslüman’ın imanî bir görevidir. Müslüman, diline sahip çıkan insandır.

     Hz Peygamber (SAV), Müslüman’ı şöyle tarif eder:

     “Müslüman, elinden ve dilinden diğer insanların salim olduğu insandır.”

     Dile sahip olanın anahtarı; az konuşmak, çok dinlemektir. Konuştuğu zaman da hayrı söylemektir. Sözünün hayırlı olup olmadığını kestiremeyen kişiye susmak düşer.

     Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor:

     “Kim Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsa, ya hayır söylesin ya da sussun.”

     “Her kim dilini ve tenasül uzvunu şerden korumayı bana temin ederse, ben de ona cenneti tekeffül ederim.”

     “Bir insan düşünmeden bir söz söyleyiverir ki, o yüzden cehennemin şark ile garp arasındaki mesafeden daha uzak bir yerine düşer.”

     “Âdemoğlu sabahladığı zaman uzuvları lisana baş eğerler ve derler ki: “Aramızda Allah’tan kork. Biz ancak senden sadır olacak şeylerle cezalandırılırız. Sana tabiyiz. Eğer sen doğru olursa, biz de doğru oluruz. Eğer eğrilir, itidalden ayrılırsa, biz de öyle oluruz.”

     O halde Müslüman, dilini şu beş husustan koruyacaktır:

A-) MÜSLÜMAN, DİLİNİ YALANDAN KORUYACAKTIR: Yalan, büyük bir günah ve çirkin bir sözdür. Müslüman, dilini yalan için kullanamaz. Allah şöyle emrediyor:

ذَلِكَ وَمَن يُعَظِّمْ حُرُمَاتِ اللَّهِ فَهُوَ خَيْرٌ لَّهُ عِندَ رَبِّهِ وَأُحِلَّتْ لَكُمُ الْأَنْعَامُ إِلَّا مَا يُتْلَى عَلَيْكُمْ فَاجْتَنِبُوا الرِّجْسَ مِنَ الْأَوْثَانِ وَاجْتَنِبُوا قَوْلَ الزُّورِ:

“Durum böyle. Her kim, Allah'ın emir ve yasaklarına saygı gösterirse, bu, Rabbinin katında kendisi için daha hayırlıdır. (Haram olduğu) size okunanların dışında kalan hayvanlar size helâl kılındı. O halde, pislikten, putlardan sakının; yalan sözden sakının.”   (HACC SURESİ – 30. AYET)

     Hz Peygamber (SAV) de şöyle buyuruyor:

     “Yalan kötülüğe, kötülük te cehenneme götürür. İnsan yalancılık yapa yapa Allah katında yalancılar defterine yazılır.”

     Hz Peygamber (SAV) gördüğü rüyaları Ashabına anlatırdı. Semûre b. Cündüp (RA) rivayetinde, Hz Peygamber (SAV),rüyasını şöyle anlatıyor:

     “Dün gece rüyamda yanıma iki melek geldi ve bana yürü yürü dediler. Yürüdük, sırt üstü yatan bir adamın yanına geldik. Başucunda demirden yapılmış bir kanca ile başka bir adam duruyor ve Yatan adamın yüzünün bir tarafına gelip kancayla ağzının, burnunun ve gözünün bir kısmını ta kafasına kadar yarıyor, sonra yüzünün öbür tarafına dönüp orasını da bu şekilde tahrip ediyordu. Bu arada, bir tarafını tahrip edinceye kadar, daha önce tahrip edilen taraf iyi olup eski halini almış oluyor, sonra dönüp birinci defada yaptığı gibi yine aynı hareketi tekrarlayıp duruyordu. Sordum: “Sübhanallah! Bunlar nedir?” Yanımdaki melekler bana şöyle cevap verdiler: “Bu adam, evinden çıktığı zaman her tarafa ulaşacak yalanlar uyduran kimsedir. Bu kişi, kıyamet gününde böyle azap görecektir.”

     O halde Müslüman, neticesi bu kadar korkunç olan yalandan kendisini koruyacaktır. Ancak dinimiz, cemiyetin ahengini korumak için bazen zaruret miktarı yalan söylemeye izin vermiştir. Bu konuda Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor:

     “İnsanlar arasını ıslah için, diğerine hayırlı söz ulaştıran veya hayırlı söz söyleyen yalancı sayılmaz.”

     Yalanın caiz olduğu yerleri Hz Peygamber (SAV) şöyle beyan buyuruyor:

     “Harpte, insanların arasını ıslah hususunda, kadının kocasına, kocanın da karısına aile düzenliği için yalan söylemesi caizdir.”

B-) MÜSLÜMAN, DİLİNİ GIYBETTEN KORUYACAKTIR: Müslüman, büyük dava insanıdır, eşsiz bir şahsiyete sahiptir. İslamî bir şahsiyete bürünmüş bir insanın, gıybetle, dedikodu ile geçirecek vakti yoktur. Gıybet, toplumları sarsan, dostlukları yıkan, insanları birbirine düşüren bir felakettir. Kur’an, gıybeti ölü eti yemeye benzetir:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اجْتَنِبُوا كَثِيراً مِّنَ الظَّنِّ إِنَّ بَعْضَ الظَّنِّ إِثْمٌ وَلَا تَجَسَّسُوا وَلَا يَغْتَب بَّعْضُكُم بَعْضاً أَيُحِبُّ أَحَدُكُمْ أَن يَأْكُلَ لَحْمَ أَخِيهِ مَيْتاً فَكَرِهْتُمُوهُوَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ تَوَّابٌ رَّحِيمٌ:

     “Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyicidir.”   (HUCURAT SURESİ – 12. AYET)

Ebu Hüreyre (RA) rivayetinde Peygamberimiz (SAV), şöyle buyuruyor:

     “Gıybetin ne olduğunu bilir misiniz?” Ashap: “Allah ve Rasülü daha iyi bilendir.” dediler. Peygamber (SAV):“ Kardeşini hoşlanmayacağı bir şeyle anmandır.” buyurdular. Huzurunda olanlar tarafından: “Benim söylediğim şey kardeşimde mevcut olursa, gıybet olur mu? Görüşünüz nedir?” diye soruldu. Peygamberimiz (SAV): “Söylediğin şey onda olursa gıybet yapmış olursun. Şayet söylediğin şey onda bulunmazsa iftira etmiş olursun.” buyurdular.

     Hz Peygamber (SAV) başka bir hadislerinde şöyle buyuruyor:

     “Miraca çıktığım gece, bakırdan tırnaklarıyla yüzlerini ve göğüslerini tırmalayan bir grup kimseye rastladım. Cebrail’e: “Bunlar kimlerdir?” diye sordum. Cebrail (AS): “Bunlar halkın (ölü) etini yiyenler, birbirlerini gıybet edenler ve başkalarının namus ve şerefine dil uzatanlardır.” dedi.”

     Öyleyse Müslüman dilini gıybetten ve her türlü kötü sözden koruyacaktır. Şayet gıybet yapmışsa tevbe edip hak sahibinden helallik alacaktır. Ancak azgın, zalim ve fasıkların şerrinden Müslümanları korumak onları anlatmak gıybet sayılmaz.

C-) MÜSLÜMAN, DİLİNİ GÜNAH OLAN SÖZLERDEN DE KORUYACAKTIR:

     Dinimizin haram kıldığı çirkin sözleri söylemek ve günah olan işleri anlatmak, Müslümana yakışır bir hal değildir. Edep dışı söyleyen bir dil, Müslüman’ın dili olamaz. Olgun bir mümin, kimseyi zemmetmez (kötülemez), çirkin söz söylemez ve kimseyi yerip hayâsızlık etmez.

D-) MÜSLÜMAN, DİLİNİ BOŞ VE FAZLA KONUŞMAKTAN KORUYACAKTIR:

     Şahsiyetli davranmak Müslüman’ın temel özelliğidir. Boş konuşmak Müslüman’ın şahsiyetini yaralayan ve zamanını öldüren bir felakettir. Dinimize göre; Allah’ın kitabı, Hz Peygamber (SAV)’in sünneti, hakkı ve sabrı tavsiye, kötülüğü önleme, dinimize ve dünyamıza yarayan sözler söyleme dışındaki konuşmalar, boş ve fazla konuşmalardır. Dinimizde, boş ve faydasız konuşmaktan sakınanlar övülmüş ve kurtuluşa erecekleri müjdelenmiştir. Allah, Kur’an’da şöyle buyuruyor:

وَالَّذِينَ هُمْ عَنِ اللَّغْوِ مُعْرِضُونَ:

     “Onlar ki, boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler.”  (MÜMİNUN SURESİ – 3. AYET)

Hz Peygamber (SAV) de şöyle buyuruyor:

     “Kişinin boş söz ve faydasız işleri terk etmesi, Müslümanlığının güzelliğindendir.”

     “İlmiyle amel eden, malının fazlasını infak eden ve sözünün fazlasını tutan kimseye müjdeler olsun.”

     Dinimiz söz getirip götürmeyi ve her türlü çekişmeyi haram kılmıştır. Müslüman, dilini Koğuculuk yapmakta kullanamayacağı gibi, kin ve düşmanlığı arttıran çekişme vasıtası olarak ta kullanamaz.

     Hz Peygamber (SAV) şöyle buyurur:

     “Koğuculuk yapan, söz getirip götüren kimse cennete giremez.”

     “İnsanların en şerlisi, ikiyüzlü olanlardır. Bunlar bir tarafa bir yüz, öbür taraf diğer yüzle giderler.”

     Öyleyse Müslüman, Allah’ın en büyük nimetlerinden birisi olan dilini kötü ve faydasız şeylerden koruyacaktır.

5-) MÜSLÜMAN, ÖFKESİNİ YENER:

     Öfke, bazı söz ve davranışlar karşısında insanın kendisine hâkim olamayıp hiddetlenmesi, kızmasıdır. Bu kızgınlık ve hiddet sebebiyle kalp kırması, kötü söz söylemesi ve bazen işi saldırıya kadar vardırmasıdır. Bu bakımdan İslam, insanı içten içe kemiren ve insanlar arasında huzuru bozan öfkeyi hoş görmemiş ve kötü bir huy olarak zikretmiştir.

     Öfke, aklı ve şuuru zayıflatan bir davranıştır. Öfkelenen insan hak ve adaletten ayrılabilir. Hakkın ve adaletin olmadığı bir toplumda ise, huzur, güven ve sevgi olamaz. Öfke, şefkat ve merhamet duygularını öldüren şeytanî bir hareket ve insan için de alevli bir ateştir. Kur’an-ı Kerim öfkeyi yenmeyi, olgun müminlerin özellikleri arasında saymıştır:

الَّذِينَ يُنفِقُونَفِي السَّرَّاء وَالضَّرَّاء وَالْكَاظِمِينَ الْغَيْظَ وَالْعَافِينَعَنِ النَّاسِ وَاللّهُ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ:

     “O takva sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever.”  (ÂLİ-İMRÂN SURESİ – 134. AYET)

وَالَّذِينَ يَجْتَنِبُونَ كَبَائِرَ الْإِثْمِ وَالْفَوَاحِشَ وَإِذَا مَاغَضِبُوا هُمْ يَغْفِرُونَ:

“Onlar, büyük günahlardan ve hayâsızlıktan kaçınırlar; kızdıkları zaman da kusurları bağışlarlar.”  (ŞÛRÂ SURESİ – 37. AYET)

     Ebu Hüreyre (RA) şöyle rivayet ediyor:

     “Bir adam Hz Peygamber (SAV)’e gelerek şöyle dedi: “Ya Rasülallah, bana nasihat et.” Hz Peygamber (SAV) şöyle buyurdu: “Öfkelenme.” Adam isteğini birkaç defa tekrarladı. Hz Peygamber (SAV) her defasında şöyle buyurdu: “Öfkelenme.”

     Öfkenin şeytanî bir hareket olduğunu, Hz Peygamber (SAV), şöyle beyan buyuruyor:

     “Şüphesiz öfke, şeytanın vesvesesindendir. Şeytan ise, ateşten yaratılmıştır. Ateş ancak su ile söndürülür. Öyleyse, sizden biriniz öfkelendiği zaman abdest alsın.”

     “Kuvvetli kimse, güreşte başkalarını yenen değildir. Ancak hiddet anında iradesine hâkim olandır.”

     “Bir kimse öfkesinin icabını yapmaya muktedir olduğu halde öfkesini yenerse, Allah kıyamet günü halkın gözü önünde onu çağırır, huriler içinden istediğini seçmekte serbest kılar.”

     Abdullah b. Mes’ud (RA) şöyle der:

     “Sanki Rasülullah (SAV)’i gözümün önünde görür gibiyim: Peygamberlerden birini hikâye ediyordu. Kavmi onu dövüp kana bulamışlardı. O peygamber, eliyle yüzünden kanını siliyor ve: “Allah’ım, kavmimi yarlığa. Zira onlar bilmiyorlar.” Diyordu.”

     Görülüyor ki dinimiz, öfkelenmeyi yasaklamıştır. Aynı şekilde münakaşa, alay, kin, kibir, düşmanlık ve dedikodu gibi öfkeyi tahrik eden huyları da yasaklamıştır. Müslüman, bu çirkin huylardan uzak durmalıdır. Öfkeyi teskin etmek, öfkenin zararlarından kurtulmak için hadis-i şeriflerde şunlar tavsiye edilmiştir:

1-) Öfkelenince, EUZU BİLLAHİ MİNEŞ ŞEYTANİR RACİM demek.

2-) Ayakta isek oturmak, oturuyorsak uzanmak.

3-) Abdest almak.

4-) Öfkelenince susmak.

5-) Yer değiştirmek.

     Güzel söz, yumuşak davranış, düşmanları dahi dost edebilir. Bu bakımdan öfkelenmemek esastır. Ancak Müslüman, hakkı müdafaa etmek, zulmü önlemek, dinini-imanını korumak hususunda gerekirse öfkelenebilir, yine de İslam’ın izin vermediği söz ve davranışlarda bulunamaz.

     Hz Aişe (RA) şöyle diyor:

     “Hz Peygamber (SAV), cihat haricinde, ne kadın, ne hizmetçi, hiçbir şeye eliyle vurmadı. Kendisine isabet eden hiçbir şeyden dolayı suçludan intikam almadı. Meğer Allah’ın hürmeti ayakaltında çiğnenmiş olsun. O zaman Allah için ondan intikam alırdı.”

     Öyleyse, Allah’ın hükümlerinin çiğnenmesi durumu hariç, öfkeden uzak durmak Müslüman’ın görevidir. Öfkelenmek, kahramanlık değildir, küçülmedir. Haksız öfkenin arkasında nefis ve şeytan vardır.

6-) MÜSLÜMAN, İHLÂS SAHİBİDİR:

İhlâs, yapılan her işi Allah için yapmak ve yapılmayan her şeyi de yine Allah için yapmamaktır. Öyleyse, Müslüman bütün işlerinde ihlâs sahibi olacaktır. İhlâs, peygamberlerin sıfatıdır. Kur’an-ı Kerim peygamberlerin bu özelliğini bazı peygamberlerin şahsında müşahhaslaştırmıştır. Hz Musa (AS) ile ilgili bir ayette Kur’an şöyle buyurur:

وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ مُوسَى إِنَّهُ كَانَ مُخْلَصاً وَكَانَ رَسُولاً نَّبِيّاً:

“(Rasülüm!) Kitap’ta Musa'yı da an. Gerçekten o ihlâs sahibi idi ve hem rasül, hem de nebî idi.”   (MERYEM SURESİ – 51. AYET)

     Allah, mümin kullarına ihlâs sahibi olmalarını şöyle emir buyurur:

إِنَّا أَنزَلْنَا إِلَيْكَالْكِتَابَ بِالْحَقِّ فَاعْبُدِ اللَّهَ مُخْلِصاً لَّهُ الدِّينَ:

“(Rasülüm!) Şüphesiz ki Kitab’ı sana hak olarak indirdik. O halde sen de dini Allah’a has kılarak (ihlâs ile) kulluk et.”  (ZÜMER SURESİ – 2. AYET)

     Kulluk insanın bütün hayatını içine alır. Kulluğun hedefi, Allah’ın rızasıdır. Şeytan ancak ihlâs sahibi olan kulları azdıramaz. Kur’an bu gerçeği şöyle haber veriyor:

قَالَ فَبِعِزَّتِكَلَأُغْوِيَنَّهُمْ أَجْمَعِينَ:إِلَّا عِبَادَكَ مِنْهُمُ الْمُخْلَصِينَ:

“İblis: Senin mutlak kudretine and olsun ki, onların hepsini mutlaka azdıracağım.”
“Ancak onlardan ihlâslı kulların hariç” dedi.”  (SAD SURESİ – 82/83. AYET)

     İbadetlerde ihlâs, ibadetlerin kabulü için şarttır. Allah, gösteriş ve menfaat için yapılan hiçbir ibadeti ve iyiliği kabul etmez. Bu konuda Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor:

     “Yaptığı ibadet ve iyilikleri insanlara duyurup ta övülmesini isteyen kimseyi Allah kıyamet gününde insanların huzurunda rezil eder. Riyakârlık yapanı da kıyamet günü insanlara teşhir eder.”

     Müslüman, halis bir niyetle Allah’a ibadet etmekle emrolunmuştur. Bu konuda Kur’an şöyle buyurur:

قُلْ إِنِّي أُمِرْتُ أَنْ أَعْبُدَ اللَّهَ مُخْلِصاً لَّهُ الدِّينَ:

“De ki: Bana, dini Allah’a halis kılarak O’na kulluk etmem emr olundu.”  (ZÜMER SURESİ – 11. AYET)

قُلِ اللَّهَ أَعْبُدُ مُخْلِصاً لَّهُ دِينِي:

“De ki: Ben dinimde ihlâs ile ancak Allah’a ibadet ederim.”  (ZÜMER SURESİ – 14. AYET)

وَمَا أُمِرُوا إِلَّا لِيَعْبُدُوا اللَّهَ مُخْلِصِينَلَهُ الدِّينَ حُنَفَاء وَيُقِيمُوا الصَّلَاةَ وَيُؤْتُوا الزَّكَاةَ وَذَلِكَ دِينُالْقَيِّمَةِ:

     “Hâlbuki onlara ancak, dini yalnız O’na has kılarak ve hanifler olarak Allah’a kulluk etmeleri, namaz kılmaları ve zekât vermeleri emrolunmuştu. Sağlam din de budur.”  (BEYYİNE SURESİ – 5. AYET)

     Müslümanın ibadetleri, niyetindeki ihlâsı ölçüsünde huzur verir ve cennet meyveleri haline dönüşür. Bu konuda Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor:

     “Ameller niyetlere göredir. Herkesin niyeti ne ise, eline geçecek odur. Kimin hicreti Allah ve Rasülü (SAV)’in rızası için ise, onun hicreti Allah ve Rasülü (SAV)’edir. Kimin hicreti de ulaşacağı dünya nimetlerine veya nikâhlayacağı kadın için ise, onun hicreti de onlardan birinedir.”

     Hz Peygamber (SAV) bu hadis-i şerifi, şu olay üzerine ifade buyurmuşlardır: Ümmü Kays adındaki bir kadın sahabe, Mekke’den Medine’ye hicret etmişti. Onu seven ve onunla evlenmek isteyen sahabelerden biri de ona kavuşmak dileğiyle Medine’ye hicret etti. O da bir muhacirdi ama Ümmü Kays’ın muhaciriydi. Allah ve Rasülü (SAV) için değil. Sebep özel olsa da hüküm umumîdir.

     Yine Hz Peygamber (SAV) şöyle buyurur:

     “Şüphesiz ki Allah, iyilik ve kötülükleri takdir edip Levh-i Mahfuz’da yazmıştır. Sonra bunları açıklamıştır. Kim iyi bir iş yapmaya niyet eder de onu yapamazsa, Allah onu tam bir iyilik olarak yazar. Niyet eder ve yaparsa, on mislinden yedi yüz misline kadar, hatta daha fazla sevap yazar. Kim de kötü bir iş yapmaya niyet eder de yapmazsa, tam bir sevap yazar. Eğer niyet ettiği kötülüğü yaparsa, yalnız bir günah yazar.”

     “Kıyamet gününde şefaatimden en çok nasip alacak olan kimse, halis bir kalp yahut temiz bir nefis ve ruhla: LA İLAHE İLALLAH diyen kimsedir.”

     Öyleyse müslüman, niyet ve amellerinde halis olacaktır. Allah, halis kulların niyet ve ibadetlerini kabul buyurur, onları her türlü kötülüklerden muhafaza eder. Hz Yusuf (AS)’ın ihlâsı sebebiyle muhafaza edildiğini Kur’an şöyle haber verir:

وَلَقَدْ هَمَّتْ بِهِ وَهَمَّ بِهَالَوْلا أَن رَّأَى بُرْهَانَ رَبِّهِ كَذَلِكَ لِنَصْرِفَ عَنْهُ السُّوءَوَالْفَحْشَاء إِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُخْلَصِينَ:

“And olsun ki, kadın ona meyletti. Eğer Rabbinin işaret ve ikazını görmeseydi o da kadına meyletmişti. İşte böylece biz, kötülük ve fuhşu ondan uzaklaştırmak için (delilimizi gösterdik). Şüphesiz o ihlâslı kullarımızdandı.” (YUSUF SURESİ – 24. AYET)

     Öyleyse ihlâsla rabbine yönelen bir Müslüman, rabbini yanında bulur. Bu buluş, Allah’ın lütuf ve merhametinin onunla olmasıdır. Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor:

     “Allah, sizin kalıplarınıza ve suretlerinize değil, kalplerinizdeki niyet ve ihlâsınıza bakar.”

7-) MÜSLÜMAN, ADALET SAHİBİDİR:

Adalet, her şeyi tam olarak yerine getirmek, herkesin hakkını vermek ve ölçülü davranmak demektir. Daha kısa bir ifadeyle, hak sahibine hakkını vermektir. Adalet, Allah’ın emrettiği, sevdiği ve övdüğü yüce bir vasıftır. Adaletin olmadığı bir yerde, huzur ve saadet aramak mümkün değildir. Çünkü fert ve cemiyet hayatında huzurun kaynağı adalettir. Bir milletin yükselmesi, ilerlemesi, kalkınması ve gerçek medeniyete ulaşması da adaletle mümkündür. Millet fertlerini birbirine bağlayan, onları bir disiplin içerisinde tutan, yine adalettir. Fertleri arasında adalet olmayan milletler, maddi bakımdan ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar, sıkıntılara düşmekten kurtulamazlar.

     Aile fertleri arasında adaletin gözetilmediği bir evde, huzur ve saadetin olması mümkün müdür? Adaletin hâkim olmadığı, çalışanla çalışmayanın ayırt edilmediği, Allah korkusu ve hakikat sevgisinin öğretilmediği bir mektepte, hangi fazilet meyveleri toplanabilir? Devlet ve millet vazifeleri; imanlı, bilgili, ehliyetli, dürüst ve adil kimselere değil de politik hesaplar ve çıkarlar uğruna rüşvetçi, kayırıcı ve adil olmayan kimselere verilirse, böyle bir cemiyette huzur ve güven kalır mı? Hak ve adaleti teslim etmesi gereken adalet müesseseleri, adaletsizlik yapar, suçluyu suçsuz hale getirir, güçlüyü korur, güçsüzü ezerse, böyle bir cemiyette felaketler kol gezmez mi?

     Patron, çalıştırdığı işçilerin haklarına riayet etmez, işçi ekmek yediği işin hakkını vermez, memur görevini ihmal eder, adamına göre iş yapar, esnaf ölçü ve tartısına dikkat etmez, karaborsacılık yapar, yazar, kalemini hak ve adalet adına oynatmaz, hasta ilgi görmek için hastanenin yolunu özel muayenehaneden geçerek bulur, krediler, ihaleler, destekler, teşvikler uğruna çıkar dağıtılırsa, böyle bir toplumda adaletin varlığından söz edilebilir mi?

     Bunun içindir ki Huzur ve saadet dini olan İslam, bütün işlerimizde adaletli olmayı emretmiş ve adaletle davrananlara büyük müjdeler vermiştir. Allah Kur’an’da şöyle buyuruyor:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ كُونُواْ قَوَّامِينَ بِالْقِسْطِ شُهَدَاء لِلّهِوَلَوْ عَلَى أَنفُسِكُمْ أَوِ الْوَالِدَيْنِ وَالأَقْرَبِينَ إِن يَكُنْ غَنِيّاًأَوْ فَقَيراً فَاللّهُ أَوْلَى بِهِمَا فَلاَ تَتَّبِعُواْ الْهَوَى أَن تَعْدِلُواْ وَإِنتَلْوُواْ أَوْ تُعْرِضُواْ فَإِنَّ اللّهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيراً:

“Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutan, kendini, ana-babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa Allah için şahitlik eden kimseler olun. (Haklarında şahitlik ettikleriniz) zengin olsunlar, fakir olsunlar Allah onlara (sizden) daha yakındır. Hislerinize uyup adaletten sapmayın, (şahitliği) eğer, büker (doğru şahitlik etmez), yahut şahitlik etmekten kaçınırsanız (biliniz ki) Allah yaptıklarınızdan haberdardır.”

(NİSA SURESİ – 135. AYET)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ كُونُواْ قَوَّامِينَ لِلّهِشُهَدَاء بِالْقِسْطِ وَلاَ يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَآنُ قَوْمٍ عَلَىأَلاَّ تَعْدِلُواْ اعْدِلُواْ هُوَ أَقْرَبُ لِلتَّقْوَى وَاتَّقُواْ اللّهَ إِنَّاللّهَ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ:

     “Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi âdil davranmamaya itmesin. Adaletli olun; bu, Allah korkusuna daha çok yakışan (bir davranış) tır. Allah’a isyandan sakının. Allah yaptıklarınızı hakkıyla bilmektedir.”  (MAİDE SURESİ – 8. AYET)

إِنَّ اللّهَ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِوَالإِحْسَانِ وَإِيتَاء ذِي الْقُرْبَى وَيَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاءوَالْمُنكَرِ وَالْبَغْيِ يَعِظُكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ:

“Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder, çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.”  (NAHL SURESİ – 90. AYET)

     Yüce Allah bu ayette, dünya nizamını sağlayan üç esası emrediyor; üç çirkin davranışı da yasaklıyor. Emrettikleri; adalet, ihsan ve akrabaya yardımdır. Yasakladıkları da; fuhuş, münker ve bağy’dır.

     ADALET: Herkesin hakkını vermek ve ölçülü davranmaktır.

     İHSAN: İyilik etmek, hayır yapmak ve emredilen şeyi gerektiği gibi yerine getirmektir.

     AKRABAYA YARDIM: Yakın ve uzak akrabaya iyilik etmek, onların ihtiyaçlarını karşılamaktır.

     FAHŞA: Yalan, iftira, zina gibi kötü söz ve işlerdir.

     MÜNKER: Dinin ve aklın fena kabul ettiği işler ve davranışlardır.

     BAĞY: İnsanlara karşı üstünlük iddia etmek ve onları zulüm ve baskı altına almaktır.

     Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor:

     “Ehl-ü iyaline ve idaresi altında olanlara adaletle hükmeden adil kimseler, Allah nezdinde nurdan minberler üzerinde otururlar, yüksek mevkilere çıkarlar.”

     “Cennet ehli üç sınıftır:

     1-) Adil, sadaka verici ve başarılı hükümdar

     2-) Hısım akrabasına ve Müslümanlara karşı yumuşak kalpli ve şefkatli olan bir adam

     3-) Ailesi kalabalık olduğu halde harama el uzatmayan, iffetli ve namuslu kimse.”

     “Yedi kişi var, Allah onları hiçbir gölgenin olmadığı kıyamet gününde kendi gölgesinde gölgeler: Adil imam, Allah’a ibadet içinde yetişen genç, Tekrar dönünceye kadar kalbi mescide bağlı olan kimse, Allah için birbirlerini seven, Allah rızası için bir araya gelip, Allah rızası için ayrılan iki kişi; Güzel ve makam sahibi bir kadın tarafından davet edildiği halde: “Ben Allah’tan korkarım.” deyip icabet etmeyen kimse; Sağ elinin verdiğini sol eli görmeyecek kadar gizli sadaka veren kimse; Allah’ı tek başına zikrederken gözlerinden yaş boşanan kimse.”

Öyleyse müslüman, adalet sahibi olmak zorundadır. Zira Müslüman, Allah’ın kesin bir adalet günü olduğuna, yaptığı her iş ve hareketin mutlaka hesabının sorulacağını kavrayan insandır. Bunun için Müslüman her zaman ve her yerde Hak’tan yanadır. Çünkü zaman mutlak bir hesaplaşma gününe doğru hızla akmaktadır. Kâr-zarar günü yakındır. Yüce Allah şöyle buyuruyor:

وَنَضَعُ الْمَوَازِينَالْقِسْطَ لِيَوْمِ الْقِيَامَةِ فَلَا تُظْلَمُ نَفْسٌ شَيْئاً وَإِن كَانَمِثْقَالَ حَبَّةٍ مِّنْ خَرْدَلٍ أَتَيْنَا بِهَا وَكَفَى بِنَا حَاسِبِينَ:

“Biz, kıyamet günü için adalet terazileri kurarız. Artık kimseye, hiçbir şekilde haksızlık edilmez. (Yapılan iş,) bir hardal tanesi kadar dahi olsa, onu (adalet terazisine) getiririz. Hesap gören olarak biz (herkese) yeteriz.”  (ENBİYA SURESİ – 47. AYET)

8-) MÜSLÜMAN, MESULİYET SAHİBİDİR:

İslam, Allah’ın ebediyen devam edecek olan dinidir. O, insan için gelmiştir. İnsana iyiyi, güzeli ve doğruyu göstermek için gönderilmiştir. O, bütün dinler ve sistemler içinde devlet reisinden hizmetliye kadar herkesin sorumluluğunu en ince teferruatına kadar belirleyip ilan eden biricik hayat nizamıdır. Bu bakımdan Müslüman, İslam’ın kendisine verdiği bütün vazifeleri yerine getirmek, hayatının her safhasında mesuliyet duygusunu taşımak zorundadır. Çünkü mesuliyet, dünyada huzur, ahirette saadet getirecek kurtarıcı bir emirdir. Allah, Kur’an’da şöyle buyuruyor:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا قُوا أَنفُسَكُمْ وَأَهْلِيكُمْنَاراً وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ عَلَيْهَا مَلَائِكَةٌ غِلَاظٌ شِدَادٌلَا يَعْصُونَ اللَّهَ مَا أَمَرَهُمْ وَيَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ:

“Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. Onun başında, acımasız, güçlü, Allah’ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve emredildiklerini yapan melekler vardır.”  (TAHRİM SURESİ – 6. AYET)

     Müslüman, ayette kendisine verilen görevi yerine getirmek zorundadır. Müslüman’ın bu görevi yerine getirmemesi, kendisine ve emri altındakilere karşı sorumluluğunu idrak edememesi büyük vebaldir.

     Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor:

     “Allah, herhangi bir kulun idaresi altına başkalarını verir de o kimse idaresi altındakilere karşı vazifelerini yapmadığı için ihanet ederek ölürse, Allah ona cenneti haram kılar.”

“Hepiniz birer idareci çobansınız ve hepiniz idare ettiğiniz şeylerden sorumlusunuz. Hükümdar idareci bir çobandır ve idare ettiği halktan sorumludur. Adam ev halkını idare eden bir çobandır ve idare ettiği o kimselerden sorumludur. Kadın, kocasının evinde idareci bir çobandır ve idare ettiği şeyden sorumludur. Hizmetçi, efendisinin malını koruyan bir çobandır ve idaresi ile memur olduğu şeyden sorumludur. Evet, hepiniz birer idareci çobansınız ve hepiniz idare ettiğiniz şeyden sorumlusunuz.”

RÂÎ; herhangi bir şeyi koruyup kollayan, görüp gözeten anlamındadır. Kendisine emanet edilen sürüyü gütmesi, koruması sebebiyle çobana da bu isim verilir. Görülüyor ki, devlet reisinden hizmetçiye varıncaya kadar her fert, sorumluluk altındadır.

     Devlet reisi, milletinin huzur ve güveninden sorumludur.

     Baba, ailesinin, çoluk çocuğunun her türlü ihtiyaçlarını karşılamaktan, onlara dinlerini öğretmekten, onları her türlü haramdan korumaktan sorumludur. Baba, yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden çoluk çocuğunu korurken özellikle şu hususlara dikkat etmelidir:

     1-) Onları küfür ve şirkten korumalıdır.

     2-) Kötü arkadaş ve kötü çevreden korumalıdır.

     3-) Kötü yayın ve filmlerden korumalıdır.

     4-) Haramlardan korumalıdır.

     Allah, Kur’an’da şöyle buyuruyor:

إِنَّمَا أَمْوَالُكُمْ وَأَوْلَادُكُمْفِتْنَةٌ وَاللَّهُ عِندَهُ أَجْرٌ عَظِيمٌ:

“Doğrusu mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir imtihandır: Büyük mükâfat ise Allah'ın yanındadır.”  (TEĞABÜN SURESİ – 15. AYET)

     Anne, evinden, evladından sorumludur. Evini her türlü fitne ve kötülükten koruyacaktır. Çocuklarının terbiyesine gereken önemi verecek, onları dürüst ve faziletli birer şahsiyet olarak yetiştirecektir. Onlara güzel örnek olacak, MÜBAREK ANA özelliğini koruyacaktır. Evinin işlerini yapma, kocasının malını ve şerefini koruma hususunda titiz olacaktır.

     Evlat, ailesine karşı görevlerini yerine getirmekten sorumludur.

     Öğretmen, öğrencisinden sorumludur. Onlara ilmî ve insanî değerleri öğretecektir.

     Yazar, okuyucusundan sorumludur. Okuyucusuna hakkı, doğruyu ve güzeli aşılayacaktır. Haysiyetli bir yazar, yazılarında din, vatan, millet ve fazilet düşmanlığı yapamaz.

     Memur, işçi, işinden sorumludur. İşinin hakkını verecektir.

     Tüccar ve sanatkâr, işinden ve ticaretinden sorumludur. İşine ve ticaretine hile karıştırmayacaktır.

     Doktor hastasından, mühendis inşaatından, avukat savunmasından sorumludur. Hastanede ayrı, özel muayenehanesinde ayrı davranan bir doktor, inşaatına gerekli titizliği göstermeyen mühendis, haksız davaları bilerek savunan avukat, sorumluluğunu yerine getirmiyor demektir.

     Hizmetçi, efendisinin malını, şerefini korumaktan sorumludur. Kısacası herkes, hayatının bütün safhalarından sorumludur. Sorumluluk, sadece deliler yoktur.

     Öyleyse Müslüman, Allah’ın kendisine verdiği her emaneti, İslam ve Kur’an emanetini koruyacak ve büyük bir sorumluluk altında olduğunu bilecektir. El, ayak, göz, kulak ve kalp gibi bütün organlarının yaptıklarından hesap vereceğini bilecektir. Mal, mülk, evlat imtihanı ile karşı karşıya olduğunu unutmayacaktır. Bu konuda Kur’an şöyle buyurmuştur:

فَلَنَسْأَلَنَّ الَّذِينَ أُرْسِلَ إِلَيْهِمْ وَلَنَسْأَلَنَّالْمُرْسَلِينَ:

“Elbette kendilerine peygamber gönderilen kimseleri de, gönderilen peygamberleri de mutlaka sorguya çekeceğiz!”  (A’RAF SURESİ – 6. AYET)

9-) MÜSLÜMAN, HERKESİN HAKKINA SAYGILIDIR:

     İnsan, bir aile ve toplum içinde yaşama özelliğiyle yaratılmıştır. Başka insanlarla tanışmak, kaynaşmak, yardımlaşmak ve bir arada yaşama, insanın tabii ihtiyacıdır. Yeryüzünü imar etmek, Allah’ın nimetlerinden istifade etmek, neslin devamını sağlamak, tebliğ görevini yapmak, ihtiyaçları karşılamak, toplu halde yaşamaya bağlıdır.

     Toplu halde yaşama mecburiyetinde olan insanların birbirlerine karşı pek çok hak ve vazifeleri vardır. Dinimiz, bu hak ve vazifelerin üzerinde titizlikle durmuştur. Bu hak ve vazifeleri Müslüman açısından iki kısımda incelemek mümkündür:

     1-) MÜSLÜMAN’IN İNSANLARA KARŞI GÖREVLERİ

     2-) MÜSLÜMAN’IN MÜSLÜMANLARA KARŞI GÖREVLERİ

     Genel anlamda, insanlar arasındaki bütün münasebetler, “KUL HAKLARI” içinde yer alırlar. Ana-baba hakkı, eş hakkı, akraba hakkı, komşu hakkı, hoca, arkadaş hakkı, cemiyet, millet ve insanlık hakkı…

     Yine selam hakkı, nasihat hakkı, ilim hakkı, amir, memur hakkı… Bütün bunlar kul hakları ile ilgili hususlardır. Bunları korumak ve gözetmek her Müslümanın görevidir.

     Yüce Allah Kur’an’da şöyle buyuruyor:

يَا قَوْمَنَا أَجِيبُوا دَاعِيَ اللَّهِ وَآمِنُوا بِهِ يَغْفِرْ لَكُم مِّنذُنُوبِكُمْ وَيُجِرْكُم مِّنْ عَذَابٍ أَلِيمٍ:

وَمَن لَّا يُجِبْ دَاعِيَ اللَّهِفَلَيْسَ بِمُعْجِزٍ فِي الْأَرْضِ وَلَيْسَ لَهُ مِن دُونِهِ أَولِيَاء أُوْلَئِكَفِي ضَلَالٍ مُّبِينٍ:

“Ey kavmimiz! Allah'ın davetçisine uyun. Ona iman edin ki Allah da sizin günahlarınızı kısmen bağışlasın ve sizi acı bir azaptan korusun. Allah’ın davetçisine uymayan kimse yeryüzünde Allah’ı aciz bırakacak değildir. Kendisi için Allah’tan başka dostlar da bulunmaz. İşte onlar, apaçık bir sapıklık içindedirler.”  (AHKAF SURESİ – 31/32. AYETLER)

Buharî ve Müslim’de şöyle rivayet edilir:

     “Hz Peygamber (SAV), Taif seferinde Nahl vadisinde sabah namazı kıldırırken yedi veya dokuz kişiden oluşan cinler grubu, Hz Peygamber (SAV)’in okuduğu Kur’an’ı dinlemeye gelmişlerdi. Kur’an’ı dinleyip kavimlerine döndüklerinde bu ayetleri okumuşlar ve cinler taifesinin Hz Muhammed (SAV)’e uymalarını istemişlerdi. Bu arada Allah’ın bütün günahları değil, bir kısım günahları affedeceğini beyan etmişlerdi. Bu affedilmeyen günahların kul haklarıyla ilgili günahlar olduğu ve hak sahibi razı olmadıkça bunların affedilmeyeceği haber verilmiştir.”

     O halde Müslüman, kul haklarına son derece titizlik gösterecektir. Bilerek veya bilmeyerek başkalarının hakkını üzerine geçirmişse, o hakkı ödemek veya helalleşmek suretiyle kendini kurtarmaya çalışacaktır. Kur’an şöyle buyuruyor:

وَلاَ تَحْسَبَنَّ اللّهَ غَافِلاً عَمَّا يَعْمَلُالظَّالِمُونَ إِنَّمَا يُؤَخِّرُهُمْ لِيَوْمٍ تَشْخَصُ فِيهِ الأَبْصَارُ:

“(Rasülüm!) Sakın, Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Ancak, Allah onları (cezalandırmayı), korkudan gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne erteliyor.” (İBRAHİM SURESİ – 42. AYET)

     Zulüm, haksızlık yapmaktır. Genel anlamda üç çeşit zulüm vardır:

     1-) ALLAH’A KARŞI ZULÜM: Küfür, şirk, nifak gibi…

     2-) İNSANLARA KARŞI ZULÜM: Başkasının malını haksız almak, şeref ve namusuna dokunmak gibi…

     3-) KENDİSİNE KARŞI ZULÜM: Allah’ın kendisine verdiği emanetlere ihanet etmek gibi. İlk iki zulmü işleyen kimse aynı zamanda nefsine de zulmetmiş olur.

     Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor:

     “Kıyamet günü müminler cehennem üzerine kurulmuş büyük sırattan kurtulduktan sonra, cennetle cehennem arasında ikinci bir köprüde tutuklanırlar. Burada, dünyada aralarında geçen haksızlıktan birbirlerine haklarını vererek hesaplaşırlar. Günahlardan temizlenip arındıkları zaman cennete girmelerine izin verilir.”

     Bir diğer hadislerinde de Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor:

     “Bir kimse ki, kardeşinin haysiyetine yahut malına tecavüzden dolayı üzerinde bir hak bulunursa, altın ve gümüş bulunmayan günden evvel onunla helalleşsin. Aksi takdirde, yaptığı haksızlık nispetinde onun iyi amellerinden alınıp hak sahibine verilir. İyiliği yoksa hak sahibinin günahından alınıp haksızlık eden kimseye yükletilir.”

     Haksızlık edip te hak sahibine hakkını ödemeden ölen kimseler, ahirette MÜFLİS durumuna düşerler. Bu durumu, Ebu Hüreyre (RA)’ın rivayetinde Hz Peygamber (SAV) şöyle ifade buyuruyor:

Rasülullah (SAV) ashabına: “Müflis kimdir bilir misiniz?” diye sordu. Ashab: “Bizim aramızda müflis, hiç bir dirhemi ve eşyası olmayan kimsedir.”dediler. Bunun üzerine Rasülullah (SAV) şöyle buyurdu:

     “Benim ümmetimden müflis o kimsedir ki, kıyamet gününde namaz, oruç ve zekât gibi ibadetlerini yerine getirmiş olarak Allah’ın huzuruna gelir. Ancak bu ibadetlerin yanında öyle günahlar da işlemiştir ki, kimilerine sövüp saymış, kiminin kanını akıtmış, kiminin malını yemiş, kimine zina iftirasında bulunmuştur. Bu durum karşısında, onun ibadetlerden elde ettiği sevaplardan alınıp hak sahiplerine dağıtılır. Eğer ibadetleri ve iyilikleri bu hakları ödemeye yetmezse, hak sahiplerinin günahlarından alınıp hak yiyenin günahlarına eklenir. Böylece sevapları elinden gitmiş, günahları ise daha da artmıştır. İşte böylece, müflis durumuna düşmüş olan bu kişi cehenneme atılır.”

     Öyleyse birbiri için yaşayan, sevgi ve şefkat duygularıyla dolup taşan, huzur ve saadet içinde yaşayan bir toplum meydana getirmek istiyorsak, bunun kul haklarına saygıdan geçtiğini bilmek zorundayız. Dinimiz, kul hakları yanında, daha özel olarak Müslüman’ın Müslüman üzerindeki haklarına riayet edilmesini de istemiştir. Bu noktada Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor:

     “Müslüman’ın müslüman üzerinde altı hakkı vardır:

     1-) Karşılaştığın zaman ona selam ver.

     2-) Davet edilirsen git.

     3-) Nasihat isterse, nasihat et.

     4-) Aksırır da Allah’a hamd ederse, sen de ona: “Allah sana merhamet etsin .” de.

     5-) Hastalandığında hatırını sor.

     6-) Vefatında cenazesini takip et.”

     Bu hadise göre, Müslümanların birbirleri üzerindeki haklarından ilki, selam vermektir. Selam, İslam’ın sevgi ve şefkat anahtarıdır. Müslümanlar arasındaki kardeşlik bağları selamla güçlenir. Selam, en kısa şekliyle: “Es-selamü Aleyküm” diye verilir. “Ve aleyküm selam” diye de alınır. Binek üzerinde olanın yaya olana, yürüyenin oturana, arkadan gelenin önde olana selam vermesi, selamın adabındandır. Çocuklara ve eşlere selam vermek te Hz Peygamber (SAV)’in adetlerindendir.

     Müslüman’ların birbirleri üzerindeki haklarından birisi de, davet edildiği zaman davete gitmektir. Davete icabet etmek sünnettir. Düğün, sünnet ve buna benzer davetlere katılmak, kardeşlik bağlarının kuvvetlenmesini sağlayan dinî ve içtimaî bir görevdir. Düğün davetine VELÎME denir ki, âlimlerin bir kısmı buna katılmanın vacip olduğunu söylerler. Zira bu konuda Hz Peygamber (SAV) şöyle buyurur:

     “Kim bu davete (Velîme) katılmazsa, Allah ve Rasülü (SAV)’e isyan etmiş olur.”

     Ancak Allah’ın ve Rasülü (SAV)’in emirlerine aykırı işlerin yapıldığı, içki gibi haramların işlendiği, Allah’ın unutulduğu, namazın terkine sebep olduğu takdirde, davete katılmak uygun değildir. Öyleyse inançlarımıza ters düşmeyen davetlere katılmak sünnettir.

     Müslümanların birbirleri üzerindeki haklarından birisi de nasihat etmek, iyiyi, güzeli ve doğruyu göstermektir. Her Müslüman, İslamî ölçüler içinde birbirine nasihat etmekle görevlidir. Dinî hayatın varlığı, Müslümanların onu yaşamaları ve birbirlerine nasihat etmeleriyle mümkündür. İsteyene nasihat etmek vaciptir. İstemeden vermek ise menduptur. Bu gerçeği Hz Peygamber (SAV) şöyle haber vermiştir:

     “Hz Peygamber (SAV) şöyle buyurdu: “Din nasihattir.” Ashab-ı Kiram sordular: “Kime?” Hz Peygamber (SAV) şöyle cevap verdi: “Allah’a, Allah’ın kitabına, Peygamberine, Müslümanların reislerine ve bütün Müslümanlara.”

     Yüce Allah şöyle buyuruyor:

وَذَكِّرْ فَإِنَّ الذِّكْرَى تَنفَعُ الْمُؤْمِنِينَ:

“Sen yine de öğüt ver. Çünkü öğüt müminlere fayda verir.”  (ZARİYAT SURESİ – 55. AYET)

      Müslümanların birbirleri üzerindeki haklarından birisi de aksıran bir Müslüman ELHAMDÜ LİLLAH derse, YERHAMÜKALLAH yani; Allah sana merhamet etsin diye karşılık vermektir. Bunun üzerine aksıran Müslüman’ın: “YEHDİKÜMÜLLAHU VE YÜSLİHU BÂLEHÜM” Yani: Allah sizi hidayette kılsın ve hatırınızı hoş etsin. Diyerek sünneti tamamlaması icap eder. Hz Peygamber (SAV), bu hususu şöyle açıklar:

     “Biriniz aksırdığı vakit, Elhamdü lillah desin. Din kardeşi veya arkadaşı ona Yerhamükallah desin. O da: Allah size hidayet versin ve halinizi ıslah etsin. Desin.”

     Müslümanların birbirleri üzerindeki haklarından biri de, hasta ziyaretidir. Hastayı ziyaret etmek, onun hal ve hatırını sormak, ihtiyacı varsa yardım etmek sünnettir. Hastanın tanıdık olması veya olmaması fark etmez. Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor:

     “Her kim bir hastayı dolaşırsa, dönünceye kadar cennet hurmaları arasındadır.”

     Hasta ziyaretinde şu hususlara dikkat edilmelidir:

     1-) Hastanın şifa bulması için dua edilmelidir.

     2-) Hastanın yanında yüksek sesle konuşulmamalıdır.

     3-) Hasta, ümitsizliğe sevk edilmemelidir.

     4-) Gülmede ve üzülmede aşırıya kaçılmamalıdır.

     5-) Hastalık bulaşıcı ise, hastaya hissettirmeden fazla yaklaşılmamalıdır.

Vaaz Nasıl Hazırlanır?

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır.Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.

Resmi vaiz olmadım ama İmam Hatip orta sondan şu ana kadar belki bini aşkın vaaz ettim.

Bunca vaazdan sonra bana tecrübelerini yaz deseler neler söyleyebilirim diye düşündüm ve aşağıdaki başlıklar aklıma geldi.

Elbette söyleyeceklerim bütünüyle benim başarabildiklerim değildir, olmasını gerekli gördüğüm hususlardır.

Şüphesiz başkalarının bunlara ekleyecekleri vardır, ama çıkaracaklarının olduğunu sanmıyorum.

Başarılı vaizlerimiz bu konudaki tecrübelerini bizimle paylaşırlarsa onları da duyurur ve herkesin istifadesine sunarız.

Vaazda birinci mesele niyetin yani gayenin sağlam ve isabetli olmasıdır. Bir vaiz, Allah''ın dinini, O''nun adına anlatıyor olduğu bilincinde olmalı, bir kişiye daha olsun, hakikati anlatma niyeti taşımalıdır. Beğenilme ve yaranma duygusunu kalbinden kazımalıdır.

Allah Rasulü''nün makamından, onun adeta bir memuru ve temsilcisi olarak konuştuğu bilincinde olmalı ve anlattıklarıyla öncelikle kendisi heyecan yaşamalıdır. Heyecan duymuyorsa söyledikleri fazla etkili olmayacaktır.

Sabık Bakan Mehmet Aydın Hoca''nın bir konferansından not almıştım: Bilgi, eylem/amel, heyecan ve tefekkür olmadan hiçbir iş yürümez.

İmam Rabbanî bunu ilim, amel ve ihlas formülüyle özetler.

Bilindiği gibi kendi yapmadıklarını başkasının yapmasını istemek Allah''ı çok kızdıran bir husustur, mürailiktir. Yapmadığı halde mutlaka söylemesi gereken şeyler varsa, Gazzalî''nin dediği gibi, nefsini de karşısına alır, söylediğini kendisine de söyler ve artık bundan sonra yapmaya karar verirse bu caiz olabilir.

Hiç olmazsa her vaazından bir süre önce -duruma göre bir hafta, bir gün, bir saat- kendisine çeki düzen vermeli ve tövbe ve istiğfar ile temizlenmelidir. Duygularını arındırmalı, duyularını günahlardan uzak tutmalıdır.

Artık modası çoktan geçmiş olan bağırıp çağırma üslubuyla konuşmamalı, sohbet ve nasihat edasıyla anlatmalıdır.

Bir saat konuşacaksa en az üç saatlik hazırlık yapmalı, konuşurken malzemesinin biteceğinden korkma psikolojisine girmemelidir.

Çok şeyi karıştırarak anlatacağına, az şeyi sindire sindire ve planlı anlatmalı, önemli bilgi ve hükümleri iki üç kez tekrarlamalıdır.

Anlatacağı şeyler mutlaka o gün için gerekli ve geçerli şeyler olmalıdır.

Halkın konuştuğu dili çok iyi kullanmalı, bunun için de ayda en az üç kitap okumalıdır. Okumadan, hatta yazmadan dile aşina olunmaz. Bir espri kabul edebilirsiniz; bence ayda en az seçme üç kitap okumayan vaizi görevden almalı.

Aksi takdirde vaiz toplumun seyrine ayak uyduramaz, dilini kavrayamaz ve başka vadilerde dolaşır durur.

Televizyon izleyicilerinin yaş ortalaması on üçmüş. Cami cemaatinin yaş ortalaması da bundan bir iki yaş farklı olabilir. Yani karşımızda bir ortaokul öğrencisi var ve biz ona onun diliyle bir şeyler anlatmaya çalışıyoruz diye düşünmelidir.

Birilerini, bir cemaati, bir tarikatı suçlayıcı, hakaret edici, dışlayıcı bir üslup asla kullanmamalıdır. Kimsenin putuna sövmemelidir. Her ne olursa olsun, camiye gelenler hakareti değil tekdiri hak eden insanlardır.

Günceli takip etmeli ve her seviyeden insana günlük hayatında rehber olacak taze bilgiler sunmalıdır.

Vaazlarını mümkün olduğunca asıl ve birinci kaynaklardan hazırlamalı, söyleyeceği hadisi şeriflerin sıhhatini mutlaka araştırmalıdır. Bu gün için bu artık çok kolay. Bilgisayar ve internet kullanmasını bilen herkes iki tuşa basarak bunu başarabilir. Yeter ki azmetsin. İsterlerse biz bunun formülünü veririz.

Camiye en sonunda gelenleri de hesaba katarak, vaazını birkaç cümlelik özetle bitirmeli ve bu günkü şartlarda vakti asla geçirmemelidir.

Vaazların en olumsuz diyeceğimiz yönlerinin ise şunlar olduğunu sanıyorum:

Hep bir öncekini taklitle tevarüs eden çok kötü bir vaaz dili oluşmuş durumda.

Daha ilmi görünmek için olsa gerek, kullanılan anlaşılmaz kelimeler, gereksiz tekrarlar, bağırıp çağırmalar, hitap ettiği insanların seviyesini gözetememe, basit meselelere gereğinden fazla yer verme ve böylece önemli olanları kaçırma.

Çok yanlış bilgileri ve hadis olduğunu sandığı sözleri din diye anlatma.

Benden bu kadar.

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası